Çobanlıktan deveciliğe geçiş öyküsünü çok sıkça
anlatıyorum.
Çoğunluğu bilenlerin isteği üzerine oluyor. Bu kez de
istek üzerine ilginç bulacağınızı düşünerek yeniden yazıyorum.
1950’li yıllar zor yıllardı. Nereden biliyorsunuz demeyin, o yılları yaşadım ve biliyorum. O yıllar özellikle bizim için topraksız köylüler için daha zor yıllardı. Yaşantımızı tek odalı bir ev de sürdürüyorduk. Mutfağımız, yemek odamız, misafir odamız, yatak odamız hepsi o on beş metre kareyi geçmeyen tek odaydı. 1950’li yıllar gerçekten zor yıllardı. Ancak mutlu olmayı, mutlu kalmayı becerebiliyorduk.
Köyde tek bir kişinin keçi sürüsü vardı. Babam keçi sürüsünün çobanlığını yapıyordu. O yıllarda paralı alışverişler yerine değiştirmeler yapılırdı. Sizde olanı olmayana veriyor, ondan da sizde olmayanı alıyordunuz. Köye gelenler, zeytin ve yumurta alarak satış yapıyorlardı. Bulgurla, buğdayla alışveriş yapanlar bile vardı. Çocuklar bakkala yumurta götürür şeker alırlardı. Keçi sürüsünün sahibi de babama ücret olarak para yerine keçi verirdi. Yıllar sonra ağanın yüz keçisi içinde bizimde on beş keçimiz oldu. Annem bizim keçileri ayrı sağar, sütünü yoğurt yapar satardık.
Bir zaman sonra, babam keçi çobanlığından yakınmaya başladı. Babamı sevenlerden birisi “Bırak demiş keçi çobanlığını. Sat keçilerini, bir deve al. Odun taşır geçinir gidersin. Ağanın tafrasını çekmekten de kurtulursun” demiş. Birlikte bir hesap yapmışlar. Gerçekten de yirmi keçi ile bir deve alınabiliyormuş.
Babam keçileri satıp deve aldı. Böylece keçi çobanlığından kurtulmuş oldu. Hayatımız değişti. Babam her sabah deveyi alıp dağa oduna giderdi. Getirdiği odunu köydeki kahvelere satardı. Kış bastırana kadar her şey düzenli ve güzel gidiyordu. Kış bastırınca deveyi soğuktan korumak zorlaştı. Evin önüne ıhtırıp üzerini eski kilimlerle örtüyorduk. Durumumuzu gören komşumuz. “Bu böyle olmayacak, deveyi üşüteceksiniz. Gelin onu bizim eşek damına koyalım” dedi. Gidip eşek damına bakıldı. Deve yüksek, eşek damı alçaktı. Sununda onunda çaresi bulundu. Deveyi dışarıda ıhtırıp, ayaklarını bağlıyorduk. Emekler durumda da eşek damına koyuyorduk. Sabahleyin de paketlenmiş biçimde damdan dışarı çıkarıp, ayaklarını çözerek ayağa kaldırıyorduk. Deve için birazcık zahmetli oluyordu ancak soğuktan korunması içinde başka bir seçeneğimiz yoktu.
Akşamüzeri yine deveyi paketlenmiş biçimde eşek damına koyup, evlerimize çekildik. Gecenin bir yerinde büyük bir gürültü ile uyandık. Gürültü komşumuzun eşek damının olduğu yerden geliyordu. Koşup gittiğimizde gördüğümüz manzara gerçekten korkunçtu. Eşek damının içinde devenin ayakları çözülmüş ve deve ayağa kalkmıştı. Deve ayağa kalkınca da dam devenin üstüne yıkılmıştı. Deve yıkıntılar arasında bağırırken, köylüler damın çevresinde toplanıp deveyi yıkıntının içinden kurtardılar.
Komşumuzun eşek damına verdiğimiz zararı devemizi satarak ödeyebildik. Yine ortada kalmıştık. Babam varlıklı köylülerin birinin yanında yanaşma olarak çalışmaya başladı. Sadece babam değil annem ve bende çalışıyorduk.
Anlatmak istediğim deve öyküsü işte böyle. Öyküyü, topluluklar özellikle kooperatif ortakları karşısında anlatırken, bir üretim aşamasından, bir üretim aşamasına geçmek için koşulların oluşması gerekir. Eğer koşullar oluşmadan yeni bir üretim aşamasına geçilirse, eşek damının devenin tepesine yıkılması gibi sorunlar yaşanabilir diye noktalıyordum.
Demokrasiye geçişin, Avrupa Birliğine girişin ve kentleşmenin koşulları oluşturulmadan olmuyor. Damların tepemize yıkılmasını istemiyorsak, yeni aşamalara geçişin koşulları oluşturulmalı. İlkel araçlarla ve yönetmelerle çağdaş amaçlara ulaşılamıyor.
1950’li yıllar zor yıllardı. Nereden biliyorsunuz demeyin, o yılları yaşadım ve biliyorum. O yıllar özellikle bizim için topraksız köylüler için daha zor yıllardı. Yaşantımızı tek odalı bir ev de sürdürüyorduk. Mutfağımız, yemek odamız, misafir odamız, yatak odamız hepsi o on beş metre kareyi geçmeyen tek odaydı. 1950’li yıllar gerçekten zor yıllardı. Ancak mutlu olmayı, mutlu kalmayı becerebiliyorduk.
Köyde tek bir kişinin keçi sürüsü vardı. Babam keçi sürüsünün çobanlığını yapıyordu. O yıllarda paralı alışverişler yerine değiştirmeler yapılırdı. Sizde olanı olmayana veriyor, ondan da sizde olmayanı alıyordunuz. Köye gelenler, zeytin ve yumurta alarak satış yapıyorlardı. Bulgurla, buğdayla alışveriş yapanlar bile vardı. Çocuklar bakkala yumurta götürür şeker alırlardı. Keçi sürüsünün sahibi de babama ücret olarak para yerine keçi verirdi. Yıllar sonra ağanın yüz keçisi içinde bizimde on beş keçimiz oldu. Annem bizim keçileri ayrı sağar, sütünü yoğurt yapar satardık.
Bir zaman sonra, babam keçi çobanlığından yakınmaya başladı. Babamı sevenlerden birisi “Bırak demiş keçi çobanlığını. Sat keçilerini, bir deve al. Odun taşır geçinir gidersin. Ağanın tafrasını çekmekten de kurtulursun” demiş. Birlikte bir hesap yapmışlar. Gerçekten de yirmi keçi ile bir deve alınabiliyormuş.
Babam keçileri satıp deve aldı. Böylece keçi çobanlığından kurtulmuş oldu. Hayatımız değişti. Babam her sabah deveyi alıp dağa oduna giderdi. Getirdiği odunu köydeki kahvelere satardı. Kış bastırana kadar her şey düzenli ve güzel gidiyordu. Kış bastırınca deveyi soğuktan korumak zorlaştı. Evin önüne ıhtırıp üzerini eski kilimlerle örtüyorduk. Durumumuzu gören komşumuz. “Bu böyle olmayacak, deveyi üşüteceksiniz. Gelin onu bizim eşek damına koyalım” dedi. Gidip eşek damına bakıldı. Deve yüksek, eşek damı alçaktı. Sununda onunda çaresi bulundu. Deveyi dışarıda ıhtırıp, ayaklarını bağlıyorduk. Emekler durumda da eşek damına koyuyorduk. Sabahleyin de paketlenmiş biçimde damdan dışarı çıkarıp, ayaklarını çözerek ayağa kaldırıyorduk. Deve için birazcık zahmetli oluyordu ancak soğuktan korunması içinde başka bir seçeneğimiz yoktu.
Akşamüzeri yine deveyi paketlenmiş biçimde eşek damına koyup, evlerimize çekildik. Gecenin bir yerinde büyük bir gürültü ile uyandık. Gürültü komşumuzun eşek damının olduğu yerden geliyordu. Koşup gittiğimizde gördüğümüz manzara gerçekten korkunçtu. Eşek damının içinde devenin ayakları çözülmüş ve deve ayağa kalkmıştı. Deve ayağa kalkınca da dam devenin üstüne yıkılmıştı. Deve yıkıntılar arasında bağırırken, köylüler damın çevresinde toplanıp deveyi yıkıntının içinden kurtardılar.
Komşumuzun eşek damına verdiğimiz zararı devemizi satarak ödeyebildik. Yine ortada kalmıştık. Babam varlıklı köylülerin birinin yanında yanaşma olarak çalışmaya başladı. Sadece babam değil annem ve bende çalışıyorduk.
Anlatmak istediğim deve öyküsü işte böyle. Öyküyü, topluluklar özellikle kooperatif ortakları karşısında anlatırken, bir üretim aşamasından, bir üretim aşamasına geçmek için koşulların oluşması gerekir. Eğer koşullar oluşmadan yeni bir üretim aşamasına geçilirse, eşek damının devenin tepesine yıkılması gibi sorunlar yaşanabilir diye noktalıyordum.
Demokrasiye geçişin, Avrupa Birliğine girişin ve kentleşmenin koşulları oluşturulmadan olmuyor. Damların tepemize yıkılmasını istemiyorsak, yeni aşamalara geçişin koşulları oluşturulmalı. İlkel araçlarla ve yönetmelerle çağdaş amaçlara ulaşılamıyor.