Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

28 Nisan 2022 Perşembe

DOĞUM GÜNÜM

27 Nisan benim doğum günüm. 77’yi tamamlayıp 78’e giriyorum. Yaş 75 yolun yarısı demeye devam ediyorum. İşim biterse işim biter biliyorum. Çalışmaya projeler üretmeye devam ediyorum.  Pozitif bir insanım. Her günün çeyreğini gülerek, güldürerek geçirmekten keyif alıyorum. Öfke patlamalarım oluyor zaman zaman. Özür dilemeyi, empati yapmayı ihmal etmiyorum. Kafayı taktım mı bir işi vazgeçmiyorum.

Hayattan keyif alıyorum.  Seviyorum, seviliyorum, mutluyum. Doğum günümü kutlayanlara, kutlayacak olanlara gönülden teşekkür ediyorum…

Okuması ve yazması olmayan babam, bana hep “27 Nisan 1945 Cuma günü doğdun” diyordu. Araştırdım 27 Nisan 1945 tarihinin Cuma günü olduğunu gördüm.  Nurlar içinde kalsın babam, köye her öğretmen geldiğinde öğretmene beni götürüp “Eti sizin kemiği benim, ben okumadım keçi çobanı oldum, amele oldum, yanaşma oldum oğlum olmasın.” derdi.

Öğretmenlerim sayesinde okudum. Beni yatılı okullarda okutan devletime ve halkıma ödenecek bitmeyen bir borcum var. Onun için gecemi gündüzüme katarak bıkmadan usanmadan çalışıyorum.

YAŞADIĞIM SÜRECE İKİ ELİM KANDA OLSA BİLE ÇALIŞMAYA DEVAM EDECEĞİM  

Bir oğlum var adı İsmail. Bir kızım var adı Çiğdem. Akıllı ve çalışkan üç torunum var: Deniz, Defne, Güney.  Ve yıllardır bana katlanan eşim Birsen var. Bana katlanmanın zor olduğunu biliyorum katlanan dostlarıma ve çalışanlarıma teşekkür ediyorum. Hepsini çok seviyorum

Ve akrabalarım ve çok sevdiğim köylülerim ve hazinem saydığım dostlarım var. Ve üretimine katkıda bulunduğum binlerce konut ve Güzelyurt Mahallesi var. Ve üzerine titrediğim, taş üstüne taş koymaya yeni projelerle büyütmeye devam ettiğim, Yuntdağı kırsalında örnek ve öncü projemiz OBASYA var. Umut var, inanç var, azim var üretim var.

27 Nisan benim doğum günüm.  Kutlayanlara kutlayacak olanlara gönülden teşekkür ediyorum.

MEHMET YILMAZ’A TEŞEKKÜR EDİYORUM.

26 Nisan Salı akşamı Manisa Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Toplantısı Obasya’da AB hibesiyle yaptığımız Etkinlik Çadırında yapıldı ardından iftar yemeği yedik, meclis üyesi dostlarımız ve Manisa Ticaret ve Sanayi Odası’nın değerli çalışanlarıyla Obasya’da bir bayram coşkusu yaşandı adeta.

Manisa Ticaret ve Sanayi Odamızın çalışkan kadir bilir başkanı Sayın Mehmet Yılmaz’ın elinden, yaptığım çalışmaların anısına bir teşekkür şilti aldım.

Bütün güçlüklerine sıkıntılarına rağmen yaşamak güzel be kardeşim. Her geçen günün kıymetini bilelim. Çalışarak üreterek üretileni hakça bölüşerek yaşamaya devam edelim.




 

21 Nisan 2022 Perşembe

23 NİSAN’IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıyor.

Cumhuriyet giden yolda en büyük adım atılıyor. Sonra, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlansın diyar Gazi Mustafa Kemal Atatürk. 23 Nisan’ı coşkuyla kutlamaya başlıyoruz. Bir aralar bayrama dost ülkelerin çocukları da çağrılmaya başlandı. Bildiğim kadarı ile başka bir ülkenin bizimki gibi çocuklarına armağan edilmiş bir bayramları yok. Çünkü onların Atatürk gibi bir liderleri olmamış hiç.

23 Nisan’da çocuklarımız bir süre için, yönetici koltuklarına oturuyorlar. Bu yıl da öyle olacak. Geçtiğimiz yıllarda, bir öğrenci Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmuş ve ilk isteği, gelir dengesizliğinin giderilmesi ve ekonomik krizin çözümlenmesi olmuştu. Bu yıl da böyle bir istek gelebilir diye düşünüyorum. Türkiye Büyük Meclis Başkanı koltuğuna oturan çocuk, krizin aşılmasını sağlayacak yasaların hemen çıkarılmasını istiyordu. Çocuklar, bizi umutlarımızı büyütüyordu. Ancak, ne var ki, o koltuklara kısa bir süre için oturduklarını bildiğimiz için yeniden karamsarlık kaplıyordu içimizi.

23 Nisan’da bir törende Ulus’taki ilk TBMM Binasında yapılıyordu. İlk meclisin ağaç koltukları görülüyordu. Hey gidi hey, o mecliste, Cumhuriyet’in kurucuları gece gündüz çalışmışlar, dağılan bir imparatorluğun yerine Genç Cumhuriyet’in temellerini atmışlardı. Savaş yıllarında bile meclisin kapılarını açık tutmuşlardı. Meclis hep etkili olmuştu.

MİSTAFA KEMAL’E PARA YOK DUYORLAR, BULULUR DİYOR.

Meclisin açıldığı ve dağılan bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmaya karar verilen yıllarda, Mustafa Kemal’e “Para yok” diyorlar, “Buluruz” diyor, “Ordu yok” diyorlar, “Kurarız” diyor. Öyle yürekten inanarak söylüyor ki, “Buluruz “ ve “Kurarız” diye ulus inanıyor. Parayı da buluyorlar. Orduyu da kuruyorlar. Cumhuriyeti de kuruyorlar...

ULUSAL KURTULUŞ BİLİNCİ
YÜREKLERDE YENİDEN YEŞERMELİ.

İçine düştüğümüz ekonomik bunalımdan ancak ULUSAL KURTULUŞ mantığı ile çıkabiliriz. ULUSAL KURTULUŞ mantığında Ulusal Dayanışma vardır. Atatürk’ün önderliğinde, ulusal dayanışma yapıldığı için, Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan başarıyla çıkılabilmiştir.

Ulusal Ekonomik Kurtuluş Savaşı’ndan da başarı ile çıkmanın bir tek yolu var. Ulusal dayanışma yapmak. Ulusal dayanışma için yeniden Anadolu Sentezi gerekiyor. Yeniden el ele omuz omuza vermek gerekiyor. Yeniden kucaklaşmak gerekiyor. Yüreklerden kin ve nefreti atmak gerekiyor…

Hey, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bir an için, Ulusal Kurutuluş Savaşı’nı düşünün, savaşta bile kapıları kapatılmayan meclisi düşünün. Düşünün ve on beş günde on beş değil yüz on beş yasa çıkarmak için sıvayın kolları, Atatürk’e ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’e yaraşır milletvekilleri olun. Her gün mazeret üretmeyin marifet gösterin... Yoksa bir daha hiç gelmemek üzere öyle bir gidersiniz ki, heybeden düşmüş karpuz gibi olursunuz. Bir daha o ceylan derisi koltukları rüyanızda bile göremezsiniz...

ÇOCUKLARIMIZ GELECEĞİMİZDİR

23 NİSAN ULUSAL EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLU OLSUN

Geleceğimiz gençlerimizdir. Geleceğimiz çocuklarımızdır. Atamızın çocuklarıma armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Ben içimdeki çocuğu hiç baskı altına almadım. İçimdeki çocuğu hep özgür bıraktım. Yaşım 73 yine de, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı benim de bayramım. İlkokulda okuduğum şiirler, yaşadığımız coşku geliyor gözlerimin önüne. Biz çocukluğumuzda milli bayramları daha coşkulu kutlardık. O nedenle dayanışmamız daha güçlüydü. Birlikte üzülür birlikte sevinirdik. Birlikte hüzünlenir birlikte coşardık. Toplumsal dayanışmayı ve toplumsal barışı ulus olmanın gereği sayardık…

Çocuklar, 23 Nisan’ı coşkuyla yaşayın, büyükler, içinizdeki çocuğu ne olur özgür bırakın…




 

15 Nisan 2022 Cuma

ÖFKE PATLAMASI

Öfkenin hayatımızın en tehlikeli duygusu olduğunu mutlakta kontrol edilmesi gerektiğini, kontrol edilmediğinde başıma büyük sorunlar açtığını biliyorum. Bu aralar “Öfke Kontrolü” üzerine düşünmeye araştırmaya kitaplar okumaya, psikologlarla konuşmaya yoğunlaştım. Öfkemi dizginlemeyi öğreneceğim mutlaka. 

Öğrenmenin yaşı olmadığını biliyorum ve öğrenmeye devam ediyorum öfkemi kontrol etmeyi başaracağım. 
ÖFKEMİZİ KONTROL ETMEYİ ÖĞRENMELİYİZ
İnanınca isteyince çalışınca başarı benimle oluyor.
Önce ne zaman nerede neden öfkelendiğimi araştırarak başlamalıyım işe.  Yüzlerce düşünce beynimin girinti çıkıntıları arasında sörf yapmaya başlıyor. Bir iki tane olsa sorun değin, yüzlercesi inip çıkıyor. Doluya koyuyorsunuz almıyor, boşa koyuyorsunuz dolmuyor. İşte o zaman büyük bir patlama oluyor.  Bir dağın eteğinde olsanız, kayaları tekmeleseniz avazınız çıktığı kadar bağırsanız belki öfkenizi azaltabilirsiniz ama olmuyor işte. Yumruk atacak bir kum torbası olsa yanınızda. Bunlar olmayınca da öfkenizden en sevdiğiniz kişiler bile nasibini alıyor.
Öfkelendiğimde, yumruk atmıyorum, bıçak çekmiyorum, eşyaları kırmıyorum. Bağırıyorum ve yazıyorum. Yazıp gönderiyorum öfkelendiğim kişiye. Sonra keşke yazmasaydım diyorsun ama iş işten geçmiş oluyor. 
Öfkelenmenin zararı büyük olsa da, ufacık bir yararı da oluyor: Boşalıp rahatlıyorsunuz. 
Dalgalı denizde yelkenliyi kontrol etmekten daha zor olduğunu bildiğim öfkenin kontrolünü sağlayacağım mutlaka çünkü ben öfkemin farkındayım.
Sizi yakından tanıyan seven birisi sizin öfkenizi hemen olmasa da zaman içinde anlayışla karşılayabilir. “Vardır bir nedeni”, “Bu aralar işi çok, sorunları var diyebilir” empati yapabilir. Empati yapmakta eğitim istiyor. Herkes empati yapmayı bilmiyor.
ÖFKEYİ YAŞAYAN KADAR YAŞATANIN DA SUÇU VAR
Öfkeyi yaşayan kadar yaşatan da suçlu bence. Bu nedenle öfke konusuna yaşayan ve yaşatan olarak iki açıdan bakmalıyız. Öfkemizi denetlemeye çalışırken, karşımızdakinin de olacağın farkına varması, öfkeyi körüklemek yerine yumuşatmayı bilmesi gerekir.  
ÖFKE ANLIK BİR DUYGU
Öfke ne zaman gelişeceğini bilemediğimiz anlık bir duygu. Geliyorum demeden geliveriyor aynı deprem gibi. Bazen hafif sallıyor, bazen de yıkıcı oluyor. 
Öfke, ön yargı, motivasyon konularında neler yapmamız gerektiğinin bilincine varmadığımızda zor günlerin geleceğini iyice yaşayarak anladım diyebilirim. 
DOĞUM YAKLAŞINCA ÖFKE KABARIYOR
Hangi zamanlarda öfkelendiğimi düşündüğümde, işlerin çok yoğunlaştığı, zamanın çok daraldığı işlerin bitmeye yaklaştığı zamanlarda doğum sancısı çeker gibi geriliyorum. Öfkemi denetleyemiyorum. Özellikle yakın çevremi çok kırıyorum.  Ancak benim öfkem uzun sürmüyor. Bağırıp çağırdıktan rahatladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi işime devam ediyorum. Ancak kırdığım kişilerde etkisi bendeki kadar kolay geçmiyor. 
ÖFKENİZİ KENDİNİZ YENMEK ZORUNDASINIZ
Öfke kontrolünde görev bana düşüyor. Başkaları sadece bana bilinç taşıyabilir ya da anlamaya çalışabilir ancak bunu her tanıdığım kişi yapmak zorunda olmadığına göre iş bana düşüyor. Yapılması gereken önce farkına varmak, ben vardım şimdi yapmak gerekenin işin bilincine varmak olduğunu bunun için çalışmam gerektiğini biliyorum.  Ve başaracağıma başardıktan sonra da zararlı bir şeyi bırakmış olmanın keyfini yaşayacağıma nasıl başardığımı anlatacağıma inancım tam. Zararlı olanı bırakma işi beyinde başlıyor.  Bıraktım gitti…
ÖFKEMİ KONTROL ALTINA ALIYORUM 
Öfke yok. Bağırmak yok. Kızmak kızdırmak yok. Germek gerilmek yok. Sakin olmak var. Karşındakini anlamak var. Empati yapmak var. Tehlikenin geldiğini fark ettiğinde yavaşça uzaklaşmak var.  Özür dilemek var. İçtenlik var. Hayatı öfkesiz yaşamak yaşatmak var. Bundan böyle öfkeyi ne yaşayacağım nede yaşatacağım. Tarihe not düşüyorum: Öfkemi kontrol altına alıyorum.  Öfkeyi yaşayan ve yaşatan olmayacağım…




14 Nisan 2022 Perşembe

ÖFKE PATLAMASI

Öfkenin hayatımızın en tehlikeli duygusu olduğunu mutlakta kontrol edilmesi gerektiğini, kontrol edilmediğinde başıma büyük sorunlar açtığını biliyorum. Bu aralar “Öfke Kontrolü” üzerine düşünmeye araştırmaya kitaplar okumaya, psikologlarla konuşmaya yoğunlaştım. Öfkemi dizginlemeyi öğreneceğim mutlaka.

Öğrenmenin yaşı olmadığını biliyorum ve öğrenmeye devam ediyorum öfkemi kontrol etmeyi başaracağım.

ÖFKEMİZİ KONTROL ETMEYİ ÖĞRENMELİYİZ

İnanınca isteyince çalışınca başarı benimle oluyor.

Önce ne zaman nerede neden öfkelendiğimi araştırarak başlamalıyım işe.  Yüzlerce düşünce beynimin girinti çıkıntıları arasında sörf yapmaya başlıyor. Bir iki tane olsa sorun değin, yüzlercesi inip çıkıyor. Doluya koyuyorsunuz almıyor, boşa koyuyorsunuz dolmuyor. İşte o zaman büyük bir patlama oluyor.  Bir dağın eteğinde olsanız, kayaları tekmeleseniz avazınız çıktığı kadar bağırsanız belki öfkenizi azaltabilirsiniz ama olmuyor işte. Yumruk atacak bir kum torbası olsa yanınızda. Bunlar olmayınca da öfkenizden en sevdiğiniz kişiler bile nasibini alıyor.

Öfkelendiğimde, yumruk atmıyorum, bıçak çekmiyorum, eşyaları kırmıyorum. Bağırıyorum ve yazıyorum. Yazıp gönderiyorum öfkelendiğim kişiye. Sonra keşke yazmasaydım diyorsun ama iş işten geçmiş oluyor.

Öfkelenmenin zararı büyük olsa da, ufacık bir yararı da oluyor: Boşalıp rahatlıyorsunuz.

Dalgalı denizde yelkenliyi kontrol etmekten daha zor olduğunu bildiğim öfkenin kontrolünü sağlayacağım mutlaka çünkü ben öfkemin farkındayım.

Sizi yakından tanıyan seven birisi sizin öfkenizi hemen olmasa da zaman içinde anlayışla karşılayabilir. “Vardır bir nedeni”, “Bu aralar işi çok, sorunları var diyebilir” empati yapabilir. Empati yapmakta eğitim istiyor. Herkes empati yapmayı bilmiyor.

ÖFKEYİ YAŞAYAN KADAR YAŞATANIN DA SUÇU VAR

Öfkeyi yaşayan kadar yaşatan da suçlu bence. Bu nedenle öfke konusuna yaşayan ve yaşatan olarak iki açıdan bakmalıyız. Öfkemizi denetlemeye çalışırken, karşımızdakinin de olacağın farkına varması, öfkeyi körüklemek yerine yumuşatmayı bilmesi gerekir. 

ÖFKE ANLIK BİR DUYGU

Öfke ne zaman gelişeceğini bilemediğimiz anlık bir duygu. Geliyorum demeden geliveriyor aynı deprem gibi. Bazen hafif sallıyor, bazen de yıkıcı oluyor.

Öfke, önyargı, motivasyon konularında neler yapmamız gerektiğinin bilincine varmadığımızda zor günlerin geleceğini iyice yaşayarak anladım diyebilirim.

DOĞUM YAKLAŞINCA ÖFKE KABARIYOR

Hangi zamanlarda öfkelendiğimi düşündüğümde, işlerin çok yoğunlaştığı, zamanın çok daraldığı işlerin bitmeye yaklaştığı zamanlarda doğum sancısı çeker gibi geriliyorum. Öfkemi denetleyemiyorum. Özellikle yakın çevremi çok kırıyorum.  Ancak benim öfkem uzun sürmüyor. Bağırıp çağırdıktan rahatladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi işime devam ediyorum. Ancak kırdığım kişilerde etkisi bendeki kadar kolay geçmiyor.

ÖFKENİZİ KENDİNİZ YENMEK ZORUNDASINIZ

Öfke kontrolünde görev bana düşüyor. Başkaları sadece bana bilinç taşıyabilir ya da anlamaya çalışabilir ancak bunu her tanıdığım kişi yapmak zorunda olmadığına göre iş bana düşüyor. Yapılması gereken önce farkına varmak, ben vardım şimdi yapmak gerekenin işin bilincine varmak olduğunu bunun için çalışmam gerektiğini biliyorum.  Ve başaracağıma başardıktan sonra da zararlı bir şeyi bırakmış olmanın keyfini yaşayacağıma nasıl başardığımı anlatacağıma inancım tam. Zararlı olanı bırakma işi beyinde başlıyor.  Bıraktım gitti…

ÖFKEMİ KONTROL ALTINA ALIYORUM

Öfke yok. Bağırmak yok. Kızmak kızdırmak yok. Germek gerilmek yok. Sakin olmak var. Karşındakini anlamak var. Empati yapmak var. Tehlikenin geldiğini fark ettiğinde yavaşça uzaklaşmak var.  Özür dilemek var. İçtenlik var. Hayatı öfkesiz yaşamak yaşatmak var. Bundan böyle öfkeyi ne yaşayacağım nede yaşatacağım. Tarihe not düşüyorum: Öfkemi kontrol altına alıyorum.  Öfkeyi yaşayan ve yaşatan olmayacağım…






 

7 Nisan 2022 Perşembe

BULGARİSTAN GEZİMİZ

Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi tarafından hazırlanan “Kültür Sınır Tanımaz” projesi, Hazine ve Maliye Bakanlığı Merkezi Finans ve İhale Birimine Ortak Kültürel Miras Programı kapsamında 165 bin Euro hibe desteği almaya hak kazanmıştı. Türk kültür mirasını yerelde ve uluslararası platformlarda tanıtmak ve güçlendirmek amacıyla hazırlanan projede mutlu sona doğru yaklaşıyoruz. Bu proje kapsamında, Obasya’da bir Otantik Kadın Giysileri Müzemiz ve birde etkinlik çadırımız olacak. Müzede sergilenecek 20 kadın kıyafetinin alımı gerçekleştirildi. Sıra Bulgaristan’ın farklı bölgelerinden kıyafetlerin alınmasına gelince, proje ortaklarımız olan Kırcaali Belediyesi ve Ömer Lütfü Kültür Derneği yetkilileriyle görüşmek için Bulgaristan’a gittik.

Obasya olarak hazırladığımız Kültür Sınır Tanımaz adlı projenin, Obasya dışında üç ortağı daha var. Türkiye’deki ortağımız Manisa Büyükşehir Belediyesi, Bulgaristan’daki ortaklarımız Kırcaali Belediyesi ve Ömer Lütfü Kültür Derneği. Bulgaristan’a Manisa Belediyesi Muhtarlar Dairesi ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlıklarını yürüten Ergün Aksoy, Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi Başkanı olarak ben, projemizin danışmasını ve Kooperatifimizin Müdürü Mustafa Altan Türe ve Manisa Bulgaristan Göçmenleri Derneği Başkanı Altan Hafızismailoğlu ile birlikte gittik. Heyette Kırcaali doğumlu Sayın Ergün Aksoy’un bulunması işimizi çok kolaylaştırdı. Bulgarcayı ve Rusçayı anadili gibi konuşuyor olmasının ve Kırcaali’de geniş çevresinin olmasının gezimizin amacına ulaşmasına büyük katkısının olduğunu belirtmek isterim. 

Bulgaristan’a gitmek için 27 Mart 2022 Pazar günü yola çıktık. Giderken ve dönerken Çanakkale köprüsünden geçtik.

KIRCAALİ BELEDİYE BAŞKANI İLE PROJELERİ KONUŞTUK

28 Mart 2022 Pazartesi günü ilk ziyaretimizi Kırcaali Belediyesine yaptık. Kırcaali Belediye Başkanı Sayın Hasan Aziz ve proje için görevlendirdiği arkadaşlarıyla birlikte, Bulgaristan’a yapacağımız gezi programını görüştük. Belediye Başkanı Sayın Hasan Aziz, bizi güzel bir mekanda akşam yemeğinde ağırladı. 2003 yılından şu ana kadar Kırcaali Belediye Başkanlığını yürüten, Sayın Hasan Aziz 2001 - 2003 yılları arasında İdari Kontrol, Devlet Mülkiyeti, Bölgesel Kalkınma ve Avrupa Entegrasyonu konularından sorumlu Kırcaali Vali Yardımcısı olarak görev yapmış. Sayın Aziz’le hem belediyede yaptığımız ziyarette hem de bize verdiği yemekte çok yararlandığımız keyifli bir sohbet yaptık. Yeni projeler üzerine konuştuk. Sayın Aziz, ilgili bilgili deneyimli bir inşaat mühendisi, iktisatçı ve başarılı bir belediye başkanı. Sayın Aziz aynı zamanda, HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) Genel Başkan Yardımcılığı görevini de yürütüyor.  
 

PROJE ORTAĞIMIZ ÖMER LÜTFÜ KÜLTÜR DERNEĞİ’Nİ ZİYARET ETTİK.

Projemizin Ortağı Ömer Lütfü Kültür Derneği Genel Sekreteri Sayın Müzekki Adem Ahmed’le de Kırcaali’de ve Manisa’da düzenlenecek etkinlikleri görüştük. Programı netleştirdik. Dernek Manisa’ya 16 kişiden oluşan bir folklor ekibiyle katılacak.

Mayıs 2022 ayında Bulgaristan’a yapacağımız gezi programını da bizzat gideceğimiz yerleri kalacağımız oteli görerek yapmak için Kırcaali yakın çevresinde ve Filibe’de araştırma inceleme gezisi yaptık.

TÜRKİYE’DE YOK AMA BULGARİSTAN’DA NAİM SÜLEYMANOĞLU ANITI VE SPOR KOMPLEKSİ VAR.

TÜRKİYE’DE YOK AMA BULGARİSTAN’DA SABAHATTİN ALİ BÜSTÜ VE MÜZESİ VAR.

CEBEL’DE 19 MAYIS TÜRKLERİN BASKILARA DUR DEDİĞİ TARİH.

Bulgaristan’a kadar gidip Cebel kentine uğramadan Cebel özgürlük çeşmesi önünde fotoğraf çektirmemek olmazdı elbet.

19 Mayıs 1989 dendiğinde Bulgaristan Türkleri Cebel’i düşünür. Büyük isyanın patladığı gündür 19 Mayıs kalkışması anısına güzel bir anıt ve güzel bir meydan düzenlemesi yapılmış Cebel’de. Bulgaristan Türkleri bu dünyada yaşamı haram edenlere, ezenlere, Cebel mezarlığında Türkleri korkutmak, susturmak ve yıldırmak isteyenlere karşı direnmiş harekete geçmiş ve Cebel meydanında toplanmış. Ne Paniş ölmüş ne de Avni Veli. Cebel halkı yürümüş. Bulgaristan’da adeta bir deprem yaşanmış. Dünya bu kalkışmaya hayran kalmış. Türkler ayaklanmış. Bulgaristan Türkleri biz Avrupa kültür mirasından parçayız. Mayıs ayaklanmamız tarihimizde en önemli siyasi olaydır diyorlar. 19 Mayıs’ı her yıl etkinliklerle kutluyorlar.

TÜRKAN BEBEK

Bulgaristan'da komünizm döneminde Türklere karşı uygulanan isim değiştirme kampanyasında, isimlerinin zorla değiştirilmesine karşı çıkanların üzerine açılan ateş sonucu ölen 18 aylık Türkan bebeği de unutmamış soydaşlarımız.

Türkan bebek, 26 Aralık 1984'te Bulgaristan'ın Kırcaali iline bağlı Killi bölgesinde isim değiştirme uygulamasını protesto etmek için toplanan Türklerin arasında annesinin kucağındayken kalabalık üzerine açılan atış sonucunda şehit edilmiş. Türkan bebek, her yıl 26 Aralık'ta Bulgaristan'daki kabri başında anılıyor. Şehit bebeğin anısına hangi illerde olduğunu bilemiyorum ama Türkiye'nin çeşitli illerinde de anıtlar bulunuyormuş. Anasının kucağında şehit edilen Türkan Bebek anıtının Manisa’ya da çok yakışacağını düşünüyorum.

FİLİBE KENTİ MUTLAKA GÖRÜLMELİ.

Korunan geçmiş, düzenli yapılaşma ve planlanan geleceği gördüm ben Filibe’de. Geniş caddeleri gördüm. Tarihi geçmişin güzel biçimde sunuluşunu gördüm. Böyle olunca, kentler turizmden pay alabiliyorlar.

Filibe sokaklarında amaçsızca dolaşan birini kentin simgesi gibi görüp heykelini yaptırmışlar. 

Bulgaristan gezimizi bu sayfaya sığdırmak çok zor. Yeri geldikçe gezi izlenimlerimi paylaşmayı sürdürürüm. Şimdilik bu kadar olsun.




 

25 Mart 2022 Cuma

POZİTİF OLUN PANİKLEMEYİN

Paniğin bağışıklık sistemini % 50 zayıflatan bir etkisi olduğu söyleniyor. Paniklediğimizde zihnimiz bize inanılmaz oyunlar oynayabilirmiş.

Korku çoğu zaman iyidir sizi hayatta tutar lakin panik her zaman kötü sonuçlar verir biliyoruz. İnsanın boş kaldığı, amaçsız hissettiği anlar ise zihnine en kolay yenildiği anlardır.

Boş kalmayınız, plan program yapınız projeler üretiniz. Benim en çok kullandığım cümle “İşin biterse işin biter” cümlesidir. Uyduğumuz anların dışında hep bir işiniz olmalı.

Bu gün köşemde iki kısa öykü paylaşacağım. Öykülerin ikisinde de panikleme var. Öykülerin ikisinde de olumsuzu düşünmek var. Kanser olan bir hasta “Ben bu kanseri yenerim” diyorsa yenmesi kolaylaşıyor “Bu dert beni öldürür” diyorsa kurtuluşu olmuyor. Başaracağımı demek başarmak için çalışmak gerekiyor.

Bu iki öyküyü çok beğendim. Paylaşmak benden, okuyup yorumlamak sizden.

UMUT YÜKLENMİŞ YÜREKLERİ UNUTMAYIN 

Kışın çetin ve dondurucu soğukta dışarıda nöbet tutan muhafızına “üşümüyor musun?” diye soran Padişah'a muhafız; “ Alışığım Padişahım” der. Padişah; “Neyse ben seni sıcak tutacak bir şeylerin getirilmesi için emir vereyim.” Diyerek ayrılır muhafızın yanından.  Padişah sarayının sıcak ve rahat ortamında emri vermeyi unutur. Ertesi sabah kapıda donarak ölmüş muhafızın cesedini görenler durumu Padişah'a bildirirler. Padişah çok üzülür. Ölüm haberini getiren vezir konuşmaya devam eder. “Padişahım birde, Muhafız ölmek üzereyken duvara zarzor bir not çızıktırmış.”  Padişah merakla; “Ne yazmış?” Vezir notu bire bir okur. Ürkek duruşu ve titrek sesiyle.  "Beni soğuk değil, Padişahımın sıcak elbise vaadi öldürdü.

Umutlandırmayın. Umut yüklenmiş yürekleri unutmayın. Unutursanız evvela umudu öldürürsünüz. Sonra güveni sonra direnişi, sonra sevgiyi sonrasında da özverili sevenlerinizi...

PANİK.

1950’li yıllarda bir İngiliz şilebi Portekiz’den aldığı Madura şaraplarını İskoçya’ya götürür. Demir attığı limanda yükünü boşalttıktan sonra, şilepte çalışan denizcilerden biri unutulan şarap kolisi kaldı mı diye denetlemek üzere soğuk hava deposuna girer. Onun içeride olduğunu fark etmeyen başka bir denizci ise, kapıyı dışarıdan kapatır. Soğuk hava deposunda mahsur kalan denizci, var gücüyle bağırır, çelik duvarları yumruklar, ama kimseye duyuramaz sesini. Çakısıyla içeriden açmaya çalışır kapıyı, mümkün değildir. Boş şilep, yeni yükünü almak üzere Portekiz’e doğru yola çıkar.

Mahsur denizci, depoda açlıktan ölmeyecek kadar yiyecek bulur. Ama deponun dondurucu soğuğuna fazla dayanamayacağının bilincindedir. Kapıyı açamayan çakısıyla, çelik duvarlara kendisini bekleyen ölüm sürecini yazmaya, daha doğrusu kazımaya başlar. Günbegün, adeta bilimsel bir titizlikle soğuğun vücuduna önce uyuşturucu sonra yavaş yavaş öldürücü etkilerini, el ve ayaklarının nasıl duyarsızlaştığını, donan burnunu ve buz gibi havanın dayanılmaz yakıcılığını anlatır.

Şilep Lizbon’a demir attığında, soğuk hava deposunun kapısını açan kaptan, zavallı denizcinin cesediyle karşılaşır. Duvarlara kazıdığı acılı sonunu okur ve kendisi de hayretten dona kalır.

Çünkü soğuk hava deposunun derecesi 19’dur. İskoçya’ya götürdükleri Madura şarapları 18 derecede taşınmayı gerektirirmiş, şilep yükünü boşalttıktan sonra soğutma sistemi zaten kapatılmış olup, kendi haline bırakılan deponun sıcaklığı bir derece de yükselmiştir.

Yani biçare denizci donarak ölmemiş, donduğunu sandığı (ya da donacağına inandığı) için ölmüştür.




24 Mart 2022 Perşembe

KOMPOST ÜRETİMİ

“Kompost da nereden çıktı?” demeyin. Atıkların değerlendirilmesi her zaman benim gündemimde oldu. 2004 yılında Katı Atıkların Yeniden Kazanımı (KAYK) projemizi anlattığım “Çöp Deyip Geçme” adında bir kitap yazmıştım. Kitap iki kez basılmıştı. 2004 yılından bu yana katı atıkların yeniden kazanımı konusunda sunumlar, konuşmalar yaptım, Spil Dağı’nın eteğindeki çöplüğü anlatıp durdum. Manisa Büyükşehir Belediyemiz Katı Atık Tesislerini kurarak Manisa’yı vahşi çöp depolama ayıbından kurtarmış oldu. 

Barış Alanı’na, atıkların plastik, metal, cam ve kağıtların ayrı ayrı toplanması için içleri görülebilen büyük toplama kapları yaparak Manisa’da ilk katı atık toplama işlemini başlatmıştık. Ardından, katı atıkların ayrı ayrı toplanması çalışmaları yaygınlaşmıştı.

Şimdi de organik atıklardan kompost elde edilmesini Manisa gündemine taşımak için adım atmalıyız bunu yaparak kimyasal gübrelerin kullanımını azaltmalıyız diyerek çalışmaları başlatmış bulunuyoruz.

Bitki ve mutfak atıklarından kompost yapımı konusunda gelişmiş ülkelerde çalışmalar yapıldığını, kimyasal gübreler yerine kompost gübrenin tercih edildiğini biliyoruz.

İlk kompost üretim çalışmasını Obasya’da başlatmak için hazırlıklara başladık. İlk uygulamayı çocuklar için yaptığımız bahçede çocukları eğitmek için kullanacağız. İkinci çalışmayı, Obasya’daki restoranın atıklarını ve çevreden çıkan otları, biçilen çimleri komposta dönüştürmek için yapacağız.

Sürdürülebilir ve yaşanabilir bir dünya için, atıkların minimuma indirilmesi oldukça önem taşıyor. Bu konuda birçok kurum ve şirket her geçen gün yeni önlemler alıyor ancak bireylere de sorumluluklar düşüyor.  Biz kent kooperatifçileri olarak konunun önemini bilerek hareket edeceğiz. Konuyu gündemde tutmak için başlattığımız çalışmaları sürdüreceğiz.

Ben, bu yazımda hem daha yaşanabilir ve temiz bir dünya için hem de üretimde kalitenin sağlanması için sizlere yardımcı olacağını düşündüğüm kompost yapımı hakkında ihtiyacınız olabilecek bilgileri derlemeye çalıştım. Bundan böyle bu konuda daha çok konuşup daha çok yazacağım. Belki bir kitap bile yazabilirim bu konuda. Sağlıklı bilgilere ulaşıp paylaşmak için daha fazla zaman ayıracağım. Yaptığım araştırmalardan edindiğim burada paylaşıyorum sizlerle.  Paylaşmak güzeldir, bilgi ve sevgi paylaşıldıkça büyüyor. Biliyorsunuz BİLGİ sözcüğünün beşte dördü İLGİ oluyor. Bilgi edinmek için ilgi şartı. İlgisiz bilgi olmaz.   

KOMPOST NEDİR?

Evimizde her gün birçok gıda tüketiyoruz ve aslında bir o kadar da çöp atıyoruz. Her türlü organik atığın, uygun koşullar sağlanarak biriktirilmesi sonucu ortaya çıkan doğal gübreye kompost adı verilir. Çayımızdan kalan atıklar, yumurta kabukları, sebze meyvelerimizin kullanmadığımız kısımları ya da dolapta uzun süre beklediği için çürüyen sebze ve meyveler, ekmek hatta kahve artıkları dahi uygun koşullar sağlanarak bir araya getirildiklerinde, oldukça işlevsel ve doğal bir gübreye dönüşebilir. Bunu Obasya’da yaparak göstermek istiyoruz

KOMPOSTU EVLERİMİZDE BİLE YAPABİLİRİZ

Daha önce çok fazla toprakla haşır neşir olmadıysanız ve atıkları ayırma ya da geri dönüştürme konularıyla yakın zamanda ilgilenmeye başladıysanız kompost hazırlamak size zor bir iş gibi gelebilir ancak oldukça basittir. Özellikle kompostunuz oluştuktan sonra doğaya sağlayacağınız faydayı ve elde edeceğiniz verimli toprağı düşündüğünüzde bu iş ile uğraştığınız için büyük bir mutluluk hissedeceksiniz. Hele elde ettiğiniz kompostu çiçeklerinizin saksılarına koyduğunuzda çiçekleriniz güzelleşmesi büyüyüp serpilmesi çok hoşunuza gidecek ve bu konuyu komşularınıza ballandıra ballandıra anlatacak ve hatta ürettiğiniz kompostu onlarla paylaşacaksınız.

Kompost yapmayı hayatınızda bir alışkanlık haline getirdiğinizde, evinizde harika bir döngüsel sistem oturtmuş olacaksınız. Mutfağınızdan çıkan atıklar, doğadaki kırılmış dallar, yapraklar bir araya gelerek daha verimli sebze, meyve, çiçek yetiştirmenizi sağlarken bir taraftan da doğaya harika bir katkı sunmuş olacaksınız. Atıkları değerlendirmek onları gübreye dönüştürmek ne keyifli olur değil mi?

KOMPOST NASIL YAPILIR?

Kompost hazırlanırken yeşil ve kahverengi malzemeler kullanılır. Bunun temel amacı, azot ve karbon bakımından zengin bir karışım elde etmektir. Yeşil malzemeler azot, kahverengi malzemeler ise karbon dengesini sağlar. Benimde araştırmalardan okuduklarımdan öğrendiğime göre işin püf noktası, malzemeleri doğru oranda kullanmaktır. Yaklaşık üçte bir oranında yeşil malzeme ve üçte iki oranında kahverengi malzeme, iyi bir kompost oluşturmak için idealdir.  Yeşil malzemeler: Sebze ve meyve atıkları, taze otlar, yeşil yapraklar, çay atıkları, kahve artıkları, yumurta kabuklarıdır. Kahverengi malzemeler: Dal ve ağaç kabukları, kuru yapraklar, kuruyemiş kabukları, talaş, kuru yapraklar, çam iğneleri, saman ve saplar, gazete, dergi atıkları, tırnak, saç, hayvan kılından oluşmaktadır. Kompost yapımında Et, tavuk, balık, kemik, süt ürünleri, atık kızartma yağları, kumaş, parçaları da rahatça kullanılabilir.

KOMPOSTU NASIL KORURUZ?

Kompostun yaşayan organizmalardan oluşan, canlı bir yapısı olduğunu unutmamalısınız. Bu sebeple bakımını da titizlikle yapmak gerekiyor. Her atık eklediğinizde fermantasyon sürecini başlatmak amacıyla karıştırmalısınız. Nefes alan her organizma gibi kompostun da hava almaya yani oksijene ihtiyacı var. Bu sebeple karışımın hava aldığından, deliklerin yeterli olduğundan emin olmalısınız.  Kompostun, istenilen süreçte tamamlanabilmesi için nemli olması da büyük önem taşır. Kuruma olduğunu fark ettiğinizde yeşil malzeme ekleyebilir ya da sulayabilirsiniz. Çok ıslak olduğu durumlarda da kahverengi atık eklemek uygun olacaktır. Gerekli adımları düzenli olarak uyguladığınızda birkaç hafta içerisinde atıkların yok olduğunu ve güzel bir toprak elde ettiğinizi gözlemleyebilirsiniz. İdeal bir kompostun en belirgin özelliği toprak kokması ve kahverengi olmasıdır. Kompostunuz, iyi kokuyor ve kahverengi görünüyorsa tohum çimleniyorsa, kompostunuz kullanıma hazır hale gelmiştir. Bu toprak sayesinde çok daha verimli ve doğal ürünler yetiştirebilirsiniz.

Kompostu, evinizde ve bahçenizde kullanabileceğiniz gibi geniş çaplı üretim için de kompost makineleri kullanabilirsiniz. Evler için okullar için lokantalar için ihtiyaca göre her büyüklükte kompost makineleri bulabilirsiniz.

Şimdi ben belediyelerimizin kenti yeşillendirmek için kullandıkları gübreyi atıklardan elde ettiklerini çevreye ve diğer belediyelere örmek olduklarını düşünüyorum. Sanayileşmede, katı atıkların bertaraf edilmesinde, Kirli atık suların arıtılmasında, sağlıklı kentleşmede ve kooperatifçilikte önde olan kentimizin kompost üretiminde de öne geçtiğini öne geçtiğini düşünüyorum. İstersek çalışırsak olur…




 

18 Mart 2022 Cuma

ÇANAKKALE RUHU

18 Mart 1915 Çanakkale Zaferinin 107 yılını kutluyoruz bugün.

Ülkemizin Çanakkale ruhuna ihtiyacı var.
Çanakkale Ruhu, bu ülkede yaşayanların, inanç ve köken ayrımı gözetmeden tümünün bu ülkenin huzuru ve güvenliği için birlikte mücadele etmesidir.
Çanakkale ruhu her türlü ayrımcılığın bitmesidir.
18 Mart 1915 Çanakkale'de bir kahramanlık destanının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.
Çanakkale zaferi, önemine yaraşır bir özenle kutlanmalı, öğrenilmeli öğretilmelidir.
Çanakkale'den geriye kalan, bir büyük destan, bir büyük komutan, yüzbinlerce şehit ve Koca Seyit.
Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusuna, Mustafa Kemal gibi bir büyük önderi hediye etmiştir.
Ne Çanakkale'yi unuturuz, ne Koca Seyit'leri ne de Mustafa Kemal'i.

Çanakkale'de ortaya çıkan birlik bütünlük ruhudur.  Bu güzel vatan ve bu cumhuriyet için bu ruha her zaman ihtiyacımız olacaktır.

Çanakkale Savaşında tarihe şanla geçen anlatılan ve dünya durdukça anlatılacak olan, kahramanlık öyküleri vardır.  Bu öykülerden birisi de Koca Seyit'in öyküsüdür: 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, gürbüz yapısı ve pehlivanlığıyla dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığına izafeten "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyid" diye anılmıştır.

1914'te Birinci dünya savaşı patlak verdiğinde Seyit Çanakkale'de topçudur.  Çanakkale Boğazı'nın Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28 lik Mecidiye bataryasında Şeyid'le birlikte kırk kişi vazifeliydi. 17 Mart 1915'te Çanakkale'deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi. Kıyıları yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraklamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükseliyor, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutuyordu. Ateş çemberi genişleye genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peş peşe düşmeye başlamıştı. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı.

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde ateş püskürmeye devam eden düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 276 kilo ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu? Seyit, şaşkınlıkla kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da  koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtına almıştı. Bir çırpıda, 28'lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit, mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vererek önünde canavar gibi duran Ocean'ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tespit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirince topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı, koca gemi isabet almış ve sulara gömülmüştü. Bu sanki savaşın kırılma noktasıydı.  Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edildi. Çanakkale'nin geçilmezliği tüm dünyaya kanıtlanmış oldu.  

Türk Ulusu Koca Seyit'i gördü yüreklendi. Mustafa Kemal'i Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in can pazarında gördü umutlandı.  Çanakkale Savaşından geriye güzel bir destan kaldı. Çanakale destanından geriye kalan ve şimdi çok ihtiyacımız olan ÇANAKKALE RUHU olmalı. İşte şimdi bu ruh yeniden ortaya çıkarılmalı. Ayrışmanın yerini birleşme almalı. Cumhuriyetimiz demokrasi ile taçlandırılarak sonsuza dek yaşatılmalı…




 

17 Mart 2022 Perşembe

ÖFKE, YOK SAYMA VE LİNÇ

Öfkelendiğimiz, öfkemizi denetleyemediğimiz anlarımız oluyor her zaman. Öfke üzerine söylenmiş atasözlerimiz bile vardır, “öfkeyle kalkan zararla oturur” gibi. Öfke kontrolünü zor olsa da öğrenmemiz gerekiyor.

Susku, insanlar arasındaki iletişimi kuramadığı zaman, çözümsüzlük, gerilim ve öfke üretir. Onda kendi halini anlatmak ve başkalarının haline kulak vermek söz konusu değildir. Susku bir iletişimsizlik biçimine, bir tür ötekini yok saymaya dönüştü mü, yıkıcı, kaba ve vahşi bir tutum haline geliyor maalesef. Bir kişiyi yok saymak, yok sayılanı cezalandırmaktır, şiddet uygulamaktır: Evdeki, okuldaki, sokaktaki, işyerindeki, stadyumdaki şiddet. Kişiyi yok saymak ileri düzeyde iletişim sorunu yaşayanların iletişim biçimidir.

SUSMAK

Susmanın da en az konuşmak kadar, hatta konuşmaktan daha derin anlamlar taşıdığı iletişim durumları vardır. Susmayı öğrenmek, konuşmayı öğrenmekten daha zor ve daha sabır isteyen bir iştir. Susmanın, kendi bağlamı ve ruh hali içinde bir iletişim biçimi olduğu açıktır. Öyle ki, kimi durumlarda, konuşmanın başaramadığını suma başarabilir. Susma da kimi zaman acı, kimi zaman tatlı bir iletişim biçimidir. Ama her zaman baştan sona örtük bir anlam taşımaz; anlamsızlığı, boşluğu imlediği durumlar da vardır. Susma, insanlar arasındaki iletişimi kuramadığı zaman, çözümsüzlük, gerilim ve öfke üretir. Onda kendi halini anlatmak ve başkalarının haline kulak vermek söz konusu değildir. Susma bir iletişimsizlik biçimine, bir tür ötekini yok saymaya dönüştü mü, yıkıcı, kaba ve vahşi bir tutum haline gelir.

Genelde insanlar öfke ile ilgili olarak ne kadar sıkıntıları olsa da genellikle bunu kabul edip konuyla ilgili yardım istemek yerine öfke ve benzen duygularını daha çok bastırmaya, inkar etmeye ve yok saymaya çalışırlar Bir çok çalışmada sağlıklı biçimde ifade edilemeyen ve bastırılmaya çalışılan öfkenin ise kronik kalp damar hastalıklarına, baş ağrısına, yüksek tansiyona ve mide hastalıklarına yol açarak kışının fiziksel sağlığı için ciddi tehditler oluşturduğu tanımlanmaktadır Öfkenin ne bastırılması ne de inkar edilmesi sağlıklı ve etkili bir ifade yolu olarak görülmemektedir Sonuçta her tur öfkenin kişiyi uyarıcı, koruyucu veya harekete geçirici bir işlevi vardır. Dolayısıyla öfke organizmayı bir problem olduğunda uyarır ve kendisine zarar verici veya saldırgan davranma eğiliminden kişiyi haberdar etmede etkin bir rol oynar Öfkenin sağlıklı olarak yaşanıp ve yönetilebilmesi için kabul edilmesi, nedenlerinin ve biçiminin anlaşılması ve kesinlikle saldırgan biçimlerde ifadesinin kontrol edilmesi gereklidir.

Bir kişiyi yok sayma, küçük görme, kabaran öfkenin linçe dönüştüğü durumlarda olur. Kişi yok saymayı, konuşmamayı yeterli görmez daha çok zarar vermek isterse linç gündeme gelir. Linç olayının mutlaka ölümle sonuçlanması gerekmez cezalandırmayı uzatmakta bir linçtir bence. 

Linç, hiçbir adil yargılama olmadan insanları cezalandırma yöntemidir. Linç aslında sağlıklı bir yargılamanın olmadığı gibi, bir ceza yöntemi olarak da ağır bir cezadır ve öldürücüdür. İlk olarak 18. yüzyılda Amerika'da görülmüştür. İsmini Charles Lynch'den alır. Lynchler'in ikisi asker, diğeri de büyük toprak sahibidir. O dönem altın arayıcılığının ve bununla birlikte hırsızlığın da yoğun olduğu bir dönemdir. Bu dönemde hırsızlar ve Kızılderililer için alınmış şeriflerin ve başka güvenlik sağlayanların özellikle olmadığı yerlerde yapılmıştır.

İnsana barışma yakışır

KİN VE NEFRET İNSAN YÜREĞİNE YÜKTÜR

Toplum olarak, konuşma ortaklaşa çözüm bulma yeteneklerimizi yitirmiş durumdayız. Çok çabuk kırılıyor ve kırıyoruz insanları. Sevginin yerini giderek öfkenin yer aldığına tanık oluyoruz.

Kin ve nefret yüreğimize yüktür atabilmeyi başarabilsek yerini sevginin dolduracağını, yüzümüzdeki gerginliğin sevgiye dönüşeceğini görür hem kendimizi hem de çevremizi mutlu edebiliriz aslında.

Şair olmasam da arada bir şiir yazdığım oluyor. Son yazdığım şiirimi paylaşıyorum okuyucularımla:

BEN BİR ZEYTİN AĞACIYIM

Ben yetişkin bir zeytin ağacıyım
Manisa kırsalında
Ürün verir dururum
Dallarımı kırsanız da
Sıkılır yağ olurum
Siz gidersiniz
Ben yerimde dururum
Çektiğimi ben bilirim
Bir de yakınlarım
Aldırmam
Ben işime bakarım
Ürün veririm
Kökü toprakta
Başı göklerde
Bir zeytin ağacıyım
Üretim der
Sevgi der
Barış der dururum
Güvercinlere tünek olurum
İşim var benim
İşim biterse işim biter bilirim
Üretirsen
Ne can eskin ne ten
Nede benim olan bu beden
Eskimize ben istemezsem
Baltayla gelmeyin üstüme
Ürün veren
Bir zeytin ağacıyım ben






 

 
back to top