Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

14 Temmuz 2017 Cuma

ÖMER HALİSDEMİR


15 Temmuz denilince aklıma hemen Meslektaşım Demokrasi Şehidi Ömer Halisdemir geliyor.


Fetullahçı Terör Örgütü'nün darbe girişimi sırasında darbe yanlısı Tuğgeneral Semih Terzi ve bir grup askerin Ankara'daki Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı basarak ele geçirmek istemesi üzerine Piyade Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir, darbeci komutanı vurarak tarihe geçti. Ve ölmekle ölümsüzlüğe erişti.
Niğde'nin Çukurkuyu beldesinde yaşayan Hasan Hüseyin Halisdemir'in 7 çocuğundan biri Ömer Halisdemir. Manisa’ya Ömer Halisdemir’in anıtını yapalım istedim. Bu düşüncemi önüme gelen ilgili ilgisiz çok kişiyle paylaştım. Paylaştıklarım çoğaldıkça umudum azaldı.  Hatta anıtın yapılabileceği alanlar bile buldum. Yapımına katkıda bulunacağımı da söyledim. Bu düşüncemden vazgeçmiş değilim. Büyükşehir, Yunusemre ve Şehzadeler Belediyelerimizin başkanlarına önerimi tekrarlıyorum…

Halisdemir kahramanca savunduğu Özel Kuvvetler Birliğini teslim etseydi, Özel Kuvvetler Birliği yok edilirdi. Vurduğu komutanla beraber Afganistan'da birlikte çalışmışlar. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır deyip komutanı alnından vurmuş ve oracıkta kendisi de şehit edilmiş.

Devletin ağır silahları, helikopteri, her şeyleri oradaymış. O birliği de aldıktan sonra Ankara'yı yok edeceklermiş. Vurduğu komutan oraya geldiğinde birliği teslim alacağını söylemiş. Halisdemir de “Komutanım bize böyle bir emir gelmedi, ben sizi içeriye alamam” demiş. Zorlayınca da FETÖ’cü komutanı vurmuş.
15 Temmuz 2016 tarihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti için daha aydınlanmamış birçok yönü olmasına karşın halkın demokrasiye nasıl sahip çıktığını gösteren unutulmayacak tarihi bir olaydır.
Asil Türk milleti damarlarında akan asil kanın gücü ile devasa tankların üzerine o gün yürümüştür. 15 Temmuz darbe girişiminde Türk milleti vatana ve millete olan bağlılığını bir kere daha kanıtlamıştır.

Bu halk değil miydi Çanakkale’de, Sarıkamış’ta ve Anadolu’nun dört bir yanında düşmanla dişe diş mücadele eden?  “Vatan uğruna ölen varsa vatandır.” Bu vatan için ölecek insanlar her zaman oldu ve her zaman olacaktır.

15 Temmuz 2016’nın o kanlı gecesinde Türk milleti dil, din, ırk ve mezhep ayrımı gözetmeden el ele verdi ve tek amaçları demokrasiyi ve vatanı kurtarmaktı. Çok kan aktı, nice ana kuzuları şehit oldu, hainler karşısında Türk milleti birbirine kenetlenirken, askerimizle polisimiz de birbirine sarıldı.
Sen rahat uyu Atam! Bir ölüp bin doğan Türk milleti yaşıyor daha. Bizim Ömer Halisdemir’lerimiz var.

Öyle bir ölmeli ki insan geride bıraktığı çocukları her daim başı dik gezebilmeli. İsmi her söylendiğinde evladının gözlerinden gurur fışkırmalı, herkes ona gururla bakabilmeli. Başçavuş Ömer yüreğimizde yaşıyor. Gelin Manisa’da onun güzel bir anıtını yapalım. Adını ve anısını sonsuza dek yaşatalım.
Ömer Başçavuş demokrasi için, vatan için, ölümü göze aldı. Çocuklarımız onu O’nu örnek almalı. Onun için anıtını yapalım diyorum.

15 Temmuz, aydınlatılarak, dayanışmamızı güçlendirecek biçimde kutlanılmalı. Şehitlerimiz öne çıkarılarak kutlanmalı…


6 Temmuz 2017 Perşembe

REVİZYON İMAR PLANI


1950`li yıllarda başlayan kentleşme devleti ve belediyeleri hazırlıksız yakalayınca, kentlerin gecekondularla kuşatılması hız kazandı.

Gecekondularda oturanlar ucuz emek ve oy deposu olarak görülerek gecekondulaşmaya göz yumuldu.

Gecekondulaşmadan Manisa’da payını aldı. Kentimizin doğusu, güneyi ve kuzeyi gecekondularla kuşatıldı.  Batı yönünde de gecekondulaşma başlamak üzereyken, 1987 yılında Kısaltılmış adı Manisa Birlik olan Yeni Manisa Konut Üretim Yapı Kooperatifleri Birliği devreye girdi. Ve kentin batı yakasında gecekondulaşmaya, çarpık yapılaşmaya dur dedi. Bugün kentimizin en güzel bölümü ve yeni kurulan Yunusemre ilçemizin merkezi konumundaki Güzelyurt Mahallesi çıktı ortaya. Yeterli yeşil alanları, sosyal donatıları, geniş yolları ile Güzelyurt Mahallesi örnek yerleşim yeri olma özelliğini koruyor.

Atatürk Kent Parkı, Belediyeden izin alınarak, Manisa Birlik tarafından bedeli ödenerek yaptırılan İmar Planı Uygulaması sırasında, belediyeye bırakılan 170 dönüm alan üzerine yapıldı. Karaçay kıyısında da benzer düzenlemelerin yapılabileceği alanlar bulunuyor.

Kentlerimizin, 25-30 yıllık hatta 50 yıllık gelecekleri planlanmadığında, çarpıklıkların ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Yapılan nazım ve uygulama imar planlarının uygulamalarında problem olması halinde veya söz konusu planların ihtiyaca cevap vermemesi durumunda planın tümünün veya büyük bir kısmının plan yapım tekniklerine uyularak yenilenmesi için Revizyon imar planı yapılıyor.

Manisa Büyükşehir Belediyesi Revizyon İmar Planı için kolları sıvamış durumda. Konuşulanları, yapılacak olanları, yapılanları, yurttaşlar olarak, izlemeli görüşlerimizi ileterek, yazarak paylaşmaya çalışmalıyız. Bunun yapılan işe müdahale olarak algılanmayacağını düşünüyorum. Önerilerin içinden kentimiz için yararlı olanlar çıkabilir. Kentli yurttaş soran sorgulayan katılan yurttaştır. Katılım olmadan atılım olmaz. Revizyon İmar Planı çalışmalarına ilgililerle bizzat görüşerek, düşündüklerimi yazarak katkıda bulunmaya çalışmayı kentli yurttaş olmanın gereği olarak görüyorum.

Önerim açık anlaşılır bir öneri:  Kentimizin İzmir yönündeki Atatürk Anıtının bulunduğu Cumhuriyet kapısından girip İstanbul yönüne giden bir araçtaki yolcuların aklında Manisa’ya ilişkin neler kalmalı? Cumhuriyet Kapısı ve Atatürk Anıtı kentimizin girişinde güzel bir imaj oluşturuyor. Karaçay Vadisi Projesi tamamlandığında “Yeşil Manisa” imajı desteklenmiş olacak. Menemen yolu üzerindeki köprülü kavşakta yapılan düzenleme de “Yeşil Manisa” imajını güçlendiriyor. Atatürk Anıtı ve Menemen Yolu üzerindeki köprülü kavşak arasında, “Yeşil ve Planlı Manisa” imajına uymayan alanlar bulunuyor. Bana bu yol kıyısında ne olmaz? diye sorsalar, hemen Depolama Alanı olmaz derim. Ama var. Depolama Alanı, Revizyon İmar Planı Çalışmaları sırasında. Ticaret Alanına dönüştürülmelidir. Bu alanda İzmir’in bile ilgisini çekecek büyük işyerlerinin kurulmasının yolu açılmalıdır. İzmir Manisa bütünleşmesi hızlandırılmalıdır. Hiçbir mağaza vitrinini depo olarak kullanmaz. Çevre yolu kıyısında, depolama alanı olmaz.
Öneri açık ve net, Depolama Alanı Ticaret alanına dönüştürülmelidir.


Revizyon İmar Planı çalışmalarını başlatıp sürdürenlere başarılar diliyorum. Kentimizin ufkunu genişleteceklerine, yeşil ve planlı kent imajını güçlendirecek çalışmalar yapacaklarına yürekten inanıyorum. Kolay gelsin…



29 Haziran 2017 Perşembe

MANİSA İZMİR BÜTÜNLEŞMESİ


İzmir ve Manisa birbirine bir büyük kentin mahalleleri kadar yakın iki il.


İzmir’e mahallesi kadar yakın olan Manisa kendi ilçelerine günübirlik ulaşılamayacak kadar uzak. Bu çarpık bir durum değil mi sizce?

Ülkemizde aynı konumda olan başka benzer iki il yok. İzmir Manisa yakınlığını sorun olarak görenler olduğu gibi sorunlara çözüm olarak görenler de var. Ben bardağın dolu tarafını görmeye çalışanlardan, konulara olumlu yaklaşanlardan olduğum için İzmir Manisa yakınlığını değerlendirilecek büyük bir olanak olarak görüyorum.

Manisa İzmir yakınlığı nedeniyle, birçok insan İzmir’de oturup çalışmalarını Manisa’da, bir çok insanda Manisa’da oturup çalışmalarını İzmir’de sürdürebiliyor. Dedim ya, görmezlikten gelinse de, Manisa İzmir’e mahalleleri kadar yakın…

İzmir’in Manisa’dan farklı yönleri var. Ancak en önemli fark büyüklüğü ve denizidir. Ya, Manisa’nın İzmir'de olmayan neyi var? Manisa’nın da görkemli Spil Dağı var. İzmir’de yatırım yapanlar, İzmir’in büyüklüğünün yarattığı tüketici yoğunluğunu ve denizi hep dikkate alırlar. Planlama ve yapılabilirlik etüdü yaparken de İzmir’in hemen kıyısındaki adeta mahallesi durumundaki Manisa’yı hep hesaba katarlar. İzmir’deki alışveriş merkezlerine gittiğinizde birçok dostunuzla karşılaşır çok sayıda plakası 45’le başlayan araç görürsünüz.

Manisa’dan çıkıp yarım saat içinde İzmir’e ulaşabiliyorsunuz. Manisa’da bulamadıklarınızı İzmir’de bulmanız mümkün. Hele İzmir Manisa tüneli açıldığında, İzmir Manisa demiryolu çift hat ve elektrikle çalışır duruma getirildiğinde gidiş gelişler daha da yoğunlaşacaktır.

Bazı hemşerilerimizin İzmir Manisa ilişkilerini Manisa ve Manisalılar açısından sakıncalı gördüklerini, karşı çıktıklarını ve eleştirdiklerini biliyorum. Ancak ben Manisa İzmir ilişkilerinin artmasına karşıyım demenin ve İzmir’le yarışmanın hiç bir anlamı yok. Ben de depreme karşıyım. Benim depreme karşı olmam deprem gerçeğini değiştirmediği gibi, İzmir Manisa yakınlaşmasına karşı çıkmakta gerçeği değiştirmeyecektir. Biz istesek de istemesek de İzmir Manisa yakınlaşacak ve giderek bütünleşecektir. İnsanlar nehirlere benzer, denizlere doğru akarlar. Bu nedenle kıyılaşma süreci devam ediyor.

Planlama ve yatırım yaparken İzmir gerçeğini dikkate almalıyız. Manisa’da olup da İzmir’de olmayan şey görkemli Spil Dağımızdır dediğim gibi. Yapmamız gereken de Spil’in yarattığı olanakları iyi kullanmaktır.

Manisa’yı sevmek, yapılabilir ve sürdürülebilir projelerin önünü açmakla, yeni projeler üretmekle olur. Kentimizin sorunu ülkemizin de olduğu gibi, para sorunu değil adam sorunudur. İyi projeler ürettiğimizde para bulmak zor olmaz. Manisa sahip olduğu olanakları, toplumsal yararı öne çıkararak kullanmak istediğinde kapılar ardına kadar açılır.

Manisalılar olarak Manisa İzmir bütünleşmesini ve dayanışmasını hızlandıracak bu gerçekçi ve yürekli öneriye sahip çıkmalı destek vermeliyiz. Yapmamız gereken İzmir’le yarışma değil dayanışmadır.

Son projelerimiz olan Obasya Kırsal Konaklama Tesisine İzmir’den gelenlerin sayısı Manisa’dan gelenlerden daha fazla. Lale Kule’de daire sahibi olan çok sayıda İzmirli var. Manisa İzmir’in büyük bir mahallesi gibi sanki. Limanımız İzmir’de, Hava alanımız İzmir’de, Denizimiz İzmir’de.

Manisa İzmir’dir, İzmir Manisa’dır. Etle tırnak gibi sanki… Manisa doğusundaki kentlere değil batısındaki İzmir’e benziyor…



24 Haziran 2017 Cumartesi

RAMAZAN BAYRAMI


Geçmişe ağıt yakmayalım, önemli olan yeni güzellikleri, o günün koşulları içinde yaratıp yaşayabilmektir.


Bayramları, geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek kutlamalıyız. Büyük kentler yalnızlıkları da büyüttü. Şimdilerde büyük salonlarda iftar yemekleri veriliyor. Ancak, sadece birlikte oturduğunuz masadakilerle tanışabiliyorsunuz. Herkes hızla yemeğini yiyip kaçmanın yolunu arıyor. Birlikte olmanın çokluğuyla yaşama keyfini unutmuşuz.

Eskiden insanlar birbirlerini tanır, selamlaşırlardı. İftar yemekleri güzel söyleşilerle süslenirdi.  Şimdi televizyon herkesin her şeyi oldu. Hele bir de maç varsa! Arasanız da bulamazsınız sohbet edecek kimseyi.

Bayramlar da eskiden çok farklıydı. İnsanlar en güzel giysilerini giyip bayram gezmesine çıkardı... İçtenlik vardı, sıcaklık vardı. Şimdi parası olan bayramı fırsat bilip, sahillere koşuyor. Biraz daha paralı olanlar ise soluğu yurt dışında alıyor.

Bu Ramazanda birkaç fıkra paylaşmak istiyorum sizlerle:
Adamın biri, Bektaşi'ye sormuş: "Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman yüzümü ne tarafa döneyim?"
Bektaşi: "Elbiselerini çıkardığın tarafa dön ki çalmasınlar!" demiş.

Bir de çocuk fıkrası anlatayım:  Adamın biri yolda sevimli bir çocuk görür ve çocuğa;  "Senin adın ne?" diye sorar. Çocuk tam söyleyeceği sırada:  "Dur ben tahmin edeyim" diyerek sözünü keser, ama ipucu olarak baş harfini söylemesini ister. Çocuk:  adımın baş harfi “Y” der, adam başlar saymaya...  "Yasin?", Çocuk hayır anlamında başını sallar.  "Yusuf?"  Çocuk yine başını sallar.  Adam (Y) harfi ile başlayan tüm isimleri sıralar. Çocuk hep başını sallamaktadır.  Adam sinirlenir, kız isimlerini de saymaya başlar; çocuk yine başını sallar. Adam sonunda: "Bilemedim. Ne lan senin ismin?" der.  Çocuk cevap verir: "Yamazan..."

Eskiden bayramlar coşkulu geçerdi, şimdi cumartesi ya da pazardan farkları kalmadı. Büyük çoğunluk bayramları tatil yapmak için bekler oldu.

Benim için bayram; içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat tanıyan günlerdir. Kendinizle konuşmayı sokakta, iş yerinde yapamıyorsunuz. Çünkü, görenlerin deli diyeceğini biliyorsunuz. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de ben bayramları hala çok seviyorum.  Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet. İnsanlar daha sevecen, daha barışçıl oluyor. Özellikle çocukları sevinçli görmek beni çok mutlu ediyor.

Günümüzde iftar yemekleri büyük restoranlarda veriliyor. İftar davetleri geçmişte de verilirdi. Bu fıkram, o günlerden... Bektaşiye sormuşlar:  "Baba erenler, niçin oruç tutmazsınız?". "Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok.",  "İftara çağırsalar gider misin?"  "Aaa... doğrusu ne yapar eder giderim.", "Canım nasıl olur? Allah'ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetine mi icabet ediyorsun?" "Bunda şaşılacak ne var?", "Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin merhametlisidir. Bir eşref saatine gelirse kulların günahını derhal affedebilir.  Fakat insanlar öyle midir ya? En küçük sebepten güceniverirler. Bunun için davetlere icabet etmek gerekir!..."

Bayramlarda türbe ziyaretleri çok yapılır. Türbelerin önü günümüzde de dolup dolup taşıyor. O konuda da fıkram var.  Kadın küçük çocuğunu türbeye götürmüş. Herkes dua ederken o çocuğunu mezarın üzerine işetmeye başlamış. Görenler kızıp bağırmış.  Yapma kadın! Çocuğun çarpılacak... Kadın, her yanı eğri büğrü olan çocuğunu gösterip;  Keşke demiş, zaten çarpık. Çarpılırsa belki düzelir.

Ben Akhisar'ın köylerinde büyüdüm. Köylerde de ortama uygun çok hoş fıkralar anlatılır. İşte biri: Tonyalı bir türlü iyileşmeyen ineği için açmış Allah'a ellerini: Ey beyük Allahum! Eğer habu ineği iyileşturursen, söz üç gün oruç tutacağım. Birkaç güne kalmamış, Tonyalı'nın ineği iyileşmiş. O da sözünü tutmuş. Fakat bir süre sonra inek ölüvermiş. Tonyalı tekrar açmış ellerini: Ey beyük Allah'ım! Eğer ben tuttuğum o üç gün orucu Ramazan'a, ölen ineği de kurbana saymazsam!...

Şimdilerde siyaset, ibadet ve ticaret iç içe yapılıyor. Bazıları siyaseti de, ibadeti de maalesef ticaret için yapıyor. Büyük lokantalardaki görkemli iftar yemekleri bile siyasete ve ticarete katkı olsun diye veriliyor.  Bayram gelince de insanlar sahillere koşuyor.

Bayramınız kutlu olsun…



23 Haziran 2017 Cuma

KADİR GECESİ


İlk kez dini bir konuda yazı yazıyorum.

Posta Manisa’nın Kadir Gecesi nedeniyle 21 Haziran’da çıkacağını öğrenince, Kadir Gecesi üzerine yazmamın doğru olacağını düşünerek, geçtim bilgisayarın başına.
Doğru bilgilere ulaşarak doğru şeyler yazmalıyım dedim kendi kendime.
Öğrenmeyi öğrenenler, yeni bilgilere daha kolay ulaşıp özümseyebiliyorlar.
Beş harften oluşan Bilgi’nin dört harfi ilgi sözcüğünü oluşturuyor. İlgi olmadan bilgiye ulaşılamıyor.
İlgi varsa ardından mutlaka bilgide geliyor.
Biraz araştırdım Kadir Gecesine ilişkin edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum okuyucularla. Yazmayı bu nedenle çok seviyorum yazı yazarken yeni bilgiler ediniyorum yazarak öğreniyorum öğrendiklerimi pekiştiriyorum.

Kadir Gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, Ramazan’ın yirmi yedinci gününün gecesinde olma ihtimali yüksektir. İslam Peygamberi Muhammed, Kadir Gecesinin hangi gece olduğunu kesin şekilde belirtmemiş, ancak; “Siz Kadir gecesini Ramazan’ın son on günü içerisindeki tek rakamlı gecelerde arayınız” demiştir.

İşleri düzgün giden, başarılı insanlara “Kadir Gecesinde mi doğdun yoksa?” derlerdi. Kadir gecesinin önemini vurgularlardı.
Her sene Ramazan Bayramı'ndan hemen önce idrak ettiğimiz Kadir Gecesi tarihi Ay Takvimi nedeniyle sürekli olarak değişiyor. Bu yıl 21 Haziran Çarşamba’yı 22 Haziran Perşembeye bağlayan gece Kadir Gecesi olarak kutlanacak.
Kadir Gecesi,  insanlarımıza sevgi, saygı ve bağlılık duygularını yenileme fırsatı veriyor.

Kadir Gecesinde kendinize, "Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah'ın benden istekleri nelerdir ?" gibi konular başta olmak üzere derin düşüncelere girebilir bu sorulara yanıtlar arayabilirsiniz.

Kadir Gecesi, küs ve dargın olanların barışmaları,  gönüllerin alınmaları için bir fırsat olarak görülmelidir.
Kur’an-ı Kerim’in 97. suresi olan Kadir Suresi’nde Kadir Gecesi’nin anlam ve önemi beş ayet ile anlatılır. Kur'an-ı Kerim indirildiği gece olarak anlatılan bu surede Kadir Gecesi’nden bahsedildiği için bu sureye Kadir Suresi denmiştir. Bu surede Kadir Gecesi’nin bin aydan daha hayırlı olduğu söylenir. Kadir Suresinin Türkçesi aynen şöyle:  Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla.  Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.
Kadir gecesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:  “Kim Kadir Gecesi’nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”

“Kadir gecesinde bir defa, Kadir sûresini okumak, (başka zamanda) Kur”ân-ı kerîmi hatmetmekten daha sevâptır. Bu gece koyun sağma müddeti kadar namaz kılmak, ibâdet etmek, bir ay her geceyi ibâdetle geçirmekten daha kıymetlidir.”  Kadir Gecemiz kutlu olsun…



15 Haziran 2017 Perşembe

İNŞAAT SEKTÖRÜ DE SANCILI


Yaşadığım kent olan Manisa`yı o kadar çok sevdim ki, başka hiçbir kent için keşke benim kentim olsaydı demedim. Deseydim zaten o kente giderdim.

Yurttaşı olmaktan onur duyduğum ülkemi de çok seviyorum. Kentimde ve ülkede sorunlar olduğunda üzülüyorum. Sorunların çözümüne nasıl katkı yapabilirim diye kafa yoruyorum. Çünkü sevgi, kin ve nefretten arınmış bir yürek ve esirgenmeyecek bir emek istiyor.

Ülkemde sancılar yaşanıyor. Bugün ekonomide yaşanan sancıların inşaat sektörü ile olan ilgisine değinmek istiyorum. İnşaat sektörü sancılı olunca, diğer sektörlerin iyi olması mümkün değil ki. Bu köşede yaklaşık bir ay önce yazdığım "Kriz Kapıda" ve  "İnşaat Sektörü Krizde" başlıklı yazılarım çok okunmuş ve çok tartışılmıştı.

Yazılarımın başlığının karamsar olduğunu ancak gerçeği yansıttığını belirtmiştim. Yazdıklarımın gerçekleri yansıttığı geçen zaman içinde daha net biçimde görülmeye, yarattığı sancı derinden hissedilmeye başlandı. Tapu dairelerinde, insanların sadece kredi almak için birbirlerine devrettikleri taşınmazlar dışında satışlar yok denecek kadar azalırken, icra dairelerinin yoğunluğu giderek artıyor. Bankalar kredi vermede eskisi kadar istekli davranmıyor.
Sorunların aşılması için, istemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. Ancak umutlarımızın güçlenmesi için belli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Kredi kolaylıklarının getirilmesi gerekiyor. İnşaat sektörü desteklenmeden, ekonomi düzelmez. İnşaat Sektörü ekonominin aynasıdır. Ekonomiyi sadece TOKİ'yi destekleyerek de canlandıramazsınız. Manisa'daki inşaatçıların desteklenmesi için önlemler alınması gerekiyor.

İnşaat sektöründe iflas erteleme isteyenlerin olduğunu biliyoruz.  Yeni iflasların kapıda olduğu söyleniyor. Ödenmeyen kredi borçları, karşılıksız çekler, yerine getirilemeyen taahhütler konuşuluyor. Üzülerek belirteyim ki, iflas ertele verilenlerin yarıdan fazlası krizden kurtulmayı başaramıyor.

İnşaat sektörünün lokomatif sektör olduğuna, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğini bir daha belirteyim. Öz kaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar sıkıntı yaşayacaklar bu bilinmeli. İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların işi gerçekten çok zor. Öz kaynağı olmayan müteahhitlere iş yapanlar da bu müteahhitlerden daire alanlar da sıkıntıya girecekler. İnşaat sektöründe öz kaynağı güçlü olanlar ayakta kalacak, diğerleri gidecek.

Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona parelelel olarak % 6'lar düzeyinde seyrederken, 2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılında da % 11'lere gerilemiş ve  2016'da yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiştir. 2016 yılı inşaat sektörü için zor bir yıl olarak nitelendirilmektedir. Krizin etkileri 2017 yılında da devam ediyor.

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konuk sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır.

Ne başka Manisa ne de başka Türkiye var. Aidiyet duygusuyla sorunların tümü aşılacaktır. Yeter ki yüreklerimizi kin ve nefretten arındıralım. Yeter ki, koşullanmışlıklardan kurtulalım. Yeter ki, bir olalım, iri olalım, diri olalım. Koca Yunus'un bir dörtlüğü ile noktalıyorum yazımı. Gelin tanış olalım./ İşi kolay kılalım./ Sevelim sevilelim./ Dünya kimseye kalmaz...



9 Haziran 2017 Cuma

ZEYTİN


Zeytinle yatıp zeytinle yatar olduk. Binlerce yıldır süren insan ve zeytin işbirliği yeniden gündeme geldi.


En az bin, bin beş yüz yaşında zeytin ağaçları görüntüleri buldum. Hepsi de birer sanat eseri gibiydi. Bakınca insanda hayranlık uyandırıyordu. Facebook sayfamda paylaşayım dedim ve paylaştım. Aman o da ne, paylaşan paylaşan üstüne yazıyı yazarken sayının 7bin beş yüzü aştığını gördüm. Siz bu yazıyı okurken, 10 bini aşacağını tahmin ediyorum. Beklediğim bir şey değildi. Bir paylaşımım ilk kez binlerce kişi tarafından paylaşılıyordu. Bu toplum olarak zeytine verdiğimiz değerin en somut göstergesidir bence. Merak edenler facebook sayfama bakabilirler.

Facebook sayfamdaki paylaşımımın üzerine, (Diren zeytin ağacı. Sen benim atalarımı gördün; Torunlarımı da hatta onların torunlarını da göreceksin. Biz gideceğiz sen kalacaksın. Diren zeytin ağacı biz öleceğiz sen yaşayacaksın.) notunu koymuştum. Dediğim gibi çok paylaşan, çok yorum yazan oldu. Bakalım nereye kadar gidecek. Elime fotoğraf makinasını alıp asırlardır anıt gibi duran zeytinleri görüntüleyerek bir sergi açabilirim önümüzdeki günlerde.  Sayfama bakanlar o anıt ağaçları görecek ve hayran kalacaklardır biliyorum. Yoksa, binlerce kişi paylaşmazdı zeytin ağacı görüntülerini.
Zeytin ağacı tüm dinlerde değer verilen bir ağaçtır. Ömrü uzundur, insanların uzun ömürlü olmasının gizlerinin zeytinde olduğu söylenir. Nuh peygambere güvercin, ağzında zeytin dalıyla gelerek tufanın bitmekte olduğunu müjdeler. Zeytin barışın, kardeşliğin, sağlığın ve bereketin simgesidir. İnsanla zeytin arasında binlerce yıldır süren bir işbirliği ve güçlü bir bağ vardır.

Zeytin, ormanlarımızda delice olarak çıkar gün yüzüne, delice olarak büyür. Zeytin olabilmesi için insanoğlunun deliceyi aşılaması gerekir. Bu insanla delicenin işbirliğinden zeytin çıkar ortaya. Doğa ve insan dayanışma ile yeni bir ürün çıkarırlar ortaya; bu zeytindir.  Zeytin insanoğlunun doğayla işbirliği yaparak ürettiği ilk araçtır. Armutta öyledir. Ahlata aşılanarak armut olur.

Zeytini insanoğlunun çok sevmesinde ondan sağladığı yararların yanında, ortaya çıkmasında kendisinin katkısının olmasıdır. Delice insanoğlu tarafından aşılanır ve zeytin olur. Delice ya çıktığı yerde ormanda aşılanır yada sökülüp zeytinliğe taşınıp orada aşılanır. Binlerce yıldır bu işbirliği devam ediyor ve edecek.

Geçtiğimiz günlerde, Avrupa Birliği hibeleri ile ilgili bir toplantımıza bir İtalyan katılmıştı. Dediği hiç aklımdan çıkmıyor. “Biz ülkemizde zeytin üretimini yavaşlattık. Bunun nedeni Türkiye’den daha ucuza zeytin ve zeytinyağı alabiliyor olmamız. Türkiye’den aldığımız zeytinyağını işliyor, şişeliyor ve tüm ülkelere ihraç ediyoruz.” dedi.  Biz bunu neden yapamıyoruz ürettiğimiz zeytinyağını neden işleyip ihraç etmiyoruz neden ham yağ olarak İtalya’ya satıyoruz?  Zeytinyağımızı işleyip öyle satmalıyız.

Bin yıllık zeytin ağaçları anıt gibi direniyor.  O zeytin ağaçları ilgiyi ve saygıyı hakediyor. Ben atalarımın deliceden aşılayıp zeytine dönüştürdüğü bu ağaçların önünde saygıyla eğiliyorum. Zeytin kesenlerin olmayacağını biliyorum. Kestiğiniz zeytinler için onu dikenler rüyalarınıza girecektir. Size hesap soracaktır. Kestiğiniz zeytin gözlerinizin önünden gitmeyecektir hiç.  Zeytinleri kesmeyin ne olur…



31 Mayıs 2017 Çarşamba

MANİSA TARZANI


Geçtiğimiz yıllarda, Manisa Tarzanı`mızı 31 Mayıs 5 Haziran tarihleri arasında düzenlenen `Manisa Tarzanı Çevre Günleri` etkinlikleri ile anıyor, adını ve anısını yaşatmaya çalışıyorduk.


Gördük ki bu yıl Manisa Tarzanı ve Çevre günü etkinlikleri bir güne indirilmiş. O gün içinde Lale Salonunda bir konuşma yapılacak, Hatuniye Camiinde mevlüt okutulacak, birde Tarzanın mezarı ziyaret edilecekmiş. Bunlar Tarzan’ı anlamaya anlatmaya yeter mi? Bence yetmez. Manisa Tarzanı yeni kuşaklara bir günde bu etkinliklerle anlatılamaz. “Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri” denildiğine göre etkinlikler 5 Haziran’a kadar sürmeli. Geçtiğimiz yollarda, ağaç dikme etkinlikleri yapardık. Güzel bahçe yarışmaları düzenlerdik. Sergiler açardık.Televizyon söyleşileri paneller yapılırdı. Çevre temizliğine çıkılırdı. Yürüyüşler yapılırdı. Yılın Tarzanı belirlenirdi. Neredeeeeen nereyeeeeee, beş günden bir güne. Bence Manisa Tarzanı konusu önemine yaraşır bir özenle ele alınmalı. Tarzan unutulmamalı unutturulmamalı.

Manisa Tarzanı adı ve anısı yaşatılmaya değer bir insan. Manisa Tarzanı için, bir tanımlama yapmıştım. Yaptığım tanımlamayı sürekli yinelemekten keyif alıyorum. Tarzan kime denir? Sorusuna kısa bir yanıt bulmuştum: Tarzan es geçileni iş edinen kişiye denir. Yeşillendirme es geçilirken, Ahmeddin Carlak iş edinmiş ve Manisa Tarzanı olmuş. Yaşadığımız Dünyada,  bırakın Dünya'yı yakın çevremizde o kadar çok es geçilen iş var ki, birini de siz iş edinin ve o konunun Tarzanı olun. Çevre Tarzanı olun. Eğitim Tarzanı olun. Sosyalleşme Tarzanı olun. Barışın, Dostluğun, Kardeşliğin İşbirliği ve Dayanışmanın Tarzanı olun. Bakın çevrenize es geçileni iş edinin Tarzan olun, sizinde adınız ve anınız yaşatılsın. Es geçtiklerimizin arasına şimdi birde Manisa Tarzanı ve Çevre Günlerini yazmalıyız. Manisa Tarzanı Çevre Günlerini es geçemeyiz, geçmemeliyiz. Adı güzel kentimizle anılan Manisa Tarzanı es geçilemez. Bu es geçileni önümüzdeki yıl iş edinmeli ve Tarzanımızı önemine yaraşır bir özenle anmalıyız…

Manisa Tarzanı'mızın adını ve anısını yaşatmak için, araştıran öğrenen öğrendiklerini paylaşan Hakkı Avan, Bedriye ve Haydar Aksakal kardeşler gibi Tarzan üzerine yazmayı iş edinen dostlarımız var. Aslında onlar da bir Tarzan, yaşadıkları bu kenti ve kentinin insanlarını tanıtmaya çalışıyorlar. Ben gücüm yettiğince katkıda bulunmaya çalışıyorum. Yazıyorum çiziyorum. Filmin yapılmasına katkıda bulundum. Tarzanın heykellerini yaptırdım.
“Manisa Tarzanı” adıyla üne kavuşan Ahmeddin Carlak 1899 yılında, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalan, Irak’da ki, Samarra kentinde doğdu. Birinci Dünya Savaşına ve Kurtuluş Savaşına katıldı. Gösterdiği yararlılıklar nedeniyle İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ve Manisa’nın yeşil Manisa olarak anılmasına ömrünü adadı. Yetmez mi? Cumhuriyetin ilk yıllarında  Manisa’ya geldi. Belediyede bahçıvan yardımcılığı görevini üstlendi. Ağaç dikmeyi kutsal bir görev sayarak, hayatını Manisa’nın yeşillendirilmesine adadı ve var gücüyle çalıştı. Yaz kış sadece siyah bir şortla ve ayağında lastik bir pabuçla kentin sokaklarında, kendi diktiği ve evlatlarım dediği ağaçların arasında dolaştı. Uzun saç ve sakalı, farklı görünümü ve kişiliği ile Manisalıların sevgilisi oldu. Bir spor adamıydı; Manisa Dağcılık Kulübü üyesi genç arkadaşlarıyla Ağrı, Cilo, Demirkazık, dağlarına tırmandı.  Gittiği her yerde büyük ilgi gördü. Manisa dışında başka bir yerde yaşamayı hiç düşünmedi. Sinema tutkunuydu. Okumayı severdi. Yeniliklere açıktı.  Atatürk hayranıydı. Ulusal bayramlara göğsüne bağladığı palmiye yaprağı üzerine İstiklal Madalyasını takarak katılırdı. Bundan büyük bir gurur ve sevinç duyardı. Biz O’nu hiç unutmadık. Manisa Tarzanı’nın adına ve anısına sahip çıkalım Manisa. O’nu bir gün değil her gün analım.



26 Mayıs 2017 Cuma

RAMAZAN YAKLAŞIYOR


Suriye`de savaş devam ediyor. Terör can alıyor. Bayramlara gölge düşüyor. Oysa bütün bayramlar barışı ve sevgiyi çağrıştırır.
Belirsizlikler içinde Ramazan Bayramına hazırlanıyoruz.
Terör ve savaş can alırken, keşke diyorum, bayram nedeniyle trafiğe de kurbanlar vermesek.

Çok eskilerde, bayram ziyaretleri yapılırdı. Şimdi bayram nedeniyle kapıların çalınması ve gidenler gelenler azaldı.

Kimse gelmiyorsa bu sizin kendinize gelmeniz için bir fırsat olsun. Bayramlar, benim için, kendime gelmeme, içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat tanıyan günler oluyor. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de seviyorum bayramları. Bayramlarda kimse gelmese de ben kendime gelmeye çalışıyorum.

Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet. İnsanlar, daha sevecen, daha barışçı olmaya çalışıyorlar bayramlarda. Keşke diyorum böyle olanlar böyle düşünenler çoğalsa.

“Eski bayramlar şöyleydi, eski bayramlar böyleydi” diyerek, geçmişe özlem duyulmasını, ağıtlar yakılmasını pek doğru bulmuyorum. Eski bayramlar, eskinin koşulları içinde güzeldi. Şimdi eskinin koşulları olmadığına göre, bayramlar da eskinin bayramları gibi olamayacaktır. Önemli olan, yeni güzellikleri, yeni günün koşulları içinde yaratabilmektir. Geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek bayramları kutlamak önemli. Günümüzün bayramlarını da güzel yapmak, bayramı bayram gibi yaşamak bizim kendi elimizde. Kendimize “ben neden bazı insanlarla dargınım?” sorusunu yönelttiğimizde, inanıyorum ki, barışmaya bir kapı aralanacaktır. Bunu herkes yapsa, dargınların sayısı da azalacaktır mutlaka.

Geçmişte,“İnsan değişmez” sözünü doğru sayıp, değişememeyi savunma olarak çok kullandım. Ancak, şimdi yanıldığımı düşünüyorum. İnsan isterse değişebilir. İstemek değişimin ilk adımıdır. İkinci adım da değişim için çalışmak. Bahsettiğim değişimin özünde gelişim var elbet. İnsan değişebilir. Değişmelidir de. Kendimize gelmeyi başardığımızda değişimi de başarabiliriz. Uzun süreli bayram tatilini değişime adım atmak için  fırsat olarak değerlendirebiliriz.

“İnsan değişmez” dersek. “Böyle gelmiş, böyle gider” de demiş oluyoruz aslında. Oysa, böyle gelmiş ancak böyle gitmemeli.  Böyle gelmiş böyle gitmemeli diyorsak, değişimin gerekliliğini de ortaya koymuş oluyoruz. İşin bundan sonrası çalışmak olmalı. Yine o çok yinelediğimiz “ben nerede hata yaptım” sorusunu kendimize sorarak başlayabiliriz çalışmaya.
Bu bayram benim düşündüklerimi sizlerde düşünmüşsünüzdür elbet. Ancak düşünmek yetmiyor. Düşünceyi eyleme dönüştürmek gerekiyor.

Bayrama terör gölgesinin düşmesine ve OHAL’i gerekli kılan koşulların sürmesine üzülüyoruz elbet. Üzülmenin çözüm getirmediğini de bildiğimize göre, teröre karşı duracağız. Birliğimizin bütünlüğümüzün simgesi bayrak, Atatürk, vatan, millet, cumhuriyet kavramlarını önemine yaraşır özenle koruyup gereğini yapacağız.

Savaşa teröre kurbanlar vermediğimiz, bayramlar diliyorum.



19 Mayıs 2017 Cuma

19 MAYIS


Yine bir 19 Mayıs. Atatürk var yüreğimizde.


19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Atamızı minnetle, sevgiyle ve özlemle anacağız yine. Yine gazetelerimizin manşetinde Atatürk ve kurduğu cumhuriyeti emanet ettiği gençlik olacak.

80 milyon Atatürk'ü anlıyor ve anıyorsa, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak sorun olmayacaktır ülkemiz için. "Biz seni unutmak için sevmedik" diyorsak ve unutmuyorsak, milyonlar Anıttepe'de toplanıyorsa yüreğimizde yaşıyorsun demektir.  

Gerçekten öyle biz Atamızı unutmak için sevmedik. O'nun asaletini zarafetini ve bilgeliğini özlüyoruz hep. Dünya'da hiç bir toplum Atatürk gibi bir öndere sahip olamamıştır. Hiç bir toplum da önderini, bizim Atatürk'ü sevdiğimiz kadar sevmemiş ve ölümsüzleştirememiştir. Atatürk karşıtları Atatürk döneminde de vardı, şimdide var; yarın da olacaktır. Ama bu karşıtlar, gönüllerimizdeki Atatürk sevgisini bitirmek şöyle dursun daha da pekiştireceklerdir. Atatürk'e dün olduğundan daha fazla sarılmalıyız. O’nu hem anmalı hem de anlamalıyız.

Hepimize düşen en büyük görev; Atatürk’ü ve en büyük eseri Cumhuriyet’i anlamaktır. Cumhuriyet’in değerlerini her koşulda korumak, Atatürkçü düşünceyi benimsemektir. Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşımaktır. Ulusumuz, Yüce Atası’nın hedef olarak gösterdiği bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyerek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacak ve aşacaktır.

Türkiye Cumhuriyetinin eşit yurttaşları olarak, tüm dünyanın övgüsünü kazanan ölümsüz önderimizle ve O’nun kurduğu Cumhuriyet’le haklı olarak gurur duymalıyız. Kim ne derse desin, Ulusumuzun ışık kaynağı, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, aydınlık Türkiye’nin sembolü, büyük devrimci ve düşünce adamı Yüce Atatürk’ün yurttaşlarımızın gönlündeki erişilmez yeri hiçbir zaman değişmeyecektir. Bunun değişmesini beklemek ham hayaldir ve abesle iştigaldir. Göreceksiniz Atatürk'ü unutturmak isteyenler kendileri unutulup gidecektir. Atatürk sevgisi ve kurduğu cumhuriyet hep yaşayacaktır.

19 Mayıs’da balkonlarımızı binalarımızı yine ay yıldızlı bayrağımızla ve Atatürk posterleriyle donatacağız. Gösterdiği yoldan ayrılmayacağız. Amacımız çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak olacak. Atatürk’ü yüreğimizde sonsuza dek yaşatmak olacak. Dünyanın birçok kentinde Atatürk heykelleri, büstleri var. Dünyanın birçok kentinde Atatürk adı verilmiş caddeler meydanlar var.

Atatürk’e diğer ülkelerin verdiği değeri gösteren UNESCO Genel Kurul Kararını biliyoruz. Burada bir kez daha paylaşmak isterim: Atatürk'ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada, "1981 Atatürk Yılı" olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir. Alınan kararı ve duyurulan metin aynen şöyle: “ Atatürk kimdir? Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu”  UNESCO’nun kararı ve Atatürk tanımı işte bu…

19 Mayıs Bayramımız Kutlu Olsun…



12 Mayıs 2017 Cuma

AVRUPA GÜNÜ


Avrupa Birliği ülkeleri ve aday ülkelerde 9 Mayıs Avrupa Günü olarak kutlanıyor.


Bir Turizm Geliştirme Kooperatifi kurarak, Avrupa Birliği fonlarından yararlanmasaydık belki 9 Mayıs’ın Avrupa Günü olduğunu bilmeyecektim.

8 ve 9 Mayıs günlerinde, arkadaşlarım “Reklam Yıldızı mı oldun?” diye arayınca, Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonunun ulusal televizyonlara verdiği reklamlarda, Kuruluşunu gerçekleştirdiğimiz Obasya’dan görüntülerle birlikte benim görüntülerimin olduğunu öğrendim. Benim için bu reklamın önemsediğim yanı, Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak gerçekleştirdiğimiz kırsal konaklama tesisi ve zaman geçidi müzemizin bir başarı öyküsü olarak öne çıkarılması ve ödüllendirilmesidir. İnsan yaptığı iş beğenildiğinde bütün yorgunluklarından bir anda kurtuluyor. Yeni projeler için motive oluyor.

Manisa Yuntdağı’nda TKDK’dan (Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu) aldığımız hibe desteği ile gerçekleştirdiğimiz proje birçok kişi, kurum, kuruluş ve belediyenin ilgisini çekti. Projemizin benzeri Söğüt Belediyesi ve başka belediyeler tarafından uygulanmak isteniyor. Söğüt Belediye Başkanı Halil Aydoğdu tesislerimizi gezdi ve beğendi. Bizde kendilerine projelendirme ve uygulama aşamasında yardımcı olma sözü verdik.

Türkiye AB ile ilişkilerini hiçbir zaman koparmamalı. Avrupa Birliği’ne katılma kararından vazgeçmemeli. Çağdaş uygarlığa giden yol Avrupa’dan geçiyor. İnatlaşmanın bir yararı yok. Bizim Avrupa’ya duyduğumuz ihtiyaç kadar onlarında bize ihtiyacı var. “İdam bizim kırmızı çizgimiz” diyorlar. Ülkemizde idamı iç politika malzemesi olarak gündemde tutmanın bir anlamı yok..
Türkiye, hayata geçirdiği reformlarla AB yolunda kararlı adımlarla yürüdüğünü hem içte hem dışta göstermeli. Hem Avrupa Bakanlığı kuracaksın, hem 2014’ü ‘AB Yılı’ ilan edeceksin hem de idamı sürekli olarak dillendireceksin. Böyle tutarsızlık olmaz. O zaman, ilgili tüm bakanların katıldığı Reform Eylem Grubu toplantılarıyla AB seferberliği başlatmanın ne anlamı kalır ki? Mevzuat çalışmaları, iletişim stratejisi, öğrenci değişim programları hız kesmeden sürdürülmeli. İlişkilerde tutarlı olunmalı.

Türkiye’nin 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu'na tam üye olmak için başvuruda bulunmasıyla başlayan yolculuk süreci son yıllarda gerçekleştirilen reformlarla yeni bir boyut kazanıyor diye sevinirken, son gelişmelerle, karşılıklı açıklamalarla yeniden belirsiz bir havaya girdiğini görerek üzülmeye başladık. Başladığımız noktanın gerisine düşmeyelim ne olur.

AB’ye tam üyelik sürecindeki reformlarla daha güçlü ve demokratik bir Türkiye olma yolunda ilerlemeliyiz. İnanın AB yolunda olmak, içinde olmak gibi yararlı gelişmelerin önünü açıyor. İçinde olamazsak bile yolunda olmanın sağladığı olanaklardan yararlanmalı ve tam üyelik kararlılığından ödün vermemeliyiz. AB yüzyıllardır savaşlarla sarsılan Avrupa’ya barışı getirmiş, refahın yükselmesini sağlamış ortak değerleri öne çıkararak ortak bir gelecek kurma ve küresel güç olma yolunda gelişimini sürdürmektedir. AB’ye, demokrasiyi, insan haklarını, barışı, kalkınmayı, yüksek yaşam standartlarını benimsediğimiz ve önemsediğimiz için girmeye çalışıyoruz. Bu yoldan dönemeyiz. AB yolu bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur. Avrupa Günümüz kutlu olsun.



5 Mayıs 2017 Cuma

MASKİ


İkiz kuleler Manisa`ya çok yakıştı.

15.07.2014 tarihinden bu yana adını sıkça duyduğumuz kısaltılmış adı MASKİ olan Manisa Su ve Kanalizasyon İdaresi 31 Mart 2014 tarih ve 28958 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla kuruldu. Adından da anlaşıldığı gibi Maski’nin çalışma alanı su ve kanalizasyon. Su abonesi olurken ya da kapatırken mutlaka uğruyoruz. Maski, hizmetlerini ikiz kulelerden birisinde sürdürüyor. Diğer kulede de derneklerimizin ofisleri var.

İkiz kuleler Manisa`ya çok yakıştı. Manisa bu tür yeni binalarıyla çağdaş bir görünüm kazanıyor. İkiz kulelerin dışı gibi içleri de çok güzel düzenlenmiş. İkiz kuleleri kentimize kazandıran Manisa Büyükşehir Belediyemizin değerli başkanı Sayın Cengiz Ergün’e Manisalılar olarak yürekten teşekkür etmeliyiz.

Kentler büyüdükçe verilmesi gereken hizmetler de çoğalıyor.  Belediyeler halka hizmet götürürken, birçok hemşehrimize de iş olanağı sağlamış oluyor.

Maski’nin değerli Genel Müdürü Sayın Yaşar Coşkun, vatandaşın sorunlarını dinleyen çözümler üreten çalışkan bir hemşehrimiz.  Manisa’nın Büyükşehir statüsüne kavuşması nedeniyle kurulan Maski’nin çalışma alanı tüm ilçeleriyle mahalleye dönüşen köyleriyle Manisa ilini kapsıyor. Gittiğimiz ilçelerde ve köylerde Maski’nin yatırımlarıyla karşılaşıyoruz. Yapılan çalışmalar yeraltına gömüldüğü için fark edilmiyor olabilir ama sularımız akıyorsa, kanalizasyonlar çalışıyorsa bu hizmetler Maski sayesinde veriliyor. Maski, çalışmalarını hiçbir ayrım gözetmeksizin en yakından en uzak köşelere kadar götürüyor.

Gelişmenin işareti yeni kavramlar ve yeni kurumlardır. Büyükşehir yeni bir kurumdur. Maski’de öyle. Yerinden yönetim etkinleştirecek yeni kurumlara ihtiyacımız var.

Taşımalı eğitim nedeniyle birçok okul binası yıkılmaya terk edilmiş durumda. İçinde insan nefesi olmayan binalar daha hızlı biçimde yıkılıp yok oluyorlar. Büyükşehir ve İlçe belediyelerimiz bu binaları yeniden toplum hizmetine sokmalı. Bu binalar çok amaçlı hizmet veren, kursların açılabileceği, çeşitli toplantıların yapılabileceği duruma getirilmeli. Devletin ve belediyelerin eli bu binalara mutlaka ulaşmalı. Köylerimizdeki okulları değerlendirmek için proje hazırlayıp uygulayan belediye hem alkışı hak eder hem de tarihe geçer.  Bugün burada MASKİ için yazdıklarımın daha fazlasını terkedilen okulları topluma yeniden kazandıranlar için de yazarım…

2560 sayılı yasa çerçevesinde Manisa ili bütününde tüm alt yapı hizmetlerinin yerine getirilmesinden sorumlu olan MASKİ Manisa'nın ilk ve tek Kamu Genel Müdürlüğü olarak, Manisa Halkının ihtiyaçlarına cevap vermek için Genel Müdüründen personeline kadar canla başla çalışmalarını sürdürüyor.
MASKİ gibi kurumlarımız ve belediyelerimiz mazeret üretmek yerine marifet göstermeyi ilke edinmelidirler. Ben Maski’nin bunu başardığına inanıyorum. Yeni bir kurum olmasına karşın kuruluş ve yapılanma çalışmalarını hızla tamamlayıp hizmete geçtiğini düşünüyorum.

Kentimizin içinde, zaman zaman yaşantımızı zorlaştıran kazı çalışmaları oluyor. Bu çalışmalar yapılırken uyarı levhalarının konulması, alternatif ulaşım yollarının belirlenip, bu yolları gösteren levhaların konulması ve işin hızla bitirilmesi hizmetlerden duyduğumuz memnuniyeti daha da çoğaltacaktır…



28 Nisan 2017 Cuma

AK KÖPEK KARA KÖPEK


Biliyorsunuz sevgi ve bilgi paylaşıldıkça büyüyor.

Sevgi ve bilginin büyümesi insanın yaşamına anlam katıyor.
Düşüncelerimi dostlarla konuşarak ya da köşe yazıları yazarak paylaşmayı seviyorum.

Çok sevdiğim bir kızılderili hikayesini paylaşmak istiyorum bugün sizlerle. Okursanız, gerekltiğinde başkalarıyla paylaşabileceğiniz güzel bir hikaye olduğunu göreceksiniz.

Hikaye bu ya, güngörmüş yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunlarıyla oturmuşlar, hem güneşlenip hem de az ötelerinde birbirleriyle boğuşup duran biri ak biri kara iki köpeği izliyorlarmış.

Kızılderili o iki köpeği hiç yanından ayırmazmış. Kızılderilinin torunu dedesinin boğuşan köpeklerine bakıyordu gözünü kırpmadan. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununu sırtını sıvazladı.

"Onlar benim için iki simgedir evlât" dedi.
"Neyin simgesi?" diye sordu çocuk.

"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Bunun için yanımda tutarım onları."

Çocuk sözün burasında, mücadele varsa kazananı da olmalı, diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini daha ekledi:

"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?" Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa ve:
"Hangisi mi evlât?
Ben hangisini daha iyi beslersem o!" dedi.

Hayatımız boyunca içimizde iyi veya kötü yanlarımız birbiriyle mücadele eder.
Sevgi, saygı, paylaşma, yardımlaşma gibi güzel duygulara sahip olan insanoğlu aynı zamanda kin, öfke, nefret, kıskançlık, intikam gibi duyguları da içinde barındırır.

Önemli olan, sahip olduğumuz kötü duyguları kontrol altına almak ve bizim iyi insan olmamızı sağlayan güzel duygularımızı ortaya çıkartmaktır.

Hayat seçimlerden ibarettir. Her gün sürekli seçimler yapmak durumundayız. İyileri seçtiğimizde içimizdeki iyiliği, kötüleri seçtiğimizde içimizdeki kötülüğü büyütmüş oluruz.

Kin ve nefretin yüreğimize yük olduğunu bilelim. Yüreğimizi kin ve nefretten arındırdığımızda da sevgiye yer açılacağını bilmeliyiz.

İyiyi seçtiğinizde iyi insan, kötüyü seçtiğinizde de kötü insan olursunuz. Yüreğinizdeki sevgi de kin ve nefrette yüzünüze yansır. İnsanların yüzüne bakarak yüreklerindekini görebilirsiniz.

İçinizdeki sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyüttüğünüz güzel günler diliyorum…



24 Nisan 2017 Pazartesi

23 NİSAN`IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


23 Nisan 1920`de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıyor. Cumhuriyet giden yolda en büyük adım atılıyor. Sonra, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlansın diyor Atatürk.

23 Nisan’ı coşkuyla kutlamaya başlıyoruz. Son yıllarda, bayrama dost ülkelerin çocukları da çağrılmaya başlandı. Bildiğim kadarı ile bir başka ülkenin bizimki gibi çocuklarına armağan edilmiş bir bayramları yok.

23 Nisan’da çocuklarımız bir süre için, yönetici koltuklarına oturuyorlar. Bu yıl da öyle olacak. Bir öğrenci Cumhurbaşkanı koltuğuna oturacak. İlk isteği gelir, barış, kardeşlik, dayanışma ve  işsizliğe çözüm olur sanırım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı koltuğuna oturan çocuk, çocukları koruyan yasaların çıkarılmasını, çocuk istismarına son verilsin der belki. Çocuklar, bizim umutlarımızı büyütüyor. Bizde onların umutlarını büyütmeliyiz.

Meclisin açıldığı ve köhnemiş bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmaya karar verilen yıllarda, Mustafa Kemal’e “Para yok” diyorlar, “Buluruz” diyor, “Ordu yok” diyorlar, “Kurarız” diyor. Öyle yürekten inanarak söylüyor ki, “Buluruz “ ve “Kurarız” diye ulus inanıyor. Parayı da buluyorlar. Orduyu da oluşturuyorlar. Cumhuriyeti de kuruyorlar...

İçine düştüğümüz ekonomik bunalımdan ancak ULUSAL KURTULUŞ mantığı ile çıkabiliriz. ULUSAL KURTULUŞ mantığında Ulusal Dayanışma vardır. Atatürk’ün önderliğinde, ulusal dayanışma yapıldığı için, Ulusal Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkılabilmiştir. Atatürk döneminde ayrışma yerine birleşme vardır.

Ulusal Ekonomik Kurtuluş Savaşından da başarı ile çıkmanın bir tek yolu var. Ulusal dayanışma yapmak. Ulusal dayanışma için yeniden Anadolu Sentezi gerekiyor. Yeniden el ele, omuz omuza vermek gerekiyor.

Hey, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bir an için, Ulusal Kurutuluş Savaşını düşünün, savaşta bile kapıları kapatılmayan meclisi düşünün. Düşünün ve on beş günde on beş değil yüz on beş yasa çıkarmak için sıvayın kolları, Atatürk’e ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete yaraşır milletvekilleri olun. Her gün mazeret üretmeyin marifet gösterin... Yoksa bir daha hiç gelmemek üzere öyle bir gidersiniz ki, heybeden düşmüş karpuz gibi olursunuz. Bir daha o ceylan derisi koltukları rüyanızda bile göremezsiniz…

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatür"ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün Yolundayız" demek ve gereğini yapmak olamalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerlemektir. Altını çizerek söylüyorum. Hedefiniz Atatürk'ün gösterdiği yoldan ilerleyerek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak değilse siz Atatürkçü değilsiniz demektir. O büyük önderi hiç anlayamamışsınız demektir.

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşamayacağımızı anlayın artık.

Kitap okuyun çocuklar, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda ilerleyin çocuklar. Bayramınız kutlu olsun…



21 Nisan 2017 Cuma

REFERANDUMUN ARDINDAN


16 Nisan 2017 tarihinde tarihe not düştük. Geride yıllarca sürecek tartışmalar bırakan bir referandum yaptık. Reforma ilgi yüksekti. Katılım yüzde 85`i aştı.


Yüzde 51.41 Evet çıkması, Evetçi’lerde  buruk bir sevinçle karşılanırken, Büyükşehirlerde hayır'ın öne geçmesi gelecek için Hayır’cıları umutlandırdı.

Anayasalar toplumsal uzlaşma metinleridir. Toplumsal uzlaşma 50+1 demek değildir. Toplum ikiye ayrılmıştır. İki kişiden birisi evetçi diğeri hayırcıdır. Anayasa metinleri kolay değiştirilen metinler olmamalı. Apartman ve sitelerin Yönetim Planları (Anayasaları) ancak 4/5 çoğunlukla değiştirilebiliyor.  Anayasa değişikliği için, mecliste yarıdan bir fazlası yetmediği gibi referandumda da yetmemeli bence. Böyle bir durum toplumu uzlaşmaya zorlayacaktır.

Referandum öncesi yazdığım yazılarda ve yerel radyo 'Radyo Hiraş'da yaptığım konuşmalarda hep aynı geminin yolcuları olduğumuzu söyleyip durdum. Ülkemizin sorunlarını ayrışarak değil birleşerek çözebileceğimizi söyledim. Sandığa gidip oy kullanmak bir yurttaşlık görevidir. Etkin yurttaş oyunu kullanan, soran sorgulayan ve katılan yurttaştır. Kentleşmenin ve kentlileşmenin mesafe kaydettiği büyük kentlerde, hayır diyenlerin sayısının giderek yükseldiğini gördük. Gelişmenin kentleşme olduğunu söyleyenler haklı çıkıyor.

Referandumu eşit olmayan koşullarda gerçekleştirdiklerini, bunu karşı çıkılmaz bir gerçek olduğunu söyleyebiliriz.
Bu referandum bir gerçeği ortaya çıkardı, toplumun yarısı evet derken diğer yarısı hayır dedi. Dolayısıyla bu anayasa değişikliği ve onun oluşturduğu bütün anayasa bir anlamda bir toplumsal uzlaşma belgesi olma niteliğini büyük ölçüde zayıflatmış oldu.
YSK’nın, yasaya uymayan çelişkili kararları referandumu tartışmalı hale getirdi. Yurt dışından gelen oylarda mühürsüz olanlar geçersiz sayılırken, yurt içinde geçerli sayıldı.
Yasalar uyulmak için yapılır. Hukuk devletinde yasalar yurttaşlar uyduğu gibi YSK’da uymak zorundadır. Yasalara uyulmazsa hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti kavramı büyük ölçüde yara almış olur.

"Maç yapılırken, maçın ortasında kural değişmez” denilir her zaman. Bu evrensel bir kuraldır. YSK, maçın ortasında, üstelik zarflar açıldıktan sonra yasalara aykırı olarak kuralları değiştirdi. “Milletin kararına saygılıyız ama milletin kararına YSK gölge düşürmüştür" diyenler hukuk mücadelesini sürdürüyorlar.  YSK’nın kararı sadece yurt içinde değil yurt dışında da tartışılıyor.
Demokrasimizi hukukun üstünlüğünü öne çıkararak, kuvvetler ayrımını koruyarak güçlendirebiliriz. Demokrasi çoğunluğun dediğinin olması değildir sadece azınlığın korunmasıdır. Anayasa gibi bir konu önemine yaraşır bir özenle ele alınmalıdır.
Şimdi, hızla normalleşmenin yollarını aramalıyız. Artan işsizliğe, geçim sıkıntısına çareler bulmalıyız. Yabancı ülkelerle ilişkilerimizi yoluna koymalıyız. Tartışmaların kısır döngüsünden kurtulup işimize bakmalıyız.



 
back to top