Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

31 Ağustos 2017 Perşembe

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN


Kurban Bayramınızı erkenden kutluyorum.

Siz bu yazıyı okurken ben, İstanbul’da Hüsnü Özyeğin Vakfının düzenlediği, kırsal kalkınma konulu bir toplantıda Obasya’yı anlatıyor olacağım. Ardından 10 günlük tatil başlayacak. Kentler yine boşalacak insanlar deniz kıyılarına akacak.

Bir kurban bayramını daha kutlayacağız telaş içinde. Her bayramın üçüncü günü saat 11.00’de Yeni Manisa Öncü Sitesi’nde oturanlar olarak sitenin sosyal tesisinde bayramlaşırdık. Güzelde olurdu. Barışı kardeşliği dayanışmayı güçlendirmek için bu tür gelenekler oluşturulmalı.

Korkarım yine bu bayramda da trafik canavarına kurbanlar vereceğiz. Bayram için, kentler ve ülkeler arasında yolculuk yapanlar ne olur trafik kurallarına uysalar, ne olur süratli gitmeseler. Her bayram, yüzlerce yurttaşımızı trafik kazalarında kurban vermesek.

Bayramlar, benim için, içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat  tanıyan günler oluyor. Kendinizle konuşmayı, deli derler diye sokakta, işyerinde yapamıyorsunuz. Kendisiyle konuşanlara deli diyenlerinde zaman zaman kendisiyle konuştuklarını düşünüyorum. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de seviyorum bayramları. Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet. İnsanlar, daha sevecen, daha barışçı oluyorlar bayramlarda. Özellikle çocuklar daha sevinçli oluyorlar. Çocukları sevinçli görmek beni mutlu etmeye yetiyor.

“Eski bayramlar şöyleydi, eski bayramlar böyleydi.” diyerek, geçmişe özlem duyulmasını, ağıtlar yakılmasını pek doğru bulmuyorum. Eski bayramlar, eskinin koşulları içinde güzeldi. Şimdi eskinin koşulları olmadığına göre, bayramlar da eskinin bayramları gibi olamayacaktır. Önemli olan, yeni güzellikleri, yeni günün koşulları içinde yaratabilmektir. Geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek bayramları kutlamak önemli. Günümüzün bayramlarını da güzel yapmak, bayramı bayram gibi yaşamak kendi elimizdedir. “İnsan değişmez” sözünü doğru sayıp, değişememeyi savunma olarak çok kullandım. Ancak, şimdi yanıldığımı düşünüyorum. İnsan isterse değişebilir. İstemek değişimin ilk adımıdır. İkinci adım da değişim için çalışmak olmalı. Bahsettiğim değişimin özünde gelişim var elbet.

İnsan değişebilir. Değişmelidir de. İnsanın zaman zaman içine bakması ve kendisi ile konuşması insanı değişim noktasına getirebiliyor. Uzun süreli bayram tatili size bu fırsatı verebilir.

“İnsan değişmez” dersek. “Böyle gelmiş, böyle gider” de dememiz kaçınılmaz oluyor. Oysa, böyle gelmiş ancak böyle gitmemeli.  Böyle gelmiş böyle gitmemeli diyorsak, değişimin gerekliliğini de ortaya koymuş oluyoruz. Değişimin gerekliliğini anlayınca da, değişimin yönünü belirlemiş oluyoruz. İşin bundan sonrası çalışmaktır sadece. Yine o çok yinelediğimiz “ben nerede hata yaptım” sorusunu kendimize sorarak başlayacağız çalışmaya.

Acaba şu trafik canavarı ile baş edemez miyiz? Acaba diyorum, değişemez miyiz? Doğruya güzele, çağdaş uygarlığa doğru daha hızlı biçimde yönelemez miyiz?  Acaba, her bayramda trafik kazaları mı izleyeceğiz? Dileğimi yineliyorum. Dilerim bu bayramda ölümlü trafik kazaları olmaz.

Bu bayram benim düşündüklerimi sizlerde düşünmüşsünüzdür elbet. Ancak düşünmek yetmiyor. Düşünceyi eyleme dönüştürmek gerekiyor...

Bayramınız Kutlu Olsun.



29 Ağustos 2017 Salı

ZAFER BAYRAMI


30 Ağustos 1922'de Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin kazanılması ve ardından Yunan ordusunun denize dökülmesi, Anadolu'yu işgal etmek isteyenlere verilmiş büyük bir derstir.

Yurdumuzu bölmek ve işgal etmek isteyenlerin kovulmasından bugün bile çıkarılacak dersler vardır.

Mustafa Kemal 1 Eylül 1922'de "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir" emrini verir. Ve Şanlı ordumuz, zaferlerle dolu bir yolculuğa çıkarak, 8 Eylül'de Manisa'yı, 9 Eylül 1922'de İzmir'i kurtarır. Ve böylece cumhuriyete giden yol açılmış olur.

Zafer Bayramını şehit haberleri dinlerken ve şehitlerimiz için yapılan cenaze törenlerini gözyaşları içinde izlerken kutlamaya hazırlanıyoruz.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, milli bayramlarımızı ve kentlerimizin kurtuluş günlerini giderek daha da artan bir coşkuyla kutlamalıyız. Şehitlerimizi sevgiyle, minnetle, rahmetle anmalıyız.  Atatürk’ü yüreğimizden ve dilimizden hiç düşürmemeliyiz. Kurtuluş yolu Atatürk'ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur.  Anıtkabir her zaman dolup taşmalı.  Milli duygularımızın büyüklüğü, şehit kanlarıyla sulanan bu vatanı, devletimizi, milletimizi, birliğimizi ve bağımsızlığımızı simgeleyen bayrağımıza olan saygımızı dost ve düşmanlar hep görmeli.

Kara bulutlar kaplamış gökyüzünü. Kırılmış kolumuz kanadımız. Silahlarımız alınmış ellerimizden. Ordularımız dağıtılmış. İhanet çöreklenmiş ülkemin üstüne kara bir yılan gibi. Kenetlenmiş çenelerimiz, suskunuz. Suskunuz ama umutsuz değiliz. Bağımsızlık için çarpıyor yüreklerimiz. Ülkeyi böyle kurtardık; Cumhuriyeti böyle kurduk biz. Böyle sahip çıkarız.

Anadolu'ya çevrilmiş kem gözler. Ülkemizi bölmek, parçalamak, yok etmek istiyorlar. Oysa esas olan, Türk milletinin şerefli bir millet olarak birlik, bütünlük ve kardeşlik içinde yaşamasıdır. Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar. Türk'ün onuru, Türk'ün yetenekleri büyüktür. Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır. Öyleyse, "Ya bağımsızlık ya ölüm" diyordu Mustafa Kemal. Ya Bağımsızlık Ya Ölüm...

Ülkemizin nasıl kurultarıldığını ve ardından cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu biliyoruz. Bu güzel vatanda şanlı bayrağımız altında ulusal birliğimizi ve cumhuriyetimizi koruyarak kardeşçe yaşamaktan başka seçeneğimiz yok. Doğru olan, birlikte insanca ve özgürlük içinde yaşamaktır, gerisi hikaye. Bunun dışındaki her çözüm, yok oluştur, bitiştir, felakettir. Bunun dışındaki her çözüm sadece düşmanlarımızı güldürür. Bu vatan kolay kazanılmadı. Bu cumhuriyet kolay kurulmadı. Kıymetini bilelim.

Bayrak ve Atatürk birliğimizin bütünlüğümüzün değişmeyen simgeleridir. Bizi bölmek parçalamak isteyenler, Atatürk'e saygısızlık edenlerdir. Yabancı devlet adamlarından  Anıtkabir'e gitmeyenlere bakın onların bizim dostumuz olmadığını ülkemiz için örtülü emellerinin olduğunu hemen görürsünüz.

Milli bayramlar, bizi güçlendiren bağlardır. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Evlerimizi, balkonlarımızı bayrak ve Atatürk resimleriyle süsleyelim...



25 Ağustos 2017 Cuma

ETİK VE ESTETİK ÇÖKÜNTÜ


Bu aralar, kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor, cümlesini çok kullanıyorum.

Niye, yaşadığımız toplumdan çok sayıda, her konuda adını duyuran çağdaş dünyada da ilgi uyandıracak yapıtlar üreten sanatçılar, buluşlar yapan bilim adamları, sporcular çıkamıyor, çıkanlara sahip çıkılmıyor diye düşünüyorum. Benim düşündüğümü birçok kişinin de düşündüğünü ancak, soruya inandırıcı, akılcı bir yanıt bulunamadığını biliyoruz. Çoğunluk sorunu ezbere dayanan eğitim sisteminde görüyor. Eğitim şart diyenlerin sayısı artıyor.

Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? “Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek” sözü neden söylenmiş. Eksikliklere, aksaklıklara kolayca alışıveren bir yapımız var. Tüm bunların nedenini acaba kadercilikte mi aramamız gerekecek. “E ne olmuş?” deyip çıkıveriyoruz işin içinden. Aslında zekamıza diyecek yok! Sorun sanırım tembelliğimizde. Zekiyiz ama tembeliz.

Bu aralar, kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor, cümlesini çok kullanıyorum. Çok kullanışımın nedeni, duyduğum rahatsızlık. Kentlerdeki çirkinlikler beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız edenin birçok kişiyi rahatsız etmemesine üzülüyorum. Bunca yolsuzluk beni rahatsız ediyor... Beni rahatsız ettiği kadar, hepimizi etse, sorunun çözümleneceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Ancak “Bal tutan parmağını yalar” cümlesini sık kullanan bir toplumun yolsuzluklardan rahatsızlık duyduğunu söylemek pek kolay olmuyor.

Olumsuzluklara alışıveriyoruz hemen. Belli bir zaman dilimi içinde, belli girdileri kullanarak ve belli bir hızda çalışarak, yapabileceğimiz bir işi, güzel yapmak varken, kötü yapıp, “idare eder” diyerek, kabullendirmeye çalışmayı anlayamıyorum. Hele zamana karşı yarışılıyorsa, kötü ürünü, iyi gibi görmek ve göstermek boynumuzun borcu oluyor. Estetik erozyonun nedeni bu gibi geliyor bana.

Çok güzel binaların yanında, çok çirkinleri de var. Bakarsanız iki binaya da harcanan paranın farklı olmadığını görürsünüz. Bir çok binaya bakarım, bu kadar çok para, bu kadar çok emekle böyle bir çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar diye şaşırmaktan kendimi alamam. Gerçekten bunca çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum.

Güzel bir gazete ile, kötü bir gazete için harcanan emek, zaman ve paranın pek farklı olmadığını biliyorum. Herhangi bir kişi, bakıyorsunuz daha az zaman, daha az emek harcayarak benzerlerinden daha güzel bir yapıt koyabiliyor ortaya. Bir ressam içinde durum aynı. Aynı tuval, aynı boya, ancak sonuç aynı değil. Burada önemli olan insan, eğitilmiş insan, estetik yönü gelişkin insan.

Estetik önemli dediğinizde, “önemsiz” diyen mi var?” diyorlar.  Önemliyse, her önemli konu gibi önemine yaraşır özen ister. Hele kentleşmede, hele yayıncılıkta, gazete çıkarmada, televizyonculuk yapmada bu özen işine daha büyük önem vermek gerekir.

“Ufacık ayrıntı” deyip geçiştiremeyiz işi. Ufacık ayrıntı deyip, görmezlikten gelirsek, devamında gelen ayrıntıları da “ufacık” deyip geçiştirmeye başlarız ki, işte bu estetik erozyonun başlangıcı olur.

Bildiğimiz toprak erozyonunu sık sık gündeme getirip, yeterli olmasa da belli önlemleri almaya çalışıyoruz da, etik ve estetik erozyonunu görmüyoruz bile. Hele estetik erozyonunun varlığından bile haberimiz yok.

Etik ve estetik erozyonla mücadele etmeden,  mutlu insan, mutlu toplum yaratamayız. Ne işbirliğini nede dayanışmayı güçlendirebiliriz. Etik ve estetik erozyonunu önlemezsek demokrasiyi de işletemeyiz. Etik ve estetik çöküntü devam ederse giderek ilkelleşiriz. Eller aya giderken biz yaya kalırız…

Etik ve estetik ayrılmaz ikizlerdir. Biri kötüyse diğeri iyi olamaz. Etik ve estetik değerleri yüksek insanlar yetiştirmek için, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemek şart…



17 Ağustos 2017 Perşembe

EMPATİ


Empati yapanların giderek azaldığı toplumda sanırım empatiyi anlatmak köre fili tanımlamak kadar zor olacak.


Oysa tanım çok kısa, kendimizi başka birinin yerine koyabiliyorsak empati yapmış oluyoruz. Bu kadar basit işte. Empati yapmadığımızda tartışma büyüyor, iletişim zorlaşıyor. Tartışmanın bir yerinde kendimizi karşımızdakinin yerine koyabilsek anlamaya çalışsak, cevap hazırlama yerine dinleyebilsek sanırım kavgalar büyümez. İletişimler el sıkışarak anlaşarak, sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak devam eder, iki tarafta mutlu olur.

Empati yerine eşduyum diyende oluyor ama bence aynı anlamı vermiyor. Empati deyip duruyoruz ama her geçen gün empati yeteneğimiz biraz daha fazla eksiliyor. Ne yazık ki, empati kurmaktan azar azar uzaklaştığımızı, daha anlayışsız, biraz daha duyarsız, biraz daha bencil insanlar haline geldiğimizi görüyor gözlüyoruz. Televizyonda izlediklerimiz bize kötü örnek oluyor. Her gün kavga ediyorlar, birleştikleri noktaları öne çıkarmak yerine ayrıştıkları noktaları büyütüyorlar sineği deve yapıyorlar.  Bazen de deveyi sinek gibi göstermekten geri durmuyorlar.
Empati yapmayı özümseyerek öğrenmemizde ne barış kardeşlik dayanışma ne de demokrasi güçlenir.

Kişinin başka birinin istek ve duygularını anlayabilmesi, başka birinin halini kavrayabilmesi neden bu kadar zor oluyor ki?
Humanistik yaklaşımın önemli kurucularından biri olan Amerikalı psikolog Carl Ransom Rogers “Empati; bir kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısından bakması, onun duygu ve düşüncelerini doğru bir şekilde anlaması ve anladığını göstermesidir.” diyor.  Ünlü psikoloğun bu tanımında empatinin oluşması için gerekli olan üç temel kuraldan da bahsedilmiştir. Bunlar; kişinin kendisini karşısındaki kişi yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakması, karşıdakinin duygu ve düşünceleri doğru bir şekilde anlaması ve o kişiyi anladığını belli etmesidir.

Kullanmasak da hepimizin empati yeteneğinin var olduğunu düşünüyorum. Sadece farkındalık yaratmak gerekiyor. Bebekler üzerinde yapılan araştırmalar da bu saptamanın doğru olduğunun anlaşıldığı belirtiliyor. Doğuştan var olan empati yeteneğimiz, kullanmadığımız için tıpkı çalıştırılmayan bir kas gibi köreliyor.

Empati yapmanın temelinde karşı tarafı anlama amacının güdüldüğünü biliyoruz. Bunun için de önce iyi bir dinleyici olmak şart. İyi bir dinleyici olmak için dikkat etmemiz gereken noktalar var:  Karşımızdaki kişiye kulak vermeden onun söylediklerini anlayamayız. Karşımızdakini anlamadan iletişimi sürdüremeyiz. Bizde anlattıklarımızı açık anlaşılır biçimde anlatmalıyız.  Sesimizi fazla yükseltmeden, germeden gerilmeden anlatmalıyız. Hepimiz iyi biliyoruz ki, birçok kişinin söylenenlere karşı kulaklarını kapatma gibi kötü bir alışkanlığı var. Ne yazık ki bunu pek çoğumuz yapıyoruz. Karşı tarafın ne söylediğinden daha çok, ona ne cevap vereceğimize ya da duymak istediğimiz şeye odaklanıyoruz. Böyle yaparak sağlıklı iletişimin önüne duvarlar örmüş oluyoruz.

Sözü fazla uzatmanın gereği yok, iletişim için iyi konuşmacı olmanın yanında iyi dinleyici olmak gerekiyor. Dediğim dedik çaldığım düdük denilmemesi gerekiyor. Sadece ikna etmeye değil ikna olmaya da kapıların açık tutulması gerekiyor. İknada edebiliriz, iknada olabiliriz. Anlaşamasak bile, konuşmayı dostlukla bitirmeliyiz. Sorunlarımızın kökeninde iletişim kuramamak ve empati yapamamak olduğunu bildiğimizde ilk adımı atmış oluruz. Hepimizin empati yaparak sağlıklı iletişimler kurmasını diliyorum…



10 Ağustos 2017 Perşembe

POZİTİF DÜŞÜNMEK


Sorunun değil çözümün parçası olmak her zaman çok zor olmuştur.


Siz sorun çözmeye çalışırken, birisi gelip, yeni sorunlar çıkarıyorsa, “ben demiştim.” diye başlayıp, “böyle olacağı belliydi.” diye sürdürüyorsa konuşmasını, yaşanılan sorundan çok sorun haline gelen kişiler üzüyor insanı.

“Ben böyle düşünüyorum” tamam da bende öyle düşünmüyorum. Ne olacak şimdi. Bir çok insanın bilgiye, emeğe saygısı yok. Uğur Mumcu’nun dediği gibi “bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz.” Ahkam kesmeyi seven insanların çoğu, tembel oluyorlar. Ahkam kesmeyi iş yapmak olarak algılıyorlar. İş yapıyorlar anladık da, iş yapanında işini zorlaştırıyorlar.

Sorunun değil çözümün parçası olmak her zaman çok zor olmuştur. Ne kadar zor olursa olsun, sorunlara çözüm odaklı yaklaşımı benimsemeliyiz. Yani sorunun değil çözümün parçası olmalıyız. Sadece soruna odaklananlar, genellikle çözüm yollarını gözden kaçırırlar. Yani bir sorun varsa, çözüm yolu veya yolları da vardır mutlaka.  Gerçekten istersek çözüm yolunun bir parçası olabiliriz.

Bazı insanlar kolaycılığa kaçıp, çözümün değil sorunun parçası olarak, sorun durumuna geliyorlar. Bu insanlar, çevrelerine pozitif enerjiden ziyade negatif bir enerji yayıyorlar. Onları tanıyanlar “Acaba şimdi ne sorun çıkaracak?” endişesine kapılırlar hep. Ben böyle tanıdığım birinden telefon aldığımda ya da karşılaştığımda, şimdi ne sorun dillendirecek bakalım diye düşünürüm hemen. Sizin de çevrenizde böyle insanlar vardır. Aman uzak durun. Bu tür insanlar sizi çok yorar.
İnsanlar vardır. Bir iş yerinde yaşadıkları sorunlarda veya birileri ile yaşadıkları sorunlarda eğer haklı iseler, sorunlara çözüm aramazlar. Kulakları bütün çağrılara kapalıdır ve ben haklıyım cümlesini tekrarlayarak, negatif enerji yayarlar. Bazen haklı olmak, çözüme katkı sağlamaya yetmeyebilir. Önemli olan çözümün parçası olmaktır.

Çözümün bir parçası olmayan herkes sorunun bir parçasıdır derler. Sağlıklı bir yaklaşım ve bakış açısı ile çözüm üretmek olanaklıyken bu yapılmadığında problemler büyür gider. Çözüm odaklı yaklaşım ise probleme sebep olan noktalara yoğunlaşır. Suçlu aramaz. Çözüm üretir. Konu bu kadar basit işte. Eğer gerçekten çözüm odaklı olursak, Her şeye içtenlikle çözüm bulabiliriz.  Evet, çok sorun var. İstendiğinde her sorun içinde bir çözüm üretilir mutlaka. Bence yaşam sorun çözme sürecidir…
Çözüm odaklı insanlarla birlikte olduğunuzda, onların pozitif davranışlarının ortamı yumuşattığını, yatıştırıcı bir etkilerinin olduğunu görürsünüz. Böyle çözüm odaklı insanların yanında kendinizi rahatlamış hissedersiniz. Soruna çözüm üretmeniz kolaylaşır.

Çözümün parçası olmanın, sorunun parçası olmaktan çok zor olduğunu biliyorum. Çünkü, çözümün parçası olmak özveri gerektirir. Sorunun parçası olanlar “ne haliniz varsa görün” deyip çekip giderler. Çözümün parçası olanlar, çalışırlar, dedikleri olmadığı zaman küsmezler, çekip gitmezler. Emeğe ve bilgiye saygılı olurlar.  Hepinize çözüm odaklı çalışma arkadaşları dilerim. Germeyen, gerilmeyen, pozitif arkadaşlar bulun kendinize…



3 Ağustos 2017 Perşembe

İNŞAAT SEKTÖRÜ DE SANCILI


Yaşadığım kent olan Manisa`yı o kadar çok sevdim ki, başka hiçbir kent için keşke benim kentim olsaydı demedim. Deseydim zaten o kente giderdim.


Yurttaşı olmaktan onur duyduğum ülkemi de çok seviyorum. Kentimde ve ülkemde sorunlar olduğunda üzülüyorum. Sorunların çözümüne nasıl katkı yapabilirim diye kafa yoruyorum. Çünkü sevgi kin ve nefretten arınmış bir yürek ve esirgenmeyecek bir emek istiyor.

Ülkemde sancılar yaşanıyor. Bugün ekonomide yaşanan sancıların inşaat sektörü ile olan ilgisine değinmek istiyorum. İnşaat sektörü sancılı olunca, diğer sektörlerin iyi olması mümkün değil ki. Bu köşede daha önce de yazdığım "Kriz Kapıda" ve  "İnşaat Sektörü Krizde" başlıklı yazılarım çok okunmuş ve çok tartışılmıştı.

Yazılarımın başlığının karamsar olduğunu ancak gerçeği yansıttığını belirtmiştim. Yazdıklarımın gerçekliği yansıttığı geçen zaman içinde daha net biçimde görülmeye, yarattığı sancı derinden hissedilmeye başlandı. Tapu dairelerinde, insanların sadece kredi almak için birbirlerine devrettikleri taşınmazlar dışında satışlar yok denecek kadar azalırken, icra dairelerinin yoğunluğu giderek artıyor. Bankalar kredi vermede eskisi kadar istekli davranmıyor. Binaların camlarının neredeyse tümü satılık ve kiralık ilanları ile doldurulmuş durumda. İnşaat sektöründe yaprak kımıldamıyor.

Sorunların aşılması için istemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. Ancak umutlarımızın güçlenmesi için belli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Kredi kolaylıklarının getirilmesi gerekiyor. İnşaat sektörü desteklenmeden, ekonomi düzelmez. İnşaat sektörü ekonominin aynasıdır.

İnşaat sektörünün lokomatif sektör olduğunu, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğini bir daha belirteyim. Özkaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar sıkıntı yaşayacaklar bu bilinmeli. İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların işi gerçekten çok zor.  Özkaynağı olmayan müteahhitlere iş yapanlar da bu müteahhitlerden daire alanlar da sıkıntıya girecekler. İnşaat sektöründe özkaynağı güçlü olanlar ayakta kalacak, diğerleri gidecek.

Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona paralel olarak % 6'lar düzeyinde seyrederken, 2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılında da % 11'lere gerilemiş ve 2016'da yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiştir. 2017 yılı inşaat sektörü için zor geçen yıl olarak anılacaktır. Krizin etkileri 2018 yılını da etkileyecektir mutlaka.

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konuk sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır.

Ne başka Manisa ne de başka Türkiye var. Aidiyet duygusuyla sorunların tümü aşılacaktır. Yeter ki yüreklerimizi kin ve nefretten arındıralım. Yeter ki, koşullanmışlıklardan kurtulalım. Yeter ki, bir olalım, iri olalım, diri olalım. Koca Yunus'un bir dörtlüğü ile noktalıyorum yazımı. Gelin tanış olalım./İşi kolay kılalım./Sevelim sevilelim./ Dünya kimseye kalmaz. Yüreklerimizi kin ve nefretten arındırdığımızda yerini sevginin dolduracağını bilelim…

 
back to top