Siz bu yazıyı
okurken, ben Isparta’nın Keçiborlu ilçesinde, Ulusal Kırsal Ağ tarafından
düzenlenen etkinliğe katılıyor olacağım.
Bir gün
gülü, bir gün de lavantayı konuşacağız. Topraklarımız o kadar verimli ki,
nereye ne diksek yetişiyor. Toprağa düşen her tohum, meyveye sebzeye güzel bir
çiçeğe dönüşüyor. Verimli topraklarımız olan bu ülkede fakirliği anlayabilmek
mümkün değil. Bunları düşünürken Tantalos İşkencesi geldi aklıma.
Yaşadığım
kent olan Manisa’nın, bölgemizin ve ülkemizin tarihi insanın tarihi kadar
eskidir. Homeros’un dünyasının merkezi Batı Anadolu’dur. M.Ö. 12’nci yüzyıldan
itibaren Batı Anadolu tarihi için önemli bir dönemin başladığı söylenir. Oysa,
öncesinin de önemli olduğundan hiç kuşku yok. Yeni belge ve bilgilere
ulaşıldıkça yeraltındaki tarih gün yüzüne çıkarıldıkça, bu önem daha iyi
anlaşılacaktır. Anadolu’nun batıya yönelmesi üç ayrı dönemde incelenebilir.
Birinci dönemde üç ayrı grup halinde gelenler, kuzeydeki Aiol, ortadaki İon, güneydeki Dor gruplarıydı. Antik kaynaklara göre, Anadolu’nun
batıya yönelmesinden öncede Batı Anadolu’da ve yaşadığımız coğrafyada
yaşayanlar vardı. M.Ö. 3000’den de daha önce Manisa’nın ilk yerleşiminin
Tantalis olduğu biliniyor. Mitolojik kahraman Tantalos, Tantalis kentinin
kralıdır. Babası Zeus olan Tantalos’un kendisi gibi ünlü kızı Niobe,
oğulları Plops ile Broteas vardır. Niobe görkemli Spil Dağı’nın
kuzeybatı yamacında gözyaşlarını yüreğine akıtır durur. Spil Dağı’nın kuzeydoğu
yamacında da Broteas’ın yaptırdığı, bereketin ve doğurganlığın simgesi Kybele
vardır. Tantalis’i ve Tantolos’u Niobe’yi ve Kybele’yi mitolojinin
acılı ailesini İzmir’li ozan Homeros’tan öğreniyoruz. Homeros, Tantalos
İşkencesi’ni Azra Erhat ve A.Kadir’in dilimize kazandırdığı destanında şu güzel
dizelerle anlatıyor.
“Tantalos’u da gördüm,
korkunç işkenceler çekerken:
duruyordu bir gölün
içinde, ayakta,
yüksele yüksele
çıkıyordu su çenesine kadar,
ama içmek için
davrandı mıydı, damlasını alamıyordu suyun
ihtiyar adam eğiliyor
eğiliyor eğiliyordu,
su da çekiliyor çekiliyor,
yok oluyordu hemen toprakta,
ve bir çamur peyda
oluyordu ayaklarının dibinde, kapkara,
ossaat bir tanrı
kurutuveriyordu gölü.
Yemişler sarkıyordu
başının üstünde dallı budaklı ağaçlardan,
armutlar, narlar,
pırıl pırıl elmalar,
ballı incirler, tombul
zeytinler sarkıyordu,
ama ihtiyar adam,
koparayım diye ellerini uzattı mıydı,
bir yel geliyor,
savuruyordu onları kara bulutlara”
İşte
böyle anlatıyor Homeros Tantalos’un işkencesini. Tantalos varlık içinde yokluk
çekiyor. Su var içemiyor. Meyveler var yiyemiyor. Varlık içinde yokluğu
yaşıyor. Günümüzde bile varlık içinde yokluğu yaşayan kişi ve toplumlar için
“Tantalos işkencesi çekiyor “ deniliyor. Bizde bu güzel coğrafyanın insanları
olarak “Tantalos işkencesi mi çekiyoruz ?” diyesimiz geliyor değil mi?
Görkemli Spil Dağımız bulunmaz bir hazine; sadece kentimiz için değil, bölgemiz ve ilkemiz için bir hazine. Sadece Spil değil, tüm ülkemiz bizden ilgi bekliyor, proje bekliyor. Kendine özgü bitkileriyle, çiçekleriyle, güzel iklimiyle geçmişin derinliklerinden bize gülümsüyor. Haydi Türkiye verimli topraklarımızı işleyerek, tarım ürünleri alan değil satan bir ülke olalım..
Görkemli Spil Dağımız bulunmaz bir hazine; sadece kentimiz için değil, bölgemiz ve ilkemiz için bir hazine. Sadece Spil değil, tüm ülkemiz bizden ilgi bekliyor, proje bekliyor. Kendine özgü bitkileriyle, çiçekleriyle, güzel iklimiyle geçmişin derinliklerinden bize gülümsüyor. Haydi Türkiye verimli topraklarımızı işleyerek, tarım ürünleri alan değil satan bir ülke olalım..