Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

30 Mayıs 2018 Çarşamba

MANİSA TARZANI



Mayıs ayının başında, belediyeden aranırdım, “Biliyorsunuz 31 Mayıs - 5 Haziran tarihleri arasında Manisa Tarzanı’mızı anacağız.

Bu amaçla düzenlediğimiz toplantıya katılır mısınız?” derlerdi. Görev sayarım derdim toplantılara katılır düşüncelerimizi paylaşırdık. 31 Mayıs- 5 Haziran Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri etkinlik programını hazırlardık. Tişörtler, şapkalar yaptırılırdı. “Yılın Tarzanı” seçilirdi. Toplantılar yapılırdı. En yeşil okul yarışması yapılırdı. 31 Mayıs’ta Tarzan’ın mezarına gidilirdi. Öğrencilerle Topkale’ye çıkılırdı. Manisa Tarzanı şarkısı çalınırdı etkinlikler süresince. Çocuklar siyah şortlar giyerlerdi, yüzlerine sakal bıyık çizip tarzan olurlardı. Barış Alanında Tarzan anıtının önünde buluşur, Manisa Tarzanı’mızı anardık.

31 Mayıs öncesi ne arayan oldu ne de soran. Manisa Tarzanı Anma Çevre Günleri unutuldu. Üzgünüm. Manisa Tarzanı’nı Anma ve Çevre Günlerini önemine yarışır bir özenle ele almalı her yıl değişen ve giderek artan etkinlikler düzenlemeliyiz.

Manisa Tarzanı denilince akla hemen, Yeşil Manisa, Manisa denilince de büyük çevreci, ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı geliyor. Manisa adı hep Tarzan’la birlikte anılıyor. Kentimizi tanıtmak için anlatacak öykülerimiz olmalı deyip duruyoruz. İşte o öykülerden birisi de Manisa Tarzanı'mızın örnek yaşam öyküsüdür.

Herkesin yapması gereken bir işi, “
kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin es geçtiğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin tarzanıdır. Es geçileni iş edinen kişiye tarzan diyoruz.

Manisa Tarzanı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzanı geldiği Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzanı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı, Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzanı’nın nerede ne zaman doğduğundan, nereden geldiğinden çok neler yaptığı ve Manisa Tarzanı olduktan sonraki yaşamı ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşına katılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında, göğsünde Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da  Manisa Tarzanı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.

Manisa Tarzanı’nı 1958 yılında gördüm. O, siyah şortu, şortu gibi kararmış yanık derisi,  uzamış sakalları ve elinde ağaçları budadığı testeresi ile bulanık bir görüntü olarak kalmış belleğimde. Manisa Tarzanı üzerine yaptığım araştırma, yaptığım ses ve görüntü kayıtlarını her gözden geçirdiğimde, Manisa Tarzanı’nın yaşamı mutlaka filme alınmalı diyordum. Nitekim, Film yapımcısı Cengiz Ergun’u aradığımda, anlattıklarım onun da ilgisini çekti. Bilindiği gibi ödüller alan Manisa Tarzanı filmi çevrilmiş oldu.

Bir bahçıvan yamağı, nasıl adı ve anısı yaşatılan, adına kitaplar yazılan filmler yapılan bir insan olabiliyor? İstiklal Madalyası almasına neden olan mücadelesinin önüne ağaç dikmesi nasıl geçebiliyor? Gerçek adı unutulup nasıl Manisa Tarzanı olarak ünlenebiliyor? Bu soruların yanıtlarının ipuçlarını bulmalıyız. Sanırım ipucu, es geçileni iş edinmede gizli.

İstenildiğinde, yine okullara gidip sunum yapmaya Manisa Tarzanı'nı yeni kuşaklara anlatmaya devam edeceğim. Manisa Tarzanı'nın adını ve anısını yaşatmayı birileri es geçse bile ben iş edineceğim. Manisa Tarzanı’nın adını ve anısını yaşatalım ne olur…




23 Mayıs 2018 Çarşamba

SEÇ BENİ SEÇEYİM SENİ



Seç beni seçeyim seni. Sev beni seveyim seni.

Milletvekili adayları genel olarak iki biçimde belirleniyor. Ya, delegeler belirliyor. Ya da partinin genel başkanı belirliyor.

Delege belirlerken ne düşünüyor: Oy verdiğim adayı iyi tanıyor muyum? Oy verdiğim aday seçildiğinde ilişkilerim nasıl yürür? İstediğim zaman gidip kapısını çalabilir miyim? İşim düşse yaptırabilir miyim? Oy verdiğim aday adayı seçilirse kendime ve kentime yararı olur mu? Ve son olarak seçtiğim adayın ülkeme ve partime yararı olur mu? Diye düşünür bence.

Ön seçimle belirlenen aday, kendini delegelere karşı sorumlu sayar? Yine önseçimle seçilebilmek için partili delegelerle, partililerle ve hemşerileriyle iyi ilişkilerini sürdürmek, hafta sonlarını ve tatil günlerini kentinde geçirir. Partinin kurultaylarında, delegelerin sesini dinler, oyunu ona göre kullanır. Sev beni seveyim seni ilişkisi devam eder.

Adayları genel başkan belirliyorsa, “seç beni seçeyim seni” ilişkisi devreye girer. Genel başkanın belirlediği adaylar yeniden seçilebilmek için genel başkan ne derse onu yaparlar. Genel başkanın çevresinde dolanırlar. İllerine fazla gitmezler, Bilirler ki kendisini seçen ve gelecek seçimlerde seçecek olan genel başkandır. Bu tür partilerde hizipte olmaz. Bu tür partilerde lider ne derse o olur. Partinin tek hakimi, partinin lideridir.

Eğer siz tek amacı milletvekili olmak olan birisiyseniz ve adayları parti delegeleri tarafından belirlenen bir partiden milletvekili olmak istiyorsanız, zamanınızın çoğunu kendi ilinizde geçirmeniz, partili delegelerle yakından ilgilenmeniz gerekir.
Eğer siz, adayları genel başkan tarafından belirlenen partinin milletvekili olmak ve bunu sürdürmek isterseniz, genel başkanın çevresinden ayrılmamanız, mitinglerinde, önlerde olmanız, her fırsatta genel başkana raporlar vermeniz gerekir.

“Seç beni seçeyim seni” kuralı gereği, sizi seçen genel başkanı seçmeniz, başınızın üstünde tutmanız, her dediğini yapmanız gerekir. Ne kolay değil mi? Seç beni seçeyim seni…

Milletvekili adaylarının genel başkan tarafından belirlendiği partilerde, parmaklar birlikte kalkar birlikte iner. Bu tür partilerde, genel başkan adayının karşısına başka aday çıkmaz. Bu tür partilerde, il başkanları önce atanır sonra seçilir. Ve seçimlere tek liste ile gidilir.

Manisa’da yakından tanıdığım Manisa Milletvekili Sayın Selçuk Özdağ, adayın partili delegeler tarafından belirlendiği bir partinin milletvekili gibi çalıştı. Ancak tek seçici olan lider kendisine listede yer vermedi. Ben çalışmasına bakarak ön sıralarda yer bulur diyordum. Genel başkanların, aklına aklımız ermiyor, erseydi zaten genel başkan olurduk.

Bu seçimde CHP adaylarını Kılıçdaroğlu belirledi ya, göreceksiniz önümüzdeki kurultayda karşısına aday çıkmayacak. Kılıçdaroğlu’nun seçtikleri, Ankara’da Kılıçdaroğlu’nu seçecek. Seç beni seçeyim seni kuralı işleyecek.




18 Mayıs 2018 Cuma

19 MAYIS



Yine bir 19 Mayıs. Atatürk var yüreğimizde. Her zamankinden daha canlı, yüreğimiz daha hızlı çarpıyor Atatürk’le.

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Atamızı giderek artan minnetle, sevgiyle ve özlemle anacağız yine. Yine gazetelerimizin manşetinde Atatürk ve kurduğu cumhuriyeti emanet ettiği gençlik olacak.

80 milyon Atatürk'ü anlıyor ve anıyorsa, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak sorun olmayacaktır ülkemiz için. "Biz seni unutmak için sevmedik" diyorsak ve unutmuyorsak, milyonlar Anıttepe'de toplanıyorsa yüreğimizde yaşıyorsun demektir.

Gerçekten öyle, biz Atamızı unutmak için sevmedik. O'nun asaletini, zarafetini ve bilgeliğini özlüyoruz hep. Dünya'da hiç bir toplum Atatürk gibi bir öndere sahip olamamıştır. Hiç bir toplum da önderini, bizim Atatürk'ü sevdiğimiz kadar sevmemiş ve ölümsüzleştirememiştir. Atatürk karşıtları Atatürk döneminde de vardı, şimdide var, yarın da olacaktır. Ama bu karşıtlar, gönüllerimizdeki Atatürk sevgisini bitirmek şöyle dursun, daha da pekiştireceklerdir. Atatürk'e dün olduğundan daha fazla sarılmalıyız. O’nu hem anmalı hem de anlamalıyız.

Hepimize düşen en büyük görev; Atatürk’ü ve en büyük eseri Cumhuriyet’i anlamaktır. Cumhuriyet’in değerlerini her koşulda korumak, Atatürkçü düşünceyi benimsemektir. Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşımaktır. Ulusumuz, Yüce Atası’nın hedef olarak gösterdiği bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyerek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacak ve aşacaktır.

Türkiye Cumhuriyetinin eşit yurttaşları olarak, tüm dünyanın övgüsünü kazanan ölümsüz önderimizle ve O’nun kurduğu Cumhuriyet’le haklı olarak gurur duymalıyız. Kim ne derse desin, Ulusumuzun ışık kaynağı, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, aydınlık Türkiye’nin sembolü, büyük devrimci ve düşünce adamı Yüce Atatürk’ün yurttaşlarımızın gönlündeki erişilmez yeri hiçbir zaman değişmeyecektir. Bunun değişmesini beklemek ham hayaldir ve abesle iştigaldir. Göreceksiniz Atatürk'ü unutturmak isteyenler kendileri unutulup gidecektir. Atatürk sevgisi ve kurduğu cumhuriyet hep yaşayacaktır.

19 Mayıs’ta balkonlarımızı, binalarımızı yine ay yıldızlı bayrağımızla ve Atatürk posterleriyle donatacağız. Gösterdiği yoldan ayrılmayacağız. Amacımız çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp, aşmak olacak. Atatürk’ü yüreğimizde sonsuza dek yaşatmak olacak. Dünyanın birçok kentinde Atatürk heykelleri, büstleri var. Dünyanın birçok kentinde Atatürk adı verilmiş caddeler meydanlar var.

Atatürk’e diğer ülkelerin verdiği değeri gösteren UNESCO Genel Kurul Kararını biliyoruz. Burada bir kez daha paylaşmak isterim: Atatürk'ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada, "1981 Atatürk Yılı" olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir. Alınan kararı ve duyurulan metin aynen şöyle: “Atatürk kimdir? Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.”

19 Mayıs Bayramımız Kutlu olsun…



15 Mayıs 2018 Salı

RAMAZAN BAYRAMI



Geçmişe ağıt yakmayalım. Önemli olan yeni güzellikleri, o günün koşulları içinde yaratıp yaşayabilmektir.

Bayramları, geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek kutlamalıyız.

Büyük kentler yalnızlıkları da büyüttü. Eskiden insanlar birbirlerini tanır, selamlaşırlardı. İftar yemekleri güzel söyleşilerle süslenirdi. Şimdi televizyon herkesin her şeyi oldu. Hele bir de maç varsa! Arasanız da bulamazsınız sohbet edecek kimseyi.

Bayramlar da eskiden çok farklıydı. İnsanlar en güzel giysilerini giyip bayram gezmesine çıkardı... İçtenlik vardı, sıcaklık vardı. Şimdi parası olan bayramı fırsat bilip, sahillere koşuyor. Biraz daha paralı olanlar ise soluğu yurt dışında alıyor.
Bu ramazanda birkaç fıkra paylaşmak istiyorum sizlerle;

Adamın biri, Bektaşi'ye sormuş:  "Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman yüzümü ne tarafa döneyim" Bektaşi: "Elbiselerini çıkardığın tarafa dön ki çalmasınlar!" demiş.

Bir de çocuk fıkrası anlatayım: Adamın biri yolda sevimli bir çocuk görür ve çocuğa:  Senin adın ne diye sorar. Çocuk tam söyleyeceği sırada:  Dur ben tahmin edeyim, diyerek sözünü keser, ama ipucu olarak baş harfini söylemesini ister. Çocuk:  adımın baş harfi “Y” der, adam başlar saymaya...  Yasin, çocuk hayır anlamında başını sallar.  Yusuf.  Çocuk yine başını sallar.  Adam (Y) harfi ile başlayan tüm isimleri sıralar. Çocuk hep başını sallamaktadır. Adam sinirlenir, kız isimlerini de saymaya başlar; çocuk yine başını sallar. Adam sonunda: Bilemedim. Ne lan senin ismin ne der.  Çocuk cevap verir: Yamazan...

Benim için bayram; içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat tanıyan günlerdir. Kendinizle konuşmayı, sokakta, iş yerinde yapamıyorsunuz. Çünkü görenlerin deli diyeceğini biliyorsunuz. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de ben bayramları hala çok seviyorum.  Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet. İnsanlar daha sevecen, daha barışçıl oluyor. Özellikle çocukları sevinçli görmek beni çok mutlu ediyor.

Bayramlarda türbe ziyaretleri çok yapılır. Türbelerin önü günümüzde de dolup dolup taşıyor. O konuda da fıkram var.  Kadın küçük çocuğunu türbeye götürmüş. Herkes dua ederken o çocuğunu mezarın üzerine işetmeye başlamış.  Görenler kızıp bağırmış.  Yapma kadın! Çocuğun çarpılacak... Kadın, her yanı eğri büğrü olan çocuğunu gösterip;  Keşke, demiş, zaten çarpık. Çarpılırsa belki düzelir.

Bu ramazanda iftar yemekleri daha bir farklı geçecek gibi. Seçimler nedeniyle siyasete ibadet karışacağa benziyor. Siyaset, ibadet ve ticaret iç içe yapılıyor. Bazıları siyaseti de, ibadeti de maalesef ticaret için yapıyor. Büyük lokantalardaki görkemli iftar yemekleri bile siyasete ve ticarete katkı olsun diye veriliyor. Bayram gelince de insanlar sahillere koşuyor. Bayramlar eski bayramlara benzemiyor.




12 Mayıs 2018 Cumartesi

ANNELER GÜNÜ



Anneler Günü’nde, annemizi anımsayıp sağsa elini öpeceğiz, ölmüşse rahmet dileyeceğiz. Annelerimiz için, sevgi gülleri açacak yüreğimizde.
Anneler günü, kentimizde bilinenin dışında kutlanabilir mi diye düşünüyorum. Anneler Günü Manisa’da daha farklı biçimde kutlanmalı diyorum. Manisa’da yapacağımız farklı bir uygulamanın, tüm illerden daha çok Manisa’ya yakışacağını düşünüyorum. Bunun bir tek nedeni var. Bu da, kentimizin büyük analarla anılmasıdır. İşte size bereketin ve doğurganlığın simgesi Kybele. İşte size, öldürülen çocukları için ağlayan Niobe ve işte size, Mesir köklü bir geleneği başlatan Hafsa Sultan, bu büyük analar, Anneler Günü’nü farklı kutlamamız ve kentimizin bu farklı yönünü ortaya koymamız için büyük bir olanak yaratıyor. Kentimizin adına ayrı bir anlam yüklemek istiyorum. “Ma” ana demek, “Nisa” kadın demek. MANİSA için ana kadın tanımlaması yapılabilir. Manisa yukarıda baydığım gibi kadınlarıyla ünlü bir kent. Anka kadınlar kenti Manisa…
Doğurganlığın ve bereketin simgesi olan Kybele adına yapılmış olan Akpınar’daki kaya yontusunun çevre düzenlemesi ve yolu mutlaka yapılmalı ve her Anneler Günü’nde önünde düzenlenecek sade bir törenle anılmalı.
Kybele ve Niobe çevre düzenlemelerinin geciktirmeden acilen yapılması gerekiyor. Kentimize gelen yabancıların önce Kybele’yi ve ardından da Niobe’yi sorduklarını biliyoruz. Evet, önce Kybele ve Niobe soruluyor. Üzülerek belirteyim ki, ikisinin de çevresi olması gerektiği gibi değil.
Biz yine Anneler Günü’ne dönelim. Alışageldiğimiz "Anneler Günü" anlamında olmasa da anneler için yapılan kutlamalar Sümerlere dek dayandırılabilir. Matriyarkal (anaerkil) düzenin hüküm sürdüğü tarihin ilkçağlarından bu yana Kybele, Rhea ve daha birçok yerel ve dönemsel isimlerle analık, doğurganlık niteliğiyle ön plana çıkmış ve doğanın uyandığı, yeniden doğduğu bahar mevsimi ile özdeşleşmiştir. Anaerkil düzenin yerleşmeye başlaması zaman zaman kutlamaların içeriğinin ve şeklinin değişmesine ve hatta bazı dönemlerde gizli olarak yapılmasına sebep olmuşsa da kesintiye uğratamamış; her bahar coşkulu kutlamalar ve sunularla bir gelenek halini alarak binlerce yıl kesintisiz olarak sürmüştür.
Anneler Günü’yle ilgili ilk resmi kutlama önerisi, Amerika'da 1872 yılında Julia Ward Howe tarafından barışa adanan bir gün olarak geldi. Ve ilk kez Boston'da bir yürüyüş düzenlenerek kutlandı.1907 yılında Philadelphia'da Ana Jarvis, annesinin ölüm yıldönümü olan Mayıs ayının ikinci pazarının Anneler Günü olarak kutlanması için bir kampanya başlattı. Bir sene sonra Philadelphia'da kutlanan Anneler Günü Ana Jarvis'in izleyenleri tarafından politikacılara, işadamlarına ulaştırılarak ulusal olarak kutlanması sağlandı.
1914 yılında ABD başkanı Wilson tarafından resmi bir açıklamayla Mayıs ayının ikinci pazarı Anneler Günü olarak duyuruldu.
Böylece Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının binlerce yıl önce başlattığı gelenek 20. yüzyılın başından itibaren dünya çapında kabul görmüş oldu.
Keşke annem yaşıyor olsaydı da elini öpüp onu kucaklayabilseydim. Tüm annelerin Anneler Günü Kutlu Olsun.



9 Mayıs 2018 Çarşamba

MACHİAVELLİ



Machiavelli’de nereden çıktı demeyin.

Siyaset üzerine yazayım derken, ilk önce modern siyaset felsefesinin başta gelen isimlerinden biri olan, Machiavelli’yi incelemek istedim. Yazdıkları ilgimi çekti. Notlar aldım. Ve Machivelli üzerine yazmaya karar verdim.

Söyleşiler adlı yapıtında politika yazılarını bir araya getirmiş, “Savaş Sanatı” adlı eserinde ise ileri savaş taktiklerini incelemiştir. Kalıcı ününü Prens adlı başyapıtına borçludur. 1513 tarihli bu yapıt nedeniyle adı politikada aldatıcı taktiklerin kullanımını içeren bir siyaset yapma biçimi olan makyavelizm terimiyle özdeşleşmiştir.

“Amaca giden her yol mübahtır.” diyor.  Machiavelli’nin gözlemleri, alışılmışın çok ötesinde bir yapıya sahip; “Kötüler kazanmaya daha yakın.” diyor. Neden İyi İnsanlar Kazanamaz? Sorusunun yanıtın,  Machiavelli’nin “Prens”  adlı eserinde bulmak mümkün.  Kötü insanların iyi insanlara göre bazı avantajları olduğunu belirtiyor ve bunlardan birinin “kurnazlık” olduğunu söylüyor. “Kötü insanlar, amaçlarını daha ileriye götürmek için kurnazlığa hazırdırlar. Ahlak ilkelerine bağlı kalmadıklarından dolayı; yalan söylemeye, olguları değiştirmeye, tehdit etmeye ya da şiddete başvurmaya her zaman hazırdırlar. Bu yolla dünyayı ele geçirirler.” diyor…

Neden İyi İnsanlar Kazanamaz? Sorusuna da yanıtı var: Çoğunlukla insanlarda, “iyi bir insan olmanın yolu, iyi hareketlerde bulunmaktan geçer” inanışı vardır. Kişi yalnızca iyi amaçlara sahip değildir, bu amaçları iyi yolla gerçekleştirme isteğine de sahiptir. Eğer iyi bir insan adaletli bir dünya istiyorsa, bunu iyi yollarla gerçekleştirme isteğine sahiptir. İnsanları korkutarak değil, sağduyularıyla adalete teslim olmalarını ister. Kişi, insanların iyi olmasını istiyorsa, düşmanlarına da iyilik gösterir, zalimlik değil.  Machiavelli’ye göre iyi insanların sadece iyi hareket ederek dünyayı daha iyi bir yere getirme çabaları işe yaramıyor. Kitabında; Floransa ve geçmişteki İtalyan eyaletlerinde iyi prenslerin, devlet üyelerinin ve tüccarların daima başarısız olduğundan bahsetmiştir. Bunu engellemek için ise şu görüşü savunur: “Kişi istediği kadar iyi olabilir fakat iyi hareket etmeye fazlasıyla bağlı olmaması gerekir. Kötü insanların kullandığı hileleri ödünç alıp onlara karşı kullanmayı bilmelidir. İyi insanlar da kılıç tutar, savaşır ve gerektiğinde kurnazlık yapar. Musa, iyilik ve adalet için Firavunla savaşmıştır.”

Machiavelli, kitabında kazanmak için kötü olun demiyor elbet; iyi insanların kötülerden ders çıkartması gerektiğini anlatıyor. Sadece iyi olmayı değil, etkili olmayı da savunuyor. İyi bir insan olsak bile, mesleğimiz ne olursa olsun, hayatın her yerinde kurnaz ve hilekar insanlar ile karşılaşacağız ve bu insanların uyguladıkları yöntemleri bilip bunlara göre hareket etmeliyiz. Aslında Machiavelli tam da bundan bahsediyor: “İyi insanlar, karşılarındaki insanların kendilerini nasıl korkutacağını, tatlı sözle kandıracağını ve tuzağa düşüreceğini bilmeli. İyi siyasetçi, kötü siyasetçiden; saf bir girişimci, kurnaz bir girişimciden bir şeyler öğrenmeli.”

Başardıklarımızın toplamıyız, niyet ettiklerimizin değil. Doğruluğu, iyiliği ve erdemi önemsiyorsak ve sadece doğrucu, iyi ve erdemli bir şekilde hareket ediyorsak, bununla bir yere varamayacağımızı savunuyor Machiavelli.
Machiavelli’yi okurken, aklıma İsmet İnönü’nün “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur” sözü geldi aklıma. İyiler ve kötüler mücadele ederlerken, kötüler 1-0 önde başlıyorlar. Hatta 2-0  Hatta daha bile fazla. İyiler kötülerin yöntemlerini öğrenmeden ve onlar gibi hareket etmeden kazanmazlar diyor özetle Machiavelli. İyiler kötülerin yönetmelerini öğrenmeden, kötülerin hakkından gelemezler. İyilerin kazanması için daha çok mücadele etmeleri gerekiyor.  İyiler ancak kötülerden daha çok çalışarak kazanır…




7 Mayıs 2018 Pazartesi

DANIŞMAK



Seçim öncesi, işbirliği, dayanışma, uzlaşma ve danışma geniş biçimde gündeme geldi.

Partiler kendilerine yakın buldukları diğer partilerle, yardımlaşma, işbirliği yapma konusunda anlaştılar. Olması gereken de buydu. Aslında, anlaşma, uzlaşma seçimlere katılacak hiçbir partiyi dışarıda bırakmayacak şekilde yapılabilse, barışa giden yolda açılmış olur belki de.

Danışma ve danışmadan sağlanan yarar konusu gündeme geldiğinde sıkça anlattığım bir öyküyü paylaşmak istiyorum bu gün. Partiler arasındaki ilişkilere, özellikle, CHP’nin İYİ Partiye 15 milletvekili vermesine çok benzeyen bir öykü.

Sonunun gelmekte olduğunu anlayan, ölüm döşeğindeki yaşlı adam, üç oğlunu çağırır yanına “Evlatlarım,  ben artık aranızdan ayrılıyorum. Bildiğiniz gibi 17 adet devemiz var.  Bunları aranızda önereceğim şekilde pay edeceksiniz. Develerin yarısı büyük oğlumun olacak. Üçte birini ortanca oğlum alacak. Dokuzda biri de küçük oğlumun olsun. Devleri söylediğim gibi kavga etmeden paylaşın.” der. Çocuklar “Tamam baba” derler.

Yaşlı adam ölür.  Çocuklar 17 deveyi paylaşmak için bir araya gelirler. 17 rakamı 2’ye bölünmez. 3’e de bölünmez. 9’a da. İşin içinden çıkamazlar. “Bir bilene soralım.” derler.  Yaşlı bilgiye giderler doğruca. Dertlerini anlatırlar. Yaşlı adam “ Haklısınız” der. “17 deveyi babanızın istediği gibi pay edemezsiniz. Ben size yardımcı olayım. Benim bir devem var. Onu da size vereyim. 18 deveyi rahmetli babanızın vasiyetine uygun olarak paylaşın.”der.

Üç kardeş babalarının vasiyetine göre develeri paylaşmaya başlarlar. 18 devenin yarısı olan 9 deveyi büyük kardeş alır. 18 devenin üçte biri olan 6 deveyi ortanca kardeş alır.  Küçük kardeşe de 18 devenin dokuzda biri olan 2 deve düşer.  Develeri toplarlar. Büyük kardeşe 9 deve. Ortanca kardeşe 6 deve, eder 15 deve. 2 Deve de küçük kardeşe, eder 17 deve. Bir deve fazladır. Yeniden yaşlı bilgeye giderler. “Develeri babamızın istediği gibi pay ettik. Ancak, bir deve fazla geldi.” derler.  Yaşlı bilge “ Fazla gelen o bir deveyi benden almıştınız geri verin olsun bitsin.” der.  Bilgeden aldıkları deveyi bilgeye geri verirler. Sorunları çözülmüş biçimde ayrılırlar bilgenin yanından.

Bilgeye danışan  üç kardeşin sorunları çözülmüştür. Babalarının vasiyeti yerine getirilmiştir. Çocuklara akıl veren bilgenin hiçbir kaybı olmamıştır. Başkalarına yardım etmenin mutluluğunu yaşamaktadır.

Danışmak, danışana da, danışılana da mutluluk verir. Danışmak insanı yüceltir. Hem danışanı, hem danışılanı sevindirir. “Ben bilirimci” insanlar, danışmadan iş yapanlar salt kendilerine değil çevrelerine de zarar verirler. Danışanlarla düşüncelerini paylaşmayan kendisine saklayan insanlar da düşünceleri ile ölüp giderler. Fikirlerde sevgi gibi, paylaşıldıkça büyür. Sevgiyi ve düşünceyi paylaşarak büyütmeyi öğrendiğimiz oranda mutlu oluruz....

Kendimizi şöyle bir yokladığımızda, danışacak çok şey olduğunu görürüz. Bize danışacak olanlarla paylaşacak düşüncelerimizin de bulunduğunu anlarız. Paylaşacak düşüncemiz varsa ve bunları paylaşıyorsak, bilgeliğe giden yolun yolcusuyuz demektir. Bilgeliğe giden yolun yolcuların da öncelikle bilmesi gereken şey, bilmediğini danışmaktır.
Bir bilene sormak, danışmak, araştırmak, sormak, sorgulamak uygar insana yakışır. “Ben bilirimci” davranışlarla bir yere varılamayacağı bilinmeli…



 
back to top