Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

5 Haziran 2015 Cuma

MANİSA TARZANI VE ÇEVRE BİLİNCİ



Konu Manisa Tarzanı mı? Dilimiz döndüğünce Manisa Tarzanı`mızı anlatıyoruz.
İşlerimiz gerçekten çok yoğun  ama Tarzan denince, Manisa denince, kültür, sanat denince, proje denince, paylaşım denince, toplum yararı denince akan sular duruyor. İstenen yardımları yapmaya, çalışmalara katılmaya hazır ve nazır oluyoruz. Konu Manisa Tarzanı mı? Dilimiz döndüğünce Manisa Tarzanı`mızı anlatıyoruz. Sunum mu isteniyor, katkı mı isteniyor. Bizde hayır yok. 

Yardım istenseydi 31 Mayıs 5 Haziran tarihleri arasında yapılan Manisa Tarzanını Anma ve Çevre Günleri etkinliklerini de düzenlerdik. Okullarda çocuklarımıza tarzanı anlatırdık.Onlar gelmezse biz ayaklarına giderdik.  Kısacası es geçileni iş edinirdik. Manisa Tarzanının yeşillendirmeyi iş edinmesi gibi. Tarzan için kitaplar yazılabilir, yeni filmler çevrilebilir, Tarzan çocuklarımıza ağaç ve doğa sevgisinin öğretilmesi için yazılacak öykülerin konusu olabilir. Bu konuda Şükran Gönültaş bir öykü de yazmış ve Yakup Hayro resimlemiş, İl Kültür Müdürlüğü de basımını gerçekleştirmişti.  Ayşe Manisa Tarzanı’nı Tanıyor isimli resimli öykü kitabının ikinci, üçüncü baskıları  yapılıp okullarımızda dağıtılabilir.  Çocuklarımızı işin içine katmak gerekir. Çok sevdiğim bir söz var: "Anlatırsan unutabilirim. Gösterirsen hatırlarım. Beni de katarsan anlarım." Biliyorsunuz katılım olmadan atılım olmuyor. Yaptığınız her işe, insanımızı katın...

Ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı’nı hiç unutmamalı, onun adını ve anısını hep yaşatmalıyız. 31 Mayıs’ta başlayan etkinlikler 5 Haziran Dünya Çevre Günü’ne kadar sürmeli. Manisa Tarzanı ve çevre birlikte ele alınmalı. Dünya’nın bilinen ilk çevrecisi olan Manisa Tarzanı’nı tüm Dünya’ya tanıtmak için çalışmalıyız. Tarzanı tanıtırken kentimizi de tanıtmış oluruz. Kentimizi tanıtırken kullanacağımız hikayelerden birisidir Manisa Tarzanı...

Düzenlediğimiz etkinliklerde Ulusal Çevre Andı, hep yinelenmeli. Ulusal Çevre Andı, okullarımızın iş yerlerimizin duvarlarına asılmalı. Ulusal Çevre Andı, kısa ve özlü bir metin. Bu metine gazetelerimizin bir köşesinde sürekli olarak yer ayrılmalı. Ulusal Çevre Andı aynen şöyle:

“Şimdiki ve gelecek kuşakların temiz ve sağlıklı çevrede yaşama hakkına  sahip olduğu,
 
gerçeğinden hareketle,
Çevreye duyarlı bir kalkınmadan yana olduğumuzu vurgulayarak;
Doğal kaynakların ekonomik kalkınmanın hem kaynağını hem sınırını oluşturduğunu bilerek;
Çevrenin korunması ve geliştirilmesinde bireysel katkı ve katılımın gereğine ve önemine inanarak;
Çevresel değerlere sahip çıkıp zarar verenleri uyaracağıma, doğal kaynaklardan faydalanırken tutumlu davranacağıma, sürdürülebilir kalkınma ilkeleri doğrultusunda hareket edeceğime, bu yönde işbirliği ve dayanışma anlayışı içerisinde hareket ederek, çevre konusunda herkese örnek olacağıma söz veririm.”

Ne güzel bir metin değil mi? Tarzanı Anmak, sadece mezarını ziyaret etmekle olmaz. Dünya Çevre Günü, sadece Atatürk Anıtına çelenk koymakla geçiştirilemez. Etkinliklerin içi doldurulmalı. Etkinliklere derinlik kazandırılmalı.  Çevre sorunları her yerde her ülkede, her kentte yaşanıyor. Biz iyi bir yurttaş, iyi bir kentli olarak, kendimize düşeni yerine getirdiğimizde, sorunların azalmakta olduğu görülecektir.
 

Bu yıl Manisa Tarzanımızı  önemine yaraşır bir özenle ve O'na yaraşır biçimde andık diyemeyiz. Dolu dolu bir program yapamayışımızın nedeni olarak seçim çalışmalarını gösterebiliriz. İşimiz mazeret üretmek yerine marifet göstermeye çalışmak olmalı. 2016'da Tarzan için düzenleyeceğimiz etkinlikler sana yaraşır olacak Tarzan. Yaptıkların yolumuzu aydınlatıyor. Senin adını ve anını yaşatacağız.

Manisa Tarzanı, Cumhuriyetin ilk yıllarında Manisa’ya gelmiş, geldiğinde göğsünde kırmızı şeritli bağımsızlık madalyası varmış. Madalya kendisine, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlılıklar için verilmiş. Manisa Tarzanı’nın  Manisa’ya geldiğinde Arapça  harflerle okuyup yazmayı bildiğini biliyoruz. Bildiğimiz bir şey daha var. Yeni harflere geçildiğinde  yeni harflerle okuyup yazmayı kısa sürede öğrendiğini de biliyoruz. Tarzan yeniliklere açık, kararlı ve çalışkan bir insandı. Yaşadığı süre içinde hiç mazeret göstermedi hep marifet göstermeye çalıştı. Bugün adı ve anısı yaşıyorsa onun mazeret üretmeyip marifet göstermeye çalışmasındandır. Yeşillendirme es geçilirken onun iş edinmesindendir.



29 Mayıs 2015 Cuma

ÇÖZÜM: NİTELİKLİ İNSAN

ÇÖZÜM: NİTELİKLİ İNSAN
Sorunların kökeninde ekonomik yetmezliğin olduğu söylenir genellikle. Bu genellemeyi pek doğru bulmuyorum.
Sorunların kökeninde ekonomik yetmezliğin olduğu söylenir genellikle. Bu genellemeyi pek doğru bulmuyorum. Yaşanılan sorunların kökeninde,  ekonomik yetmezlikten çok, insan yetmezliği var. Aslında ekonomik yetmezliğin kökeninde de insan yetmezliği yatıyor. Bu yetmezlik sayısal yetmezlik değil elbet. Maşallah, insan kaynağımız sayı olarak az değil. Ancak, nitelikli insan gücümüz, girişimci insan gücümüz, düşünen, düşünce üreten insan gücümüz, geleceği kavrayabilen  insan gücümüz  yeterli değil. Önder insan gücümüz yeterli değil. Sorun, nitelikli insan sorunu. Bu sorun elbet eğitimle aşılacak. Ancak yılların getirdiği kötü alışkanlıkları aşmak kolay olmuyor. Örneğin, zamanı akılcı kullanmayı öğrenemiyoruz bir türlü. Zamanı çok savurganca çok hovardaca kullanıyoruz. Hiçbir toplantı zamanında başlatılamıyor. Zamanı akılcı kullanamayanlar, parayı da, başka kaynakları da akılcı kullanamıyorlar. Sınırlı yetişmiş insan kaynağımızın da değerini bilmiyoruz. Ülkesine yararlı olabilecek bir çok genç dinamik beyin, Amerika’ya, Avrupa’ya  yada bir başka ülkeye gitmek zorunda kalıyor.

Sorun insan sorunu demiştim. Gerçekten öyle, insanlar, ortak sorunların çözümünde ortaklaşa çalışmaktan uzaklaşıyorlar.  Her konuda insanları toparlayabilecek, birlikte çalıştırabilecek, aynı hedefe yönlendirebilecek lider insan sayısı parmakla gösterilecek kadar az.  “Arkadan gelenlerin önü açılmadığı için, lider yetiştirilemiyor”  savının da haklı bir yönü yok. Lider özellikleri olan insan kendi yolunu kendisi açar. Önünü tıkayanları aşar geçer. Eğer bunu başaramıyorsa zaten lider özelliği yok demektir. Biz toplum olarak, marifet göstermek zorunda olduğumuz her yerde mazeret üretiyoruz. Mazeret üretmede üstümüze yok. İşler mi aksıyor? “Para yok” de çık işin içinden. Ya da, “mevzuat izin vermiyor” de. Yıllardır böyle yapılmıyor mu? Her gelen “enkaz devraldım” demiyor mu? Yapamadıklarına  gerekçeler uydurmuyor mu?

Bu yazımda  kooperatifçilikten, dernekçilikten, daha doğrusu lider yöneticilikten söz etmek istiyordum. Ancak, ben henüz konuya giremedim.  Yöneticilikte  de sorun insan sorunu, lider sorunu. Yönetici iyiyse sonuç iyi. Yönetici kötüyse sonuç kötü. Başarı ya da başarısızlık kooperatifçilikten yada sistemden kaynaklanmıyor. Başarı ya da başarısızlık yöneticiden kaynaklanıyor...

1974 yılından bu yana kooperatifçiliğin içindeyim. Hem kırsal hem kentsel kooperatiflerde yöneticilik yaptım. Fırsat buldukça, düşüncelerimi, birikimlerimi kamuoyu ile paylaşmaya çalıştım. Yazdım. Konuştum. 1996 yılında yazdığım Kent Kooperatifçisinin Kitabı’nda, Yeni Manisa Projesi’nden yola çıkarak, kent kooperatifçiliğine ilişkin düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Altını çizerek ve yürekten inanarak söylüyorum. Başarı ne yasada, ne parada. Başarı insanda.
 

Zaman zaman başarılı kooperatifçiler ortaya çıkıyor. Başarılı uygulamalar büyük projeler gözleniyor. Başarılı kooperatifçilerin özelliklerini gözlemeye çalıştım. “Başarılı kooperatifçi kimdir?” sorusuna yanıt aramaya çalıştım. Başarılı kooperatifçiyi tanımlamaya çalıştım. Çıkardığım sonuçları özet olarak sunuyorum.

Başarılı kooperatifçi: Açık sözlü, geniş görüşlü olur. Toplum sorunlarını çözmek için çalışmaktan, topluma yardımcı olmaktan zevk duyar. Davranışları tutarlı, önyargısız, özverili ve haktanır olur. Toplum çıkarlarını kendi kişisel çıkarlarının üstünde tutar. Gerektiğinde özür dilemeyi ve teşekkür etmeyi bilir. Yeniliklere açık olur. Düşündüklerini açıklamasını, toplumu etkilemesini bilir. Demokratik kurallara saygılıdır. Kin ve nefreti yüreğine yük etmez. Sabırlı, soğukkanlı, hoşgörülü olur. “Ben” demez, “biz” der.  “Yaptım, başardım.” demez . “Yaptık, başardık.” der. “Yapınız” demez. “Yapalım” der. İşleri zorla, baskıyla değil, çevresinin sevgisini kazanarak, özendirerek yaptırır. Kooperatif üyeleri arasında kaynaşmayı, giderek güçlenen dayanışmayı sağlar.  Başarılı bir kooperatifçi, insanı, doğayı seven, sevdiği için sevilen, çevresine değer veren, sayan ve sayılan kişidir.

Dileğimiz bu tür kişilerin çoğalmasıdır. Dileğimiz yetişmiş, yetkin insan gücümüzün çoğalmasıdır. O zaman sorunlar daha kolay aşılacaktır.

                                              

 

22 Mayıs 2015 Cuma

GELENEK OLUŞTURMAK

Eski güzel gelenekleri korumalı, bir yandan da yenilerini oluşturmalıyız.    
Birlikte yaşamı güzelleştirmenin yolu, gelenekler oluşturmaktır. Gelenekleri olmayan toplumlar, en küçük depremlerde sarsılan yıkılan binalara benzerler. Eski güzel gelenekleri korumalı, bir yandan da yenilerini oluşturmalıyız.  

Güçlü gelenekleri olan toplumlardan birisi hatta başta geleni Japonlardır. En büyük gelenekleri toplumun koyduğu kurallara  uymaya gösterdikleri olağanüstü özendir. Toplum kurallarının dışına çıkmak bir Japon için harakiri nedenidir. Geleneklerine bağlı Japon, toplum kurullarına uymadığı an ilk aklına gelen şey, kendini öldürmektir. Toplum içinde kurallara uymadan yaşamak yerine ölümü seçmek. Köşe dönücülüğün, kolay kazancın, yalanın dolanın önde olduğu çürük yapılı toplumlarda ise, köşe dönücülük, uyanıklık (!) övünme nedeni bile olabiliyor.
 

Kentleşmeyle birlikte yitirdiğimiz birkaç geleneğimizi anımsatmak istiyorum. Eski bayramlaşmalara ne oldu? Eski dayanışmalara ne oldu? İmeceden söz eden kaldı mı? Bayram tatilini fırsat bilenler,  tatil yörelerine taşınıyor. Bayramlarda sokaklar boşalıveriyor. Bırakın kent halkının, bırakın mahallelinin birbirini tanıyıp selamlaşmasını aynı apartmanda oturanlar bile birbirlerini tanımıyorlar. İnsan ilişkilerinin sıcaklığı kayboldu.

Birlikte varolmak. Birlikte varolma kavramını yeniden ele alıp, tartışmalıyız. Birlikte varolmak da yitirdiğimiz geleneklerimizden. Şimdi insanlar, birlikte varolma yerine sadece kendileri tek başlarına varolmayı hedefliyorlar. Kendilerinin varolması, başkalarının yok olmasını getirse bile umursamıyorlar. Hatta, kendilerinin varolması için, başkalarının yok olmasına çalışıyorlar.
 

İnsanlığın önündeki temel sorun, birlikte varolmayı başarmaktır. İnsanlar birlikte varolacaklar. Toplumlar, ülkeler birlikte varolacaklar. Firmalar birlikte varolacaklar. Birlikte varolmanın temelinde dayanışma vardır. Sadece bir kişinin varolmasının amaçlandığı toplumda da kıyasıya, ölesiye, öldüresiye bir yarışma vardır.
 

Bir köşe yazısının boyutları içinde, gelenek oluşturmak ve birlikte varolmak kavramları sanırım bu kadar anlatılabilir. Bu konuyu daha önceleri de yazmıştım. Fırsat buldukça da hem yazmayı hem de konuşmayı  sürdüreceğim. Gerçekten  bu konuları hep gündemde tutmak gerekiyor.
 

Birlikte olmak için nedenler bulmalıyız. Varolanları korumalıyız. Her hıdırellezde  ateş yakıp üzerinden atlamalıyız. Manisa'da oluşturduğumuz geleneksel duruma getirdiğimiz günlerde var.  Her 31 Mayıs’ta sevgili Manisa Tarzanımızı  etkinliklerle anıyoruz. 31 Mayıs-5 Haziran Manisa Tarzanını Anma ve Çevre Günleri adı altında güzel çalışmalar yapıyoruz.  Yunusemre Belediyesi ilgili Sivil toplum Kuruluşları ile işbirliği yaparak Yunusemre Sevgi Barış ve Dostluk Günleri adı altına bir etkinlik başlatıp sürdürebilir.  Ben, varolanları sürdürmek ve yeni gelenekler oluşturmak için sabırla bekliyor ve kararlılıkla çalışmalarımı sürdürüyorum.

Birlikte varolmak, insan olmanın gereğidir. Birlikte varolmanın amaçlandığı toplumlarda, yarışmanın yerini dayanışma alır. Yıllardır Yeni Manisa’da dayanışma yapıyoruz. Umarım bir gün, yapılanları sosyologlar, araştırmacılar görür araştırır ve yazar.

Gelenek oluşturmak için insanların paylaşabileceği Barış Alanı gibi, Birlik Parkı gibi, yeni yapılan Atatürk Kent Parkı gibi mekanlara ihtiyacı olduğunu bildiğim için, benim denilebilecek mekanlardan çok, bizim denilebilecek mekanlara öncelik veriyoruz hep.

Gelenek oluşturmalıyız. Ayrışmak için değil birleşmek için nedenler bulmalıyız. Uzlaşma ve katılım kültürünü geliştirmeliyiz.
 

Keşke, her seçim öncesinde, seçime katılan liderler televizyon programlarında bir araya gelebilseler. Keşke birbirlerine başarılar dileyebilseler. Keşke kaybedenler kazananları kutlayabilse. Keşke sadece cenazelerde karşılaşıp, birbirlerini görmezlikten gelmeseler. Keşke önemli konularda uzlaşabilseler. Ülkemde uzlaşma ve katılım kültürü gelişse güçlense ve gelenek haline gelse....

  

20 Mayıs 2015 Çarşamba

ATATÜRK'Ü ANLAMAK


Bugün 19 Mayıs, Mustafa Kemal'in 1919'da Samsun'a çıktığı gün. Bugün Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı. Atatürk'ü anacağız bugün.

Anma deyince, (Anmak mı, anlamak mı?) diye sordum kendi kendime
Asıl olan anmak değil, anlamaktır bence.
Anmasak olur ama anlamasak olmaz. Anlayınca zatan daha anlamlı anarız bundan hiç kuşkunuz olmasın...ANMAKTAN ÖNCE ANLAMAK GEREK.
Her tarafa yazıyorlar "Atam İzindeyiz" diye. Düşünerek, anlayarak bilerek ve inanarak  yazdıklarını hiç sanmıyorum. Öylesine yazıyorlar işte. Anlamadan bilmeden. İz nedir? İz: "Bir şeyin geçtiği veya önceden bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, emare" şeklinde tanımlanabilir. Ya da, "Bir şeyin  dokunmasıyla geride kalan belirti." şeklinde daha kısa bir tanımlama yapılabilir.

"Atatürk'ün İzindeyiz." derseniz 1938'de kalırsınız. Bu kadar basit... Atatürk sizin 1938'de kalmanızı istemezdi, böyle isteseydi hedef olarak, çağdaş uygarlığı göstermezdi...

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatürk'ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün yolundayız" demek ve gereğini yapmak olamalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerlemek ve Atatürk'ü aşmaktır. Altını çizererek söylüyorum. Hedefiniz Atatürk'ün gösterdiği yoldan ilerleyerek O'nu aşmak, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak değilse siz Atatürkçü değilsiniz demektir. O büyük önderi hiç anlayamamışsınız demektir.

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. "Atatürk'ün izindeyim."  diyen kardeşim sen kaç kitap okudun? Okusaydın, "İzindeyiz" deme yerine yolundayız derdin.  Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp ulaşamayacağımızı anlayın artık.

Ülkemizde yılda yaklaşık 500 milyon kitap basılıyormuş. Bu sayıya ders kitapları da dahilmiş. Kişi başına düşen kitap sayısını siz düşünün. Atatürk 57 yıllık yaşamında yaklaşık 4 bin kitap okumuş. Mustafa Kemal o kitapları okumasaydı Atatürk olamazdı. Şimdiki lider gördüklerimiz yaşamları boyunca kaç kitap okudular acaba? Açıklasalar da öğrensek çok iyi olacak... Çevrenizdeki insanlara son okuduğu 4 kitabı sorun.. "Beşinci Sınıf, Tarih, Coğrafya Edebiyat ve Tabiat Bilgisi Kitabı" derlerse hiç şaşırmayın...

Evet beyler Atatürk'ü anlamak, anmaktan daha önemli. Anmasak olur ancak, anlamasak olmaz.

"Ben Atatürk'ü anmak için 19 Mayısları beklemiyorum, ben köhnemiş bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmayı başaran ve ulusuna, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunu gösteren Atatürk'ü anlıyor ve hergün anıyorum." diyen nesiller yetiştiremedik ne yazık.

Gelişme kitapla olur. Gelişme çağdaş eğitimle olur. Gelişme, soran sorgulayan, araştıran nesiller yetiştirmekle olur...

Seni anlıyor ve sevgiyle anıyorum Atam. Ben senin izinin değil senin gösterdiğin, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunun yolcusuyum Atam...




15 Mayıs 2015 Cuma

SEVGİ ÜSTÜNE


Sevgi de bilgi gibi paylaşıldıkça büyüyor. Sevgi insan yaşamına anlam katıyor.


Ben yaşadığın kenti sevmek üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum bugün.
Yaşadığın kenti sevmek, eşini çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir.
İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması olası değil.
Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.
Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor.
Kenti sevmek insana sorumluluk yüklüyor.
Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor.
Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız, seçim sizin. 
Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız.
Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim.
Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum.
Yaşadığın kenti sevmek, hemşehrilerini de sevmeni gerektiriyor. Benim için zor olanı da bu işte.

Hemşehrilerin tembelse sevemiyorsun.  Hemşehrilerin, dedikodu yapmayı seviyorsa sen onları sevemiyorsun. Hemşehrilerinde birlikte iş görme alışkanlığı yoksa örgütlenmelerin karşısında duruyorsa, nalıncı keseri gibi “hep bana hep bana” diyorsa sevemiyorsun. Kendilerini iş üreterek değil, iş üretenlerin karşısında durarak kanıtlamaya, ifade etmeye çalışıyorlarsa sevemiyorsun.

Manisa’yı sevmek kolayda, Manisalıları sevmek o kadar kolay değil bence. Ancak çaresi yok.
Yapılacak iş, sevilecek insanları bulmak ve sayılarını çoğaltmaktır.
Zenginlik sevdiğin insan sayısıyla ölçülse, sanırım Manisa’nın en zenginlerinden birisi mutlaka ben olurdum.

Güzel iş değil mi? İnsanın sevdiklerini yazıp toplayacaksın, sevmediklerini de toplayıp, birbirinden çıkaracaksın. Sevdiklerin fazlaysa sorun yok, ancak sevmediklerin fazlaysa inan mutlu olamazsın. Benim bu kentte sevdiğim insan sayısı sevmediklerimden çok fazla. İstiyorum ki, sevdiğim insan sayısı çoğalsın, sevmediklerim de azalsın. 
Sevmediğim insanlar gözümün önüne geldiğinde, tekrarladığım dizeleri paylaşayım sizinle.

Bize düşman gerekmez, biz bize yeteriz.
Yükselen biri olursa, hemen ayaklarından çekeriz.
Yapmakta olmasa da, yıkmakta beteriz.
Gönül almak gelmez aklımıza, kara çalmayı severiz...
Bakmayın böyle dediğime, yine de sevmek gerekiyor insanları. Bilin ki, sevgisiz yaşanmıyor. 
Bugün de, sevgi ozanı Yunus Emre ile noktalayalım yazımızı.
Gelin tanış olalım; İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim; Bu dünya kimseye kalmaz.


8 Mayıs 2015 Cuma

MANİSA TARZANI


Etkinliklerle geçen Nisan ayının ardından, Mayıs ayınada Hıdırellez etkinliği ile başladık.



Etkinliklerle geçen Nisan ayının ardından, Mayıs ayınada Hıdırellez etkinliği ile başladık. 31 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında Manisa Tarzanı'mızı anacağız, Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri etkinliğinde.

Manisa Tarzanı denilince akla hemen, Yeşil Manisa, Manisa denilince de büyük çevreci, ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı geliyor. Manisa adı hep Tarzan’la birlikte anılıyor. Kentimizi tanıtmak için anlatacak öykülerimiz olmalı deyip duruyoruz. İşte o öykülerden birisi de Manisa Tarzanı'mızın örnek yaşam öyküsüdür. Manisa Tarzanı öyküsünün zenginleştirilmesi için elimden geleni yapıyorum. Tarzanın adını ve anısını yaşatmaya çalışıyorum.
  

Herkesin yapması gereken bir işi, “kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin es geçtiğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin tarzanıdır. Es geçileni iş edinen kişiye tarzan diyoruz.
 

Manisa Tarzanı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzanı geldiği Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzanı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı, Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzanı’nın nerede ne zaman doğduğundan, nereden geldiğinden çok, neler yaptığı ve Manisa Tarzanı olduktan sonraki yaşamı ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşı'na katılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında, göğsünde Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da  Manisa Tarzanı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.
 

Nerede ne zaman doğduysa doğdu. O Manisa’da Manisa Tarzanı oldu.Önemli olanda bu.

Manisa Tarzanı’nı 1958 yılında gördüm. O siyah şortu, şortu gibi kararmış yanık derisi,  uzamış sakalları ve elinde ağaçları budadığı testeresi ile bulanık bir görüntü olarak kalmış belleğimde.
 

Manisa Tarzanı üzerine yaptığım araştırma, bizde yaşamının filme alınması isteğini de uyandırdı. Yaptığımız ses ve görüntü kayıtlarını her gözden geçirdiğimizde, Manisa Tarzanı’nın yaşamı mutlaka filme alınmalı diyorduk. Nitekim, Film yapımcısı Cengiz Ergün’ü aradığımda, anlattıklarımız onun da ilgisini çekti. Bilindiği gibi ödüller alan Manisa Tarzanı filmi çevrilmiş oldu.

Bir bahçıvan yamağı, nasıl adı ve anısı yaşatılan, adına kitaplar yazılan filmler yapılan bir insan olabiliyor? İstiklal Madalyası almasına neden olan mücadelesinin önüne ağaç dikmesi nasıl geçebiliyor? Gerçek adı unutulup nasıl Manisa Tarzanı olarak ünlenebiliyor? Bu soruların yanıtlarının ipuçlarını bulmalıyız. Sanırım ipucu, es geçileni iş edinmede gizli. Evet, es geçileni iş edinenlerin çoğalması gerekiyor. Dünya o zaman daha yaşanası olur.
 

Manisa Tarzanı’nın ağaç sevgisi çevrecilerin yolunu aydınlatıyor.  Manisa Tarzanı için düzenlediğimiz her etkinlikte,  Manisa Tarzanı’nın Mektubu okunuyor.
 

Yine okullara gidip sunum yapmaya Manisa Tarzanı'nı yeni kuşaklara anlatmaya çalışacağım. Manisa Tarzanı'nın adını ve anısını yaşatmayı birileri es geçse bile ben iş edineceğim...

                                                         


30 Nisan 2015 Perşembe

NİSAN AYI ETKİNLİK AYI OLDU

Nisan ayında Nisan yağmurları gibi ardı ardına geldi etkinlikler.



23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı`nı kutladık coşkuyla. 
Üç gün süren etkinliklerle, Atatürk adı verilen Kent Parkı'nın açılışı yapıldı. Yunusemre mahallesinde coşku ve eğlence dolu dolu yaşandı. Kent Parkı`nın yerini daha 1987'de Yeni Manisa'yı planlarken ayıranlar ve bu ayrılan yere Kent Parkı kuranlar unutulmayacaktır elbet.

15-22 Nisan tarihleri arasında, Turizm Haftası Kutlamaları da yapıldı Manisa'da. Manisa'daki otellerde, Vali Yardımcısı Sayın Yakup Tat başkanlığında kahvaltılı çalıştaylar yaptık. Hem turizm için farkındalık yarattığımızı hemde güzel çalışmalara adım attığımızı düşünüyorum. Kentimizin turizmde de atağa kalkacağına olan umudumuz daha da güçlendi. Obasya yerleşkesinde buluştuk Turizm Haftası nedeniyle. Tarihin ve doğanın iç içe olduğu Obasya'da kentimizin turizmini konuştuk. Kültür Turizm İl Müdürü İbrahim Sudak ve Turizm Şube Müdürü Sedat Türk'ün hazır bulunduğu toplantılara, Turizm Acentalarının ve ilgili STK'ların temsilcileri katıldı.  Sunumlarda izlediğimiz toplantılarda düşüncelerimizi paylaştık. Buluştuğumuz ve anlaştığımız nokta, Manisa'da turizm atağını başlatıp sürdürmek oldu. Vali yardımcısı Sayın Yakup Tat'ın, sıcak, sevecen yaklaşımları, toplantıların verimli geçmesini sağladı. Turizm Şube Müdürü Sedat Türk'ün sunumları, konuların derinlemesine tartışılmasının yolunu açtı. Bundan böyle daha sık bir araya geleceğiz.

Mesir Etkinlikleri de vardı Nisan ayında, binlerce kişi Sultan Camisi etrafında toplandı, cami kubbelerinden atılan mesirleri kapmak için. Mesir etkinlikleri de dolu dolu geçti. Konserler de mesire renk kattı. Kentimiz sergilerle, açılışlarla, ziyaretlerle hareketlendi. Etkinliklerde emeği geçenlere gönülden teşekkür ediyoruz. 

Nisan ayında, Manisa Rotary Kulübü`nün öncülük ettiği Toplum Liderleri Geliyor (TLG) Projesine de start verildi. TLG Kulüp Asbaşkanı Rtn.E. Levent ÖZKUŞÇU`nun sunumu ile 20 Nisan'da başladı. Öğretmen adayı gençlerimizin, toplumumuzda dürüst , idealist, Atatürkçü ve aydın liderler olarak  yetişmelerini sağlayan Rotary Programı 8 hafta sürecek. TLG Programının 25 Nisan'daki Sayın Hakkı Bayraktar'ın konuşmacı olduğu bölüme dostumu dinlemek için bende katıldım. Hakkı Bayraktar çocukluğundan başlayarak, yaşam öyküsünü yaptığı çalışmaları anlattı. Anlattığı yaşam öyküsünün gençleri etkilediğini, yüreklendirdiğini gördüm. 16 Mayı'ta İzmir'de Müziksev salonunda yapılacak TLG etkinliğine de ben konuşmacı olarak katılacağım. Gençlerle çalışmak insanı gençleştiriyor. TLG'de çok değerli konuşmacılar var. Çok istememe rağmen, etkinliklerin tümüne katılamadığım için üzgünüm. 

Manisa tarımda ve sanayide önemli gelişmeler sağlamış, örnek projeler gerçekleştirmiş bir kent olmasına rağmen, turizmde yeterince gelişemediğini görüyoruz.  Çok önemli tarihi, kültürel, doğal ve beşeri zenginliklere sahip Manisa’yı, tüm toplum kesimlerini kapsayan bir seferberlik anlayışıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığınca belirlenen 2023 TÜRKİYE TURİZM VİZYONU hedefleri doğrultusunda MARKA İL yapmak için seferberlik başlatmalıyız. Birlikte inanırsak, birlikte çalışırsak başaracağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın.

Yunt Dağı'nda TKDK ve Zafer Kalkınma Ajansı`ndan aldığımız destelerle, Obasya Konaklama tesisini ve Zaman Geçidi Müzesi`ni kurduk. Kayayı delen damlanın gücünün sürekliliğinden geldiğini bilerek, sabır ve kararlılıkla bıkmadan usanmadan defalarca her zaman turizmi dile getirmeliyiz. Obasya Projesi ile Yunt Dağı için farkındalık yaratılmış ve Yunt Dağı öne çıkarılmıştır. Yaptığımız çalışmalarda, desteklerini bizden esirgemeyen, Manisa Valisi Sayın Erdoğan Bektaş'a, Manisa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sayın Cengiz Ergün'e, Yunusemre Belediye Başkanı Sayın Mehmet Çerçi'ye, Projelerimize ekonomik katkı sağlayan TKDK ve Zafer Kalkınma Ajansı yöneticilerine, bize güvenerek, kooperatifimize ortak olan değerli hemşerilerimize yürekten teşekkür ediyoruz.

Manisalıların aidiyet duygusunun zayıflık olduğunu, iş görme alışkanlığının yeterince gelişmediğini söyleyenleri haksız çıkarmalıyız. Böyle olsaydı, OSB olmazdı.  Obasya Projesini gerçekleştirilemezdik. Yeni Manisa'yı kuramazdık. Manisalılar iyi projelere ortak olurlar ve destek verirler. Ben bunu yıllardır Manisa'da yaşayarak görüyorum. Manisalılar turizm seferberliğini başlatıp, Manisa'yı turizmde atağa kaldırır. Bundan kuşkunuz olmasın.

Nisan ayı, Manisa'da etkinlikler ayı oldu. Tüm aylarımızın Nisan ayında olduğu gibi etkinliklerle ve geniş katılımlarla geçmesini diliyorum. Biliyorsunuz katılım olmadan atılım olmuyor...

                                        

24 Nisan 2015 Cuma

23 NİSAN

Atatürk; çocuklarımıza verdiği değeri, 23 Nisan`ı bayram ilan ederek, gençlerimize verdiği değeri de `Ey Türk Gençliği` şeklinde başlayan söyleviyle göstermiştir.

Tarihimizin gurur dolu sayfalarının yeni kuşaklarca öğrenilmesi ve Türk Devleti’nin devamını emanet edeceğimiz yeni Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle yetişmesi amacıyla 23 Nisan'lar önemlidir. Bu nedenle önemine yaraşır biçimde kutlanmalıdır. Ne Atatürk'ten, ne de kurduğu Cumhuriyet'ten vazgeçeriz denilmelidir. 

Köhnemiş bir imparatorluktan genç bir Cumhuriyet kurmayı başarmış olan Atatürk  tüm çağdaşları unutulmuş gitmişken dünyanın adı ve anısı yaşatılan, sevgisi azaltılamayan, saygı gören tek lideridir. Bunu unutmayalım. Unutturmak isteyenlere kanmayalım.
 

23 Nisan, 1979'da, altı ülkenin katılmasıyla uluslararası boyuta taşınmıştır. Bu ulusal bayramımıza, ortalama olarak her yıl kırkın üzerinde ülkeden gelen ve Türk çocuklarının konuğu olan yabancı ülke çocukları da katılmaktadır. Dünya’da çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı bütün dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye’dir. 23 Nisan sadece Türk Çocukları'nın değil tüm Dünya Çocukları'nın da bayramı olarak görülmeli ve öyle kutlanmalıdır.
 
Osmanlı imparatorluğu döneminde egemenlik padişahta idi. Padişah ülkeyi dilediği gibi yönetirdi. İmparatorluğun son yıllarında padişahlar rahatlarını düşündüler. Bu özlem içinde olanlar her dönemde ve her ülkede mutlaka olmuştur ve olacaktır.  Padişahlık anlayışının öne geçtiği ülkelerde yurdun bakımsız kaldığı, ülkenin sorunlarının yüzüstü bırakıldığı ve büyüdüğü, ancak görkemli sarayların yapıldığı, keyfiliğin ve saltanatın öne çıktığı hep görülmüş ve yaşanmıştır.

Yurdumuzun İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, İtalyanlar tarafından paylaşıldığını Osmanlı İmparatorluğu'nun "hasta adam" olarak görüldüğünü okuduğumuz tarih kitaplarından biliyoruz.  Padişah ve yandaşları ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmadılar. Mustafa Kemal Paşa Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için İstanbul'dan Samsun'a 19 Mayıs 1919 günü çıktı. Samsun'dan Amasya'ya, oradan Erzurum'a ve Sivas'a gitti. Sivas ve Erzurum'da kongreler topladı. Mustafa Kemal Paşa egemenliğin ulusta olduğuna inanıyordu. Bu inançla «Ulusu yine ulusun gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da Ulusal Egemenlik'tir» diyordu. Yurdun dört bir yanından seçilip gelen temsilciler, milletvekilleri Ankara'da 23 Nisan 1920 günü toplandılar. O yıllar ülkemiz yokluk yoksulluk içindeydi. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bir okuldan getirildi. Meclis gaz lambası ile aydınlanıyor, soba ile ısınıyordu. Top seslerinin Ankara'da duyulduğu zamanlarda bile meclis düzenli toplandı. Ulusal Kurtuluş Savaşımız'la ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde ulusumuz dünyaya Ulusal Kurtuluş Savaşı dersi verdi. Ezilen uluslara kurtuluş yolunu açtı. Bağımsızlık savaşının öncüsü olan kurtuluş savaşımız yeryüzünün öteki uluslarına örnek oldu. 23 Nisan 1920  ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gündür. Bugün Milli Egemenlik Bayramı'mızdır. 23 Nisan gibi milli bayramlarımızın önemli bir anlamı daha vardır: Bu bayramlar, birlik ve beraberliğimizi pekiştirdiğimiz, millet olarak tasada ve kıvançta bir olduğumuz günlerdir. Bugün de bizlere bu cennet vatanı, canları ve kanları pahasına emanet eden atalarımızın emanetlerini nasıl daha iyi koruyarak ve geliştirerek, yarınlara taşıyabileceğimizi konuşmalıyız, diye düşünüyorum 23 Nisan'ı çocuklarımıza anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki, gelecek kuşaklar uyanık, kararlı ve bilinçli olabilsinler. Tarihi mirasımızı koruma ve kollama konusundaki ödevlerini yerine getirebilsinler. Bu duygularla, bütün çocuklarımızın 23 Nisan Bayramı'nı, ne Atatürk'ten ne de kurduğu cumhuriyetten vazgeçmeyeceğimizi belirterek  kutluyorum...



17 Nisan 2015 Cuma

MANİSA'NIN TURİZM SEFERBERLİĞİ

TURİZM HAFTASI
15-22 Nisan 2015 tarihlerinde 39'ncu Haftası Etkinlikleri düzenleniyor.
Hafta nedeniyle düzenlenecek etkinliklerde, Manisa Turizmini konuşacağız.
20 Nisan'da Yunt Dağı'nda bulunan Obasya Yerleşkesinde, hem Obasya'yı tanıtacağız hemde, Turizmden beklentilerimizi dile getireceğiz.
Manisa sanayide ve tarımda önemli gelişmeler sağlamış bir kent olmasına rağmen, turizmde yeterince  gelişemediğini, çalışmaların yeterli olmadığını dile getirmeliyiz. Manisa’da mutlaka Turizm Seferberliği başlatılmalı ve çalışmalar kesintisi sürdürülmeli. Seferberliğin amacı : “Çok önemli tarihi, kültürel, doğal ve beşeri zenginliklere sahip Manisa’yı, tüm toplum kesimlerini kapsayan bir seferberlik anlayışıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığınca belirlenen 2023 TÜRKİYE TURİZM VİZYONU hedefleri doğrultusunda MARKA İL yapmak.” olmalı.
Manisa'nın turizm için önemli artıları var. Çok önemli doğal, tarihi, kültürel ve beşeri zenginliklere sahip olması, Bölgenin tek  “Şehzadeler Şehri” olması, Türkiye ve Dünya çapında ilklere ve enlere sahip olması, İzmir, Efes, Bergama, Kuşadası, Pamukkale gibi turizm destinasyonlarına yakınlığı, Önemli ulaşım koridorlarının güzergahında olması, gelişmiş ulaşım altyapısı, gündemde olan İzmir-İstanbul otoyol, Çandarlı Limanı, hızlı tren vb. projelerin güzergahında yada  yakınında olması, Hava alanı, liman ve denize yakınlığı, İklim ve ekoloji avantajı, flora-fauna zenginliği, üzüm, zeytin, kiraz v.b. üretimindeki lider konumu, Kendi bünyesinde ve yakınında gelişmiş sağlık kuruluşlarının varlığını  artılarımız olarak sayabiliriz. Bu kadar çok artı varken, sonuç nasıl eksi oluyor bunu düşünmemiz gerekiyor. Sıralanan artılar Manisa’nın Marka Kent olma yolunda ilerlemesini kolaylaştıracaktır diye düşünmeliyiz.
Manisa’da öne çıkan birçok simge ve sembol var. Şehzadeler Şehri, Osmanlı Eserleri, Mesir, Manisa Bezi, Mevlevihane, Geleneksel el sanatları, Musiki, mehter, Sipil Dağı, Magnesia, Manisa Lalesi, Yılkı atları, Endemik bitki türleri, Dağcılık, Yamaç Paraşütü, Sardes, Bintepeler, 26 bin yıllı Ayak izleri, Termal Turizm, Göller, Aigai, Mitolojik zenginlik, Niobe, Kibele, Tantalos. Yanık Ülke Katakekaumene, Peri bacaları, Kula evleri, Yunus Emre Köyü. Halı ve kilim dokumacılığı ve bu listeye yeni katılan OBASYA var. Bu listeden ilgi çekecek hikayeler üretebiliriz.
Sadece Turizm Haftasında değil, Kayayı delen damlanın gücünün sürekliliğinden geldiğini bilerek, sabır ve kararlılıkla bıkmadan usanmadan defalarca her zaman turizmi dile getirmeliyiz. Turizm etkinlikleri düzenlemek için Turizm Haftasını beklemek gerekmez.  
Manisalıların aidiyet duygusundaki zayıflık ve birlikte iş görme alışkanlığının yeterince gelişmediğini söyleyenleri haksız çıkarmalıyız. Böyle olsaydı Obasya Projesini gerçekleştiremezdi. Yeni Manisa'yı kuramazdık demeliyiz. Umutsuzluğa gerek yok. Manisa’nın Turizm Seferberliğini başlattığımızda başarıyı mutlaka yakalayacağız. Birlikte inanırsak, birlikte çalışırsak, başarılı  olacağımızdan hiç kuskunuz olmasın. Manisa Tarımda ve Sanayide olduğu gibi Turizmde de adını mutlaka duyuracaktır. Manisa mutlaka bir gün MARKA KENT olmayı başaracaktır.  Manisalılar olarak bize düşen görev birlikte çalışmak, çalışanlara destek olmaktır.

Bu köşe yazısı 20 Nisan'da Obasya'da yapacağım sunumun kısa bir özeti gibi oldu sanki. Turizm Haftası, Manisa'nın Turizm Seferberliği yolunda yeni adımlar atmamızı, Obasya lokomotifine yeni vagonlar eklememizi  kolaylaştıracaktır...

Turizm Haftamız ve başlayan turizm seferberliğimiz kutlu olsun...




10 Nisan 2015 Cuma

SESSİZ ÇIĞLIK

Bu kentte birlikte işgörme alışkanlığı yok` diyenler, bu sessiz çığlığımı duyun lütfen.


Denizleri aşıp, derede boğuluyorsak, çözümler yerine, anlamsız engeller çıkarılıyorsa karşımıza, söyleyin birlikte iş görme alışkanlığı nasıl gelişsin bu kentte?  Sessiz çığlığımı duyun lütfen. Dinlemek isterseniz gelir anlatırım. Bu yaşadıklarımı yazıp kitap haline getirmeyi de düşünüyorum. Güzel bir gülmece olacağından hiç kuşkum yok. Tam bir kara mizah örneği olacak ve sanırım yıllarca anlatılacak. Keşke, gülmek yerine üzülebilsek. "Güleriz ağlanacak halimize" diyenler boşuna dememiş zaten.

Büyük hedeflere anacak büyük çabalarla çok çalışılarak ulaşılabileceğini bilerek başlıyoruz her işe.  Büyük hedeflere ulaşmanın verdiği mutluluk, çektiğimiz sıkıntıların karşılığı oluyor her zaman. Şikayetim, işin zorluğunda ya da çok çalışmaktan değil. Günde nerdeyse onaltı saat çalışıyoruz zaten. Şikayetim, anlamsız engellerin çokluğundan Şikayetim hayır demeye alışmış bürokrasiden. Açık tutulması gereken kapıların yüzümüze kapanmasından.  Mevzuatın içinden, büyüteçle "hayır olmaz" demek için gerekçe bulunmaya çalışılmasından. Çözüm odaklı olunması yerine, sorun odaklı olunmasından.

Önemli mevkilerde görev yüklenmiş çok sayıda etkili yetkili kişinin desteği alınıyor. Yaptığınız iş alkışlanıyor. Çözüm arayışlarını görüp mutlu oluyoruz. Büyük dağları aşıp, küçük tepelerde tıkanıp kaldığımızda üzülüyoruz. Yollara konulan çiviler, döşenen dikenli teller canımızı yakıyor. Biz acele ettikçe, eteklerimizden asılanların sayısı çoğalıyor. Allah rahmet eylesin Hacırahmanlı'da ünlü bir pehlivanımız vardı Halil adında.  Askerliğini yaparken,  güçlü kuvvetli diye top arabasını çektirirlermiş Halil pehlivana.  Top arabasını çekerken, arkadaşlarının da arkadan iterek yardımcı olmalarını beklermiş. "Arkaya dönüp baktığımda, arkadaşlarımın tümünün top arabasının üstüne bindiklerini, sadece top arabasını değil, kendilerini de çektirdiklerini görürdüm." derdi gülerek anlatırdı askerlik anılarını Halil pehlivan...

Çıkarılan engeller, ötelemeler, oyalamalar, "olmaz" demeler, beni üzmüyor, moralimi bozmuyar dersem yalan olur. İnanın uykularımı kaçırıyor. Bazen, nasıl hasta olmuyorum diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu günlerde "Pala hastalanıp yatağa düşmüş." derlerse, bilin nedeni, önüme çıkarılan haksız engellerdir. Asabım bozuluyor. Kendi özel işim olsa, olmadı der geçer giderim. Yaptığım işte kamu yararı olduğu için üzülüyorum.  Toplum yararına, yaşadığım kentin, ülkemin yararına olacağına yürekten inandığım bir işi başlatıyorum, bir çok yetkili ve etkili insan da buna inanıp destek veriyor. Ancak, görevinin "hayır" demek olduğunu sananları  aşamayınca, geriye sadece üzülmek kalıyor. İşte buna, bürokrasi diyorlar. Siz incecik ipliği iğnenin deliğinden geçiremezken, develerin, trenlerin geçirildiğini görüyorsunuz. Size sadece üzülmek ve izlemek kalıyor.

Yapmayacağımız sözü ölürüz vermeyiz. Söz verdiğimizi de ölürüz yaparız. Evet, başladığımız işi bitireceğiz. Engelleri aşarak bitireceğiz. İçimiz kanasada yüreğimiz yansa da bitireceğiz. Kendimizi bitirmeyi göze alarak, başladığımız işi bitireceğiz. Kendimiz yansak da yaptığımız iş yanmasın isteriz (...)
Yunt Dağı'nda turizm hamlesine katkıda bulunmak istiyoruz. Bunu, TKDK ve Zafer Kalkınma Ajansı da istiyor. Bunu bu kentin yöneticileri de istiyor. İstiyorlar istemesine de, ufacık sorunlar çözülemiyor bir türlü.

Koşullar sıralanıyor ardı ardına;  "Bardağı suyla doldur ve ters çevir, su dökülmezse işinizi yapacağız" anlamına gelen sözler duyduğumuzda, bunun ne anlama geldiğini bildiğimiz için üzülüyoruz. Bence, bu ülkenin en temel sorunu "hayır" demeye alışmış olanlardır. Çözüm odaklı çalışmayanlardır. Bürokrasi çözüm odaklı çalışır duruma getirilmedikçe, ne kentlerimiz ne de ülkemiz kalkınabilir. Bu ülkede en zor iş, yenilik yapmaktır. Bu ülkede yenilik yapanı, sıra dışı olanı sevmiyorlar. O zaman nasıl gelişeceğiz haydi söyleyin.

Lütfen bu sessiz çığlığımı duyun. Bu güzel kent, bu güzel ülke, güzel projelerle kalkınacaktır. Lütfen, engel çıkaran değil, çözüm üreten olun... Lütfen engeleri aşmamızı kolaylaştırın. 


                                      

3 Nisan 2015 Cuma

ATATÜRK KENT PARKI

Unutmayalım, üstü kapanan ya da yatağı değiştirilen dereler, sel felaketine yapılan çağrı gibidir.
Bunu bilmeyenlerin aklına ilk gelen kentin içinden geçen derelerin üstünü kapatmak ve yer kazanmak olur. Bunun yanlışlığı yaşanan felaketlerle defalarca görülmüştür.

Selin taşıdığı atıklarla, kapanan dere tıkanır ve sel kapanan derenin üstünde ne varsa alır götürür. Evler yıkılır insanlar ölür.  Feleketlerden ders alıp, doğruyu bulanlar olduğu gibi, yanlışa direnenler ve derelerin üstünü kapatmaya devam edenlerde olur.

Yanlışları eleştirirken, doğruları da alkışlamalıyız. Manisa Büyükşehir Belediyesi Yeni Manisa Projesinin uygulanmakta olduğu alanda bulunan Safran Çayı'nın üstünü kapatmak yerine, çevresini düzenleyerek Manisa'ya güzel bir park kazandırdı. Atatürk Kent Parkı Manisa'ya çok yakışacak. MANİSA Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan Atatürk Kent Parkı, ünlü sanatçıların katılımıyla bugün törenle açılacak.

Eski kenti korumanın tek yolu yeni kenti kurmak olduğunu söyledik durduk. Yeni kent yenilik ve yeni projeler demektir. 1987 yılında, Kent Parkının yapıldığı, Yeni Manisa Projesini hazırladık. Dere kıyısında geniş rekreasyon alanları ayrıldı. Sadece Safran Çayı Kıyısında değil, Bozköy Deresi ve Karaçay kıyısında da alanlar ayrıldı. Spil Dağından doğan akarsular, Manisa'nın güzel boynunu süsleyen üç gerdanlık gibi düzenlenebilir diye düşünüyorduk planı yaparken. Atatürk Kent Parkı ve Bozköy Deresi çevresinde yapılan düzenlemelerin ardından şimdi sıra, büyük gerdanlık olacak olan Karaçay'a geldi. Karaçay Vadisi projesi, yapıldığında, Ülkemizin en güzel akarsu çevresi düzenlemesi örneklerinden birisi olacaktır. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Amaç, derelerin üstünü kapatmak yerine, kente yeni parklar kazandırmak olunca, güzel örnekler çıkmaya devam edecektir.

Yeni Manisa Projesi 1987 yılında başladı. Bu proje ile kentin batısında uygarlığa bir kapı aralamış olduk. Yeni Manisa Projesi olmasaydı, kentin batısı da gecekondularla kuşatılmış, ya da Laleli gibi kötü şekilde planlanmış olacaktı. Ve Kent Parkı gibi güzel projeler yapılamayacaktı. Yeni Manisa geniş yolları, sosyal donatıları ve rekreasyon alanları ile Manisa'nın gülen yüzü ve batıya açılan kapısı oldu.

Atatürk Kent Parkı'nı gidip mutlaka görün. Gördüğünüzde, eski kentle yeni kentin farkını da açık biçimde görmüş olacaksınız. Eski kenti korumanın yolunun yeni kenti kurmak olduğunu söyledik durduk. Eğer, Yeni Manisa kurulmasaydı, Manisa daha fazla betonlaşmış, daha fazla yoğunlaşmış, batısıda diğer çevreleri gibi gecekondularla kuşatılmış olacaktı.

Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün'ü ve çalışma arkadaşlarını yürekten kutluyorum. Manisa'ya güzel bir park kazandırdılar.  Hemen, Karaçay Vadisi için de kolları sıvadıklarını Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ergün'ün bizzat kendinden öğrenince çok mutlu oldum.  Karaçay Çevresinde daha geniş düzenleme alanları bulunuyor. Karaçay çevresinde de göletler oluşturulabilir. Kır lokantaları, kır kahveleri, spor alanları yapılabilir. Karaçay çevresi ağaçlandırılarak, Sanayi Bölgesi ile kentleşme alanı arasında yeşil bir kuşak oluşturulabilir.

Manisa yeni projelerle yenileşiyor, güzelleşiyor. Bize düşen, Manisa'nın yararına olacağını düşündüğümüz güzel projelere destek olmak, güzel ve yararlı görmediklerimize karşı durmaktır. Manisa Yeni Manisa'da yapılanlarla çağ atlıyor. Görkemli geçmişimizden mutlu geleceğimize köprüler kuruluyor. Kentleşmek sadece konut yapmak değildir. Sağlıklı kentleşmek kente yeni sosyal donatı alanları, sosyal tesisler ve parklar kazandırmaktır. Yeni yerleşim planları yaparken, Yeni Manisa'da olduğu gibi, mutlaka geniş düzenleme alanları ayrılmalı. Ayrılmalı ki, yeni kent parkları yapılabilsin.
Bugün,Yeni Manisa'da yapımı tamamlanan ve törenle açılacak olan Atatürk Kent Parkında buluşalım.



20 Mart 2015 Cuma

GERİLİM BAĞIMLILIK YAPAR

Aman, gerilimden uzak durun, çünkü uyuşturucu gibi bağımlılık yapar.

Geri toplumlarda, gerilim yaratmak, bilinen en kolay günü kurtarma ve ayakta kalma şeklidir.

Gerilim oluşturan da gerilime karşı duran da ayakta kalır. Gerilim insanları diri tutar.

Gerilim iyidir ayakta tutarda, üretimin, hizmetin ve dayanışmanın önünü tıkar.
Oysa uzlaşma, üretimin yolunu açar. Arzulanan da bu değil midir zaten.
Emek verilirse uzlaşma da olur, huzur da olur hizmette olur.

Uzlaşma hem kolay hem zordur. Bilgi, birikim ve iyi niyet yoksa uzlaşma da olmaz.

Bilgili birikimli insanlarla olursan uzlaşma, cahil insanlarla olursan bozuşma  olduğu hep görülmüştür.

Gerilimin en kötü yanı alışkanlık ve bağımlılık yapmasıdır. Şimdi bir bakalım, Nerelerde gerilim yaşıyoruz? Ailede yaşıyoruz sonu ayrılık oluyor. Apartmanda yaşıyoruz sonu dargınlık ve kavga oluyor. Genel kurullarda yaşıyoruz hizmet engelleniyor. Meclislerde yaşıyoruz. Hem belediye meclislerinde, hem de TBMM`de yaşıyoruz. Hizmetin yolu kapanıyor.

Germeyen gerilmeyen toplumlar huzurlu oluyor. Huzurlu toplumlar gelişiyor. Demokrasi, çok sesliliğin uyumudur.  Demokrasi, çok sesli müzik gibidir. Çok sesli müzik gibi, demokrasiyi sevmek de belli bir kültür gerektirir.

Ortak akıl, uygulaması kolay olandır da, demokrasi kültürünün olmadığı ortamlarda ulaşılması zordur.

Ortak akıla ulaşmakta emek gerektirir. Yapılacak iş kentin ortak aklını ortaya koyabilmektir.

Yaşadığım kentte,17 ilçenin belediye başkanlarının Büyükşehir Belediye Başkanı ile birlikte güzel bir ortamda akşam yemeğinde birlikte olduklarını düşünüyorum. Yüzlerinin güldüğünü görmek istiyorum. Barış kardeşlik dayanışma mesajlarının verildiğini okumak istiyorum gazetelerde. Olmaz mı? Olur elbet. Olmalı da. Belli aralıklarla yemekli toplantılarda bir araya gelmeli kentin yöneticileri. Manisa'nın sorunlarının ve çözüm yollarının konuşulacağı bir çalıştay düzenlendiğini bunun güzel bir otelde yapıldığını düşünün. Bilim adamları, sanatçılar ve köşe yazarlarının da davet edildiği bir hafta sonu toplantısı. Katılanlar arasında, sıcak dostlukların kurulması kolaylaşır.

Büyükşehir Belediye Başkanı, önceki belediye başkanlarıyla buluşmalı belli aralıklarla. Karşılıklı ziyaretler olmalı. Anılar ve umutlar paylaşılmalı. Bunlar yapıldığında, nasıl bir sinerji yarattığını hep birlikte görürüz. "Herşey daha mutlu insanlar, dostluk, dayanışma ve daha güzel bir yaşam çevresi için" denilmeli.  Elele verilmeli. Denemek gerekmez mi?

Eğer amaç ortamı germekse, kendinizi haklı gösterecek yüzlerce neden bulabilirsiniz.

Ancak iyi bilmeliyiz ki, kentte yapılan kavganın ne kente yararı, ne de kazananı olur. Gerilimler karanlığa, uzlaşmalar aydınlığa götürür.

Meclis salonu, futbol sahası olsaydı gol atan gibi laf çakan da alkışlanırdı. Meclis salonu ne futbol sahası, ne de meclis üyeleri futbolcudur. Meclis üyeleri, laf çakınca değil, güzel kararlar üretince görevini yapmış olur. Meclis salonuna gelen misafirler, katılımcı değil, izleyici olurlar. Ve mutlaka ayrı bir bölümde otururlar...

Uzlaşın kentimiz  kazansın
Uzlaşın uzlaşanlar tarihe geçsin.
Kavga edersen şimdi konuşulursun ama sonra unutulur gidersin.
Hizmet edersen gönüllerde yaşarsın.

Kavgayla değil, ürettiğimiz kararlarla ve verdiğimiz hizmetlerle haber olalım. Manisa olarak, yatırımlarla öne çıkalım.
Öfke, hamura konulmuş maya gibidir. Ayarı kaçarsa çok kabartır ve hamuru ekşitir.  Herşey maya gibi tadında ve kararında olmalı.

Kin, nefret ve öfke, yüreğimize yüktür.
Kin, nefret ve öfkeyi atalım yüreklerimizden, göreceksiniz sevgiye daha çok yer açılacaktır.

Susmak en güzel yanıttır bazen. Kazanan olur çoğunlukla susmayı bilen. 

                                                

  

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

18 Mart 1915 Çanakkale`de bir kahramanlık destanının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.

Çanakkale Zaferi, önemine yaraşır bir özenle kutlanmalı, öğrenilmeli öğretilmelidir.
Çanakkale'den geriye kalan, bir büyük destan, bir büyük komutan, yüzbinlerce şehit ve Koca Seyit.
Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusuna, Mustafa Kemal gibi bir büyük önderi  hediye etmiştir.
Ne Çanakkale'yi unuturuz, ne Koca Seyit'leri ne de Mustafa Kemal'i.

Çanakkale Savaşında tarihe şanla geçen,anlatılan ve dünya durdukça anlatılacak olan, kahramanlık öyküleri vardır.  Bu öykülerden birisi de Koca Seyit'in öyküsüdür. 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, gürbüz yapısı ve pehlivanlığıyla dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığına izafeten "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyid" diye anılmıştır.

1914'te Birinci dünya savaşı patlak verdiğinde Seyit Çanakkale'de topçudur.  Çanakkale Boğazı'nın Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28 lik Mecidiye bataryasında Seyit'le birlikte kırk kişi vazifeliydi. 17 Mart 1915'te Çanakkale'deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi. Ertesi gün, düşmanın büyük bir hücuma geçeceği haber alınmıştı.Seyit Onbaşının bataryasında da hazırlıklar tamamlanmış ve düşmanın taarruzu beklenmeye başlanmıştı.

Kıyıları yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraklamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükseliyor, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutuyordu. Ateş çemberi genişleye genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peşpeşe düşmeye başlamıştı. Durumun kritik oluşunu gören batarya komutanı "herkes sığınağa!" komutunu vermişti. Fakat batarya erleri daha sığınağa ulaşmadan müthiş bir gürültü kopmuş, sanki yer yerinden oynamıştı. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı.

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde ateş püskürmeye devam eden düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 276 kilo ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu? Seyit, şaşkınlıkla kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da  koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtına almıştı. Bir çırpıda, 28'lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit, mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vererek önünde canavar gibi duran Ocean'ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tespit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirince topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı, koca gemi isabet almış ve sulara gömülmüştü. Bu sanki savaşın kırılma noktasıydı.  Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edildi. Çanakkale'nin geçilmezliği tüm dünyaya kanıtlanmış oldu.  

Türk Ulusu Koca Seyit'i gördü yüreklendi. Mustafa Kemal'i Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in can pazarında gördü umutlandı.  Çanakkale Savaşından geriye güzel bir destan kaldı..




13 Mart 2015 Cuma

YEŞİL TERAPİ

YEŞİL TERAPİ
Kentlerde beton yığınları arasına sıkışıp kalınca, yaşam kalitesi, mutluluk, sağlık ve huzur gibi sözcükler her insan için gittikçe artan bir önem kazanmaya başladı. Sorumluluklarımız, hedeflerimiz, beklentilerimiz  nedeniyle birer robota dönüşmüş gibiyiz. Bu hızlı tempo, doğal olarak gerginliği, stresi ve buna bağlı birtakım rahatsızlıkları da körüklüyor ve büyütüyor.

Dalından domates koparmayı, incir ağacına çıkıp incir toplamayı, badem taşlamayı, hayvanları sevmeyi  unuttuk.

Görüyor ve biliyoruz ki, bağla bahçeyle toprakla uğraşanlar, kentliler gibi stres içinde değiller. Doğa ve yeşil, ruh ve beden sağlıklarını koruyor. Onların terapistlere ihtiyacı olmuyor. Çürkü onlar "Yeşil Terapi" yapıyor. Doğanın sakinleştirici ve iyileştirici özelliği çok eski çağlardan bu yana bilinen bir gerçek; Ancak biz bu gerçeği gözardı ettik, çoktan unuttuk gitti. Kentlerde doğayı ve yeşili unutmanın sancılarını yaşıyoruz şimdi.
Fiziki çevre sosyal çevrenin etkileşim içinde olduğunu biliyoruz. Bunu yapılan araştırmalar somut biçimde gösteriyor. İnsanın içinde yaşadığı fiziki çevrenin, toplumsal çevreyi ve sağlığımızı etkilediğini yaşayarak öğrendik hepimiz.  
Bir bahçe düşünün. Temiz bir hava, güzel bir esinti, ağaçlar, bitkiler, güzel kokulu çiçekler  pırıl pırıl bir gökyüzü ve ağaçların arasından süzülen güneş ışığı. Hepimiz mutlu eder diye düşünüyorum. Beni mutlu eder ve böyle bir ortam beni sağlıklı yapar ve  varsa hastalığımızı, ağrılarımızı, her türlü acımızı ve kaybımızı unutturur.

Tedavi merkezlerinin  soğuk ve stresli ortamından uzak kalmanın yolu, doğaya ve yeşile yakın olmaktır. Beğendim bu cümleyi. Duvarlara yazılacak güzellikte oldu. Bu cümleyi bir yerlere yazarım "Bizim Bahçeler" kooperatifinde kullanırım mutlaka.
Obasya Doğal yaşam alanını planlayıp projelendirirken tek düşündüğüm, insanların beden ve ruh sağlığınının korunmasına katkıda bulunmaktı. Bunu başaracağımıza inanıyorum.  Obasya tamamlanma aşamasına geldiği için "Bizim Bahçeler" adını verdiğimiz yeni bir çalışma başlattık hemen. Manisa'nın sevilen güvenilen çalışkan insanlarıyla binlikte çalışıyoruz. Çok iyi bir kadromuz var. Bu kadro ile destan yazarız biz...

Manisa'da yaklaşık 150 dönümlük bir alanda, 300 adet, içinde kulubesi de olan, bahçeler yapacağız. Ekip biçebileceğimiz. domatesi dalından koparabileceğimiz bahçelerimiz olacak.  Sosyal tesislerimiz olacak. Şehirlerde unuttuğumuz iyi komşuluk ilişkilerini salıklı ve güzel bir çevrede Bizim Bahçeler'de yeniden canlandıracağız.

Bizim Bançeler, "bahçe terapi" ya da "yeşil terapi" merkezi olarak anılacak. Doğal yaşama döneceğiz. toprakla uğraşacağız. Tohumları ekeceğiz, gün yüzüne çıktıklarını boy verdiklerini büyüyüp geliştiklerini meyveye sebzeye dönüştüklerini  izleyeceğiz. Ve dometesi, biberi, patlıcanı, dalından koparacağız.  Toprakla uğraşmanın ve yeşil bahçelerinin tedaviye yardımcı olduğu konusunu araştırırken, Psikolog Roger Ulrich'in  Science dergisinde 1984 yılında yayımlanan ve çok ses getiren  çalışmasına ulaştım. Araştırma sonuçlarına göre, bahçede ve doğada zaman geçirmek çoğu zaman ameliyatların, enfeksiyonların ve diğer bazı rahatsızlıkların iyileşme sürecini hızlandırıyormuş. Bu nedenle öneriyoruz Bizim Bahçeler'i. Bizim Bahçeler  kentlerdeki ortamın kasvetli ve stresli halini bir nebze olsun yumuşatacak ve insanların kendilerini daha iyi hissetmesini sağlıklı bir yaşam sürmelerini sağlayacaktır.

Uzun sözün kısası, Manisa'da yeni, farklı, öncü ve örnek olabilecek bir çalışma başlattık. Yaptığımız çalışmanın, ilk kez yapılıyor olması ve düşüncemizi paylaştığımız dostlarımız tarafından desteklenmesi bizi heyecanlandırıyor. Bizim Bahçeler spor yaptığımız, güzel zaman geçirdiğimiz bir yer olacak. Kendi dikip yetiştirdiğimiz ağaçların altında dostlarımızla söyleşiler yapıp çayımızı içeceğiz.  Doğa güç verir, kalbimizi ve ruhumuzu iyileştirir, acılarımızı ve ağrılarımızı unutturur.      E hadi o zaman, Bizim Bahçeler'de buluşalım.  


 
back to top