Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

8 Nisan 2016 Cuma

SEVGİ ÜSTÜNE

Üç ayların başlangıcını müjdeleyen rahmeti ve bereketi bol olan Regaip Kandili bu sene 7 Nisan`a denk geliyor.
Perşembe sabahları ilk işim bilgisayarın başına oturup, Posta Gazetesinin eki olan ve Cuma günü çıkan Manisa Posta gazetesi için köşe yazmak oluyor. Ancak, Manisa Posta'nın Regaip Kandili nedeniyle Perşembe günü çıkacağı söylenince, yazımı Çarşamba günü sabahı yazıyorum. Madem ki, gazete Regaip Kandili nedeniyle bir gün önce çıkacak, bende yazıma Regaip Kandili ile başlayayım ve çok ihtiyacımız olan sevgi üzerine yazayım istedim.

Üç ayların başlangıcını müjdeleyen rahmeti ve bereketi bol olan Regaip Kandili bu sene 7 Nisan`a denk geliyor. Regaip Kandili müslümanlar için önemli bir gün. Bu önemli günde, bende bir dilekte bulunmak istiyorum.  Bu önemli gün, silahların sustuğu gün olsun. Barış gelsin. Ölümler son bulsun. Bu dileğim sadece ülkemiz için değil, bu dileğim bölgemizde ve tüm dünyada gerçekleşsin.  

Kin ve nefreti yüreğimizden atıp yerine sevgiyi koymalıyız. Çünkü kin ve nefret insan yüreğine yüktür. Yüreğinde kin ve nefret olanlara bakın, kin ve nefretin yüzlerine yansıdığını görürsünüz. Kin ve nefreti yüreğinizden attığınızda yerini sevgi doldurur.  Sevgi insan için, hava kadar su kadar önemli. Sevmezseniz, sevilmezseniz mutlu olamazsınız. 

Doğayı, insanları herşeyi seveceksiniz. Yaşadığınız kenti, yaşadığınız ülkeyi seveceksiniz. Yaşadığın kenti sevmek, eşini, çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir. İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması mümkün  değil. Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.  Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor. Kenti sevmek insana sorumluluklar yüklüyor. Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor. Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız. Seçim sizin. Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız. Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim. Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum.  Yaşadığımız kenti sevmek, hemşerilerimizi de sevmeni gerektiriyor.  Yaşadığın ülkeyi sevmek, yurttaşlarını da sevmeyi gerektiriyor. 

Manisa’yı sevmek kolayda, Manisalıları sevmek o kadar kolay değil. Yapılacak iş, sevilecek insanları bulmak ve sayılarını çoğaltmak olmalıdır.  Zenginlik sevdiğin insan sayısıyla ölçülse, sanırım Manisa’nın en zenginlerinden birisi mutlaka ben olurdum. Benim bu kentte sevdiğim insan sayısı sevmediklerimden çok fazla. İstiyorum ki, sevdiğim insan sayısı çoğalsın, sevmediklerim de azalsın hatta sevmediğim insan kalmasın. Keşke hepimiz bunu yapabilsek. Keşke hepimiz kin ve nefreti yüreğimizden atabilsek. 

Kenti sevmek de insanı sevmek gibi zor, ancak insanın hayatını anlamlı yapan bir önemli bir iş. Kenti de insanı da sevmek insana yakışan bir sanat…

Yaşadığımız kenti de, hemşerilerimizi de yurttaşlarımızı da sevmek için çaba göstereceğiz.
Müslümanlar için önemli olan bugün de bir Yunus Emre dörtlüğü ile noktalayalım yazımızı.

Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.

Regaip Kandiliniz kutlu olsun...

1 Nisan 2016 Cuma

ASLA VAZGEÇME

İnsan, belirlediği hedefe doğru ilerlerken güçlüklerle karşılaştığını önüne aşılması zor engellerin çıktığını, çıkarıldığını görür.
İnsan, belirlediği hedefe doğru ilerlerken güçlüklerle karşılaştığını önüne aşılması zor engellerin çıktığını, çıkarıldığını görür. Böyle durumlarda, yapılacak olan "Asla vazgeçme" diyerek, yılgınlığa düşmeden çalışmak olmalıdır.

Kırk bir yıldır kooperatifçilik yapıyorum. Kırsal ve kentsel kooperatiflerde kuruculuk ve her düzeyde yöneticilik yaptım. Yaşamım boyunca, doğru bildiğim yoldan hiç dönmedim. Asla güçlükler karşısında yılgınlık göstermedim, vazgeçmedim. 

Şimdi düşünüyorum da, sorunlarla karşılaştığımda yılgınlık gösterip vaz geçseydim, ne Yeni Manisa olurdu ne de Obasya. 
Obasya Projesi için TKDK (Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu)'na başvuru yaptığımızda Kooperatiflere hibe verilip verilmediğinde açıklık yoktu. Verilmesi gerektiğini anlattım günlerce. 

Obasya Projesi'ni gerçekleştirmek için 25 yıl bekledim. Önce Spil Dağı'nda kurmayı denedik olmadı. Vazgeçmedik, Yuntdağı'na yöneldik. 

Ahşap ve keçeden oluşan Yurtlara (Topak evlere) ruhsat almak için uğraştık. Türkiye'de ilk kez, çadıra yapı ruhsatını biz aldık. Türkiye'de ilk kez çadırlarımızı yapı denetim firmasının denetiminde yaptık. 

Obasya Projesi'ni tamamladığımızda, TKDK'dan aldığımız hibe dosyanın kapanması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan Turizm İşletme Belgesi almamız gerekiyordu. Belgeyi alamadığımızda, alınan hibeyi geri ödemek zorunda kalacaktık. Bakanlıktan belge istedik. Verilen yanıt çok kısa ve çok netti. "Kooperatiflere işletme belgesi vermiyoruz." Araştırdık, kooperatiflere belge vermemenin yasal dayanağının olmadığını gördük. Vazgeçmedik. Belgeyi almak için girişimlerimizi sürdürdük. 1995 yılında alınan "Kooperatiflere turizm belgesi verilmez" kararı kaldırıldı. Kooperatiflere, Turizm İşletme Belgesi'nin verilmesinin yolu bizim girişimimizle açıldı.  Şimdi Turizm İşletme Belgemizi de almış bulunuyoruz. Vazgeçseydik geriye bir yıkım öyküsü kalırdı sadece...

Obasya Konaklama Tesisi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan aldığımız Turizm İşletme Belgesi Yuntdağı'nda alınmış ilk Turizm İşletme Belgesi oldu. Asla vazgeçmeyişimizin yararını burada da gördük.
Obasya Tesisi Obasya Turizm Geliştirme Koooperatifi tarafından, Yuntdağı'nda kurulan ilk belgeli turizm tesisidir. Bu tesis, Manisa'nın hatta ülkemizin ilk tesisidir. Kuranlar bu tesisi ekonomik yarar beklentisiyle kurmamışlardır. Amaçlanan toplumsal yarardır. Amaçlanan, Manisa'da turizm atağını başlatıp sürdürmektir. Şimdi yapılması gereken bu güzel tesise destek olmaktır...

Manisalılar, ilgili tüm kurum ve kuruluşlar "Bu güzel tesis Manisa'nın tesisidir" diyerek Obasya'ya sahip çıkmalıdırlar. Ben bunu söylemekten ve ölene kadar Obasya'ya sahip çıkmaktan asla vazgeçmeyeceğim.
İnsanlar meslek değiştirebilirler. Yaptıkları işi beğenmeyerek yeni arayışlara girebilirler. Ben seçtiğim mesleği kooperatifçiliği çok seviyorum ölene kadar vazgeçmeyeceğim. 

Bu yazıyı okuyan değerli kardeşim, başarılı olmak istiyorsan asla vazgeçme. Yaptığın işi en iyi yapan sen olmak için çalış. Dünyadaki tüm gelişmeler, "Asla Vazgeçmiyorum" diyenlerin sayesinde olmaktadır. 
Başarı bu iki kelimede gizlidir, ASLA VAZGEÇME.






25 Mart 2016 Cuma

GENEL KURUL KÜLTÜRÜ

Kooperatifler, dernekler, vakıflar, kat malikleri, şirketler özetle tüm tüzel kişiler belli aralıklarla genel kurul toplantıları yaparlar.

Kooperatifler, dernekler, vakıflar, kat malikleri, şirketler özetle tüm tüzel kişiler belli aralıklarla genel kurul toplantıları yaparlar. Benim hayatım bu toplantılara katılmakla geçti. Toplantıların çoğuna ya divan başkanı ya da yönetici olarak katıldım. Kavgalı gürültülü geçenleri de oldu. Sakin üretken ve verimli geçenleri de oldu.

Geri toplumlarda genel kurul toplantıları genellikle gergin geçer, yararsız çekişmelerin kısır döngüsüne düşülür. 
Yaşanılan tüm olumsuzluklara rağmen, genel kurul toplantılarını hayatım boyunca hep sevmişimdir. Toplantıları demokrasi okulları olarak görmüşümdür. 

Ülkemizde uzlaşma ve demokrasi kültürü genel kurul toplantıları ile gelişip, güçlenecektir. 
Genel Kurul toplantılarına mutlaka katılmalıyız. Düşüncelerimizi bu toplantılarda dile getirmeliyiz. 

Gazeteci Yavuz Donat'ı bilirsiniz, rahmetli Demirel'in de iyi dostuydu. Demirel'le söyleşiler yapardı sık sık. Yaptığı bir söyleşide, Demirel'e "Siz başbakanlık da yaptınız cumhurbaşkanlığı da, muhalefette kaldığınız günlerde oldu. En çok hangisini özlüyorsunuz?" şeklinde bir soru yöneltmiş. Demirel'in bu soruya verdiği cevap ilginç: "En çok meydanları özledim" demiş rahmetli Demirel.

Bana "40 yıldır kooperatiçilik yapıyorsun, çalışmaların sırasında en çok hoşuna giden şey neydi?" diye sorsalar, hiç düşünmeden, genel kurullar derim. Gerçekten öyle, kooperatifçiliğin en çok genel kurullarını seviyorum.

Genel kurul geniş katılımlı olmalı. Genel kurula katılanlar, düşüncelerini aktarmalı. Düşüncelerden yeni projeler, yeni kararlar çıkmalı ortaya. Konuşmalar ufkumuzu açmalı. 

En geniş katılımlı genel kurullar, konut kuralarının da çekileceği genel kurullar oluyor. Kura çekim toplantılarına kooperatif ortakları eşleri ve çocuklarıyla birlikte katılıyor. 

27 Mart 2016 Pazar günü saat 13.00'te genel kurul toplantımız var. Lale Kule'de konutlarımızın kuralarını çekeceğiz. Katılım yoğun olacak biliyorum. 

Aynı bina içinde konut sahibi olacak olanlar birbirleri ile genel kurul toplantılarında tanışıyorlar. Sadece kendileri değil eşleri ve çocukları da tanışıyor. Ben bu nedenle de genel kurul toplantılarını önemsiyorum. 
Kentler büyüdükçe yalnızlıklarda büyüdü. Bırakın mahalleyi, aynı apartmanda oturanlar bile birbirleriyle tanışmıyorlar. Karşılaştıklarında selamlaşmıyorlar. Oysa, kat malikleri toplantıları tanışma ve ortak sorunları ortaklaşa çözme toplantıları durumuna getirilse, örneğin yemekli ya da kahvaltılı yapılsa, toplantıya daha geniş zaman ayrılsa, hem toplantı verimli geçmiş hem de dostluklar güçlendirilmiş olur. 
"Aile içi kavganın kazananı olmaz." sözünü çok tekrarlarım. Kat Maliklerini ve kooperatifi bir aile gibi düşünün. Hiç bir kooperatifte ve hiç bir apartmanda, sorunların kavgayla, bağırmakla çözümlendiğine tanık olmadım. Yıllarca süren davaların açıldığına tanık oldum da, acil bir sorunun dava yoluyla çözümlenmesine hiç tanık olmadım.

Gerekli olan, uzlaşma kültürünün, toplantı kültürünün geliştirilmesidir. Bu kültürler, genel kurullardan uzak durarak değil, genel kurullara katılarak geliştirilebilir ancak... 





18 Mart 2016 Cuma

ÇANAKKALE RUHU

Ülkemizin Çanakkale ruhuna ihtiyacı var.
Çanakkale Ruhu, bu ülkede yaşayanların, inanç ve köken ayrımı gözetmeden tümünün bu ülkenin huzuru ve güvenliği için birlikte mücadele etmesidir. 
Çanakkale ruhu her türlü ayrımcılığın bitmesidir. 
Evet bizim Çanakkale ruhuna ihtiyacımız var. 
18 Mart 1915 Çanakkale'de bir kahramanlık destanının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.
Çanakkale Zaferi, önemine yaraşır bir özenle kutlanmalı, öğrenilmeli öğretilmelidir.
Çanakkale'den geriye kalan, bir büyük destan, bir büyük komutan, yüz binlerce şehit, Koca Seyit.
Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusuna, Mustafa Kemal gibi  bir büyük  önderi hediye etmiştir.
Ne Çanakkale' yi unuturuz, ne Koca Seyit' leri ne de Mustafa Kemal'i.
Unutmayacağımız bir şey daha var. Çanakkale'de ortaya çıkan birlik bütünlük ruhu. Bu güzel vatan için birlikte mücadele ruhu... Evet işte bu ruha yeniden ihtiyacımız var...

Çanakkale Savaşında tarihe şanla geçen anlatılan ve dünya durdukça anlatılacak olan, kahramanlık öyküleri vardır. Bu öykülerden birisi de Koca Seyit'in öyküsüdür. 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, gürbüz yapısı ve pehlivanlığı ile dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığı`na izafet`en "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyit" diye anılmıştır.

1914' te Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Seyit Çanakkale'de topçudur. Çanakkale Boğaz' ının Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28 lik Mecidiye bataryasında Seyit'le birlikte kırk kişi vazifeliydi. 17 Mart 1915' te Çanakkale'deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi. 

Kıyıları yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraksamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükseliyor, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutuyordu. Ateş çemberi genişleye genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peş peşe düşmeye başlamıştı. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı. 

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde ateş püskürmeye devam eden düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 276 kilo ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu? Seyit, şaşkınlıkla kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da  koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtına almıştı. Bir çırpıda, 28' lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit, mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vererek önünde canavar gibi duran Ocean'ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tespit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirince topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı, koca gemi isabet almış ve sulara gömülmüştü. Bu sanki savaşın kırılma noktasıydı.  Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edildi. Çanakkale'nin geçilmezliği tüm dünyaya kanıtlanmış oldu.  
Türk Ulusu Koca Seyit'i gördü yüreklendi. Mustafa Kemal'i Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in can pazarında gördü umutlandı.  Çanakkale Savaşından geriye güzel bir destan kaldı. Çanakkale destanından geriye kalan ve şimdi çok ihtiyacımız olan ÇANAKKALE RUHU olmalı. İşte şimdi bu ruh yeniden ortaya çıkarılmalı...




11 Mart 2016 Cuma

MA-NİSA ANA-KADIN

Kelimelere yeni anlamlar yüklemeyi seviyorum. Anlam yüklemek yerine, kelimenin içinde varolan anlamı açığa çıkarmayı seviyorum dersem daha doğru olur.
 Kelimelere yeni anlamlar yüklemeyi seviyorum. Anlam yüklemek yerine, kelimenin içinde varolan anlamı açığa çıkarmayı seviyorum dersem daha doğru olur. 

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Bu günün anlam ve önemini dikkate alarak Manisa adının içinde varolan anlamı açığa çıkarmak ve paylaşmak istiyorum. Manisa’nın bu yeni anlamını benim gibi,  Manisalı kadınların da  çok seveceğini düşünüyorum.

“MA” Ana Tanrıça anlamına geldiği gibi Ana yerine de kullanılıyor.  “NİSA” kelimesinin de kadın demek olduğunu biliyoruz. Böyle olunca, Manisa’ya “Ana kadın” anlamı yüklemek yanlış olmaz değil mi?  Yaşadığımız kentin Manisa olan adı ANAKADIN anlamına geliyor.

Manisa gerçekten ana kadınlarıyla ünlü bir kenttir. Örnek mi? İşte Akpınar'da kaya yontusu bulunan bereketin ve doğurganlığın simgesi Kibele. İşte altı kız altı oğlan doğuran Tantalos'un acılı kızı Niobe. Ve işte, Osmanlı padişahı Muhteşem Süleyman'ın annesi,Yavuz Sultan Selim'in eşi, Manisamızda Mesir Bayramını başlatan Hafsa Sultan.  Manisa dediğim gibi, Ana Kadınlarıyla ünlü bir kent.  

Manisalı kadınlar, yaşamın her alanında başarılı oluyorlar. Sivil toplum örgütlenmesinde öne çıkıyorlar. Nihal Yeğinobalı, Deniz Erbulak gibi önemli kadın edebiyatçılarımız  var. 

Manisa Kültür Sanat Kurumu olarak, Manisalı beş cumhuriyet kadını ile Hakkı Avan dostumun yaptığı söyleşileri “Onların Hikayesi” adı altında bir kitapta toplamıştık. Onların Hikayesi kitabında Mesadet Bayrak, Dr. Ulviye Tamer, Muazzez Taygon, Latife Erman ve Nevin Başdemir'in örnek yaşam hikayeleri anlatıldı.. Onların hikayesi aslında cumhuriyetin hikayesiydi. Onların hikayesi bir açıdan da Manisa'nın hikayesiydi.  Manisa'da hikayesi hatta romanı yazılacak çok kadın var. Haydi gençler, sıvayın kolları yazın kadınlarımızın güzel hikayelerini. Onların hikayesi gelecek kuşaklara ulaşsın.

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dedik ya, bir de bu günün nereden nasıl geldiğine bakalım. 8 Mart 1857 tarihinde ABD`nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi sonrasında çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.

26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka`nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart`ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması önerisi oybirliğiyle kabul edildi. Böylece kadınlarımızın da bir günü olmuş oldu...

Bizim ülkemizde de kadınlarımızın dönüm noktası 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanıdır. Erkeğinin yanında Kurtuluş Savaşına katılan kadınlarımız cumhuriyetimizin kurucusu, aydınlanmanın öncüsü Atatürk tarafından ödüllendirildi. Anadolu kadınına cumhuriyetle birlikte seçme seçilme hakkı tanındı. Kadın yasalar önünde ve yaşamın her alanında erkekle eşit sayıldı. Erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemelerin kaldırıldığı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanıyan Türk Medeni Kanunu da 17 Şubat 1926’da kabul edildi.

Kadınlara düşen görev kazanılmış haklarına sahip çıkmaktır.  
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun... 









4 Mart 2016 Cuma

MANİSA DAYIOĞLU'SUZ KALDI

Manisa Birlik`in kurucu başkanı, değerli dostum ağabeyim M.Ertuğrul Dayıoğlu`nu 29 Şubat 2016 Pazartesi günü yitirdik.
Manisa'nın ulu çınarı, halk bilgesi, önceki belediye başkanlarımızdan, Manisa Birlik`in kurucu başkanı, değerli dostum  ağabeyim M.Ertuğrul Dayıoğlu`nu 29 Şubat 2016 Pazartesi günü yitirdik. Acımız çok büyük.
Dayıoğlu için, 1 Mart 2016 Pazartesi günü Hatuniye'de yapılan törenin öncesinde iki ayrı tören daha yapıldı. İlk tören, saat 10.30'da Avukat olarak sıkça girip çıktığı Manisa Adliyesi önünde, ikinci tören 11.30'da iki dönem belediye başkanlığı yaptığı Manisa Büyükşehir Binası önünde yapıldı. Bu törenler için Manisa Barosu Başkanı Sayın Ali Arslan'ı ikinci tören için de Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün'ü yürekten kutluyorum. 

Dayıoğlu'nun eşi Sayın Hesna Aydinç Dayıoğlu'nun çocukları-torunları, Dayıoğlu'nun kardeşi Çetin ve ailesi, Hesna Hanımın kardeşleri-eşleri, çocukları tamtekmil Hesna Hanımın yanındaydılar. Örnek bir aile dayanışması gösterdiler. 

O büyük insanı, Dayıoğlu'nu ben her zaman öğretmenim gibi gördüm. Kendisinden hayata dair çok şey öğrendim. O çocukla çocuk, büyükle büyük olmayı başaran birisiydi. Çocukları çok severdi. Cebinde, karşılaştığı çocuklara vereceği şeker bulunurdu her zaman. Her düşünceden insanla ilişki kurabilirdi. Hatuniye Camisi'nin bahçesine baktım da, her düşünceden her yaştan insan Dayıoğlu için gelmişti oraya. Herkesin sevgisini kazanabilmek hiç de kolay bir iş değil. Dayıoğlu farkı bu işte... 

1986 yılında kendisine gittim. Yeni Manisa'yı kurma düşüncelerimi anlattım. 1987 yılında Manisa Birlik'i beraber kurduk.  Manisa Birlik'in kuruluş çalışmaları sonrasında, kendisini Sayın Murat Karayalçın'la ve bir çok kooperatifçiyle tanıştırdım. Prof. Dr. Cevat Geray'ı, Ruşen Keleş'i, Ahmet Taner Kışlalı'yı hatta Aziz Nesin'i birlikte olduğumuz toplantılarda tanıdı. Tanıştırdığım kişiler Dayıoğlu'nu çok sevdiler. Her karşılaştığımızda hemen O'nu sordular. O, O'nu tanıyan her kişinin gönlünde taht kurmayı başaran birisiydi.  Bir çok kişi Ankara'dan İstanbul'dan arayıp başsağlığı dileklerini iletti. 

Türk Kent olarak, ilkbahar ve sonbanar seminerleri düzenlerdik. Bu seminerlerin değişmez konuğu M. Ertuğru Dayıoğlu olurdu. 3-4 gün süren seminerlerde bir akşamı Dayıoğlu ve bana ayırırlardı. İkimiz "Serbest Atış" programı yapardık. Doğaçlamalar yapardık birlikte. Dayıoğlu'nun anlattıkları o seminerlerle Anadolu'nun tüm illerine taşınırdı. O sadece Manisa'nın değil, Türkiye'nin de tanıdığı bir kişiydi.
Birlikte çalıştığımız yıllar huzurlu, mutlu ve verimli yıllardı. Dostluğumuz pazara kadar değil mezara kadar sürsün derdik. Hep dost kaldık. Tartıştığımız zamanlar da olurdu bazen. Ancak dargınlığımız bir sigara içimi kadar sürmezdi... Tartıştıktan bir iki saat sonra ya o beni arar ya ben onu arardım...

Şimdi sensizlik bize çok zor gelecek... Seni şimdiden özlemeye başladık. Seni sevenler olarak adını ve anını yaşatmayı görev sayacağız. Seni hiç unutmayacağız. Bugün saat 10.00'da Radyo Hiraş'ta Manisa'da Yaşam Programında seni yürekten sevdiğini bildiğim Sayın Rıfat Uygur'la birlikte seni anlatacağız Manisalı dinleyicilerimize...






26 Şubat 2016 Cuma

HARÇ BİTTİ YAPI PAYDOS

Yazının başlığı karamsar biraz, biraz değil epey karamsar oldu.
Yazının başlığı karamsar biraz, biraz değil epey karamsar oldu. Ben iyimser bir insanım. İnsan isteyince ne harç biter, ne yapı yarım kalır, ne de yol biter. İnsan isteyince gelişme devam eder. İstemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. 

Bu köşede "Kriz Kapıda" başlığı ile yazdığım köşe yazısının ilgiyle karşılandığını okuyucuların bana dönmesinden, sorular yöneltmesinden anladım. İnşaat sektöründeki kriz, diğer illeri bilmem ama  Manisa'da ilgili çevrelerde tartışılır hale geldi. Sektördeki sıkıntı tartışılırken, sıkıntıya düşen, ödemelerini yapamayınca, pılısını pırtısını toplayıp yurtdışına gidenlerin haberleri gelmeye başladı. Çevreye bıraktıkları borçlar konusunda farklı rakamlar veriliyor. Rakamlar milyonlarla ifade ediliyor. Yeni iflasların kapıda olduğu söyleniyor. Ödenmeyen kredi borçları, karşılıksız çekler, yerine getirilemeyen taahhütler konuşuluyor. 

Kriz kapıda başlıklı köşe yazımda, inşaat sektörünün lokomatif sektör olduğuna, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğine değinmiştim. Krizin etkileri daha yakından hissedilmeye başlandı. Özkaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar oluyor.  İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların işi çok zor. Özkaynağı olmayan müteahhitlere iş yapanlar da bu müteahhitlerden daire alanlar da sıkıntıya girecekler. İnşaat sektöründe öz kaynağı güçlü olanlar ayakta kalacak, diğerleri gidecek. 

İnşaat sektöründeki maliyet artışlarına bakıyorum. Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona parelelel olarak % 6'lar düzeyinde seyrederken, 2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılında da % 11'lere gerilemiş ve  2016'da yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiştir. 2016 yılı inşaat sektörü için şimdiden "kayıp yıl" olarak nitelendirilmektedir. Krizin etkileri gelecek yıllarda da devam edecek gibi görülüyor. Tapu dairelerindeki işin yoğunluğu azalırken, icra dairelerindeki yoğunluk giderek yükselmektedir. İnşaat sektöründeki her iflasın ve her sıkıntının, çevresine de yansımaları olacaktır mutlaka.

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konuk sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır. 
Krizin maliyet artışları nedeniyle konut kooperatiflerine de olumsuz etkileri olmakta. Maliyetlerin artması inşaat konusuyla ilgisi olmayan kooperatif ortakları tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Ancak bilinmelidir ki,  bugüne kadar işini yarım bırakıp yurtdışına kaçan kooperatif yöneticisi olmamıştır. Artan maliyetler karşılanmış ve tüm ortaklar konutlarına sahip olmuşlardır. 

Ülkemizde, kooperatifçiliğin yeterince bilinmediğini düşünüyorum. Birkaç başarısız örnekten yola çıkılarak, haksız biçimde karalandığını görüyorum. Oysa kooperatifçilik, tek başına çözülemeyen sorunların  dayanışma yapılarak elbirliği ile çözümlenmesi sürecidir. Manisa'da kooperatifler yoluyla 15.000 konutluk Yeni Manisa Projesini başlattık ve tamamlanması aşamasına getirdik. Kooperatifler, Belediye ve Özel Sektör dayanışması ile büyük başarı sağlandı ve Yeni Manisa çağdaş bir yerleşim yeri olarak çıktı karşımıza.

Yaşamakta olduğumuz krizde aşılacaktır. Yapılması gereken, gerekli önlemleri almak, gerekli düzenlemeleri yapmaktır.  Harç biterse yeni harçlar karılır. Yol biterse yeni yollar yapılır. Sıkıntılar aşılır. Hayat devam ediyor.





19 Şubat 2016 Cuma

DEVLETE BOMBA

Bomba, Türkiye Cumhuriyeti`nin kalbinde, devletin merkezinde, Devlet Mahallesi`nde patlatıldı.
Olayı anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorum. Lanet okumak, kahrolsun demek yetmiyor. Kelimelerin duygularımızı anlatmakta yetersiz kaldığı, sözün bittiği yerdeyiz şimdi...

Bomba, Devletin Başkenti'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne 350 metre, Başbakanlığa 500 metre mesafede patlatıldı. Genelkurmay Başkanlığı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvet Komutanlıkları'nın tümünün bulunduğu bölgede, askeri lojmanların yakınında patlatıldı. Bombayı patlatanların vermek istediği mesaj açık: Bombayı patlatanların hedefinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Türk Silahlı Kuvvetleri var. Bombayı patlatanların hedefinde Barış var.  Devletin ve barışın kalbine hançer saplanıyor. 

Bir değil bin kez düşünmek gerek. Dostumuz kim? Düşmanımız kim?  Bilmek ve kendimize "Biz nerede hata yaptık?" sorusunu sormak gerek. Biz nerede hata yaptık? Biz nerede hata yapıyoruz?...

Düşmanlarımızın dostlarımızdan kat kat fazla olduğu bilinen bir gerçek. Düşmanlarımız neden çoğalıyor. Neden sıfır sorun denilirken sırf sorun yaşanıyor? Neden "YURTTA SULH CİHANDA SULH" sağlanamıyor.  Neden ateşten uzak durulamıyor? Neden batağa sürükleniyoruz? Neden ışığı göremiyoruz? Ve neden hep ya aldanıyoruz ya da aldatılıyoruz? Neden üstümüzde kara bulutlar dolaşıyor hep?  Bu sorulara ülkeyi yönetenler başta olmak üzere hepimiz doğru yanıtlar bulmalıyız. Doğru yanıtlar bulmak için çaba harcamalıyız. 

Bombanın patlatılmasında istihbarat zafiyeti var mı? Bundan hiç kuşkunuz olmasın, var. Bu işin içinde teröre destek veren ülkeler ve bunların istihbarat örgütleri var mı? Bundan da hiç kuşkunuz olmasın, var. Bu işin nedenleri arasında Suriye var mı? Var... Türkiye'nin başını belaya sokmak istiyorlar. Ateşin içine, batağa çekmek istiyorlar. Türkiye'yi bölmek parçalamak güçsüzleştirmek istiyorlar.
Türkiye'de Kurtuluş Savaşı'nın ağır koşulları yaşanıyor gibi sanki... Türkiye hiç olmadığı kadar yalnız. Türkiye hiç olmadığı kadar, ateşe ve batağa yakın durumda... "İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır." özet bu. Bu ateş çemberinden ülkemizi kurtarmalıyız.

Yaşadığımız bu günler için tarihe not düşülecektir mutlaka. Türkiye yaşanılan bu darboğazdan, birliğini, bütünlüğünü koruyarak çıkmayı başardığında, tarihe düşülen not hepimizi sevindirecektir elbet. 
Yaşadığımız günlerin gündemi sadece ve sadece, içine düşürüldüğümüz bu sıkıntılı ortamdan kurtulmak ve ulusal bütünlüğümüzü korumak olmalıdır. Birlik, bütünlük, kardeşlik ve dayanışma olmalıdır. Ayrışmak için nedenler yaratmak yerine, birleştiğimiz noktalar öne çıkarılmalıdır. 

"Başkanlık Sistemi"nin gündemin ilk sırasına getirilmesi ulusal bütünlüğün sağlanmasını zorlaştırıyor. Demokrasilerde, dayatmalar yerine özendirmeler olmalıdır. 

Bugünlerde Başkanlık Sistemi denildiğinde, benim aklıma bölgemizdeki yakınımızdaki devlet başkanları geliyor. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin geliyor. Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi geliyor. Suriye Devlet Başkanı Esat geliyor. Elbet ilk aklıma gelenler yakınımızda bulunanlar oluyor.

Ben bugünlerde yıkılan bir imparatorluktan genç bir Cumhuriyet kurmayı başaran, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın öncüsü Cumhuriyetimizin kurucusu büyük ATATÜRK'ü düşünüyor ve özlüyorum. Ben bu günlerde ATATÜRK'ün NUTKU'nu yeniden okuyorum.



12 Şubat 2016 Cuma

Sürekli değişen gündem nedeniyle bağıra bağıra gelen krizi tartışamaz olduk.

                                                                                    Sürekli değişen gündem nedeniyle bağıra bağıra gelen krizi tartışamaz olduk.
Sürekli değişen gündem nedeniyle bağıra bağıra gelen krizi tartışamaz olduk. Kriz sanki alışılmış çaresizlik gibi. Kaderci toplum olduğumuz için şimdiden                            "Başa gelen çekilir", "Elle gelen                               düğün bayram" demeye başlandı                            bile. 

2016 yılı kayıp yıl olarak tarihe geçecektir. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. 2017 ve 2018'i kurtarmaya bakmalıyız biz. 

"Felaket çığırtkanlığı yapma" diyenler olacaktır elbet. Görünen köy kılavuz istemez. Kriz geldi. İflaslar başladı. Her iflas eden, birilerini de sürüklüyor ardından. Sıkıntıda olan müteahhit sayısı çok fazla. Bu müteahhitlere barter yöntemiyle iş yapan taşeronlar, aldıkları daireler bitirilmediği, bitirenlerde satılamadığı için, çalışanlarına maaş ödeyemiyorlar. Tüm bunlar büyük krizin ayak sesleridir. 

İnşaat sektörü ekonominin aynasıdır. İnşaat sektörü iyiyse diğer sektörlere bakmanıza gerek kalmaz, iyidirler. İnşaat sektörü kötüyse diğer sektörlere yine bakmanıza gerek yok iyi olması mümkün değildir. İnşaat sektörü dediğim gibi ekonominin temel göstergesidir. 

İnşaat sektörü iyi diyen var mı bilemiyorum. İnşaat sektörü SOS veriyor... Tapu daireleri ve emlakçı ofislerinde in cin top oynuyor şu günlerde.

Kriz günlerinde, iş yapmamak fazla açılmamak gerekir. Aman dikkatli olun. Çeke senede bakmayın varsa nakite dönün.
 
Tam sıkıntılar bitiyor esenliğe çıkıyoruz derken, yerimizde saydığımız hatta gerilemekte olduğumuz  gerçeği tokat gibi iniyor yüzümüze. Kimse kimseyi aldatmasın, sıkıntı derinleşerek devam ediyor. Siyaset yapma biçimini değiştirmedikçe de sıkıntı bitmeyecektir. Halkın tutunacağı bir dal yok... Umutsuzluk büyüyor. Ancak, umutsuzluğun büyümesi sorunların da büyümesi anlamına geldiğinden, “Nasıl umutlu olabiliriz?” sorusuna acilen yanıt bulmamız gerekiyor. Bu sorunun yanıtını da bulmak o kadar kolay olmuyor. Tam umut ışığı göründü derken, sorumlu sorumsuzlardan birisi çıkıp, olmayacak bir laf ediyor, bir anda piyasa tepe taklak olup, dolar fırlıyor. Dolar, politikacıların söylemlerine endekslenmiş durumda.

Büyük sorunlarla girdiğimiz 2016 yılının daha başındayız. Görünen o ki, 2016 yılını yazının başında da belirttiğim gibi  kayıp yıllar hanesine yazacağız. Benzer krizler daha önceleri de yaşandı. 94 krizi 5 Nisan kararları ile aşılmaya çalışılmıştı. Sıkıntı çekilmişti ancak uzun süreli olmamıştı. Şimdi yaşamakta olduğumuz krizin aşılması için, bir acı reçete  gündeme gelebilir. 

Dileriz, sıkıntılar bir gün biter. Ancak, bunun yapay gündemlerle olmayacağı bilinmeli. Türk halkının üleştiren değil, uzlaştıran politikacılara ihtiyacı var...





8 Şubat 2016 Pazartesi

Paylaşımlar


Facebook vazgeçilmezlerimden birisi oldu. Yazdıklarımı ve çektiğim fotoğrafları paylaşıyorum facebook sayfamda.
Facebook vazgeçilmezlerimden birisi oldu. Yazdıklarımı ve çektiğim fotoğrafları paylaşıyorum facebook sayfamda. En çok beğenilen ve paylaşılan yazıların çok kısa olanlar olduğunu görüyorum. Bir iki cümlelik yazılar okunuyor ama uzun yazılar pek okunmuyor. Bunu beğenenlerin sayısından anlıyorum.

Kitap, gazete, dergi okuyanların sayısı giderek azalıyor. İnsanlar yoğun bir koşuşturmanın içindeler; ne kendilerine ne de arkadaşlarına zaman ayırıyorlar. Fazla düşünmek kafayı yormak istemiyorlar. Zamanı olanlar televizyon başında içi boş evlilik programlarını izliyorlar. Aslında izlemiyorlar bakıyorlar. İzlemek anlamaya yorumlamaya özümsemeye çalışmaktır. İnsanlar sadece bakıyorlar. İnsanlar beyinlerini daha az kullanmaya başladılar. Hızlanan beyinleri değil bedenleri insanların. Birşey üretmeden hazır şablonları kullanıyorlar. İnsanlar insanlıktan uzaklaşıp makineleşiyorlar. 

Paylaştıklarım içinde kısa olanlar beğeniliyor dedim ya, işte o beğenilenlerden birkaçını burada paylaşmak istiyorum sizlerle.

Bir kazandıklarınıza birde kaybettiklerinize bakın. Kazandıklarınız kaybettiklerimizden daha değerliyse mutlu olabilirsiniz. Kazandığınız sadece paraysa ne siz mutlu olursunuz ne de o parayı bıraktıklarınız. Kazanmak denilince insanların aklına sadece para geliyorsa, insanlığımızı kaybediyoruz demektir. İnsanı yücelten değerler olmalı kazandıklarımız. İnsanı yücelten evrensel değerler olmalı... 

Bir başka paylaşımım da şiir değilse de şiir gibiydi, şiirimsiydi.
Kimimiz fakir kimimiz zengin değildik
Hepimiz fakirdik
Hepimiz yamalı giyerdik
Birbirimizi severdik
Ne bulursak onu yerdik 
Paramız pulumuz yoktu
Mutluyduk
Şimdi yamalı giymiyoruz
Kimimiz zengin kimimiz fakiriz
Ne zenginimiz mutlu ne fakirimiz...
İnsanın yaşı yetmişi aşınca yaş takıntısı mı başlıyor bilemiyorum.
Bu aralar yaş konusunu fazla konuşuyorum. Yaşla ilgili paylaşımlar yapıyorum.
Yaşın kaç olursa olsun. Mutlaka bir işin olsun. İşin biterse işin biter.  Akşam yatarken yapacaklarını düşünerek yat ki, yataktan dinç kalkasın. Unumu eledim , eleğimi duvara astım deme sakın. Bırak umutların diri kalsın. İnsanı ayakta tutan yaşama gücü veren anıları değil umutlarıdır bilesin... 
Hayal kurmayı, hayalleri projeye dönüştürmeyi, kaynak bulup gerçekleştirmeyi çok seviyorum. Aşağıdaki cümleyi de bu nedenle paylaştım:
"Hayatta olmaz denileni oldurmaktan, bitmez denileni bitirmekten daha keyifli ne olabilir ki... "

Ben yaşamaktan keyif alan bir insanım. İşimin bitince işimin biteceğini biliyorum. Yetmiş yaşını aştım ama aktif çalışmaya devam ediyorum. Teknolojiden uzak durmuyorum. Akıllı telefonları, sosyal medyayı seviyorum. Geçmişe özlem duymak yerine, gelecek güzel günlerin düşünü kuruyorum. Her yaşın ayrı bir güzelliği var bunu biliyorum ve güzellikleri yaşamaya çalışıyorum. Yüreğiniz atıyorsa değmeyin keyfinize.




29 Ocak 2016 Cuma

Yeni Kavramlar, Yeni Kurumlar

 TKDK ve Kalkınma Ajanslarını tanıyın, çağrılarına kulak verin, bu sizin için çok yararlı olacaktır.
Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu ve Zafer Kalkınma Ajansı ile tanışmamız Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak hazırladığımız "Yunt Dağı'nda  Zaman Geçidi Müzesi" adını verdiğimiz  projemiz  nedeniyle oldu. Ülkemizin ilk Zaman Geçidi Müzesi Yunt Dağlarında Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak aldığımız 102.000 metre karelik bir alanda bu yeni kurumlardan aldığımız desteklerle gerçekleştirildi. Yeni bir Kurum olan BİMER'i de bu çalışmalar sırasında tanıdık. Kalkınma, yeni kurumlar ve yeni kavramlarla oluyor. Yeni kurumlardan birisi Kalkınma Ajanslarıdır. Diğeri TKDK bir diğeri de BİMER'dir. Yeni kavram da, Projecilik ve katılımdır. Ajanslarla birlikte proje kavramı da anlam ve önem kazanarak öne çıktı. TKDK ve Zafer Kalkınma Ajanlsarından hibe alanlar, bir projecilik eğitiminden de geçirilmiş oluyorlar. 


Ulusal kalkınmanın yerelden güçlendirilmesi, bölgesel potansiyellerin yerelde yoğunlaşan çalışmalarla harekete geçirilmesi, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılmasını hedefleyen bu iki kurumun desteklenmesi, kaynaklarının çoğaltılması ve etkinleştirilmesi gerekiyor. TKDK tüm illere yaygınlaştırılmalı. TKDK sadece AB kaynaklarını dağıtan bir kurum olmaktan çıkarılarak, devlet kaynaklarının dağıtılmasında da etkin duruma getirilmeli.

Bu köşede önceden yazdığım köşe yazılarında da değinmiştim. Şimdi  bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Bu kurumların üstlendiği görev  kalkınmayı ilgilendiren konularda, kamu, özel kesim, sivil toplum temsilcileri ve bilim insanları arasında iletişim ve işbirliğini geliştirmek, bu aktörlerin çalışmaları arasında bağlar oluşturmak suretiyle kalkınma bilincini, ivmesini arttırmak, bölgesel kalkınma konusunda koordinatör ve katalizör bir rol üstlenmek ve  projeciliğin içselleştirilmesini sağlamak  şeklinde özetlenebilir. 

TKDK ve Kalkınma Ajanslarını  tanıyın, çağrılarına kulak verin, bu sizin için çok yararlı olacaktır. BİMER'i inceleyin, Başbakanlıkla ileştim kurmanızı, sorunlarınıza çözüm bulmanızı,önerilerinizi hayata geçirmenizi  kolaylaştıracaktır. BİMER'i işim düştüğü ve ilgi kurduğum için tanıdım. Biliyorsunuz BİLGİ'nin Beşte dördü İLGİ'dir. İlgi olmadan BİLGİ olmuyor. İLGİ'nin önüne bir "B" koyun BİLGİ oluyor. 

BİMER Başbakanlık İletişim Merkezi'nin kısaltılmış adı. Bilişim ve iletişim teknolojileri kullanılarak Başbakanlık tarafından hayata geçirilen bir halkla ilişkiler uygulamasıdır BİMER. Bimer vatandaşın devletle iletişim kurmasını sağlayan bir köprü görevi görmektedir. Bimer'e telefon, internet sayfasındaki form veya e-posta ile ulaşabilmek mümkündür. Ben, Bimer'e iki kez yazılı başvuru yaptım. İki başvuruyla da ciddi biçimde ilgilenildiğini çözüm üretildiğini gördüm. 

Kültür ve Turizim Bakanlığından Obasya için "Turizm İşletme Belgesi" talep ettiğimizde, "Kooperatiflere İşletme Belgesi vermiyoruz" şeklinde bir yanıt alınca, bu yanıtın yasal dayanağının bulunmadığını sorunun Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile Kültür ve Turizm Bakarlıkları arasındaki  eşgüdüm eksikliğinden kaynaklandığını belirterek BİMER'e yazılı başvuruda bulundum. Sorun bakanlıklar ve ilgili kurumlar arasında yapılan görüşmelerin ve yazışmaların sonrasında çözüldü. Şimdi, Turizm Kooperatiflerine "Turizm İşletme Belgesi" verilebiliyor. 

BİMER'e yaptığım ikinci başvuru "HOBİ BAHÇELERİ" konusunda oldu. Belediye Başkanları seçimler sırasında "Hobi Bahçeleri" kuracaklarını belirtiyorlar. Ancak, sonradan görüldü ki Hobi Bahçeleri'nin yasa dayanağı yok. Yaptığım başvuru üzerine, ilgili bakanlıklarla ve çok sayıda ilgili kurumla görüşmeler başlatıldı. Sanırım kısa sürede Hobi Bahçeleri yasal dayanağa kavuşturulacak. Manisa'da Bizim Bahçeler adı altında örnek ve öncü bir proje başlatacağız. Bu konuyu da bu köşede  bir başka gün yazmak istiyorum. 

Gelişme yeni kavramlar ve yeni kurumlarla oluyor. Kalkınma için yeniden yapılanma gerekiyor. Gelişme için yeniden yapılanma şart...


22 Ocak 2016 Cuma

MANİSA`YA DÖRT KAPI

Dört Kapı Manisa`ya yakışır. Dört Kapı Manisa`ya kimlik kazandırır.

Gelişen kentlere bakın,  kentli yurttaşların, soran, sorgulayan, araştıran yurttaşlar olduklarını, kentinin gelişmesine katkıda bulunmaya, karar ve üretim süreçlerinin içinde olmaya çalıştıklarını, aidiyet duygularının çok güçlü olduğunu görürsünüz.  Bu yazı da kentli yurttaş olma sorumluluğu ile çalışmanın, (Ben yaşadığım bu kent için neler yapabilirim?) sorusuna yanıt aramanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Sıkça tekrarladığım gibi, atılım olması için önce katılımın olması gerekiyor. Katılım olmadan atılım olmuyor. Kentli yurttaş, kendini kentin sakini gibi değil, sahibi gibi gören ve katılan yurttaştır. 

Geçmişe dönüp baktığımızda, Manisa’nın tarihin her döneminde, farklı yönleriyle öne çıkan, önemli bir yerleşim yeri olmayı başarmış bir kent olduğunu görüyoruz.  Yaşadığımız kent ve çevresinin ilk çağlardan günümüze uzanan, mitolojide yer bulan, görkemli bir geçmişi var. Uygun iklim koşulları, zengin bitki örtüsü, doğal güzelliği, tarihi zenginliği ve konumu Manisa’yı öne çıkarmaya yetmiş yıllar boyu.
 

Manisa tarihin her döneminde önemli bir yerleşim yeridir dediğimize göre, bu savımızı yeni eserlerle ortaya koymalı ve öne çıkarmalıyız. Bunu başardığımızda,  kentimiz hakettiği ilgi ve desteği mutlaka görecektir.  Kendini kentin sakini değil sahibi olarak gören bir Manisalı olarak, Manisa’nın tarihin her döneminde önemli bir yerleşim yeri olduğunu çarpıcı biçimde ortaya koyacak MANİSA’YA DÖRT KAPI önerimi bir kez daha paylaşmak istiyorum.

Manisa’nın dört girişine dört kapı yapılıp,  bu kapılara, Bereket Kapısı;  Fatih Kapısı; Cumhuriyet Kapısı;  Batı Kapısı isimleri verilmeli.  Adlarını saydığımız kapılardan birisi olan Cumhuriyet Kapısı’nın yapımı tamamlandı. Kentin İzmir yönündeki ormanla buluştuğu noktaya, Önceki Valilerimizden Sayın Muzaffer Ecemiş döneminde yapımına başlanılan ve sonraki valilerimizin katkıları ile tamamlanan Kuva-i Milliye (Ulusal güçler) ve Cumhuriyet Anıtı’nın bulunduğu kent girişi, kentimizin Cumhuriyet Kapısıdır.

Manisa’nın dört yönüne yapılacak dört kapı Manisa’nın geçmiş ve gelecekle buluşma noktaları, tarihe açılan zaman tünelleri ve geleceğe bırakacağımız kültürel mirasımız olacaktır. Kapı olarak düzenlenebilecek öyle güzel noktalar var ki, Cumhuriyet Kapısı dışındaki  diğer üç kapı için üç hazır nokta girişimin başlatılmasını bekler durumda.
 

Cumhuriyet Kapısından sonra ikinci kapı,  Turgutlu yolu üzerindeki Akpınar Tesislerinin bulunduğu alanda yapılmalıdır. Bu kapıya Kibele Kapısı adı verilebilir. Bu kapı bizim İlk Çağlarda da önemli bir yerleşim yeri olduğumuzun simgesi olacaktır. Akpınar Tesisleri Kibele Kapısının yapımını kolaylaştıracaktır.
 

Üçüncü kapı, Gediz Köprüsünün bulunduğu noktadır.  Bu alan Fatih Kapısı olarak düzenlenmelidir.  Kente bu noktadan girenlere,  Şehzadeler kentine girdikleri anıtlarla gösterilmeli.  Fatih anıtı bu alanda yaptırılarak, O’nun bir çağdan bir çağa ve yerleşik topluma, kentliliğe geçişin simgesi olduğu vurgulanmalıdır

Dördüncü kapı, giderek önemi artan, kentimizin gelişme aksına paralel biçimde uzanan Menemen Yolu üzerine yapılmalıdır.  Üniversite yolunun bu yola bağlanması,  sanayileşmenin ve kentleşmenin batıya doğru gelişmesi bu kapıyı da önemli ve anlamlı yapmaktadır.  Bu kapıya da Batı Kapısı adı verilmelidir.

Kentin giriş ve çıkışlarına yapılacak, Bereket  Kapısı, Fatih Kapısı, Batı Kapısı ve Cumhuriyet Kapısı  adlarını taşıyacak dört kapı ile, Manisa’mızın tarihin her döneminde taşıdığı önem vurgulanmış olacaktır. Bu dört kapı ile, Manisa’mızın köklü geçmişinden mutlu geleceğine köprüler kurulacak, aydınlığa kapılar aralanacaktır. Kapılar kentimize yeni bir kimlik ve kişilik kazandıracaktır.

Haydi Manisa, bu kentin görkemli geçmişine ve mutlu geleceğine sahip çıkalım. Bu güzel kenti bir dünya kenti yapalım. İnanırsak, istersek ve çalışırsak olur...


15 Ocak 2016 Cuma

GELECEKTE MANİSA

İnsan soyu teknolojinin getirdiği olanaklardan yararlanırken, ağır bir bedeli de ödemek zorunda kalıyor.
İnsan soyu teknolojinin getirdiği olanaklardan yararlanırken, ağır bir bedeli de ödemek zorunda kalıyor. Sanayi gelişirken, Gediz gibi nehirler ölüyor. Doğa yok olup gidiyor. Ozon tabakası  zarar görüp deliniyor. Çeşitli hastalıklar, bu arada kanser hızla yayılıyor. Bir de domuz gribi çıktı karşımıza. Manisa'da da olduğu söyleniyor.  Hem, gelişen teknolojiden insanların yararlanması hem de çevrenin korunması eş zamanlı olarak gerçekleştirilemez mi? Önümüzdeki yıllarda yanıtını bulmamız gereken soru bu olacaktır. 

Dünya’da yaşanmakta olan sorunlara, bir de yaşadığımız kent Manisa açısından bakalım. Manisa’da da çevre sorunları gündemimizin ilk sırasında yer alıyor. Yıllardır tartışıyoruz. Başarabilir miyiz bilemiyorum. Gediz’in kurtarılması hep gündemimizde. Öte yandan, Manisa çöplüğü büyük felaketlerin habercisi gibi duruyor. Ancak bu konuda çalışmaların olduğunu, Uzunburun mevkiinde temellerin atıldığını, yakında vahşi çöp depolamanın Manisa'da tarihe karışacağını göreceğiz. Çöpten elektrik elde edilmesi konusunun da araştırılmakta olduğunu duyuyorum.  

Manisa'da otopark sorunu ağırlığını iyice hissettiriyor artık. Arabamızı park edebilmek için uzun süre yer arıyoruz sokak aralarında. Daracık sokaklar ve bu daracık sokakları çevreleyen 6-7 katlı konutlar. Apartmanlar insanın üzerine gelecekmiş gibi oluyor. Bir kat daha fazla kazanabilmek için yapılan çalışmalarla ulaşılan sonuç bu. Kent içinde olanların mutlu olmadığı belli, kendini kentin dışına atmaya çalışan çok insan var.  Ne arabalarını koyacak otoparkları, ne yürüyecek kaldırımları, ne çocuklarının oynayacağı bahçeleri, ne de pencerelerinden görebilecekleri ağaçları var. Güneşi bile göremiyorlar. Manisa’yı bundan böyle yeni imar kararları ile dikine büyütmek yoğunluğunu artırmak yapılabilecek en büyük kötülük olacaktır. Peki konut ihtiyaçları nasıl karşılanacak diyebilirsiniz. Çözüm kolay. Tüm gelişmiş ülkelerin yaptığı gibi, konut ihtiyacı kentin çeveresinde yeni imara açılacak olan alanlarda karşılanacak. Bu kentin batıya doğru sağlıklı büyümesini sağlayacak olan yeni planlamalar yapılacak. Kentsel dönüşüm projeleri de çözüme katkı sağlayabilir. 

Manisa için birşeylerin yapılmasının, taş üstüne taş konulmasının, sorunların daha da gecikmeden çözümlenmesinin ön şartı, kişiler ve kurumlar arası işbirliği ve dayanışmadır. Bunu bu güne kadar birbirine düşman olmuş ülkeler yapıyor. Bunu gelişmiş ülkelerin insanları yapıyor.  Manisa’da birlikte iş kotarma alışkanlığı geliştirilemeden sorunların çözümlenemediği görüldü. Bu konuda Denizli’den almamız gereken dersler var. Denizlililer elele vermeyi biliyorlar. Manisalıların da bunu başarması için, birilerinin buna öncülük yapması gerekiyor.

Manisalıların görevi, Manisa’yı  “Uykusu derin şehir” olmaktan kurtarmaktır. Varsa, kırgınlıkları, dargınlıkları bir kenara koyalım. Ortak  amacımız Manisa'yı geliştirmek olursa, bu amaca ulaşmamızı sağlayacak kararları kolayca üretebiliriz. Amacımız birbirimizin önüne engel çıkarmak işini zorlaştırmak olursa, bundan hepimiz zarar görürüz. 

Manisalılar belediye seçimlerinde, seçtiklerine  "Uzlaşın anlaşın, işbirliği yapın, Manisa'yı birlikte yönetin  ve bu kenti geliştirin." görevi verdiler. Şimdi uzlaşma dayanışma dönemidir. Bunu başaranlar, Manisa tarihine geçer ve ödüllendirilirler,  bunu zorlaştıranlar mutlaka cezalandırılırlar. Vatandaş seçtiklerini, mazeret üretsinler diye değil marifet göstersinler diye seçiyor.

Görevimiz mazeret üretmek değil marifet göstermek olmalıdır. Belediye Başkanları ve meclis üyeleri, Manisa'nın çıkarlarını önde tutarak kararlar almalıdır. Aralarında yarışma yerine dayanışma olmalıdır. Daha güzel, daha yaşanır bir Manisa için çalışırken, birbirimize destek olmalıyız. Manisalıların beklentisi budur...

Gelin Manisa'nın geleceğini, elele vererek birlikte planlayalım. Farklı görüşleri sorun olarak değil zenginlik olarak değerlendirelim. Belediye Meclislerinde oybirliği ile kararlar alınabileceğini gösterelim. Bunu başarabilirsek Manisa'yı kimse tutamaz. Manisa Batının İncisi Kalkınmanın Öncüsü olur...


 
back to top