Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

30 Mart 2017 Perşembe

SEVGİ BARIŞ DAYANIŞMA


Ermişlerden birine sormuşlar bir gün. `Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?` `Bakın göstereyim.` demiş, ermiş.


Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş: "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye de bir şart koşmuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine "Şimdi" demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte" demiş ermiş:  "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır.

Sevgiyi gönülden doyasıya yaşayanların çoğaldığı toplumlarda, huzur, mutluluk, sevgi, barış dayanışma ve gelişme olur. Çevre cennete dönüşür.

Kendini kavgayla, gerilimle tanımlayanlar olduğu gibi, kendini sevgiyle barışla kardeşlikle tanımlayanlar da var toplumumuz içinde. Gerilimden güç alanların, gerilimle yaşayanların, huzuru ve mutluluğu bulmaları mümkün olmaz. Kendileri mutlu olamadıkları gibi gerilimi ve mutsuzluğu çevrelerine de taşırlar.

Bir zamanlar benimde kırgın dargın olduğum, nefret ettiğim kin duyduğum insanlar vardı. Şimdi anladım ki, kin ve nefret insan yüreğine yükmüş. Şimdi anladım ki, yüreğini kin ve nefretle dolduranların yüreğinde sevgiye yer kalmıyormuş Kendimizle ve toplumla barışık olmalıyız. Yüreğimizi kin ve nefretten arındırmalıyız. Çevremizde, her düzeyde, her konumda dargın insanlar görüyoruz ve duyuyoruz. Üzülmekten başka da yapacağımız bir şey olamıyor maalesef.

Yapılacak bir şey var aslında, yapılacak şey kırgınlığı bitirmek için bir tarafın adım atmasıdır. Saplantıları, takıntıları aşabilen insan, el uzatmayı da bilen insandır. Barışa uzanan elin, sahibine sevgiyle bakılır. Barışa uzanan el sevgiyle sıkılır. Kavga etmek değil aslında barışmak yürek ister.  Sevgi barış kardeşlik dayanışma üzerine yazı yazarken, bu yazımı keşke falanca, filanca okuyabilse diye düşündüm hep. Dargın taraflardan biri okuyabilse, dargınlığın ne yararını görüyorum ki, diye sorsa kendi kendine. Ve dargınlığı bitirmek için bir adım atsa, keşke atsa değil mi? Kim ki, yüreğini kin ve nefretten arındırıyorsa, yüreği sevgiyle dolacak, sevenleri çoğalacaktır.

Geldiğimiz görevler anlık, aslında hayatımız anlık. Kırgınlıklar, dargınlıklar olmasın artık.
Geldik gidiyoruz, ne bu kırgınlık ne bu dargınlık. Biz dargınlık için değil, sevgi için barış için kardeşlik ve dayanışma için yaratıldık. Haydi, uzatın ellerinizi. Haydi barışın.

Geçmişte kalmış anılarınızı ve geleceğe ilişkin düşlerinizi paylaşın.
Hep barış hatırlansın. Dargınlıklar geride kalsın. Dargınlıklar unutulsun. Haydi uzat elini, barışa uzanan eller havada kalmasın.



23 Mart 2017 Perşembe

ÇANAKKALE RUHU



18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi`nin 102. yılını kutladık.

Ülkemizin Çanakkale ruhuna ihtiyacı var.
Çanakkale Ruhu, bu ülkede yaşayanların, inanç ve köken ayrımı gözetmeden tümünün bu ülkenin huzuru ve güvenliği için birlikte mücadele etmesidir.

Çanakkale ruhu her türlü ayrımcılğın bitmesidir.
18 Mart 1915 Çanakkale'de bir kahramanlık destanının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.
Çanakkale Zaferi, önemine yaraşır bir özenle kutlanmalı, öğrenilmeli öğretilmelidir.
Çanakkale'den geriye kalan, bir büyük destan, bir büyük komutan, yüzbinlerce şehit ve Koca Seyit.
Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusuna, Mustafa Kemal gibi bir büyük önderi hediye etmiştir.

Ne Çanakkale'yi unuturuz, ne Koca Seyit'leri ne de Mustafa Kemal'i. Bu yıl Türk Silahlı Kuvvetlerinin hazırlattığı Çanakkale Zaferi afişlerinde Atatürk’ün resminin konulmayışı yüreğimizi sızlattı. Afişlere resmi konulmasa da sevgisinin yüreklerimizde yaşadığı hep yaşayacağı bilinmeli. Unutmayacağımız bir şey daha var. Çanakkale'de ortaya çıkan birlik bütünlük ruhudur.  Bu güzel vatan ve bu cumhuriyet için bu ruha her zaman ihtiyacımız olacaktır.

Çanakkale Savaşında tarihe şanla geçen anlatılan ve dünya döndükçe anlatılacak olan, kahramanlık öyküleri vardır.  Bu öykülerden birisi de Koca Seyit'in öyküsüdür: 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, gürbüz yapısı ve pehlivanlığıyla dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığına izafeten "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyid" diye anılmıştır.

1914'te Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Seyit Çanakkale'de topçudur. Çanakkale Boğazı'nın Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28'lik Mecidiye bataryasında Seyit'le birlikte kırk kişi vazifeliydi. 17 Mart 1915'te Çanakkale'deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi. Kıyıları yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraklamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükseliyor, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutuyordu. Ateş çemberi genişleye genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peşpeşe düşmeye başlamıştı. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı.

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde ateş püskürmeye devam eden düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 276 kilo ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu? Seyit, şaşkınlıkla kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da  koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtına almıştı. Bir çırpıda, 28'lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit, mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vererek önünde canavar gibi duran Ocean'ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tespit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirince topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı, koca gemi isabet almış ve sulara gömülmüştü. Bu sanki savaşın kırılma noktasıydı.  Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edildi. Çanakkale'nin geçilmezliği tüm dünyaya kanıtlanmış oldu.

Türk Ulusu Koca Seyit'i gördü yüreklendi. Mustafa Kemal'i Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in can pazarında gördü umutlandı.  Çanakkale Savaşından geriye güzel bir destan kaldı. Çanakale destanından geriye kalan ve şimdi çok ihtiyacımız olan ÇANAKKALE RUHU olmalı. İşte şimdi bu ruh yeniden ortaya çıkarılmalı. Ayrışmanın yerini birleşme almalı. Cumhuriyetimiz demokrasi ile taçlandırılarak sonsuza dek yaşatılmalı…



16 Mart 2017 Perşembe

HAYAT DEVAM EDİYOR


Gündemde ilk sırada referandum konusu var.


Referandum neredeyse tüm Avrupa’da ve Ortadoğu’da hatta Tüm Dünyada tartışılır konuşulur duruma geldi. 16 Nisan 2017 tarihinde referandum için kurulan sandığa gideceğiz. Hayat devam edecek.

Meydan ve salon toplantıları devam ederken, tartışmanın boyutu sınırlarımızı zorlarken, yine her sabah işimize gidiyoruz. Çocuğumuzu okula gönderiyoruz. Bakkal, kasap, manav, pazar işleri sürüyor. Giderek ağırlaştığını hissettiğimiz, nasıl çözülecek diye de kafamızı yorduğumuz ekonomik sorunlar var. Giderek artan işsizlik var. Devletin ve özel sektörün borçları var. Sıcak paraya duyulan ve artarak büyüyen ihtiyaç artıyor. Ben böyle durumlarda, hep ayrışan değil birleşen bir millet düşünürüm. Ben böyle durumlarda, yedi düvele karşı verilen Kurtuluş Savaşını düşünürüm. Umutsuzluğumun umuda dönüşmesi için.

Artan işsizlik oranlarına bakınca umutsuzların sayısı artıyor. Geçen ay açıklanan 2016 Kasım dönemi işsizlik oranları 7 yılın tarihi seviyesine çıkarak yüzde 12.1 olarak gerçekleşmişti. Bu ay ise 2016 Aralık dönemi işsizlik oranları ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1.9 artarak yüzde 12.7 olarak açıklandı. İşsizlik 7 yılın zirvesindeyken, işsiz sayısı 4 milyona yaklaştı. Bu önemli soruna çözüm üretilmesi gerekiyor. Özellikle dört gencimizden birisinin işsiz olması hepimizi düşündürüyor. Şunu bilelim ki, 21. yüzyılın sektörü hizmet sektörü olacaktır. İşsizlik sorunu büyük ölçüde hizmet sektörü ile aşılacaktır. Bu konuda yeni düzenlemeler yapılmalı.

Bugün sorunlarımız var, yarın da olacak elbet. Ben ülkemin ve kentimin sorunlarını kendi sorunlarımın önünde gördüğüm için, zamanımın çoğunu, gördüğüm sorunlara çözüm aramakla geçiriyorum. Yaklaşık 3 yıldır, iki önemli sorunu yazıyorum konuşuyorum dillendirip duruyorum. Bunlardan birisi hizmet sektöründe çalışanlar, diğeri de Kent Bahçeleridir. Bu iki sorun da önemli ülkemiz için.

Bilindiği gibi özel güvenlik ve temizlik firmaları var. Bu firmalar fabrikalara iş yerlerine ve büyük sitelere hizmet veriyorlar. Güvenlik firmasından hizmet satın aldığınızda, faturaya %18 KDV ekleniyor. Fabrikalar ve işyerleri ödediği KDV’yi mahsuplaştırabildikleri için bir zarara uğramazken ya da daha az etkilenirken,  konut siteleri bu KDV’yi geri alamadıklarından, giderlerine %18 KDV eklenmiş oluyor. Sitelerin aldığı güvenlik ve temizlik hizmetlerinden KDV kaldırılsa birçok site güvenlik firmaları ile çalışmaya başlar, üç kişi yerine dört kişi çalıştırırlar. Bu sektördeki kayıt dışılık ortadan kalkar.

Gelelim Kent Bahçelerine; Kent Bahçeleri aile ekonomisine katkı sağlayacak. Kent halkının, aile olarak, bahçede zaman geçirmesini kolaylaştıracak, bir anlamda kentleşmenin getirdiği yoğunluktan kurtulmalarını sağlayacak. Adeta yeşil terapi olacak. Sebze fiyatları iller ve bölgeler arasındaki nakliye giderleri ve çok el değiştirme nedeniyle sürekli olarak yükseliyor. Kent Bahçeleri yapıldığında, isteyenler sebzelerini kendi bahçelerinde yetiştirme imkanı bulmuş olacaklar. Yapılacak iş çok basit. Ya Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ya da ikisi birden bir düzenleme yaparak Kent Bahçelerinin yapılması yolunu açacaklar. Bu derdimi üç yıldır anlatamadım. Kimse söylediklerimi yanlış ya da haksız bulmadı. Kimse yapılmaz demedi. Ama bir düzenleme yapılmadı. Bu konuda değerli Milletvekillerimize ve özellikle Sayın Selçuk Özdağ’a çok teşekkür ediyorum. İlgililere ulaşmama, sorunu anlatmama yardımcı oldukları için. Ancak olumlu sonuç yok. Görüştüklerimin tümü “Yapılacak ilk düzenlemede ele alınacak” diyorlar fakat düzenleme bir türlü yapılmıyor…

İşte size iki somut öneri: Birisi Kent Bahçeleri konusu, diğeri de güvenlik ve temizlik hizmetlerinde KDV’nin, özellikle konut siteleri için indirilmesi ya da sıfırlanması konusu. Bu iki konuyu birilerinin iş edinmeleri gerekiyor. Önümüzdeki referandum, günlük işlerimizi etkilememeli sorunlar ötelenmemeli. Çünkü hayat devam ediyor ve edecek…



9 Mart 2017 Perşembe

VİZYON


Son zamanlarda misyon ve vizyon sözcüklerini çok duyar olduk.

Firmalar, misyonumuz vizyonumuz diye açıklamalar yapıyorlar. Hatta, misyon ve vizyonlarını belirlemek için, ortak akıl toplantıları, arama konferansları düzenliyorlar. Bu tanımları yeniden anımsatmakta yarar var. Vizyon: Bir şirketin gelecekte, bulunduğu sektörün gelişmelerine bağlı olarak, nerede olmayı arzu ettiğini gösterir. Şirket içerisinde bugün yapılan her şey, gelecekteki belirlenen o konuma varmak içindir. Misyon ise bir şirketin, bugün hangi konumda olduğunu, ne yaptığını kimin için ve kimlerle nasıl yaptığını gösterir.
Neredeyiz, nereye varmak istiyoruz? Sorularının yanıtını misyonumuz ve vizyonumuzla yanıtlarız.

Bugün ne yaptığınızı anlatan misyonunuz, yarın olmak istediğiniz konum da vizyonunuzdur. İnsanların, şirketlerin, kentlerin misyonları ve vizyonları olmalıdır mutlaka…

Benim bugün değinmek istediğim konu bu kentin vizyonudur.
Bu kent için yapılan arama konferanslarının birçoğuna katılma fırsatım oldu. Görüşlerimi bu toplantılarda aktardım. Aktarmakla yetinmedim fırsat buldukça konuşmayı ve yazmayı sürdürüyorum.
Kentin vizyonu ile ilgili düşüncelerimi 1987 yılından bu yana yöneticiliğini yaptığım Yeni Manisa’da uygulama şansıda buldum.  İnsana, düşündüklerini yaşama geçirmek büyük keyif veriyor.

Birkaç soru sormak istiyorum:
Şoför eğitim kursları neden Yeni Manisa’da yapılıyor?
Atatürk Kent Parkı neden Yeni Manisa’da yapıldı?
Okul açmak, hastane yapmak isteyenlerin aklına neden ilk olarak Yeni Manisa geliyor?
Neden bütün ilkler Yeni Manisa’da başlatılıyor?
Neden Yeni Manisa’da konut fiyatları ve kiralar daha yüksek?
Bu soruların bence tek bir yanıtı var:  Yeni Manisa İmar Planı yapılırken, ihtiyaçların tümü düşünüldü de ondan. Yeterli yeşil alanlar, geniş yollar, sosyal donatılar, okul, hastane, ticaret ve park bahçe alanları ayrıldı da ondan. Yeni Manisa’nın İmar Planını 1987 yılında Manisa Birlik olarak ve bedelini kendimiz  ödeyerek yaptırdık. 18 uygulamasını da biz yaptırdık.  Bunları yaptırdığımız dönemde dere denilince insanların aklına üstünü kapatıp yer kazanmak gelirken, biz Safran Çayının kenarında 170 bin metre kare yer ayırıp belediyeye devrini yaptık. Sağolsun Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün’de istimlak sorunu yaşamadan Manisa’ya Atatürk Kent Parkı'nı kazandırdı.

Şimdi aynı çalışma Karaçay Kıyısında, Karaçay Vadisi Projesi olarak gerçekleştirilebilir. Karaçay kıyısında da düzenleme yapılacak alanlar var. Karaçay Vadisi Projesi konusunda da çok yazı yazdım çok konuştum. İstenirse, günlerce çalışabilirim. Kentime hizmet, kendime hizmetten daha önce geliyor benim için.
Kentlere vizyon, imar planlarıyla kazandırılır. Kentimiz yeni bir Revizyon İmar Planı beklentisi içindedir. Bunun için Arama Konferansı yapılabilir. Bu konuda görüşü olanların görüşleri alınabilir. Kentimizin Cumhuriyet Kapısı dediğim, Atatürk ve Kuva-i Milliye anıtından başlayıp Menemen yoluna kadar uzanan Karaçay çevresinde ve Karaçay’la çevre yolu arasında mutlaka yeni bir düzenleme yapılmalı. Bu düzenleme yapıldığında kentimizin yeşile verdiği önemi ve modernleşme vizyonunun ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Biz sanayileşmede İzmir’i solladık. Bunu sağlıklı kentleşme ve yeni ticaret alanlarıyla da yapabiliriz. Manisalılar İzmir’e taşınırken, İzmirlileri Manisa’ya taşıyarak ticareti hareketlendirebiliriz.  Ben bir gün bunun gerçekleşeceğini düşünüyorum. Nasıl olacağını bu kentin yöneticileri ile paylaşmak istiyorum. Ortak akılla ortaklaşa çalışarak, ortak sorunlarımızı daha kolay çözebiliriz. Ben hazırım…


8 Mart 2017 Çarşamba

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ


Dünya Kadınlar Günü`nün ilk olarak gündeme gelmesi 1800`lü yıllara rastlar.

1800’lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları isteyen kadın işçiler haklarını kazanmak için mücadele etmişlerdir. Bu hak arama, daha iyi koşullarda çalışma mücadelesi yıllarca devam etmiştir.

Birleşmiş Milletler Örgütü, kadınlarda ayrımcılığı, istismarı fark etmiş ve kadın problemlerine dikkat çekmek için 8 Mart 1975’te, 8 Mart gününü Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul etmiştir.

Amaçlarına ulaşmak için çalışan kadınlar için 8 Mart özel ve önemli bir gündür, önemine yaraşır şekilde kutlanmalıdır. Bence bugünün anlamı ve önemi , hiçbir yaşam sıkıntısı olmayan, lüks içinde yaşayan, kadınlara gelecek bir çiçek, bir hediye vermekle sınırlandırılamaz. Kadınlara çiçek vermek için yüzlerce neden bulabiliriz ama 8 Mart çalışan kadınların günü olarak önemine yaraşır biçimde kutlanmalı. Atanamayan bayan öğretmenler, iş bulamayan kadınlar, çocuk yaşta evlendirilenler, istismar edilenler gündeme getirilmelidir.

Ülkemizde üzülerek belirteyim kadınlar hak ettikleri konumda değiller. Bunun en önemli nedenlerinden birisi kadının siyasetten uzak tutulmasıdır. Kadın etkin biçimde siyasetin içinde olmalı. Özellikle kentlerin yönetiminde kadınlar ağırlıklı olarak görev almalı. Kadın duyarlılığı kente yansıtılmalı. Görün bak kentler nasıl daha güzel, nasıl daha yaşanası olur… Okuryazar olmayan kadınlar için ülke düzeyinde bir seferberlik başlatılmalı kadınlarımız okuryazar duruma getirilmeli.
Öte yandan, görücü usulü, sadece dini nikahın yeterli görülmesi, kumalık, berdeller, başlık paraları, dayak ve baskı, töre cinayetleri sona erdirilmeli. Kadınlar evlere hapsedilmemeli.

Şehirlerimizde işyerlerinde cinsel tacize maruz kalan kadınları,  doktor yüzü görmediği için yaşamını yitiren kadınları sürekli olarak okuyoruz gazetelerde.

Şu evlendirme programlarının yerini kadınları eğitme okuma yazma programları alsa, okuma yazma öğrenenlere ödüller verilse, onlara iş bulunsa, eğitimli kadın sayısı çoğaltılsa, ülkemizin kalkınma hızının artacağından, çocukların daha iyi eğitileceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Bir ülkenin kalkınması için öncelikle kadınlarının eğitilmesi gerekir.

Türk kadınlarının saygı duyacakları kişi aramakta zorluk çekmeyeceklerini biliyorum. Kadınlarımızı erkeğinin yanında birinci sınıf yurttaş yapan, onlara seçme ve seçilme hakkı veren, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kadınlarımız Atatürk’ü daha çok sevmeli, çocuklarına Atatürk sevgisini öğretmeli, Atatürk yolundan ayrılmamalıdırlar.

Kadınlar, halkın en özverili, çalışkan ve üreten bireyleridir. Onlar sadece ana olarak değil, duyarlı çalışkan bireyler olarak da yüceltilmelidirler.

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında analarımız önemli çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Yeri geldiğinde cephede savaşmış, yeri geldiğinde cephe gerisinde savaşa destek olmuşlardır. Savaş ardından ülkenin kalkınmasında da kadınlarımız, en ön saflarda yerlerini almıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi bunu farkeden Atatürk, ülkenin kalkınmasında kadının yerini ve önemini vurgulayarak 1934 senesinde pek çok Avrupa ülkesinden önce kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkını kazandırmıştır. Kadınlarımızda bunun bilincinde olarak Atatürk’ü sevmekte ve gösterdiği bilimin aydınlattığı yolda ilerlemektedirler.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun.



3 Mart 2017 Cuma

REFERANDUM


Önemli meselelerde halkın iradesini belirlemek gayesiyle vatandaşlar tarafından yapılan oylamaya referandum deniyor.


Anayasaların önemli değişikliklerinde referandumla halkın oyuna başvuruluyor. Türkiye'de, Fransa'da ve İsviçre'de yeni anayasaların kabulü bu şekilde olmuştur.

Türkiye tarihi bir referanduma gidiyor. 16 Nisan 2017 günü yapılacak yeni anayasa referandumu için geri sayım başladı. AK Parti ve MHP referandumda halkı 'EVET' demeye çağırırken CHP, HDP, MSP, DP. VATAN PARTİSİ’de referandumda halkı 'HAYIR' demeye çağırıyorlar. MHP içinde, bazı milletvekillerinin ve genel başkan adaylarının öncülüğünde “Hayır” çağrıları devam ediyor. Sonucu 16 Nisan’da hep birlikte göreceğiz.

Değişikliğin önemli yönü, Cumhurbaşkanının, aynı zamanda parlamento dışından oluşturulacak hükümetin başkanı olması, siyasi partisi ile ilişkisini sürdürmesi, genel başkanı olabilmesidir. Halk tarafından seçilecek Başkan, Bakanlar Kurulunu milletvekillerinin arasından seçmeyecek. Dışarıdan bakanlar kurulu oluşturacak. Bakanlar Kurulu için güven oylaması yapılmayacak. Gensoru olmayacak.

Peki Milletvekilleri ne yapacak? Onlar ağırlıklı olarak yasama görevini yerine getirecekler. Getirilmek istenilen değişiklikleri sayfanın izin verdiği ölçüde özetlemeye çalışacağım.

•Milletvekili seçilme yaşı 25'ten 18'e iniyor,
•Milletvekili sayısı 550'den 600'e çıkıyor,
•Milletvekillerinin görevleri ağırlıklı olarak yasama ile sınırlandırılıyor,
•Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Meclis genel seçimi 5 yılda bir aynı gün yapılıyor,
•Cumhurbaşkanı veya Meclis seçimi yenileme kararı verirse, iki seçim aynı anda gerçekleşiyor,
•Cumhurbaşkanı'nın partisi ile ilişiği kesilmiyor,
•Cumhurbaşkanı'na kanun kuvvetinde kararname çıkarma yetkisi veriliyor,
•Üst düzey kamu görevlilerini Cumhurbaşkanı atıyor,
•Kurumlar ile ilgili idari düzenlemeler Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yapılıyor,
•Bütçe hazırlama yetkisi Cumhurbaşkanı'na veriliyor
•Sıkıyönetim kalkıyor, OHAL yeniden düzenleniyor,
•Yargının bağımsızlığı ifadesine "tarafsızlığı"da ekleniyor
•Hakimler ve Savcılar Kurulu'na yeni düzenleme geliyor.

Ben, önerilen değişikliklerin yeterince anlatıldığı ve anlaşıldığı kanısında değilim. Buna rağmen, seçmenin partilerinin önerisinin dışında oy kullanacak olanların sayısının da artacağını düşünüyorum. MHP içinde “Hayır” diyeceklerin olduğu sadece söylenmiyor, bazı milletvekillerinin ve genel başkan adaylarının yaptığı toplantılarla da görülüyor. Her parti içinde çok ya da az partisinin belirlediği oydan farklı oy kullanacağını söyleyen seçmenler bulunuyor. Değişiklik metinleri anlatıldıkça kararsızların sayısının giderek azalacağı görülecektir.

Bir başka gözlemimi de aktarmak istiyorum. Bu referandumda seçimlerde yaşanan coşku yaşanmıyor.
EVET için çağrı yapan milletvekilleri ile HAYIR için çağrı yapan milletvekilleri ya da parti liderleri televizyonlarda bir araya gelip konuyu görüşemiyor. Düşüncelerini paylaşamıyor. Yapılan kamuoyu yoklamalarından EVET diyenlerle HAYIR diyenler arasındaki oy farkının çok fazla olmayacağı anlaşılıyor. Bu durum referandum sonrasında sonuçların tartışılmasına neden olabilir. Oysa bizim ekonomik sorunlar üzerine yoğunlaşmamız, dış ilişkileri düzenlememiz, yakın komşularımızla sorunlarımızı çözmemiz, AB ilişkilerine yeniden hız kazandırmamız gerekiyor. Bunun için ulusal barışa ve dayanışmaya büyük ihtiyacımız var.

Her yazımda yaptığım çağrıyı bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Ayrışmayalım, birleşelim. Aynı geminin yolcularıyız. Cumhuriyetimiz ilelebet yaşasın. Bölünmez bütünlüğümüz korunsun. Toplumsal barış ve dayanışma güçlensin. Ne olur germeyelim, gerilmeyelim. Olgunluk içinde referandumu tamamlayalım.



24 Şubat 2017 Cuma

GERMEYİN GERİLMEYİN


Bana bugün en temel ihtiyacımız nedir diye sorsalar, `Yurtta Barış Dünyada Barış` derim.


Barış, kardeşlik, dayanışma özlemimi dile getiririm. Özellikle yurdumuzda dayanışmaya büyük ihtiyacımızın olduğunu, gerginliklerden kaçınmamız gerektiğini söylerim. Birbirimizi germeyelim gerilmeyelim derim.

İnsanlar suskun. Yüzlerde umut ve gülümseme yerine, bıkkınlık ve karamsarlık var. Umutsuzluğu umuda dönüştürecek olan yeni projeler üretecek olan bu ülkenin politikacılarıdır. İnsanlarımızın yaşam koşullarını iyileştirecek önlemler almalıyız. Giderek artan işsizlik sorununa çözümler bulmalıyız. Devletin ve özel sektörün kartopu gibi büyüyen borcunun nasıl ödeneceğini anlatmalıyız. Millet mutlu ve gelecekten umutlu duruma getirilmeli.

Nereye gidiyoruz sorusuna cevap arayanların sayısı giderek artarken, verilen cevaplar tatmin edici olmalı. Soruların çoğu yanıtsız kalıyor. Gerçekten nereye gidiyoruz?

Geçtiğimiz yıl usta sanatçı Leven Kırca'yı yitirmiştik. Aramızdan ayrılırken bıraktığı veda mektubunda "Atatürk'le kalın. Cumhuriyetle kalın" diye yazmıştı. Mektubunu defalarca okumuştum. Kırca'nın gördüğü iki önemli değer, Atatürk ve kurduğu cumhuriyet. Atatürk'le kalın, cumhuriyetle kalın diyordu Kırca. Bu ülkenin Atatürk’ü sevdiğini biliyorum. Atatürk bizim ortak bileşenimizdir. Atatürk’le kalmak, “Yurtta Barış Dünya’da Barış” demektir. Barış için çalışmaktır. Hemen hemen her yazımda içinde bulunduğumuz dönem, ayrışma değiş birleşme dönemidir diye yazıyorum. Hoşgörü ve uzlaşma öneriyorum.  Millet olmak kederde ve kıvançta birlik olmaktır. Birlik olalım diyorum. Birlikten kuvvet doğar diyorum. Bağlarımız ortak değerlerimizdir. Ortak değerlerimiz ne kadar çoksa o kadar güçlüyüz demektir.

İhtiyaç duyduğumuzda ortak akıl, ortak hedef belirleyebiliyor muyuz? Cevabınız evetse biz bir milletiz. Ve cumhuriyette kalırız.
Şimdi önümüze bir referandum sandığı konuluyor. Yapılan anketlerde, seçmenin ne için oy kullanacağını, EVET’in ne anlama geldiğinin HAYIR’ın ne anlama geldiğinin yeterince bilinmediği görülüyor. Araştırmalı düşünmeli ve oyumuzu ona göre kullanmalıyız. Bu oylama siyasi partileri bağlılıklarımızı aşan bir oylamadır.
Kurumaya yüz tutan köklerimize yeniden can suyu vermeliyiz. Birbirimize korkuyla değil sevgiyle bağlanmalıyız. Huzuru silahla değil, insana saygıyla, korkuyla değil sevgiyle sağlamalıyız.
Barış, kardeşlik ve dayanışma, yaşam biçimine dönüşmeli ülkemizde.
16 Nisan'da sandığa gideceğiz. 16 Nisan’da bizi yönetecek olanların seçimi yapılmayacak. Yönetim sistemi oylanacak. Bir daha altını çizerek söylüyorum. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Aile içinde, eşler ve kardeşler arasında farklı oy kullananlar olabilir. Bu birbirimize düşmanca bakmamızı gerektirmez. Birbirimizi ağır biçimde suçlamamızı gerektirmez. Çünkü biz aynı ülkenin yurttaşları olarak birlikte yaşamayı ortak sorunlarımıza ortak çözümler aramayı sürdüreceğiz. Bir referandum yapıldığına göre evet diyenler de olacaktır hayır diyenlerde, evet için çalışanlarda olacaktır, hayır için çalışanlarda. Önemli olan, bu çalışmaların toplumu germeden gerilmeden toplumun huzurunu bozmadan barış içinde yapılmasıdır.  Sorun soruşturun oyunuzu bilerek kullanın. Cumhuriyetimizin demokrasi ile taçlanmasına ve ilelebet güçlenerek yaşamasına katkıda bulunun.

Barışa kardeşliğe dayanışmaya çok ihtiyacımız var. Germeyin gerilmeyin.



17 Şubat 2017 Cuma

NUTUK OKUYALIM


Son günlerde, Nutuk yeniden gündemde, yeniden dillerde, yeniden gönüllerde. Nutuk okuyanlar çoğalıyor. Yeni baskıları yapılıyor. Birçok belediye kurum ve kuruluş ücretsiz dağıtıyor.

Nutuk ayrıca devlet tarafından da bastırılıp öğrencilere ve halka ücretsiz dağıtılmalı bence. Cumhuriyetin kuruluş öyküsü, kaynağından, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ten öğrenilmeli. Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğini kuramazlar.

Nutuk Türkiye Cumhuriyetinin tarihidir. Her zaman, yurttaşlarımızın başucu kitabı olacak ve bu ülkenin tarihini bilmek isteyenler tarafından okunacaktır. Nutuk’un yazarı Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Nutuk’ta 19 Mayıs 1919’dan başlayarak 1927’ye kadar olan tarih dilimi anlatılmaktadır. Bu dönem üç bölümde ele alınmıştır. Birinci bölümde Kuvay-i Milliye (Ulusal güçler) Dönemi, bu bölümde Türkiye Devleti’nin kuruluşu anlatılıyor.  “Hedef, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu da tam bağımsız olmakla sağlanır. Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan ileriye gidemez. Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksektir. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Öyleyse parola bellidir: Ya bağımsızlık ya ölüm” deniliyor.

Atatürk Samsun’a çıktığı anda ülkenin genel durumu; Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk savaşta yenilmiş, koşulları çok ağır bir ateşkes imzalanmış, ulus yorgun ve bitkin bir durumdadır. Ulusu ve ülkeyi savaşa sürükleyenler yurttan kaçmış, ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmaktadır. Yapılacak iş ülkeyi kurtarmak ve ulus egemenliğine dayanan kayıtsız şartsız yeni bir devlet kurmak için çalışmalıyız diyen Atatürk, izlediği politikayı, karşılaştığı güçlükleri bunalımları ve çatışmaları anlatmaktadır Nutuk’ta. Bu haliyle Nutuk, sömürgeci devletlerin altında yaşayan uluslara kurtuluş yolunu gösteren bir yapıt özelliği de taşımaktadır.

İkinci bölümde Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’de açılışını anlatılıyor. Meclis açıldıktan sonra tüm askeri ve sivil makamların ulusun başvuracağı en yüce katın Meclis olacağını belirtiyor. Meclis savaş yıllarında bile açık tutuluyor tüm kararlar mecliste alınıyor.

Üçüncü bölümde Atatürk, 20 Ocak 1921 tarihli anayasada değişiklik yaparak birinci maddenin sonuna “Türkiye Devletinin Hükümet Biçimi Cumhuriyet’tir” cümlesinin eklendiğini ve yapılan Meclis toplantısında Anayasanın değiştirilmesi ile ilgili maddenin kabul edildiği anlatılıyor. Toplantı sonunda yasa birçok milletvekilinin  “Yaşasın Cumhuriyet” söylemleri ile kabul edildi ve böylece 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş oldu.

Nutuk sömürge ulusların bağımsızlıklarını kazanmaya yardımcı olacak bir program niteliğindedir. Bu eser okunduğunda Türk kurtuluş savaşının bir askeri savaş olduğu kadar bir düşünce savaşı da olduğu görülmektedir. Nutuk’ta onurlu, bağımsız, çağdaş bir devlet ve toplum olarak yaşaması için yapılanlar belgeleriyle açıklamaktadır. Atatürk bu eserinde, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatıyor. Atatürk Türk gençliğine bıraktığı kutsal armağanı şu sözlerle noktalamıştır: “Bu uzun ve ayrıntılı sözlerim tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür, burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtmiş isem kendimi mutlu sayacağım”. Nutuk, yeni Türkiye devletinin nasıl kurulduğunu merak eden tüm insanlarımızın okuması gereken bir başucu eseridir. Bundan dolayı siyasi yaşantımızda olduğu kadar, devlet felsefesinde de kullandığımız en baş eserdir.

Her yurttaşımız özellikle gençlerimiz Nutuk okumalı, özümsemeli ve hatta Ey Türk Gençliği diye başlayan bölümü ezberlemeli ezberletmelidir.



10 Şubat 2017 Cuma

EVET Mİ, HAYIR MI?

Büyük bir olasılıkla 16 Nisan 2017 tarihinde referandum var.

Anayasa değişikliği için oy kullanacağız.
EVET diyenlerde olacak, HAYIR diyenlerde.
EVET diyenlerde bu ülkenin yurttaşı HAYIR diyenlerde.
Eşlerin, kardeşlerin, çocuklarınızın, komşularınızın oyu farklı olabilir.
EVET diyenin HAYIR diyeni, HAYIR diyenin EVET diyeni suçlama düşman gibi görme ve gösterme hakkı yoktur olmamalıdır.
Sonuç EVET te olsa HAYIR da olsa ülkemizi zor günler bekliyor.
Zor günler ayrışarak değil, birleşerek aşılır.

Bu ülkenin yurttaşları olarak biz hepimiz aynı geminin yolcularıyız.
Yakın komşularımızla ve birçok ülkeyle sorunlar yaşarken bu sorunların ancak ulusal dayanışma içinde, Çanakkale’de olduğu gibi, Kurtuluş Savaşında olduğu gibi, Kıbrıs’ta olduğu gibi aşılabileceğini bilmeliyiz. EVET diyenlerle HAYIR diyenler, aynı çatı altında iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşam sürdürecekler. Karşılaştıklarında selamlaşacaklar. Zora düştüklerinde yardımlaşacaklar. Bunun böyle sürmesi için söylemlerimize dikkat etmeliyiz. Kırıcı değil, yapıcı olmalıyız. Haberleri izlerken liderlerin birbirlerine söylediklerini duyunca içim kararıyor. Filmlerin televizyonlarda gösterilmesi sırasında gerektiğinde 7 yaş ve üstü izleyebilir uyarısı konulduğu gibi, haberlerde de benzer uyarılar konsa diye düşündüğüm oluyor bazen. Keşke çocuklarımız haberleri izlemese diyorum…

Gönül, ulusal sorunları ulusal dayanışmayla aşalım istiyor.
Gönül, siyasi parti liderlerinin bir masa etrafında buluşmasını arzuluyor.
Gönül, Cumhurbaşkanının “Ben cumhurun başkanıyım, hepinizin başkanıyım, tüm yurttaşlarımın başkanıyım diyerek” siyasi parti liderlerini bir masa etrafında toplamasını istiyor.
Bir yurttaş olarak benim dileğim bu. Benim dileğim, germe gerilme değil, benim dileğim uzlaşma.

Referandumun sonucu EVET olsa da HAYIR olsa da ülkemizi zor günler bekliyor dedim yazımın girişinde. Sizce de öyle değil mi?  İşsizlik giderek artmıyor mu? Birçok fabrika, kurum, kuruluş sorun yaşamıyor mu? Satışlar azalmadı mı? Üretim düşmedi mi? Evet, sorunlar var. Bu sorunlar birlik ve dayanışma içinde daha kolay aşılır. 15 Temmuz sonrasında siyasi partilerin genel merkez ve il binalarına dev bayraklar ve Atatürk posterleri asılmadı mı? Her ulusal bayramda asılsa bir şey kaybetmeyiz ama çok şey kazanırız. Tasada ve sevinçte birlik olabileceğimizi anlar geleceğe daha güvenle bakarız.

Yurttaşlar olarak, ayrı siyasi partilere oy veriyor, referandumda farklı oylar kullanıyor olabiliriz. Demokrasi bu zaten bu değil mi? Demokrasinin bir tanımı da çoğunluğun dediğinin olması değil, azınlığın haklarının korunması değil midir? Bu toplum ayrı partilere oy verir ama söz konusu vatanı, söz konusu demokrasiyi ve cumhuriyeti korumak olduğunda dedelerimizin yaptığı gibi omuz omuza savaşmayı bu ülke için can vermeyi bilir. Germeyin gerilmeyin ne olur. Bu güzel coğrafyada gözü olanlar var. Sorunlarımızın ağırlaşmasına sevinenler var. Bizim yurttaşlar olarak, bir olmamız, iri olmamız, diri olmamız gerekiyor. Ayrışma yerine birleşmemiz gerekiyor…

Yazımı bir Yunus Emre dörtlüğü ile noktalamak istiyorum.
Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz.


3 Şubat 2017 Cuma

BİZ OLABİLMELİYİZ


BEN BEN DİYE BAŞLAMA SÖZE NE OLURSUN. BEN BEN DEDİKÇE BİL Kİ SEN YOK OLURSUN.

Sürekli olarak söze "ben ben" diye başlayan insanlar, bir süre sonra çevrelerinde "sen" diyebilecekleri insan kalmadığını görürler. Bu tür insanlar kalabalıklar içinde yalnız kalırlar. "Ben merkezli" bu bencil insanlar, zengin olmayı paralarını çoğaltmayı becerirlerde, çevreleriyle birlikte çoğalamazlar. Belki çok paraları olur ama çok dostları olmaz hiçbir zaman. Paraları çoğalırken sevenler azalır. Paraları çoğalırken sorunları da çoğalır. Böyle insanlar çevremizde çoktur. Bu insanlara saygı yerine korku ile bakılır ve bu tür insanlardan uzak durulmaya çalışılır.

Birlikte yönetim ve yönetimde paylaşım kavramları hayata geçirilememektedir. Ülkelerin çoğunda demokrasi yolunda henüz emekleme aşamasından, ayakları üzerinde durma ve dayanaksız yürüme aşamasına gelemediğinden, insanlar ya güden, ya da güdülen olmanın dışında, birlikte yönetim, birlikte yaşam, eşitlerin birlikteliği gibi kavramları uygulamak bir yana düşünüp tartışmıyorlar bile.

Üç beş kişi bir araya gelindiğinde, hemen bir kişi yöneten olmak diğerleri de yönetilmek istiyor. Birlikte Yönetim, Birlikte Üretim, Birlikte Bölüşüm kavramlarını geliştirmemiz gerekiyor. İki kişi bir araya gelindiğinde, birisinin biraz yukarda diğerinin aşağıda duruş almasına hiç gerek yok. İki kişi yan yana durabilmeli, konuşup karar üretebilmeli ve ortaklaşa çalışabilmeli. Uzlaşma kültürü gelişmeli. Çektiğimiz sıkıntıların kökeninde birlikte iş görme alışkanlığının geliştirilememiş olması yatıyor. Şirketlerimize bakın, “Aile Şirketi” boyutunu aşamıyor. Birçok şirket aile şirketi olarak bile yönetilemiyor. “Bir kaşık aşım, dertsiz başım” deniliyor. Ortaklıklardan uzak duruluyor. Tek kalmanın yararlı olacağı savunuluyor genellikle. Bunların tümü kökten yanlış. Birlikteliğin yürümemesi, birlikte olmanın kötülüğünden değil, birlikteliğin yürümemesi, birlikte olmak için bir araya gelenlerin beceriksizliğinden.

Birlikte olmak için, yola çıkan insanlar, ikide bir söze  “ben” diye başlamayacaklar. Arkadaşları üzerinde baskı uygulamayacaklar. Kendisinin hoşlanmayacağı davranışları karşısındakine yapmayacaklar. Beraberliklerinin eşitlerin beraberliği olduğunu unutmayacaklar. En önemlisi içten pazarlıklı olmayacaklar. Özverili ve haktanır olacaklar.  Grup yararını kişisel yararlarının üstünde tutacaklar.

Bireysel olarak kazanmak, bir kişiyi belli bir süre mutlu edebilir. Ancak bu mutluluk sürekli olmaz. Dünyayı ele geçirseler, sıra Ay’a, Mars’a, diğer gezegenlere ne zaman gelecek diye düşünmekten, yaşamı anlamaya ve yaşamaya zaman bulamazlar. Bu tür insanlar inanın sürekli mutluluğu hiç bulamazlar.

Birlikte yaşamak, birlikte üretmek, hakça bölüşmek, eşitlerin arasında kendini eşit görmek insanı yabancılaşmaktan ve yalnızlıktan kurtarır. “Biz” demenin “Ben” demekten daha güzel olduğunun farkına vardığımız zaman sürekli mutluluğa ilk adımı atmış oluruz. Düzen bizi “ben” demeye ve ben merkezli olmaya zorluyor. Ya düzene yenilip, “ben” kalacağız, ya da “biz” demeyi başarıp, paylaşmanın ve yaşamanın tadına varacağız.



27 Ocak 2017 Cuma

HOBİ BAHÇELERİ - Domatesi Dalından Koparmak...


Sebze fiyatlarını bölgeler ve iller arası nakliyenin ve aracıların yükselttiği biliniyor.

Tüketicilerin sebzeleri daha uygun fiyata alabilmesi nasıl sağlanır sorusuna yanıt bulmalıyız. Bunu sağlamanın etkili yollarından birisi de vatandaşın ihtiyacı olan sebzeyi kendisinin yetiştirebilmesi yolunun açılmasıdır. Sebzeleri kentlerde oturanların kendisinin yetiştirebilmesi, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Kent Bahçeleri de denilen Hobi Bahçeleri ile mümkün olabilir. Burada anahtar sözcük Hobi Bahçeleri…

Avrupa Birliği, Hobi Bahçelerinin yapımı için İPARD (Katılım Öncesi Yardım Aracı) ve TKDK (Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu) aracılığı ile hibe desteği vereceğini yurttaşlara duyuruyor. Ancak ülkemizde Hobi Bahçelerinin yapımını sağlayacak yasal altyapı olmadığı için bu destekten kimse yararlanamıyor. Bu konudaki eksiklik biliniyor bilinmesine de ancak nedense bir türlü giderilmiyor. Kaynak var, istek var ancak yasal dayanak yok. Ülkemizde olmayan başka bir şey daha var, bakanlıklar ve bakanlıklardaki birimler arasında koordinasyon yok. Yapılacak iş çok basit: Bir yetkili talimat verecek. Hobi bahçeleri için bir yönetmelik hazırlanacak ve yürürlüğe konulacak. Bir de, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı denetiminde hobi bahçelerinin kurulup sürdürülebilmesi için Hobi Bahçeleri Kooperatifi Ana Sözleşmesi hazırlanacak o kadar.

Topraktan ve doğadan kopup kentlerin beton yığınları içinde sıkışıp kaldık. Yoğun iş temposu ve giderek gelişen teknoloji ve kablosuz iletişim araçlarının yarattığı elektromanyetik kirlilik nedeniyle stres, depresyon, panik atak gibi rahatsızlıkların çoğaldığını görüyoruz. Kentlerimizde fiziki çevre ile sosyal çevre sürekli etkileşim içinde. Yapılan tüm araştırmalar, insanın içinde yaşadığı fiziksel çevrenin sağlığı ve mutluluğu için önemli olduğunu kanıtlıyor.  Kentlerde beton yığınları arasında sıkışıp kalan insanlar için, Yeşil Terapi olarak adlandırabileceğimiz, toprakla meşgul olmak, iyi tasarlanmış, bahçelerde üretim yapmak öneriliyor.

Yaklaşık üç yıldır, çalmadığım kapı kalmadı. Ancak, Hobi Bahçeleri konusunda yaptığımız girişimlerin tümü sonuçsuz kaldı. Bizi dinleyenler hep “haklısınız” dediler demesine de gerekli düzenlemeyi bir türlü yapmadılar. Görüştüklerimin tümü, sorumluluk yüklenerek, çalışarak, sorun çözmek yerine, sorunu ötelediler. Hem “Hobi Bahçelerine hibe veriyoruz” deniliyor. Hem de hobi bahçelerinin yapılmasını sağlayacak düzenleme yapılmıyor. Bundan çok güzel bir Aziz Nesin öyküsü çıkarılabilir diye düşünüyorum. Girişimlerimden bir sonuç alamazsam, öykünün yazılmasına başlarım herhalde. Öykü mü olur roman mı olur bilmiyorum. Belki film bile olur.

Biz, kentlerde yaşayanlar olarak doğayı, yeşili, bitki ekip biçmeyi, domatesi dalından koparmayı çok özledik. Ve çözüm olarak, hobi bahçelerini görüyoruz. Hobi bahçeleri aile ekonomisine katkı sağlarken sağlıklı beslenmenin ve sağlıklı yaşamın yolunu da açmış olacaktır.


İçinde ufak bir kulübenin de olacağı 150 metrekareden büyük olmayan bir alanda, büyük bir ailenin tüm ihtiyacını karşılayacak sebze üretimi yapılabilir.

Hobi Bahçeleri konusunda BİMER’e (Başbakanlık İletişim Merkezi) yaptığım başvuruya, birçok ilgili kurum ve kuruluştan görüş alındıktan sonra, “Öneriniz, yapılacak ilk düzenlemede dikkate alınacaktır” denildi. Ancak bugüne kadar hiç bir düzenleme yapılmadı. Şimdi de konuyu Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezine yazdım. Önerim, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına iletildi. Bakalım daha nereleri dolaşacak ve ardından nasıl yanıt verilecek?  Sonucu merakla bekliyorum. Birde Ankara’ya gidip ilgililere ulaşmaya çalışacağım. El attığım her işi sonuca ulaştırmadan mutlu olamıyorum. Benim yaşamımda vazgeçmek gibi bir sözcük olmadı hiçbir zaman. Sonuç alana, ülkemizde hobi bahçelerinin kurulmasının yolu açılana kadar mücadeleye devam edeceğim.

Her düzeydeki ilgililerin ve yetkililerin katkılarını bekliyorum. Gelin bu sorunu birlikte çözelim. Sorun çözmenin coşkusunu da birlikte yaşayalım. Domatesi dalından koparmak için Hobi Bahçelerinin kurulmasının yolunu açalım…



20 Ocak 2017 Cuma

ŞİİRE TUTUNMAK


Her hafta, köşemde ne yazayım diye düşünürken, arada bir şiir yazmak geçiyor içimden.

Keşke diyorum, şiire daha çok zaman ayırabilsem. Ancak, kolay olmuyor. Zaman olsa sözcüklerle oynaşsam, yeni anlamlar yüklesem sözcüklere, tuğlaları koyduğumuz gibi üst üste sözcükleri dizebilsem, küçük notlar düşsem yaşadığımız günlere diyorum, diyorum da olmuyor işte. Önceden yazdığım şiirler vardı, çoğunu bulamıyorum şimdi. Keşke yazdıklarımı paylaşsaydım diyorum. Zaman bulabilsem oturup yeni şiirler yazacağım. En kıt kaynağım zaman. Hızla akan bir nehir gibi, gitti gidiyor. Hayatı anlamadan, düşündüklerimizin çoğunu yapamadan ömür bitiyor…

SPİL’İN ZİRVESİNDE

Spil’in zirvesinden kuzeye,
Gediz Ovası`na bakıyorum.
Gediz ağlıyor,
Ben ağlıyorum.
Spil’in zirvesinden kuzey doğuya,
Bereketin ve doğurganlığın,
Taş kesilmiş anası,
Niobe’ye bakıyorum.
Susuyorum.
Spil’in zirvesinden kuzey batıya,
Taşa dönüşen Niobe’ye bakıyorum.
Taşlaşmış yürekler geliyor aklıma,
Kahroluyorum.
Spil’in zirvesinde susuyorum.
Sesinizi duyamıyorum.
Spil’in zirvesinde ağlıyorum.
Spil’in zirvesinden görüyorum.
Pelops atlı arabasını sürüyor batıya doğru,
Tantalos’un fildişi omuzlu yiğit oğlu,
Uygarlık ekiyor.
Spil’in zirvesinden,
Bakıyorum.
Susuyorum.
Ağlıyorum.
Üşüyorum.
Yorum, yorum...
Bi yorum yapamıyorum.

Spil’in zirvesinde,
Yalnız başıma ağlıyorum,
Sizi duyamıyorum.


13 Ocak 2017 Cuma

DEĞİŞİM


Bazen birçok konu varken, yazacak konuyu seçme konusunda zorlanıyorum.


Hani sözün bittiği yerdeyiz deniliyor ya, bende yazacak konunun tükendiği yerde olduğumu düşünmeye başlıyorum.  Aklıma gelen güncel konuların tümü, üzerine yazılan konuşulan konular. Birde ben yazsam ne olacak deyip vazgeçiyorum.  Sonunda daha önce birkaç kez değindiğim, değişim üzerine yazmaya karar verdim.

Değişmeyen tek şey değiştiğimiz. Hızla değişiyoruz. Değişimin hızı da giderek artıyor. Değişimi yönlendirenler var. Değişimden etkilenenler var.  Değişimin farkında olanlar var; olmayanlar var. Önemli olan değişimi önceden fark edip önlemleri ona göre almak,  bir başka söyleyişle değişime hazırlıklı olmak, hatta yapabiliyorsak değişimin düzenleyicisi olmak. Toplum olarak, değişimi yeterince algıladığımızı buna göre planlar yapmakta olduğumuzu bilmiyorum görmüyorum. Değişimin ne önündeyiz nede içindeyiz gibime geliyoruz. Değişimin içinde ya da önünde değilsek, bunun anlamı bir yerlere sürüklendiğimizdir.

Neler değişiyor? Her şey değişiyor. İletişim ve ulaşım araçları değişiyor. Bu değişme diğer değişim ve dönüşümleri hızlandırıyor. Bu köşede Endüstri 4.0 başlığı altında değişimin sanayinin dördüncü aşamasında yaşanmakta olduğu yazmıştım. İlgi gören bir yazı olduğunu geri dönüşlerden anladım.

Değişimin yönü daha iyiye, daha güzele doğru olmalı. Benim değişimden anladığım bu.

Uzun bir girişten sonra,  anlatmak istediğim esas konuya gelmek istiyorum. Üretim biçimi kökten değişiyor. Akıllı robotların fabrikalarda görev yüklenmesine az kaldı. Alışveriş anlayışımız değişiyor. Satın almanın yerine kullandığımız kadar ödeyeceğimiz kiralama biçimleri gelecek. Araçlarda kiralama yaygın biçimde kullanılmaya başlandı bile. Pazarlama teknikleri ve biçimleri değişiyor. Köşe başlarındaki bakkal amcalar yok oluyorlar birer birer.  Kentin gelişen kesimlerinde bu değişim daha hızlı oluyor. Kapanan bakkal dükkanlarının yerini, ulu marketler alıyor. İnsanlar gelişen iletişim ve ulaşım araçlarını kullanıyorlar pazarlamada. Yakında siparişi veren programlarla donatılmış buzdolapları üretilmeye başlanacak.  Kentimizde de, her türlü ürünü bir arada bulabileceğimiz, ihtiyacımızın tümünü karşılayabileceğimiz büyük alışveriş merkezleri ardı ardına açılıyor. Tüm aile fertleri birlikte gidebiliyorlar bu tür büyük marketlere. Bu değişimi görmesi gerekenlerin başında, kent ve konut planlamacıları geliyor. Kent içinde yapılan konutların altına küçük küçük dükkanlar yapma devri kapandı artık. Yeni kentler, yeni yerleşim yerleri planlanırken de,  küçük parseller yerine,  her ürünün birlikte pazarlandığı, geniş otoparkları olan yerler planlanmalıdır. Değişim bu yönde. Bir gün gelecek bu da değişecek. İnsanlar alışveriş için evlerinden çıkma gereğini duymayacaklar. Alışverişlerini internetle yapacaklar. Siparişleri evlerinin kapısına kadar getirilecek. Elektronik pazarlama başlayacak. Elektronik para kullanılacak. Ancak, hiper marketler dönemi uzun bir süre daha yaşamımızı yakından etkileyecek.

Değişimin, dönüşümün gerisinde kalmayalım. Değişimden dönüşümden etkilenen değil, değişimi etkileyen hızlandıran olalım. Her konuda değişim var. İlimiz tarım da büyük bir değişimin nefesini ensesinde duymaya başladı bile. Birçok insan tarımdan kopacak. Birçok insan tarlalarını bırakıp kente göç edecek. Birçok insan,  on-onbeş dönüm toprakta tarım yapma yerine kentteki kapıcılığı tercih edecek. Tarımcı değişecek, tarımın yapısı değişecek. Tarım işletmeleri daha da büyüyecek. Ancak işletme sayısı azalacak. Hızla değişiyoruz ey millet. Bugün yine dün düşündüğümüz gibi düşünüyorsak, bu bir meziyet değil bu bir eksikliktir. Değişiyoruz. Değişmeyen tek şey, hızla değiştiğimiz.




6 Ocak 2017 Cuma

UZLAŞMA


Uzlaşma bir kültürdür. Uygar insana uzlaşma yakışır. Uzlaşma uygarlıktır.


Bu ülkenin, evinde, mahallesinde, köyünde, kasabasında, kentinde her yerinde, en tepesinden en küçük birim olan aileye kadar uzlaşmaya ihtiyacı var. Demokrasi uzlaşmadan güç alır. Uzlaşma olmadan demokrasi olmaz. Ayrı düşünmek başka şey, ayrı durmak başka şey, ayrı düşünebiliriz ama ayrı duramayız. Aynı fikirde olanlar anlaşır elbet. Önemli olan ve olması gereken, farklı fikirlerde olup, birbirine saygı duyabilmesidir insanın. Bunu başardığımızda uzlaşma kolaylaşır…

Biz aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Biz aynı geminin yolcularıyız. Gemi batarsa hepimiz batarız. Geminin kaptan köşkü de batar; en altındaki sintine bölümü de batar.  Bu ülkede uzlaşma kültürünün gelişmesi gerekiyor. Sözün yerini, yumrukların aldığı ortamda uzlaşma olmuyor. Kavga ve uzlaşma aynı torbaya sığmıyor.

Ülkenin yöneticileri ayrıştıran değil birleştiren olmalıdır.  Ülkenin ve yurttaşların tümünü kucaklamalıdır. Belediye Başkanları da öyle, bir partinin adayı olurlar ama seçildiklerinde tüm kentin başkanıdırlar artık. Tüm yurttaşlara eşit yakınlıkta olmaları gerekir. Yoksa uzlaşma zorlaşır, uzlaşmanın yerini dayatma alır.  Partiler fikir kulüpleri gibi olmalı. Partiler ülkenin sorunlarına çözümler ve projeler üretmeli. Halkta projelere bakıp oy vermeli.

Mecliste atılan yumrukların değil, ülkenin aydınlık geleceği için atan yüreklerin sesi duyulmalı. Siyaset parayla değil, bilgiyle, halka gösterilen ilgiyle yapılmalı. Partiler arasında uzlaşma kültürünün gelişmesine, demokrasinin kökleşmesine ihtiyaç var. Eğer ülkemizde uzlaşma yaşayan bir gelenek haline gelirse, güçlü iktidarlar da başarılı olur, koalisyonlarda.

Siyaset yumrukla değil kafayla, öfkeyle değil sevgiyle yapılmalı. Terörün kurban aldığı ölümlerin olduğu yerlerde liderler toplu fotoğraf verebilmeliler. Tasada ve kıvançta birlikte olabilmeliler.
 “Benim dediğim dedik çaldığım düdük” denilen yerde uzlaşma olmaz. “Gelin yapılması gerekeni birlikte saptayalım” denilirse uzlaşma olur. Liderler en az iki üç ayda bir kez bir araya gelmeliler.
Birbirlerinin elini dostça sıkabilmeliler.  Söz konusu vatan, söz konusu cumhuriyet, söz konusu demokrasi olduğunda işbirliği yapabilmeliler.

Kavgayla gelen başarı kavgayı, uzlaşmayla gelen başarı uzlaşmayı özendirir. Barışa, dayanışmaya uzlaşmaya ihtiyacımız var. Sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütmeye ihtiyacımız var. Bir siyasi partinin üyesi olmak diğer siyasi partilerin düşmanı gibi davranmayı gerektirmez. Tek ihtiyacımız var: Uzlaşma, sadece uzlaşma. Uzlaşmayı halk olarak biz istersek, siyasiler de istemek zorunda kalırlar. Haydi o zaman, uzlaşmak için, işbirliği ve dayanışma için uzat elini.

Liderler ve hepimiz kendimize “ben nerede hata yaptım” sorusunu sormalıyız ara sıra. Başarılarını dillendirdikleri gibi hatalarını da açıkça söyleyebilmeliler. Özeleştiri yapabilmeliler. Unutmayalım bu ülkede uzlaşma kapısını aralamak çözüme, barışa, kardeşliğe, dayanışmaya ve aydınlığa kapı aralamaktır.



30 Aralık 2016 Cuma

YENİ YIL


Yeni yıldan ortak beklenti huzur ve istikrardır.


Yeni yıldan beklenti akan kanın durmasıdır.
Yeni yıldan beklenti terör ve şehit haberlerinin olmamasıdır.
Yeni yıldan beklenti uzlaşma kültürünün yaşantımıza girmesidir.
Kitap okuyanların azaldığı ortamda meydan okuyanların çoğaldığını biliyor ve görüyoruz.
Yeni yıldan beklenti meydan okuyanların yerine kitap okuyanların çoğalmasıdır.
Yeni yıldan beklenti eğitim kalitesinin yükselmesidir.
Yeni yıldan beklenti, duyarsız yurttaşlar yerine soran sorgulayan araştıran yurttaşların çoğalmasıdır.
Yeni yıldan beklenti barış kardeşlik ve dayanışmanın güçlenmesidir.
Yeni yıldan beklenti yurtta barışın dünyada barışın hayata geçmesidir.
Yeni yıldan beklenti, bizi yönetenlerin aklını başına alarak, günü kurtarma çalışmaları yerine gelecek planlarını kotarmaları, mutlu ve aydınlık bir geleceğin önünü açmalarıdır.

2016 yılı sonunda yaşanan sorunlar 2017 yılını da etkileyecektir mutlaka. Bize düşen, olumsuz etkiyi hasarsız kazasız belasız atlatarak mutlu günlerin büyük ve güçlü Türkiye’nin geleceğini planlamaktır.

Terör, savaş, giderek artan işsizlik, kapanan işyerleri fabrikalar, uzun süren mahkemeler, dolan hapishaneler ve OHAL, kalitesi giderek düşen eğitim, büyüyen tedirginlik, umutsuzluk 2016’da kalsa diyorum. 2017 umutla güzelliklerle gelse diyorum.

Yakın geçmişte askerler içerdeydi şimdi askerleri içeri atanlar içerde. Keşke, bu böyle devam etmese; Ülkemiz yararsız çekişmelerin kısır döngüsüne düşmese. Kin ve nefreti yüreklerimize yük etmesek, yüreklerimizde sevgiye yer kalsa.

31 Aralık’ın 1 Ocak’tan hiçbir farkının olmadığını biliriz bilmesine de, yine 31 Aralık’ı eskimiş sayıp 1 Ocak’a anlam ve umut yükleriz, oysa anlamlı olan 1 Ocak değil, anlamlı olan 1 Ocak’a anlamlar yükleyen insanın kendisidir. Anlamlı olan yaşama anlam ve umut katan insandır. İnsanın kendisidir. Gelen yeni yıl değil. Biz istersek her yeni günde umudu filizlendiririz yüreğimizde. Haydi, bırakalım kısır çekişmeleri, el ele verelim, demokrasimizi güçlendirelim. Ortaçağ karanlığını değil, bilimin aydınlığını getirelim ülkemize. Biz bunu yaparız. Ulusal Kurtuluş Savaşında yaptığımız gibi yaparız. Çanakkale’de yaptığımız gibi yaparız. Biz bunu yaparız.

1 Ocak’ta insanlar, gelecekten beklentilerini geçirirler akıllarından, yaptıkları hataları yinelememe kararı alırlar. Yaşamlarına çeki düzen vereceklerini düşünürler. Bence liderler, kendilerine “Ben nerede hata yaptım?” sorusunu yöneltmeliler. Ve bu soruya açık yüreklilikle yanıt verip ona göre politikalarını yeniden gözden geçirmeliler. Burası önemli liderin görevi sadece kendini, yakın çevresini ve koltuğunu düşünmek, günü kurtarmak değil, ülkenin aydınlık geleceğini kurmaktır. Liderin görevi sadece kendisini ve çevresini korumak değil, ülkenin bütününü yurttaşların tümünü kucaklamaktır. Zaman ayrışma değil, birleşme zamanıdır. Ayrışanlar değil, birleşenler kazanacaktır. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Birleşenler kazanacaktır.

2017’de hepimiz barış dersek barış olur. Bunu inanarak söylüyorum. Türkiye iktidarıyla muhalefetiyle yürekten barış desin toplumsal barış olur. 2017’de uzlaşma kapısını aralayalım. Uzlaşma kültürünü ülkemize getirelim.

Evimizde, mahallemizde, kentimizde ve ülkemizde yapacak çok işimiz var. Yeni umutlarla girdiğimiz yeni yılda, Manisa için, düşünce atölyesi gibi çalışacak yeni bir düşünce platformu oluşturalım. Geçtiğimiz yıllarda, Manisa Düşünce Atölyesi’ni toplamış ve güzel düşünceler projeler üretmiştik kentimiz için.  Bıraktığımız yerden başlamalı, Manisa Düşünce Atölyesi çalışmasını, kentin yöneticilerinin de desteği ile sürdürmeliyiz. İnsanlarımız yarınlarımızı düşünsün. Korkumuz düşünenlerden değil, düşünmeyenlerden olsun.

Yeni yılımız kutlu mutlu umutlu olsun…


 
back to top