Sevmek, dünyanın en zor işi
olsa gerek. Sevgiyi derinlemesine yaşamaktan söz ediyorum. Sevgiyi
derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam
biçimine dönüştürmekle mümkün oluyor.
Sevmek
gerçekten dünyanın en zor işi. Zor iş olduğu için, sevgi yerine korku tercih
ediliyor hep. Kolaycı bir yaklaşım olduğu için, gelişmemiş toplumlarda, her şey
korku üzerine biçimlendiriliyor. Ve şimdi ülkemizde olduğu gibi, korku kültürü
egemen oluyor.
Kural
dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık
suratlı olması, annenin babanın
çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, öğretmenin öğrencisini
dövmesi hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm
getirmediği, sürdürülmesinin de mümkün
olmadığı da biliniyor. Korkunun öne çıkarılmasını toplum yaşamında korku
kültürünün egemen olmasını ilkellik olarak görenlerin sayısı artamadığı için,
toplumsal gelişme, toplumsal barış, işbirliği ve dayanışma olamıyor. Tüm bu
değerlerin yerini, çekişme, çatışma ve dedikodu alıyor.
İnsan,
toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı,
verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman
değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Hiç yalan söylememeli. Haksızlık
yapmamalı.
Yola
tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi, ayıplanmaktan korktuğu için değil, insanları sevdiği için yapmalı.
En
büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de
gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal
gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha
yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır. Korku kültürünün
yerini sevgi kültürünün alması gerekiyor.
Evrensel
değer olarak, gördüğümüz sevgi ve gelişme için çevremize bakıp, bir
değerlendirme yapmaya çalışsak nasıl bir sonuca varırız? Her halde, sevgi
kültürünün etkin olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü herkes birbirini korkutmaya
çalışıyor. Devlet yurttaşı korkutarak, yaptıracağını yaptırmak isterken, öğretmen öğrencisini, adam karısını, kadın çocuğunu korkutarak
amacına ulaşmaya çalışıyor. Korku kültürü hakim durumda. Böyle olmasaydı.
“Kızını dövmeyen dizini döver”, “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter.”, “Kadının
karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”denilir miydi? İşkence
olur muydu? Sokak ortasında, insanlar birbirinin gözünü patlatıp, ördürür müydü?
Gencecik çocuklar ceplerinde silah ve bıçaklarla gezer miydi? Evet, ülkemizde korku kültürü hakim durumda.
Korkunun yerini sevgi almadıkça, yaşam hiç birimize anlamlı ve coşkulu
gelmeyecektir.
Yaşamayı
seviyor muyuz? Kendimizi, kentimizi, ülkemizi, dünyayı seviyor muyuz?
Karşılıksız sevmeyi biliyor muyuz?
Yüreğimizi kin ve nefretten
arındırabiliyor muyuz? Bu
soruları kendi kendimize sorduğumuzda, yanıtların pek olumlu olabileceğini
düşünemiyorum. Yanıtlarımız olumlu olsaydı. Sevgi, barış, kardeşlik,
işbirliği ve dayanışma olurdu. Herkes
birbirinin gözünü oymak için fırsat kollamazdı. Herkes birbirinin kuyusunu
kazmazdı. Herkes işini bir yana bırakıp sabah akşam dedikodu yapmazdı.
Sevgi
ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu
değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa
yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki.
Mustafa PALA