Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

7 Aralık 2017 Perşembe

BAĞLILIKLAR ZAYIFLIYOR


Bağlılıkların zayıflaması pek üzerinde durmadığımız, farkında olmadığımız bir gelişme. Evet bağlılıklar zayıflıyor. Mekana, kişiye, topluma, işe, aileye bağlılıklar giderek zayıflıyor.

Kişilere bağlılığın zayıflamasını, bekarlığı tercih edenlerin çoğalması, ayrı yaşama isteklerinin artması, ailelerin küçülmesi olarak görüyoruz. Mekana bağlılığın zayıflaması, iç ve dış göçler olarak çıkıyor karşımıza. “Doğduğumuz yer, doyduğumuz yer” olmuyor artık.

Bağlılık aşiretlere ve inanç temelli örgütlenmelere karşıda giderek azalıyor. Siyasi partilere karşıda azalıyor bağlılıklar. Bir önceki seçimde alınan oylar bir sonraki seçimde alınmayabiliyor. Bağlılığın azalmasını iyi bir gelişme olarak görenler de var, kötü olarak değerlendirenler de. Ben iyi bir gelişme olarak görüyorum. Bağlılıkların azalması benim için özgürleşme anlamı taşıyor. Bağlılıklar azaldıkça özgür bireyler olma yolunda ilerlemiş oluyoruz. Bu gerçeği görüp, buna göre planlama yapanlar da var. Bu gerçeğin farkında olmayanlar da var. Bu gerçeği göremeyen, politikacıların sayısı oldukça fazla.

Bağlılıkların azalmasını disiplinsizlik olarak da değerlendirmemek gerekir. Özgür olmak, aydın olmakla eş anlamlıdır bence. Aydın insan eleştiren ve bağlılıklarını sürekli denetleyen insandır. İnsanların değişmeyeceğini sürekli bağlı kalacaklarını sananlar önümüzdeki seçimlerde bunun böyle olmadığını seçimlerde çarpıcı biçimde gördüler. Hiçbir kimse, hiçbir parti, geçtiğimiz seçimlerde aldıklarını garanti görmemeli. Hani “köprülerin altından çok sular aktı” derler ya. Onlarda insanların bağlılıklarının azaldığını görmelidirler. Onun için siyasi partilerin çok çalışması gerekiyor. Oy oranları çalışmalara göre değişecektir bundan hiçbir kimsenin kuşkusu olmasın. Kimsede kendisini bulunmaz sanmasın. Mezarlıklar kendini bulunmaz sananlarla dolu. Bunu da kimse unutmasın. Değişiyoruz, gelişiyoruz, özgürleşiyoruz, onun için bağımlılıklarımız azalıyor. Kimileri bağımlılıkların zayıflamasını “döneklik” olarak, kimileri “zayıflık” olarak, kimileri “kararsızlık” olarak değerlendirecek ve değişenleri suçlayacaklardır. Çağımızda suçlanması gereken, bağlılıklarını sürdürenler, değişmemekte direnenlerdir.

Bugün için bağlı olduklarımız, bugün için anlam taşır. Koşullar değişince, bağlılıklarda değişebilir. Aslında zaman zaman alayla karışık olarak gündeme getirdiğimiz “dün dündür” sözü aslında gerçeğin ta kendisidir. Gerçekten dün kendi koşulları ve kendi doğruları içinde dündür. Eğer, bağlılıklarımız sürecekse, bunun gelişmenin önünde engel oluşturduğunu gecikmeden görürüz. Bağlıkların değişmesi de küreselleşme gibi bir olgu. “Küreselleşmeye karşıyım” diyen bir dostumu, “bende depreme karşıyım” şeklinde yanıtlamıştım. Verdiğim yanıt çok hoşuma gittiğinden sürekli yineleyip duruyorum. Görevimiz karşı olduğumuzu söylemekle yetinmek olmamalı. Görevimiz karşı olduklarımıza karşı önlem almak olmalı. Evet, bağlılıkların azalması da bir olgu.


Her şeye karşı bağlılıklarımız azalırken, yeter ki, yaşama karşı bağlılığımız azalmasın. Yaşama dört elle bağlanan özgür insanlar olmak dışında bağlılığım yok benim. Bunun için de çok mutluyum. Ah birde insanlara karşı kendimi borçlu görme bağlılığından kurtulabilsem...



ETİK VE ESTETİK ÇÖKÜNTÜ


Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? "Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek" sözü neden söylenmiş.


Niye, yaşadığımız toplumdan çok sayıda, her konuda adını duyuran çağdaş dünyada da ilgi uyandıracak yapıtlar üreten sanatçılar, buluşlar yapan bilim adamları, sporcular çıkamıyor, çıkanlara sahip çıkılmıyor diye düşünüyorum. Benim düşündüğümü birçok kişinin de düşündüğünü ancak, soruya inandırıcı akılcı bir yanıt bulunamadığını biliyoruz. Çoğunluk sorunu ezbere dayanan eğitim sisteminde görüyor. Eğitim şart diyenlerin sayısı artıyor.

Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? "Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek" sözü neden söylenmiş. Eksikliklere, aksaklıklara kolayca alışıveren bir yapımız var. Tüm bunların nedenini acaba kadercilikte mi aramamız gerekecek. “E ne olmuş?” deyip çıkıveriyoruz işin içinden. Aslında zekamıza diyecek yok! Sorun sanırım tembelliğimizde. Zekiyiz ama tembeliz.

Bu aralar "kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor" cümlesini çok kullanıyorum. Çok kullanışımın nedeni, duyduğum rahatsızlık. Kentlerdeki çirkinlikler beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız edenin birçok kişiyi rahatsız etmemesine üzülüyorum. Bunca yolsuzluk beni rahatsız ediyor.. Beni rahatsız ettiği kadar, hepimizi etse, sorunun çözümleneceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Ancak “Bal tutan parmağını yalar” cümlesini sık kullanan bir toplumun yolsuzluklardan rahatsızlık duyduğunu söylemek pek kolay olmuyor.

Olumsuzluklara alışıveriyoruz hemen. Belli bir zaman dilimi içinde, belli girdileri kullanarak ve belli bir hızda çalışarak, yapabileceğimiz bir işi, güzel yapmak varken, kötü yapıp, “idare eder” diyerek, kabullendirmeye çalışmayı anlayamıyorum. Hele zamana karşı yarışılıyorsa, kötü ürünü, iyi gibi görmek ve göstermek boynumuzun borcu oluyor. Estetik erozyonun nedeni bu gibi geliyor bana.

Çok güzel binaların yanında, çok çirkinleri de var. Bakarsanız iki binaya da harcanan paranın farklı olmadığını görürsünüz. Birçok binaya bakarım, bu kadar çok para, bu kadar çok emekle böyle bir çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar diye şaşırmaktan kendimi alamam. Gerçekten bunca çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum.

Güzel bir gazete ile kötü bir gazete için harcanan emek, zaman ve paranın pek farklı olmadığını biliyorum. Herhangi bir kişi, bakıyorsunuz daha az zaman, daha az emek harcayarak benzerlerinden daha güzel bir yapıt koyabiliyor ortaya.  Bir ressam içinde durum aynı, aynı tuval, aynı boya, ancak sonuç aynı değil. Burada önemli olan, insan, eğitilmiş insan, estetik yönü gelişkin insan.

Estetik önemli dediğinizde, “önemsiz” diyen mi var?” diyorlar.  Önemliyse, her önemli konu gibi önemine yaraşır özen ister. Hele kentleşmede,  hele yayıncılıkta, gazete çıkarmada, televizyonculuk yapmada bu özen işine daha büyük önem vermek gerekir.

“Ufacık ayrıntı” deyip geçiştiremeyiz işi. Ufacık ayrıntı deyip, görmezlikten gelirsek, devamında gelen ayrıntıları da “ufacık” deyip geçiştirmeye başlarız ki, işte bu estetik erozyonun başlangıcı olur.

Bildiğimiz toprak erozyonunu sık sık gündeme getirip, yeterli olmasa da belli önlemleri almaya çalışıyoruz da, etik ve estetik erozyonunu görmüyoruz bile. Hele estetik erozyonunun varlığından bile haberimiz yok.

Etik ve estetik erozyonla mücadele etmeden, mutlu insan, mutlu toplum yaratamayız. Ne işbirliğini nede dayanışmayı güçlendirebiliriz. Etik ve estetik erozyonunu önlemezsek demokrasiyi de işletemeyiz. Etik ve estetik çöküntü devam ederse giderek ilkelleşiriz. Eller aya giderken biz yaya kalırız…

Etik ve estetik ayrılmaz ikizlerdir. Biri kötüyse diğeri iyi olamaz. Etik ve estetik değerleri yüksek insanlar yetiştirmek için, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemek şart…



 
back to top