Niye, yaşadığımız toplumdan çok sayıda, her
konuda adını duyuran çağdaş dünyada da ilgi uyandıracak yapıtlar üreten
sanatçılar, buluşlar yapan bilim adamları, sporcular çıkamıyor, çıkanlara sahip
çıkılmıyor diye düşünüyorum. Benim düşündüğümü birçok kişinin de
düşündüğünü ancak, soruya inandırıcı akılcı bir yanıt bulunamadığını biliyoruz.
Çoğunluk sorunu ezbere dayanan eğitim sisteminde görüyor.
Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? “Türk gibi başlayıp,
Alman gibi bitirmek” sözü neden söylenmiş. Eksikliklere, aksaklıklara kolayca
alışıveren bir yapımız var. Tüm bunların nedenini acaba kadercilikte mi
aramamamız gerekecek. “E ne olmuş?” deyip çıkıveriyoruz işin içinden. Aslında
zekamıza diyecek yok! Sorun sanırım tembelliğimizde. Zekiyiz ama tembeliz.
Bu aralar, kentlerimizde
etik ve estetik sorunu yaşanıyor, cümlesini çok kullanıyorum. Çok
kullanışımın nedeni, duyduğum rahatsızlık. Kentlerdeki çirkinlikler beni
rahatsız ediyor. Beni rahatsız edenin birçok kişiyi rahatsız etmemesine
üzülüyorum. Bunca yolsuzluk beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız ettiği kadar,
hepimizi etse, sorunun çözümleneceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Ancak “Bal tutan
parmağını yalar” cümlesini sık kullanan bir toplumun yolsuzluklardan
rahatsızlık duyduğunu söylemek pek kolay olmuyor.
Olumsuzluklara alışıveriyoruz hemen. Belli bir zaman
dilimi içinde, belli girdileri kullanarak ve belli bir hızda çalışarak,
yapabileceğimiz bir işi, güzel yapmak varken, kötü yapıp, “idare eder” diyerek,
kabullendirmeye çalışmayı anlayamıyorum. Hele zamana karşı yarışılıyorsa, kötü
ürünü, iyi gibi görmek ve göstermek boynumuzun borcu oluyor. Estetik erozyonun
nedeni bu gibi geliyor bana. ”Yapıştır gitsin” diyenlerin sayısı artıyor.
Çok güzel binaların yanında, çok çirkinleri de var.
Bakarsanız iki binaya da harcanan paranın farklı olmadığını görürsünüz. Birçok
binaya bakarım, bu kadar çok para, bu kadar çok emekle böyle bir çirkinliği
yaratmayı nasıl başarıyorlar diye şaşırmaktan kendimi alamam. Gerçekten bunca
çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum.
Güzel bir gazete ile kötü bir gazete için harcanan
emek, zaman ve paranın pek farklı olmadığını biliyorum. Herhangi bir
kişi, bakıyorsunuz daha az zaman, daha az emek harcayarak benzerlerinden daha
güzel bir yapıt koyabiliyor ortaya. Bir ressam içinde durum aynı,
aynı tuval, aynı boya, ancak sonuç aynı değil. Burada önemli olan, insan,
eğitilmiş insan, estetik yönü gelişkin insan.
Estetik önemli dediğinizde, “önemsiz” diyen mi var?”
diyorlar. Önemliyse, her önemli konu gibi önemine yaraşır özen
ister. Hele kentleşmede, hele yayıncılıkta, gazete çıkarmada,
televizyonculuk yapmada bu özen işine daha büyük önem vermek gerekir.
“Ufacık ayrıntı” deyip geçiştiremeyiz işi. Ufacık
ayrıntı deyip, görmezlikten gelirsek, devamında gelen ayrıntıları da “ufacık”
deyip geçiştirmeye başlarız ki, işte bu estetik erozyonun başlangıcı olur.
Bildiğimiz toprak erozyonunu sık sık gündeme getirip,
yeterli olmasa da belli önlemleri almaya çalışıyoruz da, etik ve estetik
erozyonunu görmüyoruz bile. Hele estetik erozyonunun varlığından bile haberimiz
yok.
Etik ve estetik erozyonla mücadele
etmeden, mutlu insan, mutlu toplum yaratamayız. Ne işbirliğini nede
dayanışmayı güçlendirebiliriz. Etik ve estetik erozyonunu önlemezsek
demokrasiyi de işletemeyiz. Etik ve estetik çöküntü devam ederse giderek
ilkelleşiriz. Eller aya giderken biz yaya kalırız…
Etik ve estetik ayrılmaz ikizlerdir. Biri kötüyse
diğeri iyi olamaz. Etik ve estetik değerleri yüksek insanlar yetiştirmek için,
bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemek şart…