ÇOK SESLİLİK
Çok seslilik, toplum olarak anlayıp içimize sindiremediğimiz bir kavram. Çok seslilikten çok
söz ediyoruz da, çevremizdeki herkes, benim gibi düşünsün, benim istediğimi söylesin istiyoruz. Tek sesliliğin kolaycılığına kaptırıyor herkes kendini.
Her yerde, ailede, işyerinde, tüm kurum ve kuruluşlarda ve siyasi partilerimizde, başta olanların büyük bir bölümü tek seslilik istiyor. Sadece kendi sesi çıksın, ne söylerse doğru söylediği koşulsuz kabullenilsin, söylediğinin dışında bir şey söylenmesin isteniyor. Bunu söylerken de, “Disiplin” deyip bir şey demiyor. Yeni bir şey söylediğinizde hem uyumsuz hem de disiplinsiz oluyorsunuz. Yeni bir şey söyleyebilmek kadar zevk aldığım başka bir şey yok. Yeni bir şey söyleyebilmek, düşünmeyi, okumayı araştırmayı gerektiriyor. Oysa uyumlu olmak için bunların hiç birisini yapmanıza gerek yok. Kafanızı evet anlamına emme basma tulumba gibi sallamanız yetiyor.
Ben tek seslilikten yana bir insan değilim. Tek seslilikten yana olanları da sevmiyorum. Kendi kendime olduğum zamanlarda bile, kendi doğrularımı süzgeçten geçirip, tartışıyorum. Kendi söylediklerime ters düştüğümde bile, gözlerimin içi gülüyor. Kendi doğru bildiğimin yanlış olduğunu görünce de bunu çevremdekilerle paylaşmaktan geri kalmıyorum.
Bize hep tek seslilik eğitimi verildi. Aile içinde babamızın, okulda öğretmenimizin, işyerinde amirimizin dediği tek doğrudur denildi. Oysa babamızın yanlışlarını daha çocukken, öğretmenlerimizin yanlışlarını yaşama atıldığımızda, amirlerimizin yanlışlarını işyerinde verim düştüğünde açıkça gördük.
Şimdi, siyasi partilerde de disiplin adına tek seslilik koşulsuz kabullenme öneriliyor. Tek sesliliği kabullenir, söylenenleri tartışmaz, yukardan söylenen her şeyi doğru kabul ederseniz yükselebilirsiniz deniliyor. Böyle yükselmeyi seçenler ve yükselenler oluyor elbet. Ancak, söylenenlere kuşkuyla bakanlar ve tartışanlar, yükselme şansı bulamıyor. Bir şey söyleyeyim mi? Eğer, söylenenlere kuşkuyla bakanlar olmasaydı, gelişme olmazdı. Aydın demek, araştıran soruşturan, kuşkuyu elden bırakmayan demektir. Siz, siz olun, “salla başı al maaşı” sözünde anlamını bulan, koyunlar olmayın.
Size birisi uyumsuz diyorsa, bunu size verilmiş en büyük ödül olarak kabul edebilirsiniz.
Şimdi diyelim ki, Mustafa Kemal, saraya yakın bir Osmanlı Subayı olarak, uyumlu birisi olsaydı. Söylenenleri hiç tartışmasaydı. Saraya bağlılığını disiplin adına hep sürdürseydi, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi? Mustafa Kemal’e Atatürk soyadı verilir miydi? Her söyleneni doğru kabul etmediğimiz, kuşkuyla yaklaşıp, tartıştığımız zaman doğrulara ulaşmamız kolaylaşacaktır. Ancak kendi doğrularımıza da kuşkuyla yaklaşmamız gerekiyor.
Size uyumsuz diyeceklermiş, varsın desinler. Konuşun lütfen. Çok konuşuyor, diyeceklermiş varsın desinler. Bana en çok acı veren, konuşulacak yerde susmak, susulacak yerde konuşmaktır. İstemediğim yerde, konuşmaya zorladıklarında, konuşmam gereken yerde engellediklerinde çok üzülüyorum. Konuşmak istediğimde, konuşmanın yolunu bulmaya, konuşamadıklarımı yazmaya devam ediyorum. Kim ne der, kim kızar demeden konuşup yazıyorum. Kendime olan saygımı yitirmemek için konuşup yazmayı da ölene dek sürdüreceğim...