Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

29 Mayıs 2015 Cuma

ÇÖZÜM: NİTELİKLİ İNSAN

ÇÖZÜM: NİTELİKLİ İNSAN
Sorunların kökeninde ekonomik yetmezliğin olduğu söylenir genellikle. Bu genellemeyi pek doğru bulmuyorum.
Sorunların kökeninde ekonomik yetmezliğin olduğu söylenir genellikle. Bu genellemeyi pek doğru bulmuyorum. Yaşanılan sorunların kökeninde,  ekonomik yetmezlikten çok, insan yetmezliği var. Aslında ekonomik yetmezliğin kökeninde de insan yetmezliği yatıyor. Bu yetmezlik sayısal yetmezlik değil elbet. Maşallah, insan kaynağımız sayı olarak az değil. Ancak, nitelikli insan gücümüz, girişimci insan gücümüz, düşünen, düşünce üreten insan gücümüz, geleceği kavrayabilen  insan gücümüz  yeterli değil. Önder insan gücümüz yeterli değil. Sorun, nitelikli insan sorunu. Bu sorun elbet eğitimle aşılacak. Ancak yılların getirdiği kötü alışkanlıkları aşmak kolay olmuyor. Örneğin, zamanı akılcı kullanmayı öğrenemiyoruz bir türlü. Zamanı çok savurganca çok hovardaca kullanıyoruz. Hiçbir toplantı zamanında başlatılamıyor. Zamanı akılcı kullanamayanlar, parayı da, başka kaynakları da akılcı kullanamıyorlar. Sınırlı yetişmiş insan kaynağımızın da değerini bilmiyoruz. Ülkesine yararlı olabilecek bir çok genç dinamik beyin, Amerika’ya, Avrupa’ya  yada bir başka ülkeye gitmek zorunda kalıyor.

Sorun insan sorunu demiştim. Gerçekten öyle, insanlar, ortak sorunların çözümünde ortaklaşa çalışmaktan uzaklaşıyorlar.  Her konuda insanları toparlayabilecek, birlikte çalıştırabilecek, aynı hedefe yönlendirebilecek lider insan sayısı parmakla gösterilecek kadar az.  “Arkadan gelenlerin önü açılmadığı için, lider yetiştirilemiyor”  savının da haklı bir yönü yok. Lider özellikleri olan insan kendi yolunu kendisi açar. Önünü tıkayanları aşar geçer. Eğer bunu başaramıyorsa zaten lider özelliği yok demektir. Biz toplum olarak, marifet göstermek zorunda olduğumuz her yerde mazeret üretiyoruz. Mazeret üretmede üstümüze yok. İşler mi aksıyor? “Para yok” de çık işin içinden. Ya da, “mevzuat izin vermiyor” de. Yıllardır böyle yapılmıyor mu? Her gelen “enkaz devraldım” demiyor mu? Yapamadıklarına  gerekçeler uydurmuyor mu?

Bu yazımda  kooperatifçilikten, dernekçilikten, daha doğrusu lider yöneticilikten söz etmek istiyordum. Ancak, ben henüz konuya giremedim.  Yöneticilikte  de sorun insan sorunu, lider sorunu. Yönetici iyiyse sonuç iyi. Yönetici kötüyse sonuç kötü. Başarı ya da başarısızlık kooperatifçilikten yada sistemden kaynaklanmıyor. Başarı ya da başarısızlık yöneticiden kaynaklanıyor...

1974 yılından bu yana kooperatifçiliğin içindeyim. Hem kırsal hem kentsel kooperatiflerde yöneticilik yaptım. Fırsat buldukça, düşüncelerimi, birikimlerimi kamuoyu ile paylaşmaya çalıştım. Yazdım. Konuştum. 1996 yılında yazdığım Kent Kooperatifçisinin Kitabı’nda, Yeni Manisa Projesi’nden yola çıkarak, kent kooperatifçiliğine ilişkin düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Altını çizerek ve yürekten inanarak söylüyorum. Başarı ne yasada, ne parada. Başarı insanda.
 

Zaman zaman başarılı kooperatifçiler ortaya çıkıyor. Başarılı uygulamalar büyük projeler gözleniyor. Başarılı kooperatifçilerin özelliklerini gözlemeye çalıştım. “Başarılı kooperatifçi kimdir?” sorusuna yanıt aramaya çalıştım. Başarılı kooperatifçiyi tanımlamaya çalıştım. Çıkardığım sonuçları özet olarak sunuyorum.

Başarılı kooperatifçi: Açık sözlü, geniş görüşlü olur. Toplum sorunlarını çözmek için çalışmaktan, topluma yardımcı olmaktan zevk duyar. Davranışları tutarlı, önyargısız, özverili ve haktanır olur. Toplum çıkarlarını kendi kişisel çıkarlarının üstünde tutar. Gerektiğinde özür dilemeyi ve teşekkür etmeyi bilir. Yeniliklere açık olur. Düşündüklerini açıklamasını, toplumu etkilemesini bilir. Demokratik kurallara saygılıdır. Kin ve nefreti yüreğine yük etmez. Sabırlı, soğukkanlı, hoşgörülü olur. “Ben” demez, “biz” der.  “Yaptım, başardım.” demez . “Yaptık, başardık.” der. “Yapınız” demez. “Yapalım” der. İşleri zorla, baskıyla değil, çevresinin sevgisini kazanarak, özendirerek yaptırır. Kooperatif üyeleri arasında kaynaşmayı, giderek güçlenen dayanışmayı sağlar.  Başarılı bir kooperatifçi, insanı, doğayı seven, sevdiği için sevilen, çevresine değer veren, sayan ve sayılan kişidir.

Dileğimiz bu tür kişilerin çoğalmasıdır. Dileğimiz yetişmiş, yetkin insan gücümüzün çoğalmasıdır. O zaman sorunlar daha kolay aşılacaktır.

                                              

 

22 Mayıs 2015 Cuma

GELENEK OLUŞTURMAK

Eski güzel gelenekleri korumalı, bir yandan da yenilerini oluşturmalıyız.    
Birlikte yaşamı güzelleştirmenin yolu, gelenekler oluşturmaktır. Gelenekleri olmayan toplumlar, en küçük depremlerde sarsılan yıkılan binalara benzerler. Eski güzel gelenekleri korumalı, bir yandan da yenilerini oluşturmalıyız.  

Güçlü gelenekleri olan toplumlardan birisi hatta başta geleni Japonlardır. En büyük gelenekleri toplumun koyduğu kurallara  uymaya gösterdikleri olağanüstü özendir. Toplum kurallarının dışına çıkmak bir Japon için harakiri nedenidir. Geleneklerine bağlı Japon, toplum kurullarına uymadığı an ilk aklına gelen şey, kendini öldürmektir. Toplum içinde kurallara uymadan yaşamak yerine ölümü seçmek. Köşe dönücülüğün, kolay kazancın, yalanın dolanın önde olduğu çürük yapılı toplumlarda ise, köşe dönücülük, uyanıklık (!) övünme nedeni bile olabiliyor.
 

Kentleşmeyle birlikte yitirdiğimiz birkaç geleneğimizi anımsatmak istiyorum. Eski bayramlaşmalara ne oldu? Eski dayanışmalara ne oldu? İmeceden söz eden kaldı mı? Bayram tatilini fırsat bilenler,  tatil yörelerine taşınıyor. Bayramlarda sokaklar boşalıveriyor. Bırakın kent halkının, bırakın mahallelinin birbirini tanıyıp selamlaşmasını aynı apartmanda oturanlar bile birbirlerini tanımıyorlar. İnsan ilişkilerinin sıcaklığı kayboldu.

Birlikte varolmak. Birlikte varolma kavramını yeniden ele alıp, tartışmalıyız. Birlikte varolmak da yitirdiğimiz geleneklerimizden. Şimdi insanlar, birlikte varolma yerine sadece kendileri tek başlarına varolmayı hedefliyorlar. Kendilerinin varolması, başkalarının yok olmasını getirse bile umursamıyorlar. Hatta, kendilerinin varolması için, başkalarının yok olmasına çalışıyorlar.
 

İnsanlığın önündeki temel sorun, birlikte varolmayı başarmaktır. İnsanlar birlikte varolacaklar. Toplumlar, ülkeler birlikte varolacaklar. Firmalar birlikte varolacaklar. Birlikte varolmanın temelinde dayanışma vardır. Sadece bir kişinin varolmasının amaçlandığı toplumda da kıyasıya, ölesiye, öldüresiye bir yarışma vardır.
 

Bir köşe yazısının boyutları içinde, gelenek oluşturmak ve birlikte varolmak kavramları sanırım bu kadar anlatılabilir. Bu konuyu daha önceleri de yazmıştım. Fırsat buldukça da hem yazmayı hem de konuşmayı  sürdüreceğim. Gerçekten  bu konuları hep gündemde tutmak gerekiyor.
 

Birlikte olmak için nedenler bulmalıyız. Varolanları korumalıyız. Her hıdırellezde  ateş yakıp üzerinden atlamalıyız. Manisa'da oluşturduğumuz geleneksel duruma getirdiğimiz günlerde var.  Her 31 Mayıs’ta sevgili Manisa Tarzanımızı  etkinliklerle anıyoruz. 31 Mayıs-5 Haziran Manisa Tarzanını Anma ve Çevre Günleri adı altında güzel çalışmalar yapıyoruz.  Yunusemre Belediyesi ilgili Sivil toplum Kuruluşları ile işbirliği yaparak Yunusemre Sevgi Barış ve Dostluk Günleri adı altına bir etkinlik başlatıp sürdürebilir.  Ben, varolanları sürdürmek ve yeni gelenekler oluşturmak için sabırla bekliyor ve kararlılıkla çalışmalarımı sürdürüyorum.

Birlikte varolmak, insan olmanın gereğidir. Birlikte varolmanın amaçlandığı toplumlarda, yarışmanın yerini dayanışma alır. Yıllardır Yeni Manisa’da dayanışma yapıyoruz. Umarım bir gün, yapılanları sosyologlar, araştırmacılar görür araştırır ve yazar.

Gelenek oluşturmak için insanların paylaşabileceği Barış Alanı gibi, Birlik Parkı gibi, yeni yapılan Atatürk Kent Parkı gibi mekanlara ihtiyacı olduğunu bildiğim için, benim denilebilecek mekanlardan çok, bizim denilebilecek mekanlara öncelik veriyoruz hep.

Gelenek oluşturmalıyız. Ayrışmak için değil birleşmek için nedenler bulmalıyız. Uzlaşma ve katılım kültürünü geliştirmeliyiz.
 

Keşke, her seçim öncesinde, seçime katılan liderler televizyon programlarında bir araya gelebilseler. Keşke birbirlerine başarılar dileyebilseler. Keşke kaybedenler kazananları kutlayabilse. Keşke sadece cenazelerde karşılaşıp, birbirlerini görmezlikten gelmeseler. Keşke önemli konularda uzlaşabilseler. Ülkemde uzlaşma ve katılım kültürü gelişse güçlense ve gelenek haline gelse....

  

20 Mayıs 2015 Çarşamba

ATATÜRK'Ü ANLAMAK


Bugün 19 Mayıs, Mustafa Kemal'in 1919'da Samsun'a çıktığı gün. Bugün Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı. Atatürk'ü anacağız bugün.

Anma deyince, (Anmak mı, anlamak mı?) diye sordum kendi kendime
Asıl olan anmak değil, anlamaktır bence.
Anmasak olur ama anlamasak olmaz. Anlayınca zatan daha anlamlı anarız bundan hiç kuşkunuz olmasın...ANMAKTAN ÖNCE ANLAMAK GEREK.
Her tarafa yazıyorlar "Atam İzindeyiz" diye. Düşünerek, anlayarak bilerek ve inanarak  yazdıklarını hiç sanmıyorum. Öylesine yazıyorlar işte. Anlamadan bilmeden. İz nedir? İz: "Bir şeyin geçtiği veya önceden bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, emare" şeklinde tanımlanabilir. Ya da, "Bir şeyin  dokunmasıyla geride kalan belirti." şeklinde daha kısa bir tanımlama yapılabilir.

"Atatürk'ün İzindeyiz." derseniz 1938'de kalırsınız. Bu kadar basit... Atatürk sizin 1938'de kalmanızı istemezdi, böyle isteseydi hedef olarak, çağdaş uygarlığı göstermezdi...

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatürk'ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün yolundayız" demek ve gereğini yapmak olamalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerlemek ve Atatürk'ü aşmaktır. Altını çizererek söylüyorum. Hedefiniz Atatürk'ün gösterdiği yoldan ilerleyerek O'nu aşmak, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak değilse siz Atatürkçü değilsiniz demektir. O büyük önderi hiç anlayamamışsınız demektir.

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. "Atatürk'ün izindeyim."  diyen kardeşim sen kaç kitap okudun? Okusaydın, "İzindeyiz" deme yerine yolundayız derdin.  Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp ulaşamayacağımızı anlayın artık.

Ülkemizde yılda yaklaşık 500 milyon kitap basılıyormuş. Bu sayıya ders kitapları da dahilmiş. Kişi başına düşen kitap sayısını siz düşünün. Atatürk 57 yıllık yaşamında yaklaşık 4 bin kitap okumuş. Mustafa Kemal o kitapları okumasaydı Atatürk olamazdı. Şimdiki lider gördüklerimiz yaşamları boyunca kaç kitap okudular acaba? Açıklasalar da öğrensek çok iyi olacak... Çevrenizdeki insanlara son okuduğu 4 kitabı sorun.. "Beşinci Sınıf, Tarih, Coğrafya Edebiyat ve Tabiat Bilgisi Kitabı" derlerse hiç şaşırmayın...

Evet beyler Atatürk'ü anlamak, anmaktan daha önemli. Anmasak olur ancak, anlamasak olmaz.

"Ben Atatürk'ü anmak için 19 Mayısları beklemiyorum, ben köhnemiş bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmayı başaran ve ulusuna, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunu gösteren Atatürk'ü anlıyor ve hergün anıyorum." diyen nesiller yetiştiremedik ne yazık.

Gelişme kitapla olur. Gelişme çağdaş eğitimle olur. Gelişme, soran sorgulayan, araştıran nesiller yetiştirmekle olur...

Seni anlıyor ve sevgiyle anıyorum Atam. Ben senin izinin değil senin gösterdiğin, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunun yolcusuyum Atam...




15 Mayıs 2015 Cuma

SEVGİ ÜSTÜNE


Sevgi de bilgi gibi paylaşıldıkça büyüyor. Sevgi insan yaşamına anlam katıyor.


Ben yaşadığın kenti sevmek üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum bugün.
Yaşadığın kenti sevmek, eşini çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir.
İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması olası değil.
Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.
Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor.
Kenti sevmek insana sorumluluk yüklüyor.
Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor.
Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız, seçim sizin. 
Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız.
Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim.
Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum.
Yaşadığın kenti sevmek, hemşehrilerini de sevmeni gerektiriyor. Benim için zor olanı da bu işte.

Hemşehrilerin tembelse sevemiyorsun.  Hemşehrilerin, dedikodu yapmayı seviyorsa sen onları sevemiyorsun. Hemşehrilerinde birlikte iş görme alışkanlığı yoksa örgütlenmelerin karşısında duruyorsa, nalıncı keseri gibi “hep bana hep bana” diyorsa sevemiyorsun. Kendilerini iş üreterek değil, iş üretenlerin karşısında durarak kanıtlamaya, ifade etmeye çalışıyorlarsa sevemiyorsun.

Manisa’yı sevmek kolayda, Manisalıları sevmek o kadar kolay değil bence. Ancak çaresi yok.
Yapılacak iş, sevilecek insanları bulmak ve sayılarını çoğaltmaktır.
Zenginlik sevdiğin insan sayısıyla ölçülse, sanırım Manisa’nın en zenginlerinden birisi mutlaka ben olurdum.

Güzel iş değil mi? İnsanın sevdiklerini yazıp toplayacaksın, sevmediklerini de toplayıp, birbirinden çıkaracaksın. Sevdiklerin fazlaysa sorun yok, ancak sevmediklerin fazlaysa inan mutlu olamazsın. Benim bu kentte sevdiğim insan sayısı sevmediklerimden çok fazla. İstiyorum ki, sevdiğim insan sayısı çoğalsın, sevmediklerim de azalsın. 
Sevmediğim insanlar gözümün önüne geldiğinde, tekrarladığım dizeleri paylaşayım sizinle.

Bize düşman gerekmez, biz bize yeteriz.
Yükselen biri olursa, hemen ayaklarından çekeriz.
Yapmakta olmasa da, yıkmakta beteriz.
Gönül almak gelmez aklımıza, kara çalmayı severiz...
Bakmayın böyle dediğime, yine de sevmek gerekiyor insanları. Bilin ki, sevgisiz yaşanmıyor. 
Bugün de, sevgi ozanı Yunus Emre ile noktalayalım yazımızı.
Gelin tanış olalım; İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim; Bu dünya kimseye kalmaz.


8 Mayıs 2015 Cuma

MANİSA TARZANI


Etkinliklerle geçen Nisan ayının ardından, Mayıs ayınada Hıdırellez etkinliği ile başladık.



Etkinliklerle geçen Nisan ayının ardından, Mayıs ayınada Hıdırellez etkinliği ile başladık. 31 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında Manisa Tarzanı'mızı anacağız, Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri etkinliğinde.

Manisa Tarzanı denilince akla hemen, Yeşil Manisa, Manisa denilince de büyük çevreci, ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı geliyor. Manisa adı hep Tarzan’la birlikte anılıyor. Kentimizi tanıtmak için anlatacak öykülerimiz olmalı deyip duruyoruz. İşte o öykülerden birisi de Manisa Tarzanı'mızın örnek yaşam öyküsüdür. Manisa Tarzanı öyküsünün zenginleştirilmesi için elimden geleni yapıyorum. Tarzanın adını ve anısını yaşatmaya çalışıyorum.
  

Herkesin yapması gereken bir işi, “kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin es geçtiğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin tarzanıdır. Es geçileni iş edinen kişiye tarzan diyoruz.
 

Manisa Tarzanı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzanı geldiği Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzanı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı, Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzanı’nın nerede ne zaman doğduğundan, nereden geldiğinden çok, neler yaptığı ve Manisa Tarzanı olduktan sonraki yaşamı ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşı'na katılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında, göğsünde Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da  Manisa Tarzanı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.
 

Nerede ne zaman doğduysa doğdu. O Manisa’da Manisa Tarzanı oldu.Önemli olanda bu.

Manisa Tarzanı’nı 1958 yılında gördüm. O siyah şortu, şortu gibi kararmış yanık derisi,  uzamış sakalları ve elinde ağaçları budadığı testeresi ile bulanık bir görüntü olarak kalmış belleğimde.
 

Manisa Tarzanı üzerine yaptığım araştırma, bizde yaşamının filme alınması isteğini de uyandırdı. Yaptığımız ses ve görüntü kayıtlarını her gözden geçirdiğimizde, Manisa Tarzanı’nın yaşamı mutlaka filme alınmalı diyorduk. Nitekim, Film yapımcısı Cengiz Ergün’ü aradığımda, anlattıklarımız onun da ilgisini çekti. Bilindiği gibi ödüller alan Manisa Tarzanı filmi çevrilmiş oldu.

Bir bahçıvan yamağı, nasıl adı ve anısı yaşatılan, adına kitaplar yazılan filmler yapılan bir insan olabiliyor? İstiklal Madalyası almasına neden olan mücadelesinin önüne ağaç dikmesi nasıl geçebiliyor? Gerçek adı unutulup nasıl Manisa Tarzanı olarak ünlenebiliyor? Bu soruların yanıtlarının ipuçlarını bulmalıyız. Sanırım ipucu, es geçileni iş edinmede gizli. Evet, es geçileni iş edinenlerin çoğalması gerekiyor. Dünya o zaman daha yaşanası olur.
 

Manisa Tarzanı’nın ağaç sevgisi çevrecilerin yolunu aydınlatıyor.  Manisa Tarzanı için düzenlediğimiz her etkinlikte,  Manisa Tarzanı’nın Mektubu okunuyor.
 

Yine okullara gidip sunum yapmaya Manisa Tarzanı'nı yeni kuşaklara anlatmaya çalışacağım. Manisa Tarzanı'nın adını ve anısını yaşatmayı birileri es geçse bile ben iş edineceğim...

                                                         


 
back to top