Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

14 Ağustos 2014 Perşembe

                                          

                                          


TANTALOS İŞKENCESİ

Kentler büyüdükçe yalnızlıklarında büyüdüğünün farkındasınız değil mi? Büyük kentler büyük yalnızlıklar getirdi.  Kentlerde yaşayanlar olarak, yalnızlığı yüreğimizin derinliklerinde duyar olduk.
Büyüyen kentler insanın sorunlarını da büyütüyor.

Ben bu düşünceler içinde yaşadığım kente Manisa’ya bakıyorum ve aklıma gelenleri yazarak paylaşıyorum sizinle: Katılmaya bilirsiniz ama bunlar benim düşüncelerim.
Bireyciliğin önde olduğu ve hüküm sürdüğü kent: Manisa.
Varsıllıkla yoksulluğun kol kola girdiği kent: Manisa.
Doğusu geçmişe, batısı geleceğe açık kent: Manisa.
Yararsız çekişmelerin kısır döngüsünden kurtulamayan kent: Manisa
Geleceğini planlaamada geciken kent: Manisa
Dedikodunun mayalanıp harmanlandığı kent: Manisa.
Görkemli Sipil dağının eteğinde uyumayı seven kent: Manisa
Tantalos İşkencesi çeken kent: Manisa.

                                                                                                                                                                     Tantalo işkencesi çeken kent, bakın burası önemli.
Bu Manisa, bizim Manisa’mız. Biliyoruz ki, başka bir Manisa da yok zaten.
Bu kenti bu kentin insanını seveceğiz ele ele vereceğiz. Manisa’yı daha güzel daha yaşanası yapacağız.  Unutmayın, katılım olmadan atılım olmaz. Katılmak gerek.
Katılmak, sürüye katılmak değil elbet. Yönetime katılmak gerek,  Çözüme, çözümün parçası olmaya katılmak gerek.
 




Manisa Tantalos işkencesi çekiyor dedim.  Tantalos İşkencesi nedir, duydunuz mu hiç?  Duyanlar vardır elbet.  Ben duymayanlar için, kısaca anlatayım: Tantalis kentinin kıralı Tantolos Görkemli Spil Dağının doruklarında tanrılar sofrasına oturmaktadır her zaman. Tanrılarla düşüp kalktığı için, o da tanrılığa özenip, tanrılardan  ölümsüzlük ister bir gün. Tanrılar kızarlar kızmasına ama yinede ölümsüzlük verirler Tantalos’a. Ama onu bir gölün içinde yaşamaya tutsak ederler. Su Tantalos’un ağzına  girecek kadar derindir. Ancak Tantolos susayıp içmek için eğildiğinde, su hızla çekilir ve bataklığa dönüşür bir yudum su içemez Tantalos. Tantalos acıktığında başının üstünden sarkan üzümlere incirlere çeşit çeşit meyvelere uzanır, her uzanışında da meyveler geri çekilir, yok olur. Tantolas varlık içinde yokluğu yaşar. Tantalos işkencesi, varlık içinde yokluğun yaşanmasıdır.







Varlık içinde yokluk çekenlere “Tantalos işkencesi çekiyor” derler.
Acaba diyorum. Acabası fazla oldu. Manisa Tantalos işkencesi mi çekiyor?  Bence öyle, Manisa  Tantolos işkencesi çekiyor. Manisa varlık içinde yokluğu yaşıyor. Manisa olanı, alanı ve zamanı iyi kullanamıyor… Bir kez daha yineliyorum. Manisa olanı, alanı ve zamanı iyi kullanamıyor…
Manisa Tantalos işkencesi çekiyor.
Manisa varlık içinde yokluğu yaşıyor…



Birlikte olmak yüzyüze bakmak değildir. Birlikte olmak aynı yöne bakabilmektir. Yüz yüze baktın mı kavga ve dedikodu kaçınılmaz olur. Aynı yöne bakıldığında da dayanışma gündeme gelir. Manisalılar dayanışmayı pek bilmezler demeye de dilim varmıyor. Çünkü, Yeni Manisa’da güzel dayanışma örnekleri sergiledik. Ancak Yeni Manisa’da güzel dayanışma örnekleri sergilerken, engellenmenin her türlüsüne de tanık olduk…

Gelin, şu kırgınlıkları dargınlıkları bitirelim. Gelin Manisa’da beyaz bir sayfa açmayı deneyelim.
Dargınlığın tarafı mı olacağız; Dargınlığın dışında mı kalacağız?. Dargınlığın tarafı olmak çözüm için adım atmanın en büyük engelidir. İşbirliği dayanışma başlatamadığımızda, Tantalos İşkencesi sürüp gider kentimizde, Haydi hep birlikte elele verip bitirelim bu işkenceyi. Haydi uzat elini...






                                                                                                                                     

8 Ağustos 2014 Cuma

UZLAŞMA

Uzlaşma bir kültürdür.
Uzlaşma uygarlıktır.
Uzlaşma insana yakışır.
Bu ülkenin, evinde mahallesinde, köyünde kasabasında kentinde her yerinde uzlaşmaya ihtiyacı var. Demokrasi uzlaşmadan güç alır. Uzlaşma olmadan demokrasi olmaz.
Ayrı düşünmek başka şey, ayrı durmak başka şey.
Ayrı düşünebiliriz ama ayrı duramayız
Biz aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Uzlaşma kültürünün gelişmesi gerekiyor.

Sözün yerini yumrukların aldığı ortamda uzlaşma olmuyor.
Politikacılar, Başbakan ve Cumhurbaşkanı, ayrıştıran değil birleştiren olmalıdır.
Ülkenin ve yurttaşların tümünü kucaklamalıdır.
Belediye Başkanları da öyle, bir partinin adaya olurlar ama seçildiklerinde tüm kentin başkanıdırlar artık. Görevleri tüm yurttaşlara eşit yakınlıkta olmaları gerekir.
Yakalarından parti rozetini çıkararak otururlar koltuklarına.
Partiler fikir kulüpleri gibi olmalı.
Partiler ülkenin sorunlarına çözümler ve projeler üretmeli.
Halkta projelere bakıp oy vermeli.
Parti liderlerinin en az iki üç ayda bir kez bir bir araya gelmeleri ülke sorunlarını tartışmaları gelenek haline gelmeli. Birbirlerine başarılar dileyebilmeliler. Kazananı kutlayabilmeliler.
Siyaset yumrukla değil kafayla yapılmalı.
Mecliste atılan yumrukların değil, ülkenin aydınlık geleceği için atan yüreklerin sesi duyulmalı.
Siyaset parayla değil, bilgiyle, halka gösterilen ilgiyle yapılmalı.
Partiler arasında uzlaşma kültürünün gelişmesi, demokrasinin kökleşmesine ihtiyaç var.

Eğer ülkemizde uzlaşma yaşayan bir gelenek haline gelirse, güçlü iktidarlar da başarılı olur, koalisyonlarda.
Eğer siyasi partiler ülkeye ve halka hizmet için varsa, kavga yerine uzlaşma yapmaları gerekir. “Benin dediğim olacak” denilen yerde uzlaşma olmaz. “Doğru olan gereken olsun, üzerinde uzlaşılan olsun” denilirse uzlaşma olur.

Dediğim gibi. Liderler en az iki üç ayda bir kez bir araya gelmeliler.
Birbirlerinin elini dostça sıkabilmeliler.
Birbirlerine karşı samimi olabilmeliler.
Söz konusu vatan, söz konusu cumhuriyet, söz konusu demokrasi olduğunda işbirliği yapabilmeliler.
Mecliste bazen oybirliği ile alınan kararlar oluyor. Oybirliği ile alınan kararlar milleti mutlu ediyor.
Ne siyasiler gerilsin, ne de halk. Liderler uzlaşmanın önderi olsun.
Kavgayla gelen başarı kavgayı, uzlaşmayla gelen başarı uzlaşmayı özendirir.
Barışa, dayanışmaya uzlaşmaya ihtiyacımız var.
Sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütmeye ihtiyacımız var.
Bir siyasi partinin üyesi olmak diğer siyasi partilerin düşmanı gibi davranmayı gerektirmez.


Tek ihtiyacımız var: Uzlaşma, uzlaşma, uzlaşma.
Uzlaşmayı halk olarak biz istersek, siyasiler de istemek zorunda kalırlar...
Haydi o zaman, uzlaşmak için, işbirliği ve dayanışma için uzat elini,
                                                                                           

                                                                                          






18 Temmuz 2014 Cuma

YALNIZ KALMAK ÖNDE OLMAKTIR


YALNIZ KALMAK

ÖNDE OLMAKTIR

 

Yalnız adam olduğum söyleyenler çok olur.

Kimisi eleştiri gibi söyler.

Kimisi kayda değer bir saptama olarak.

Söylenen doğrudur.

Yalnız olduğumu bilirim.

Bunun bana söylenmesi hoşuma da gitmiyor değil.

Yalnız olduğum söylenince, Tebrizli Şems’in in güzel bir sözünü anımsıyorum:

 Sen ne kadar önde gidersen arkandan gelenler o kadar az olur.”

Şimdi de, “Sen önde mi gidiyorsun?”diyenler olacaktır elbet.

Evet, öğünmek gibi olmasın ama, önde gitmeye önde olmaya çaba gösteriyorum.

Dersime çok çalışıyorum.

Tembellik yapıp, tembelliğime gerekçeler aramakla geçirmiyorum zamanımı.

Birçok kişiden önde olduğum konular var.

Kentleşmede kentlileşmede meslek olarak seçtiğim kooperatifçilikte öndeyim.

“Seni sevmeyen çok insan var” diyenler de oluyor.

Doğrudur.

Beni sevmeyenler olabilir.

Olmazsa yadırgardım ve üzülürdüm.

Önde gidenin gördüklerini arkadan gelenler göremez.

Ya da sonradan görürler.

Sonradan görenler önce göreni ve söyleyeni kıskanırlar.

Söylediklerini duymazlıktan, gördüklerini görmezlikten gelirler.

Önde gidenin kaderi yalnızlıktır.

Bunu bildiğim yaşayarak öğrendiğim için, “yalnız adam” nitelemesinden hiç rahatsızlık duymuyorum.

Peki, gerçekten yalnız mıyım?

Benim anladığım anlamda hiç yalnız değilim: küçük bir odada hatta bir hücrede bile binlerce insanla birlikte olabiliyorum.

Düş kurabiliyorum.

Konuşabiliyorum.

Yalnızsın diyenlere, yalnız değilim demiyorum

Yalnızsın diyenlere kızmıyorum kırılmıyorum.

Söylenen anlamdaki yalnızlık benim kendi seçtiğimim bunu biliyorum.

Milyonları peşinde koşturan insanların yalnızlığını düşünün.

Milyonları peşinde koşturanlar da yalnızdılar ve yalnız öldüler.

Kalabalıklar içinde yalnızlığı.

Yalnızlıkta kalabalığı yaşamayı bilmeyenlerin yalnızlığı değildi onların yalnızlığı.

Kürsüden yüz binlere konuşanın kürsüde yalnız olmadığını söyleyebilir misiniz?

Ne demiş Tebrizli Şems: “Sen ne kadar önde gidersen arkandan gelenler o kadar az olur.”

“Sürüden ayrılanı kurt kapar” diyenlere mi inanayım.

Sürünün içinde kalmaya mı razı olayım.

Yaşamıma korkular mı yön versin, yoksa sevgiler mi?

“Kurt kapar” diye sürünün içinde kalmaktansa, korkuları aşarak yaşamak daha onurlu daha doyurucu daha iyi değil mi?

Yalnız kalmaktan korkmayın,

Sürünün içinde koyun kalmaktan korkun.

Yalnız kalmak önde olmaktır.

Bunu bilirseniz yalnız olduğunuza üzülmezsiniz.

Farklılığınız yalnızlığınızdır.

Farklı olmak, aynı olmaktan güzeldir.

 

 

 


 

 

 

 

 

 

10 Temmuz 2014 Perşembe

BÜYÜK KENT BÜYÜK YALNIZLIK


 

 

BÜYÜK KENT BÜYÜK YALNIZLIK
 

Büyüyen kentlerle birlikte insanların yalnızlığının da büyüdüğünü sürekli olarak yineleyip duruyorum. İlk kez duyanlara ilginç geliyor da, sürekli duyanları ve yazılarımı okuyanları sıktığımı düşünmeye başladım. Ne yapayım, bazışeyleri tekrarlamakta yarar var. Taşı delen damlanın gücü, sürekliliğinde gizlidir. Bazı şeyler bizi sıksada tekrarlamaktan geri durmamalıyız. Büyük kentler gerçekten büyük yalnızlıklar getiriyor.  Hızlı kentleşmenin getirdiği en büyük sorun yalnızlık. Ancak, yalnızlık salt bizim ülkemizin sorunu değil. Örneğin Amerika’da kişi başına bir bilgisayar düşüyor ama, her kişiye bir dost düşmüyor. Herkes kalabalıklar içinde yalnızlık çekiyor.

 

İnsan soyu kalabalıklar içinde yalnızlaşma sorununu nasıl aşacak? Çağımızın  kentleşme ile
 gelen bu sorunu aşılabilecek mi? İnsanlar  büyük kentlerde büyük dostluklar geliştirebilecek mi? Kalabalıklar içinde yalnızlıktan kurtulabilecek mi? Evet, çağımızın en büyük sorunu kalabalıklar içinde yalnızlık.

     

Yaşamınızı sürdürdüğünüz, apartmana bir bakın kaç kişi, kaç kişi ile dargın. Kaç kişi kimseyi selamlamadan yanınızdan geçip gidiyor. Akşamları birbirine oturmaya gidenlerin sayısına bir bakın. Ne kadar yalnızlaştığımızı göreceksiniz. Apartmanlar ve caddeler birbiri ile konuşmayan insanlarla dolup taşıyor.

 

İnsan soyunun giderek büyüyen yalnızlığını aşmak, yüzyılımızın temel sorunu olarak çıkıyor karşımıza. Bırakalım dünyayı, bırakalım başka kentleri biz Manisa’da nasıl aşacağız yalnızlığımızı? Yalnızlık aşılabilse yaşamın güzelleştiği görülecektir.

 

Yalnızlığın aşılması fiziki çevre ile yakından ilgili. Yalnızlığın aşılmasının en büyük engeli sağlıksız kentleşme. İnancım o ki,  Yeni Manisa gibi, kooperatifler eliyle üretilen kent parçalarında yalnızlık daha kolay aşılacaktır.  Yalnızlığı aştığımız oranda yaşam güzelleşecektir. Belediyelerimize, Sivil Toplum Kuruluşlarımıza, Apartman ve site yönetimlerine yalnızlığı aşmada büyük görevler düşüyor.

 
Yalnızlığı aşmak için kentli olmak gerekiyor. Yapılacak iş çok basit: Kendini sevdiğin kadar aileni, aileni sevdiğin kadar komşularını, komşularını sevdiğin kadar, hemşerilerini, hemşerilerini sevdiğin kadar, yurttaşlarını, yurttaşlarını sevdiğin kadar, tüm insanları sevmeye çalışırsan, evini sevdiğin kadar, sokağını, sokağını sevdiğin kadar mahalleni, mahalleni sevdiğin kadar, kentini, kentini sevdiğin kadar, bölgeni, bölgeni sevdiğin kadar ülkeni, ülkeni sevdiğin kadar dünyayı ve evreni sevmeye çalışırsan, yalnızlığı aşmak için en önemli adımı atmış olursun. Bunu başardığında kentli olursun, yurttaş olursun.




 

Dostlarını seçerken, “dünya görüşüne uygunluk” koşulunu arama. Dostlarını seçerken, insana verdikleri değere ve kalplerinde sevgiye ayırdıkları yere bak…

 

Kentli olmak ve insanları sevmek  yalnızlığı aşmanın ve mutluluğun ön koşuludur.
 
 

 

 

3 Temmuz 2014 Perşembe

ZAFER KALKINMA AJANSI

ZAFER KALKINMA AJANSI

Uzun süredir, Zafer Kalkınma Ajansını konuşuyoruz. Sorduk, soruşturduk, araştırdık. Bilgilendik.
BİLGİ'nin beşte dördü İLGİ, bilgilenmek için ilgilenmek gerekiyor. İlgimizin karşılığını bilgi ve
destek olarak gördük. Ajansa Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak "Yunt Dağlarında Zaman
Geçidi Müzesi" adı altında bir proje sunduk. Proje Yunt Dağlarında aldığımız 102.000 metre karelik
bir alanda gerçekleştirilecek ve ülkemizin ilk Zaman Geçidi Müzesi olacak. Şimdi sıra, edindiğimiz
bilgileri paylaşarak, bu önemli kuruluşumuzun tananmasına katkıda bulunmada.
Kalkınma, yeni kurumlar ve yeni kavramlarla oluyor. Yeni Kurumlardan birisi Kalkınma Ajanslarıdır.

Yeni kavram da, Projeciliktir. Ajanslarla birlikte proje kavramı da anlam ve önem kazanarak öne
çıktık
Ulusal kalkınmanın yerelden güçlendirilmesi, bölgesel potansiyellerin yerelde yoğunlaşan çalışmalarla
harekete geçirilmesi, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılmasını hedefleyen Zafer
Kalkınma Ajanslarının desetkelenmesi, kaynaklarının çoğaltılması ve etkinleştirilmesi gerekiyor.
Edindiğimiz bilgilere göre, T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa ve
Uşak illerimizi kapsayan bölgede hizmet vermek üzere 14.7.2009 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı
ile kurulmuştur. Ajansın Genel Sekreterliği Kütahya ilimizdedir. Afyonkarahisar, Manisa ve
Uşak illerimizde Genel Sekreterliğe bağlı Yatırım Destek Ofisleri hizmet vermektedir. T.C Zafer
Kalkınma Ajansının Kütahya'da bulunan Genel Sekreterliğini ve İlimizdeki Yatırım ve Destek Ofisini
görme, çalışanlarını yakından tanıma fırsatım oldu. Çağdaş yapılanmayı, yardımsıver, güler yüzlü
çalışanlarını görünce, keşke ayın manzarayı diğer Devlet Dairelerinde de görebilsek diye geçirdim
içimden. Göördüğüm personelin tümü iyi eğitim almış konusunda uzman kişilerdi.
Zarer Kalkınma Ajansını üstlendiği görevler şöyle sıralanmış.: Bölgesel kalkınmayı ilgilendiren
konularda, kamu, özel kesim, sivil toplum temsilcileri ve bilim insanları arasında iletişim ve
işbirliğini geliştirmek, bu aktörlerin çalışmaları arasında bağlar oluşturmak suretiyle kalkınma
bilincini ve ivmesini arttırmak, bölgesel kalkınma konusunda koordinatör ve katalizör bir
rol üstlenmek. Bölgenin kaynak ve olanaklarını tespit etmeye, iktisadi ve toplumsal gelişmeyi
hızlandırmaya, rekabet gücünü arttırmaya ve potansiyel gelişim alanlarını ön plana çıkarmaya yönelik
araştırmalar yapmak. Bölgede yerli ve yabancı yatırımların stratejik ve planlı şekilde arttırılması
yönünde tanıtım ve rehberlik hizmetlerinde bulunmak. Ayrıca Ajans, söz konusu eksenlerdeki
amaçlara ulaşılması sürecinin hızlandırılması ve bölge için kritik öneme sahip faaliyetlerin kısa sürede
hayata geçirilmesi amacıyla mali ve teknik desteklerde bulunmaktadır. Bu desteklerden işletmelerimiz,
sivil toplum örgütleri, kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler yararlanabilmektedir. Ajansın
sunacağı mali destekler arasında, doğrudan finansman desteği (proje teklif çağrıları, güdümlü proje
destekleri ve doğrudan faaliyet destekleri), faiz desteği ve faizsiz kredi destekleri yer almaktadır.
Zafer Kalkınma Ajansını tanıyın, çağrılarına kulak verin. adresi www.zafer.org.tr olan Web sitesini
izleyin. Yolunuz düşerse Zafer Kalkınma Ajansının Bülent Koşmaz Hizmet Binasında bulunan
bünosuna uğrayın, bakarsınız sizde bir proje yaparsınız, projeniz beğenilir ve kalkınmaya katkıda
bulunmuş olursunuz. Zafer Kalkanmı Ajansı gibi kuruluşlara hersaman ihtiyacımız olacaktır. Bu
kuruluşlar kalkınmanın motorlarıdır. İyi ki, Zafer Kalkınma Ajansı var...

25 Haziran 2014 Çarşamba

KOCA YÜREK BÜLENT KOŞMAZ


KOCA YÜREK BÜLENT KOŞMAZ

 

Koca Yürek lakabının Bülent Koşmaz'a çok yakıştığını düşünüyorum. Küçük Dev Adam'da denebilir. O küçük adamın büyük bir yüreği ve büyük umutları vardı.
 

 

Bülent Koşmaz'ı 20 Haziran Cuma günü yitirdik. Haberi, Rıfat Uygur'la birlikte yaptığımız Manisa'da Yaşam Programında öğrendim. İnanamadım, inanmak istemedim. Haberi doğrulattıktan sonra, radyodan duyurma görevi bana düştü. Koca Yüreği yitirdik dedim. Adı ve anısı yaşatılacak dedim. Yapımına emeğinin geçtiği Manisa Ticaret ve Sanayi Odası Binasına "Bülent Koşmaz Hizmet Binası" adı verilmeli dedim. Hemen aklıma gelenler bunlar oldu. Sonra, eşi Saadet Koşmazı, kızlarını ve damatlarını düşündüm. Bu acıya katlanmak biziim içiin zor olduğuna göre onlar için çok daha zor olacaktı biliyorum.


Beş altı yıl önce Bülent Koşmaz'ı yakından tanıma fırsatı buldum. Sanırım o da beni aynı dönemde daha yakından tanıdı. birbirimizi tanımadan önce ayrı saflardaydık. Ayrı düşüncelerimizin dostluğumuzu zenginleştirdiğini ikimiz de sonradan öğrendik. 

Üçpınar'da kurduğumuz konut kooperatifinin ortağıydı. Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifine de ortak olmuştu. Biliyorum kurduğum her kooperatife ortak olacaktı. Çünkü aramızda giderek güçlenen bir güven oluşmuştu.

 

Adı Koşmaz olup da, hizmete bu kadar hızlı koşan bir başka insan tanımadım.  Yıllarca onu aramızdan alan illet hastalıkla birlikte yaşadı. Yaşam bağları çok güçlüydü. Bir gün, bir ucu burnunda diğer ucu elindeki torbadaki şişede olan bir hortumla geldi toplantıya. Yara bantlarıyla tutturulmuştu hortum. O hiçbir şey yokmuşcasına, toplantıya katılıyor, konuya yoğunlaşıyor ve düşüncelerini söylüyordu.  Çalışkanlığı ile örnek gösterilecek bir insandır Bülent Koşmaz.

 

Manisa Tarzanı'nın yaşam öyküsünü derlemiştim, Manisa Tarzanı'nı tanıyanlarla konuşarak. Sonra derlediğim o yaşam öyküsünden Manisa Tarzanı filmi yapılmıştı. Bülent Koşmaz'ın yaşam öyküsü de derlenmeli, kitap haline getirilmeli. Hatta film yapılmalı. Manisa Tarzanı için bir tanım yapmıştım 'Es geçileni iş edinene Tarzan denir' şeklinde. Bülent Koşmaz'da çok insan tarafından es geçilen kente hizmeti iş edindiği için O da bir Tarzan"dır. Kente Hizmet Tarzanı, Koca yürek.

 

Bülent Koşmaz'ı seven Manisalıların O'nun adını ve anısını yaşatacaklarından hiç kuşkum yok. Yapımına öncülük ettiği binaya  "Bülent Koşmaz Hizmet Binası"nı vererek başladılar işe. Yapımına başlanılacak olan fen lisesine de "Bülent Koşmaz Fen lisesi" adı verilecekmiş. Yakışır vallahi.

 

Bülent Koşmaz'ı yakından tanıma fırsatım olmasaydı, böyle bir yazı yazamazdım. İnsanları değerlendirmeden önce tanımak gerek. Tanımak için görüşmek gerek. Birlikte çalışmak gerek. Birlikte sorumluluk yüklenmek gerek. Ben yakından tanıyınca gördüm o küçük adamın kocaman yüreğini.

 

Gülmesini bilen insanları oldum olası sevmişimdir. Bülent Koşmaz gülmeyi seven bir insandı. Öfkesi de gülmesi de yakışıyordu O'na...

 

Manisa'da iz bırakan az sayıdaki insanlardan birisi de Bülent Koşmaz'dır. O geride, Sadece Sanayi ve Ticaret Odasını, yapımına emeği geçen, Organize Sanayi Bölgesini bırakmadı. O Onu yürekten seven dostlar bıraktı geriye. İyi ki, Bülent Koşmaz'ı yakından tanıma fırsatı bulmuşum.  Onunla olduğum her toplantıdan bir şeyler öğrenerek ayrıldım. O insanı çoğaltan birisiydi. sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyüten birisiydi. Kendisi hastalık nedeniyle eriyip gidiyordu ama, sevgi dolu gözleri ve koca yüreği hiç küçülmedi.

Rahat uyu, seni hiç unutmayacağız Koca Yürek Bülent Koşmaz. Sen hizmetlerinle, gülen yüzünle ve kocaman yüreğinle hatırlanacaksın hep...
 
 
 

19 Haziran 2014 Perşembe

EĞİTİM ŞART


EĞİTİM ŞART

Sorunların kökeninde ekonomik yetmezliğin olduğu söylenir genellikle. Bu genelleme kökten yanlış. Yaşanılan sorunların kökeninde,  ekonomik yetmezlikten çok,  insan yetmezliği var. Asılında ekonomik yetmezliğin kökeninde de insan yetmezliği yatıyor. Bu yetmezlik sayısal yetmezlik değil elbet.  Maşallah, insan kaynağımız sayı olarak az değil. Ancak, nitelikli insan gücümüz, girişimci insan gücümüz, düşünen, düşünce üreten, soran sorgulayan insan gücümüz, geleceği kavrayabilen  insan gücümüz  yeterli değil.  Girişimci, önder insan gücümüz yeterli değil.  Sorun, nitelikli insan sorunu. Bu sorun elbet eğitimle aşılacak. Başka yolu yok. Eğitim gerçekten şart.  


Yılların getirdiği kötü alışkanlıkları aşmak kolay olmuyor. Örneğin, zamanı akılcı kullanmayı öğrenemiyoruz bir türlü. Zamanı çok savurganca çok hovardaca kullanıyoruz. Hiçbir toplantı zamanında başlatılamıyor. Zamanı akılcı kullanamayanlar, parayı da, başka kaynakları da akılcı kullanamıyorlar. Kaynakları akılcı kullanamadığımız değerini bilmediğimiz gibi, sınırlı yetişmiş insan kaynağımızın da değerini bilmiyoruz.

Sorun insan sorunu demiştim. Gerçekten öyle, insanlar, ortak sorunların çözümünde ortaklaşa çalışmaktan uzaklaşıyorlar.  Her konuda insanları toparlayabilecek, birlikte çalıştırabilecek, aynı hedefe yönlendirebilecek lider insan sayısı parmakla gösterilecek kadar az.  “Arkadan gelenlerin önü açılmadığı için, lider yetiştirilemiyor.”  savının da haklı bir yönü yok. Lider özellikleri olan insan kendi yolunu kendisi açar. Önünü tıkayanları aşar geçer. Eğer bunu başaramıyorsa zaten lider özelliği yok demektir. Biz toplum olarak, marifet göstermek zorunda olduğumuz her yerde mazeret üretiyoruz. Mazeret üretmede üstümüze yok. İşler mi aksıyor? “Para yok” de çık işin içinden. Ya da, “mevzuat izin vermiyor.” de. Yıllardır böyle yapılmıyor mu?


Liderlik önemli, hem de çok önemli. Liderliği yazmak istiyordum. ancak, ben henüz konuya giremedim.  Yönetici iyiyse sonuç iyi. Yönetici kötüyse sonuç kötü. Başarı ya da başarısızlık sistemden kaynaklanmıyor. Başarı ya da başarısızlık yöneticiden kaynaklanıyor. Başarının da başarısızlığın da tek sahibi yöneticidir.

 

1974 yılından bu yana kooperatifçiliğin içindeyim. Hem kırsal hem kentsel kooperatiflerde yöneticilik yaptım. Fırsat buldukça, düşüncelerimi, birikimlerimi kamuoyu ile paylaşmaya çalıştım. Yazdım. Konuştum. 1996 yılında yazdığım Kent Kooperatifçisinin Kitabı’nda,  Yeni Manisa Projesi’nden yola çıkarak, kent kooperatifçiliğine ilişkin düşüncelerimi aktarmaya çalıştım. Altını çizerek ve yürekten inanarak söylüyorum. Başarı ne yasada ne parada. Başarı insanda...

 

Zaman zaman başarılı firmalar, dernekler, kooperatifçiler ortaya çıkıyor. Başarılı kuruluşların özelliklerini gözlemeye çalıştım. “Başarılı yönetici kimdir?” sorusuna yanıt aramaya çalıştım.

Başarılı yönetici:

-          Açık sözlü geniş görüşlü olur.

-          Toplum sorunlarını çözmek için çalışmaktan,  topluma yardımcı olmaktan zevk duyar.

-          Davranışları tutarlı, önyargısız, özverili ve haktanır olur.

-          Olayları izler, yorumlar, doğru karar verir.

-          Toplum çıkarlarını kendi kişisel çıkarlarının üstünde tutar.

-          Başarılara hiçbir zaman kendisi sahip çıkmaz.

-          Yönetici olmanın sağladığı olanakları kendisi  için kullanmaz.

-          Gerektiğinde özür dilemeyi ve teşekkür etmeyi bilir.

-          Yeniliklere açık olur.

-          Düşündüklerini açıklamasını, toplumu etkilemesini bilir.

-          Demokratik kurallara saygılıdır.

-          Kin ve nefreti yüreğini yük etmez.

-          Sabırlı, soğukkanlı, hoşgörülü olur.

-          “Ben” demez, “biz” der.  “Yaptım, başardım.” demez . “Yaptık, başardık.” der. “Yapınız” demez. “Yapalım” der.

-          İşleri zorla, baskıyla değil, çevresinin sevgisini kazanarak, özendirerek yaptırır.

-          Ortaklar ve çalışanlar  arasında kaynaşmayı, giderek güçlenen dayanışmayı sağlar.
 

 

Başarılı bir önder, insanı, doğayı,seven, sevdiği için sevilen, çevresine değer veren, sayan ve sayılan kişidir. Ve başarılı bir önder, ilkel insanın didiştiğini uygar insanın uzlaştığını bilir. Önder didişmez uzlaşır...

 


 


 

12 Haziran 2014 Perşembe

İYİLER VE KÖTÜLER


İYİLER VE KÖTÜLER

İyiler ve kötüleri yazayım dedim bugün. Yoksa, İndirilen bayrağımızı, Basılan Musul Başkonsolosluğumuzu mu  yazmalıyız. Komşularımızla  "sıfır sorun" diye başlanıp, "sırf sorun" olan ilişkilerimizi de  yazabilirdim. Sonra bunları yazan çok olur diye düşündüm ve devam ettim. Başlayınca da bırakamadım. Ancak, yazdığım bir köşe yazısından çok bir "deneme" oldu sanki. 


İnsanları, iyiler ve kötüler yada  namuslular ve namussuzlar şeklindeki ikiye ayırmak yapılabilecek en güzel ve gerçekçi ayırmadır bence.  İyiler ve kötüler, namuslular ve namussuzlar vardır sadece. Namuslular namussuzlar deyince hemen İsmet İnönü'nün "Bir memlekette, namuslular namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur." sözü gelir aklıma. İyiler, ölçer biçer adımını düşünerek atar, kötülerin gözü karadır. Kırar döker öldürür.  İyiler suskundur, kötüler bağırgan ve saldırgan olur. İyiler çoğunluktadır, kötüler azınlıkta, ne var ki, kötülerin sayısı azdır ama sesleri gür çıkar. İyiler kendilerine ve topluma yarar sağlamaya çalışırken, kötüler zarar verir. Ancak, yasa karşısında iyiler ve kötüler eşittir.

Toplum geliştikçe kötülerin sayısı azalır. İyiler ve kötüler dediğimde benim aklıma insanın çevreyle olan ilişkisi gelir. İyi bir çevre de kötü bir kuşak, kötü bir çevrede iyi bir kuşak zor yetişir. Çevre ve toplum etkileşim içindedir. Kötü bir çevrede etik ve estetik çöküntü olur. İyi bir çevre, etik ve estetiğin geliştiği çevredir. Öğrenelim artık, gelişme, demirle, betonla, yolla, köprüyle, yapıyla değil insanla olur. Yapılacak iş insanı eğitmektir. İnsanın gelişmediği yerde gelişmeden söz edilemez. Yapılarla ve yollarla gelişme olsaydı, Arap Emirlikleri en gelişmiş toplumlar olurdu. İnsanlar birbirini öldürmezdi.


İyilerin arasında bir kötü insan, güzel bir yemeğe düşen sinek etkisi uyandırır bende. Sineği tutar atarsınız da, kötü  insanı insan sayıldığı için bu kütü insandır diye tutup atamazsınız. Kötüler çoğunlukta olduğunda iyileri atarda, iyiler çoğunlukta olduğunda kötüleri atamaz. İyiyle kötünün farkı buradadır işte.  Kötülük yapamamaları iyiliklerindendir. Kötü insan demek yerine pislik demenin daha çok yakıştığını düşünüyorum. Kötüler genellikle cahildirler. Her cahil kötüdür
diyemeyiz. Benim sözünü ettiğim pislikler, pişmiş aşa su katanlardır; tekere çomak sokanlardır; önüne gelene kara çalanlardır; onun bunun dedikodusunu yapanlardır; oyun bozanlardır.  Ne yazık ki çevremizde az da olsa pislikler var. Pislik biriyle aynı ortamda bulunmak gerer insanı.  Aynı salonda aynı havayı solumak zorunda olduğunuza öfkelenirsiniz. İyilere olan saygınız gereği susmaya çalışırsınız. O pislik etmeye konuşmaya devam ettikçe, sağlıklı düşünemez olursunuz. Kan beyinize sıçrar. Pislik olansa, pişkin, pişkin sırıtır sadece. Sizi üzdüğünün, gerdiğinin farkına vardıkça da mutluluğu artar. Kimse pisliğe bulaşmak istemediğinden pislikle uğraşmak size kalır. Toplantının keyfi kaçmıştır artık. Keyfi kaçan toplantılar sıcak Haziran ayında olur genellikle. Haziran ayı kooperatiflerin genel kurullarının yapıldığı aydır çünkü...


İnsanlarımız soran sorgulayan araştıran insanlar olsun isteriz. Bilgeliğin anahtarı soru sormaktır. İyi yurttaş, soran sorgulayan katılan yurttaştır. Soru sorulmasını ve sorulara cevap vermeyi severim. Sevmediğim, sataşmadır, çamur atmadır, yoksa öneri getirene, anlamak için soru sorana kurban olayım.  İyi demokrasiler iyi yurttaşlarla olur. İyi yurttaş olmak ve sorup sorgulamak, dönen tekere çomak sokmak, yapılanı engellemek değildir elbet... Çok sevdiğim arada bir paylaştığım, güzel bir söz vardır: "Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler kişileri konuşur."  Fikirleri tartışana düşünce ve proje üretene, insanın ufkunu genişleten büyük beyinlere insanın kurban olası gelir. Büyük beyinler, keşifler yaparlar, toplumun ufkunu açarlar, yeni projeler üretirler. İyiler yapar kötüler yıkar. Dünya durdukça yaşam sürdükçe iyiler de olacaktır kötülerde. Yapılması gereken insanların eğitilmesi, iyilerin çoğalması, örgütlenmesi ve kötülere karşı durmasıdır. Allah hepimizi kötülerden ve kötülüklerden korusun...
 
 
 
 



 

5 Haziran 2014 Perşembe

MANİSA TARZANI


MANİSA TARZANI

 
31 Mayıs -5 Haziran tarihleri arasında Manisa Tarzanı Çevre Günlerinde Manisa Tarzanı'nı andık, anlattık, anlamaya çalıştık.  31 Mayıs'da mezarı başında buluştuk. Yoğun bir katılım vardı.

2 Haziran Pazartesi günü, Sıradışı Bir Adam Manisa Tarzanı başlıklı bir konuşma yaptım, Kültür Sitesi lale Salonunda. Az sayıda büyük, çok sayıda küçük öğrenci vardı. Gelen büyükler içindeki çocuğun sesine kulak verenlerdi. Gelen küçüklerin içindeyse büyük bir dev vardı... Hayranım ben o küçüklerin içindeki deve... Büyüklerin içindeki çocuk, küçüklerin içiindeki dev hep öne çıkarılmalı. Sıradışı insanlar, küçükken içindeki devi, büyüdüğünde içindeki çocuğu yaşatmayı bilenlerden çıkıyor... Tarzan sıradışı bir adamda onun için adı ve anısı yaşatılıyor...

Bu yıl dile getirdiğim öneri, Manisa'da bir Manisa Tarzanı Evi yapılmasıydı. Bu öneriyi her ortamda dillendirmeliyiz. Kentimize bir Manisa Tarzanı Evi yapılmalı. İstiklal Madalyasını fotoğraflarını bulup koymalıyız o eve; Hakkında yapılan filmleri, belgeselleri, yazılan kitapları koymalıyız.  

Tanımak isteyenler için yaşam öyküsünü özetlemek iistiyorum:

“Manisa Tarzanı” adıyla üne kavuşan Ahmeddin Carlak 1899 yılında, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalan, Irak’da ki, Samarra kentinde doğdu. Birinci Dünya Savaşına ve Kurtuluş Savaşına katıldı. Gösterdiği yararlılıklar nedeniyle İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Cumhuriyet Dönemi başlarında  Manisa’ya geldi. Belediyede bahçıvan yardımcılığı görevini üstlendi. Ağaç dikmeyi kutsal bir görev sayarak, Manisa’yı yeşillendirmek için var gücüyle çalıştı. Yaz kış sadece siyah bir şortla ve ayağında lastik bir pabuçla kentin sokaklarında, kendi diktiği ve evlatlarım dediği ağaçların arasında dolaştı. Uzun saç ve sakalı, farklı görünümü ve kişiliği ile Manisalıların sevgilisi oldu. Manisalı kızlara, kente gelen sanatçılara çiçek sunan ilk oydu.

Manisa Dağcılık Kulübü üyesi genç arkadaşlarıyla Ağrı, Cilo, Demirkazık, dağlarına tırmandı.  Gittiği her yerde büyük ilgi gördü. Manisa dışında başka bir yerde yaşamayı hiç düşünmedi. Sinema tutkunuydu. Okumayı severdi. Yeniliklere açıktı.  .

Manisa Tarzanı 31 Mayıs 1963 tarihinde gözlerini yaşama yumdu.  Görkemli bir cenaze töreniyle çok sevdiği Manisa’da toprağa verildi.

Manisa Tarzanı doğa ve ağaç sevgisinin simgesi, çevreciliğin önderi olarak iz bıraktı. Anısına kitaplar, makaleler, şiirler yazıldı; Manisa’ya anıtları dikildi; filmi çevrildi. Manisa  O’nu hiç unutmadı, unutmayacak. Adı ve anısı hep yaşayacak.
 


Manisa Tarzanı Evi'ni hep birlikte kuralım. 2015 yılında yapacağımız Manisa Tarzanı ve Çevre Günlerinde açılışını bile yapabiliriz Manisa Tarzanı Evi'nin. Büyükşehir Belediyemiz,  yada Şehzadeler ve Yunusemre Belediyelerimizden birisi bu görevi yüklenebilir. Biliyorsunuz; Es geçileni iş edinene Tarzan diyoruz. Tarzan Evi'ni es geçmeyelim...
 
 

2 Haziran 2014 Pazartesi

31 MAYIS 5 HAZİRAN - MANİSA TARZANI VE ÇEVRE GÜNLERİ KAPSAMINDA ETKİNLİĞİMİZ

2 HAZİRAN PAZARTESİ GÜNÜ

SAAT 14.00'DE

KÜLTÜR SİTESİ LALE SALONUNDA MANİSA TARZANIMIZI ANACAĞIZ.



     TÜM TARZAN VE DOĞA DOSTLARINI ÖZELİKLE YARINLARIN GÜVENCESİ GENÇLERİMİZİ BEKLİYORUZ...

29 Mayıs 2014 Perşembe

MANİSA TARZANI


MANİSA TARZANI

Manisa Tarzanı'mızı 31 Mayıs 5 Haziran tarihleri arasında düzenlenen "Manisa Tarzanı Çevre Günleri" etkinliği ile anıyor, adını ve anısını yaşatmaya çalışıyoruz.

Manisa Tarzanı adı ve anısı yaşatılmaya değer bir insan. Manisa Tarzanı için, bir tanımlama yapmıştım. yaptığım tanımlamayı sürekli yinelemekten keyif alıyorum. Tarzan kime denir? Sorusuna kısa bir yanıt oluşturduk: Tarzan es geçileni iş edinen kişiye denir. Yeşillendirme es geçilirken, Ahmeddin Carlak iş edinmiş ve Manisa Tarzanı olmuş. Yaşadığımız Dünyada,  bırakın Dünya'yı yakın çevremizde o kadar çok es geçilen iş var ki, birini de siz iş edinin ve o konunun Tarzanı olun. Çevre Tarzanı olun. Eğitim Tarzanı olun. Sosyalleşme Tarzanı olun. Barışın, Dostluğun, Kardeşliğin İşbirliği ve Dayanışmanın Tarzanı olun. Bakın çevrenizi es geçileni iş edinin Tarzan olun, sizinde adınız ve anınız yaşatılsın...
 
 


Manisa Tarzanı'mızın adını ve anısını yaşatmak için, araştıran öğrenen öğrendiklerini paylaşan dostlarımız var. Hakkı Avan, Bedriye, Haydar Aksakal kardeşler Tarzan üzerine yazmayı iş edinmişler. Aslında onlar da bir Tarzan, yaşadıkları bu kenti ve kentinin insanlarını tanıtmaya çalışıyorlar...

“Manisa Tarzanı” adıyla üne kavuşan Ahmeddin Carlak 1899 yılında, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalan, Irak’da ki, Samarra kentinde doğdu. Birinci Dünya Savaşına ve Kurtuluş Savaşına katıldı. Gösterdiği yararlılıklar nedeniyle İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.

Cumhuriyet Dönemi başlarında  Manisa’ya geldi. Belediyede bahçıvan yardımcılığı görevini üstlendi. Ağaç dikmeyi kutsal bir görev sayarak, Hayatını Manisa’nın yeşillendirilmesine adadı ve var gücüyle çalıştı. Dürüstlüğü, çalışkan olmayı her şeyin üstünde tuttu. Yaz kış sadece siyah bir şortla ve ayağında lastik bir pabuçla kentin sokaklarında, kendi diktiği ve evlatlarım dediği ağaçların arasında dolaştı. Uzun saç ve sakalı, farklı görünümü ve kişiliği ile Manisalıların sevgilisi oldu. Manisalı kızlara, kente gelen sanatçılara çiçek sunan ilk oydu.  Bir spor adamıydı; yaşamıyla gençlere örnek olmuştu. Manisa Dağcılık Kulübü üyesi genç arkadaşlarıyla Ağrı, Cilo, Demirkazık, dağlarına tırmandı.  Gittiği her yerde büyük ilgi gördü. Manisa dışında başka bir yerde yaşamayı hiç düşünmedi. Sinema tutkunuydu. Okumayı severdi. Yeniliklere açıktı. 

Görkemli Sipil Dağında, Topkale’deki kulübesinde yalnız yaşadı; ne yatağı, ne yorganı vardı. Yaz kış soğuk suyla yıkanırdı.  Saç ve sakalını özenle tarar, kendi eliyle çiçeklerden yaptığı güzel kokular sürer, ulusal bayramlara göğsüne bağladığı palmiye yaprağı üzerine İstiklal Madalyasını takarak katılırdı. Bundan büyük bir gurur ve sevinç duyardı.

Manisa Tarzanı 31 Mayıs 1963 tarihinde gözlerini yaşama yumdu.  Görkemli bir cenaze töreniyle çok sevdiği Manisa’da toprağa verildi.
 


Manisa Tarzanı doğa ve ağaç sevgisinin simgesi, çevreciliğin önderi olarak iz bıraktı. Anısına kitaplar, makaleler, şiirler yazıldı; Manisa’ya anıtları dikildi; Derleğim yaşam öyküsünden yararlanılarak filmi çevrildi. Manisa  O’nu hiç unutmadı, unutmayacak. Adı ve anısı hep yaşayacak.
 
 

22 Mayıs 2014 Perşembe

İŞİMİZE BAKALIM


 

 

İŞİMİZE BAKALIM

Hayat devam ediyor.
Acımız ne kadar büyük olursa olsun
İşlerimizi ötelemenin gerekçesi olamaz.
Yas tutalım ama pas tutmayalım.
Yüreğimize taş basıp çalışalım.
Şimdi ağlama vakti değil daha çok çalışma vaktidir.
Unutmayalım "İşleyen demir ışıldar"
Yaşadığımız kaza için yıllar önce yaşananları örnek gösterme yerine,
aldığımız önlemlerle yaptığımız atılımlarla biz örnek gösterilmeliyiz.

Ağlamayı bırakıp, Biz nerede hata yaptık sorusuna yanıt aramalıyız.
Biz nerede hata yaptık?
millet olarak bu sorunun yanıtını arayıp bulmalıyız.
Kimileri ulus kimileri millet diyor.
Hiç fark etmez.
Atatürk, milleti şöyle tanımlamaktadır:
“Bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için,
zengin bir hatıra mirasına,
birlikte yaşamak hususunda ortak istekte samimî olmaya,
sahip olunan mirasın korunmasını
birlikte sürdürebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına,
gelecekte gerçekleştirilecek programın aynı olmasına,
birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş olmaya ihtiyaç vardır,
işte bu ana şartları taşıyan bir insan topluluğu millet sayılır”.
Biz aynı ulusun yada aynı milletin fertleriyiz.
Ulus
 ya da Millet, aynı topraklar üzerinde yaşayan,
aralarında dil, tarih, ülkü, duygu,
gelenek ve görenek birliği olan insanların oluşturduğu tasada ve kıvançta birlik olabilen topluluktur.

Kendi kendimize bir kez daha soralım;
Tasa da ve kıvançta birlik olabiliyor muyuz?
Birlikte üzülüp birlikte sevinebiliyor muyuz?
Birimizin üzüntüsü diğerimizin sevinci oluyorsa,
Birimizin eksikliğini diğerimiz fırsat olarak görüyorsa;
Ve insanlar birbirlerinin eksiklerini araştıran duruma gelmişse;
bu durum en az 301 yurttaşımızın maden ocağında can vermesi kadar acıdır.
Birlikte üzülemiyor ve birlikte sevinemiyorsak büyük bir sorun var demektir.

Kömür ocağında 301 yurttaşımızı yitirdik.
İLO sözleşmesini kabul etmemişiz.
"Bizden öncekilerde kabul etmemiş" demek, beklenen yanıt olamaz.
Öğrenciye kopya çekerken yakalayan öğretmene
öğrencinin  "Ahmet de çekiyor hocam" şeklinde demesi kadar çocukça olur...
Türkeye 19 yıldır Uluslararası Çalışma Örgütü ILO'nun,
 "Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesini" imzalamıyor.

1995 yılında yürürlüğe giren ve 28 ülkenin imzaladığı yükümlülüklerden bazılarını hatırlatmakta ve hatırlatmakta yarar var:

* Yerin altındaki tüm kişilerin isimlerinin ve konumlarının bilinmesi için bir sistem kurulmalı.

* Yeraltındaki iş yerlerinin tümünden iki çıkış sağlanmalı.
* Yangınların başlaması ve yayılmasıyla patlamaları önleyecek, tedbir ve önlemler alınmalı.
* İşveren, tüm endüstriyel ve doğal afetler için acil müdahale planı hazırlamalı.
* 24 maddeden oluşan sözleşme, hükümetleri de teknik kılavuzların hazırlanması, denetimlerin düzenlenmesi ve kazaların etkili soruşturulmasıyla yükümlü tutuyor.
Anlaşma imzalanmış olsaydı, ILO Türkiy'deki tüm madenlerde denetim yetkisine sahip olacaktı.
Ve de 301 insanımız ölmeyecekti.
Eğer, kendimizi gelişmiş Dünya'nın bir parçası olarak görüyorsak, denetimden korkmamalıyız..
Gerekli tüm önlemleri alırız.
Her madende mutlaka yeteri kadar YAŞAM ODASI bulunmasını şart koşmalıyız.
Her madenciye, çalışmayan paslanmış maskeler verme yerine, çalışanını vermeli ve kolayca ulaşabileceği yerlerde yedeklerini bulundurmalıyız. Maskeler çalışsaydı ve yedeklerine kolayca ulaşabilselerdi, madencilerim ölmeyecekti.

Hadi imzalayalım o zaman 1995 yılında yürürlüğe giren
İLO'nun "Madenlerde Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi"ni.
Yararsız çekişmelerin kısır döngüsüne düşmeden yapalım bunu.
Tasada ve kıvançta bir olabileceğimizi gösterelim.
Yas tutalım ama pas tutmayalım.
İnsanlarımız ölmesin insanca yaşasın diye daha çok çalışalım.
13 Mayıs Madencilerimiz Anma Günü olsun.
Hatta Mayıs ayının ikinci haftasın Madenciler Haftası yapalım.
Ve de, İLO sözleşmesini 20 yıl sonra da olsa ONAYLAYALIM...
 
 

 





 

 



 
back to top