Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

29 Kasım 2018 Perşembe

ULUSAL KIRSAL AĞ


Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, kırsalın sorunlarını çözmek için farklı zamanlarda farklı çalışmalar yapıldı.
Ancak, sorunlar bir türlü çözüme kavuşturulamadı. Tarım geliştirilemedi. Köylülerin gelir düzeyleri ve yaşam koşulları iyileştirilemedi.

Yeni kavramlar ve yeni kurumlar, hep gelişmenin habercileridir. Ulusal Kırsal Ağ da yeni bir kavram. Kırsalın düşlerini gerçeğe dönüştürmek için kuruluyor.
Ulusal Kırsal Ağ’la tanışmam Tarım ve Orman Bakanlığı içinde yer alan İPARD, TKDK ve Ulusal Kırsal Ağ’ı dillendiren, genç ve çalışkan Bakanlık elamanlarının OBASYA Kırsal Turizm Tesislerinde düzenlediği etkinliklerde oldu. Alışık olduğumuzun dışında, farkındalığı artıran, insanların hızla kaynaşmasını ve hedefe yönelmesini sağlayan, eğlendiren, eğlendirirken öğreten çalışmalar yapılıyordu. Katılımcıların çalışmalarda sıkılmadıklarını, ikinci üçüncü ve devam eden tüm çalışmalara keyifle katıldıklarını gördüm. Zamanımızın tümünü, kişisel gelişmeye, öğrenmeye ayırırken, hepimiz farkına bile varmadan Ulusal Kırsal Ağ’ı öğreniyor hatta öğretecek duruma geliyorduk.
Çalışmalara Manisa’nın ardından Isparta’da devam ettik. Güneykent’te, gülü, Kuyucak’ta lavantayı öğrendik. Her etkinlikte dostluklarımızı güçlendirdik. Daha sonra Mardin ve Kızılcahamam’da buluştuk. Son buluşma noktamız Safranbolu oldu.
Çalışmaların bana ne kazandırdığını düşündüm. Ve aklıma gelenleri paylaşıyorum sizlerle:
Ulusal Kırsal Ağ çalışmalarında;
Yeni bilgiler yeni dostlar edindim. Kendimi yeniden tanıma fırsatı buldum. Yenilendim. Şimdi, Ulusal Kırsal Ağ öncesi Mustafa Pala ile Ulusal Kırsal Ağ çalışması sonrasındaki Mustafa Pala’ın farklı olduğunu, söyleyebilirim. Eğitim şart. Eğitim gerçekten şart. Ezberleten değil, öğrenmeyi öğreten eğitim şart. Geleceğe daha umutlu bakmaya başladım. Ulusal Kırsal Ağ’a aidiyet duygum, Ulusal Kırsal Ağ içinde olmamın, çevreme, yaptığım işe ve ülkeme daha yararlı olabileceğime ilişkin inancım güçlendi. Ekip çalışması konusunda, yeni deneyimler edindim. Ufkum genişledi. Isparta’da, Kuyucak ve Güneykent’te yaptığımız çalışmanın sonrasında. Gülderen Kadın Kooperatifi ile Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak, işbirliği başlatıp sürdürmek amacıyla, kardeş kooperatif olma kararı aldık. Karşılıklı olarak, ürünlerimizi pazarlama, her konuda olanaklarımız ölçüsünde yardımcı olma konusunda, 2019 yılında daha somut adımlar atacağız. Mardin’de sabun üreticileri ile yaptığım görüşmelerin ardından Obasya’da sabun üretme ve pazarlama konusunda yeni bir proje yapma kararı aldık. Başka şekilde, bir araya gelme ve düşüncelerimizi paylaşma olanağı bulamayacağımız kişilerle dostluklarımızı derinleştirme, bilgi paylaşımını sürdürülebilir hale getirme konularında gelişme sağladık. Ulusal Kırsal Ağ Paydaşları olarak, etkileşim içine girdik, bu etkileşim sırasında, yeni düşüncelerin filizlendiğini, bunların birçoğunun projeye dönüştürülebileceğine olan inancımız arttı.
Kırsalın düşlerini gerçeğe dönüştürecek olan Ulusal Kırsal Ağ içinde olmaktan, çalışmalara etkin biçimde katılmaktan mutluyum. Dilerim, çalışmalar planlandığı gibi devam eder, dilerim kırsal kalkınma gerçekleşir. Ulusal Kırsal Ağ çalışanlarına başarılar diliyorum. Yolumuz açık olsun.



BENİM ÖĞRETMENLERİM


Annemiz babamız, onlardan gelen genlerimiz, onlardan aldığımız eğitim çok önemli biliyorum.
Ancak öğretmenlerimizden aldıklarımız da en az onlar kadar önemli. Öğretmenlerimin benim yaşamım, başarılarım, dünyaya bakışım ve duruşum üzerindeki önemini şimdi daha derinden anlıyor ve biliyorum.

Benim ilkokul öğretmenlerimden Hasan Ali Eren,  ilkokulu bitirdiğimde beni, Akhisar’ın Büknüş köyünden alıp, Balıkesir’e Astsubay hazırlama ortaokulunun giriş sınavına götürmüştü. Sınavı kazandığımda da, diğer öğretmenim Orhan Seyfi Temel İzmir’e sağlık muayenesine götürdü.  İki öğretmenimde benimle yakından ilgilendiler, yoksul bir köylü ailesinin çocuğunun okuması için çaba gösterdiler. Onlar olmasaydı, benim de babam gibi çoban olmaktan başka seçeneğim kalmayacaktı.

Benim öğretmenlerim, dersler bittiğinde, köyden ayrılmazlardı. Benim öğretmenlerim sadece okuldaki öğrencilerin değil, köylülerin de öğretmeniydiler. Köylülerimin her türlü sorunlarının çözümüne yardımcı olurlardı. Taşımalı eğitime karşı çıkışımın temel nedeni bu. Öğretmenin köyle ilgisi kesilmemeliydi.

Köyde okul ve öğretmen, aydınlığın ve Cumhuriyetin simgesiydiler.  Köylerde taşımalı eğitim başladıktan sonra, köylerde öğrencisi olmayan, kapısı penceresi kırılmış okullar görünce, ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Köyün, dünya ile bağları kesilmiş, ışığı karartılmış gibi bir duyguya kapıldım. Taşımalı eğitim nedeniyle işlevsiz kalan okullara acilen yeni işlevler kazandırılmalı diye düşünüyorum. Terkedilen okul binaları korunmalı oralarda halk eğitim çalışmaları yapılmalı kurslar açılmalı.  Köylerimizdeki terk edilmiş okullar, unutulmuşluğun, terk edilmişliğin acıtan  simgesi gibi duruyorlar köylerde.

Başarılarımı ilkokul öğretmenlerime borçlu olduğumu bilerek inanarak yürekten söylüyorum. Öğretmenlerim bana düşünmeyi öğrettiler. Öğretmenlerim bana ezberi değil, öğrenmeyi öğrettiler. Öğretmenlerim benim özgüvenimi güçlendirdiler.

1958 yılında 13 yaşındayken, Akhisar’ın Büknüş köyünden Konya’da bulunan Astsubay Hazırlama Orta Okulu’na tek başıma kendim gitmiştim. Çocuklarımızın özgüvenini güçlendirmek için onlara kendi başlarına iş kotarma fırsatı vermeliyiz.

Öğretmenlerim, işleri nedeniyle ya da maaşlarını almak için Akhisar’a gittiklerinde, bir günlüğüne benim ders vermemi isterlerdi. Ben ilkokul beşinci sınıf öğrencisi olarak, birinci, ikinci, üçüncü sınıfların derslerine girerdim. Bana öğretmenlerimin duyduğu bu güven, özgüvenimin güçlenmesini sağladı. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğretmenlerimden öğrenmek benim için, hayatıma yön veren en büyük kazanım oldu.

Öğretmenlerimin yönlendirmesiyle, bulduğum her kitabı okumaya başladım. Bunu fark eden öğretmenlerim bana yeni kitaplar getirmeye başladılar. Çocuklarımızın kitap okumalarını sağlamalıyız. Kitap okumalarını alışkanlık haline getirmelerine yardımcı olmalıyız. Köy Enstitüleri’nde yetişen, öğretmenler gerçekten çok farklıydı. Mustafa Kemal’in aydınlık yüzlü olan o Cumhuriyet öğretmenlerini çok özlüyorum.

Köylerimizde okullarımızı Cumhuriyetimizin simgelerini yeni işlevler yükleyerek yaşatalım. 

Tüm öğretmenlerimizin öğretmenler günü kutlu olsun.





19 Kasım 2018 Pazartesi

SEVGİ KÜLTÜRÜ


En kıt kaynağımız zaman diyorlar ya, aslında sevgiyi unutuyorlar. Bence en kıt kaynağımız sevgi. Sevgi olsun hele, zaman nasıl bulunur görün.
Ülkemizde sevgi eksikliği var diye yakınıyordum sürekli olarak ama gördüm ki, istendiğinde eksiklik gideriliyor, sevgi çoğalıyor, sel olup akıyor.  10 Kasım’da gördük yollara taşan alanlara sığmayan sevgiyi. Sevgiyi görünce özlediğimiz günler gelecek sevgisizlik bitecek diye sevindik çoğumuz.

Sevmek sadece insana özgü bir duygu değil. Sevmek, canlı olmanın temel özelliği olsa gerek. Sevilen  bir hayvanın, neler yaptığını, sevgiye nasıl karşılık verdiğini görürüz ve biliriz. Sevilen çiçeklerin daha güzel  çiçek açtığını, daha güzel büyüdüğünü söyleyenler vardır. Evet, sanırım canlı olan her şey sevgiye bir yanıt veriyor. Sevgisizlik, kapkaranlık bir dünya olur gibi geliyor bana. Sevmekte sevilmek de sadece bir duygu değil, ekmek gibi, su gibi, hava gibi temel bir ihtiyaç. Sevginin iyi yanı, sevdikçe bitmiyor, aksine sevdikçe çoğalıyor. Sevgi paylaşıldıkça büyüyor. Sevgiyi derinlemesine yaşayarak yaşamak ne güzel olur değil mi? Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmekle mümkün oluyor. Sevgi hepimizin yaşam biçimi olsa, inanın dünyada ne savaşlar olur, ne insanlar açlıktan ölür.

Sevmek varken, yerine neden korku tercih edilir anlayamıyorum. Bazı insanlar, sevilmediklerinden yakınırlar. Ancak sevilmeyen insanlara bakın, genellikle sevmeyen insanlardır. Seven insan mutlaka sevilir. Sevilmediğini söyleyen insanlar öncelikle kendilerine “Ben seviyor muyum?” sorusunu sormalıdırlar. Sevilmek için sevmek gerekiyor. Çevremizde sevgi yerine korku tercih edenleri görebiliriz.  Kolaycı bir yaklaşım olduğu için, gelişmemiş toplumlarda, her şey korku üzerine biçimlendiriliyor. Ve şimdi ülkemizde olduğu gibi, korku kültürü egemen oluyor. Korkunun araç olarak kullanılmasına evden başlanıyor. Çocuk korkutularak büyütülüyor. Okullarda öğrenciler, sınıfta bırakılmakla korkutulmak isteniyor. İnsanlar korkutularak çalıştırılıyor. İşi uzatmaya gerek yok. Devlet yurttaşından, yurttaş devletinden korkuyor. Korku kültürünün yerini sevgi kültürünün alması için çalışma yapılmıyor. Sevdirerek yaptırma yerine aklımıza gelen önlem korkutmak oluyor.. Her işimizi cezalarla, yasaklarla yapmaya kalkıyoruz. Bunun nedeni, yaşamımızda korku kültürünün etkin olması. Korku kültürünün yerine sevgi kültürünü koyabilsek, sorunlarımızın daha kolay çözümlenebileceğinden hiçbir kuşkunuz olmasın.

Kural dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin, babanın çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, öğretmenin öğrencisini, kocanın eşini dövmesi hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin de mümkün olmadığı da biliniyor. Korkunun öne çıkarılmasını toplum yaşamında korku kültürünün egemen olmasını ilkellik olarak görenlerin sayısı artamadığı için, toplumsal gelişme, toplumsal barış, işbirliği ve dayanışma olamıyor. Tüm bu değerlerin yerini, çekişme, çatışma dedikodu ve magandalık alıyor.

İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Hiç yalan söylememeli. Haksızlık yapmamalı. Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi,  ayıplanmaktan korktuğu için değil, insanları sevdiği için yapmalı.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sever hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki.  Benim tek ÖZLEM’im bu işte… 




8 Kasım 2018 Perşembe

ATATÜRK’Ü ANLAMAK


Atatürk’ü anlamak için okumak şart diyerek başlıyorum yazıma. Okumak gerçekten şart.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgiyle saygıyla giderek artan bir özlemle anacağız yine. Atatürk’ü anmakla kalamayız anlamaya da çalışmalıyız.

Her 10 Kasımda sel olup Anıttepe’ye akıyoruz. Altını çizerek söylüyorum: Atatürk bizim geçmişe özlemimiz değil aydınlık geleceğimizdir. Onun gösterdiği yol bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur. Bu nedenle “İzindeyiz” yerine “yolundayız” demeliyiz.

Atatürk’ü anlamak için okumak şart. Atatürk’ün yaşamı boyunca yaklaşık 4000 kitap okuduğunu biliyoruz. Dile kolay 4000 kitap bir yaşama nasıl sığar? Atatürk “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyor.  Atatürk’ün dediği gibi bizde gelişmek ülkemize hizmet etmek istiyorsak devamlı kitap okumalıyız. Gelişmek için okumak şart. Kitaba da para ayırmalıyız. Aldığımız kitapları arkadaşlarımızla değişerek daha çok kitap okumalıyız. Atatürk şüphesiz ki yüzyılımızın önde gelen kişileri arasındadır. Kuşkusuz bu özelliğinin var olmasında askeri kişiliği, devlet adamlığının yanı sıra düşün adamı olmasının da büyük payı vardır. Yaşamı boyunca kitap, Atatürk için vazgeçilmez bir değer, yol gösteren bir varlık olmuştur. O’nun için okumak bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sonunda geniş bir kültür kazanmıştır. Atatürk için kitap, öğrenim yaşamı boyunca her aşamada etkili olmuştur. İlkokul öğrencisi iken kitap okumayı, sokakta oynamaya tercih etmiş, ders kitapları ile yetinmemiş, askeri okulda öğrenimini sürdürürken de yerel dergi ve gazeteleri izlemiş, fen ve matematik konularında yarışmalara girip kazanmıştır. Vatan ve özgürlük kavramlarını işleyen Namık Kemal’in eserlerini, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini okurken, öte yandan da Voltaire, Rousseau, Montesqiue gibi Fransız düşünürlerin eserlerini okumuş ve fikirleri üzerinde tartışmıştır. Fransızca öğrenmiş ve bu dilde, askerlik eğitimi ile ilgili olduğu kadar, siyaset, hukuk ve edebiyat üzerine yazılmış eserleri de okumuştur. Çanakkale Savaşları sırasında, ateş altında bile okumaktan vazgeçmemiştir. Atatürk vatanı düşman istilasından kurtardıktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmek gereğini duymuştur. Artık O, savaş alanlarında kazandığı zaferlerini, kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda yapmayı tasarladığı reformlarla sağlam temellere oturtmak istiyordu. Bu nedenle de o güne kadar okuyamadığı bazı kitapları yurt dışından getirtiyor, Türkçeye çevirtiyordu. Atatürk’ün hangi konularda, ne çeşit eserler okuduğunu gösteren en güvenli kaynak özel kütüphanesinin kataloğudur. Bu kaynak O’nun düşün ve kültür yaşamının bir göstergesidir. Eğer Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak istiyorsak, eğitim gerçekten şart. Eğitim içinde Atatürk gibi çok okumak şart. Çok okuyacağız. Okuyanların sayısı çoğaldıkça güçlendiğimizi göreceğiz. Çocuklarımızın okuma alışkanlığı edinmelerini sağlayacağız.

Kaldırılan felsefe dersleri yeniden konulmalı. Düşünen soran sorgulayan araştıran, bilgiye ulaşmayı ve paylaşmayı bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Çocuklarınıza ve dostlarınıza vereceğiniz en güzel hediye niye bir NUTUK olmasın. Dostlar gerçekten söylüyorum, Nutuk okumayan kalmasın…




 
back to top