En kıt kaynağımız
zaman diyorlar ya, aslında sevgiyi unutuyorlar. Bence en kıt kaynağımız sevgi.
Sevgi olsun hele, zaman nasıl bulunur görün.
Ülkemizde sevgi eksikliği var diye
yakınıyordum sürekli olarak ama gördüm ki, istendiğinde eksiklik gideriliyor,
sevgi çoğalıyor, sel olup akıyor. 10 Kasım’da gördük yollara taşan
alanlara sığmayan sevgiyi. Sevgiyi görünce özlediğimiz günler gelecek sevgisizlik
bitecek diye sevindik çoğumuz.
Sevmek sadece insana özgü bir duygu değil.
Sevmek, canlı olmanın temel özelliği olsa gerek. Sevilen bir
hayvanın, neler yaptığını, sevgiye nasıl karşılık verdiğini görürüz ve biliriz.
Sevilen çiçeklerin daha güzel çiçek açtığını, daha
güzel büyüdüğünü söyleyenler vardır. Evet, sanırım canlı olan her şey sevgiye
bir yanıt veriyor. Sevgisizlik, kapkaranlık bir dünya olur gibi geliyor bana.
Sevmekte sevilmek de sadece bir duygu değil, ekmek gibi, su gibi, hava gibi temel
bir ihtiyaç. Sevginin iyi yanı, sevdikçe bitmiyor, aksine sevdikçe
çoğalıyor. Sevgi paylaşıldıkça büyüyor. Sevgiyi derinlemesine yaşayarak yaşamak ne güzel olur
değil mi? Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer
olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmekle mümkün oluyor. Sevgi hepimizin
yaşam biçimi olsa, inanın dünyada ne savaşlar olur, ne insanlar açlıktan ölür.
Sevmek varken, yerine neden korku tercih
edilir anlayamıyorum. Bazı insanlar, sevilmediklerinden yakınırlar. Ancak sevilmeyen
insanlara bakın, genellikle sevmeyen insanlardır. Seven
insan mutlaka sevilir. Sevilmediğini söyleyen
insanlar öncelikle kendilerine “Ben seviyor muyum?” sorusunu sormalıdırlar.
Sevilmek için sevmek gerekiyor. Çevremizde sevgi yerine korku tercih edenleri
görebiliriz. Kolaycı bir yaklaşım olduğu için, gelişmemiş
toplumlarda, her şey korku üzerine biçimlendiriliyor. Ve şimdi ülkemizde olduğu gibi, korku kültürü egemen
oluyor. Korkunun araç olarak kullanılmasına evden başlanıyor. Çocuk
korkutularak büyütülüyor. Okullarda öğrenciler, sınıfta bırakılmakla
korkutulmak isteniyor. İnsanlar korkutularak çalıştırılıyor. İşi uzatmaya gerek
yok. Devlet yurttaşından, yurttaş devletinden korkuyor. Korku kültürünün yerini
sevgi kültürünün alması için çalışma yapılmıyor. Sevdirerek yaptırma yerine
aklımıza gelen önlem korkutmak oluyor.. Her işimizi cezalarla, yasaklarla
yapmaya kalkıyoruz. Bunun nedeni, yaşamımızda korku kültürünün etkin olması.
Korku kültürünün yerine sevgi kültürünü koyabilsek, sorunlarımızın daha kolay
çözümlenebileceğinden hiçbir kuşkunuz olmasın.
Kural dışı her şey için bir ceza
düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin, babanın
çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, öğretmenin öğrencisini, kocanın
eşini dövmesi hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm
getirmediği, sürdürülmesinin de mümkün olmadığı da biliniyor. Korkunun öne
çıkarılmasını toplum yaşamında korku kültürünün egemen olmasını ilkellik olarak
görenlerin sayısı artamadığı için, toplumsal gelişme, toplumsal barış,
işbirliği ve dayanışma olamıyor. Tüm bu değerlerin yerini, çekişme, çatışma
dedikodu ve magandalık alıyor.
İnsan, toplumun koyduğu kurallara,
inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için
değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı
zaman da durmalı. Hiç yalan söylememeli. Haksızlık yapmamalı. Yola tükürmemeyi,
toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi, ayıplanmaktan korktuğu
için değil, insanları sevdiği için yapmalı.
Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu
değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sever hem
sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları
sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki. Benim tek ÖZLEM’im bu işte…