6 Aralık 2013 Cuma

Sevgi Kültürü



Sevmek, dünyanın en zor işi olsa gerek. Sevgiyi derinlemesine yaşamaktan söz ediyorum. Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmekle mümkün oluyor.

Sevmek gerçekten dünyanın en zor işi. Zor iş olduğu için, sevgi yerine korku tercih ediliyor hep. Kolaycı bir yaklaşım olduğu için, gelişmemiş toplumlarda, her şey korku üzerine biçimlendiriliyor. Ve şimdi ülkemizde olduğu gibi, korku kültürü egemen oluyor.

Kural dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin babanın  çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, öğretmenin öğrencisini dövmesi hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin de  mümkün olmadığı da biliniyor. Korkunun öne çıkarılmasını toplum yaşamında korku kültürünün egemen olmasını ilkellik olarak görenlerin sayısı artamadığı için, toplumsal gelişme, toplumsal barış, işbirliği ve dayanışma olamıyor. Tüm bu değerlerin yerini, çekişme, çatışma ve dedikodu alıyor.

İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Hiç yalan söylememeli. Haksızlık yapmamalı.

Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi,  ayıplanmaktan korktuğu için değil,  insanları sevdiği için yapmalı.

En büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır. Korku kültürünün yerini sevgi kültürünün alması gerekiyor.

Evrensel değer olarak, gördüğümüz sevgi ve gelişme için çevremize bakıp, bir değerlendirme yapmaya çalışsak nasıl bir sonuca varırız? Her halde, sevgi kültürünün etkin olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü herkes birbirini korkutmaya çalışıyor. Devlet yurttaşı korkutarak, yaptıracağını yaptırmak isterken,  öğretmen öğrencisini,  adam karısını, kadın çocuğunu korkutarak amacına ulaşmaya çalışıyor. Korku kültürü hakim durumda. Böyle olmasaydı. “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter.”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”denilir miydi? İşkence olur muydu? Sokak ortasında, insanlar birbirinin gözünü patlatıp, ördürür müydü? Gencecik çocuklar ceplerinde silah ve bıçaklarla gezer miydi?  Evet, ülkemizde korku kültürü hakim durumda. Korkunun yerini sevgi almadıkça, yaşam hiç birimize anlamlı ve coşkulu gelmeyecektir.

Yaşamayı seviyor muyuz? Kendimizi, kentimizi, ülkemizi, dünyayı seviyor muyuz? Karşılıksız sevmeyi biliyor muyuz?  Yüreğimizi kin ve nefretten  arındırabiliyor muyuz?  Bu soruları kendi kendimize sorduğumuzda, yanıtların pek olumlu olabileceğini düşünemiyorum. Yanıtlarımız olumlu olsaydı. Sevgi, barış, kardeşlik, işbirliği  ve dayanışma olurdu. Herkes birbirinin gözünü oymak için fırsat kollamazdı. Herkes birbirinin kuyusunu kazmazdı. Herkes işini bir yana bırakıp sabah akşam dedikodu yapmazdı.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki.

Mustafa PALA


Hiç yorum yok:

 
back to top