Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

27 Temmuz 2021 Salı

SU

Kıt kaynaklarımızdan birisi olan zamanı akılcı biçimde kullanamıyoruz. Akılcı biçimde kullanamadığımız sadece zaman değil, suyu da akılcı biçimde kullanamadığımız gibi sürekli kirleterek, kullanılamaz duruma getiriyoruz. Doğayı kirletiyoruz. Şunu unutmayalım ki, doğa bizden intikamını mutlaka alır. Bizden alamazsa çocuklarımızdan, torunlarımızdan alır. Önlenemez bir salgınla alır. Sel felaketleriyle alır. Küresel ısınmayla alır. Susuzlukla alır. Bunların işaretleri şimdiden görülmeye başlandı bile.

Ben akademisyen değilim. Bilim adamı hiç değilim. Soran, sorgulayan, araştıran, yazan, konuşan bir yurttaşım sadece. Doğru bildiğimi konuşurum, yazarım, paylaşırım. Su gibi önemli bir konuya, önemine yaraşır bir özenle yaklaşma konuyu araştırma yapabilirsem, bu konuda bir kitap yazma kararı aldım kendimce. Aldığım kararı paylaşınca vazgeçmek zorlaşıyor. Paylaşmadığında, vazgeçmek için haklı nedenler buluyor insan. Karar aldığından ve kimseyle paylaşmadığından sorun da olmuyor. Bunu bildiğim için bir şey yapmaya karar verdiğimde hemen paylaşıyorum. Yarın birileri bana “kitap işi nasıl gidiyor?” diyebilir. Bu nedenle yazmaktan başka çarem kalmaz. Bende aynen böyle olmasını istediğim için, su konusunda bir kitap yazma hazırlığı içinde olduğumu buradan duyuruyorum…

Facebook’ta “Su Yoksa Hayat Yok” başlıklı bir sayfa açtım. Suyu tasarruflu kullanalım çağrısı yaptım. Ve de, somut bir öneri getirdim: Çim ekmeye son verelim dedim. Belediye Başkanlarımıza açık bir mektup yazdım. Yazdığım mektubu kitaba alırım mutlaka. Güzel geri dönüşler oldu. Çim kökleri derine gitmediği için sürekli olarak sulanmak istiyor. Sulanmanın dışında sürekli olarak biçilmek istiyor. Oysa çim yerine kullanabileceğimiz az su isteyen kökleri daha derinlere giden yer örtücüler var. Sadece zaman ayırıp araştırmak ve eski alışkanlıklarımızdan vazgeçmek gerekiyor.

Su en küçük organizmalardan devasa boyutlardakilere kadar bütün canlıların doğal olarak da insanların yaşam kaynağıdır. Suyun miktarı azalmıyor ama bir taraftan kullanılmayacak biçimde kirlenirken diğer yandan suya ulaşım giderek zorlaşıyor. Gözümüzün önünde akıp gidenin değerli bir yaşam kaynağı olduğunu anlamamız gereken günleri yaşıyoruz. Hepimiz suyu tasarruflu kullanma alışkanlığı edinmek ve gerekli tüm önlemleri almak zorundayız. Aynı suyu iki kere üç kere, defalarca kullanmak zorunda olacağımız günler çok uzak değil. Su konusunda hepimizin yapacağı işler var ancak büyük görev devlete ve belediyelere düşüyor. Belediyelerin atık suları arıtıp tarımsal sulamada kullanılacak, hatta içilecek kaliteye getirmek konusunda hızla ciddi yatırımlar yapması kaçınılmaz, ötelenmez bir görev durumuna geliyor…

Ülkemizin su kaynakları hızla kirleniyor ve azalıyor. Kuraklık yaşandığında barajlara yeterli su birikmediğinde ya da sulak alanlar koruma altına alınmayıp kirletildiğinde suyun önemini anlıyor ancak geç kalmakta olduğumuzu da o zaman fark etmiş oluyoruz.

Nüfusun hızla artıyor olması, ormanların yok edilmesi ve hızlı sanayileşme, su kıtlığını sadece kuraklığa bağlı bir sorun olmaktan çıkardı. Şimdi yeterince algılanıp önemsenmese de, su insanlığın önde gelen ve hemen önlem alınması gereken sorunudur.

Su tasarrufu için hep birlikte çalışacağız. Birey olarak bizim de alacağımız önlemler var. Bataryalarımız başta olmak üzere suyu tasarruflu kullanan cihazları seçerek, bireyler olarak alacağımız diğer önlemlerle suda tasarruf sağlayabiliriz. Belediyeler su altyapılarını yenileyerek su kaybını önleyebilirler. Fiyatlandırmalarla tasarrufu teşvik edebilirler.

Ulaştığım bir bilgiyi paylaşayım hemen… “NASA’nın araştırmalarına göre dünyada tatlı su tüketimi, bu kaynakların yeniden oluşması sürecinden daha hızlı işliyor. 2000 ile 2050 arasında dünyada su talebinin yüzde 55 artış göstermesi beklenirken, nüfus artışı ve küresel ısınma nedeniyle tatlı su kaynakları ise giderek azalıyor. Dünyanın en büyük 37 yer altı su havzasından 21’i küçülüyor.”

Atık suların arıtılarak, sulamada kullanılmasına hemen gecikmeden başlanmalıdır. Belediyelerin, iki üç sene gibi kısa bir sürede atık su tesislerini kurmaları ve işletmeleri zorunlu duruma getirilmelidir. Göreceksiniz, yerel seçimlerde atık su arıtma tesisini kurmayan belediyeler kısa sürede kuracakları vaadinde bulunacaklardır.

Belediyelerin atık su arıtma tesislerini kurmaları akarsuların derelerin nehirlerin temizlenmesini de kolaylaştıracaktır. Gediz Nehri’nin geçtiği alandaki tüm yerleşimlerin Manisa Büyükşehir Belediyesi gibi atık su arıtma tesislerini kurduğunu düşünelim bir an için… Ne olur biliyor musunuz? İki üç yıl içinde Gediz’de yeniden canlılık başlar, suyu tarımda kullanılacak hatta içilecek duruma gelir. Bu nedenle belediyelerin atık su arıtma tesislerini kurması zorunlu duruma getirilmelidir diyorum. İsteyince olur, proje de hazırlanır kaynak da bulunur.

Ciddi su kıtlığı yaşayan bazı ülkeler yeni ve etkili çözümler üretebilmiş durumda. Yapılacak iş karmaşık anlaşılmayacak bir iş değil; tüm yerleşimler, tüm belediyeler atık su artıma tesislerini kuracak ve atık suları tarımda kullanılır duruma getirecektir. Gelişmiş ülke dediğimiz ülkelerin tamamı bunu yapıyor atık suları arıtıyor sulama ve hatta içme suyu haline getiriyor. Bizde bunu yapmak, hem de acilen yapmak zorundayız…

Konu karmaşık değil dedim ya, gerçekten öyle. Atık su arıtma tesislerini kurarak, arıttığımız suları tarımın hizmetine sunarak, elektrik ihtiyacını güneşten ve rüzgardan sağlayarak, su altyapılarını yenileyerek, su kaynaklarımızın kirletilmesini önleyerek, gelişmenin yolunu açabiliriz. Bu konuda yeterli bilgi ve deneyim birikiminin ülkemizde olduğunu bilen bir kişi olarak, belediyelerimizin bu konuya önemine yaraşır bir özenle yaklaşmaları gerektiğinin altını çiziyorum.

Suyun tasarruflu kullanımı konusunda etkin yurttaşlara ilgili STK’lara büyük görevler düşüyor. Mermeri delen su damlasının gücünün sürekliliğinde gizli olduğunu düşünerek, konunun sürekli gündemde kalmasını sağlamalıyız. Ben etkin olmaya çalışan bir yurttaş olarak, su konusunu yazmaya, yazdıklarımı bir kitap haline getirmek için çalışmaya devam edeceğim. Çoğalacağız. Dünyamız için doğa için büyük önem taşıyan su gibi ortak sorunumuz konusunda ortaklaşa çalışmalar yapacağız.

Yazmayı düşündüğüm kitapta belediyelerimize ve yurttaşlarımıza açık anlaşılır önermeler yapmak istiyorum. Su konusunda bir kitap boyutuna gelene kadar yazmaya devam edeceğim. Benim için keyifli bir görev olacak yazmak. Söz gider yazı kalır deniliyor. Biliyorum, sonuç almak için kalem kelamdan daha etkili oluyor.

Su konusunda önerilerinize açığım. Çorbada sizin de tuzunuz olsun.




 

15 Temmuz 2021 Perşembe

ÖMER HALİSDEMİR

15 Temmuz deyince benim aklıma Ömer Halisdemir geliyor hemen.

 
Bence 15 Temmuz’un sembolü, adı ve anısı yaşatılacak olan kahraman Ömer Halisdemir’dir.
Bu yazı Ömer Halisdemir üzerine yazdığım kaçıncı yazıdır bilemiyorum. Çok yazdım çok paylaştım.
Manisa’ya bir Ömer Halisdemir anıtı yapalım istedim. Hatta yer gösterin anıtın yapımını organize edeyim dedim. Ciddi biçimde ilgilenen olmadı.
Komutanının verdiği emri ölümü pahasına yerine getiren örnek askerdir O. 

Kalkışmanın kırılma noktasıdır Astsubay Ömer Halisdemir.

Çanakkale, böyle yiğitleri sayesinde geçilmez olmuş.

Köhnemiş bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet böyle yiğitleri sayesinde kurulmuş.

Ve böyle yiğitleri  ile Türk Cumhuriyeti devleti ilelebet yaşayacaktır.

Ömer Halisdemir Mustafa Kemal Atatürk’ün askeridir. 

41 yıllık yaşadı, 15 Temmuz’da şehit oldu, ölümsüzlüğe ulaştı.

Şerefsiz Semih Terzi'yi tek kurşunla indiren, bir ölüp bin dirilendir Ömer Halisdemir. Böyle yiğitleri olan ülkeler hiç yenilmezler. Böyle yiğitleri olan ülkeler, tarihi altın harflerle yeni baştan yazarlar.

Niğde'nin Bor ilçesini bilirsiniz. Bor’un pazarı geçer, yiğidi geçilmez.  

Ömer Halisdemir, gittiği cennette Atasına tekmil verendir. Ülkemi korudum diyendir. Komutanımdan aldığım emri yerine getirdim şehitlik mertebesine erdim diyendir.  

Bu millet Ömer Halisdemir’i unutmaz. Adını ve anısını sonsuza dek yaşatır. Göreceksiniz Ömer Halisdemir adı birçok çocuğa isim olarak verilecektir.

Bir yanda çocuklarım ve eşim öbür yanda devletim var. Yiğit, devletim diye, ölümü göze alandır. Yiğit dediğin Ömer Halisdemir gibi olandır.

Değerli Manisalılar, gelin bir parka Ömer Halisdemir Parkı adını verelim. Parka Ömer Halisdemir’in güzel bir anıtını yapalım. Anıtın yapımını destekleyecek, kişiler ve kurumlar bulabiliriz. 

Haydi Manisa görev başına, Belediyelerimiz, Ticaret ve Sanayi Odamız, Organize Sanayi Bölgemiz, Büyük firmalarımız Sivil Toplum Kuruluşlarımız ne güne duruyor. Tüm ülkeye örnek olacak bir Ömer Halisdemir anıtı yaptıralım. Halis bir yiğit örneğimi istiyorsunuz işte size Ömer Halisdemir. O devleti ve milleti için şehit oldu. Bize düşen görev O’nun adını ve anısını sonsuza dek yaşatmaktır. 

Manisa’da Ömer Halisdemir anıtı ve parkı iyi bir başlangıç olur diye düşünüyorum.




 

RANT

Bir malın, mülkün ya da paranın, belirli bir süre sonunda, hiç emek verilmeden sağladığı gelire rant deniliyor. Örneğin, kentin gelişme yönünde aldığınız arazi, arsaya dönüştüğünde sahibine büyük rant kazandırıyor.

Kentlerde rant her zaman olur. Sadece kentlerde değil, köylerde de rant olur. Rant a karşı çıkmak, nehrin akışına karşı çıkmak gibidir. 

Önemli olan rantın olmaması değil rantın hakça paylaşılmasıdır. Eğer bir tarla, belediyenin aldığı bir kararla arsaya dönüşüyor ve değeri birden ona çıkıyorsa, kazanılan dokuzda belediyenin de devletinde hakkı vardır.  Rant olacak ancak hakça paylaşılacak… Rant kötü bir şey değil. Kötü olun paylaşılmamasıdır.

Anlatabildiğimi yazdıklarımın anlaşıldığını düşünüyorum.

Gelelim siyaset yapma biçimine: Siyaset yapma biçimimizin doğru olduğunun düşünenlerden değilim. Karşı partinin her söylediği ve her yaptığı yanlış koşullanmışlığı içinde siyaset yapılıyor genellikle. Siyasetçi doğruya doğru yanlışa yanlış deme cesaretini ve erdemini gösteremiyor. Diyelim ki bir siyasi partili, bir diğer partilinin doğru yaptığına doğru demediği gibi yanlış demekten ve elinden gelen engellemeyi yapmaktan geri durmuyor. Muhalefete göre iktidarın hiç doğru yaptığı bir iş yok, iktidara da muhalefetin doğru söylediği hiç bir şey yok. Her şeye karşı çıkanlar, doğru olana da karşı çıkarken kendine, kentine, kentlisine, ülkesine vatandaşına zarar vereceğini hiç düşünmüyor.

Şimdi gelelim vereceğim somut örneğe: Biliyorsunuz, Yunusemre Belediye Başkanı Mehmet Çerçi, adına ne derseniz deyin, ister kentsel dönüşüm deyin ister kentsel yenileme deyin, Laleli Mahallesi için bir çalışma başlattı. Soran sorgulayan araştıran bir yurttaş olduğum için, bende bu konuyla yakından ilgilendim. Yapılması düşünülen kentsel yenileme projesi ile Laleli Mahallesinde konutu olanlar, ortalama söylüyorum, 300 bin liralık konutları yerine hiçbir masraf yapmadan 900 bin liralık konuta sahip olacaklardı. Bir başka deyişle 600 bin lira rant kazanmış olacaklardı. Evleri yenilenecek ve kendilerine daha güzel bir çevre içinde sahip oldukları evlerinden daha büyük bir ev verilecekti. Bu çalışma konut sahiplerinin çıkarlarını koruyan, alkışlanması ve desteklenmesi gereken bir projeydi. Bu projeye CHP karşı çıktı. Karşı çıkanların çoğunun anılan mahallede konutları da yoktu. Oysa yapılacak olan çalışma, öncelikle konut sahiplerinin kentimizin, kentlimizin ve belediyemizin yararına bir çalışmaydı. Bu çalışma parti ayrımı gözetmeksizin herkesin desteklemesi gereken bir çalışmaydı. Göreceksiniz, konu daha iyi anlaşılınca,  konut sahipleri, kentsel dönüşümü engelleyenleri hiç bağışlamayacaktır. Böyle anlamsız karşı çıkmalar engellemeler ne çalışmayı yürütenlere nede onların partilerine bir yarar sağlamaz. Siyaset yapanlar neyin doğru neyin yanlış olduğuna bakmalı ve ona göre karar vermeli. Siyaset yapanlar, kentin ve ülkenin çıkarı söz konusu olduğunda işbirliği ve dayanışma yapabilmeli.

Doğruya doğru yanlışa yanlış demeyi öğrenmeliyiz. Siyaset germeden gerilmeden yapılmalı. Meclislerde oybirliği ile alınan kararlarda olmalı.

Manisa Büyükşehir Meclisinde, Manisa’nın Revizyon İmar Planı kabul edildi. Bu kabul kararı tüm partiler için alkışlanacak bir karardır. Herkes düşüncesini söylemiş ve Revizyon İmar Planının askıya çıkması kabul edilmiştir. Kabul edilmeseydi, kentin gelişmesi engellenmiş olurdu. Meclis üyelerinin tümünü yürekten kutluyorum. Gereksiz yere germeye gerilmeye hiç gerek yok.

Germeden gerilmeden kimseyi dışlamadan güler yüzlü yeni bir siyaset yapma biçimi geliştirmeliyiz. Bu bizden, bu bizden değil anlayışından kurtulmalıyız.

Keşke, Laleli Mahallesi için kentsel dönüşüm çalışması engellenmeseydi. Keşke uzlaşma sağlanabilseydi. Lalelide konut sahibi olanlar daha güzel bir çevrede yeni konutlarına sahip olabilselerdi. Doğruyu doğru yanlışa yanlış demeyi öğreneceğiz dedim ya, Yunusemre Belediye Başkanı Mehmet Çerçi’nin yaptığı doğruydu, vatandaşın yararına kentimizin yararına olacaktı. Karşı çıkanlar konut sahiplerini örgütleyenler yanlış yaptılar. Yanlışlardan ders almak, yanlış yaptık diyebilmek bir erdemdir. Yaptıklarını konut sahiplerine ve kente verdikleri zararı bir daha düşünsünler.  

Kentlerde rant olur. Önemli olan oluşacak rantın hakça paylaşılmasıdır. Siyaset hep karşı çıkarak engel olarak değil, doğru olana, halkın, kentin ve ülkenin yararına olana destek verilerek yapılır…

Özlediğimiz yeni siyaset yapma biçiminin gelişmesi dileği ile sevgiler saygılar sunuyorum…




 

8 Temmuz 2021 Perşembe

YUNTDAĞI

Manisa Köy-Koop Birliği Başkanı olduğum 70'li yıllarda Yuntdağı köyleri ile yakından ilgilenmiş ve köylerde birçok dost edinmiştim. Yıllar sonra, Obasya Turizm Geliştirma Kooperatifi olarak, Ortaköy, Dazyurt ve Türkmen üçgeni arasanda TKDK'dan aldığımız destekle yapımını gerçekleştirdiğimiz Obasya Kırsal Turizm Konaklama Tesisi ve Zafer Kalkınma Ajansı'ndan aldığımız destekle yapımını gerçekleştirdiğimiz Obasya Zaman Geçidi Müzesi Projeleri nedeniyle yolum yeniden Yunt Dağı köylerine düştü. 70'li yıllardaki dostlarımın büyük bölümünü bulamadım ama köylerde yeni dostlar edinmeye başladım. Birçok muhtarla tanıştım. Köylerin boşaldığını kentlere taşınmanın hızlandığını, taşımalı eğitim nedeniyle, okul binalarının kaderine terkedildiğini kapılarının pencerelerinin kırıldığını görünce epey hüzünlendim. 

Zafer Kalkınma Ajansı Doğrudan Faaliyet Desteği Programı kapsamında desteklenen “Manisa Yunt Dağı, Alt Eylem Planı ve Turizm Destinasyonları” projesini nedeni ile Yuntdağı’nda gitmediğimiz köy kalmadı.  Kırsal turizm için rotalar belirledik. Belirlediğimiz rotaları kitap olarak bastırıp dağıttık.
Yuntdağı bölgesi Manisa İl Merkezi’nin yakın çevresinde, Celal Bayar Üniversitesi'nin bitişiğinde, İzmir’in kentsel çekim alanında bulunmasına rağmen görece geri kalmış yörelerimizden biridir. Manisa Yunt Dağları bölgesinin engebeli arazisinde Manisa'nın Büyükşehir olmasıyla birlikte mahalleye dönüşen 64 Yörük yerleşimi bulunmaktadır. Kendim de Yuntdağı kökenli olduğum için bölgedeki yaşam koşullarını iyi biliyorum. Bölgede ekip biçmeye yeterli toprak olmadığından geçimlerini daha çok koyun-keçi yetiştirerek sağlamaya çalışıyorlar. Eğer okutulmasaydım, bende şimdi babamın geçmişte yaptığı gibi köyümde çobanlık yapıyor olacaktım. Miraslar nedeniyle, toprağın küçük parsellere bölünmüş olması verimli tarım yapılmasını zorlaştırmaktadır köylerde. Antep fıstığı yetiştiriciliği, dokumacılık, el sanatları, arıcılık vb. konular desteklenmiş olmasına karşın, bölgeyi kalkındırmaya yetmediği görülmektedir. Kırsal turizm bölgenin kalkınması için yeni bir kapı aralayabilir diye düşünüyorum.
Yuntdağı köylerinde Manisa Valiliğinin, Büyükşehir ve Yunusemre Belediyelerimizin çalışmalarının olduğunu biliyoruz.  Bölgedeki yolların yapımı için Büyükşehir Belediyesi, bölgede yatırımların yapılması için Yunusemre Belediyesi çalışmalarını aralıksız olarak sürdürüyorlar.

Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak, Yuntdağı Bölgesi’nde kırsal turizm ve kültür turizminin gelişimine katkı sağlamak; kırsal turizm, doğa turizmi ile kültür turizminde çeşitliliği artırmak ve bölgede yaşam kalitesinin artırılmasını desteklemek üzere başlattığımız çalışmaları sürdüreceğiz. Ancak hemen belirtmeliyim ki, bürokratik zorluklar kişilerin önünde aşılmaz dağlar gibi duruyor. 76 yaşındayım bürokrasiden çektiğimi hiçbir şeyden çekmedim. Ülke olarak bürokrasimizi yenilemeliyiz. Hizmet ve çözüm odaklı bir bürokrasimiz olmalı ve gelişme hızlanmalı.
Köylerde, sözlü tarih çalışması, fotoğraf arşivi oluşturulması, müzede sergilenebilecek eşyaların araştırılması, belgesel için çekimlerin yapılması çalışmalarımız devam ediyor.
Yunt Dağı'nın turizme açılmasını isteyen Manisalılar, çalışmalarımızı bir sosyal sorumluluk projesi gibi görerek,  kooperatifimize ortak olup katkıda bulunabilirler. Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi Manisalıların kooperatifidir. Bilginin beşte dördü ilgidir. İlgi olmadan bilgi olmayacağı gibi, katılım olmadan da atılım olmuyor. Gelin birlikte çalışalım ve Yuntdağı'nı turizme birlikte açalım.

Manisa Celal Bayar Üniversitemiz Obasya’da 27-28 Eylül 2017 tarihlerinde iki gün süren bir çalıştay düzenlemişti. Yenilerini düzenlemeyiz, köyden mahalleye dönüşen yerleşimlerin gelişmesi için çalışmalar başlatıp sürdürmeliyiz. Dileğim bu kentimizde birlikte iş görme alışkanlığının gelişmesi ve çalışmaların aralıksız devam etmesidir. Manisa Celal Bayar Üniversitesi, kentle bütünleşen, bulunduğu çevrenin sorunlarına çözümler üretilmesine katkıda bulunan yönüyle ilgi çekiyor, projelerimize destek veriyor. Üniversitemizin başta değerli rektörümüz Prof.Dr. Ahmet Ataç olmak üzere tüm kadrolarını verdikleri destek nedeniyle kutluyor yürekten teşekkür ediyorum. Birçok Projemizde, Yunusemre Belediyemiz projelerimizin iştirakçisi oldu, projelerimize destek verdi. Büyükşehir Belediyemiz, AB hibesi ile gerçekleştirmekte olduğumuz Kültür Sınır Tanımaz Projemize ortak olarak, gerekli desteği vererek gelişmemize büyük katkı sağlıyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün’e ve Büyükşehir Belediyemizin genç dinamik ve çalışkan Genel Sekreteri Sayın Aytaş Yalçınkaya’ya da teşekkür ediyorum.

Haydi, el ele verelim, Yuntdağı’nın yazgısını birlikte değiştirelim. Obasya'da edindiğimiz bilgi ve deneyim birikimini konuya ilgi duyanlarla paylaşmaya hazırız. Bilginin ve sevginin paylaşıldıkça büyüdüğünü biliyoruz. Ve paylaşmayı seviyoruz. Girişimcileri, yapılan çalışmalara katılmaya bekliyoruz.

Çalışmalarımızı kamuoyuna basınımız aracılığı ile duyuruyoruz. Basının verdiği destek bizim için çok önemli. Bu konuda Radyo Hiraş’ın Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Rıfat Emin Uygur’a ve bilgili birikimli çalışanlarına yürekten teşekkür ediyorum.  Rıfat Emin Uygur’la 7 yıldır birlikte Cuma günleri Manisa’da Yaşam adlı bir programı sürdürüyoruz. Dilim döndükçe, gücüm yettikçe, programı sürdürmek isterim.

Bu yıl uzun bir kurban bayramı tatili yapacağız. Önümüzdeki hafta sonuna doğru sahillere doğru yolculuklar başlayacak. Aman dikkatli olun, kurban bayramında trafik kurbanlarımız olmasın lütfen. Bayramda gidişler gelişler ilişkiler yoğunlaşacak maske mesafe temizlik kurallarına uyalım lütfen. Sokaklarımızda kaçan boğaları, kurban yerine elini kolunu bacağını kesen acemi kasapları görmek istemiyoruz. Sıcak yaz günlerinde kokuşmalar daha hızlı oluyor. Kurban atıklarını açıkta bırakmayalım caddeleri sokakları kirletmeyelim kokutmayalım.

Kurban Bayramınız kutlu olsun…




 

1 Temmuz 2021 Perşembe

SEVDİĞİM İŞ KOOPERATİFÇİLİK

3 Temmuz 2021 Dünya Kooperatifçilik günü. Ben Kooperatifçilik gününü 2 Temmuz 2021 Cuma günü Radyo Hiraş’ta yaptığımız Manisa’da Yaşam Programında bir gün erken kutlayacağım. Manisa’da Yaşam Programında, Kooperatifçiliği konuşacağız. Rifat Emin Uygur dostumla yaptığımız programda konuğumuz Obasya olarak uygulamasına geçtiğimiz Kültür Sınır Tanımaz Projemizi yazan ve projenin koordinatörlüğünü yapan Oya Yavaş olacak. 29 Haziran’da tanıtım toplantısını yaptığımız Kültür Sınır Tanımaz adlı projemizi ve kooperatifçiliği konuşacağız.

Herkes sevdiği işi yapmalı. Benim sevdiğim keyifle yaptığım iş kooperatifçilik. Dile kolay 46 yıldır Manisa’da kooperatifçilik yapıyorum. Yaşadığım sürece de yapmak istiyorum.
1975 yılında kendi köyümde ilk kooperatifin kurulmasına öncülük ederek kooperatifçiliğe başladım. Kooperatifçiliği seçişimin nedeni, bu yolla üretici köylülere, ülkeme hizmet edebileceğimi düşünmemdir. Ülkemizde kooperatifçiliğin altın dönemini Atatürk’le yaşadığını, kooperatifçiliğin temellerinin Atatürk tarafından atıldığını biliyorum. Atatürk’e duyduğum hayranlık da kooperatifçiliği seçmemde etkili oldu.

Atatürk ve kooperatifçilik üzerine araştırmalar yaptım, yazılar yazdım, konuşmalar yaptım. Atatürk’ün düşünceleri her zaman yolumu aydınlattı.

“Kanaatim odur ki, muhakkak suretle birleşmede kuvvet vardır. Kooperatif yapmak, maddi ve manevi kuvvetleri, zekâ ve maharetleri birleştirmek demektir. …Müstahsillerin birleşmesinden şahsi menfaatlerini haleldar olacağını düşünenler tabii şikâyet edeceklerdir.” Diyordu Atatürk 1 Şubat 1931 tarihinde İzmir Ticaret Odasında yaptığı konuşmada.

1975 yılında Köy-Koop Merkez Birliğinde çalışmaya başladım. Bu dönemde, başarılı kooperatifçilerle tanışma konuşma ve ülkemizdeki kooperatif uygulamalarını görme olanağı buldum.

1977 yılında Köy-Koop Manisa Birlik Başkanlığına seçildim. Aynı dönemde Tariş’te Bakanlık Murakıplığı görevini de yüklendim.

Köy-Koop Manisa Birliği Başkanlığı yaptığım dönemde, Köy-Koop Manisa Birliği abartmadan söylüyorum, altın dönemini yaşamıştır. Köylülerimizi emsallerinin yarı fiyatına traktör veriyorduk. Köylerde, zeytin salamura ve zeytinyağı çıkarma tesislerimiz vardı. Salça Fabrikası sahibi olan halı dokuyup pazarlayan kooperatiflerimiz vardı. Manisa’nın içinde, temel tüketim maddelerini öncelikle köylü ürünlerini pazarlayan büyük bir satış mağazamız vardı. 12 Eylül bütün demokratik kuruluşların olduğu gibi kooperatiflerin üzerinden de silindir gibi geçti.  

1987 yılında Konut Kooperatifçiliğine başladım. Kırsal Kooperatifçilikte olduğu gibi, konut kooperatifçiliğinde de başkanlığım döneminde adeta destan yazdık. Manisa’nın batısında sonradan adı Güzelyurt Mahallesi olan yerleşim yeriyle batıya çağdaş bir kapı araladık. Konut Kooperatifçiliğinin bayrağını doruklarda dalgalandırdık. Manisa’nın en güzel biçimde planlanmış yerleşimi Güzelyurt Mahallesidir. İmar Planını ve araziye uygulanmasını Manisa Birlik olarak biz yaptık. Ada bazında yapılaşmayı Manisa gündemine taşıdık. Ağaçları anıtları, geniş yolları ve sosyal donatılarıyla örnek bir kent parçası oluşturduk.

Şimdi de Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifinin Kuruluşundan bu yana başkanlığını yapıyorum. Obasya adı altında sürdürdüğümüz çalışma, sadece Manisa için değil, sadece bölgemiz için değil ülkemiz için ilgi çeken beğenilen örnek bir çalışma olarak görülmeye başlandı. Obasya olarak, farklı kişilerle 5 proje hazırladık 5’i de kabul edildi. Şimdi kabul edilen hibe desteği verilen iki projemizin uygulanmasını yapıyoruz. Dur durak bilmeden çalışıyoruz. Çünkü yapacak çok işimiz var ve daha da olacak biliyoruz. Yeni projelerin hazırlıklarını yapıyoruz.

Şunu açık ve net olarak söyleyebilirim. İsteyince, inanınca, çalışınca ve güven verince oluyor.

Atatürk’ün dediği gibi, menfaatlerinin haleldar olacağını düşünenlerden bize karşı çıkanlar eleştirenler oluyor. Bunu doğal karşılıyoruz. Biz işimize bakıyoruz. Bize güvenen arkadaşlarımızla birlikte oluyoruz. Güzel projeler hazırlamak için başarılı ekipler oluşturuyoruz. Birçok başarılı bilgili deneyimli kişinin yolları bizim yolumuzla kesişiyor. Neden bilmem proje yapmak isteyenlerle proje hazırlayanların yolları her zaman kesişiyor mutlaka. Obasya olarak kabul edilen hibe almaya hak kazanan 5 projemizin 5’ini de farklı kişilerle yaptık. Projelerin ortak yönü Başkanlığını yaptığım Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi için yapılmış olmasıydı.

Bu yazımı okuyanların içinde “kendini övüyor.” diyenlerin olacağını biliyorum. Desinler, bizim toplum biraz unutkan ve biraz da teşekkür özürlü bir toplum. Ancak teşekkür edenler, yapılanların değerini bilenler yok değil, bunlar bize yetiyor.

Ben ne yaptımsa, kooperatiflerle yaptım. Kooperatif ancak ortaklarıyla oluyor. Ortağı olmayan kooperatif olmaz. Haktanır bilinçli ortaklarım çevremdeki arkadaşlarım, yaptıklarımızın doğruluğunu görüp bize destek olan kurum ve kuruluşların değerli yöneticileri olmasaydı bu başarıları sağlayamazdık biliyorum. Bana yapılan övgüleri ve teşekkürleri aynen birlikte çalıştığım arkadaşlarıma aktarıyorum. Biz destanları birlikte yazdık. Başarılara birlikte imza attık. Her dönemde içinde olduğumuz her yerde kooperatifçiliğe altın dönemini yaşattık. Bilinsin unutulmasın diye yazdım bunları.

Bize dur durak yok. Çünkü işimiz çok. Evde kapanmıyoruz. Kurallara uyarak işimizin başında duruyoruz çalışmaya devam ediyoruz.

Kooperatifçilik güzel iş yeniden dünyaya gelsem yine kooperatifçi olmak isterdim…

Dünya Kooperatifçilik günümüz kutlu olsun…




 

25 Haziran 2021 Cuma

BİREY Mİ TOPLUM MU?

İnsanın kişilik yapısını “benim” dedikleri ile “bizim” dedikleri arasındaki tercihi belirliyor. “Benim evim.”, “ benim bahçem.”, “benim arabam.” deniliyor.  Bir de, “Bizim” dediklerimiz var. “bizim sokak”, “bizim site”,“ bizim kent” "bizim bölge" "bizim ülke" gibi. Sürekli olarak “benim” dediklerini öne çıkaran  insanlara “bencil” demek yanlış olmaz. Söze “bizim” diye başlayıp, bizim olanları öne çıkaran, bizim olan için benim olandan vazgeçebilen, insanlara da “toplumcu” nitelendirmesi uygun düşüyor.

Toplumu oluşturan bireylerin çoğunluğu bencilse, ortak sorunlara ortak çözümler bulmak, birlikte iş kotarmak, birlikte yaşamak zorlaşıyor.

Bencillik ve toplumculuk konusundaki düşüncelerimi neden böyle bir yazının konusu yaptığım neden okuyucularla paylaşmak gereğini duyduğum, konuyu aktarınca daha iyi anlaşılacak.

Yeni Manisa’da Kooperatifler eliyle üretilen konutları biliyorsunuz. Proje başladığında adı Yeni Manisa olan yerleşim alanına sonradan Güzelyurt Mahallesi adı verildi. Benim kurucu başkanı olduğum ve konutlar tamamlanıp ortaklara teslim edilene kadar kooperatif başkanlığını daha sonra da yıllarca site yönetim kurulu başkanlığını sürdürdüğüm Öncü kooperatifin mülkiyetindeki 37 bin metrekarelik alanın sadece 6 bin metrekaresine  konut  yapıldı. Gerisi yeşil alan olarak bırakıldı. Bol yeşil alanlı, anıtları, ağaçları ve sosyal donatıları ile farklı bir yeni yerleşim alanı üretildi. Sitenin ortasındaki alana Barış Alanı adını verdik. Manisa Tarzanı Parkı adını verdiğimiz bir de park yaptık. Bu parkta, ördekler, kazlar, tavus kuşları ağaçların, konutların, parktaki masaların arasında insanlardan korkmadan özgürce dolaşıyorlar.

Barış Alanı’nın çevresindeki konutlarda oturanların “benim” dedikleri evleri ve evlerinin çevresinde bahçeleri var. Kooperatif ortakları “benim evim” dedikleri evlerini güzelleştirmek için çalışıyorlar. Evlerinin çevresini yeşillendirmek isteyenler de oluyor. Azda olsa “Benim olan için bizim olandan vazgeçelim” diyenlerde oluyor elbet.  Oysa doğru olan, bizim Barış Alanı’nı, Bizim Manisa Tarzanı Parkı’nı, bizim parktaki bizim ağaçları  ve bizim kuşları korumak için, “benim” denilenlerin  ikinci plana itilebilmesidir. Bunu yapabilirsek Yeni Manisa’da yaşam zenginleşip güzelleşir. Bunu başarabilirsek, Barış Alanı’nda barış gelişip boy verir. Bizim olanın mutluğu, benim olanın mutluğundan daha büyük, daha derin daha kalıcı olur.

Bizim olan için benim denileni feda edebilen insanların çoğunlukta olduğu toplum gelişkin toplumdur. Bizim dediklerimizin güzelliği ve geleceği için benim dediklerimizi ikinci plana ötelemek insanı yüceltir. Manisa Tarzanı Parkına, ağaçların, masalar arasında dolaşan kuşların, havuzların, havuzlarda yüzen balıkların, sesleri ile kurbağaların, ördeklerin, kazların, yakıştığını biliyor, görüyor, söyleyenlerden duyuyorum.

Yakında, Öncü sitesine gidip çınarın altında karşılaştığım dostlarla selamlaştım ve Ellerimle diktiğim göğe uzanan dallarında tavus kuşlarının ve Barış Alanının yeni konukları olan papağanların yaşadığı görkemli çınar ağacını gördüm. Nereden geldilerse, 10 kadar yeşil papağan vardı çınar ağacının dallarında. Barış Alanının doğal güzelliğini görüp gelmişler sanırım.

Manisa Birlik örgütlülüğü içinde güzel çalımalar yaptık. Güzel, öncü ve örnek bir yerleşim alanı ürettik. Bu alanı başka bir kentte kurmuş olsaydık, adımızın meydanlara caddelere verilmesini önerenler olurdu. Teşekkür özürlü uykusu derin kentimizde insanları yaşarken ödüllendirmek kimsenin aklına gelmiyor. İnsanları ödüllendirmek için ölmesini bekliyorlar. Oysa insanlar, yaşarken ödüllendirilmeli, insanlar yaşarken anılmalı. Olsun bizim için en büyük ödül, evlerini yaptığımız ortaklarımızın memnuniyetidir. Her karşılaştığımız kooperatif ortağından teşekkür almaktan daha büyük ödül ne olabilir ki?

Bizim ülkemiz, bizim kentimiz, bizim mahallemiz, bizim sokağımız, bizim sitemiz  güzel değilse, evimizin güzelliği neye yarar.

Evimizde güzel olsun çevresi de güzel olsun. Sitelerimize, diktiğimiz ağaçlara ağaçlardaki kuşlara, yaptığımız güzel havuzlara, havuzlardaki balıklara, anıtlara sahip çıkalım koruyalım. Güzelyurt gerçekten, Manisa’mızın en güzel mahallesidir. Güzellikleri koruyalım…




 

16 Haziran 2021 Çarşamba

GÜLER MİSİN AĞLAR MISIN?

İnsan bazen, gülmeli mi, ağlamalı mı, yoksa boş ver deyip geçmeli mi bir türlü karar veremiyor. Kararsız kalmak da üzüyor insanı. Ben ne yapmam gerektiğine karar veremedim henüz. Gülüp geçmek istiyorum. Bakalım siz ne diyeceksiniz.

Adı gerekmiyor Anadolu’da yaşanan bir olayı aktardı bir arkadaşım (mesela yani). Arkadaşımın adı da Mustafa, Mustafa Belediye Başkan Yardımcısından randevu alabilmek için Belediye Başkanından yardım istiyormuş. Ya da bir başka Belediye Başkan Yardımcısını yanına alarak, o başkan yardımcısıyla öyle görüşebiliyormuş ancak. Kasım, kasım kasılıyormuş Başkan yardımcısı bol gelen koltuğunda. Tavrıyla duruşuyla küçük dağları ben yarattım der gibiymiş. Afra tafra yapıyormuş. Oturduğu koltuğa güç katmadığı güç aldığı ayan beyan belli oluyormuş. Egosu yeteneklerinin bir karış üstündeymiş. Neyse, olur bazen böyle işler dedim Mustafa’ya güldük geçtik. Bazen gülüp geçmek gerekiyor. Kafaya takmamak gerekiyor.

Dün sabah Facebook sayfamda bir paylaşım yaptım. Yaptığım paylaşım o kadar çok beğeni ve yorum aldı ki, bu köşe yazımda paylaşmak istedim. Hiçbir harfine, noktasına virgülüne dokunmadan aynen alıyorum buraya:

İnsan bazen tebrik edilmek istiyor. Coşkusu başarısı paylaşılsın istiyor.

Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak, 5 proje yaptık 5’i de kabul edildi. Bu bir rekordur dediğimizde tebrik beklemek hakkımız değil mi bizim? Elbet ki hakkımız. Ancak ben anlıyorum ki biz teşekkür özürlü, kutlama özürlü bir toplumuz. Ancak biz kıskanmaktan takoz olmaktan keyif alan, sevgide alkışta özürlü bir toplumuz… Kentimizin gelişmeye ihtiyacı olan Yuntdağı’nda dokuz kişi bir kooperatif kurup 109 kişi oluyoruz. 100 dönüm arazi almayı başarıyoruz. Projeler yapıp hibeler alıyoruz. Yuntdağı’nın, Yunusemre’nin, Manisa’nın adını ve ülkemizin adını duyuruyoruz. Emek veriyoruz ne bekliyoruz? Sadece Gülen bir yüz, içten bir teşekkür bekliyoruz. Bu, bu kadar zor mu? Ülkenin her yerinden aldığımız teşekkürleri Manisalı olanların ilgili kurum ve kuruluşların yapması gerekmez mi? Teşekkür edenlere destek verenlere haksızlık etmeyeyim. Kutlayanlar benim can dostlarım. Teşekkür edenler Manisa sevdalıları, yüreğinde kin ve nefret taşımayanlar. Kutlayanlar kıskanç olmayanlar. Teşekkür edilmese de biz çalışmaya üretmeye devam edeceğiz. Ağırıma giden ne oldu biliyor musunuz, oğlum yaşındaki birinin yaptığı saygısızlık oldu. Eskiden bu toplumda yaşa başa hizmet edene saygı ve sevgi vardı. Yürekler kin ve nefretle değil sevgiyle doluydu. Yaşamım boyunca ayrıcalık yapmadım ayrıcalık istemedim. Teşekkür etmeyi de özür dilemeyi de bildim… Yaşamım boyunca geldiğim her görevde, odamın kapısını herkese açık tuttum… Hiç saklım gizlim olmadı. Hep açıklığı temel ilke edindim. Böyle geldim böyle gideceğim. Aklım ve gücüm yettikçe bu kente ve ülkemin güzel insanlarına ve teşekkür özürlüler dahil herkese hizmet edeceğim… 50 yıldır geldiğim tüm görevlere seçilerek geldim. Oturduğum hiç bir koltuktan güç almadım oturduğum koltuklara hep güç kattım. Kooperatifçiliğin bayrağını hep doruklara taşıdım. Yaptıklarım ortada. Güzelyurt Mahallesi altın harflerle yazılmış bir destan gibi duruyor ortada.

Ben şimdi yapacaklarımı düşünüyorum. Yapacaklarım yaptıklarım gibi hatta yaptıklarımdan daha güzel olacak. Bana destek veren her düşünceden güzel insanlar var. Hepsine yürekten teşekkür ediyorum. Hepsini sevgiyle kucaklıyorum.

Bize dur durak yok. Çünkü yapacak işimiz çok…

Facebook sayfamda yaptığım paylaşıma öyle güzel geri dönüşler aldım. Yalnız olmadığımı anladım.

Başka Manisa yok. İşte geldik işte gidiyoruz. Hepimiz gücümüz yettiğince bu kente bu ülkeye hizmet edeceğiz. Bazılarımızın adı ve anısı yaşayacak bazılarımız da unutulacağız. Bazılarımız iyilikle bazılarımız kötülükle anılacağız. Ne olur iyilikle anılanlardan olmak için çalışalım.

Manisayı ve Manisalıları, ülkemin her düşünceden insanlarını çok seviyorum. Farklılıklarımızı zenginliğimiz olarak görüyorum.

Bir hafta sonra başka bir konuda yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim. Susmayın sizde konuşun sizde yazın. Sizde düşüncelerinizi paylaşın. Sevgi ve bilgi paylaşıldıkça büyüyor unutmayın…




 

4 Haziran 2021 Cuma

NEREDEN NEREYE

Manisa vahşi çöp toplama ayıbından Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün sayesinde kurtuldu.

Yıllar önce katı atıkların yeniden kazanımı sürekli gündeme getiriyordum. Bu konuda köşe yazıları ile yetinmedi. “Çöp Deyip Geçme” adı altında kitap yazdım, sunumlar yaptım. Sunumlarda kullandığım fotoğrafların bazılarını burada da paylaşıyorum.

Manisa Uzunburun Mahallesinin yakınında Katı Atık Bertaraf Tesisinin yapılıp çalışmaya başlamasından bu yana, çöp çöplük ve yeniden kazanım konularına fazla değinmedim.

Biz geçmişi tez unutanı çok olan bir toplumuz. “Nereden Nereye” başlığı altında bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum:

Hemen yazımın başında belirtmek istiyorum: Çöpsüz çöplüksüz kent hayal değil. İstersek gerçek olur.

Çöp deyip geçmeyin. Çöpün yaşantımızda önemli bir yeri var. Hepimizin evinde, işyerinde çöp ve çöp kutuları bulunur. Evimiz varsa, mutfağımız, mutfağımız varsa çöpümüz mutlaka olur. Evet, çöp en çok evlerimizin mutfağından çıkıyor. Bu nedenle çöp kovalarımızda mutfaktadır genellikle. İçi boşalan plastik ve cam şişeleri, kutuları hep çöpe atıyoruz. Çöp kovalarımızı da en çok sebze meyve kabukları dolduruyor. Örneğin, ıspanak, pırasa soğan pazardan demet, demet tane, tane gelir. Saplar, kökler, kabuklar derken tencereye giren azaldıkça azalır. Tencereye girenin kat kat fazlası çöpe gider. Patatesler soyulur, bir dolu kabuk, Soğan dersen yine öyle. Bezelye, barbunya fasulye, bakla ayıklanır çöp kovası doluverir hemen. Salatalıklar soyulur. Kabuklar çöpe. Kavun, karpuz da öyle. Kereviz, yer elması, turp, maydanoz, dereotu geriye bir dolu çöp bırakır. Ya artan yemekler, kurumuş ekmekler haydi hepsi çöpe. Hepsi aynı yere…

Ne olacak peki bütün bu kabuklar çekirdekler, sararmış yapraklar, artık yemekler ve ekmekler? Haydi hepsi aynı torbaya ve hepsi çöpe. Çöp kovası doldu. Boşaltılmazsa kokmaya başlayacak. Al torbayı doğru, çöp bidonuna. İçi doluysa bırakıver kıyısına. Bazılarına pencereden atmak, kimse görmeden apartman girişine bırakıvermek daha kolay gelir.

Çöpler genellikle, karışık biçimde torbalara doldurulup, düzensiz biçimde bidonlara bırakılır. Bidonlara bırakılan çöpleri önce kediler köpekler, daha sonra, el arabalı at arabalı “Yeniden kazanım ekipleri durumundaki çöp toplayan çocuklar!” karıştırır. İşe yarayanlar alınır gerisi çevreye saçılır. Sonra sıkıştırmalı çöp kamyonları gelir. Alınan alınır, kalanları rüzgar çevreye uçurur. Al sana çevre kirliliği, al sana kara sineklerin üreyeceği ortam. Al sana çekilmez bir koku…

Çöp bidonlarındaki çöpleri alan sıkıştırmalı çöp kamyonları, çöplerin sularını akıta, akıta çöplüğün yolunu tutarlar. Kamyonlarla gelen çöpler Sipil Dağı’nın kuzeye bakan yamacındaki Şahin Deresinin ağzına dökülürdü eskiden.

Kırk yıldır mı desem elli yıldır mı desem Şahin Deresinin ağzına dökülen çöplerin yüksekliği sanırım kırk elli metreyi bulmuştur. Zaman, zaman yangınlar çıkardı  çöplükte, doğudan esen rüzgar dumanları kentin üstüne taşırdı. Yananlar plastik torbalardır. Kimyasal atıklardır. Kısacası kanserojendir hepside. Rüzgârla kentimizin üstüne gelirdi, aşımıza ekmeğimize havamıza karışırdı. Çöplükten alevler yükselirdi zaman zaman. Yangın Sipil Dağını tehdit ederdi. Helikopterler uçaklar gelir yangın söndürülürdü. Bende olanları yazardım bıkmadan usanmadan.

Çıkan yangınların hesabı tutulmazdı. Bilinirdi çöplerin altında metan gazının oluştuğu, her an patlayabileceği bilinir de hiçbir önlem alınmazdı..,

Çöplüğün kıyısına gecekondular yapılırdı. Mahalleler kurulur. Sadece kentimizde değil, nedense bu ülkemizin her yerinde hep böyle olurdu!..

Mutfağımızdan çıkan çöp, hiçbir ayrıma tabi tutulmadan torbalara doldurulup genellikle çöp  bidonlarına içine değil kıyısına bırakılır. Çöp bidonlarını yanarken görmek alışılmış manzaralardandır. Sadece bu değil, çöp bidonlarını karıştıran çocuklarda, çöplüklerde ekmek arayan kadınlarda, bidonlara girip çıkan kedilerde, sahipsiz sokak köpekleri de alışılmış manzaralardandı kentimizde…

Çöp deyip geçmeyin. Çöpü değerlendiren, geri kazanan, çöpsüz çöplüksüz kentler kuran ülkelerde var.

Çöp deyip geçmeyin. Hepimizin evimizden çıkan çöpler geride kazanılabilir, sorun da olabilir. Bizim ülkemizde çöp sorundur. Kente yaşayan insanlar içinde belediyeler içinde sorundur. Hem de öncelikli bir sorundur.

İstemeyip attığımız çöp, gün gelir dağın eteğinde patlamayı bekleyen bir bomba olur. Ve bir gün patlar. 28 Nisan 1993 Çarşamba günü İstanbul, Ümraniye Hekimbaşı çöplüğü patlamadı mı? Altında kadınlarımız çocuklarımız can vermedi mi?

28 Nisan 1993 Çarşamba günü, saat 10.00 sıralarında Ümraniye Çöplüğü patladı. Ve çöp sorunu ülke gündemine geldi.

Gündemimizi felaketler oluşturuyor. Depremi de, 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşadığımız büyük felaket sonrasında gündemimize aldık. Alınacak önlemleri felaket sonrasında tartışmaya başladık. Depremi deprem sonrasında değil, deprem olmadan tartışıp önlemler alabilseydik, bu denli büyük kayıplar vermeyebilirdik.

Depremi de önlemleri de çok kısa sürede unuttuk. Şimdi depremi gündemimize alabilmek için sanırım yine büyük bir deprem beklenecek. 

Çöp sorununda da depremde olduğu gibi oldu. Çöp ülke gündemine 28 Nisan 1993 tarihinde yaşanılan büyük çöplük patlamasıyla gündeme geldi.

29 Nisan 1993 tarihli gazetelerin tümünün birinci sayfaları “Çöplük faciası”na ayrılmıştı. Çöpü yeniden gündeme getirmek için 28 Nisan 1993’ü anımsamak, anımsatmak gerekiyor. Bunun için 29 Nisan 1993 tarihli gazetelere bakmak yeterli olacaktır.

29 Nisan 1993 tarihli Milliyet Gazetesine bakıyorum: Manşet “Çöplük Patlaması” Manşetin altında iki alt başlık var: “Ümraniye çöplüğü bomba gibi patladı; evler insanlar çöp dağının altında kaldı.”  “Facia sorumsuzluğun son örneği… Yıllar süren uyarıları kimse dikkate almadı.” Çöplük patlamasına ilişkin büyük fotoğraflar var birinci sayfada. Fotoğraf altı yazılar fotoğraflardaki faciayı anlatmaya yetmiyor. “Ümraniye”yi allak bullak  eden facia sonrası çöplük ana baba gününe döndü. Çarpık kentleşmenin sonucu çevrede bir utanç abidesi gibi duran çöp dağları evleri yuttu, insanları boğdu. Faciadan kurtulanlar elleriyle çöpleri kazıp yakınlarını kurtarmaya çalıştılar.”  Bir diğer fotoğrafın altında da “ Bomba Çöplük. İşte insanlara mezar olan çöplük. Metan gazının yol açtığı faciadan çıkan yangın sönmüş, ama dumanlar bir yas işareti gibi tütüyor. İnsanlar çaresiz gözyaşı döküyor. Hekimbaşı çöplüğü bir mezarlık sessizliği veriyor.” Ağıt yakan kadınlar fotoğrafının altında da “Ölüme bakış. Kadınlar ağıt yakıyor. Kadınlar çocuklara, babalara komşulara yanıyor. Kadınlar çocukları kucaklarında ölümü sessizce seyrediyor.” Milliyet Gazetesini okumayı sürdürüyoruz: “Bekleniyordu. Geliyorum diyen facia geldi. Patladı patlayacak denilen Ümraniye çöplüğü patladı ve en az 30 evle 70 kişiyi yuttu. Dün sabah 10.10 sıralarında çöp dağlarında oluşan metan gazı, kulakları sağır eden bir gürültüyle patladı. Patlamayla birlikte 200-300 metre kayan tonlarca çöp yığını, önüne gelen evleri altına aldı. Göz göre göre. Ümraniye çöplüğünün bir gün bu faciaya yol açabileceği uzun zamandır söyleniyor, yazılıyordu… 

Manisa’nın çöplüğünü de yıllardır yazıyor söylüyordum. Büyükşehir olmaya hazırlanan Manisa’nın çözümlenmesi gereken öncelikli sorunudur, çöp sorunu diyordum. Hiçbir kimse Manisa Çöplüğünün Manisa’ya ve görkemli Sipil Dağına yakıştığını söyleyemez.

Duyarlı bir yurttaş olarak, önce toplantılarda ve köşe yazılarında dile getirdim çöp sorununu. Çöplük patlayabilir diye yazdığımın ertesi günü çöplükte yangın çıktığı oldu. Daha sonra, Çöp Deyip Geçme isimli bir kitap yazdım. Manisa Kent Konseyi Başkanı olunca ilk çalışmamız Manisa Çöplüğü ve Manisa’da Katı Atıkların Geri Kazanımı Projesini hazırlayıp, Manisa Belediyesine sunmak oldu. Projemiz Manisa Belediye Meclisi tarafından oybirliği ile kabul edildi. Manisa’nın çöplük sorunu çözme konusunda kararlar alındı çalışmalar hazırlıklar yapıldı. Manisa kentinden toplanan çöpler, pimi çekilmiş bomba gibi duran Sipil Dağındaki çöplüğe dökülmemeli diyenler çoğaldı.

İstanbul Ümraniye çöplüğü, parklara bahçelere dönüştürüldü. Ankara Mamak çöplüğü yok artık ortada. Mamak çöplüğünün yerinde, bahçeler var. Sipil Dağındaki çöplükte güzelim Sipil Dağının güzel bir parçası durumuna gelebilir diyordum sürekli olarak.  Çöplerin yığıldığı yerden ağaçlar yükselebilir…

Önümüzdeki yerel yönetim seçimlerine katılacak adayların programlarında çöplük sorunu ilk sırayı almalı diyordum.  Adaylar, çöp sorununu nasıl çözeceklerini, çöpü nasıl geri kazanacaklarını inandırıcı biçimde anlatmalı. Manisa Çöp Sorununu çözen kent olmalı deyip duruyordum insanları bıktırırcasına. Ancak ben bıkmıyordum sorun sürekli olarak gündemde tutmaktan. Sonunda beklediğimiz oldu. Vahşi çöp depolama sorunu, Katı Atık Bertaraf tesisi kurularak ortadan kaldırıldı. Ardından yazdığım yazılarda Sayın Cengiz Ergün’e teşekkürlerimi tekrarlayıp durdum. Çünkü Manisa’da Spil Dağının kuzey doğusundaki, Şahin Deresi Ağzında çöp depolama işine son verilerek Manisa tarihine not düşülmüş oldu… 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle bir hatırlatma yapmak istedim…

Geçmişi unutmamamız güzel işler yapanları da alkışlamamız gerekiyor.

Katı Atık Bertaraf Tesisinin ardından, Manisa Atıksu Arıtma tesisinin yapımı gerçekleştirildi. Bunu da çevre gününde hatırlatmak istiyorum.

Manisa Büyükşehir Belediyesinin çevreye gösterdiği duyarlılığın olumlu sonuçlarını ardı ardına görmeye başladık.

Ben Gediz nehrinin de temiz aktığını içinde balıkların yüzdüğünü görmek istiyorum.

Bizim yaştakiler bilirler, biz Gediz Nehrinde balık avlardık.

Manisa Büyükşehir Belediyesi gibi, Gediz kıyısındaki tüm yerleşimler atık su arıtma tesislerini kurduklarında, Gediz temiz akmaya başlayacak ve içinde balıklar yaşayacaktır…

Gediz nehrinin temizlenmesi için Gediz’in geçtiği tüm yerleşimlerin bir araya gelmesini projeler yapılmasını öneriyorum. Ben 76 yaşında olmama karşın benimle yola çıkacak bir ekiple Gediz Nehrinin kaynağından Gediz’in denize döküldüğü yere kadar yürüyüp kirlilik kaynaklarını saptama ve bunu tüm dünyaya duyurma işine varım. Çok değil 4-5 kişi bunu başarabiliriz. Çalışmamızı belgesel haline getirip, Gediz’in temizlenmesini etkin biçimde gündeme taşırız.




 

ÇEVRE HAKKI

Çevre Hakkı Anayasa ile güvence altına alınmış ye kuşak haklarımızdan birisi. Anayasa, Madde 56 aynen şöyle; Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.

Demek ki, neymiş? Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımız varmış.  Çevre sağlığını korumak devletin ve vatandaşın göreviymiş. Etkin yurttaşlar olarak sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı savunmak gibi önemli bir görevimiz var.

Ben, soran sorgulayan araştıran etkin bir yurttaş olmak için çaba gösteriyorum.  Bu nedenle, yıllardır gördüğüm sorunları dile getiriyorum. Taşı delen damlanın gücünün sürekliliğinde gizli olduğunu bildiğim için kırık plak gibi aynı şeyi sorun çözümlenene kadar tekrar ediyorum. Yıllarca Spil dağının eteğindeki vahşi çöp depolamayı eleştirdim durdum. Sonunda Sayın Cengiz Ergün’ün girişimiyle Katı Atık Bertaraf Tesisi yapılarak vahşi çöp depolamaya son verildi. Kentin içinde ve konutların olduğu yerde, Atıksu Arıtma Tesisi olmaz diye yazılar yazdım, sosyal medyadan yararlandım. 80 bin kişiye ulaştım. OSB’nin arıtma tesisinin büyütülmesi durduruldu ve şimdi de yerinden kaldırılması gündeme geldi. Düşüncemi, basın ve sosyal medya aracılığı ile paylaşınca gördüm ki, etkin yurttaşların sayısı hiçte az değilmiş. “Güzelyurt Güzel Kalsın” Facebook sayfamızla dediğim gibi 80 bin kişiye ulaşmıştım. Sosyal Medyanın gücünü ve yurttaşların duyarlılığını birlikte gördük.  Sosyal Medyanın gücü de güzel, vatandaşlarımızın duyarlılığı da. Su yoksa hayat yok adıyla açtığım sayfa ve sayfada getirdiğim öneriler ülke düzeyinde ilgi çekti. Su tasarrufu konusundaki çalışmaları sürdürmek gerektiğini düşünüyorum.

Bir zamanlar balık avladığımız içine girip yüzdüğümüz Gediz nehrinin kirliliğini yıllardır dile getiriyoruz. Yapılması gereken, Gediz’e dökülen kirli atık suları Manisa Büyükşehir Belediyesinin yaptığı gibi arıtmak ve Gediz Nehrine öyle vermektir. Burada Katı Atık Bertaraf tesisini yaparak, vahşi çöp depolamayı, atık su arıtma tesisini kurarak, Gediz’in temizlenmesi yolunda önemli adımlar atan Sayın Cengiz Ergün’ü kutlamalıyız. Yanlışı eleştirirken, doğruyu alkışlamamız gerektiğini bilmeliyiz. Etkin yurttaşlar olarak görevimiz doğruyu alkışlamak destek olmak, yanlışın karşısında durmaktır…

Bizim yurttaşlar olarak birçok hakkımız ve birçok görevimiz var.  Çevre Hakkı gibi yeni kuşak insan haklarını doğuran nedenlerin başında,  bilimsel ve teknik ilerlemenin yarattığı sorunlar yer alıyor. Çevre kirliliğinin boyutlarının artması, nükleer silahların tüm insanlığı yok edecek bir savaş tehlikesine yol açması, bölgemizdeki çatışmalar, varlığımızı tehdit ediyor, huzurumuzu kaçırıyor. Tüm sorunların aşılması dayanışma gerektiriyor.  Bu bağlamda ulusal ve uluslararası planda ortak çalışmalar yapılıyor.

Sorunlarımızı yan yana gelerek dayanışma yaparak çözebiliriz. Katılım olmadan atılım olmuyor. Etkin yurttaş sadece soran sorgulayan araştıran yurttaşa değil, katılan dayanışma yapan yurttaştır.  Hiç kuşkusuz dayanışma yapmak da bir haktır ve bir görev olarak kabul edilmelidir. 

Tüm haklar, bireylerin ya da toplulukların, özel ve tüzel kuruluşların ve devletin ortak çabası ve dayanışması ile önem ve anlam kazanacak, sosyal hayatımıza girecektir.

“Önce İnsan” diyenler olduğu gibi “Önce Para” diyenler de var. Para kazanılmasına karşı değiliz elbet. Para kazananlar da “Önce İnsan” diyerek, bulundukları çevreye, insanlara, sosyal sorumluluk projeleriyle katkıda bulunabilirler. Dünya’da bunu yapan büyük kuruluşların olduğunu kurdukları vakıflar ve benzer oluşumlarla çevreye, eğitime, sağlığa büyük katkılar sağladıklarını biliyoruz. Manisa Organize Sanayi bölgesi içinde de bu söylediklerimi yapan Elginkan Holding gibi kuruluşlar var. 

Manisa Organize Sanayi Bölgesi (MOSB) Manisa için bir vakıf kurarak, Manisa’ya ve Manisalılara hayatlarını kolaylaştıracak katkılar yapabilir. Gediz Nehrinin temizlenmesini hep birlikte sağlayabiliriz. İnanırsak, birlikte çalışırsak olur.  Dünya Çevre Günü kutlu olsun…




27 Mayıs 2021 Perşembe

MANİSA TARZANI

Geçtiğimiz yıllarda, Manisa Tarzanı'mızı 31 Mayıs 5 Haziran tarihleri arasında düzenlenen "Manisa Tarzanı Çevre Günleri" etkinlikleri ile anıyor, adını ve anısını yaşatmaya çalışıyorduk. Yıllardır Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri etkinliği yapılamıyor. Her yıl bir neden bulunda etkinliğin yapılamayışı için son iki yıldır neden Korona Salgını oldu.

Beş gün süren etkinliğin bir güne düşürüldüğü yıllar da oldu. Manisa Tarzanı ve Çevre günü etkinlikleri bir güne indirildiğinde Hatuniye Camiinde mevlüt okutuldu birde Tarzanın mezarı ziyaret edildi. Bunlar Tarzan’ı anlamaya anlatmaya yeter mi? Bence yetmez. Manisa Tarzanı yeni kuşaklara bir günde bu etkinliklerle anlatılamaz. “Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri” denildiğine göre etkinlikler 5 Haziran’a kadar sürmeli. Geçtiğimiz yıllarda, ağaç dikme etkinlikleri yapardık. Güzel bahçe yarışmaları düzenlerdik. Sergiler açardık. Televizyon söyleşileri paneller yapılırdı. Çevre temizliğine çıkılırdı. Yürüyüşler yapılırdı. Yılın Tarzanı belirlenirdi. Neredeeeeen nereyeeeeee, beş günden bir güne. Bence Manisa Tarzanı konusu önemine yaraşır bir özenle ele alınmalı. Tarzan unutulmamalı unutturulmamalı. Yerel Televizyonlarımızın Manisa Tarzanı için söyleşiler düzenlemesi programlar yapmasına korona engel olmaz ki.

Manisa Tarzanı adı ve anısı yaşatılmaya değer bir insan. Manisa Tarzanı için, bir tanımlama yapmıştım. Yaptığım tanımlamayı sürekli yinelemekten keyif alıyorum. Tarzan kime denir? Sorusuna kısa bir yanıt bulmuştum: Tarzan es geçileni iş edinen kişiye denir. Yeşillendirme es geçilirken, Ahmeddin Carlak iş edinmiş ve Manisa Tarzanı olmuş. Yaşadığımız Dünyada,  bırakın Dünya'yı yakın çevremizde o kadar çok es geçilen iş var ki, birini de siz iş edinin ve o konunun Tarzanı olun. Çevre Tarzanı olun. Eğitim Tarzanı olun. Sosyalleşme Tarzanı olun. Barışın, Dostluğun, Kardeşliğin İşbirliği ve Dayanışmanın Tarzanı olun. Bakın çevrenize es geçileni iş edinin Tarzan olun, sizin de adınız ve anınız yaşatılsın. Es geçtiklerimizin arasına şimdi birde Manisa Tarzanı ve Çevre Günlerini yazmalıyız. Manisa Tarzanı Çevre Günlerini es geçemeyiz, geçmemeliyiz. Adı güzel kentimizle anılan Manisa Tarzanı es geçilemez. Tarzanımızı önemine yaraşır bir özenle anmalıyız…

Manisa Tarzanı'mızın adını ve anısını yaşatmak için, araştıran öğrenen öğrendiklerini paylaşan Hakkı Avan, Bedriye ve Haydar Aksakal kardeşler gibi Tarzan üzerine yazmayı iş edinen dostlarımız var. Aslında onlar da bir Tarzan, yaşadıkları bu kenti ve kentinin insanlarını tanıtmaya çalışıyorlar. Ben gücüm yettiğince katkıda bulunmaya çalışıyorum. Yazıyorum çiziyorum. Filmin yapılmasına katkıda bulundum. Tarzanı'nın heykellerini yaptırdım.

“Manisa Tarzanı” adıyla üne kavuşan Ahmeddin Carlak 1899 yılında, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalan, Irak’taki, Samarra kentinde doğdu. Birinci Dünya Savaşına ve Kurtuluş Savaşına katıldı. Gösterdiği yararlılıklar nedeniyle İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ve Manisa’nın yeşil Manisa olarak anılmasına ömrünü adadı. Yetmez mi? Cumhuriyetin ilk yıllarında  Manisa’ya geldi. Belediyede bahçıvan yardımcılığı görevini üstlendi. Ağaç dikmeyi kutsal bir görev sayarak, hayatını Manisa’nın yeşillendirilmesine adadı ve var gücüyle çalıştı. Yaz kış sadece siyah bir şortla ve ayağında lastik bir pabuçla kentin sokaklarında, kendi diktiği ve evlatlarım dediği ağaçların arasında dolaştı. Uzun saç ve sakalı, farklı görünümü ve kişiliği ile Manisalıların sevgilisi oldu. Bir spor adamıydı; Manisa Dağcılık Kulübü üyesi genç arkadaşlarıyla Ağrı, Cilo, Demirkazık, dağlarına tırmandı.  Gittiği her yerde büyük ilgi gördü. Manisa dışında başka bir yerde yaşamayı hiç düşünmedi. Sinema tutkunuydu. Okumayı severdi. Yeniliklere açıktı.  Atatürk hayranıydı. Ulusal bayramlara göğsüne bağladığı palmiye yaprağı üzerine İstiklal Madalyasını takarak katılırdı. Bundan büyük bir gurur ve sevinç duyardı. Biz O’nu hiç unutmadık. Manisa Tarzanı’nın adına ve anısına sahip çıkalım Manisa. O’nu bir gün değil her gün analım.




 

 
back to top