Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

29 Mart 2018 Perşembe

KENT İÇİ ULAŞIMDA HAVARAY



Manisa’da kent içi ulaşımda yaşadığımız sorunlar artarak devam ediyor.Kent içi ulaşım sorunuyla birlikte otopark sorunu da giderek büyüyor.

Kentler bu yoğunluğu taşıyamıyor. Kent içi ulaşım sorununa köklü bir çözüm bulmak gerekiyor. Yapılması gerekenler belli. Kent içindeki yoğunluk azaltılacak. Adliyenin, emniyetin, olduğu gibi, devlet dairelerinin, hatta valiliğin, hizmet birimlerinin kentin yakın çevresine taşınması yoğunluğu azaltacaktır.

Bence köklü çözüm, toplu taşımadır. Ankara, İstanbul, İzmir ulaşım sorununu toplu taşımayla, metro ile çözümledi. Ankara’da ulaşım o kadar rahat ki, toplu taşıma işkence olmaktan çıkarılarak, keyifli yolculuğa dönüştürülmüş. Sorunu toplu taşımayla çözen kentler sadece bu üç kentle de sınırlı değil. Sanayileşen kentlerin tümünde, toplu taşımaya hızlı bir yöneliş var.

Kentimize baktığımızda, metronun uygun olmadığı görülüyor. Tarihi kentimizin altındaki kalıntılar, kazma işini zorlaştırabilir. Ayrıca metro yatırımı pahalı bir yatırım. Yolların bir bölümüne ray döşenmesi de, yolların darlığı nedeniyle mümkün görülmüyor. Geriye kalan tek seçenek de “HAVARAY” Çift yönlü yolların ortasına konulacak direkler üzenine döşenecek raylar üzerinde çalışacak araçlarla toplu taşıma işlemi yapılabilir. “Havaray”la  yapılacak toplu  ulaşım mevcut yolların yükünü çoğaltmayacağından, ulaşım konusuna köklü ve kalıcı bir çözüm getirilmiş olur. Manisa için Havaray önerimizi getirdiğimizde, ülkemizde örnekleri yoktu; ama şimdi Ankara’da, İstanbul’da hatta Konya’da uygulanmış güzel örnekler var. Yurtdışında çok örneği var havaray’ın.

Havaray sistemi sanayicilere büyük rahatlama getireceğinden, finansmanına sanayicilerin katkısı sağlanabilir. Hatta havaray tümüyle yap-işlet-devret modeliyle yaptırılabilir.

Manisa “Havaray”ı tartışmaya hemen başlamalı. “Havaray” Manisa Belediyesinin gündemine alınmalı. “Havaray”ı sanayiciler de tartışmaya başlamalı. Konuya ilgi duyanlar olursa, kendilerine dünyanın değişik kentlerinden değişik uygulamalarından yola çıkarak hazırladığım sunumu gösterebilirim.
Biliyorum birçok kişi daha baştan “olmaz” diyecektir. Ben Manisa’da birçok kişinin “olmaz” dediği işlerin olduğunu çok gördüm. Manisa’da “olmaz” diyenlerin sayısının “olur” diyenlerden çok fazla olduğunu da biliyorum. Ancak, buna rağmen hiç umutsuzluğa düşmüyorum. “Olmaz” diyenlerle “olur”  diyenlere baktığımda nicelik ve nitelik farkını görüyorum. “Olmaz” diyenler sayıca çok oluyor ama “olur” diyenlerin daha nitelikli olması işi her zaman kolaylaştırıyor. İpe un sermek, mazeret üretmek isteyenler, olmaz diyenlerin sayısının çokluğunu kullanabilirler. Ancak, mazeret üretmek yerine marifet göstermek isteyenler,  ülke için, kent için yararlı gördükleri işleri denilenlere bakmadan başarırlar. Şunu iyi bilmeli ki, yarınlara olmaz denileni olduranlar adı ve yaptıkları kalacaktır.

Manisa’da “Havaray” olur mu? Bal gibi olur. Manisa’da kent içi ulaşım sorununu “Havaray” çözer mi? Bal gibi çözer.

Hele bir “Havaray”ı tartışmaya başlayalım. “Başlamak yarısıdır “ diyorlar ya, aslında başlamak tamamıdır. Yeter ki, konuşmaya başlayalım. Birçok insanın “uçuk” bulduğu “Havaray Projesi” Manisa için uygulanabilir ve sürdürülebilir bir çözümdür…




21 Mart 2018 Çarşamba

ETİK VE ESTETİK


Niye, yaşadığımız toplumdan çok sayıda,  her konuda adını duyuran çağdaş dünyada da ilgi uyandıracak yapıtlar üreten sanatçılar, buluşlar yapan bilim adamları, sporcular çıkamıyor, çıkanlara sahip çıkılmıyor diye düşünüyorum.  Benim düşündüğümü birçok kişinin de düşündüğünü ancak, soruya inandırıcı akılcı bir yanıt bulunamadığını biliyoruz. Çoğunluk sorunu ezbere dayanan eğitim sisteminde görüyor.

Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? “Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek” sözü neden söylenmiş. Eksikliklere, aksaklıklara kolayca alışıveren bir yapımız var. Tüm bunların nedenini acaba kadercilikte mi aramamamız gerekecek. “E ne olmuş?” deyip çıkıveriyoruz işin içinden. Aslında zekamıza diyecek yok! Sorun sanırım tembelliğimizde. Zekiyiz ama tembeliz.

Bu aralar, kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor, cümlesini çok kullanıyorum. Çok kullanışımın nedeni, duyduğum rahatsızlık. Kentlerdeki çirkinlikler beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız edenin birçok kişiyi rahatsız etmemesine üzülüyorum. Bunca yolsuzluk beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız ettiği kadar, hepimizi etse, sorunun çözümleneceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Ancak “Bal tutan parmağını yalar” cümlesini sık kullanan bir toplumun yolsuzluklardan rahatsızlık duyduğunu söylemek pek kolay olmuyor.

Olumsuzluklara alışıveriyoruz hemen. Belli bir zaman dilimi içinde, belli girdileri kullanarak ve belli bir hızda çalışarak, yapabileceğimiz bir işi, güzel yapmak varken, kötü yapıp, “idare eder” diyerek, kabullendirmeye çalışmayı anlayamıyorum. Hele zamana karşı yarışılıyorsa, kötü ürünü, iyi gibi görmek ve göstermek boynumuzun borcu oluyor. Estetik erozyonun nedeni bu gibi geliyor bana. ”Yapıştır gitsin” diyenlerin sayısı artıyor.

Çok güzel binaların yanında, çok çirkinleri de var. Bakarsanız iki binaya da harcanan paranın farklı olmadığını görürsünüz. Birçok binaya bakarım, bu kadar çok para, bu kadar çok emekle böyle bir çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar diye şaşırmaktan kendimi alamam. Gerçekten bunca çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum.

Güzel bir gazete ile kötü bir gazete için harcanan emek, zaman ve paranın pek farklı olmadığını biliyorum.  Herhangi bir kişi, bakıyorsunuz daha az zaman, daha az emek harcayarak benzerlerinden daha güzel bir yapıt koyabiliyor ortaya.  Bir ressam içinde durum aynı, aynı tuval, aynı boya, ancak sonuç aynı değil. Burada önemli olan, insan, eğitilmiş insan, estetik yönü gelişkin insan.
Estetik önemli dediğinizde, “önemsiz” diyen mi var?” diyorlar.  Önemliyse, her önemli konu gibi önemine yaraşır özen ister. Hele kentleşmede,  hele yayıncılıkta, gazete çıkarmada, televizyonculuk yapmada bu özen işine daha büyük önem vermek gerekir.

“Ufacık ayrıntı” deyip geçiştiremeyiz işi. Ufacık ayrıntı deyip, görmezlikten gelirsek, devamında gelen ayrıntıları da “ufacık” deyip geçiştirmeye başlarız ki, işte bu estetik erozyonun başlangıcı olur.

Bildiğimiz toprak erozyonunu sık sık gündeme getirip, yeterli olmasa da belli önlemleri almaya çalışıyoruz da, etik ve estetik erozyonunu görmüyoruz bile. Hele estetik erozyonunun varlığından bile haberimiz yok.

Etik ve estetik erozyonla mücadele etmeden,  mutlu insan, mutlu toplum yaratamayız. Ne işbirliğini nede dayanışmayı güçlendirebiliriz. Etik ve estetik erozyonunu önlemezsek demokrasiyi de işletemeyiz. Etik ve estetik çöküntü devam ederse giderek ilkelleşiriz. Eller aya giderken biz yaya kalırız…

Etik ve estetik ayrılmaz ikizlerdir. Biri kötüyse diğeri iyi olamaz. Etik ve estetik değerleri yüksek insanlar yetiştirmek için, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemek şart…



17 Mart 2018 Cumartesi

ÇANAKKALE RUHU



Ülkemizin Çanakkale ruhuna gerçekten ihtiyacı var. Çanakkale Ruhu, bu ülkede yaşayanların, inanç ve köken ayrımı gözetmeden tümünün bu ülkenin huzuru ve güvenliği için birlikte mücadele etmesidir.

Çanakkale ruhu her türlü ayrımcılğın bitmesidir.
18 Mart 1915 Çanakkale'de bir kahramanlık destanının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.

Çanakkale zaferi, önemine yaraşır bir özenle kutlanmalı, öğrenilmeli öğretilmelidir. Çanakkale'den geriye kalan, bir büyük destan, bir büyük komutan, yüzbinlerce şehit ve Koca Seyit.

Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusuna, Mustafa Kemal gibi bir büyük önderi hediye etmiştir.

Ne Çanakkale'yi unuturuz, ne Koca Seyit'leri ne de Mustafa Kemal'i. Unutmayacağımız birşey daha var: Çanakkale'de ortaya çıkan birlik bütünlük ruhu.

Çanakkale Savaşında tarihe şanla geçen anlatılan ve dünya durdukça anlatılacak olan, kahramanlık öyküleri vardır.  Bu öykülerden birisi de Koca Seyit'in öyküsüdür: 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, gürbüz yapısı ve pehlivanlığıyla dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığına izafeten "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyid" diye anılmıştır.

1914'te Birinci dünya savaşı patlak verdiğinde Seyit Çanakkale'de topçudur.  Çanakkale Boğazı'nın Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28 lik Mecidiye bataryasında Şeyit'le birlikte kırk kişi vazifeliydi. 17 Mart 1915'te Çanakkale'deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi.
Kıyıları yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraklamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükseliyor, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutuyordu. Ateş çemberi genişleye, genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peşpeşe düşmeye başlamıştı. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı.

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde ateş püskürmeye devam eden düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 276 kilo ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu? Seyit, şaşkınlıkla kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da  koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtına almıştı. Bir çırpıda, 28'lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit, mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vererek önünde canavar gibi duran Ocean'ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tesbit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirince topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı, koca gemi isabet almış ve sulara gömülmüştü. Bu sanki savaşın kırılma noktasıydı.  Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edildi. Çanakkale'nin geçilmezliği tüm dünyaya kanıtlanmış oldu.

Türk Ulusu Koca Seyit'i gördü yüreklendi. Mustafa Kemal'i Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in can pazarında gördü umutlandı.  Çanakkale Savaşından geriye güzel bir destan kaldı. Çanakale destanından geriye kalan ve şimdi çok ihtiyacımız olan ÇANAKKALE RUHU olmalı. İşte şimdi bu ruh heniden ortaya çıkarılmalı.



8 Mart 2018 Perşembe

KADINLAR GÜNÜ



Bir özlemimi dile getirmek istiyorum hemen yazımın başında: Katınlar, siyasetin içinde olmalı, kentlerin ve ülkenin yönetimine etkin biçimde katılmalı.

Sadece evlerin içine değil, kentin sokaklarına ve meydanlarına kadın eli değmeli.

Tek paragraflık bir özlemin ardından, günün anlam ve önemine ilişkin düşüncelerimi aktarmaya geçebilirim. Dünya Kadınlar Günü’nün ilk olarak gündeme gelmesi 1800’lü yıllara rastlar. 1800’lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları isteyen kadın işçiler haklarını kazanmak için mücadele etmişlerdir. Bu hak arama, daha iyi koşullarda çalışma mücadelesi yıllarca devam etmiştir. Devam etmektedir ve edecektir.

Birleşmiş Milletler Örgütü, kadınlarda ayrımcılığı, istismarı fark etmiş ve kadın problemlerine dikkat çekmek için 8 Mart 1975’te, 8 Mart gününü Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul etmiştir.

Amaçlarına ulaşmak için çalışan kadınlar için 8 Mart özel ve önemli bir gündür, önemine yaraşır şekilde kutlanmalıdır. Bence bugünün anlamı ve önemi, hiçbir yaşam sıkıntısı olmayan, lüks içinde yaşayan, kadınlara gelecek bir çiçek, bir hediye vermekle sınırlandırılamaz. Kadınlara çiçek vermek için yüzlerce neden bulabiliriz ama 8 Mart çalışan kadınların günü bir hak arama bir başkaldırma ve siyasete etkin biçimde katılma günü olarak kutlanmalıdır.  Atanamayan bayan öğretmenler, iş bulamayan kadınlar, çocuk yaşta evlendirilenler, istismar edilenler mutlaka gündeme getirilmelidir.

Kadın kuluçka makinesi gibi görülmemeli, kafesler ardına hapsedilmemeli. Kadın duyarlılığı kente ve ülke yönetimine yansıtılmalı. Görün bak kentler nasıl daha güzel, nasıl daha yaşanası olur. Okuryazar olmayan kadınlar için ülke düzeyinde bir seferberlik başlatılmalı kadınlarımız okuryazar durumla getirilmeli.

Öte yandan, sadece dini nikahın yeterli görülmesi, kumalık, berdeller, başlık paraları, dayak ve baskı, töre cinayetleri sona erdirilmeli. Şehirlerimizde işyerlerinde cinsel tacize maruz kalan, doktor yüzü görmediği için yaşamını yitiren kadınların sorunlarına acilen çözüm bulunmalı.

Şu evlendirme programlarının yerini kadınları eğitme okuma yazma programları alsa. Okuma yazma öğrenenlere ödüller verilse, onlara iş bulunsa, eğitimli kadın sayısı çoğaltılsa, ülkemizin kalkınma hızının artacağından, çocukların daha iyi eğitileceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Bir ülkenin kalkınması için öncelikle kadınlarının eğitilmesi gerekir.

Kadınlarımızı erkeğinin yanında birinci sınıf yurttaş yapan, onlara seçme ve seçilme hakkı veren, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kadınlarımız Atatürk’ü daha çok sevmeli, çocuklarına Atatürk sevgisini öğretmeliler.

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında analarımız önemli çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Yeri geldiğinde cephede savaşmış, yeri geldiğinde cephe gerisinde savaşa destek olmuşlardır, Savaş ardından ülkenin kalkınmasında da kadınlarımız, en ön saflarda yerlerini almıştır.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.



 
back to top