Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

27 Aralık 2017 Çarşamba

DEĞİŞİMİN ÖNÜNDEYİZ


Yılın son günlerinde yapmamız gereken “Biz nerede hata yaptık?” sorusuna yanıt aramak olmalıdır.

Bazı insanlar değişimin önünde, ama nasıl biliyor musunuz?  Değişimi hızlandırmak için öncü olarak değil, değişimin hızını kesmek için engel olarak önünde...

“Taş devrine, taş bittiği için değil, kafalar değiştiği ve geliştiği için son verildi” Kafalar değişmeseydi ve gelişmeseydi ne taş biterdi ne de taş devri. İyi mi olurdu kötü mü olurdu bilemiyorum. Ancak, bu kadar çok sorunumuz olmazdı. Nehirlerimiz ve denizlerimiz kirlenmezdi, ozon tabakası da hiç delinmezdi. Yaşamı kolaylaştıran buluşlarda olmazdı ama hava, su, toprak kirlenmesinin getirdiği hastalıklar da olmazdı. Doğal olarak atom bombası da olmazdı. Kimyasal silahlarda olmazdı. Büyük savaşlarda olmazdı. Ancak değişim gerekli. İyiye güzele doğru değişim gerekli.

Kafayı değiştirmeden hiçbir şeyin değişmediği, değişim olsa da bunun algılanmadığı biliniyor. Kafasını değiştiremeyenler değişime de engel oluyorlar. Değişimin hızını kesiyorlar.

Çok yazdım çok söyledim. En büyük kusurumuz: Sorunlarla yaşamaya hemen kolayca alışıvermek. Her yıl, hatta her gün aynı filmi, bir Kemal Sunal filmi gibi bıkmadan usanmadan gülümseyerek izlemek. Sorunlar, alıştığımız bir giysi, kirli bir gömlek gibi üstümüzde duruyor, rahatsızlık belirtisi göstermiyoruz, sırtımızdan çıkarıp atmıyoruz.

2017 yılını da geride bırakıyoruz. Yıl içinde kriz alttan alta yokladı. Belli sıkıştırmalar oldu ancak, tansiyonumuzun yükseldiği anlar oldu. Hemen ardından böbreğimizden taş aldırmak zorunda kaldık. Neyse gelen sıkıntıları sorunsuz aşmayı başardık. Anlayacağınız 2017 yılını olaylı geçirdik. Sıkıntılarımız yok değil,  bir bölümü ister istemez 2018’e de taşınacak. Dileriz bizi yönetenler ve biz hepimiz, 2017’nin son günlerinde,  yaptıklarımızı yapamadıklarımızı ve yapacaklarımızı serin kanlılıkla yeni baştan bir düşünürüz. Buna gerçekten ihtiyacımız var.

Hepimiz, kendimize “Ben nerede hata yaptım?” sorusunu mutlaka sormalıyız. Bu sorunun yanıtını mutlaka hepimiz bulmalıyız. Aslında da grup grup toplanıp “Biz nerede hata yaptık?” sorusunun yanıtını bulmaya çalışmalıyız. İnanın çok yararlı olacaktır. Bunu her düzeyde yapmalıyız.

Ülkenin her yerinde, her kentinde, her evinde yapmalıyız bunu. Ankara’da  bizi yönetenlerde yapmalı. Manisa’da ki yöneticiler de. Herkes “Ben nerede hata yaptım?” sorusunu kendine sormalı. “Kimse ayranım ekşi demez” demeyin. Ayranımız ekşiyse tatlı diyerek bir yere varamayacağımızı öğrenmek için daha da geç kalmamalıyız.

Değişimin önünde olmalıyız. Ama nasıl?  Elbet, değişimin isteklisi, destekçisi ve değişimin öncüsü olarak önünde olmalıyız. Atın arabanın önünde olduğu gibi olmalıyız. Atı arabanın ardına koşamazsınız. Değişimin önünde dursanız da uzun süre kalamazsınız. Değişim zorluyor. Dileriz tüm değişimler, ülkemizin, dünyamızın ve tüm insanlığın yararına olur.



21 Aralık 2017 Perşembe

21 ARALIK DÜNYA KOOPERATİFÇİLİK GÜNÜ KUTLU OLSUN


KOOPERATİFLER SADECE KALKINMANIN DEĞİL DAYANIŞMANIN VE TOPLUMSAL BARIŞIN DA GÜVENCESİDİRLER. ÜLKEMİZDE KOOPERATİFÇİLİĞİN DEĞERİ YETERİNCE ANLAŞILAMADI

1975 yılından bu yana aralıksız 42 yıldır kooperatifçilik yapıyorum. Ülkemizde, kooperatiflerin değeri yeterince anlaşılamadı. Kentsel ve kırsal kalkınmaya büyük katkı sağlayacak olan kooperatiflere destek olunmuyor. Birçok kooperatif ayakta kalma mücadelesi veriyor. Kooperatiflerin çoğu isim olarak var cisim olarak yok.

KOOPERATİFLER ALTIN DÖNEMİNİ ATATÜRK’ÜN SAĞLIĞINDA YAŞADI

Ülkemizde kooperatifçilik hareketi “altın dönemini” Atatürk’ün sağlığında yaşamıştır. Atatürk’ten sonra hiçbir kamu yöneticisi kooperatifçiliğe Atatürk kadar sahip çıkıp destek olmamıştır. Ecevit döneminde de özellikle kırsal kooperatifçiliğin gelişmesi için çalışmalar yapılmış ancak başlayan çalışmalar sürdürülememiştir. Bugün kırsal ve kentsel alanda çekilen sıkıntıların bir nedeni de kooperatifçiliğe yeterli desteğin sağlanmamasıdır.

GELİŞMİŞ ÜLKELERİN TÜMÜNDE KOOPERATİFLER EKONOMİNİN TEMELİNİ OLUŞTURURLAR

21 Aralık 1844 tarihinde Dünya Kooperatifçilik hareketine öncülük eden ilk tüketim kooperatifinin İngiltere’de 28 dokuma işçisince kuruluşundan bu yana 173 yıl geçmiştir. Bir buçuk asırdır, kooperatif hareketi o denli gelişmiştir ki, bugün Uluslararası Kooperatifler Birliği (ICA) yaklaşık 90 ülkede 207 ulusal 9 uluslararası örgütü, 700 milyona yakın insanı çatısı altında toplayan en güçlü sivil toplum örgütüdür.
Amerika’da kırsal kesimde elektrik dağıtımının % 90’ı kooperatifler eliyle yapılıyor. Tarımda gelişen birçok ülkede örneğin Hollanda’da, İsrail’de kooperatifçilikten yararlanılıyor. İspanya’da sanayi kooperatifleri çok gelişmiş durumda.
Ülkemizde cumhuriyetin ilk yıllarında büyük önder Atatürk kooperatifçiliği desteklemiş, bu nedenle de Atatürk’ün yaşadığı yıllarda kooperatifçilik Altın Dönemi’ni yaşamıştır. Atatürk’ün zamansız ölümünden sonra “gümüş ve bronz dönemleri” hızla geçmiş, kooperatifçilik destekleneceği yerde kösteklenmiştir. Kırk yıldır kooperatifçilik yapan bir kişi olarak, şimdi üzülerek belirtmeliyim ki, kooperatifçiliğe gelişmesi için verilmesi gereken destek verilmiyor. Bugün kooperatiflerin tümü, kırsal ve kentsel kesimde ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Var olduğu söylenen birçok kooperatifte ismen var cismen yok gibidir.

BAKANLIKLAR VE İLGİLİ BİRİMLER ARASINDA KOORDİNASYON YOK

Kooperatiflerle Tarım Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Çevre Şehircilik Bakanlığı ve sayısız Genel Müdürlük ilgileniyor. Birbirleri arasında eşgüdüm yok. Kooperatifler için gerekli olan bir bakanlık ve bir banka kurulamadı. Kooperatiflerin bir bankasının olmayışı gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Çalışmalarını Türkiye’nin yardımıyla sürdüren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kooperatifler Merkez Bankası varken ülkemizde olmaması hem üzücü hem de düşündürücüdür.
21 Aralık Dünya Kooperatifçilik gününde Atatürk’ü saygıyla anarak, kooperatifçiliğe yaptığı büyük katkıları anımsamalıyız. Atatürk’ün kooperatifçilikle ilgisi cumhuriyetin kuruluşundan önceye rastlamaktadır. Nitekim 1920’de TBMM’ne sunulan Kooperatif Şirketler kanunu tasarısında Meclis başkanı olarak M. Kemal’in de imzası vardır. 1925 yılında Atatürk’ün Tüketim Kooperatifçiliği ile özel olarak ilgilendiği 24 Mart 1925 tarih 586 sayılı yasa ile Ankara’daki memurlara maaşlarının yarısı kadar ikramiye verilmesi, bunun da Ankara Memurlar Tüketim Kooperatifine anapara olarak yatırılması uygun görülmüştür. 1929’da Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu çıkarılmıştır. 1931 yılında Türk Kooperatifçilik Cemiyeti kurulmuştur. 1935 yılında Tarım Kredi ve Tarım Satış Kooperatifleri yasaları çıkarılmıştır. 1936 yılında Atatürk’ün bir numaralı ortağı olduğu Tekir Tarım Kredi Kooperatifi kurulmuştur. Kooperatifçiliğe yönelik her girişim Atatürk’ün önderliğinde, Atatürk’ün direktifiyle başlatılmıştır.

SİYASETÇİLERİMİZİN NE DİLİNDE NE DE GÖNLÜNDE KOOPERATİFÇİLİK YOK

Şimdi kooperatifçiliği sözcük olarak bile kullanmayan siyasetçilerimiz var. Kooperatifçiliği sözcük olarak bile kullanmayan iktidar ve muhalefet partilerindeki siyasetçilerimizden, kooperatiflerin bir bakanlıkta toplanmasını, kooperatiflerin finansman ihtiyacının karşılanması için Kooperatifler bankasının kurulmasını istemenin bir anlamı var mı bilemiyorum. Ancak kooperatiflerin tüm iş ve işlemleri kooperatifler bakanlığında yürütülürse ve bir de bankası olursa, ülkemizin kalkınmasına kırsal ve kentsel kesimde birçok sorunun çözümlenmesine kooperatiflerin büyük katkısı olacağından kimsenin kuşkusu olmasın.
Kooperatifler, ulusal ve evrensel barışı, dayanışma ve demokrasiyi güçlendirir. Kooperatifçiliğin toplumun güçsüz kesimleri için umut ışığı olabilmesi merkezi ve yerel yönetimlerin kooperatifleri desteklemesiyle mümkündür. Ancak tüm sivil toplum örgütlerine olduğu gibi kooperatiflere de kuşkuyla bakılıyor. Destek olması gerekenler köstek oluyor. Ancak sivil toplumun güçlenmesi ile engeller kolayca aşılacak, güçlenen sivil toplum içinde kooperatifler yerini alacaktır. Özellikle Avrupa Birliği ile görüşmelerin ilerlemesi ile merkezi ve yerel yönetimler kooperatiflerin üstüne eskisi kadar rahat gidemeyecekler, destek vermeseler de engel olamayacaklardır.
İnsan soyu yaşadıkça, işbirliği ve dayanışma olacak. İşbirliği ve dayanışmanın olduğu ortamlarda da kooperatifçilik gelişip güçlenecektir. Bugün kooperatiflere karşı çıkanlar köstek olanlar hep unutulup gidecek, ama kooperatifçiliğe destek veren Atatürk’ün adı ve anısı hep yaşayacak, önümüzü aydınlatacaktır.

Sayıları giderek azalan kooperatiflerde ayakta kalma mücadelesi veren tüm kooperatifçilerimizin kooperatifçiler günü kutlu olsun...



19 Aralık 2017 Salı

OLUMLU DÜŞÜNMEK


Ne yazmalıyım diye düşünürken, önce Kudüs üzerine yazayım dedim. Sonra, yazacak çok şeyin olmadığını gördüm. Birkaç cümle yazabilirim sadece.
Kudüs dünyanın hoşgörü ve barış merkezi olmalı. Farklı inançların ve kültürlerin bir arada insan olma temelinde barış kardeşlik ve hoşgörü içinde yaşayabileceklerini Kudüs’te göstermeliler. Savaş baronları ve çığırtkanları Kudüs’ten elini çekmeli. Benim dileğim bu. Bu güzel dilek tüm insanlığın dileği olarak dile getirilmeli. Her konuda olduğu gibi Kudüs konusunda da olumlu düşünmek gerek.

Bilinçaltınızı olumlu bir yapıya kavuşturmanın yolu, öncelikle konuşmalarınızın içinde bulunan, olumsuzluk taşıyan küçük büyük tüm ifadeleri ayıklamaktır.

Konuşmalarımızdaki kullandığımız olumsuz sözcükler ve bu sırada aklımızdan geçen olumsuz düşünceler tek başlarına zararsız bile görünseler, bir zaman sonra bilinçaltımızda son derece zararlı etkilere yol açıyorlar. Bu sözcükleri kullanırken geriliyoruz. Olumsuz tutum alarak saldırganlaşıyoruz.
Siz değişirken, çevrenizde üzülmek için fırsat kollayan devamlı üzülen, olumsuz insanların bu huylarını değiştirmeye uğraşın. Bir insan nasıl düşünürse öyle yaşar. Üzüntü, sağlıksız ve yıkıcı bir zihinsel alışkanlık, bir hastalıktır. Üzüntü parça parça yok edilir. Bunun için önce küçük şeylere üzülmeyi bırakınız. Konuşmalarınızdan üzüntü ve korku belirten kelimeleri çıkarınız. “Ben yapamam” cümlesi bir hastalık belirtisidir. Daima ben başarırım, ben yaparım deyin. Günde 20 kez ben yaparım, ben başarırım diye tekrarlayın. İleride otomatik olarak böyle düşünmeye başlayacaksınız. “Yapamam” demeyin. Eğer sürekli olarak yokları düşünürseniz varlara ulaşamazsınız. Eğer gerçekçiyim diye övünüyorsanız ve gerçekçiliğiniz sizi karamsar yapıyorsa siz gerçekçi değil karamsarsınız. Mutlu olmanın mümkün olabileceğini düşünün. Coşkulu yaşayın. Dinlediğiniz iç karartan şarkıları değiştirin. Çevrenizdeki olumsuz insanlardan uzaklaşın.

İşin başlangıcı kendinizle barışık olmaktır. Hiçbir şeye canınızı sıkmayın. Bir sandalyeye dik olarak oturun. Rüzgarın hızla estiğini düşünün. Bütün olumsuz duygularınızı tek tek rüzgara bırakın ve rüzgarın alıp gittiğini düşünün. İsterseniz olumsuz düşüncelerini dipsiz bir kuyuya ya da hızla akan bir nehre atabilirsiniz…

En azından 15 dakika boyunca içinizdeki nehre yoğunlaşınız. Bütün kötü olumsuz duyguları korkuları içinizdeki nehre atıp akıp gitmesini sağlayınız. Bedensel olarak duyduğunuz duyumlar nehirden akıp gitsin Düşüncelerin gelip yanınızdan adeta bir tren gibi geçmesine yardımcı olun. Mümkünse hiç bir şey düşünmeyin. Hiçbir şeye karşı koymayın. Bütün kötü düşünceler sizi yalayıp gitsin. Akan suya baraj olmayın. Yollayın gitsin, aksın gönlünce. Duran su kokar, hastalık yapar. Bentleri kaldırın.

Bunu günün her anı yapmaya gayret ediniz. Kendinize karşı durmayın. Bunları yaparken uyuklamayın vücudunuzu bilinçli şekilde hissedin. Ben size meditasyon yapmanızı da öneririm. Araştırın öğrenin ve günde iki kez 15-20 dakika meditasyon yapın.

Vücudunuz sizin mutlu ve huzurlu yaşadığınız evinizdir. Evinizi çöp eve dönüştürmeyin. Olumlu işler başarmak mutlu yaşamak istiyorsanız, olumlu düşünmeyi öğrenin. Olumlu düşünürseniz ömrünüz uzar, sevenleriniz çoğalır mutlu olursunuz…



7 Aralık 2017 Perşembe

BAĞLILIKLAR ZAYIFLIYOR


Bağlılıkların zayıflaması pek üzerinde durmadığımız, farkında olmadığımız bir gelişme. Evet bağlılıklar zayıflıyor. Mekana, kişiye, topluma, işe, aileye bağlılıklar giderek zayıflıyor.

Kişilere bağlılığın zayıflamasını, bekarlığı tercih edenlerin çoğalması, ayrı yaşama isteklerinin artması, ailelerin küçülmesi olarak görüyoruz. Mekana bağlılığın zayıflaması, iç ve dış göçler olarak çıkıyor karşımıza. “Doğduğumuz yer, doyduğumuz yer” olmuyor artık.

Bağlılık aşiretlere ve inanç temelli örgütlenmelere karşıda giderek azalıyor. Siyasi partilere karşıda azalıyor bağlılıklar. Bir önceki seçimde alınan oylar bir sonraki seçimde alınmayabiliyor. Bağlılığın azalmasını iyi bir gelişme olarak görenler de var, kötü olarak değerlendirenler de. Ben iyi bir gelişme olarak görüyorum. Bağlılıkların azalması benim için özgürleşme anlamı taşıyor. Bağlılıklar azaldıkça özgür bireyler olma yolunda ilerlemiş oluyoruz. Bu gerçeği görüp, buna göre planlama yapanlar da var. Bu gerçeğin farkında olmayanlar da var. Bu gerçeği göremeyen, politikacıların sayısı oldukça fazla.

Bağlılıkların azalmasını disiplinsizlik olarak da değerlendirmemek gerekir. Özgür olmak, aydın olmakla eş anlamlıdır bence. Aydın insan eleştiren ve bağlılıklarını sürekli denetleyen insandır. İnsanların değişmeyeceğini sürekli bağlı kalacaklarını sananlar önümüzdeki seçimlerde bunun böyle olmadığını seçimlerde çarpıcı biçimde gördüler. Hiçbir kimse, hiçbir parti, geçtiğimiz seçimlerde aldıklarını garanti görmemeli. Hani “köprülerin altından çok sular aktı” derler ya. Onlarda insanların bağlılıklarının azaldığını görmelidirler. Onun için siyasi partilerin çok çalışması gerekiyor. Oy oranları çalışmalara göre değişecektir bundan hiçbir kimsenin kuşkusu olmasın. Kimsede kendisini bulunmaz sanmasın. Mezarlıklar kendini bulunmaz sananlarla dolu. Bunu da kimse unutmasın. Değişiyoruz, gelişiyoruz, özgürleşiyoruz, onun için bağımlılıklarımız azalıyor. Kimileri bağımlılıkların zayıflamasını “döneklik” olarak, kimileri “zayıflık” olarak, kimileri “kararsızlık” olarak değerlendirecek ve değişenleri suçlayacaklardır. Çağımızda suçlanması gereken, bağlılıklarını sürdürenler, değişmemekte direnenlerdir.

Bugün için bağlı olduklarımız, bugün için anlam taşır. Koşullar değişince, bağlılıklarda değişebilir. Aslında zaman zaman alayla karışık olarak gündeme getirdiğimiz “dün dündür” sözü aslında gerçeğin ta kendisidir. Gerçekten dün kendi koşulları ve kendi doğruları içinde dündür. Eğer, bağlılıklarımız sürecekse, bunun gelişmenin önünde engel oluşturduğunu gecikmeden görürüz. Bağlıkların değişmesi de küreselleşme gibi bir olgu. “Küreselleşmeye karşıyım” diyen bir dostumu, “bende depreme karşıyım” şeklinde yanıtlamıştım. Verdiğim yanıt çok hoşuma gittiğinden sürekli yineleyip duruyorum. Görevimiz karşı olduğumuzu söylemekle yetinmek olmamalı. Görevimiz karşı olduklarımıza karşı önlem almak olmalı. Evet, bağlılıkların azalması da bir olgu.


Her şeye karşı bağlılıklarımız azalırken, yeter ki, yaşama karşı bağlılığımız azalmasın. Yaşama dört elle bağlanan özgür insanlar olmak dışında bağlılığım yok benim. Bunun için de çok mutluyum. Ah birde insanlara karşı kendimi borçlu görme bağlılığından kurtulabilsem...



ETİK VE ESTETİK ÇÖKÜNTÜ


Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? "Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek" sözü neden söylenmiş.


Niye, yaşadığımız toplumdan çok sayıda, her konuda adını duyuran çağdaş dünyada da ilgi uyandıracak yapıtlar üreten sanatçılar, buluşlar yapan bilim adamları, sporcular çıkamıyor, çıkanlara sahip çıkılmıyor diye düşünüyorum. Benim düşündüğümü birçok kişinin de düşündüğünü ancak, soruya inandırıcı akılcı bir yanıt bulunamadığını biliyoruz. Çoğunluk sorunu ezbere dayanan eğitim sisteminde görüyor. Eğitim şart diyenlerin sayısı artıyor.

Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? "Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek" sözü neden söylenmiş. Eksikliklere, aksaklıklara kolayca alışıveren bir yapımız var. Tüm bunların nedenini acaba kadercilikte mi aramamız gerekecek. “E ne olmuş?” deyip çıkıveriyoruz işin içinden. Aslında zekamıza diyecek yok! Sorun sanırım tembelliğimizde. Zekiyiz ama tembeliz.

Bu aralar "kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor" cümlesini çok kullanıyorum. Çok kullanışımın nedeni, duyduğum rahatsızlık. Kentlerdeki çirkinlikler beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız edenin birçok kişiyi rahatsız etmemesine üzülüyorum. Bunca yolsuzluk beni rahatsız ediyor.. Beni rahatsız ettiği kadar, hepimizi etse, sorunun çözümleneceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Ancak “Bal tutan parmağını yalar” cümlesini sık kullanan bir toplumun yolsuzluklardan rahatsızlık duyduğunu söylemek pek kolay olmuyor.

Olumsuzluklara alışıveriyoruz hemen. Belli bir zaman dilimi içinde, belli girdileri kullanarak ve belli bir hızda çalışarak, yapabileceğimiz bir işi, güzel yapmak varken, kötü yapıp, “idare eder” diyerek, kabullendirmeye çalışmayı anlayamıyorum. Hele zamana karşı yarışılıyorsa, kötü ürünü, iyi gibi görmek ve göstermek boynumuzun borcu oluyor. Estetik erozyonun nedeni bu gibi geliyor bana.

Çok güzel binaların yanında, çok çirkinleri de var. Bakarsanız iki binaya da harcanan paranın farklı olmadığını görürsünüz. Birçok binaya bakarım, bu kadar çok para, bu kadar çok emekle böyle bir çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar diye şaşırmaktan kendimi alamam. Gerçekten bunca çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum.

Güzel bir gazete ile kötü bir gazete için harcanan emek, zaman ve paranın pek farklı olmadığını biliyorum. Herhangi bir kişi, bakıyorsunuz daha az zaman, daha az emek harcayarak benzerlerinden daha güzel bir yapıt koyabiliyor ortaya.  Bir ressam içinde durum aynı, aynı tuval, aynı boya, ancak sonuç aynı değil. Burada önemli olan, insan, eğitilmiş insan, estetik yönü gelişkin insan.

Estetik önemli dediğinizde, “önemsiz” diyen mi var?” diyorlar.  Önemliyse, her önemli konu gibi önemine yaraşır özen ister. Hele kentleşmede,  hele yayıncılıkta, gazete çıkarmada, televizyonculuk yapmada bu özen işine daha büyük önem vermek gerekir.

“Ufacık ayrıntı” deyip geçiştiremeyiz işi. Ufacık ayrıntı deyip, görmezlikten gelirsek, devamında gelen ayrıntıları da “ufacık” deyip geçiştirmeye başlarız ki, işte bu estetik erozyonun başlangıcı olur.

Bildiğimiz toprak erozyonunu sık sık gündeme getirip, yeterli olmasa da belli önlemleri almaya çalışıyoruz da, etik ve estetik erozyonunu görmüyoruz bile. Hele estetik erozyonunun varlığından bile haberimiz yok.

Etik ve estetik erozyonla mücadele etmeden, mutlu insan, mutlu toplum yaratamayız. Ne işbirliğini nede dayanışmayı güçlendirebiliriz. Etik ve estetik erozyonunu önlemezsek demokrasiyi de işletemeyiz. Etik ve estetik çöküntü devam ederse giderek ilkelleşiriz. Eller aya giderken biz yaya kalırız…

Etik ve estetik ayrılmaz ikizlerdir. Biri kötüyse diğeri iyi olamaz. Etik ve estetik değerleri yüksek insanlar yetiştirmek için, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemek şart…



 
back to top