Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

19 Kasım 2020 Perşembe

REFİK ARSLAN ÖZTÜRK

 Bugün 14 Kasım 2020 tarihinde vefat eden önceki valilerimizden Refik Arslan Öztürk’ü yazmak istedim köşemde. Bu yazım 20 Kasım 2020 Cuma günü de Radyo Hiraş’ta Rıfat Uygur’la yaptığımız Manisa’da yaşam programında Hale Taştekin tarafından okunacak sonra Refik Arslan Öztürk’ü konuşacağız.  Mert Orkun Abacı hazırladığı görüntüleri Youtube üzerinden de canlı olarak yayımlanan programımızda aktaracak izleyicilerimize. Programımızı izleminizi öneriyorum. Giderek güzelleşen programımızın mutfağında genç yetenekli yaratıcı bir kadro var.

Önceki valilerimizden Refik Arslan Öztürk’ün vefatını 14 Kasım’da üzülerek öğrendim. Valimizin Manisa’da görev yaptığı yılları anımsadım. Manisa’da 2006-2008 yıllarında çok kısa süre görevde kaldı ama unutulmayacak izler bıraktı.  Facebook sayfamda yaptığım paylaşım çok güzel yorumlar aldı ve çok kişi tarafından paylaşıldı.

Adını ve anısını kentimizde yaşatmak için girişimde bulunalım. Bu konuda öneri geliştirip Manisa Valimize ve Büyükşehir Belediye Başkanımıza sunmalıyız.  İlk önerimi Manisa Ticaret ve Sanayi Odamızın değerli başkanı Sayın Mehmet Yılmaz’a yaptım. Gösterdiği ilgiye verdiği desteğe gönülden teşekkür ediyorum. Sayın Öztürk’ün Manisa’da bulunduğu 2008 yılı başında, Manisa Kültür Sanat Kurumu olarak, Gediz Dergisi’ni yayınlama kararı vermiştik. Gediz Dergimizin ilk sayısı için, Valimiz de bir karikatür çizmişti. Sigaranın zararını çok güzel anlatan karikatürünü bastırıp yeniden dağıtalım, ofislerimizin, iş yerlerimizin, salonlarımızın duvarlarına asılmak üzere dağıtalım dediğimde, Oda Başkanımız harekete geçti ve sayın valimizin sanatçı yönünü öne çıkaran güzel bir girişim hayat bulmuş oldu.

Bilecik, Niğde, Erzincan ve Manisa'da valilik yapan Refik Arslan Öztürk Manisa’da çok sevilmişti. Söze “arkadaşım” diyerek başlardı. Karikatür çiziminde çok başarılıydı. “Yan çizerlerin çok olduğu kentimizde çizer bir valimiz var” diye espri yaptığımda gülmüş ve bana “Öyle demeyin ben Manisalıları çok sevdim çalışkan insanlar” demişti.

Çizerliğinin yanında, tasarrufa verdiği önemi gösterdiği özeni de unutamayız. Girdiği her odada her salonda ışıkların yarısını gider kendisi kapatırdı. Vali konağından valiliğe yürüyerek gelirdi. Barış Alanındaki çınarın altına eşiyle birlikte gelir çay kahve içer, kentin caddelerinde korumasını almadan sade bir yurttaş gibi gezerdi. İz bırakan valilerimizden biriydi. Türk idarecileri arasında tutumluluğuyla bilinen valimiz Öztürk’ün yılın valisi seçildiğini anımsıyorum.  Sayın Öztürk vefat ettiğinde 71 yaşındaydı.

Eski İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Fahri Öztürk'ün kardeşi, gazeteci, araştırmacı, yazar Saygı Öztürk'ün ağabeyi valimizi Manisalılar olarak unutamayız.  Türk idarecileri arasında tutumluluğuyla bilinen, bulunduğu illerden Ankara'daki toplantılara otobüsle gelip giden eski vali Refik Arslan Öztürk, savurganlığa karşı çıkar “iki satır yazı için koca bir A4 kağıdı kullanmayın ikiye bölüp kullanın” derdi. Keşke tasarruflu olunabilse, keşke dedikleri uygulanabilse. Tutum ve tasarruf denilince benim aklıma hemen Refik Arslan Öztürk geliyor.

Kimileri ölür unutulur; kimilerinin adı ve anısı gönüllerimizde yaşar. Sen anıları gönlümüzde yaşayacak birisin arkadaş valim Sayın Öztürk.

Yozgat'ın Sarıkaya İlçesi'ne bağlı Akbucak Köyü'nde dünyaya gelen 13 kardeşten birisi, Araştırmacı Gazeteci Saygı Öztürk’ün ağabeyi Refik Arslan Öztürk.  

Manisa’dan merkeze alındığı haberi duyulunca, Manisalılar olarak çok üzülmüştük. Birçok gazeteci arkadaşımız Refik Arslan Öztürk’ü anlatmıştı köşelerinde. Broşürler basılıp dağıtılmıştı.

Refik Arslan Öztürk’ün ardından, kardeşi Saygı Öztürk’ün yazdığı yazıyı duygulanarak okudum.  Bir bölümünü aynen aktarmak istiyorum:

“Sayın Refik Arslan Öztürk'ün valiliği bize çok şeylerin yapılabileceğini gösterdi. Artık;
Valilik konutundan yakınında bulunan makama, makam otosu yerine yürüyerek gidileceğini,
Makam kapısının her zaman her kesimden insana açık olacağını, hiç bekletmeden makama alınabileceğini,
Ne olursa olsun insanının, ne tür olursa olsun işin küçümsenmeyeceğini,
Saatlerce ya da günlerce randevu için beklenilmeyeceğini, sorunların çözülebileceğini,
Atıl, kullanılmayan devlet malının değerlendirilebileceğini,
Devlet malının deniz olmadığını, kim olursa olsun yedirilmeyeceğini,
İşlerin savsaklanmayacağını, zamanında yapılabileceğini, takip edilmesi gerektiğini,
En büyük mülki amirlerin devleti sadece ‘protokol' olarak temsil etmediğini biliyoruz.

Davranışlarıyla, yaptıklarıyla, kişiliği ile bir örnek oldu. Tasarrufu cimrilikle karıştırıp, parasının kendi cebinden çıktığının farkında olmadan bazıları kağıtları havlu yerine kullanmaya devam edecekler ama bazıları da kağıdın ağaç olduğunu tasarruflu kullanımıyla binlerce ağacın kesilmekten kurtarıldığını fark etmiş olacaklar. İz bıraktınız Sayın valim. Güçle, ‘mesafeyle', ulaşılmayan telefonlarla; saygının, sevginin oluşturulamayacağını gösterdiniz.”

Kentimizin bir sorununu aktarmak için gittiğimizde kabul ederdi. Şimdi bunun önemini, bazı kaymakamlardan randevu almada nasıl zorlandığımızı nasıl bekletildiğimizi görünce daha iyi anlıyorum.  Bu kentte görev yapanların bu kentin insanlarına ayıracak zamanları olmalı. Bu kentte görev yapanlar, bu kentin sorunlarını bu kentin insanlarıyla konuşarak çözmeli.  Ben bilirimci değil, katılımcı olmalı, kapılarını katılıma açık tutmalı. Bu kentten gittiğinde, Refik Arslan Öztürk gibi anımsanmalı, adı ve anısı yaşatılmalı...

Yaşanmış bir olayı da paylaşmak isterim. Yıllar önce, İzmir ile Çeşme arası seyahat eden bir minibüsü, polis kimlik kontrolü için durdurur. Ayakta seyahat eden bir bey'in kimliğine bakan polisler dona kalır. İçişleri Bakanlığı tarafından verilen kimlikte, Bilecik Valisi yazmaktadır. İlk şaşkınlığı atlatan polisler, "Sayın valim sizi biz götürelim" teklifinde bulunsalar da; "Teşekkür ederim. Tatildeyken, devletin aracına binmem" yanıtını alırlar. Görev yaptığı, Bilecik, Erzincan, Manisa illerinde sabahları makama yürüyerek, Ankara'ya valiler toplantısına kendi biletini alarak otobüsle giden, 2006 yılında YILIN VALİSİ seçilen emekli vali Refik Arslan Öztürk vefat etti ama adı ve anısı gönüllerimizde hep yaşayacak.

Sayın Öztürk için, böyle köşe yazıları yazmanın yetmeyeceğini biliyorum.  Adı ve anısını yaşatacak girişimlerde yapılacaktır mutlaka…

Işıklar içinde kal Sayın Öztürk, örnek yaşamın bürokratlarımızın ve yurttaşlarımızın önünü aydınlatsın…

 


 

12 Kasım 2020 Perşembe

BİRLİKTE GÜZEL

Bu sloganı çok sevdim. Yaptığım kooperatifçilik çalışmalarında sloganı olarak kullanmayı düşünüyorum. Birlikte Güzel…


İnsanın kişilik yapısını “benim” dedikleri ile “bizim” dedikleri arasındaki tercihi belirliyor. “Benim evim”, “ benim bahçem”, “benim arabam” deniliyor.  Bir de, “bizim” dediklerimiz var. “bizim sokak”, “bizim site”,“ bizim kent” "bizim bölge" "bizim ülke" gibi. Sürekli olarak “benim” dediklerini öne çıkaran insanlara “bencil” demek yanlış olmaz. Söze “bizim” diye başlayıp, bizim olanları öne çıkaran, bizim olan için benim olandan vazgeçebilen, insanlara da “toplumcu” nitelendirmesi uygun düşüyor. Toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğu bencilse, ortak sorunlara ortak çözümler bulmak, birlikte iş kotarmak, birlikte yaşamak zorlaşıyor.

 

Bencillik ve toplumculuk konusundaki düşüncelerimi neden böyle bir yazının konusu yaptığım neden okuyucularla paylaşmak gereğini duyduğum, konuyu aktarınca daha iyi anlaşılacak.

 

Manisa Birlik olarak 1987 yılından bu yana gerçekleştirmek için çalıştığımız Yeni Manisa Projesi tamamlandı diyebiliriz artık. Yeni Manisa diğer adıyla Güzelyurt Mahallesi bol yeşil alanlı, anıtları, ağaçları ve sosyal donatıları ile farklı, yeni ve örnek bir yerleşim alanı oldu. Yeni Manisa anıtlarla donatıldı. Yeni Manisa’daki anıtların sayısı Manisa’daki anıtların toplamından çok fazladır. Kentimizde iki Yunus Emre anıtı var biri Yeni Manisa’daki Birlik Parkında, diğeri de Obasya’ da. Yeni Manisa’da park olarak düzenlemeyi bekleyen alanlar da var. Bu alanların düzenlenmeye başlandığını çoğunun düzenlendiğini görüyoruz. Yıllardır yazdığım sürekli dile getirdiğim Karaçay Vadisi Projesi için de çalışmalar başladı. Kentimiz Atatürk Kent Parkı’ndan sonra yeni ve güzel bir park daha kazanmış olacak. Manisa’nın en güzel mahallesi olan Güzelyurt, projeye başladığımızda Yeni Manisa diyorduk, giderek daha da yeşilleniyor.  Yüzme havuzlarının en bol olduğu bölge de Yeni Manisa. İlk bahçeli iki katlı konutlar ve ilk bir artı bir konutlar Yeni Manisa’da yapıldı. Yeni Manisa’daki parklarda ördekler, kazlar, tavus kuşları ağaçların, konutların, parktaki masaların arasında insanlardan korkmadan özgürce dolaşıyorlar.

 

Benim olan için bizim olandan vazgeçemeyiz. Kentler benim dediklerimizden çok, bizim dediklerimizle güzelleşir. Bizim dediklerimize de en az benim dediklerimiz kadar sahip çıkmalıyız.  Bunu yapabilirsek kentimizde yaşam zenginleşip güzelleşir. Bunu başarabilirsek, parklarımızda bahçelerimizde ortak alanlarımızda barış kardeşlik gelişip boy verir. Bizim olanın mutluluğu benim olanın mutluğundan daha büyük, daha derin daha kalıcı olur.

 

Bizim olan için benim denileni feda edebilen insanların çoğunlukta olduğu toplum gelişkin toplumdur. Bizim dediklerimizin güzelliği ve geleceği için benim dediklerimizi ikinci plana ötelemek insanı yüceltir. Bizim ülkemiz, bizim kentimiz, bizim mahallemiz, bizim sokağımız, bizim sitemiz güzel değilse, evimizin güzelliği neye yarar ki?

 

YAŞAM BİRLİKTE GÜZEL

 


 

9 Kasım 2020 Pazartesi

YOLUNDAYIZ ATAM

Her 10 Kasım’da ve tüm milli bayramlarımızda olduğu gibi, yine Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgiyle saygıyla giderek artan bir özlemle anacağız. Anmakla kalmayıp anlamaya çalışacağız.  Atatürk bizim geçmişe özlemimiz değil aydınlık geleceğimizdir.

 

O’nun gösterdiği yol bilimin aydınlattığı uygarlık yoludur. O büyük insan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bize bilimin aydınlattığı uygarlık yolunu göstermiştir. Bu nedenle “İzindeyiz” yerine “Yolundayız” demeliyiz.  İz biter yol bitmez. Yolundayız Atam.

 

Atatürk’ün okumaya verdiği öneme değinmek istiyorum; Atatürk’ün okumaya önem verdiğini,  yaşamı boyunca yaklaşık 4000 kitap okuduğunu biliyoruz.  Dile kolay 4000 kitap bir yaşama nasıl sığır? Atatürk “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyor.  Atatürk’ün dediği gibi kitap okumalıyız. Gelişmek için okumak şart. Harçlıklarımızın yarısını kitaplara vermeliyiz. Aldığımız kitapları arkadaşlarımızla değişerek daha çok kitap okumalıyız. Atatürk şüphesiz ki yüzyılımızın en büyük devlet adamı en büyük lideridir. Kuşkusuz bu özelliğinin var olmasında askeri kişiliği, devlet adamlığının yanı sıra düşün adamı olmasının da büyük payı vardır. Yaşamı boyunca kitap, Atatürk için vazgeçilmez bir değer, yol gösteren bir varlık olmuştur. O’nun için okumak bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sonunda geniş bir kültür kazanmıştır. Atatürk için kitap, öğrenim yaşamı boyunca her aşamada etkili olmuştur. İlkokul öğrencisi iken kitap okumayı, sokakta oynamaya yeğlemiş, ders kitapları ile yetinmemiş, askeri okulda öğrenimini sürdürürken de yerel dergi ve gazeteleri izlemiş, fen ve matematik konularında yarışmalara grip kazanmıştır. Vatan ve özgürlük kavramlarını işleyen Namık Kemal’in eserlerini, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini okurken, öte yandan da Voltaire, Rousseau, Montesqiue gibi Fransız düşünürlerin eserlerini okumuş ve fikirleri üzerinde tartışmıştır. Fransızca öğrenmiş ve bu dilde, askerlik eğitimi ile ilgili olduğu kadar, siyaset, hukuk ve edebiyat üzerine yazılmış eserleri de okumuştur. Çanakkale Savaşları sırasında, ateş altında bile okumaktan vazgeçmemiştir. Atatürk vatanı düşman istilasından kurtardıktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmek gereğini duymuştur. Artık O, savaş alanlarında kazandığı zaferlerini, kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda yapmayı tasarladığı reformlarla sağlam temellere oturtmak istiyordu. Bunun için de yapacağı devrimler için her türlü fikir ve inanç düzeyindeki delegelerle dolu bir Meclis’in başkanı olarak yeterli bilgi edinmesi gereğine inanıyordu. Bu nedenle de o güne kadar okuyamadığı bazı kitapları yurt dışından getirtiyor, Türkçeye çevirtiyordu. Atatürk’ün hangi konularda, ne çeşit eserler okuduğunu gösteren en güvenli kaynak özel kütüphanesinin kataloğudur. Bu kaynak O’nun düşün ve kültür yaşamının bir göstergesidir. Atatürk’ün özel kütüphanesinin koleksiyonları arasında en geniş yeri tarih kitapları almaktadır.

 

Eğer Atamızın kurduğu Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak istiyorsak, eğitim gerçekten şart. Eğitim içinde Atatürk gibi çok okumak şart. Çok okuyacağız. Okuyanların sayısı çoğaldıkça güçlendiğimizi göreceğiz. Çocuklarımızın okuma alışkanlığı edinmelerini sağlayacağız. Kaldırılan felsefe dersleri yeniden konulmalı. Düşünen soran sorgulayan araştıran, bilgiye ulaşmayı ve paylaşmayı bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Çocuklarınıza ve dostlarınıza vereceğiniz en güzel hediye niye bir NUTUK olmasın. Dostlar gerçekten söylüyorum, Nutuk okumayan kalmasın. Nutuk gençlerimize okullarda ders kitabı olarak okutulsun.  Bizi Atatürk’ten uzaklaşmak değil, Atatürk’ü anlamak onun yolundan gitmek aydınlığa ulaştıracaktır…

 


 

5 Kasım 2020 Perşembe

DEPREMLERLE YAŞAMAK

30 Ekim’de meydana gelen etkileri Ege Bölgemiz’de hissedilen, İzmir’de yıkımlara neden olan 6.9 şiddetinde bir deprem yaşadık. Bu depremde 114 vatandaşınız hayatını kaybetti. Binden fazla insanınız yaralandı 11 bina yıkıldı. Birçok bina depremden zarar gördü, kullanılamaz duruma geldi.

 

Giden canlarla yıkılan binalarla üzüldük, kurtarılanlarla sevindi. İçimizdeki karanlığı, günümüze güneş gibi doğan Elif ve Ayda bebeklerin kurtarılışı aydınlattı.

Bu depremin kahramanları arama kurtarma ekipleridir. İtfaiyecilerimizdir. Sırtında ağır çantalarıyla kurtarılanlara sağlık yardımı yapmak için bekleyen sağlıkçılarımızdır.

 

Ben sağlıklı konut yapmayı ibadet gibi gördüm, sağlıklı konutlar yaptıkları için yataklarında rahat uyuyan kooperatifçilerden sadece biriyim. Genel Başkanlığını yaptığım Manisa Birlik yapısı içinde bir araya gelenler olarak, kendi oturacağımız konutları ürettik. Depreme dayanaklı konutlar yaptık. Örnek bir yerleşim yeri olan Güzelyurt Mahallesi’nin başından sonuna yapımının içinde olduk.

Balık hafızalıyız demeye dilim varmıyor ama çabuk unutan bir toplumuz. Depremi deprem olunca anımsıyoruz. Yaşanılan felaketleri çabuk unutuyoruz.

 

Ülkemizde yaşadığımız, Kocaeli- Gölcük, Düzce ve takip eden Afyon, Pülümür, Bingöl depremlerinin ardından depremin ekonomik ve sosyal sonuçları konusuna tartışmaya alınacak önlemleri tartışmaya başlamıştık. Depremler sonrasında rahmetli, Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’yı tanımıştık. Anlattıklarıyla yakından ilgilenmiş ve bilgilenmiştik. Sayın Işıkara bir toplumun en tanınan kişisi durumuna gelmişti. Şimdi kaç kişi hatırlar bilemiyorum.

 

Hepimiz şunu kabul etmek zorundayız. Türkiye bir deprem ülkesidir ve Türkiye’de her an deprem olabilir; Şu anda da olabilir. Dolayısıyla biz bu olguyla yaşamak zorunda olduğumuzu bileceğiz ve bu olguyla yaşamayı öğreneceğiz. Onun için de öncelikle deprem bilincini mümkün olduğu kadar yaymaya çalışacağız. Depremden korunmanın en önemli yolu olan depreme dayanıklı yapılar yapma düşüncesine sahip çıkacağız. Depreme duyarlı ve bilinçli bir toplum olma yolunda hızla ilerleyeceğiz.

 

Ben soran sorgulayan katılan bir yurttaş olarak, geçtiğimiz aylarda, Manisa Afad İl Müdür Sayın Güray Karakaya’yı makamında ziyaret ettim. Dinlediklerimden sonra Afad gönüllüsü olmaya ve arkadaşlarımın da AFAD gönüllüleri içine katılmalarına yardım etmeye karar verdim.  Hem bu güzel kentte yaşayan bir kişi ve hem de yönetiminde bulunduğum kurumların başkanı olarak, ne yapabilirim diye düşündüm. Konuyu arkadaşlarımla paylaştım. Gördüm ilgi aldığım destek beni çok sevindirdi. Hemen kolları sıvadık ve çalışmalara başladık.

 

Obasya Kırsal Konaklama Tesisimizi ve geniş alanlarımızı deprem ve diğer felaketlerde toplanma ve barınma alanı olarak kullanılması için ilgililere başvuruda bulunduk. Altyapısı hazır toplanma ve çadırlı barınma alanımız bulunmaktadır. Konaklama tesisimizi hizmete sunmaya her zaman hazır olduğumuzu duyurduk.

 

Her zaman “eğitim şart” diyoruz ya, her konuda olduğu gibi deprem ve diğer felaketlerde de eğitim gerçekten şart. Afad gönüllüsü olunca, internet üzerinden eğitim almaya başladık. Aldığımız eğitimin amacı deprem zararlarının azaltılması hususunda bilincin sağlanmasıdır. Hem birey hem de kendi ailemizin bir ferdi olarak üzerimize düşen görev öncelikle aile deprem planı yapmak ve deprem öncesi, sırası ve sonrasında neler yapmamız gerektiğini öğrenmemiz ve sürekli tatbikatlar yapmamız gerektiğini öğrenmek oldu. Öğrendiklerimizi yakın çevremiz ve ailemizle paylaşmaya başladık.  Çalışmaları iş yerimizde, kamu kurumlarında, okullarda ve üniversitelerde sürdürmeliyiz. Tüm bunlar bizi “Temel Afet Bilinci” olan bir toplum yapacaktır. Bu bilince ulaşmanın yolu da bir daha tekrarlıyorum; eğitim, sürekli eğitimdir.

 

Sivil toplum örgütlerine büyük sorumluluklar düştüğü bilinciyle çalışmalıyız. Kentimizin en güzel mahallesi olan Güzelyurt’ta ve Yuntdağı’nda çalışmaların özel ve güzel örneklerini sergilemeliyiz. İşe Güzelyurt’ta bulunan sitelerimizin yöneticileriyle bir araya gelerek başlamalıyız. Daha sonra Yuntdağı’nda bulunan köyden mahalleye dönüşen yerleşimlerin muhtarlarıyla toplantılar başlatıp sürdürebiliriz. AFAD ve AKUT Gönüllülerini çoğaltmalıyız.  Gönüllü kuruluşların desteği, heyecanı ve uzmanlığı olmadan devletin tek başına afete uğramış toplumların ihtiyacını karşılamasının mümkün olmadığını biliyoruz. Bu nedenle soran sorgulayan katılan, ülkesini ve kentini seven yurttaşlar olarak çalışmaların içinde olmalıyız. AFAD yöneticilerin de bunu amaçladığını öğrenmek beni çok mutlu etti.

 

17 Ağustos 1999 tarihini unutmayacağız.  Marmara Depremi Büyük can kaybına ve geniş çaplı hasara neden olan bir deprem olarak belleklerimizden silinmedi, silinmemeli. Deprem sadece deprem yaşadığımızda değil sürekli gündemimizde olmalı.

 

İlimizde Afet ve Acil Durum Müdürlüğü ve bu müdürlüğün, konunun bilincinde çalışkan bir Müdürü ve personeli var. Bizde Manisalılar olarak destek verdiğimizde, güzel işler başarılacağından hiç kuşkunuz olmasın. İlimizin Afet ve Acil Durum Müdürlüğü yerel boyutta üzerine düşen görev ve sorumlulukların bilinci içinde çalışmalarını sürdürüyor. İl Müdürü Sayın Güray Karakaya’dan dinlediklerim ve ardından İzmir’de gördüklerim beni çok mutlu ve umutlu etti.

 

Depremi hep gündemimizde olacak çünkü bir deprem ülkesinde yaşıyoruz. Her konuda olduğu gibi deprem konusunda yol gösterici bilimdir. Bilimin aydınlattığı uygarlık yolu insan soyunu esenliğe çıkaracak tek yoldur…

 

 


 

28 Ekim 2020 Çarşamba

CUMHURİYET FAZİLETTİR

Cumhuriyet haftasında Cumhuriyet konuşulur, Cumhuriyet yazılır elbet.

Evler sokaklar caddelere bayrağımız asılır. Her taraf gelincik tarlasına döner, bayrağımız dalgalanır. Cumhuriyet Bayramı görkemli biçimde kutlanır. Kutlanmalıdır.

 

Mustafa Kemal Atatürk; “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyor. Hangi dediği doğru çıkmadı ki, Cumhuriyette ilelebet yaşayacaktır elbet.

Cumhuriyetin niteliğini değiştirme ve Atatürk’ü unutturma hayalleri abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bu güzel ülkenin, değişmeyen ve kolay kolay da değişmeyecek olan gerçeği Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusunun, Mustafa Kemal Atatürk olduğu ve sevgisinin gönüllerde hep yaşayacağı gerçeğidir. Bu ülkenin her yurttaşı bunu böyle bilir. Ata'sına ve kurduğu Cumhuriyete kanı ve canı pahasına sahip çıkar. Cumhuriyetin niteliğini değiştirme ve Atatürk’ü unutturma hayalleri abesle iştigalden başka bir şey değildir. İşimiz Cumhuriyeti unutmak ya da unutturmak değil, işimiz Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmaktır.

 

Atatürk'ün önderliğinde kurulan Cumhuriyeti koruyup kollamak ve güçlendirmek ancak Atatürk'ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemekle olur.

Cumhuriyetimizi korumak ve güçlendirmek bu güzel ülkenin yurttaşları olarak hepimizin ertelenmez öncelikli görevidir. Bu görevimizi yaparken mazeret üretme hakkımız yok. Mazeret üretmeyip marifet göstereceğiz. Marifet göstermeye örnek mi istiyorsunuz? İşte örnek; Mustafa Kemal Atatürk'tür. Atatürk, ülkenin kurtuluş mücadelesini başlatmak amacıyla 1919 yılında Samsun’a çıktığında elinde hiçbir maddi güç yoktu. Sadece, ülkeyi kurtarmaktan ve halka güvenmekten başka bir seçeneğinin olmadığını biliyordu. Kalkışılan iş kolay değildi. Köhnemiş, parçalanmış, paylaşılmak istenen bir imparatorluktan genç bir Cumhuriyet kurulacaktı. Tüm ulusları şaşırtan, benzer kaderi paylaşanlar tarafından örnek alınan muhteşem bir destan yazıldı. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet kuruldu.  Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bilemezsek nasıl korunacağını da bilemeyiz.

 

29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından, köklü değişiklikler yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş ve lâik bir devlet olabilmesi için gereken bütün adımlar Atatürk’ün önderliğinde hızla atılmış, toplumsal ve siyasal alanda yapılan devrimlerle Türkiye Cumhuriyeti özgür ve saygın bir ülke haline gelmiştir. Hiçbir kimse ve topluluğa ayrıcalık tanınmayan, eğitim, sağlık ve sosyal alanlarda yapılan devrimler ile halkımızın refah ve huzur içerisinde yaşaması cumhuriyetimizin değişmeyecek olan temel hedefidir. 

 

Türkiye Cumhuriyeti devletimizin ebedi varlığı ve birliği adına ülke gelişimine katkıda bulunmak için vatanımızı çok sevmeli, düşmanca yaklaşımlarda bulunan iç ve dış güçlere karşı her zaman uyanık olmalıyız. Bizlere tevdi edilen görevleri layıkıyla eksiksiz bir şekilde yapmalı, ülke menfaatlerini kendi menfaatlerimizin üzerinde tutmalıyız. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete sahip çıkıp, demokrasiden asla ödün vermeden, milli birlik ve bütünlüğümüzden hiçbir zaman ayrılmamalıyız. Çocuklarımıza Atatürk'ü ve kurduğu Cumhuriyeti öğretmeye devam etmeliyiz. Evlerimizi, işyerlerimizi şanlı bayrağımızla süslemeliyiz.

 

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Bu güzel ülkeye iki büyük değerimiz Atatürk ve Cumhuriyet çok yakışıyor. Kıymetini bilelim. Ne Atatürk’ten ne de kurduğu Cumhuriyetten vazgeçeriz.

 


 

22 Ekim 2020 Perşembe

HOBİ BAHÇELERİ

Bugüne kadar hobi bahçeleri üzerine kaç yazı yazdım bilemiyorum. Bildiğim bir şey var, konu açıklık kazanana hobi bahçeleri için yasal düzenleme yapılana kadar yazmaya devam edeceğim.

TBMM’ye hobi bahçelerinin yasaklanmasına ilişkin bir yasa tasarısı getirildi. Tartışmaların ardından görüşmeler Ekim 2020 ayına ertelendi. Tam yasalaşması beklenirken Cumhurbaşkanının çağrısıyla  geri çekildi. Geri çekilmesi çok iyi oldu ama geri çekmenin ötesinde beklenti var. Beklenti, hobi bahçelerinin engellenmesi değil nerelerde nasıl yapılacağına ilişkin yasal düzenleme yapılmasıdır.

Kentlerimizin yakın çevresinde, öncelikle marjinal alanlarda, kent halkının hafta sonlarını değerlendirebileceği, sebze üretimi yapabileceği, domates ekip dalından koparabileceği içinde ufak bir temelsiz yapı biçiminde kulübesi olan büyüklükleri 100-200 metre kare arasında değişen bahçelere Hobi Bahçeleri ya da Kent Bahçeleri diyebiliriz. Hobi bahçelerin örnekleri tüm AB ülkelerinde var.  Kent Bahçeleri, bizim geleneğimizde de var. Eskiden kentlerin çevresinde, bostanlar bağlar bahçeler vardı. İnsanlar kentlerde yaşayanlar zamanlarını buralarda geçirirlerdi.

Korona salgını döneminde, hobi bahçeleri tam bir sığınak oldu. Kentlerin kalabalığından uzaklaşıp günlerini hobi bahçelerinde geçirdiler. Bunun somut yaranını da virüse yakalanmayarak gördüler. Salgında sığınak olan hobi bahçeleri, depremlerde de aynı işlevi görecektir mutlaka.

Kent Bahçeleri tüm gelişmiş ülkelerde de var ve destek alıyorlar. AB ile yapılan hibe anlaşmalarının içinde de Hobi Bahçeleri konusuna yer verilmiş. Hobi bahçeleri için verilen hibeler, TKDK tarafından dağıtılmak amacıyla halka çağrı yapılıyor. Ancak, mevzuatımızda Kent Bahçeleri yer almadığı için, projelendirme ve ruhsatlandırma yapılamadığından bu alanda hibeler kullanılamıyor.

Yasal düzenleme yapılamadı ama hobi bahçeleri düzensiz ve plansız biçimde çoğalıyor. Bazı belediyelerimizin yaptığı hobi bahçeleri de var. Bu konuyu BİMER’e illettim, “isteğiniz yapılacak ilk düzenlemede dikkate alınacaktır.” denildi ancak aradan uzun bir süre geçmesine rağmen bir düzenleme yapılmadı.

Hobi Bahçeleri ile: Aile ekonomisine katkı sağlanacak, Kent insanının, kentin sıkıntılı ortamından hafta sonlarında aile olarak kurtulmaları sağlanmış olacak ve kent çevresinde kullanılmayan ekilip biçilmeyen marjinal alanlar değerlendirilmiş olacaktır. Bu saydıklarım Hobi Bahçeleri yapmak için yetmez mi? Yeter elbet. Kent Bahçelerinin yapımını kolaylaştırmak için mutlaka yasal düzenleme yapılmalı.  Hobi bahçeleri ile tarım alanlarına zarar verilmemesi için, bahçelerin tarım alanlarına yapılması önlenmeli. Hobi bahçeleri kentin yakın çevresinde ekilip biçilmeyen marjinal alanlara yapılmalı. Bu alanlara hobi bahçeleri yapıldığında, insanlar marjinal alanlara toprak taşıyarak, işleyerek, doğal gübre kullanarak ekilebilir duruma getireceklerdir. Yapılmalı gereken, yasaklama değil, düzenli biçimde yapılmalarını sağlayacak olan yasal düzenlemedir…

Araziler mülkiyet olarak bölünmeyeceğinden ve üzerine kalıcı binalar yapılmayacağından arazinin niteliği ve mülkiyet durumu değişmeyecektir. Kent Bahçeleri uygulaması, Belediyelerimiz tarafından yapılabileceği gibi, Kooperatifi tarafından da kurulup sürdürülebilir. Kentlerde kaybolan iyi komşuluk ilişkileri Kent Bahçelerinde yeniden canlandırılabilir.

Sebze fiyatlarını bölgeler ve iller arası nakliyenin ve aracıların yükselttiği biliniyor. Tüketicilerin sebzeleri daha uygun fiyata alabilmesi nasıl sağlanır sorusuna yanıt bulmalıyız. Bunu sağlamanın etkili yollarından birisi de bazı belediyelerimizin ve bazı kooperatiflerimizin mevzuatı zorlayarak, yaptığı gibi vatandaşın ihtiyacı olan sebzeyi kendisinin yetiştirebilmesi yolunun açılmasıdır. Sebzeleri kentlerde oturanların kendisinin yetiştirebilmesi, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de hobi bahçeleri ile mümkün olacaktır.  

Topraktan ve doğadan kopup kentlerin beton yığınları içinde sıkışıp kaldık. Yoğun iş temposu ve giderek gelişen teknoloji ve kablosuz iletişim araçlarının yarattığı elektromanyetik kirlilik nedeniyle stres, depresyon, panik atak gibi rahatsızlıkların çoğaldığını görüyoruz. Kentlerimizde fiziki çevre ile sosyal çevre sürekli etkileşim içinde. Yapılan tüm araştırmalar, insanın içinde yaşadığı fiziksel çevrenin sağlığı ve mutluluğu için önemli olduğunu kanıtlıyor.  Kentlerde beton yığınları arasında sıkışıp kalan insanlar için, Yeşil Terapi olarak adlandırabileceğimiz, toprakla meşgul olmak, iyi tasarlanmış, bahçelerde üretim yapmak öneriliyor. Gecikmeden hobi bahçelerini yasal dayanağa kavuşturmalıyız.

Biz, kentlerde yaşayanlar olarak doğayı, yeşili, bitki ekip biçmeyi domatesi dalından koparmayı çok özledik.  Ve çözüm olarak, hobi bahçelerini görüyoruz. Yasal düzenleme bekliyoruz.

 


 



15 Ekim 2020 Perşembe

HUKUK

Hukuk adalet duygusudur.

Hukukun olmadığı yerde, Cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılamaz.

 

Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandıracağız.

Güzel bir söz, ancak bunu nasıl başaracağız?

Demokrasi üçayak üzerinde güçlenir.

Bu ayaklar: Yasama, Yürütme ve Yargı bağımsızlığıdır.

Bunların birisindeki rahatsızlık demokrasiyi topallatır.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin her yurttaşı burada yazdıklarımı bilir ve her aklı başındaki yurttaş bunları onaylar.

Anayasanın 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü düzenlenmiştir.

 

Türkiye Cumhuriyeti anayasamıza göre bir hukuk devletidir.

Hukuk adalet duygusudur.

Hukukun olmadığı yerde, ne Cumhuriyetten ne de çağdaş demokrasiden söz edilir.

Buraya kadar yazdıklarımın sanırım tartışılacak bir yanı yok.

Bunlar yasalarla güvence alıntına alınmış, genel kabul görmüş metinlerdir.

 

Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Tüm kişi ve kurumları bağlar. Bir mahkeme kararının yerine getirilmemesi adil yargılanma hakkının bir alt ilkesi olan mahkemeye erişim hakkının da ihlalini oluşturmaktadır.  AYM’nin bir kararının yerine getirilmemesi de mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Bu hak her bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme hem de mahkemelerce verilen kararların uygulanmasını isteme hakkını kapsamaktadır. Uygulanmayan bir karar yargılamayı da anlamsız hale getirecektir. Bu hak kapsamında devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak kişiler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemek ve bu yolla kişilerin hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Mahkeme kararlarının uygulanmaması, Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir, görüşünü anlayışını ve hükmünü yaralar.

 

İki yanlış bir doğru etmez. Anayasa Mahkemesi Üyesinin “Anayasa Mahkemesinin ışıkları yanıyor.” demesi yanlıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması da yanlıştır. Birisi kişisel diğeri kurumsal yanlıştır.

Yapılması gereken, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymak, Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir hükmünün gereğini yapmaktır…

 

Anayasa, üzerinde uzlaştığımız, kabul etmek zorunda olduğumuz temel metindir. Beğensek de beğenmesek de başta, yürütme ve yasama olmak her kurumu ve her kişiyi bağlar.

Cumhuriyetin temel kurumları yıpratılmamalıdır. Başka Anayasa olmak üzere tüm yasalara uyulmalıdır.

Basın özgür olmalıdır demeden bu yazı noktalanamazdı.

Türkiye Cumhuriyetine, temel hak ve özgürlüklere sahip çıkacağız. Milli birlik ve bütünlüğümüzü koruyacağız. Ve hiçbir zaman umutsuz olmayacağız.

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına umutsuz olmak yakışmaz.

Haydi hep birlikte Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak için var gücümüzle çalışalım.

 


 

8 Ekim 2020 Perşembe

İLTİFAT

Birine güler yüz gösterme, hatırını sorma, iyi davranma, sevgi gösterme, ödüllendirme anlamına gelen İltifat üzerine yazmak geldi bugün aklıma. Konu üzerine düşünürken, iltifat etmeyi yağcılık yapmak gibi anlayanların olduğunu bu nedenle, iltifatı ve alkışı kıt insanlara dönüşmekte olduğumuzu görerek üzülmedim desem yalan olmaz.

Başarılı insanı övmek, güzel sözler söylemek yağcılık değil insanlık görevidir. Karşılık beklemeden yapıldığında önem ve anlam kazanır.

 “Marifet İltifata Tabidir. Müşterisiz Meta Zâyidir. İltifatsız Mal Zâyidir.” Şeklinde bir atasözümüz var. Sözün anlamı “Çok kaliteli bir mal üreten kişi, eğer o mala alıcı bulamıyorsa başarısının bir anlamı yoktur. Kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır” şeklinde özetlenebilir.

Atasözünün, kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır anlamına gelen “Marifet İltifata Tabidir” bölümü kullanıyor genellikle. Beceri ve başarıları ödüllendirmek gerektiğini vurgulamak üzere söylenir.

Uzun bir giriş oldu. Olsun konuyu daha iyi anlatabilmek için yaptım bu uzun girişi.

Kertimizde öne çıkan övgüye değer, kurumlar kuruluşlar ve kişiler var. Övgüye değer bir Organize Sanayi Bölgemiz var. Övgüye değer çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarımız var. Övgüye değer iş insanlarımız var. Bunları yazmak bence etkin yurttaş olmanın kentli olmanın ülkesini ve kentini sevmenin gereğidir.

Bugün Manisa Valiliği Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Bürosunu ve büronun övgüyü hak eden Koordinatörü Ural Sevener ile çalışma arkadaşlarını yazacağım. Övgüler kişisel beklentiler olmadan yapıldığında güzel ve anlamlı olur. Benim kişisel beklentilerim hiç olmadı ve olmayacak. Benim beklentim ülkemin, kentimin ve yönetiminde olduğum kooperatiflerin gelişmesidir.

Bugün Manisa Valiliği Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Bürosunu Koordinatörlüğünün “Görev ve Çalışma Yönergesini okudum.  Görevlerini okudum. Sayfam aldığı kadar özetlemek isterim:

Avrupa Birliği Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı ile çalışmaları koordine etmek,

Avrupa Birliği İletişim Strateji ve Eylem Planını yerelde uygulamak, Avrupa Birliği Uygum Süreci içerisinde yerel teşkilatlar ile Merkezi teşkilatlar arasında Koordinasyonu sağlamak, Yerel Kurumlar arasında ki Avrupa Birliğine Uyum Sürecindeki çalışmalar konusunda işbirliğinin geliştirilmesine destek olmak,

Avrupa Birliği’nin yerel de yaşayan halka doğru şekilde anlatılmasını sağlamak,

Yerel Sivil Toplum Örgütlerinin Avrupa Birliği Konusunda doğru bilgilere ulaşmasını sağlamak,

Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı kapsamında kurum/kuruluş ve Sivil Toplum Kurumlarına sunulun Hibe Fon Kaynaklarından yararlanmasını sağlamak için bilgilendirme yapmak,

Avrupa Birliği ve diğer Uluslararası ve Ulusal Hibe kaynaklarından yararlanılması için kurum/kuruluş ve Sivil Toplum örgütlerine eğitim vermek, teknik destek sağlamak, danışmanlık yapmak,

Bölge Kalkınma Ajansı çalışmalarına destek olmak,

İçişleri Bakanlığı Genelgesinde belirtilen Avrupa Birliğine Uyum Danışma ve Yönlendirme Kurulunu toplamak ve çalışmasını sağlamak, gerekli görülmesi durumlarda alt çalışma komisyonları kurmak ve çalıştırmak Avrupa Birliği sürecine ve Proje çalışmalarına yönelik Kamu-STK-Özel sektör arasındaki işbirliğini geliştirici faaliyetler düzenlemek Vali tarafından verilen diğer görevleri yapmak.

Ne güzel özetlenmiş değil mi?  Proje Büroları Kaymakamlıklarda da var. Ortak çalışmalar nedeniyle Proje ofislerinde görevli olanların bazıları ile tanışma fırsatı buldum. Ortak özellikleri: işlerini bilmeleri ve sevmeleri, geceyi gündüze katacak kadar çalışkan ve idealist olmaları şeklinde özetlenebilir. Yunusemre Kaymakamlığı Proje Ofisinde görevli Ayşe İlhan ve Sefanur Aksakal Zafer Kalkınma Ajansınca desteklenecek projeler arasına giren Obasya Ekolojik Yaşam Merkezi Projemizi en güzel biçimde yazdılar. Proje ofislerinde görevli memurların öğretmenlerin proje yazmaları onlar içinde hizmet içi eğitim anlamına geliyor. Yaparak öğreniyorlar. Yeri gelmişken çok sevdiğim bir sözü de paylaşayım: “Anlatırsan Unuturum, Öğretirsen Hatırlarım, Beni Dahi Edersen Öğrenirim” Proje Ofislerinde görevli olanlar, kurslara katılıyorlar anlatılanı dinliyorlar, kendileri araştırıyorlar öğrenmeye çalışıyorlar ancak hepsi de yaparak proje yazarak öreniyorlar, projeleri kabul edildiğinde motive oluyorlar ve daha çok proje yazmak istiyorlar. Proje ofislerinde görevli memurların asıl işleri proje yazmak, yazanlara danışmanlık yapmak, proje anlayışının yaygınlaşmasına katkıda bulunmak olmalıdır.

Sözü fazla uzatmadan Manisa Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosu Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönergesi Amaç bölümünü ve yönergeden birkaç güzel, anlamlı ve yararlı maddeyi paylaşmak isterim. Doğal olarak özetleyerek yapacağım bu paylaşımları.

Amaç: “Manisa ilinin: Avrupa Birliğine adaylık sürecinde, Katılım Öncesi AB Mali Yardımlarından daha etkin bir şekilde yararlanılmasına yönelik olarak; kamu kurum ve kuruluşları, ilçe kaymakamlıkları, yerel yönetimler, üniversite, meslek kuruluşları, Kalkınma Ajansları ve Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği içerisinde projeler yapılmasını sağlamak hazırlanan bu projelerin içerik bakımından gelişmesini temin etmek, proje üretmek isteyen kamu ve sivil kuruluşlar ile yerel idarelere proje ortağı bulmada yardımcı olmak, proje danışmanlığı yapmak, proje hazırlama ve yürütme konusunda talep edilen eğitimleri karşılamak, karşılaşılan konularda teknik destek sağlamak, kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak, ilimizin diğer ulusal ve uluslararası fon kaynaklarından da yararlanılması için kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin proje yazma, yürütme ve bilgilendirme konusunda ki çalışmaları gerçekleştirmek, şeklinde devam ediyor. Tümünü alamadığım için üzgünüm. Aslında ilgilenenlerin Yönergenin tümünü okumasında yarar var.

Manisa’da başarılı kurum ve kuruluşlarda var. Bu kuruluşların başarılı kadroları da var. Bu köşe yazımda Manisa Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosunu ve Büronun Başarılı Koordinatörü Ural Sevener’i ve tanışma birlikte çalışma fırsatı bulduğum Yunusemre Kaymakamlığı Proje ofisinde görevli çalışkan proje uzmanlarını yazdım. Daha önce de AB projeleri konusunda deneyimli Saruhanlı İlçesinde görevli  Oya Yavaş’ı yazmıştım. AB  İPA’dan destek almak amacıyla Obasya için yazdığı, “Kültür Sınır Tanımaz” projemizde ilk elemeyi geçmiş bulunuyor.

Obasya olarak bugüne kadar 5 adet proje yazılımını sağladık 4 projemiz kabul edildi. Bir projemizde ilk elemeyi geçti bekliyoruz.

Manisa Valisi, Sayın Yaşar Karadeniz’in, Yunusemre Kaymakamı Sayın Atilla Kantay, Saruhanlı Kaymakamı Sayın Necmettin Yalınalp ve diğer kaymakamlarımızın Proje konusuna önem verdiklerini ve gerekli özen gösterdiklerini görmek Manisalı yurttaşlar olarak bizi sevindiriyor. Başarılarının daim olmasını diliyorum. Gecesini gündüzüne katarak projeler hazırlayan ilçelerimizin ilimizin ve ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunan başta Ural Sevener olmak proje ofisi çalışanlarının da tümünü yürekten kutluyorum. Emekleri hiç unutulmayacaktır. Adları hazırladıkları projelerle hep anılacaktır…

 


 



 
back to top