Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

23 Aralık 2016 Cuma

ENDÜSTRİ 4.0



Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler, terörle ve güncel sorunlarla uğraşırken, gelişmiş ülkeler, Endüstri 4.0`la dünyayı yeni baştan düzenlemeye hazırlanıyorlar.


“Aydınlık Gelecek, Karanlık Fabrikalarda.” deniliyor.  Aydınlık gelecek kime gelecek? Kimin önü aydınlanırken kimin önü kararacak. Üretim bantlarındaki işçilerin yerini akıllı robotlar alacak. Bir çok insan işsiz kalacak. Yeni yetişen kuşaklar iş bulamayacak. Türkiye Endüstri 4.0’ın neresinde olacak?

Kafamda yanıt bekleyen birçok soru var bugün bunları paylaşayım istedim bu köşede. Gerçekten 4. Sanayi Devrimi bizi ve dünyayı nasıl etkileyecek? Bu sorunun yanıtını arayan çok az insan var ülkemizde. Ülkenin geleceğini yakından ilgilendiren bu sorularla ilgilenmek eğer benim gibi yaşı 70’i aşmış olanlara kalıyorsa, yeni kuşak gençler ve bilim adamları bundan uzak duruyorsa,  bu durum ülkemizde bu konuda bir sorun olduğu anlamına geliyor…

Buharlı makinelerle ilk sanayi devrimini gerçekleştirildi.  Ardından elektrikle tanışarak sanayi de elektriği yoğun biçimde kullanarak ikinci basamağa çıktık. Sonra dijital devrim geldi. Ve üçüncü basamağa ulaştık. Biz ikinci ve üçüncü basamak arasında gidip gelirken, inip çıkarken, dünya şimdi akıllı robotlarla dördüncü basamağa çıkıyor.

Almanya, Amerika gibi gelişmiş ülkeler 2011 yılından bu yana Endüstri 4.0’ı tartışıyorlar. Tartışmakla kalmıyorlar, uygulamaya geçiyorlar. Üretim bantlarında akıllı robotları devreye sokuyorlar. Bu robotlar birbirleriyle anlaşıyorlar. Bu robotlar öğreniyorlar. Bu robotlar üretimde maliyeti düşürüyorlar. Üretilen her yeni robot bir öncekinden daha akıllı daha becerikli daha çevik oluyor. Bu devrim hiç kuşkunuz olmasın insan soyunu derinden etkileyecektir.

İlk çağlarda güç bilekteydi, Herküller, Zeynalar gücün temsilcisiydi. Daha sonra toprak sahipleri derebeyleri, ağalar gücü temsil eder oldu. Sanayileşmeyle birlikte sanayiciler aldı gücün temsilciliğini. Günümüzde gücün temsilcisi `BİLGİ`dir. Bilgi sahibi, sermaye sahibinden, sanayiciden daha çok kazanır oldu günümüzde. Bill Gates bilgi sayesinde büyük sermaye sahiplerinin ve fabrikatörlerin önüne geçti. Evet, tartışmasız çağımız bilgi çağıdır. Bilgi çağının uzantısı olarak akıllı robotlar dönemi başlıyor. Biz ülke olarak bilgi çağının neresindeyiz?  Araştıran, soran, sorgulayan, bilgiye ulaşmayı yorumlamayı bilgiyi büyütmeyi ve kullanmayı bilen bir kuşak yetiştirebiliyor muyuz?  Ezbere dayanan eğitimden vazgeçebiliyor muyuz? Teknik liselerin, üniversitelerin sayısını çoğaltabiliyor muyuz? Bilim adamlarımıza sahip çıkabiliyor muyuz?
Hazırlıklı olalım. Dünya Endüstri 4.0’a geçiyor. Gelişmenin önünde olalım. Önünde olamıyorsak içinde olalım. Geride kalarak, robotlar dünyasında yıkım yaşamayalım.

Endüstri 4.0 denilince robotların üretimi devralması, yapay zekanın gelişimi, üç boyutlu yazıcılar ve aklımızın alamayacağı kadar daha birçok yenilik gelmeli aklımıza.

4. Sanayi Devrimi sadece fabrikaları etkilemeyecek, gelecekteki sosyal hayatımızı da derinden etkileyecek. Dünya değişecek…
Kentimiz ve ülkemiz ucuz işgücü, hammadde ve pazarlara yakınlık gibi nedenlerle dünyanın önde gelen üretim merkezleri içinde yer alıyor.  Ancak, robotların üretimi devralmasıyla insan gücüne olan ihtiyaç azalacak ve yabancı şirketlerin yatırımlarını kendi ülkelerine yapmaları gündeme gelecek. Bu nedenle ülkemizin üretim merkezi olma yerine, değişime erken uyum sağlayarak ve gerekli önlemleri alarak, inovasyon merkezi olarak gelişen küresel pazarda kendine yer bulması gerekecektir. Yeni dönem meydan okuma değil, kitap okuma bilgiye ulaşma ve bilgiyi büyütme dönemidir. Yeni dönem ezber dönemi değil, ezberleri bozma dönemi olacaktır…

Önümüzde aşmamız gereken zorlu bir yol var. Tüm gelişmiş ülkelerin 10 ila 15 yıl içerisinde tamamen Endüstri 4.0`a gireceğini düşünerek planlar yapmalıyız. Öğrenmeyi öğrenmiş, araştıran soran sorgulayan, yeniliklere açık gelişmiş beyinlere ihtiyacımız var.  Hemen, eğitim sistemimizi, dünyaya bakışımızı ve duruşumuzu değiştirmeliyiz. Gücün bilgi olduğunu bilmeliyiz. Robotlar dünyasına hazırlanmalıyız.

Sonuç olarak, diyebilirim ki, Endüstri 4.0 geleceğimizi iyi ve kötü yönleriyle doğrudan ve derinden etkileyecektir. Gelecekte fabrikalarda akıllı robotlar işçilerin yerini alacaktır. Yapmamız gereken, bugünün sorunlarıyla uğraşırken, geleceği düşünmek, planlamak,  Endüstri 4.0’dan kaçmak görmezlikten gelmek değil,  yeni endüstri devrimine en iyi şekilde uyum sağlamaktır.

Dünya, bugünden yarını görebilenlerin, geleceği düşenlerin ve planlayanların sayesinde ayakta duruyor ve gelişmesini sürdürüyor. Bugünden çok geleceği düşünelim…



16 Aralık 2016 Cuma

OBASYA'YA ÖDÜL


Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi Yunt Dağı`nda uyguladığı Kırsal Turizm Tesisi nedeniyle ödüllendirildi.

Obasya Kırsal Turizm Tesisi için, kaynak arayışlarına girmeden önce, kendi kendime bazı sorular sordum:


•Projemiz uygulanabilir ve sürdürülebilir bir proje midir?
•Proje için yeterli özkaynak ve hibe bulunabilir mi?
•Projeye destek olacak, katkı sağlayacak ortaklar bulunur mu?
•Proje uygulandığında, yeni dostlukların doğmasına, kentimizde birlikte iş görme alışkanlığının gelişmesine katkı sağlar mı?
•Proje, yörenin kalkınmasına, Yunt Dağı’nda turizm atağının başlatılıp sürdürülmesinde lokomotif görevi yüklenir mi?
•Proje özgünlüğü nedeniyle bölgemizde, ülkemizde hatta yabancı ülkelerde ilgi çeker mi?

Kendime sorduğum bu soruları Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifinin Yöneticileri ve yakın çevremle düşüncelerine değer verdiğim dostlarımla günlerce bıkmadan usanmadan tartıştım. Sonunda soruların tümüne “EVET” dediğimizde de hızla hazırlıklara başladık. İlk olmanın zorluklarını çok yaşadık ama yılmadık. Başladığımız işi bitirmeye ve sürdürmeye kararlıydık. “Nereden girdik böyle bir işe, keşke girmeseydik” dediğimiz anlar oldu ama bu anlar çok kısa sürdü. Akşam umutsuz yattığımız uykusuz gecelerimiz oldu. Oldu olmasına da, kendi kendimize umut pompalamayı başardık. Projemizin ilk olması nedeniyle ruhsat işlerinde çok zorlandık. Kentimizin yerel yöneticilerine ulaşıp sorunlarımızı anlattığımızda ilgi ve destek gördük. Kültür ve Turizm Bakanlığından Turizm İşletme Belgesi almamız uzun sürdü, aylarca süren çalışmanın ardından onu da başardık ve Turizm İşletme Belgemizi aldık. Çalışmalarımız sırasında, TKDK Koordinatörlerimizden ve personelinden ilgi ve destek gördük. Projemizin uygulaması sırasında dört kez koordinatör ve çok kez personel değişikliği yapıldığı için, her değişikliğin sonrasında, projemizi yeniden anlatmak durumunda kaldık.

Çalışmalarımız meyvesini verdi ve Yunt Dağı’nda Kırsal Konaklama Tesisimiz kuruldu. Gidenlerin duyanların tesisimizi beğendiğini gelecek için bizi yüreklendirdiğini belirtmeliyim.

Aralık ayı başında, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından, AB Türkiye Temsilciğinden, İPARD’tan, TKDK Koordinatörlüğünden eş zamanlı olarak aynı çağrıyı aldık. Hibe desteği ile kurduğumuz tesisin “Başarı Hikayesi” olarak değerlendirildiğini, Ankara’da düzenlenen törende kooperatifimize ödül verileceğini duyurdular bize.

9 Aralık 2016 tarihinde, 600 kişilik, Bakanlık, AB, İPARD, TKDK temsilcilerin de bulunduğu bir salonda, OBASYA için çektikleri güzel bir film gösterildi. Ve kooperatifimize bir plaket verildi.  Törende yaptığım konuşmada, her başarı hikayesinin yeni başarıları tetikleyeceğini belirttim, projemizin gerçekleşmesine destek verenlere teşekkür ettim ve ödülü sayıları ve etkileri giderek azalan kooperatifçiler, kooperatifimizin ortakları ve Manisalılar adına aldığımı söyledim.

Yaşadığım bu güzel kentin adı, son aylarda, çocuk istismarıyla, gebe kadına atılan tekmeyle, hayvanlara yapılan eziyetle duyulurken, kentimin adını bir başarı hikayesiyle duyurduğum için çok mutluyum. Ödül almak takdir edilmek gerçekten güzel duygu yarattı. Ankara’da aldığımız ödülü, iyi örnek olması ve yeni çalışmaların önünü açması açısından, kentimin yöneticilerinden, ilgili ve yetkili kurum, kuruluş ve kişilerinden de almak isterdik. Ancak sadece bizim kentimizde değil, genellikle bütün kentlerde, ödüllendirme teşekkür etme, teşvik etme alışkanlığı çok gelişmiş ve yaygınlaşmış değil.

Bize verilen ödülden aldığımız güçle yeni projelerin hazırlıklarına başladık. Obasya’da atçılık çalışmalarını başlatacağız. Kentimizin ilk At Otelini yapacağız. Küçüklerimiz için Poni (Midilli) Kulübü kuracağız.

Gerçekten Başarı Öyküleri yeni başarıları tetikliyor…



9 Aralık 2016 Cuma

ÖDÜL ALMAK


Değerli okuyucularım, siz bu yazıyı okurken, ben Ankara`da olacağım.


Çok farklı işler için sıkça gittiğim Ankara’ya ilk kez ödül almak için gidiyorum. Coşkumu da ilk kez bu köşeden sizlerle paylaşmış oluyorum. Teşekkür edilmek, ödüllendirilmek, insanı yeni projeler için motive ediyor. Toplum olarak yeterince teşekkür ediyor ve ödüllendiriyor muyuz?  Bu soruya ne yazık ki olumlu yanıt veremiyorum. Bu nedenle de ödüllendirmenin kıt olduğu bir ortamda, aldığımı ödülü daha çok önemsiyor ve bu inceliği düşünenlere teşekkür ediyorum.

Teşekkür ve ödüllendirme cimrisi bir toplumuz. Bunun bir kültür sorunu olduğunu düşünüyorum.  Teşekkür etmesi gerekenler hep teşekkür bekliyorlar genellikle. “Benim sayemde çalışıyorsunuz; Benim sayemde yaşamınızı sürdürüyorsunuz; Ben varsam siz varsınız” şeklinde düşünürler. Oysa her başarıda ekibin her kademesindeki insanın payı vardır mutlaka. Çalışanlara teşekkür edildiğinde ve ödüllendirildiklerinde motive olurlar ve daha çok çalışırlar. Çocuklarımız da öyledir. Öğretmenlerinden, ailelerinden, yakınlarından teşekkür aldıklarında, daha çok çalışırlar ve başarılı olurlar. Teşekkür etmeyi ve ödüllendirmeyi toplum olarak öğrenmeliyiz. Daha çok teşekkür etmeli, daha çok ödüllendirmeliyiz.

Ankara’ya Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından, Obasya Tunizm Geliştirme Kooperatifinin Başkanı olarak davet edildim. Tarımı ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK)’nun hibe desteği ile gerçekleştirdiğimiz Obasya Kırsal Turizm Projemiz ilgili bakanlık tarafından örnek proje olarak değerlendirilip öne çıkarılıyor.  Emek verdiğimiz projemizin öne çıkarılmasını ve örnek gösterilmesini sevinçle karşıladık. Ankara’da ödülü, Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifinin Yönetim ve Denetim Kurullarıyla tüm ortakları adına, hatta tüm Manisalılar adına alacağım. Yunt Dağı’nda turizm atağını başlattığımız için, Obasya adını verdiğimiz özgün Kırsal Konaklama Tesisimiz için, yaşadığımız güzel kent Manisa’mızın adını bölgemizde ve tüm ülkede hatta yurt dışında olumlu bir biçimde duyurduğumuz için çok mutluyuz. Ankara’dan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı`ndan teşekkür almak güzel de, insan Manisa’dan ilgili kurum ve kuruluşlardan, bu güzel kentin yöneticilerinden de teşekkür bekliyor. Başarılı olanlara teşekkür edilmeli ki, yeni projeler çıksın ortaya. Manisa’da 41 yıldır kooperatifçilik yapıyorum bunu da başarıyla yaptığımı düşünüyorum. İl dışından, Ankara’dan teşekkür edenler oldu da kendi kentimden hiç olmadı nedense. Oysa biz kooperatifçi arkadaşlarımla birlikte kooperatif bayrağını kentimizde hep doruklarda tutmayı başardık. Zor dönemlerde bile kooperatifleri çalıştırdık. Manisa adını yeni ve ilginç projelerle duyuranlara kamuya yararlı projeler hazırlayıp uygulayanlara teşekkür edilse daha güzel olmaz mı? Olur elbet. Sorun çıkaran değil, sorun çözen olmalıyız. İşleri zorlaştıran değil kolaylaştıran olmalıyız. Ne diyor büyük ozanımız Yunus Emre “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz.” İşin özeti işte bu. İsterseniz dönün geriye bu dörtlüğü bir kez daha okuyun. Hatta ezberleyin. Dostlarınızla paylaşın. Başarısızlıkları eleştirdiğimiz gibi başarıları da ödüllendirelim lütfen. Başarılı uygulamaları öne çıkaran, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Faruk Çelik başta olmak üzere, AB Komisyonu`na, İPARD’a TKDK’na bakanlığın ve bakanlığa bağlı ilgili tüm kuruluşların her düzeydeki yönetici ve çalışanlarına yürekten teşekkür ediyorum.

Bu köşe yazımda, TKDK ve İPARD üzerine de bir şeyler yazmayı düşünüyordum ama yer kalmadı. Bu köşede TKDK için çok yazı yazdım. Daha da yazmayı düşünüyorum. Önemli kurum ve kuruluşları önemine yaraşır bir özenle öne çıkarmalıyız. TKDK ile kırsal kalkınma sağlanması, kırsal alanların varlığının devam ettirilmesi, kır ile kent arasındaki gelişmişlik farkının azaltılması, doğal kaynakların çevre dostu kullanımının geliştirilmesi, sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimlerin katılım ve katkılarının artırılması, kırsalda yaşam standardının iyileştirilmesi için sürdürülebilir bir kırsal yaşamın sağlanması amaçlanıyor.  IPARD da Kırsal Kalkınma Programı kapsamında, AB’ye katılım öncesi dönemdeki öncelikleri ve ihtiyaçları göz önünde bulundurarak çalışmalar yapıyor. TKDK’ya kaynak aktarıyor. İPARD’ın da amaçları  TKDK ile örtüşüyor. Bunları da şöyle özetleyebilirim. Tarım sektörünün sürdürülebilir modernizasyonuna katkı sağlamak. Gıda güvenliği, hayvan sağlığı, bitki sağlığı ve çevre ile ilgili AB standartlarına uyumu teşvik etmek. Kırsal alanların sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmak. Tarım-çevre tedbiri ve yerel kırsal kalkınma stratejilerinin uygulanması ile ilgili hazırlık yapmak.  Bir cümleyle özetlemek gerekirse, AB’ye üyelik yolunu açmak ve bunun için gereken uyumu sağlamak denilebilir. Türkiye AB’ye katılmasa bile bu amaçla yapılanların tümü ülkemiz için gerekli ve yararlıdır.

Ankara dönüşünde, izlenimlerimi bu köşede paylaşırım yine sizinle, hoşça kalın…



2 Aralık 2016 Cuma

SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM FESTİVALİ



18,19,20 Kasım 2016 Tarihlerinde, Kentimizde Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali düzenlendi.


3 günde 24 film izledik. İzlediklerimin beni derinden etkilediğini dünyaya bakışımı ve duruşumu pekiştirdiğini söyleyebilirim. Film Festivalinin kentimizde düzenlenmesini sağlayan Çölyak Organik Yaşam Derneği ile Magider’in çalışkan başkan ve yöneticilerini yürekten kutluyorum. Magider Başkanı Ayberk Aloğlu’nu önceden tanıyordum ancak Çölyak Organik Yaşam Derneği Başkanı Sayın Halim Şivecan’ı  Çölyak’ı ve başkanlığını yaptığı derneğin çalışmalarını  film festivali nedeniyle yakından tanıma fırsatı buldum. Dostlarımın çoğunu hep böyle güzel etkinlikler içinde tanıdım. Şivecan’da tanımaktan mutlu olduğum kişilerden birisi oldu.

Festival süresince, önemli yönetmenlerin çektiği filmleri izledik. Keşke dedim bu filmleri daha çok kişi izleseydi. Manisalı hemşerilerim ayaklarına kadar gelmiş güzel bir fırsatı kaçırmış oldular.

Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi öncülüğünde surdurulebiliryasam.tv ve Sürdürülebilir Yaşam için Kelebek Etkisi Derneği işbirliği ile gerçekleşen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali  her sene tekrarlanıyor. Önümüzdeki yıl kentimizde yeniden düzenlenmeli. Düzenleyici dernek sayısı çoğaltılmalı. Filmleri öğrencilerinde izlemesi sağlanmalı. Bir iki dernek değil onlarca dernek çalışmanın içinde olmalı. Her dernek en az 50 Manisalının katılımını sağlamalı. Katılım olmadan atılım olmaz, deyip duruyorum. Katılan, araştıran, soran, sorgulayan yurttaşlar olmalıyız. Edilgen değil etkin yurttaşlar olmalı etkinliklerde buluşmalıyız.

İzlediğimiz filmler dünyayı değiştirir mi bilemem ama izleyenleri düşündürüp değiştiriyor. Filmler arasında katı atıkların yeniden kazanımına ilişkin filmler vardı. Kentleşmeye ilişkin filmler vardı. Doğa sevgisine ilişkin filmler vardı. Kooperatifçiliği, birlikteliği, dayanışmayı,  güzel örneklerle öne çıkaran filmler vardı. Kooperatifçiliği anlatan bir filmin ardından benim bir konuşma yapmam istendi. Severek, keyifle yapacağım işlerin başında kooperatifçilik üzerine konuşmak geliyor. İzlediğim filmde, bir alanın kooperatifler eliyle ağaçlandırılması, yöre halkının yaşam düzeyinin iyileştirilmesi anlatılıyordu. Filmin ortalarına doğru bir helikopter görüntüsü düştü perdeye, helikopter kooperatifin ağaçlandırma alanına indi, helikopterden, ABD’nin o dönemdeki başkanı Bill Clinton çıktı, kooperatif yöneticileri karşıladı başkanı, araziyi dolaştılar birlikte çalışmalar hakkında bilgi verdiler başkana. Bu sahneden etkilendiğimi söyledim konuşmamda. Bizim de kooperatifçiliği destekleyen bir önderimiz, bir devlet adamımız vardı dedim. Dünya’da Atatürk’ten başka, kooperatif kuran, kurduğu kooperatifin bir numaralı üyesi olan, kooperatifleri destekleyen bir başka lider olmadı dedim , Atatürk’ün yaptığı güzel kooperatif tanımını aktardım., Atatürk: "Kanaatim odur ki, muhakkak suretle birleşmede kuvvet vardır.  Kooperatif yapmak, maddi ve manevi kuvvetleri, zeka ve maharetleri birleştirmektir. Yoksa bir zayıf ile bir kuvvetlinin birleşmesinden bahsetmiyorum. Birleşmenin böylesi zayıf olanın kuvvetliye esir olması demektir. Ege İktisat Mıntıkasındaki bütün insanların hâsılalarını ve gayretlerini birleştirmesi muhakkak feyizli neticeler verecektir. Türkiye'nin say, hayat ve mevcudiyetini mütalaa edince birleşmeden mütevellit fayda ve menfaatlerin çok büyük olacağı kanaatine varacağınızdan şüphe etmiyorum. Müstahsillerin birleşmesinden şahsi menfaatlerinin haleldar olacağını düşünenler tabii şikâyet edeceklerdir.”  diyordu.  Keşke, ülkeyi yönetenler, barış, kardeşlik ve dayanışmayı güçlendiren, demokrasi okulu olma özelliği taşıyan kooperatifleri Atatürk gibi destekleseler. Keşke tüm uygar ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de kooperatifiler çoğalıp etkinleşse…

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi’nin “Siz de Yapabilirsiniz!” çağrısına kulak veren aktivist ve STK’larla işbirliği yaparak Adana, Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bayındır, Bodrum, Bursa, Diyarbakır, Düzce, Eskişehir, Fethiye, Güzelbahçe, İstanbul, İzmir, Kartal, Kayseri, Konya, Manisa, Mersin’de gerçekleştirildi. Emeği geçenleri kutluyorum. Festivalin seneye kentimizde tekrarlanmasını diliyorum. Ve hemşehrilerime bu güzel filmleri mutlaka izleyin, gelecek yıl bu yıl olduğu gibi kaçırmayın diyorum.



24 Kasım 2016 Perşembe

CUMHURİYET ÖĞRETMENİ


Annemiz babamız, onlardan gelen genlerimiz, onlardan aldığımız eğitim çok önemli biliyorum.


Ancak öğretmenlerimizden aldıklarımız da en az onlar kadar önemli. Öğretmenlerimin benim yaşamım, başarılarım, dünyaya bakışım ve duruşum üzerindeki önemini şimdi daha derinden anlıyor ve biliyorum.

Dünyada değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gerçeği olduğunu söylüyorlar. Gerçekten her şey değişiyor. Öğretmenler de değişiyor. Şimdi ki öğretmenler alınmasınlar ama benim öğretmenlerime hiç benzemiyor.

Benim ilkokul öğretmenlerimden Hasan Ali Eren, ilkokulu bitirdiğimde beni, Akhisar’ın Büknüş köyünden alıp, Balıkesir’e Astsubay ortaokulunun giriş sınavına götürmüştü. Sınavı kazandığımda da, diğer öğretmenim Orhan Seyfi Temel İzmir’e sağlık muayenesine götürdü. İki öğretmenimde benimle yakından ilgilendiler, yoksul bir köylü ailesinin çocuğunun okuması için çaba gösterdiler. Onlar olmasaydı, benim de babam gibi çoban olmaktan başka seçeneğim olmayacaktı.

Benim öğretmenlerim, dersler bittiğinde, köyden ayrılmazlardı. Benim öğretmenlerim sadece okuldaki öğrencilerin değil, köylülerin de öğretmeniydiler. Köylülerimin her türlü sorunlarının çözümüne yardımcı olurlardı.

Köyde okul ve öğretmen, aydınlığın ve cumhuriyetin simgesiydiler.  Köylerde taşımalı eğitim başladıktan sonra, köylerde öğrencisi olmayan, kapısı penceresi kırılmış okullar görünce, ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Köyün, dünya ile bağları kesilmiş, ışığı karartılmış gibi bir duyguya kapıldım. Taşımalı eğitim nedeniyle işlevsiz kalan okullara acilen yeni işlevler kazandırılmalı diye düşünüyorum. Terkedilen okul binaları korunmalı oralarda halk eğitim çalışmaları yapılmalı kurslar açılmalı.  Köylerimizdeki terk edilmiş okullar, unutulmuşluğun, terk edilmişliğin insanın içini burkan simgesi gibi duruyorlar köylerde.

Başarılarımı ilkokul öğretmenlerime borçlu olduğumu bilerek inanarak yürekten söylüyorum. Öğretmenlerim bana düşünmeyi öğrettiler. Öğretmenlerim bana ezberi değil, öğrenmeyi öğrettiler. Öğretmenlerim benim özgüvenimi güçlendirdiler.

1958 yılında 13 yaşındayken, Akhisar’ın Büknüş köyünden Konya’da bulunan Astsubay Hazırlama Orta Okulu’na tek başıma kendim gitmiştim. Babamın okuması yazması olmadığı için, ben kendim giderim demiş ve tek başıma trenle gitmiştim. Çocuklarımızın özgüvenini güçlendirmek için onlara kendi başlarına iş kotarma fırsatı vermeliyiz.
Öğretmenlerim, işleri nedeniyle ya da  maaşlarını almak için Akhisar’a gittiklerinde, bir günlüğüne benim ders vermemi isterlerdi. Ben ilkokul beşinci sınıf öğrencisi olarak, birinci, ikinci, üçüncü sınıfların derslerine girerdim. Bana öğretmenlerimin duyduğu bu güven, özgüvenimin güçlenmesini sağladı. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğretmenlerimden öğrenmek benim için, hayatıma yön veren en büyük kazanım oldu.

İlkokul birinci, ikinci sınıfta, öğretmenlerimin,  giyimleri, kuşamları, pırıl pırıl bakımlı saçları, temizlikleri, konuşmaları, her şeyi bilmelerine bakarak, bizlerden, annemden babamdan, köylülerimden farklı varlıklar, farklı canlılar olduklarını, ayrı dünyalardan geldiklerini düşünürdüm.  Sonra, bir gün öğretmenimin birini tuvaletten çıkarken gördüğümde, tüm dünyam yıkılmış gibi oldu. Öğretmenlerim de bizim gibi yaratıklar diye düşündüm. Böyle düşününce, onlar gibi olabileceğimi düşünmeye başladım.  Okudukça onlar gibi olabilecektim. Bulduğum her kitabı okumaya başladım. Bunu fark eden öğretmenlerim bana yeni kitaplar getirmeye başladılar. Çocuklarımızın kitap okumalarını sağlamalıyız. Kitap okumalarını alışkanlık haline getirmelerine yardımcı olmalıyız.

Öğretmenler Günü Kutlu Olsun.  Köy Enstitüleri’nde yetişen, öğretmenler gerçekten çok farklıydı. Mustafa Kemal’in aydınlık yüzlü o cumhuriyet öğretmenlerini çok özlüyorum…



18 Kasım 2016 Cuma

KARAÇAY VADİSİ



Bu kent Manisa büyümesini batıya doğru sürdürüyor.


1987 yılında 15.000 konutluk Yeni Manisa Projesini başlattığımızda, uzak olduğu öne sürülerek “kim gider oralara?” denilen Yeni Manisa neredeyse kentin ortasında kaldı. Yeni Manisa, Manisa’nın batıya açılan kapısı, kentleşme konusunda övünç kaynağı oldu. Sosyal donatıları, parkları, okulları, geniş caddeleri Yeni Manisa’yı kentleşmede laboratuvar haline getirdi. Bugün tüm şoför kursları ve sınavları Yeni Manisa’da yapılıyorsa bunun nedeni geniş caddeleridir.

Yeni Manisa’daki Atatürk Kent Parkı 1987 yılında Manisa Birlik olarak yaptırdığımız İmar Planında gösterilen ve yine Manisa Birlik olarak bedelini ödeyerek yaptırdığımız İmar Planı uygulamasında, terki yapılan yaklaşık 170 bin metrekarelik alana yaptırılabilmiştir. Bu güzel parkı yaptıran Başta Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün olmak üzere tüm emeği geçenleri yürekten kutluyorum.

Şimdi sırada Karaçay Vadisi Projesi var. İnanın bu proje yapıldığında, Manisa’ya büyük değer katacak.

Kentlerin Tarihi tebeşirle yazılmıyor. Tarih kalıcı yapılarla, büyük projelerle yazılıyor. Projeler başlayınca arkası geliyor. Bir bakmışsınız Manisa bir Dünya kenti oluyor. İz bırakan, kente değer katan projeler yapmalı. Karaçay Vadisi Projesi kente değer katan, kentimizi güzelleştiren bir proje olacaktır.

Kentlerin kimliğini farklılıkları oluşturur. Doğal güzelliklerindeki farklılık, insan yapısındaki farklılık, kentleşme ve yapılaşma biçimindeki farklılık kentin kimliğini çıkarır ortaya. Betonlaşma ile birlikte kentlerde kimliksizleşme ve sıradanlaşma da hızlanmıştır. Bir kişiyi gözlerini kapatarak bir kente götürün, kentin herhangi bir caddesinde gözlerini açın, yapılara bakıp kentin adını söyleyebiliyorsa o kentin kimliği vardır anlamına gelir. Sokaklar ve binalar hep birbirine benziyorsa, kentleri tanımanıza olanak yoktur. Birbirinin aynı olan beton binalar kentleri sıradanlaştırıyor. Benzer konutları yan yana dizmekle, çok konut üretmiş olursunuz ama farkı, bir kent yaratmış olmazsınız. Birbirinin aynısı binlerce konutla, kent değil, beton tarlası olur ancak…

Kentlerimize Karaçay Vadisi gibi yeni ve farklı projelerle kimlik kazandırabiliriz. Manisa’ya kimlik kazandıracağını, Manisa adını olumlu biçimde öne çıkaracağını düşündüğüm Karaçay Vadisi Projesini yapılıncaya kadar çok konuşup çok yazacağımı şimdiden belirteyim.

Manisa’nın batısındaki, Çevre Yolu ile Karaçay arasında, Kentin İzmir yönündeki girişindeki Kuvayi Milliye anıtından başlayıp Menemen yoluna kadar devam edecek şekilde, halkın yararlanabileceği, spor, eğlence ve dinlence mekanları, lokantalar, çay bahçeleri, gezi ve oyun alanları yapılması sağlanarak Manisa’ya örnek, yeni bir yaşam alanı kazandırılabilir. Kısaca Karaçay Vadisi olarak isimlendirilebilecek, Karaçay Doğal Yaşam Spor ve Eğlence Vadisi Projesi Manisa Büyükşehir Belediyemizce hayata geçirilebilir. Bu konuda yapılması gereken önemli bir çalışma daha var. Karaçay’la çevre yolu arasındaki alanın imar planının yeniden ve acilen yapılaşma başlamadan gözden geçirilmesi gerekiyor.

İzmir’den İstanbul’a, ya da İstanbul’dan İzmir’e gidenleri düşünün. Çevre yolu kıyısında, güzel bir park düzenlemesini ve İzmirlileri bile Manisa’ya taşıyacak kadar güzel iş ve ticaret merkezlerini görüyorlar. Yeşil Manisa imajıyla birlikte Modern Manisa imajı da güçleniyor. Manisa Büyükşehir Belediyesi Karaçay Vadisi Projesini imar planını da revize ederek kısa sürede hayata geçirip, Manisa’ya yeni bir güzellik daha ilave edebilir. Merakla ve özlemle bekliyoruz. Manisa gelişen sanayisi ve yeni projeleriyle bir Dünya kenti olma yolunda hızla ilerliyor…



10 Kasım 2016 Perşembe

Yolundayız Ata`m


Bugün 10 Kasım, Atatürk`ü anacağız anlamaya çalışacağız.

Atatürk, yaşadığı çağın önüne ışık tutan bir Dünya lideri.
Çağdaşları dahil hiçbir Dünya lideri, Dünya’dan Atatürk’ün gördüğü saygı ve sevgiyi görmemiştir.

UNESCO’nun Atatürk’le ilgili bilinen kararını 10 Kasım nedeniyle paylaşmak istiyorum:
UNESCO’nun 27 Kasım 1978 tarihli 152 ülkenin delegesinin olduğu toplantısında Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı olan 1981 yılının bütün dünyada “Atatürk Yılı” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır. Bu kararda “Bugün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir” denmekteydi. Bu kararla ilgili görüşmeler yapılırken, İsveç delegesi ayağa kalkıp, “Dünya’da bu kadar devlet adamı var, hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” diyerek öneriye karşı çıkar. Rus delegesi hışımla ayağa kalkar, yumruğunu masaya vurur ve şöyle der: “Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle Dünya’daki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı, bütün ülkelerde her problemimize çare olarak aramalıyız.” Sonrasında bütün delegeler alınan karara imza atarlar.  İtiraz eden İsveç delegesi, imzanın atıldığı gün şunları söyler: “Ben Atatürk’ü inceledim, bütün ülkelerin delegelerinden özür diliyor ve ilk imzamı ben atıyorum diyecektir.

UNESCO’nun aldığı karar kelimesi kelimesine noktasına virgülüne kadar şöyledir:
 
Atatürk kimdir: Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.


Evet, UNESCO’nun bu kararı Dünya’nın Atatürk’e bakışının özetidir…

Bugün 10 Kasım,
Her yıl olduğu gibi Atatürk'ü anacağız bugün. 

Anmak mı anlamak mı daha önemli diye sorarım kendi kendime Atatürk her aklıma geldiğinde. Asıl olan anmak değil, anlamaktır bence. Anlayınca daha anlamlı anarız bundan hiç kuşkunuz olmasın...

Her tarafa yazıyorlar "Atam İzindeyiz" diye.
Düşünerek, anlayarak, bilerek ve inanarak yazdıklarını hiç sanmıyorum. Öylesine işte anlamadan bilmeden yazıyorlar.  İz nedir? İz: "Bir şeyin geçtiği veya önceden bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, emare" şeklinde tanımlanabilir. Ya da, "Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti." şeklinde daha kısa bir tanımlama yapılabilir.

"Atatürk'ün İzindeyiz." derseniz 1938'de kalırsınız. Bu kadar basit... Atatürk sizin 1938'de kalmanızı istemezdi, böyle isteseydi hedef olarak, çağdaş uygarlığı göstermezdi...

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatük"ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün yolundayız" demek ve gereğini yapmak olmalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerleyerek çağdaş uygarlığa ulaşıp aşmaktır. 

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. "Atatürk'ün izindeyim."  diyen sevgili kardeşim sen kaç kitap okudun? Okusaydın, "İzindeyiz" demekle, "Yolundayız"demenin farkını anlardın.  Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp, aşamayacağımızı anlayın artık.

Bugün bu köşede Karaçay Vadisi Projesini yazacağımı duyurmuştum geçen hafta, 10 Kasım nedeniyle Karaçay Vadisi yazımı önümüzdeki hafta yazacağımı duyuruyorum. Geçen hafta yazdığım ve Karaçay konusuna giriş yaptığım  “Manisa İzmir” başlıklı yazım internet üzerinden en çok okunan yazım olmuştu. Karaçay Vadisi yazımın da ilgi çekeceğini düşünüyorum.
Gelecek hafta yine bu köşede buluşmak üzere hoşça kalın…




4 Kasım 2016 Cuma

MANİSA - İZMİR

Manisa ve İzmir kadar birbirine yakın olan başka iki il yok sanırım. Manisa ve İzmir bir büyük kentin iki parçası gibiler sanki.


İzmir’de oturup Manisa’da çalışanlar var. Manisa geliştikçe, Manisa’da özellikle Yeni Manisa’da oturup İzmir’de çalışanlar da çoğalmaya başladı. Manisa’da sanayi gelişince, İzmirli birçok sanayici fabrikalarını Manisa OSB’ye taşıdı. Kentleşme geliştikçe, İzmir’den Manisa’ya taşınanların sayısının artacağından hiç kuşkunuz olmasın.

Manisa ve İzmir yakınlığının sorun ürettiğini düşünenler olduğu gibi, olanaklar yaratığını düşünenler de var. Ben, İzmir Manisa yakınlığının, yeni olanaklar yarattığını ve yaratacağını düşünenlerdenim.

Kazan-kazan (Win-win) teorisini bilmeyen yoktur sanırım. İki kişi ya da grup arasındaki ilişkinin üç sonucu vardır: Birincisi, tarafların biri kazanır diğeri kaybeder. İkincisi, tarafların ikisi de kaybeder. Üçüncüsü, tarafların ikisi de kazanır. Amaçlanan tarafların ikisinin de kazanmasıdır. Kazan-Kazan teorisi denilmesinin de amacı budur. Amaç birlikte kazanmaktır. İzmir ve Manisa’nın birlikte kazanması amaçlanmalı ve yapılacak çalışmalar bu amaca yönelik olmalı. İzmir’de yatırım yapacak kişi, Manisa gerçeğini, Manisa’da yatırım yapacak kişi, İzmir gerçeğini göz ardı etmemeli. Biz hem İzmirliyiz hem Manisalı denilebilmeli.

İzmir bizim limanımız değil mi?  İzmir bizim havaalanımız değil mi? Denize nerede giriyoruz? Balığı nerede yiyoruz?  Alışverişi nerede yapıyoruz? Deniz kıyısında yürümek gelince aklımıza, nereye gidiyoruz?  Dağa çıkmak deyince de İzmirlilerin aklına Spil Dağı gelmiyor mu? Yatırım yapmayı düşünen İzmirli Manisalıların kapısını çalmıyor mu? Evet, uzun sözün kısası İzmir Manisa’dır Manisa İzmir’dir.

Biz İzmir ve Manisa’yı ne kadar ayrı görmeye çalışsak da, İzmir ve Manisa, giderek bütünleşiyor, giderek yakınlaşıyor.

İzmir ve Manisa Valiliklerinin, Belediyelerinin, kamu kurum ve kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının, bir araya gelmelerini ortak çalışmalar başlatıp sürdürmelerini engelleyen bir yasa var mı? Bildiğim kadarıyla yok. Neden duruyoruz o zaman? Hadi birlikteliğin önünü açalım. Hadi yeni işbirliklerine ve dayanışmaya kapı aralayalım.

Atatürk Kent Parkını ve Karaçay Vadisini çok yazdım çok konuştum. 1987 yılında Yeni Manisa İmar Planını Manisa Birlik olarak yaptığımızda, Safran Çayı kıyısında geniş alanlar bırakılmıştı. Daha sonra bedelini Manisa Birlik olarak ödeyip, yaptırdığımız İmar Planı uygulamasında da Safran çayı kıyısındaki yerlerin terkini yapmıştık. O alanlar 1987 yılında ayrılmış olmasaydı, Atatürk Kent Parkı zor yapılırdı. Atatürk Kent Parkını Manisa’ya kazandıran Manisa Büyükşehir Belediyesi'nin Başkanı Sayın Cengiz Ergün’e yürekten teşekkür borçluyuz.

Atatürk Kent Parkına benzer bir çalışma Karaçay çevresinde yapılmalıdır. Karaçay Vadisi Projesini yıllardır dillendiriyor, yazıyor, çiziyor, konuşuyorum. Karaçay Vadisi düzenlendiğinde, Çevre Yolu ile Karaçay arasında kalan alanın İmar Planı yeniden gözden geçirilip, gerekli değişiklikler yapıldığında, Ticaret Alanları oluşturulduğunda, İzmir’in Manisa’ya taşınacağından Manisa’nın çehresinin değişeceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Karaçay Vadisi Projemi haftaya bu köşede daha ayrıntılı biçimde yazacağım.

Haftaya yeniden buluşmak dileği ile hoşça kalın...




28 Ekim 2016 Cuma

BIRAKIN DÜNYAYI SEVGİ YÖNETSİN



Hayat devam ediyor etmesine de, sizce bir gariplik yok mu?


Hani ölü toprağı serpilmiş derler ya aynen öyle, insanı ürküten hatta korkutan bir sessizlik, bir belirsizlik var. Adına ne denilir bilemiyorum, alışılmış çaresizlik mi, umutsuzluk mu önünü görememek mi, ne desek?

Sessiz film izler gibiyiz, büyük büyük şirketler batarken, kepenkler kapatılırken küçük bir ses bile çıkmıyor. Yaşadıklarımız kaderimizmiş gibi kabullenilip, hiç sorgulanmıyor. Ödenemeyen borçlar, karşılıksız çekler, tahsil edilemeyen alacaklar, düşen cirolar.

İnsanları korkuları ve sevgileri yönetir. İşlerimizi ya sevdiğimiz ya da korktuğumuz için yaparız hep. Sevgiyle yapılanlar keyif verirken, korkuyla yapılanlar üzüyor, geriyor, yoruyor insanı.

Sevgisiz toplum verimsiz çorak tarla gibidir. Sizi bilmem ama ben korkuların sevgilerin önüne geçtiğini görüyorum.

Çocukluğumu yaşadığım 50’li yılları düşünüyorum, akıllı telefonlarımız yoktu ama aklımız başımızdaydı. Dört işlemi kafadan yapardık. Akıllı arkadaşlarımız dostlarımız komşularımız vardı. O yıllarda çocuklar kaçırılmazdı. Çocuklar sevilirdi sadece, çocuklara kıyılmazdı.

Akhisar’ın Büknüş köyünden Konya’ya gitmiştim tek başıma 1958 yılında, 13 yaşında. Şimdi bu yaştaki çocukları değil, başka bir kente parka bahçeye sokağa bile göndermiyorlar tek başlarına. Neden? Sevginin yerini korku, kin ve nefret aldı da ondan.

Yüreğinizde sevgi yoksa yerini kin ve nefret doldurur. Kin ve nefret insan yüreğine yüktür. Yüreğinizden kin ve nefreti attığınızda da yerini bilin ki, sevgi doldurur. Sevgi seveni de sevileni de mutlu eder. Sevmeye niyet edin, arkası kendiliğinden gelir. Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmek yaşamınıza anlam katacaktır bunu bilin. Bunun içindir, bırakın dünyayı sevgi yönetsin demem…

Sevmek dünyanın en güzel ve en kolay işidir. Peki, niye doyasıya sevmiyoruz? Bizi büyütenler ve yönetenler sürekli kavga ediyorlar, kavgayı yaşam biçimi haline getiriyorlar, hatta kavgayı kutsuyorlar korku kültürünü büyütüyorlar da ondan.  Yazık oluyor yeni yetişen ve korku kültürüyle büyütülen çocuklara.  Sevgi kültürünü, korku kültürünün yerine koyamamışız. Kural dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin babanın çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, eşlerin birbirine, öğretmenin öğrencisine, amirin memuruna şiddet uygulaması hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin mümkün olmadığı da bilinmeli. Bu böyle gitmez. Korkuyla yaşanmaz.  İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi, ayıplanmaktan korktuğu için değil, insanları sevdiği için yapmalı.

En büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki. Sevgiyi düşünmek için, bayramları beklemeyelim. Sevgiyi soluk almak gibi, su içmek gibi, sürekli yaşayalım.

Süresiz sınırsız koşulsuz sevgiler diliyorum.
Kin ve nefreti atın yüreğinizden, yüreğiniz sevgiyle dolsun.
Bırakın, sizi, evinizi, mahallenizi, kentinizi, ülkenizi ve de dünyayı sevgi yönetsin...



21 Ekim 2016 Cuma

UMUT


Dört mumun kısa öyküsünü aktarmak istiyorum bugün size hatırladığım kadarıyla.


Odada dört mum vardı dördü de yanıyordu.
Hem çevreyi ışıtıyorlardı hem de usul usul konuşuyorlardı kendi aralarında.
Konuşmaya ilk başlayan mumun adı Barış’tı.
“Benim adım Barış kimse beni önemsemiyor artık. Gücüm azaldı” dedi ve ardında ince bir duman çizgisi bırakarak yavaşça söndü.
Ardından Vefa aldı sözü:  “Ben Vefa’yım beni de önemsemiyorlar artık” dedi ve usulca  söndü.
Sevgi girdi söze. “Beni çok önemserlerdi eskiden, şimdi ilginin azaldığını görüyorum ve üzülüyorum” derken sönüp gitti.
O sırada bir çocuk girdi odaya.  Odayı aydınlatan mumlardan üçünün söndüğünü görünce, ağlamaya başladı.
Yanmayı sürdüren dördüncü mum “Ağlama çocuk” dedi. “Benim adım Umut, sönen mumları yakarız şimdi seninle birlikte.”  Çocuk Umut’u eline aldı özenle, sönen mumları yaktı sırayla.
Oda yeniden ışıdı…
Umut ışığı yaşamınızdan hiç eksik olmasın.
Yaşamınızda Umut’la birlikte Barış, Sevgi ve Vefa hep olsun…
Zor günler yaşıyoruz.
Her şeyin bir ömrü olduğu gibi zor günlerinde ömrünün olduğunu ve geçeceğini bilmeliyiz.
İçinizdeki umut ışığını söndürmeyin yeter.
Yaşamım boyunca umudumu hiç yitirmedim. Umut oldukça yürek atmaya, vücudunuza kan pompalamaya devam ediyor.
BARIŞ’ı hep önemsedim özledim umutla.
Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünya’da Barış” sözünü tekrarlayıp durdum.
Atatürk’ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyelim istedim hep.
Zor günlerin aşılmasında da Barışa Sevgiye Vefaya ve Umuda tutunalım istedim.
Zor günlerde, sevgiye sarılmalıyız dört elle.
İnsan yaşamında sevgi hava, su, ekmek kadar önemli.
Sevgisiz yaşanmaz ki…
Yaşadığın kenti seveceksin önce ve yaşadığın kentin insanlarını seveceksin, eşini çocuklarını akrabalarını sevdiğin kadar.
Ülkeni ve yurttaşlarını seveceksin, kendini ve kentlini sevdiğin kadar.
Ve Dünya’yı seveceksin …
Oyuna gelmeyeceksin hiçbir zaman.
Etnik kökenini, inancını kaşıyacaklar kanatırcasına.
Oyuna gelmeyeceksin. Barış diyeceksin. Ölümüne barış.  Biliyorum zor iş. Ancak başka çare yok. Bizi ancak barış kurtaracak bunu bil… Dünyayı ancak barış kurtaracak…
Bugün yazımı Yunus Emre ile noktalamak istiyorum.

Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Bu dünya kimseye kalmaz.

Barışın Sevginin Vefanın ve Umudun ömrü uzun olsun.
Umut ışığı yaşamınızdan hiç eksik olmasın…



14 Ekim 2016 Cuma

YUNUS EMRE



Yeni Manisa bir başka söyleyişle Güzelyurt Mahallesi, Yunusemre ilçemizin en büyük mahallesidir.

Yeni Manisa’nın özelliği büyüklüğünden çok farklı güzelliğidir. Yeni Manisa, başta Atatürk Kent Parkı olmak üzere, parkları ve sosyal donatılarıyla Manisa’nın gülen yüzü, çağdaş uygarlığa açılan batı kapısıdır. 

Sadece betondan yapılmış konutlardan oluşan kentlerin, açık hava hapishanesinden farkı olmadığı biliniyor. Kentler, ağaçları, anıtları, öne çıkarılan doğal güzellikleri, kente özgü yapıları, kentini seven iz bırakmış insanları ve sosyal donatılarıyla bir bütündür. Yeni Manisa’daki, Barış Alanı, Ceren Sitesi ve Birlik Parkı’ndaki anıtların ve heykellerin toplamı, Manisa’nın tümünde bulunan anıt ve heykellerin toplamı kadardır diyebilirim. Yeni Manisa’daki anıtlardan birisi de Birlik Parkı’na yapılan Yunus Emre anıtıdır.

90’lı yıllarda Manisa’da bir tek Manisa Tarzanı büstü varken, şimdi Yeni Manisa’da 4 adet  Manisa Tarzanı anıtı var.

Kentler anıtları, güzel yapıları, iz bırakan insanları ile anılırlar. Manisa’nın kimlikli bir Marka Kent olması için meydanların, parkların ve anıtların Eskişehir’de olduğu gibi çoğaltılması gerekiyor. Daha çok anıt, daha çok heykel, daha çok park ve bahçe, daha çok sosyal donatı yapılmalı. Bunları yapanlar mutlaka ödüllendirilmeli. Manisa, yaşayanların ödüllendirilmesi açısından biraz kısır bir kenttir maalesef. İnsanları anmak ve ödüllendirmek için ölmesini bekliyorlar. Kentimizi ve kentlimizi kendimizi sevdiğimiz kadar sevmeliyiz.  Kentini ve kentlisini sevmeyen kendini de sevmez sevemez.

Anadolu’da yetişen en büyük tasavvuf erlerinden, Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre'nin hayatına dair bildiklerimiz yeterli olmamasına karşın şiirlerinin biliniyor olması O’nun nedenli büyük bir şair olduğunun en güzel kanıtıdır. Nerede ne zaman doğduysa doğdu; nerede ne zaman öldüyse öldü. O Anadolu’nun bağrına gömüldü. O Anadolu’da yetişen en büyük erenlerden ve en büyük ozanlardan birisi oldu. Önemli olan budur. Önemli olan ölümünden yaklaşık 800 yıl sonra şiirlerinin okunuyor anıtlarının yapılıyor kentlere adının veriliyor olmasıdır.

“Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz”. Bu güzel dizeler Onüçüncü Yüzyılda ilk söylendiğinde geçerliydi. 21’nci yüzyılda da geçerliğini koruyor. Önümüzdeki yüzyıllarda da geçerli ve anlamlı olacaktır.  Bu dizeler insanlığa yapılmış en güzel çağrıdır. Bu çağrıya kulak vermeliyiz.

Yunus Emre’nin Taptuk Emre’nin dergahına girdiğini, tekkelerde yaşamış ve veliliğe erişmiş olduğunu biliyoruz. Anadolu'da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yunus Emre, halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre birçok yerleşim yerinde olduğu gibi, türbesinin Kula’nın Emre köyünde olduğuna da inanılmaktadır.

Yunus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmuştur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yunus Emre, sadece yaşadığı devrin değil, çağımız ve gelecek yüzyılların da ışık kaynağıdır. Dünya üzerinde insanlık var oldukça değerini koruyacaktır. Yunus Emre'nin amacı, sevgi yoluyla dünyada yaşayan tüm insanların, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.

Anadolu’muzun en büyük bilgelerinden olan Yunus EMRE’nin adını ve anısını kentimizde yaşatmak için, Birlik Parkına anıtı yapılmıştır.

Yunusemre Belediyemizin, 2’nci Uluslararası Yunus Emre Günlerini düzenlemiş olmasını, kentimiz için önemli bir kazanım saymalı ve etkinlikleri başlatanları yürekten kutlamalıyız. Etkinliklerin daha geniş katılımla yapılması için, “Katılım olmazsa atılım olmaz.” diyerek,  etkinliklerin düzenlenmesine, daha fazla kişi ve kurumun katılması sağlanmalı, etkinliğin sahipleri çoğaltılmalıdır. Etkinliğin sahipleri çoğaltılınca, katılım da artacaktır.  Etkinliklerde sevgi, barış, kardeşlik öne çıkmalı bunlar için dayanışmanın yolu açılmalıdır. Yapılan bu güzel çalışmalarla, Yunus Emre günleri, geleneksel hale gelecek Yunus Emre’nin adı ve anısı sonsuza dek yaşayacaktır.



7 Ekim 2016 Cuma

NE OLACAK NASIL OLACAK?



Birbirimizi gererek, gerilerek değil, yapay gündemler yaratarak değil, sorunları ancak el ele vererek aşabiliriz…


Birçok hastalığın nedeninin stres olduğu biliniyor. Stresin nedeninin de belirsizlik olduğu söyleniyor.

Ülkede bir belirsizlik ortamı var. Dolar aldı başını gidiyor. İşyeri sahipleriyle küçük, büyük işadamlarıyla görüşüyoruz. Hepsi de tahsil edilemeyen alacakları, ödenemeyen borçları dile getiriyorlar.

Borçlar ödenmiyor, ödenemiyor. Birçok kişi ne yapacağını bilmiyor. Parası olanlar dövizde, nakitte kalmak istiyor. Alımların satımların hızı kesildi.  Milletin kafasında bir türlü cevaplayamadığı “Ne olacak, nasıl olacak ?” sorusu var sadece.

Ne olacak?  Gündem sürekli değiştiriliyor. Geçmişi mi tartışacağız? Geleceği mi planlayacağız?
Kendimizce haklı sebepler yaratıp kavga mı edeceğiz. Yoksa işbirliği mi yapacağız?

Ne olacak sorusunun yanıtını iktidarıyla muhalefetiyle sivil toplumuyla milletçe, ortak akılla bulmalıyız. Tam bir seferberlik ilan ederek bulmalıyız. Önümüze bakmalıyız. Meclisi daha çok çalıştırmalıyız. Gün geçmişi tartışma günü değil, geleceği planlama, barış kardeşlik dayanışmayı güçlendirme günüdür.

Terörle mücadele sürecek elbet. Suçlulardan hesap sorulacak elbet. Terör örgütleri dağıtılacak elbet.
Sınır güvenliği sağlanacak elbet. Bunların önemi ve gereğini bilmeyen yok zaten. Bunları bilenler el ele verdiğinde sorunların aşılması kolaylaşacaktır.

Şimdi, cumhuriyet değerlerine, demokrasiye, ülkenin bölünmez bütünlüğüne milletçe sahip çıkma zamanıdır. Enerjimizi kısır çekişmelerle yapay gündemlerle tüketme yerine, toplumu germe ve gerilme yerine, umutları güçlendirme zamanıdır.

İnsanlar mutlu ve yarınlarından umutlu olurlarsa devleti yanında hissederse güvence verilirse yatırım yaparlar, katma değer yaratırlar. Bu ülkenin, vergisini ödeyen, iş olanağı yaratan, kalkınmamıza katkıda bulunan girişimcileri kurumları ve kuruluşları var. Bunlarla da bir araya gelinerek, gelecek planlaması yapılmalı mutlaka.

Eğer, kişi kurum ya da kuruluş bu ülkenin bölünmez bütünlüğünden yanaysa, cumhuriyet değerlerine sahip çıkıyorsa, senden benden ayrımı bir kenara bırakılarak, el ele verilmeli. İnsanların umudu güçlendirilmeli…

41 yıldır kooperatifçilik yapıyorum. Kooperatifçiler arasında, farklı siyasetleri ve görüşleri savunanlar oldu ancak, ülkede iç savaş çıkarmaya çalışan, ülke aleyhine tertipler içinde olan, teröre kaynak aktaran ne bir kooperatif nede bir kooperatifçi gördüm. Kooperatifler, her yıl genel kurullar yaparak, hem ortaklarına hem de devlete hesap verdiler her zaman. Kooperatifler demokrasi okulları gibi çalıştılar. Üreticileri kooperatiflerde bir araya getirerek tarımın gelişmesinde, kırsal alanın kalkınmasında ve konut ihtiyacı olanları bir araya getirerek konut ihtiyacının karşılanmasında sağlıklı kentler kurulmasında görev yüklendiler. Tüm gelişmiş ülkelerin kooperatifçilikten yararlandığını görüyoruz.  Terörü destekleyen dernekler vakıflar, şirketler, özel okullar oldu ama bu ülkede terörü destekleyen kooperatifler olmadı hiçbir zaman. Çünkü kooperatiflerin işleyişi, açıklık ilkesi ve demokratik yapısı buna izin vermez. Eğer kalkınma seferberliği başlatacaksak bunun etkin araçlarından birisi kooperatifler olmalı…

Kooperatifler sadece ekonomiyi güçlendirmezler, toplumsal barış kardeşlik ve dayanışmayı da güçlendirirler. Kalkınma seferberliğinde ekonominin ve toplumsal dayanışmanın güçlendirilmesinde kooperatiflerden yararlanmalıyız. Ne olacak? Nasıl olacak? Sorularına yanıt ararken, sivil toplumu ve kooperatifleri de işin içine katmalıyız. Ve mutlaka TBMM’yi etkin biçimde çalıştırmalıyız…



30 Eylül 2016 Cuma

OHAL


Olağan dışı durumlar nedeniyle OHAL ilan edildi.


Olağan dışılık devam ediyor ki, uzatılması gündemde.
Dileriz, olağan dışılık olağan duruma gelmez.
Dileriz, alışılmış çaresizlik yaşanmaz.
İnsanın kendini, çaresiz, umutsuz ve yalnız hissettiği durumlar olabilir.
Sadece insanların değil, kurumların, kuruluşların hatta ülkelerin kendini yalnız, çaresiz ve umutsuz hissettiği durumlar olabilir. Yapılması gereken olağan duruma gelebilmek, umudu güçlendirmek ve çoğalmaktır.

OHAL, olağan dışılıktan hızla kurtulmak için ilan edilir.
Ülkemiz için OHAL’e ihtiyaç varsa, hepimiz için de var demektir.
O zaman, kendi yaşamımızda da OHAL ilan edeceğiz.
Başımızı ellerimizin arasına alıp düşüneceğiz.
Yaşadığımız olumsuzlukları görmezlikten gelmeyeceğiz.
Kendinize ve çevrenize bakın, mutlaka olağan dışılıklar görürsünüz.
Ödenemeyen çekler, tahsil edilemeyen alacaklar, ödenemeyen borçlar, işsiz güçsüz kalanlar, yardıma muhtaç insanlar, yarım kalan dostluklar, biten ortaklıklar, kapanan işyerleri, karamsarlıklar, umutsuzluklar kol gezmeye başlamıştır çevrenizde. Bunlara bakıp üzülmemek elde değil. Ancak üzülmekte çözüm olmuyor ki.

Kendi yaşamımızda ve ülkemizde OHAL ne kadar kısa sürede gündemden kalkarsa ne kadar kısa sürede olağan duruma geçersek, açılan yaralar daha çabuk kapanır. Yoksa inanın sadece OHAL değil tüm rahatsızlıklar, hastalıklar kronikleşir. Anladık ki, rahatsızlıkların giderilmesi için, operasyon gerekiyor. Organ değişikliklerine ve köklü tedaviye ihtiyaç var. Teşhis iyi konulmalı ki, sonucu iyi olsun. Operasyon başarılı olmalı ki, hasta kurtulsun.

Gelişmiş demokrasilerde yurttaş düşüncesini özgürce söyleyebilir. Korkmadan, çekinmeden söyleyebilir. Söylerken de, söyledikleri nedeniyle yadırganmayacağını, düşüncesini söyledi diye cezalandırılmayacağını bilir. Demokrasilerde, söylediklerinizden, düşüncelerinizden değil, eğer suç oluşturuyorsa yaptıklarınızdan yargılanırsınız.

Ülkemizde OHAL var ve OHAL’in bir süre daha uzatılacağı anlaşılıyor. Olağan dışı durumlarda, olağan dışı önlemler olacaktır elbet. Ancak olağan dışılık kaderimiz haline gelmemeli.

Bence, olağan duruma gelebilmek için, birliğin bütünlüğün kıvançta ve tasada bir olmanın güçlendirilmesi, olağan üstü durumdan çıkmanın olmazsa olmazı ve ön koşuludur. Yenikapı’da birlikte kürsüye çıkmak aynı insanlara konuşmak alkışlanacak bir durumdur elbet. Ancak bu alkışlanacak durumun sürdürülmesi gerekir. Bunun sürdürülmesi ancak ve ancak diyalogla olur… Olağan dışı durum olduğuna göre bu ülkenin iktidarı ve muhalefeti birlikte çalışmalıdır. Birlikte çalışmak her yapılanı onaylamak koşulsuz destek olmak anlamına da gelmez elbet.
Bir koalisyon hükümetinin olağan duruma geçişi hızlandıracağını, Yenikapı Ruhunu güçlendireceğini düşünüyorum. Milli Mutabakat gerekiyorsa, bu ancak, Milli Mutabakat Hükümeti ile olur. Ülkede olağan dışı bir durum varken, olağandışı yöntemler bulup geliştirmeli ve hızla olağan duruma geçmeliyiz…

TBMM sadece olağan durumlarda çalışmayacak, olağan dışı durumlarda olağan üstü çalışmalar yaparak, olağan duruma geçişi hızlandıracak şekilde çalıştırılmalıdır.

Milli irade, sadece bir yada birkaç kişide değil TBMM’de tecelli eder. Haydi TBMM, olağan dışı bir çalışmayla, olağan duruma geçişimizi sağla. Haydi TBMM, milli iradenin temsilcisi olduğunu kanıtla…



23 Eylül 2016 Cuma

CEMAL ERGÜN...


Manisalıların Cemal Amcası kalabalık bir törenle defnedildi.


Manisa’nın en güzel mahallelerinden birisi olan Bozköy’ün kurulmasına güzelleştirilmesine öncülük eden, Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün gibi başarılı evlatlar yetiştiren, hastaneye kaldırıldığı güne kadar çalışmaktan geri durmayan, hasta yatağında bile işini düşünen, başarılı, çalışkan, yardımsever işadamı herkesle dost Manisalıların Cemal Amcası Cemal Ergün’ü yitirdik.

1926 yılında Şehzadeler ilçemize bağlı Tilki Süleymaniye Mahallesi’nde dünyaya gelen, ancak doğumu nüfusa 1928 olarak yazılan Cemal Ergün ilk ve ortaokulu Manisa’da okuduktan sonra Kayseri ve Ankara’da vatani görevini tamamlar. İş hayatına babasıyla birlikte zahirecilikle başlar, 1965’te babasının vefatıyla birlikte baba mesleğini devam ettirir. Bu mesleğin yanında inşaat işine de giren Cemal Ergün, bugünkü Uncubozköy’ün temellerini atmış ve koca bir mahallenin kurulmasına öncülük etmiştir. Örnek bir yurttaş olarak tanıdığımız Cemal Ergün, Manisa’ya bir anaokulu, bir ilkokul, üstgeçit, park bahçe gibi güzel ve yararlı eserler de kazandırmıştır.

Manisalıların Cemal Amcası kalabalık bir törenle defnedildi. Taziye ziyaretleri günlerdir devam ediyor. Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün, yaşlı genç demeden taziye için gelenlerle tek tek ilgileniyor. Bazı insanların öldükten sonra da adları ve anıları yaptıkları yararlı hizmetler ve yetiştirdiği hayırlı evlatlarıyla yaşar. Cemal amcamızın da adı ve anısı hep yaşayacak.

Sayın Cengiz Ergün’den, babasının kalp yetmezliğinden öldüğünü öğrendim. 90 yıl durmadan atan kalbi daha fazla dayanamamıştı. Doksan yıl dile kolay. Cemal Ergün’ün 90 yıllık ömrünü, çalışkanlığına bağlıyorum. “Unumu eledim, eleğimi astım.” diyen insanlar, daha erken ayrılıyorlar aramızdan. Çok tekrarladığım bir söz var “İşin biterse, işin biter”, Cemal Ergün, ölene kadar çalışmaya devam etmiş, hep yapacak bir işi olmuştur. Cemal Ergün’ün örnek yaşamından çıkarılacak birçok ders vardır elbet. Ancak benim için önemli ders, insanların ölene kadar “işim bitti.” demeden çalışmasıdır. Cemal Ergün’ü diğer güzel özelliklerinin yanında çalışkanlığı ile de anacağız.  İnsanı çalışmak değil, tembellik yorar daha çok. Atalarımız “işleyen demir ışıldar.” diye boşuna dememişler.

Bir konuya daha değinmekte yarar var. Cemal Ergün, her konuda bir görev adamı olduğu gibi, vergisini tam ödemeyi de görev bilirdi.  Her yıl kentin vergi rekortmenleri listesinde görürdük onun adını.

Tüm şehirler batıya doğru büyür. Günümüzde bile birçok insanın göremediği farkına varamadığı bu gerçeği Cemal Ergün çok erken görenlerden ve kentin batısına yatırım yapanlardan birisidir. Unutmayın sizde, Cemal Ergün’ü örnek alın yönünüzü batıya çevirin.

Borsa Başkanlığı da yapan Cemal Ergün, Ticaret Odası’nda ve Odalar Birliği’nde de görevler yüklendi. OSB’nin kurulmasına da katkıları oldu.
Ölümünden önce  “Sağlığıma dikkat ederim. Yaşım dolayısıyla hafif şeyler yemeye özen gösteririm. Fırsat buldukça yürüyüşler yaparım” diyen Cemal Amca’mız, bahçe işlerini de çok sever bahçesini çeşitli meyve ağaçlarıyla donatırdı. Tüm çalışanlarına kendi yetiştirdiği zeytinlerden çıkarttığı yağlardan verirdi. Paylaşmayı severdi. Yaptıklarıyla her insan gibi gurur duyardı. Ancak en büyük gurur, oğlu Cengiz Ergün’ün Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı olması ve Manisalılar tarafından çok sevilmesiydi.

Cemal Amca’mıza Allah rahmet eylesin, sevenlerinin başı sağ olsun. O’nun örnek yaşamından hepimizin çıkaracağı önemli dersler var. Ben, “Çalışan kazanır” diyorum. Sizde Cemal Ergün gibi çalışın, yaşadığınız kente ailenize ve ülkenize yararlı hizmetler yapın. Işıklar içinde Rahat uyu Cemal Amca, Mekanın cennet olsun…


11 Eylül 2016 Pazar

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN


Suriye`de savaş devam ediyor. Terör can alıyor. Bayrama gölge düşüyor. Oysa bütün bayramlar barışı ve sevgiyi çağrıştırır.


Belirsizlikler içinde bir kurban bayramı kutluyoruz.
Terör ve savaş can alırken, keşke diyorum, bayram nedeniyle trafiğe de kurbanlar vermesek.

Çok eskilerde, bayram ziyaretleri yapılırdı. Şimdi bayram nedeniyle kapıların çalınması ve gidenler gelenler azaldı.

Kimse gelmiyorsa bu sizin kendinize gelmeniz için bir fırsat olsun. Bayramlar, benim için, kendime gelmeme, içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat  tanıyan günler oluyor.. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de seviyorum bayramları. Bayramlarda kimse gelmese de ben kendime gelmeye çalışıyorum.

Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet: İnsanlar, daha sevecen, daha barışçı olmaya çalışıyorlar bayramlarda. Keşke diyorum böyle olanlar böyle düşünenler çoğalsa.

“Eski bayramlar şöyleydi, eski bayramlar böyleydi.” diyerek, geçmişe özlem duyulmasını, ağıtlar yakılmasını pek doğru bulmuyorum. Eski bayramlar, eskinin koşulları içinde güzeldi. Şimdi eskinin koşulları olmadığına göre, bayramlar da eskinin bayramları gibi olamayacaktır. Önemli olan, yeni güzellikleri, yeni günün koşulları içinde yaratabilmektir. Geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek bayramları kutlamak önemli. Günümüzün bayramlarını da güzel yapmak, bayramı bayram gibi yaşamak bizim kendi elimizde. Kendimize “ben neden bazı insanlarla dargınım?” sorusunu yönelttiğimizde, inanıyorum ki, barışmaya bir kapı aralanacaktır. Bunu herkes yapsa, dargınların sayısı da azalacaktır mutlaka.

Geçmişte,“İnsan değişmez” sözünü doğru sayıp, değişememeyi savunma olarak çok kullandım. Ancak, şimdi yanıldığımı düşünüyorum. İnsan isterse değişebilir. İstemek değişimin ilk adımıdır. İkinci adım da değişim için çalışmak. Bahsettiğim değişimin özünde gelişim var elbet. İnsan değişebilir. Değişmelidir de. Kendimize gelmeyi başardığımızda değişimi de başarabiliriz. Uzun süreli bayram tatilini değişime adım atmak için  fırsat olarak değerlendirebiliriz.

“İnsan değişmez” dersek. “Böyle gelmiş, böyle gider” de demiş oluyoruz aslında. Oysa, böyle gelmiş ancak böyle gitmemeli. Böyle gelmiş böyle gitmemeli diyorsak, değişimin gerekliliğini de ortaya koymuş oluyoruz. İşin bundan sonrası çalışmak olmalı. Yine o çok yinelediğimiz “ben nerede hata yaptım” sorusunu kendimize sorarak başlayabiliriz çalışmaya.

Bu bayram benim düşündüklerimi sizlerde düşünmüşsünüzdür elbet. Ancak düşünmek yetmiyor. Düşünceyi eyleme dönüştürmek gerekiyor.

Bayrama terör gölgesinin düşmesine ve OHAL’i gerekli kılan koşulların sürmesine üzülüyoruz elbet. Üzülmenin çözüm getirmediğine de bildiğimize göre, teröre karşı duracağız. Birliğimizin bütünlüğümüzün simgesi bayrak, Atatürk, vatan, millet, cumhuriyet kavramlarını önemine yaraşır özenle koruyup gereğini yapacağız.

Yeni savaşa teröre kurbanlar vermediğimiz, bayram gibi bir bayram diliyorum.

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun…

 
back to top