Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

27 Aralık 2013 Cuma

Belediye Memurları

Belediye Başkanını “Vezir” de eden “Rezil” de eden, belediyenin çalışanlarıdır… 
Memur yapısı gereği “hayır” demeye eğilimlidir.  “Hayır” dedi mi, sorumluluk yüklenmemiş, iş yapmamış olur. Memur “hayır” demeye eğilimlidir ama yurttaş (seçmen) kendisine hayır denilmesinden hiç hoşlanmaz ve faturayı hayır diyen memura değil başkana keser…

Yurttaş kendisine “mazeret üretilmesin marifet gösterilsin” ister.
Mevzuatımızı memurlar hazırladığı için, mevzuatın içinde “hayır” demenin ipuçlarını kolayca bulabilirler.  Eğer içinden “evet” demek geçiyorsa, onun da ipuçları vardır aynı mevzuat içinde. Önemli olan niyet, hayır diyeceksen de evet diyeceksen de mevzuatın içinde uygun bir cümle bulursun.


Her belediye memurunun gönlünde yatan bir başkan adayı vardır aslında. Çalışmasını gönlüne yatan aslana göre programlar memurlar. Bu aslan mevcut başkan değilse, işi yavaşlatır. Yavaşlattığını da gönlünde yatan aslana hissettirir. Bilgi uçurur belge uçurur, adamlarına şirin görünür.

Aday olan mevcut başkanların işi kolay gibi görünse de aslında, diğer adaylardan daha zordur.  Eğer seçimin sonucunu mevcut başkan ”banko seçilir” olarak görüyorlarsa, tüm memurlar canavar kesilir. Seçimden azıcık kuşkuları varsa, izin almalar, rapor almalar, “hayır” demeler, “ takoz koymalar”  çoğalır. 

Aslında, tüm uygar ülkelerde yapılacak işlerin tümü açık ve anlaşılır biçimde tanımlandığından, memurun “hayır” demesi, sorumluluktan kaçması söz konusu olmaz. İş yaptırmak için torpil aranması, geri kalmış toplumlarda olur genellikle…

Memurumuz, neden “hayır” dediğini öyle güzel anlatır ki, sizin bile inanasınız gelir…
Ülkemizde, iş yapmayan memurun cezalandırıldığını gördünüz mü hiç?  Yanlış yapan cezalandırılır ama yapmayan hiç cezalandırılmaz.  “Salla başı al maaşı” sözü boşuna söylenmemiştir.

Belediyelerde “İsteğin yerine getiremiyoruz” denildiğinde,  boynunu büküp ayrılanların sayısı giderek azalıyor.  Yurttaş “neden” demeyi, yargıya gitmeyi öğrendi artık. Yurttaş hak aramayı biliyor. Memurun her dediğinin doğru olmadığını bilenlerin sayısı giderek artıyor. Ve bunlar akıllı seçmen sayılıyor. Kimi iş yapar,  kim sözünü memura dinletir, kim memurun sözünden çıkmaz bunu iyi biliyor.


Memur “hayır” derken, işe takoz koyarken, yönetici ona “evet” demeyi öğretendir.  İyi başkan memurun yönetimine giren değil, memurlarını yönetendir.  Bu nedenle, her başkanın ve her adayın mutlaka işi iyi bilen danışmanları olmalıdır. Olmalıdır ki, söz söylerken ve iş yaparken hata yapmasınlar. Başkanlık işi kadro işidir. İyi kadron varsa başarılı olursun, yoksa,  yoksa ne olursun? Cevap kısa, yok olursun.

Hiçbir yurttaş işim yapılmadı diye, işini yapmayan memura kızamaz, çünkü onun amiri değildir, maaşını veren değildir. Ancak, işi yapılmayan yurttaş belediye başkanına kızar, basın toplantısı yapar, dava açar ve oy vermez, kendisi oy vermeyeceği gibi, çevresinin de oy vermemesi için çalışır. Memurun güler yüzlüsü, evet demeyi bileni iş göreni, başkanın yüzünü güldürür. Benden söylemesi…

Mustafa PALA
27.12.2013

18 Aralık 2013 Çarşamba

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü


Birleşmiş Milletler tarafından 2012 yılının “Uluslararası Kooperatifler Yılı” ilan edilmesinin ardından, T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Türkiye Koop’un katılımıyla “Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı” hazırlandı. T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü tarafından bastırılıp dağıtılan Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planını birkaç kez okudum. İsterdim ki bu kitap daha çok bastırılsın, tüm bakanlıklara tüm ilgili kurum ve kuruluşlara tüm kooperatiflere dağıtılsın. Ancak, gördüm ki, bu güzel plandan, planı hazırlayan bakanlıkların dışındaki diğer bakanlıkların ilgili kurum ve kuruluşların haberi yok. Bunu planın başarısını olumsuz etkileyecek bir eksiklik olarak görmeli plan yeniden çoğaltarak dağıtılmalı ve illerimizde Kooperatifçilik Çalıştayları düzenlenmelidir

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü ülkemizde nasıl kutlanacak merak ediyorum. Başbakanın, ilgili Bakanların, Parti Liderlerinin konuya ilişkin açıklamaları olacak mı bakalım.

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü’nde, kooperatifleri unutanlara, kooperatifler olmadan, yoksulluğu aşmanın, gelir dağılımında adaleti sağlamanın, konut üretmenin ve sağlıklı kentler kurmanın mümkün olmadığını hatırlatıyor ve gelişmiş ülkelerin kooperatifçilikten nasıl yararlandıklarını araştırıp görmelerini diliyorum. Dünyanın gelişmiş ülkelerine baktığımızda Dünya yiyecek üretiminin 1/3’ü kooperatifler tarafından üretildiğini görürüz. İspanya ve İtalya yiyecek üretiminin % 50’sini, Hollanda ise % 83’ünü kooperatifler aracılığı ile yapıyor. İspanya’da sanayi kooperatifleri başarılı çalışmalar sergiliyor. Amerika’da kırsal kesimde elektrik dağıtımının % 90’ı kooperatifler eliyle yapılıyor.  Gelişen ülkelerin tümü kooperatifçilikten yararlanırken, biz neden yeterince yararlanamıyoruz diye düşünüyorum.

21 Aralık 1844 tarihinde, Dünya Kooperatifçilik hareketine öncülük eden ilk tüketim kooperatifinin İngiltere’de 28 dokuma işçisince kuruluşundan bu yana 169 yıl geçmiştir. Kooperatifçiliği etkili bir araç olarak gören ve kullanan ülkelerde kooperatifçilik o denli gelişmiştir ki, bugün Uluslararası Kooperatifler Birliği (ICA) yaklaşık 90 ülkede, 207 ulusal, 9 uluslararası örgütü, 1 milyara  yakın insanı çatısı altında toplayan en güçlü sivil toplum örgütü durumuna gelmiştir.

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü’nde Atatürk’ü saygıyla anarak, kooperatifçiliğe yaptığı büyük katkıları da anımsamalıyız. Atatürk’ün kooperatifçilikle ilgisi, Cumhuriyetin kuruluşundan önceye rastlamaktadır. Nitekim 1920’de TBMM’ne sunulan Kooperatif Şirketler Kanunu Tasarısı’nda Meclis Başkanı olarak M.Kemal’in de imzası vardır. 1925 yılında Atatürk’ün Tüketim Kooperatifçiliği ile özel olarak ilgilendiği 24 Mart 1925 tarih, 586 sayılı yasa ile Ankara’daki memurlara maaşlarının yarısı kadar ikramiye verilmesi, bunun da Ankara Memurlar Tüketim Kooperatifi’ne anapara olarak yatırılması uygun görülmüştür. 1929’da Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu çıkarılmıştır. 1931 yılında Türk Kooperatifçilik Cemiyeti kurulmuştur. 1935 yılında Tarım Kredi ve Tarım Satış Kooperatifleri yasaları çıkarılmıştır. 1936 yılında Atatürk’ün bir numaralı ortağı olduğu Tekir Tarım Kredi Kooperatifi kurulmuştur. Kooperatifçiliğe yönelik her girişim Atatürk’ün önderliğinde Atatürk’ün direktifiyle başlatılmıştır. Atatürk’ten sonra hiç bir kamu yöneticisi kooperatifçiliğe Atatürk kadar sahip çıkmamıştır. Kırsal ve kentsel alanda çekilen sıkıntıların bir nedeni de kooperatifçiliğe yeterli desteğin sağlanmamasıdır.

Bugün kooperatiflerin tümü, kırsal ve kentsel kesimde ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Var olduğu söylenen birçok kooperatif de, ismen var cismen yok gibidir Kooperatifler etkili demokrasi okullarıdır. İnsanlarımız kooperatiflerle ürünlerini değerlendirirken, konut edinirken, birlikte iş görme alışkanlığı da edinmektedirler. Kooperatiflerle hem demokrasi gelişir hem de barış kardeşlik ve dayanışma güçlenir.

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günümüz Kutlu Olsun…


Mustafa PALA
18.12.2013




13 Aralık 2013 Cuma

Belediye Başkanı



Bedeni ile çalışana İŞÇİ, bedeni ve beyni ile çalışana USTA denir.
Bedeni beyni ve yüreği ile çalışana da BELEDİYE BAŞKANI denir.
Belediye başkanı işçidir, ustadır ve sanatçıdır.  Sanatçı belediye başkanı kenti sanat eserine dönüştürür.
Belediye başkanı için yüzlerce tanım yapılabilir. Yapılan tanımlar, belediye başkanına, tanımı yapan seçmene ve seçmenin beklentilerine göre değişmektedir.

Belediye başkanı elli-altmış bilemedin yüz bin daireli kent apartmanının yöneticisidir de denilebilir. Başkandan beklenen apartman yöneticisinden beklenendir öncelikle.  Apartman temiz olsun bakımlı olsun, asansörü çalışsın, altyapısında sorunlar yaşanmasın istenir ya, kent için de istenenler aynıdır. Kent temiz bakımlı güzel olsun, sorunlar yaşanmasın istenir.

Belediye başkanı kendini şehzade gibi görmesin, sultanlık beklentisi içinde olmasın, seçilmiş kral sanmasın yeter.  Başkana kolay ulaşılabilse, kimse işi görülsün diye adamını bulmak için zaman ve çaba harcamasa, caddelere fotoğraflarını asması yerine caddelerde sokaklarda kendi dolaşsa, dolaşırken çevresinde korumalar değil yurttaşlar olsa, daha güzel olmaz mı olur elbet. Hatta gidip bazı günler kahvede arkadaşlarıyla pişti oynasa, öyle başkana “halk adamı” da denilir ve mutlaka çok sevilir. 



Başkan parkları bahçeleri düzenlese güzel anıtlar ve heykellerle donatsa, öyle başkana “sanatçı başkan” denir.  Öyle başkanlar kentlerini Marka Kent yaparlar.
Adaylar programlarını açıklayacaklar seçimler öncesinde. Programın altındaki ya da üstündeki adlarını değiştirin, inanın hiç yadırgamazsınız. Çünkü hepsi de benzer şeyler söyleyecek, sorunlara benzer çözümler önerecektir. Kuşkusuz seçmen söylenenden çok söyleyene bakacaktır.  Söyleyen söylediklerini yapabilecek bir kişimi onu değerlendirecektir.  Bazılarında söylem güzeldir de, eylem kuşkuludur.  Başkanın eylemi söylemiyle tutarlı olmalıdır. Yapılmayacak işi dünya üstüne çullansa yapmamalı, yapılacak işi herkes önüne dikilse yine yapmalı. Başkan dediğin yürekli olmalı…



Açıklık doğruluğun gereğidir. Gizlilik kuşku yaratır. Kuşku gelişmeyi önler. Başkan açıklığa önem vermelidir. Başkanın kapısı da zihni gibi açık olmalıdır. Başkan katılım olmadan atılım olmayacağının bilmelidir. Başkan düşünmeli, düşündüğünü anlatabilmeli. Projeye dönüştürüp uygulayabilmeli.


Başkan aslında, çok sesli bir orkestrayı yöneten şef olmalı.  Başkan çok sesliliğin uyumunu sağlayabilmeli. Çok sesliliğin uyumu, işte bu demokrasinin olmazsa olmazıdır. Çok sesliliğin uyumunu sağlayabilen başkanın önerileri genellikle oy çokluğu ile değil, oy birliği ile karar dönüştürülür meclislerde.  Başkanın ağırlığı var denir.  Ağırlıkla saygınlık birlikte gelişir. Başkan saygın olmalıdır. Saygı gören aynı zamanda sevgi de görür.

Hem kolay iş belediye başkanlığı hem de çok zor iş.  Yasalara uyacaksın bu bir. Kenti halkla birlikte yöneteceksin bu iki. Kendini seçilmiş kral gibi görmeyeceksin, halka tepeden bakmayacaksın, kendini halktan biri sayacaksın bu üç. Haktan adaletten hukuktan ayrılmayacaksın herkese hakça davranacaksın, halktan kopmayacaksın o zaman başkanlık kolay ve keyifli olur…

Hadi hayırlısı, dilerim yukarıda tanımlamaya çalıştığım başkanlar görür kentlerimiz…



Mustafa PALA
13.12.2013

6 Aralık 2013 Cuma

Sevgi Kültürü



Sevmek, dünyanın en zor işi olsa gerek. Sevgiyi derinlemesine yaşamaktan söz ediyorum. Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmekle mümkün oluyor.

Sevmek gerçekten dünyanın en zor işi. Zor iş olduğu için, sevgi yerine korku tercih ediliyor hep. Kolaycı bir yaklaşım olduğu için, gelişmemiş toplumlarda, her şey korku üzerine biçimlendiriliyor. Ve şimdi ülkemizde olduğu gibi, korku kültürü egemen oluyor.

Kural dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin babanın  çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, öğretmenin öğrencisini dövmesi hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin de  mümkün olmadığı da biliniyor. Korkunun öne çıkarılmasını toplum yaşamında korku kültürünün egemen olmasını ilkellik olarak görenlerin sayısı artamadığı için, toplumsal gelişme, toplumsal barış, işbirliği ve dayanışma olamıyor. Tüm bu değerlerin yerini, çekişme, çatışma ve dedikodu alıyor.

İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Hiç yalan söylememeli. Haksızlık yapmamalı.

Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi,  ayıplanmaktan korktuğu için değil,  insanları sevdiği için yapmalı.

En büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır. Korku kültürünün yerini sevgi kültürünün alması gerekiyor.

Evrensel değer olarak, gördüğümüz sevgi ve gelişme için çevremize bakıp, bir değerlendirme yapmaya çalışsak nasıl bir sonuca varırız? Her halde, sevgi kültürünün etkin olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü herkes birbirini korkutmaya çalışıyor. Devlet yurttaşı korkutarak, yaptıracağını yaptırmak isterken,  öğretmen öğrencisini,  adam karısını, kadın çocuğunu korkutarak amacına ulaşmaya çalışıyor. Korku kültürü hakim durumda. Böyle olmasaydı. “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter.”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”denilir miydi? İşkence olur muydu? Sokak ortasında, insanlar birbirinin gözünü patlatıp, ördürür müydü? Gencecik çocuklar ceplerinde silah ve bıçaklarla gezer miydi?  Evet, ülkemizde korku kültürü hakim durumda. Korkunun yerini sevgi almadıkça, yaşam hiç birimize anlamlı ve coşkulu gelmeyecektir.

Yaşamayı seviyor muyuz? Kendimizi, kentimizi, ülkemizi, dünyayı seviyor muyuz? Karşılıksız sevmeyi biliyor muyuz?  Yüreğimizi kin ve nefretten  arındırabiliyor muyuz?  Bu soruları kendi kendimize sorduğumuzda, yanıtların pek olumlu olabileceğini düşünemiyorum. Yanıtlarımız olumlu olsaydı. Sevgi, barış, kardeşlik, işbirliği  ve dayanışma olurdu. Herkes birbirinin gözünü oymak için fırsat kollamazdı. Herkes birbirinin kuyusunu kazmazdı. Herkes işini bir yana bırakıp sabah akşam dedikodu yapmazdı.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki.

Mustafa PALA


2 Aralık 2013 Pazartesi

Yeniden Havaray ve Ortak Akıl








Geçtiğimiz hafta bu köşede,   “Kent içi ulaşımda HAVARAY”  başlıklı bir yazım vardı. Okuyanlardan ilgilenip soru soranlar, görüş belirtenler oldu. Amacım, konunun tartışılmasıydı. Gördüğüm kadarıyla  beklentim gerçekleşmiş oldu.

Beni tanıyanlar yaklaşık on yıldır Havaray konusunu yerel gazetelerde yazdığımı konuştuğumu bilirler. 2004 yerel seçimlerinde değerli dostum Semih Balaban seçim için hazırladığı broşürüne almıştı Havaray’ı. Her karşılaştığımızda da dile getirir havaray önerimi.   Yıllardır yazar dururum bu konuda yazılmış köşe yazılarım ve yaptığım sunumlar var.   Kendimce önemli gördüğüm, kentimizin ulaşım sorununa çözüm getireceğini düşündüğüm Havaray konusuna sahip çıkanlar olsun istiyordum.  Bence önemli olan,  söylemin eyleme dönüşmesidir.  Gerçekleşmeyecekse sen söylesen ne olur ben söylesem ne olur.  Toprağa attığın tohum kök salmışsa gün yüzüne çıkmışsa, meyveye durmuşsa güzeldir. 

Tanımadığım görmediğim Manisa Belediyesinde çalışan bir adı bende saklı bir hemşerim,  Posta Gazetesine e-posta göndererek,  kendisinin olan Havaray fikrini “çaldığımı” ifade etmiş.  Havaray ne o kişinin nede benim düşüncem, birçok gelişmiş ülke kentinde Havaray var. Ben sadece bu düşünceyi yaklaşık on yıl önce kent gündemine taşımış kişiyim, hepsi bu kadar.  Birileri projeye sahip çıkarsa bundan mutluluk duyarım. Projemi çalmış demem, diyende en basit anlamıyla ayıp etmiş olur. Birileri havaray’a sahip çıkarsa onları kutlarım.  Birçok Manisalı çok konuşulduğu için Manisa’ya Dört Kapı önerimi de bilirler. Karaçay Vadisi Projesi önerimi de. Yeni Manisa Projesini bilmeyen yok. Keşke bu projelere de birileri sahip çıksa da kentimizde uygulansa.   Hatta projeyi sahiplenip benim projem dese bana düşen görev onu kutlamaktır. Proje toplumla paylaşıldıktan sonra toplumun malı olur. Bu projeler kentin  Manisa’nın projeleri olmuştur artık.

Havaray Projesini Mustafa Pala’dan çok dinledik.” diyenleri duyar gibiyim.  Projenin sahibi olduğunu söyleyen arkadaş gelsin de yıllar önce hazırlanan sunumlarımı paylaşayım kendisiyle. Ben kendisini tanısaydım ve dinleseydim. Benim projemi almışsın “çalmışsın” diye suçlama yapmaz, konuya sahip çıktı diye kendini kutlardım. Anladın mı genç arkadaş, birisine “hırsız” demek çok ayıp. Bu ayıbı yapanın özür dileme gibi bir erdemi olur mu acaba bilemiyorum ama bekliyorum. Bekleyip göreceğiz. Düşünceleri birileri sahip çıksın diye ortaya atıyorum.  Yazıldıktan ve söylendikten sonra o artık kentin malıdır kentin ortak aklıdır diye düşünüyorum. 
Hepimizin kendine göre bir aklı var.  Hepimiz aklı bilgisi birikimi farklı farklı. Yoğunlaştığımız ilgi duyduğumuz konularda farklı farklı. Hepimiz aynı şeyi aynı şekilde düşünmüyoruz. Öyle olsaydı, düşünce fukaralığı olurdu. Toplumsal zenginliğimiz düşünce farklılığımızdır. Farklı düşüncelerden yola çıkarak ortak akla ulaşmak istediğimizde Ortak Akıl gelir gündeme.

Kentimizde düzenlenen Ortak Akıl toplantıları içinde düzenleyici olarak görev aldıklarım da oldu, katılımcısı olduklarım da oldu. Çağırılmadığım ortak akıl toplantısı olmadı sanki. Hepsinden de çok keyif aldım. Ege Ekonomi Geliştirme Vakfı’nın (EGEV) günlerce haftalarca süren çalışmasının ardından bu gün bile yararlanılan çok güzel raporlar, veriler, düşünceler çıktı ortaya. Manisa Ticaret ve Sanayi Odasının öncülüğünde yapılan ortak akıl toplantılarına da katıldım ve güzel sonuçlara ulaşıldığını gördüm.  Ortaya çıkan raporlardan yararlanıldığını biliyorum. Kent Konseyi başkanı olduğum dönemde de ortak akıl toplantıları yaptık. Ortak Akıl toplantılarına çok ihtiyaç var. Belediye Başkan Adayları Ortak Akıl toplantıları Arama Konferansları yapmalı. İnanın çok güzel fikirler çıkacaktır ortaya.


Mustafa PALA

22 Kasım 2013 Cuma

KENT İÇİ ULAŞIMDA HAVARAY




Manisa’da kent içi ulaşımda yaşadığımız sorunlar artarak devam ediyor.

Kent içi ulaşım sorununa köklü bir çözüm bulmak gerekiyor. Yapılması gerekenler belli. Kent içindeki yoğunluk azaltılacak. Kurumların tümünün  kentin batısına taşınması bir ölçüde yoğunluğu azaltacak.

Bence köklü çözüm, toplu taşımadır. Ankara, İstanbul, İzmir ulaşım sorununu toplu taşımayla, metro ile çözümledi. Ankara’da ulaşım o kadar rahat ki, toplu taşıma işkence olmaktan çıkarılarak, keyifli yolculuğa dönüştürülmüş. Sorunu toplu taşımayla çözen kentler sadece bu üç kentle de sınırlı değil. Sanayileşen kentlerin tümünde, toplu taşımaya hızlı bir yöneliş var.

Kentimize baktığımızda, metronun uygun olmadığı görülüyor. Tarihi kentimizin altındaki kalıntılar, kazma işini zorlaştırabilir. Ayrıca metro yatırımı pahalı bir yatırım. Yolların bir bölümüne ray döşenmesi de, yolların darlığı nedeniyle mümkün görülmüyor. Geriye kalan tek seçenek de “HAVARAY” Çift yönlü yolların ortasına konulacak direkler üzenine döşenecek raylar üzerinde çalışacak araçlarla toplu taşıma işlemi yapılabilir. “Havaray”la  yapılacak toplu  ulaşım mevcut yolların yükünü çoğaltmayacağından, ulaşım konusuna köklü ve kalıcı bir çözüm getirecektir.

Yeni çevre yolu, alt ve üst geçişlerle düzenlenen İzmir- İstanbul yonun da yükünü büyük ölçüde azaltmış bulunuyor. 

Havaray sistemi sanayicilere büyük rahatlama getireceğinden, finansmanına sanayicilerin katkısı sağlanabilir. Hatta havaray tümüyle yap-işlet-devret modeliyle yaptırılabilir.

Manisa “Havaray”ı tartışmaya hemen başlamalı. “Havaray” Manisa Belediyesinin gündemine alınmalı. “Havaray”ı sanayiciler de tartışmaya başlamalı. Konuya ilgi duyanlar olursa, kendilerine dünyanın değişik kentlerinden değişik uygulamalarından yola çıkarak hazırladığım sunumu gösterebilirim.

Biliyorum birçok kişi daha baştan “olmaz” diyecektir. Ben Manisa’da birçok kişinin “olmaz” dediği işlerin olduğunu çok gördüm. Manisa’da “olmaz” diyenlerin sayısının “olur” diyenlerden çok fazla olduğunu da biliyorum. Ancak, buna rağmen hiç umutsuzluğa düşmüyorum. “Olmaz” diyenlerle “olur”  diyenlere baktığımda nicelik ve nitelik farkını görüyorum. “Olmaz” diyenler sayıca çok oluyor ama “olur” diyenlerin daha nitelikli olması işi her zaman kolaylaştırıyor. İpe un sermek, mazeret üretmek isteyenler, olmaz diyenlerin sayısının çokluğunu kullanabilirler. Ancak, mazeret üretmek yerine marifet göstermek isteyenler,  ülke için, kent için yararlı gördükleri işleri denilenlere bakmadan başarırlar. Şunu iyi bilmeli ki, yarınlara olmaz denileni olduranlar adı ve yaptıkları kalacaktır.

Manisa’da “Havaray” olur mu? Bal gibi olur. Manisa’da kent içi ulaşım sorununu “Havaray” çözer mi? Bal gibi çözer.  Olmaz diyen varsa gelsin tartışalım. İlgilenenlere ufak bir sunumla “Havray”ın Manisa için uygulanabilir bir proje olduğunu anlatalım.
“Havaray” yayalara ve bisikletlilere da büyük rahatlık getireceğinden, Manisa’da bisiklet kullanımı da artacaktır…

Mustafa Pala    (22 Kasım 2013 Posta Manisa'daki köşe yazım)


20 Kasım 2013 Çarşamba

Yığılmadan Yayılmaya




Kentlerde yığılmadan yayılmaya doğru yeni bir süreç başlıyor.
Yerel yönetici adaylarının dikkatine sunulur. 

Adayların program dedikleri, halkla paylaştıkları dilerim dilek temenni paketi olmaktan öte anlamlar taşır. Dilek ve temennilere örnek mi istiyorsunuz. Adayların tümü, “Manisa’nın trafik ve otopark sorununu çözeceğim”der.  “Peki nasıl?” diye sorduğunuzda inandırıcı yanıt alamazsınız genellikle. Trafik sorununu, bir aday yolları genişleterek, diğer aday da daraltarak çözeceğini söyler. Biri daraltır diğeri genişletir yolları, böyle çözümleniyor işte Manisa’nın sorunları. “Manisa’da çöp sorununu çözeceğim” denir. “Peki nasıl çözeceksiniz?” dediğinizde, kem küm edilir. İnandırıcı bir yanıt alamazsınız. Yeniden kazanım tesisleri tartışılırken, birçok adayın dilinde “çöp” vardır hep. Gelişen kentlerde çöp yok, çöplük yok artık.  “Manisa’yı patlayan çöplük ayıbından kurtaracağım. Çöpsüz çöplüksüz kent yaratacağım” diyen çıkacak mı göreceğiz bakalım. Dünya’da çöp yok artık. Değerlendirilen geri kazanılan enerjiye dönüştürülen bir değer var. Çöp yok artık…


Kentlere göçün durması ve ardından kentten kırlara göçün başlaması, Avrupa’da bizden çok önce başladı. Avrupa’da kentleşmede bizden önce başlamıştı. Önümüzdeki dönem açılma yayılma dönemidir. Büyük şehir açılma dönemini kolaylaştırabilir. Büyükşehir başkanı bir orkestra şefi gibi çalışmalı, adaylar kenti kent halkıya yönetmeye alışmalı ve çok sesliliğin uyumunu sağlamayı bilmelidir.
Çok sesliliğin uyumu, barışın, kardeşliğin, dayanışmanın ve gelişmenin temelidir…

50’li yıllarda başlayan kentleşme sanayileşme ile birlikte hızlanarak bu günlere geldik. . Geldiğimiz nokta, sağlıksız kentleşme ve başarılamayan kentlileşmedir. Kentlerde kentli gibi yaşamayı öğrenemedik bir türlü. Sağlıksız kentleşme kısa sürede kentleri kimliksizleştirdi ve yaşanmaz duruma getirdi. Sorunlara çözümler arıyoruz. Çözümlerin işaretlerini adayların açıklamalarında görmek istiyoruz. Bildik söylemlerin dışına çıkılsın istiyoruz. “Herkese iş, herkese aş” Peki nasıl olacak bu iş. “Hamili kart yakinimidir” denilerek mi?


Kentlerimizin çoğunda olduğu gibi Manisa’da da yaşamak giderek zorlaşıyor. Yaşamı zorlaştıran neden: plansızlık, aşırı yoğunluk, altyapı yetersizliği ve artan trafiktir.

Kentlerde yığılmanın yavaşladığını ve artık dağılmaya yönelik kıpırdanışların başladığını görüyor musunuz? Bunu görmeyenin çözüm üretmesi olası değildir. Kentlerde yığılma dönemi bitti bitecek.  Dağılma dönemi başladı başlayacak. Adaylar bu dağılma döneminin nasıl sürdürüleceğini düşünmeli ve projelendirmelidir. Manisa mevcut yapısıyla dar geliyor, sorun üretiyor, kaynak tüketiyor artık. Görünen o ki, Manisa olarak Yunt Dağlarına doğru büyüyeceğiz. Muradiye’yi, Bağyolu’nu, Gülbahçe’yi ve Üçpınar’ı birleştireceğiz. Nasıl olacak sorusuna yanıtımız var. Bu büyüme planlı olmalı. Yeni başkanlar, kentin en az 20-25 yıllık geleceğini planlamak zorundalar.. Günlük işlerle uğraşacaklar elbet ancak geleceğe yönelik planlarda yapmalıdırlar. Plan proje, dilek temenni paketi değildir. İş Proje adı saymak olsaydı. Yüzlercesini sayardık. Söz konusu projenin adı değil içeriğidir. Adaylar dersini çalışmalı. Projeler konusunda hazırlıklı olmalı. Ziyarete geldiklerinde sorarız bunları. Mademki başkanlığa adaysınız mazeret üretmeyecek marifet göstereceksiniz. Bekliyoruz…



15 Kasım 2013 Cuma

İmar Sorunu



Katılım Olmadan Atılım Olmaz

Manisa Revizyon İmar Planı hem kafaları hem de işleri karıştırdı.
Plan değişikliği ile sorunlara çözüm aranırken yeni sorunlar yaratıldı. 
İş daha fazla uzayıp yara derinleşmeden çözüm bulmak, belediyenin önde gelen görevi olmalıdır. Sorumluğu plana karşı çıkanlara yükleyerek sorumluktan kurtulamayız. İşimiz mazeret üretmek değil marifet göstermek olmalıdır.  Vatandaşa eziyet çektirmek seçimler öncesinde kendi ayağına kurşun sıkmak olur. 


İmar Planını Değiştirmek en az anayasayı değiştirmek kadar zor bir iştir. İmar Planlarının değiştirilmesi genellikle tartışmalı olur.  Sanırım 1987 yılıydı 15.000 konutluk Yeni Manisa Projemizin  İmar Planını yaptırmıştık. Yeni Manisa imar planının ardından da Manisa Revizyon İmar Planı yapılmıştı. Hiç sorun yaşanmadı.  Yeni Manisa için Yapılan plan şimdilerde bile örnek gösteriliyor.  Daha sonra planda karşı çıktığımız değişiklikler yapıldı.  Değişikliklerin tümü olaylı oldu. Dönemin belediye başkanı için Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. Ford Plaza davasını hatırlayanlar vardır mutlaka.

İmar Planı değişikliğinin ne kadar zor olduğunu plancılar bilir. Bir süre Ankara İmar Yönetim Kurulu Başkanlığı da yapmış bulunan ünlü yazar Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı yapıtında, “Nerede bir imar planı değişikliği görürseniz, orada bir yolsuzluk bulunduğuna hükmedebilirsiniz” diye yazmıştır. “‘Her imar planı değişikliği, planda açılan bir yara gibidir. Büyük bir zorunluluk olmadıkça başvurulmamalı.” denilir her zaman.  Zor iştir yeni plan yapmak ya da yapılanı değiştirmek.

Diyelim ki, büyük zorunluluk ve gereklilik var mutlaka plan yapılması gerekiyor,  nasıl yapılmalı? Bence, son günlerde Manisa’da yapıldığı gibi yapılmamalı.  Yararsız çekişmelerin kısır döngüsüne düşülmemeli.

Revizyon İmar Planı için yapılan tartışmalar, plan hazırlandıktan sonra değil öncesinde yapılmalıydı. Manisa’da uzun süre planı tartışılmalı ve özümsenmeliydi.  Kent Konseyi, Manisa İmar Planı için bir Çalışma Gurubu oluşturup, konuyu tüm mahallelerde, mahalle sakinleriyle varsa Mahalle Meclisleriyle tartışabilmeliydi. Vatandaş bilgilendirilmeliydi. Planın yararları anlatılmalıydı.  Yerel Televizyonda açık oturumlar yapılmalıydı. Şehir Plancıları, Mimarlar, Haritacılar, kendi meslek odaları aracılığı ile çalışmaların içinde yer almalıydı.  Ben ve birçok Manisalı her yerde, “Bu kentin Revizyon İmar Planına ihtiyacı var“ diye bağırabilirdik. Çünkü yeni bir plana ihtiyaç var.  Kent Konseyi Başkanlığı yaptığım dönemde iki proje hazırlayıp Manisa Belediye Meclisine sunduk ikisi de oybirliği ile kabul edildi.  Hiç kuşkunuz olmasın Revizyon İmar Planı da kabul edilirdi. Manisa’da yaşayan herkes, planlama yapılmalı görüşünü destekler. Manisa Belediye Başkan’ına düşen görevde şu olurdu: “Mademki Manisa Revizyon İmar Planı istiyor, bize düşen görev bu planı yapmaktır” demek olurdu. Kısaca “Manisa istedi biz yaptık.” denilirdi. Açıklık ilkesine ve demokrasiye uygun davranılacaksa yapılması gereken budur. İnanın itiraz sesleri bu kadar güçlü yükselmez, yaşananlar yaşanmazdı. İmar Planı çözümsüz bir bilmece gibi karşımızda durmazdı…


Katılım Olmadan Atılım Olmaz. VATANDAŞI ÜZMEYELİM. REVİZYON İMAR PLANIN KABUL EDİLMEYİŞİNİN ACISINI VATANDAŞTAN ÇIKARMAYA KALKMAYALIM. BU KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKMAK OLUR.

Mustafa PALA     (Manisa Posta 15 Kasım 2013 Köşe Yazısı)

31 Ekim 2013 Perşembe

Cumhuriyet Kutlaması



Bu yıl Cumhuriyet kutlaması farklıydı. 
Meydanlar elinde bayraklarla her yaştan yurttaşlarla doldu taştı.
Cumhuriyet sevgisi yatağına sığmayan bir nehir gibiydi gürül gürül aktı.
Cumhuriyet, Bayrak ve Atatürk bizim vazgeçilmezlerimizdir.
Sanırım bu anlaşıldı… Tarihe not düşüldü. Belleklere kazındı.
Cumhuriyetin bağımsızlık ve özgürlük olduğu biliniyor.
Çoğulculuk, katılımcılık deniliyor ve yürekten isteniyor artık.
Cumhuriyet bilimin aydınlattığı yolda yürümektir diyor yurttaş.
Eşitliktir diyor. Çok sesliliğin uyumudur  diyor.
Cumhuriyetten vazgeçmem diyor yurttaş.
Sosyal adalet diyor, hak diyor hukuk diyor.
Cumhuriyetin değerini biliyor yurttaş.
Sosyal devlet diyor. Laiklik diyor.
Toplumsal barış diyor, uzlaşma diyor.
Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma diyor yurttaş.
Ölürüm de cumhuriyetten vazgeçmem diyor.
Üstünler hukuku yerine  hukukun üstünlüğü olsun diyor.
Dünyada barış, yurtta barış diyor.
Ümmet yerine millet diyor yurttaş.
Kutuplaşma olmasın, kucaklaşma olsun istiyor.
Çekişme olmasın dayanışma olsun diyor.
Açık ve net söylüyor. Daha ne yapsın ki…
Bölünmez bütünlük diyor,  anlayın artık.
Kavga istemiyor.
Cumhuriyet geleceğimizin güvencesidir.
Biz de cumhuriyetin güvencesiyiz diyor.
Cumhuriyeti sahipsiz sanmayın diyor yurttaş.
Kanmayın kandırmayın diyor. Atatürk’ün yolundayım diyor.
Cumhuriyete ve kurucusuna sahip çıkıyor.
Her milli bayramda aynı filmi izlemiyoruz artık.
Gelişiyoruz fark yaratıyoruz.
23 Nisan’da gözleri ışıldayan çocuk
19 Mayıs’ta, sıkılı yumruk, mangal gibi yürek  genç oluyoruz.
30 Ağustos’ta zafer türküsü söylüyoruz.
29 Ekim de cumhuriyeti kucaklayan,  alanları dolduranız.
10 Kasım’da Atatürk’ü anan ve anlayan oluyoruz.
Anlıyoruz hepimiz Atatürk oluyoruz…
Atatürk’ün gösterdiği bilimin aydınlattığı yolda yürüyoruz.
Ben bu yıl kutlamaları böyle okuyor böyle anlıyorum.
Böyle okuyan ve böyle anlayanların çok olduğunu görüyorum
O nedenle geleceğe güvenle bakıyorum.
Yaşasın Cumhuriyet diyorum…                                                   
Mustafa PALA               
                                                         



1

25 Ekim 2013 Cuma

Dini Bayramdan Milli Bayrama

Kurban bayramını ve dokuz günlük tatili geride bıraktık.  Ancak tatil modundan çıkabilmiş değiliz henüz. Sizi bilmem ama ben her kurban bayramında aynı filmi izliyormuş duygusuna kapılıyorum.

İspanya’da boğalar insanları kovalarken, Türkiye’de biz boğaları kovalıyoruz. Et doğrayayım derken kendini doğrayan acemi kasapları her bayramda gülümseyerek izliyoruz.  Ancak bu bayramda burnunu evet yanlış yazmadım burnunu kesen kasabı da gördük.

Her kurban bayramında sadece koyun, keçi, dana, boğa kurban etmiyoruz, yollarımızda da küçüklü büyüklü yüzü aşkın insanımızı yoğun trafikte kurban veriyoruz.  Ölüm sahnelerini de film gibi izliyoruz televizyonlarda hem de çocuklarımızla birlikte.

Yollarda anasını babasını oğlunu kızını yitirenleri düşünün onlar için bundan böyle her kurban bayramı daha farklı bir anlam taşıyacak, bayramda sevinme yerine yitirdiklerini anacaklar.  

Dokuz günlük bayram benim için uzun oldu ama yetersiz bulanlar da olmuştur elbet. Bayramın sadece çalışma düzenimizi değil fiziki ve ruh sağlığımızı da bozduğunu söyleyebilirim.

Bayramı geride bıraktık şimdi gündemde yerel seçimler var. Aday adayları kendilerini tanıtmak için çaba harcıyorlar. Kentin her köşesi aday adaylarının fotoğraflarıyla doldurulmuş durumda.  Sanırsın ki, aranan kente yönetici değil, çevrilecek bir film için oyuncu olmaya aday oluyorlar.

Bence bu aşamada önemli olan, kentlinin başkan aday adayını tanıması değil, aday adayının yöneteceği kenti ve kentlisini tanımasıdır. Aday adayları bu aşamada gülen gülümseyen bazen de sırıtan fotoğraflarıyla kendilerini tanıtmaya değil, kentini ve kentlisini tanımaya ve program hazırlamaya zaman ayırmalı ve programlarını yurttaşlara duyurmalıdırlar.

Kenti yönetmek için bilmek,  bilmek için de ölçmek gerekir.
Ölçmezseniz bilemezsiniz, bilemezseniz yönetemezsiniz.

Aday adayları ve partiler kamuoyu araştırmalarına öncelik vermeli.  Kentini, kentlisini iyi tanımalı. Sorunları öğrenmeli ve o sorunlar için çözümler üretip bunu halkıyla paylaşmalı.

Her parti aday adaylarının, her düzeydeki parti yöneticilerinin, belediye meclis üyelerinin sivil toplum örgütleri temsilcilerinin katılacağı çalıştaylar düzenlemeli, aday adayları projelerini anlatmalı, kişiler değil ilkeler ve projeler tartışılmalı.

Farklı kavramlar ve farklı kurumlar geliştiremediğimiz sürece her bayramda olduğu gibi her seçimde de aynı filmi yeniden izliyormuş gibi oluruz.

Tam seçim havasına girilirken 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı da gündemimizde yer alacak. Yapılan yürüyüşleri ve parti liderlerinin açıklamalarını dinleyip tartışacağız.  Ulusal Bayramlar resmi kutlamaların dışına taşmaya başladı. Ulusal Bayramlar geniş halk kesimlerinin katılmasıyla yeni bir anlam ve önem kazanıyor. Bayramın ardından 10 Kasım gelecek Anıt Kabir dolup taşacak yine.  Manisalılar 29 Ekim’de  İzmir’e taşınacak milyonların katılımıyla kutlanacak 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı.  Halkın Cumhuriyete ve Cumhuriyetin kurucusu Atatürk’e sahip çıktığı görülecek. Bayramınız kutlu olsun. Cumhuriyet Bayramında umarım farklı filmler izleyeceğiz…


Mustafa PALA
www.mustafapala.com

21 Ekim 2013 Pazartesi

Dünyayı Sevgi Yönetsin

Kin ve nefret insan yüreğine yüktür. Yüreğinizden kin ve nefreti attığınızda yerini sevgi doldurur.

Sevginin zorluğu falan yok. Sevmeye niyet edin yeter. Çünkü arkası gelir. Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmek, bir başlayın hele ne kadar kolay olacak göreceksiniz. Bunu bayramda ve hemen sonrasında yapmak sanırım hiç de zor olmaz.

Sevmek dünyanın en güzel ve en kolay işidir. Peki, niye doyasıya sevmiyoruz? Bizi büyütenler ve yönetenler sürekli kavga ediyorlar, kavgayı yaşam biçimi haline getiriyorlar, hatta kavgayı kutsuyorlar korku kültürünü büyütüyorlar da ondan.   

Sevgi kültürünü, korku kültürünün yerine koyamamışız. Kural dışı her şey için bir ceza konulması ve uygulanması, hoşgörüye yer bırakılmaması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin babanın çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, eşlerin birbirine, öğretmenin öğrencisine, amirin memuruna şiddet uygulaması hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin mümkün olmadığı da biliniyor.  İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi,  ayıplanmaktan korktuğu için değil,  insanları sevdiği için yapmalı.

En büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır.

Bayramlar sevginin yeşerip boy vermesi için yeni fırsatlar yaratıyor. Bayram havası, sürekli olur ve bayram coşkusu içinde bir yerel seçim ortamı yaratabilirsek, bunun toplumsal barışa büyük katkısı olacaktır.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki. Sevgiyi düşünmek için, bayramları beklemeyin. Sevgiyi soluk almak gibi, su içmek gibi, sürekli yaşayalım.

Yaklaşan yerel seçimleri, kavganın büyümesi için değil, barışın güçlenmesi için değerlendirmeliyiz. O zaman belediye başkan adayları, başka partileri ve adaylarını eleştirme yerine, kendi yapacaklarını anlatma yolunu seçmelidirler. “Onun yumurtaları çürük” demek yerine  “Benim yumurtalarım çift sarılı” demeliler.

Süresiz sınırsız koşulsuz sevgiler diliyorum. Kin ve nefreti atın yüreğinizden, yüreğiniz sevgiyle dolsun. Bırakın, sizi, evinizi, mahallenizi, kentinizi, ülkenizi ve de dünyayı sevgi yönetsin...

Mustafa Pala
www.mustafapala.com

6 Eylül 2013 Cuma

Şiir / Yalnız Adam


YALNIZ ADAM

eskiden,
çok eskiden de değil
anımsadığıma göre
tek katlı bahçeli
şirin bir manisa evi vardı bu sokakta
şimdiyse üzerime çullanan
koca bir apartman…

eskiden ağaçlar vardı
şimdi beton

eskiden pencerelerde saksılar vardı
saksılarda çiçekler açardı
şimdi tüm pencereler kapalı

eskiden güleç yüzlü komşular vardı
selamlaştığım
şimdikileri tanımam

eskiden köylüydüm
sokaklarda çoğalırdım
şimdi kentliyim
kalabalıklar içinde yalnız
yalnız kaldım…

 

29 Ağustos 2013 Perşembe

Manisa Birlik / Lale Kule

LALE KULE
ÇOK KONUŞULACAK


LALE KULE
MANİSA’NIN SİMGELERİNDEN BİRİSİ OLACAK

KÜÇÜK KONUT BÜYÜK RAHATLIK DİYEREK BAŞLADIK
AKILLI YATIRIM OLDUĞU GÖRÜLDÜ

KONUTLAR ADETA KAPIŞILDI

LALE KULE’DE BENİMDE KONUTUM OLSUN DİYENLER İÇİN
ORTAK KAYITLARI DEVAM EDİYOR

 “Küçük konut büyük rahatlık” diyerek başladık çalışmaya Ceren’de 105, Simge’de 90 Selin’de 96 konutun üretimi tamamlandı. Ender’de 100 konutun üretimi sürüyor. Şimdi de 216 konutla sırada Lale Kule var.

1+1 konutlar geleceğin konutlarıdır. İlgi göreceğini düşünerek başlatmıştık üretimini. Ancak inanın, daha konutların temeli atılmadan ortakların tamamlanmasını beklemiyorduk. Lale Kule’de de öyle olur diye düşünüyoruz.  

Toplumun ihtiyaçlarını ve gelişmeyi dikkate alarak, farklı bir proje ürettiğinizde ilgi görmemesi mümkün değil. Manisa’da satılmayı bekleyen birçok konut varken, 1+1 konutlar için ortak sayısının kısa sürede tamamlanması projenin ilgi gördüğünün somut kanıtı oluyor bizim için. Talepler devam ettikçe yeni iki kooperatif kurularak talepler karşılanmaya çalışılacak.

Hızlı sanayileşme ve hızlı kentleşme, yeni yaşam ve konut biçimlerini gündeme getiriyor. İnsanlar, aile yapısının giderek küçüldüğünü, büyük kentlerde ve büyük konutlarda yalnızlıklarının da büyüdüğünü görüyorlar. Büyük evin derdi de büyük oluyor. Isıtamıyorsunuz, soğutamıyorsunuz. Bakımı ve temizliği sorun oluyor. Büyük konutlarda yaşanan sorunlar küçük konutlarda yaşanmıyor. O nedenle, Küçük Konut. Büyük rahatlık diyoruz. Küçük konutu geleceğin konutu olarak görüyoruz. Küçük Konut ucuz olduğu için değil, rahat olduğu için gündeme geldi. Tüm gelişmiş ve sanayileşmiş ülkelerde böyle oldu.

Küçük konutlar büyük pirim yapıyor ve daha da yapacak. Bizden duyurması.
Konut üretimindeki başarımızın sırrını söyleyeyim. Ortaklar önceden tamamlanıyor. Kredi anlaşması yapılıyor. Finansman sağlanınca iş kolay oluyor. İşin özü para… Para olunca hızlı üretim oluyor. Türkiye Finansla çok güzel bir çalıma başlattık. Krediyi temel attığımızda alıyoruz... Kredi hem bizim işimizi hem de konut edinmek isteyen ortaklarımızın işini kolaylaştırıyor…

Geçmişte dostlarımızla Barış Alanındaki çınarın altında yaptığımız söyleşileri, Şimdi Birlik Parkında sürdürüyoruz. Gelin hem Birlik Parkını görmüş olursunuz. Hem bir kahve içeriz hem Lale Kule’yi hem de Manisa’yı konuşuruz. Bakarsınız birlikte yeni projelerde üretiriz. Proje üretmek bizim işimiz. 


25 Ağustos 2013 Pazar

Çöp deyip geçme...

Çöpsüz çöplüksüz kent hayal değil. İstersek gerçek olur.

Çöp deyip geçmeyin. Çöpün yaşantımızda önemli bir yeri var. Hepimizin evinde, işyerinde çöp ve çöp kutuları bulunur. Evimiz varsa, mutfağımız, mutfağımız varsa çöpümüz mutlaka olur. Evet, çöp en çok evlerimizin mutfağından çıkıyor. Bu nedenle çöp kovalarımızda mutfaktadır genellikle. İçi boşalan plastik ve cam şişeleri, kutuları hep çöpe atıyoruz. Çöp kovalarımızı da en çok sebze meyve kabukları dolduruyor. Örneğin, ıspanak, pırasa soğan pazardan demet, demet tane, tane gelir. Saplar, kökler, kabuklar derken tencereye giren azaldıkça azalır. Tencereye girenin kat kat fazlası çöpe gider. Patatesler soyulur, bir dolu kabuk, Soğan dersen yine öyle. Bezelye, barbunya fasulye, bakla ayıklanır çöp kovası doluverir hemen. Salatalıklar soyulur. Kabuklar çöpe. Kavun karpuz da öyle. Kereviz, yerelması, turp, maydanoz, dereotu geriye bir dolu çöp bırakır. Ya artan yemekler, kurumuş ekmekler haydi hepsi çöpe. Hepsi aynı yere…

Ne olacak peki bütün bu kabuklar çekirdekler, sararmış yapraklar, artık yemekler ve ekmekler? Haydi hepsi aynı torbaya ve hepsi çöpe. Çöp kovası doldu. Boşaltılmazsa kokmaya başlayacak. Al torbayı doğru, çöp bidonuna. İçi doluysa bırakıver kıyısına. Bazılarına pencereden atmak, kimse görmeden apartman girişine bırakıvermek daha kolay gelir.

Çöpler genellikle, karışık biçimde torbalara doldurulup, düzensiz biçimde bidonlara bırakılır. Bidonlara bırakılan çöpleri önce kediler köpekler, daha sonra, el arabalı at arabalı “Yeniden kazanım ekipleri durumundaki çöp toplayan çocuklar!” karıştırır. İşe yarayanlar alınır gerisi çevreye saçılır. Sonra sıkıştırmalı çöp kamyonları gelir. Alınan alınır, kalanları rüzgar çevreye uçurur. Al sana çevre kirliliği, al sana kara sineklerin üreyeceği ortam. Al sana çekilmez bir koku…
Çöp bidonlarındaki çöpleri alan sıkıştırmalı çöp kamyonları, çöplerin sularını akıta, akıta çöplüğün yolunu tutarlar. Kamyonlarla gelen çöpler Sipil Dağı’nın kuzeye bakan yamacındaki Şahin Deresinin ağzına dökülür.

Kırk yıldır mı desem elli yıldır mı desem Şahin Deresinin ağzına dökülen çöplerin yüksekliği sanırım kırk elli metreyi bulmuştur. Zaman, zaman yangınlar çıkar çöplükte, doğudan esen rüzgar dumanları kentin üstüne taşır. Yananlar plastik torbalardır. Kimyasal atıklardır. Kısacası kanserojendir. Rüzgarla kentimizin üstüne gelir, aşımıza ekmeğimize havamıza karışır. Çöplükten alevler yükselir. Yangın Sipil Dağını tehdit eder. Helikopterler uçaklar gelir yangın söndürülür.


Çıkan yangınların hesabı tutulmaz. Bilinir çöplerin altında metan gazının oluştuğu, her an patlayabileceği bilinir de hiçbir önlem alınmaz, alınamaz…
Çöplüğün kıyısına gecekondular yapılır. Mahalleler kurulur. Sadece kentimizde değil, nedense bu ülkemizin her yerinde hep böyle olur!..

Mutfağımızdan çıkan çöp, hiçbir ayrıma tabi tutulmadan torbalara doldurulup genellikle çöp  bidonlarına içine değil kıyısına bırakılır. Çöp bidonlarını yanarken görmek alışılmış manzaralardandır. Sadece bu değil, çöp bidonlarını karıştıran çocuklarda, çöplüklerde ekmek arayan kadınlarda, bidonlara girip çıkan kedilerde, sahipsiz sokak köpekleri de alışılmış manzaralardandır kentimizde ve ülkemizde…
Çöp deyip geçmeyin. Çöpü değerlendiren, geri kazanan, çöpsüz çöplüksüz kentler kuran ülkelerde var.
Çöp deyip geçmeyin. Hepimizin evimizden çıkan çöpler geride kazanılabilir, sorun da olabilir. Bizim ülkemizde çöp sorundur. Kente yaşayan insanlar içinde belediyeler içinde sorundur. Hem de öncelikli bir sorundur.

İstemeyip attığımız çöp, gün gelir dağın eteğinde patlamayı bekleyen bir bomba olur. Ve bir gün patlar. 28 Nisan 1993 Çarşamba günü İstanbul, Ümraniye Hekimbaşı çöplüğü patlamadı mı? Altında kadınlarımız çocuklarımız can vermedi mi?...
28 Nisan 1993 Çarşamba günü, saat 10.00 sıralarında Ümraniye Çöplüğü patladı. Ve çöp sorunu ülke gündemine geldi.

Gündemimizi felaketler oluşturuyor. Depremi de, 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşadığımız büyük felaket sonrasında gündemimize aldık. Alınacak önlemleri felaket sonrasında tartışmaya başladık. Depremi deprem sonrasında değil, deprem olmadan tartışıp önlemler alabilseydik, bu denli büyük kayıplar vermeyebilirdik.

Depremi de önlemleri de çok kısa sürede unuttuk. Şimdi depremi gündemimize alabilmek için sanırım yine büyük bir deprem beklenecek. 

Çöp sorununda da depremde olduğu gibi oldu. Çöp ülke gündemine 28 Nisan 1993 tarihinde yaşanılan büyük çöplük patlamasıyla gündeme geldi.

29 Nisan 1993 tarihli gazetelerin tümünün birinci sayfaları “Çöplük faciası”na ayrılmıştı. Çöpü yeniden gündeme getirmek için 28 Nisan 1993’ü anımsamak, anımsatmak gerekiyor. Bunun için 29 Nisan 1993 tarihli gazetelere bakmak yeterli olacaktır.












29 Nisan 1993 tarihli Milliyet Gazetesine bakıyorum: Manşet “Çöplük Patlaması” Manşetin altında iki alt başlık var: “Ümraniye çöplüğü bomba gibi patladı; evler insanlar çöp dağının altında kaldı.”  “Facia sorumsuzluğun son örneği…Yıllar süren uyarıları kimse dikkate almadı.” Çöplük patlamasına ilişkin büyük fotoğraflar var birinci sayfada. Fotoğraf altı yazılar fotoğraflardaki faciayı anlatmaya yetmiyor. “Ümraniye”yi allak bullak  eden facia sonrası çöplük ana baba gününe döndü. Çarpık kentleşmenin sonucu çevrede bir utanç abidesi gibi duran çöp dağları evleri yuttu, insanları boğdu. Faciadan kurtulanlar elleriyle çöpleri kazıp yakınlarını kurtarmaya çalıştılar.”  Bir diğer fotoğrafın altında da “ Bomba Çöplük. İşte insanlara mezar olan çöplük. Metan gazının yol açtığı faciadan çıkan yangın sönmüş, ama dumanlar bir yas işareti gibi tütüyor. İnsanlar çaresiz göz yaşı döküyor. Hekimbaşı çöplüğü bir mezarlık sessizliği veriyor.” Ağıt yakan kadınlar fotoğrafının altında da “Ölüme bakış. Kadınlar ağıt yakıyor. Kadınlar çocuklara, babalara komşulara yanıyor. Kadınlar çocukları kucaklarında ölümü sessizce seyrediyor.” Milliyet Gazetesini okumayı sürdürüyoruz: “Bekleniyordu. Geliyorum diyen facia geldi. Patladı patlayacak denilen Ümraniye çöplüğü patladı ve en az 30 evle 70 kişiyi yuttu. Dün sabah 10.10 sıralarında çöp dağlarında oluşan metan gazı, kulakları sağır eden bir gürültüyle patladı. Patlamayla birlikte 200-300 metre kayan tonlarca çöp yığını, önüne gelen evleri altına aldı. Göz göre göre. Ümraniye çöplüğünün bir gün bu faciaya yol açabileceği uzun zamandır söyleniyor, yazılıyordu… 
Manisa’nın çöplüğünü de yıllardır yazıyoruz söylüyoruz. Büyükşehir olmaya hazırlanan Manisa’nın çözümlenmesi gereken öncelikli sorunudur, çöp sorunu. Hiçbir kimse Manisa Çöplüğünün Manisa’ya ve görkemli Sipil Dağına yakıştığını söyleyemez.

Duyarlı bir yurttaş olarak, önce toplantılarda ve köşe yazılarında dile getirdim çöp sorununu. Çöplük patlayabilir diye yazdığımın ertesi günü çöplükte yangın çıktığı oldu. Daha sonra, Çöp Deyip Geçme isimli bir kitap yazdım. Manisa Kent Konseyi Başkanı olunca ilk çalışmamız Manisa Çöplüğü ve Manisa’da Katı Atıkların Geri Kazanımı Projesini hazırlayıp, Manisa Belediyesine sunmak oldu. Projemiz Manisa Belediye Meclisi tarafından oybirliği ile kabul edildi. Arcak henüz Manisa’nın çöplük sorunu çözümlenebilmiş değil.
Manisa kentinden toplanan çöpler, pimi çekilmiş bomba gibi duran Sipil Dağındaki çöplüğe dökülmeye devam ediyor.

İstanbul Ümraniye çöplüğü, parklara bahçelere dönüştürüldü. Ankara Mamak çöplüğü yok artık ortada. Mamak çöplüğünün yerinde, bahçeler var. Sipil Dağındaki çöplükte güzelim Sipil Dağının güzel bir parçası durumuna gelebilir. Çöplerin yığıldığı yerden ağaçlar yükselebilir…
Önümüzdeki yerel yönetim seçimlerine katılacak adayların programlarında çöplük sorunu ilk sırayı almalı. Adaylar, çöp sorununu nasıl çözeceklerini, çöpü nasıl geri kazanacaklarını inandırıcı biçimde anlatmalı. Manisa Çöp Sorununu çözen kent olmalı…

 









 

 
back to top