Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

29 Kasım 2019 Cuma

MANİSA TARZANI

Manisa Tarzanı ve doğa dostları olarak, 27 Kasım 2019 Çarşamba günü, Yeşilay Derneği’nin düzenlediği etkinlikte birlikte olduk. Manisa Tarzanı filmini izledik. Tarzan üzerine güzel bir söyleşi yaptık. Yazımın girişinde, bu güzel etkinlik için Yeşilay Derneği Başkanı Sayın Salih Fulcun’a yürekten teşekkür ediyorum.

Tarzan buluşması son günlerin en geniş katılımlı etkinliği oldu. Başta Manisa Valisi Sayın Ahmet Deniz olmak üzere, Manisa protokolü tam kadro söyleşiye katılmak ve Manisa Tarzanı filmini izlemek için salondaydı. Yaklaşık iki saat süren etkinlikte yerinden kalkan olmadı. Etkinlik nasıl coşkulu başladıysa aynen öyle devam etti.
 
Manisa Tarzanı denilince akla hemen, Yeşil Manisa, Manisa denilince de büyük çevreci, ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı geliyor. Manisa adı hep Tarzan’la birlikte anılıyor. Kentimizi tanıtmak için anlatacak öykülerimiz olmalı deyip duruyoruz. İşte o öykülerden birisinde Manisa Tarzanı'mızın örnek yaşam öyküsüdür. Manisa Tarzanı öyküsünün zenginleştirilmesi için elimden geleni yapmalı, Tarzanın adını ve anısını yaşatmalıyız. Etkinlikte Valimiz Sayın Deniz’den duyduğum en güzel haber, yapılacak olan Manisa Kent Müzesi’nde Manisa Tarzanı’na geniş bir köşenin ayrılacağı haber oldu.   

Herkesin yapması gereken bir işi, “kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin es geçtiğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin tarzanıdır. Es geçileni iş edinen kişiye tarzan diyoruz.
 
Manisa Tarzanı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzanı geldiği Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzanı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı, Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzanı’nın nerede ne zaman doğduğundan ve nereden geldiğinden çok, neler yaptığı ve Manisa Tarzanı olduktan sonraki yaşamı ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında, göğsünde Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da  Manisa Tarzanı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.

Nerede ne zaman doğduysa doğdu. O Manisa’da Manisa Tarzanı oldu. Önemli olanda bu.

Manisa Tarzanı’nı 1958 yılında gördüm. O, siyah şortu, şortu gibi kararmış yanık derisi,  uzamış sakalları ve elinde ağaçları budadığı testeresi ile bulanık bir görüntü olarak kalmış belleğimde.

Manisa Tarzanı üzerine yaptığım araştırma, bizde yaşamının filme alınması isteğini de uyandırdı. Yaptığımız ses ve görüntü kayıtlarını her gözden geçirdiğimizde, Manisa Tarzanı’nın yaşamı mutlaka filme alınmalı diyorduk. Nitekim, Film yapımcısı Cengiz Ergun’u aradığımda, anlattıklarımız onun da ilgisini çekti. Bilindiği gibi ödüller alan Manisa Tarzanı filmi çevrilmiş oldu.

Bir bahçıvan yamağı, nasıl adı ve anısı yaşatılan, adına kitaplar yazılan filmler yapılan bir insan olabiliyor? İstiklal Madalyası almasına neden olan mücadelesinin önüne ağaç dikmesi nasıl geçebiliyor? Gerçek adı unutulup nasıl Manisa Tarzanı olarak ünlenebiliyor? Bu soruların yanıtlarının ipuçlarını bulmalıyız. Sanırım ipucu, es geçileni iş edinmede gizli. Evet, es geçileni iş edinenlerin çoğalması gerekiyor. Dünya o zaman daha yaşanası olur.

Manisa Tarzanı’nın ağaç sevgisi çevrecilerin yolunu aydınlatıyor.  Manisa Tarzanı için düzenlediğimiz her etkinlikte,  Manisa Tarzanı’nın Mektubu okunuyor.

Yine okullara gidip sunum yapmaya Manisa Tarzanı'nı yeni kuşaklara anlatmaya çalışacağım. Manisa Tarzanı'nın adını ve anısını yaşatmayı birileri es geçse bile ben iş edineceğim...

Yeni etkinliklerde ve kişilerle dolan salonlarda buluşmak dileğiyle saygılar sevgiler sunuyorum…




20 Kasım 2019 Çarşamba

BİR YILDIZ KAYDI

Sevilen sanatçı Yıldız Kenter, yıldız kayar gibi kayıp gitti aramızdan.
 
Yıldız kayınca dilek tutulurmuş.
Dileğim, Yıldız Kenter gibi büyük sanatçıların adının ve anısının hep yüreklerimizde yaşamasıdır.
Yıldız Kenter öldü haberini duyunca, akılıma ağabeyim dediğim, M. Ertuğrul Dayıoğlu geldi aklıma. “Ne alaka” demeyin. Alakası var. Kendisinden çok şey öğrendiğim rahmetli Dayıoğlu, Niobe Tiyatrosu’nu yaptırırken, hayalinin, Niobe Tiyatrosu’nda, Yıldız Kenter’in “Ben Anadolu” isimli oyununu oynaması olduğunu söylerdi. İzlediğim, “Ben Anadolu” oyununda, Niobe adının geçtiği bir bölümde vardı. Tiyatronun yapımı tamamlanınca Yıldız Kenter’i çağıracaktık.
Niobe Tiyatrosu, Dayıoğlu’nun başkanlığı döneminde tamamlanamadı. Ondan sonda gelen başkanlarda, tiyatroya gerekli ilgiyi göstermediler. Uzun süre yarım kalan tiyatro ancak önceki belediye başkanlarından Bülent Kar döneminde tamamlanabildi.  Bu nedenle de Dayıoğlu’nun Yıldız Kenter’in Niobe Tiyatrosu’nda “Ben Anadolu” oyununu oynaması hayali gerçekleşemedi bir türlü.  Yıldız Kenter adı geçince, Dayıoğlu’nu anımsamam bundandır. Yıldız Kenter de, Dayıoğlu da ışıklar içinde uyusunlar. Adları ve anıları hep yüreğimizde ve belleğimizde yaşayacaktır.

Ömrünü tiyatroya adayan Yıldız Kenter aramızdan ayrıldığında 91 yaşındaydı. Uzun sahne hayatında 100'den fazla oyun sergileyen Yıldız Kenter, Mahsun Kırmızıgül'ün ilk filmi olan Beyaz Melek'te başrollerden birini üstlenmiş, usta oyunculuğuyla izleyenleri derinden etkilemişti.

Yıldız Kenter, yaprakların sararıp döküldüğü 17 Kasım 2019 tarihinde bir yıldız gibi kayıp gitti aramızdan.  Yıldız Kenter, birçok yabancı ve Türk çok önemli yazar ve şairlerin oyunlarını sahneledi. Shakespeare, Çehov, Brecht, Inoesco, Melih Cevdet Anday, Adalet Ağaoğlu, Güngör Dilmen ve Necati Cumalı'nın da aralarında bulunduğu yazarların 100'den fazla oyununu sahneye taşıdı. 80'li yaşlarının ortalarına kadar sahneye çıkmaya devam eden Yıldız Kenter, tiyatro oyunlarının yanında yaklaşık 20 filmde ve birkaç televizyon dizisinde rol aldı.

Ölenin ardından iyi konuşulur derler ya, Yıldız Kenter’in ardından kötü söylenebilecek hiç bir şey yok ki zaten. Tiyatronun temel taşlarından biriydi. Yıldız ve Müşfik Kenter kardeşleri sevmeyen yoktur. Müşfik Kenter’in sesini ve oyunculuğunu, Yıldız Kenter’in oyunculuğu yanında, güzel gülüşünü hiç unutmayacağım. Yıldız Kenter her zaman hayranlıkla izlediğim bir sanatçıydı.

Sevilen insanlar ölmez, ölümsüz olurlar. Yıldız Kenter’de ölümsüzler arasına katılmıştır şimdiden.
Keşke, Dayıoğlu’nun dileği gerçekleşebilseydi. Keşke, Niobe Tiyatrosu’nda, Yıldız Kenter’i “Ben Anadolu” oyununda izleyebilseydik. Kim bilir, belki hayali, belki, repliklerinden pazıları, Niobe Doğal Kaya Anıtı’na takılıp kalırdı. Belki Niobe’nin gözyaşları kurumaz, öldürülen çocuklarının yanında Yıldız Kenter içinde akardı…



14 Kasım 2019 Perşembe

SEVGİ ÜSTÜNE

Sevgi üstüne çok yazı yazıyorsun diyenler olabilir.
Evet öyle sevgi üzerine çok yazıyorum çok konuşuyorum.
Kentler büyüdükçe insanların yalnızlaştığını, iletişimin azaldığını görüyorum.
Diz dize oturduğumuz, göz göze bakarak konuştuğumuz günleri özler olduk.
Giderek azalan sevgimizi akıllı telefonlarla bildiren sevgisiz biraz ağır olacak ama akılsız insanlara dönüştük.

Sevgi de bilgi gibi paylaşıldıkça büyüyor.
Sevgi insan yaşamına anlam katıyor.
Ben yaşadığın kenti sevmek üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum bugün.
Yaşadığın kenti sevmek, eşini çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir.
İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması olası değil.
Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.
Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor.
Kenti sevmek insana sorumluluk yüklüyor.
Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor.
Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız,  seçim sizin.
Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız.
Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim.
Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum.
Yaşadığın kenti sevmek, hemşerilerini de sevmeni gerektiriyor.  Benim için zor olanı da bu işte.
Hemşerilerin tembelse sevemiyorsun.  Hemşerilerin, dedikodu yapmayı seviyorsa sen onları sevemiyorsun. Hemşerilerinde birlikte iş görme alışkanlığı yoksa örgütlenmelerin karşısında duruyorsa, nalıncı keseri gibi “hep bana hep bana” diyorsa sevemiyorsun. Kendilerini iş üreterek değil, iş üretenlerin karşısında durarak kanıtlamaya, ifade etmeye çalışıyorlarsa sevemiyorsun.

Manisa’yı sevmek kolayda, Manisalıları sevmek o kadar kolay değil bence. Ancak çaresi yok, yapılacak iş, sevilecek insanları bulmak ve sayılarını çoğaltmaktır.
Zenginlik sevdiğin insan sayısıyla ölçülse, sanırım Manisa’nın en zenginlerinden birisi mutlaka ben olurdum.

Güzel iş değil mi? İnsanın sevdiklerini yazıp toplayacaksın, sevmediklerini de toplayıp, birbirinden çıkaracaksın. Sevdiklerin fazlaysa sorun yok, ancak sevmediklerin fazlaysa inan mutlu olamazsın.  Benim bu kentte sevdiğim insan sayısı sevmediklerimden çok fazla.  İstiyorum ki, sevdiğim insan sayısı çoğalsın, sevmediklerim de azalsın.

Sevmediğim insanlar gözümün önüne geldiğinde, tekrarladığım dizeleri paylaşayım sizinle.

Bize düşman gerekmez, biz bize yeteriz.
Yükselen biri olursa, hemen ayaklarından çekeriz.
Yapmak da olmasa da yıkmakta beteriz.
Gönül almak gelmez aklımıza, kara çalmayı severiz...

Bakmayın böyle dediğime, yine de sevmek gerekiyor insanları. Bilin ki, sevgisiz yaşanmıyor.
Bugün de, sevgi ozanı Yunus Emre ile noktalayalım yazımızı.

Gelin tanış olalım;  İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim;  Bu dünya kimseye kalmaz.



7 Kasım 2019 Perşembe

ATATÜRK’Ü ANMAK VE ANLAMAK

Her 10 Kasım’da ve tüm milli bayramlarımızda olduğu gibi, yine Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgiyle saygıyla giderek artan bir özlemle anacağız. Anmakla kalmayıp anlamaya çalışacağız. 
Her milli bayramda her 10 Kasım’da sel olup Anıttepe’ye akıyoruz. Atatürk bizim geçmişe özlemimiz değil aydınlık geleceğimizdir diyoruz.  
O’nun gösterdiği yol bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur. O büyük insan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bize bilimin aydınlattığı çağda uygarlık yolunu göstermiştir. Bu nedenle “İzindeyiz” yerine “Yolundayız” demeliyiz. Yolundayız Atam.
Atatürk’ün okumaya verdiği öneme değinmek istiyorum bugün köşe yazımda. Atatürk’ün okumaya önem verdiğini,  yaşamı boyunca yaklaşık 4000 kitap okuduğunu biliyoruz.  Dile kolay 4000 kitap bir yaşama nasıl sığır? Atatürk “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyor.  Atatürk’ün dediği gibi kitap okumalıyız. Gelişmek için okumak şart. Harçlıklarımızın yarısını kitaplara vermeliyiz. Aldığımız kitapları arkadaşlarımızla değişerek daha çok kitap okumalıyız. Atatürk şüphesiz ki yüzyılımızın en büyük devlet adamı en büyük lideridir. Kuşkusuz bu özelliğinin var olmasında askeri kişiliği, devlet adamlığının yanı sıra düşün adamı olmasının da büyük payı vardır. Yaşamı boyunca kitap, Atatürk için vazgeçilmez bir değer, yol gösteren bir varlık olmuştur. O’nun için okumak bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sonunda geniş bir kültür kazanmıştır. Atatürk için kitap, öğrenim yaşamı boyunca her aşamada etkili olmuştur. İlkokul öğrencisi iken kitap okumayı, sokakta oynamaya yeğlemiş, ders kitapları ile yetinmemiş, askeri okulda öğrenimini sürdürürken de yerel dergi ve gazeteleri izlemiş, fen ve matematik konularında yarışmalara grip kazanmıştır. Vatan ve özgürlük kavramlarını işleyen Namık Kemal’ in eserlerini, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini okurken, öte yandan da Voltaire, Rousseau, Montesqiue gibi Fransız düşünürlerin eserlerini okumuş ve fikirleri üzerinde tartışmıştır. Fransızca öğrenmiş ve bu dilde, askerlik eğitimi ile ilgili olduğu kadar, siyaset, hukuk ve edebiyat üzerine yazılmış eserleri de okumuştur. Atatürk 3. Ordu’dayken General Litzmann’dan çeviriler yapmış, Çanakkale Savaşları sırasında, ateş altında bile okumaktan vazgeçmemiştir. Atatürk vatanı düşman istilasından kurtardıktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmek gereğini duymuştur. Artık O, savaş alanlarında kazandığı zaferlerini, kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda yapmayı tasarladığı reformlarla sağlam temellere oturtmak istiyordu. Bunun için de yapacağı devrimler için her türlü fikir ve inanç düzeyindeki delegelerle dolu bir Meclis’in başkanı olarak yeterli bilgi edinmesi gereğine inanıyordu. Bu nedenle de o güne kadar okuyamadığı bazı kitapları yurt dışından getirtiyor, Türkçeye çevirtiyordu. Atatürk’ün hangi konularda, ne çeşit eserler okuduğunu gösteren en güvenli kaynak özel kütüphanesinin kataloğudur. Bu kaynak O’nun düşünce ve kültür yaşamının bir göstergesidir. Atatürk’ün özel kütüphanesinin koleksiyonları arasında en geniş yeri tarih kitapları almaktadır.
Yazımı Platon’un bir sözüyle noktalamak istiyorum: “Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur;  Devam ederse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler türer.” Eğer Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak istiyorsak, eğitim gerçekten şart. Eğitim içinde Atatürk gibi çok okumak şart. Çok okuyacağız. Okuyanların sayısı çoğaldıkça güçlendiğimizi göreceğiz. Çocuklarımızın okuma alışkanlığı edinmelerini sağlayacağız. Kaldırılan felsefe dersleri yeniden konulmalı. Düşünen soran sorgulayan araştıran, bilgiye ulaşmayı ve paylaşmayı bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Çocuklarınıza ve dostlarınıza vereceğiniz en güzel hediye niye bir NUTUK olmasın. Dostlar gerçekten söylüyorum, Nutuk okumayan kalmasın…

 
back to top