Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

16 Haziran 2021 Çarşamba

GÜLER MİSİN AĞLAR MISIN?

İnsan bazen, gülmeli mi, ağlamalı mı, yoksa boş ver deyip geçmeli mi bir türlü karar veremiyor. Kararsız kalmak da üzüyor insanı. Ben ne yapmam gerektiğine karar veremedim henüz. Gülüp geçmek istiyorum. Bakalım siz ne diyeceksiniz.

Adı gerekmiyor Anadolu’da yaşanan bir olayı aktardı bir arkadaşım (mesela yani). Arkadaşımın adı da Mustafa, Mustafa Belediye Başkan Yardımcısından randevu alabilmek için Belediye Başkanından yardım istiyormuş. Ya da bir başka Belediye Başkan Yardımcısını yanına alarak, o başkan yardımcısıyla öyle görüşebiliyormuş ancak. Kasım, kasım kasılıyormuş Başkan yardımcısı bol gelen koltuğunda. Tavrıyla duruşuyla küçük dağları ben yarattım der gibiymiş. Afra tafra yapıyormuş. Oturduğu koltuğa güç katmadığı güç aldığı ayan beyan belli oluyormuş. Egosu yeteneklerinin bir karış üstündeymiş. Neyse, olur bazen böyle işler dedim Mustafa’ya güldük geçtik. Bazen gülüp geçmek gerekiyor. Kafaya takmamak gerekiyor.

Dün sabah Facebook sayfamda bir paylaşım yaptım. Yaptığım paylaşım o kadar çok beğeni ve yorum aldı ki, bu köşe yazımda paylaşmak istedim. Hiçbir harfine, noktasına virgülüne dokunmadan aynen alıyorum buraya:

İnsan bazen tebrik edilmek istiyor. Coşkusu başarısı paylaşılsın istiyor.

Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak, 5 proje yaptık 5’i de kabul edildi. Bu bir rekordur dediğimizde tebrik beklemek hakkımız değil mi bizim? Elbet ki hakkımız. Ancak ben anlıyorum ki biz teşekkür özürlü, kutlama özürlü bir toplumuz. Ancak biz kıskanmaktan takoz olmaktan keyif alan, sevgide alkışta özürlü bir toplumuz… Kentimizin gelişmeye ihtiyacı olan Yuntdağı’nda dokuz kişi bir kooperatif kurup 109 kişi oluyoruz. 100 dönüm arazi almayı başarıyoruz. Projeler yapıp hibeler alıyoruz. Yuntdağı’nın, Yunusemre’nin, Manisa’nın adını ve ülkemizin adını duyuruyoruz. Emek veriyoruz ne bekliyoruz? Sadece Gülen bir yüz, içten bir teşekkür bekliyoruz. Bu, bu kadar zor mu? Ülkenin her yerinden aldığımız teşekkürleri Manisalı olanların ilgili kurum ve kuruluşların yapması gerekmez mi? Teşekkür edenlere destek verenlere haksızlık etmeyeyim. Kutlayanlar benim can dostlarım. Teşekkür edenler Manisa sevdalıları, yüreğinde kin ve nefret taşımayanlar. Kutlayanlar kıskanç olmayanlar. Teşekkür edilmese de biz çalışmaya üretmeye devam edeceğiz. Ağırıma giden ne oldu biliyor musunuz, oğlum yaşındaki birinin yaptığı saygısızlık oldu. Eskiden bu toplumda yaşa başa hizmet edene saygı ve sevgi vardı. Yürekler kin ve nefretle değil sevgiyle doluydu. Yaşamım boyunca ayrıcalık yapmadım ayrıcalık istemedim. Teşekkür etmeyi de özür dilemeyi de bildim… Yaşamım boyunca geldiğim her görevde, odamın kapısını herkese açık tuttum… Hiç saklım gizlim olmadı. Hep açıklığı temel ilke edindim. Böyle geldim böyle gideceğim. Aklım ve gücüm yettikçe bu kente ve ülkemin güzel insanlarına ve teşekkür özürlüler dahil herkese hizmet edeceğim… 50 yıldır geldiğim tüm görevlere seçilerek geldim. Oturduğum hiç bir koltuktan güç almadım oturduğum koltuklara hep güç kattım. Kooperatifçiliğin bayrağını hep doruklara taşıdım. Yaptıklarım ortada. Güzelyurt Mahallesi altın harflerle yazılmış bir destan gibi duruyor ortada.

Ben şimdi yapacaklarımı düşünüyorum. Yapacaklarım yaptıklarım gibi hatta yaptıklarımdan daha güzel olacak. Bana destek veren her düşünceden güzel insanlar var. Hepsine yürekten teşekkür ediyorum. Hepsini sevgiyle kucaklıyorum.

Bize dur durak yok. Çünkü yapacak işimiz çok…

Facebook sayfamda yaptığım paylaşıma öyle güzel geri dönüşler aldım. Yalnız olmadığımı anladım.

Başka Manisa yok. İşte geldik işte gidiyoruz. Hepimiz gücümüz yettiğince bu kente bu ülkeye hizmet edeceğiz. Bazılarımızın adı ve anısı yaşayacak bazılarımız da unutulacağız. Bazılarımız iyilikle bazılarımız kötülükle anılacağız. Ne olur iyilikle anılanlardan olmak için çalışalım.

Manisayı ve Manisalıları, ülkemin her düşünceden insanlarını çok seviyorum. Farklılıklarımızı zenginliğimiz olarak görüyorum.

Bir hafta sonra başka bir konuda yazmaya ve konuşmaya devam edeceğim. Susmayın sizde konuşun sizde yazın. Sizde düşüncelerinizi paylaşın. Sevgi ve bilgi paylaşıldıkça büyüyor unutmayın…




 

4 Haziran 2021 Cuma

NEREDEN NEREYE

Manisa vahşi çöp toplama ayıbından Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün sayesinde kurtuldu.

Yıllar önce katı atıkların yeniden kazanımı sürekli gündeme getiriyordum. Bu konuda köşe yazıları ile yetinmedi. “Çöp Deyip Geçme” adı altında kitap yazdım, sunumlar yaptım. Sunumlarda kullandığım fotoğrafların bazılarını burada da paylaşıyorum.

Manisa Uzunburun Mahallesinin yakınında Katı Atık Bertaraf Tesisinin yapılıp çalışmaya başlamasından bu yana, çöp çöplük ve yeniden kazanım konularına fazla değinmedim.

Biz geçmişi tez unutanı çok olan bir toplumuz. “Nereden Nereye” başlığı altında bazı hatırlatmalar yapmak istiyorum:

Hemen yazımın başında belirtmek istiyorum: Çöpsüz çöplüksüz kent hayal değil. İstersek gerçek olur.

Çöp deyip geçmeyin. Çöpün yaşantımızda önemli bir yeri var. Hepimizin evinde, işyerinde çöp ve çöp kutuları bulunur. Evimiz varsa, mutfağımız, mutfağımız varsa çöpümüz mutlaka olur. Evet, çöp en çok evlerimizin mutfağından çıkıyor. Bu nedenle çöp kovalarımızda mutfaktadır genellikle. İçi boşalan plastik ve cam şişeleri, kutuları hep çöpe atıyoruz. Çöp kovalarımızı da en çok sebze meyve kabukları dolduruyor. Örneğin, ıspanak, pırasa soğan pazardan demet, demet tane, tane gelir. Saplar, kökler, kabuklar derken tencereye giren azaldıkça azalır. Tencereye girenin kat kat fazlası çöpe gider. Patatesler soyulur, bir dolu kabuk, Soğan dersen yine öyle. Bezelye, barbunya fasulye, bakla ayıklanır çöp kovası doluverir hemen. Salatalıklar soyulur. Kabuklar çöpe. Kavun, karpuz da öyle. Kereviz, yer elması, turp, maydanoz, dereotu geriye bir dolu çöp bırakır. Ya artan yemekler, kurumuş ekmekler haydi hepsi çöpe. Hepsi aynı yere…

Ne olacak peki bütün bu kabuklar çekirdekler, sararmış yapraklar, artık yemekler ve ekmekler? Haydi hepsi aynı torbaya ve hepsi çöpe. Çöp kovası doldu. Boşaltılmazsa kokmaya başlayacak. Al torbayı doğru, çöp bidonuna. İçi doluysa bırakıver kıyısına. Bazılarına pencereden atmak, kimse görmeden apartman girişine bırakıvermek daha kolay gelir.

Çöpler genellikle, karışık biçimde torbalara doldurulup, düzensiz biçimde bidonlara bırakılır. Bidonlara bırakılan çöpleri önce kediler köpekler, daha sonra, el arabalı at arabalı “Yeniden kazanım ekipleri durumundaki çöp toplayan çocuklar!” karıştırır. İşe yarayanlar alınır gerisi çevreye saçılır. Sonra sıkıştırmalı çöp kamyonları gelir. Alınan alınır, kalanları rüzgar çevreye uçurur. Al sana çevre kirliliği, al sana kara sineklerin üreyeceği ortam. Al sana çekilmez bir koku…

Çöp bidonlarındaki çöpleri alan sıkıştırmalı çöp kamyonları, çöplerin sularını akıta, akıta çöplüğün yolunu tutarlar. Kamyonlarla gelen çöpler Sipil Dağı’nın kuzeye bakan yamacındaki Şahin Deresinin ağzına dökülürdü eskiden.

Kırk yıldır mı desem elli yıldır mı desem Şahin Deresinin ağzına dökülen çöplerin yüksekliği sanırım kırk elli metreyi bulmuştur. Zaman, zaman yangınlar çıkardı  çöplükte, doğudan esen rüzgar dumanları kentin üstüne taşırdı. Yananlar plastik torbalardır. Kimyasal atıklardır. Kısacası kanserojendir hepside. Rüzgârla kentimizin üstüne gelirdi, aşımıza ekmeğimize havamıza karışırdı. Çöplükten alevler yükselirdi zaman zaman. Yangın Sipil Dağını tehdit ederdi. Helikopterler uçaklar gelir yangın söndürülürdü. Bende olanları yazardım bıkmadan usanmadan.

Çıkan yangınların hesabı tutulmazdı. Bilinirdi çöplerin altında metan gazının oluştuğu, her an patlayabileceği bilinir de hiçbir önlem alınmazdı..,

Çöplüğün kıyısına gecekondular yapılırdı. Mahalleler kurulur. Sadece kentimizde değil, nedense bu ülkemizin her yerinde hep böyle olurdu!..

Mutfağımızdan çıkan çöp, hiçbir ayrıma tabi tutulmadan torbalara doldurulup genellikle çöp  bidonlarına içine değil kıyısına bırakılır. Çöp bidonlarını yanarken görmek alışılmış manzaralardandır. Sadece bu değil, çöp bidonlarını karıştıran çocuklarda, çöplüklerde ekmek arayan kadınlarda, bidonlara girip çıkan kedilerde, sahipsiz sokak köpekleri de alışılmış manzaralardandı kentimizde…

Çöp deyip geçmeyin. Çöpü değerlendiren, geri kazanan, çöpsüz çöplüksüz kentler kuran ülkelerde var.

Çöp deyip geçmeyin. Hepimizin evimizden çıkan çöpler geride kazanılabilir, sorun da olabilir. Bizim ülkemizde çöp sorundur. Kente yaşayan insanlar içinde belediyeler içinde sorundur. Hem de öncelikli bir sorundur.

İstemeyip attığımız çöp, gün gelir dağın eteğinde patlamayı bekleyen bir bomba olur. Ve bir gün patlar. 28 Nisan 1993 Çarşamba günü İstanbul, Ümraniye Hekimbaşı çöplüğü patlamadı mı? Altında kadınlarımız çocuklarımız can vermedi mi?

28 Nisan 1993 Çarşamba günü, saat 10.00 sıralarında Ümraniye Çöplüğü patladı. Ve çöp sorunu ülke gündemine geldi.

Gündemimizi felaketler oluşturuyor. Depremi de, 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşadığımız büyük felaket sonrasında gündemimize aldık. Alınacak önlemleri felaket sonrasında tartışmaya başladık. Depremi deprem sonrasında değil, deprem olmadan tartışıp önlemler alabilseydik, bu denli büyük kayıplar vermeyebilirdik.

Depremi de önlemleri de çok kısa sürede unuttuk. Şimdi depremi gündemimize alabilmek için sanırım yine büyük bir deprem beklenecek. 

Çöp sorununda da depremde olduğu gibi oldu. Çöp ülke gündemine 28 Nisan 1993 tarihinde yaşanılan büyük çöplük patlamasıyla gündeme geldi.

29 Nisan 1993 tarihli gazetelerin tümünün birinci sayfaları “Çöplük faciası”na ayrılmıştı. Çöpü yeniden gündeme getirmek için 28 Nisan 1993’ü anımsamak, anımsatmak gerekiyor. Bunun için 29 Nisan 1993 tarihli gazetelere bakmak yeterli olacaktır.

29 Nisan 1993 tarihli Milliyet Gazetesine bakıyorum: Manşet “Çöplük Patlaması” Manşetin altında iki alt başlık var: “Ümraniye çöplüğü bomba gibi patladı; evler insanlar çöp dağının altında kaldı.”  “Facia sorumsuzluğun son örneği… Yıllar süren uyarıları kimse dikkate almadı.” Çöplük patlamasına ilişkin büyük fotoğraflar var birinci sayfada. Fotoğraf altı yazılar fotoğraflardaki faciayı anlatmaya yetmiyor. “Ümraniye”yi allak bullak  eden facia sonrası çöplük ana baba gününe döndü. Çarpık kentleşmenin sonucu çevrede bir utanç abidesi gibi duran çöp dağları evleri yuttu, insanları boğdu. Faciadan kurtulanlar elleriyle çöpleri kazıp yakınlarını kurtarmaya çalıştılar.”  Bir diğer fotoğrafın altında da “ Bomba Çöplük. İşte insanlara mezar olan çöplük. Metan gazının yol açtığı faciadan çıkan yangın sönmüş, ama dumanlar bir yas işareti gibi tütüyor. İnsanlar çaresiz gözyaşı döküyor. Hekimbaşı çöplüğü bir mezarlık sessizliği veriyor.” Ağıt yakan kadınlar fotoğrafının altında da “Ölüme bakış. Kadınlar ağıt yakıyor. Kadınlar çocuklara, babalara komşulara yanıyor. Kadınlar çocukları kucaklarında ölümü sessizce seyrediyor.” Milliyet Gazetesini okumayı sürdürüyoruz: “Bekleniyordu. Geliyorum diyen facia geldi. Patladı patlayacak denilen Ümraniye çöplüğü patladı ve en az 30 evle 70 kişiyi yuttu. Dün sabah 10.10 sıralarında çöp dağlarında oluşan metan gazı, kulakları sağır eden bir gürültüyle patladı. Patlamayla birlikte 200-300 metre kayan tonlarca çöp yığını, önüne gelen evleri altına aldı. Göz göre göre. Ümraniye çöplüğünün bir gün bu faciaya yol açabileceği uzun zamandır söyleniyor, yazılıyordu… 

Manisa’nın çöplüğünü de yıllardır yazıyor söylüyordum. Büyükşehir olmaya hazırlanan Manisa’nın çözümlenmesi gereken öncelikli sorunudur, çöp sorunu diyordum. Hiçbir kimse Manisa Çöplüğünün Manisa’ya ve görkemli Sipil Dağına yakıştığını söyleyemez.

Duyarlı bir yurttaş olarak, önce toplantılarda ve köşe yazılarında dile getirdim çöp sorununu. Çöplük patlayabilir diye yazdığımın ertesi günü çöplükte yangın çıktığı oldu. Daha sonra, Çöp Deyip Geçme isimli bir kitap yazdım. Manisa Kent Konseyi Başkanı olunca ilk çalışmamız Manisa Çöplüğü ve Manisa’da Katı Atıkların Geri Kazanımı Projesini hazırlayıp, Manisa Belediyesine sunmak oldu. Projemiz Manisa Belediye Meclisi tarafından oybirliği ile kabul edildi. Manisa’nın çöplük sorunu çözme konusunda kararlar alındı çalışmalar hazırlıklar yapıldı. Manisa kentinden toplanan çöpler, pimi çekilmiş bomba gibi duran Sipil Dağındaki çöplüğe dökülmemeli diyenler çoğaldı.

İstanbul Ümraniye çöplüğü, parklara bahçelere dönüştürüldü. Ankara Mamak çöplüğü yok artık ortada. Mamak çöplüğünün yerinde, bahçeler var. Sipil Dağındaki çöplükte güzelim Sipil Dağının güzel bir parçası durumuna gelebilir diyordum sürekli olarak.  Çöplerin yığıldığı yerden ağaçlar yükselebilir…

Önümüzdeki yerel yönetim seçimlerine katılacak adayların programlarında çöplük sorunu ilk sırayı almalı diyordum.  Adaylar, çöp sorununu nasıl çözeceklerini, çöpü nasıl geri kazanacaklarını inandırıcı biçimde anlatmalı. Manisa Çöp Sorununu çözen kent olmalı deyip duruyordum insanları bıktırırcasına. Ancak ben bıkmıyordum sorun sürekli olarak gündemde tutmaktan. Sonunda beklediğimiz oldu. Vahşi çöp depolama sorunu, Katı Atık Bertaraf tesisi kurularak ortadan kaldırıldı. Ardından yazdığım yazılarda Sayın Cengiz Ergün’e teşekkürlerimi tekrarlayıp durdum. Çünkü Manisa’da Spil Dağının kuzey doğusundaki, Şahin Deresi Ağzında çöp depolama işine son verilerek Manisa tarihine not düşülmüş oldu… 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle bir hatırlatma yapmak istedim…

Geçmişi unutmamamız güzel işler yapanları da alkışlamamız gerekiyor.

Katı Atık Bertaraf Tesisinin ardından, Manisa Atıksu Arıtma tesisinin yapımı gerçekleştirildi. Bunu da çevre gününde hatırlatmak istiyorum.

Manisa Büyükşehir Belediyesinin çevreye gösterdiği duyarlılığın olumlu sonuçlarını ardı ardına görmeye başladık.

Ben Gediz nehrinin de temiz aktığını içinde balıkların yüzdüğünü görmek istiyorum.

Bizim yaştakiler bilirler, biz Gediz Nehrinde balık avlardık.

Manisa Büyükşehir Belediyesi gibi, Gediz kıyısındaki tüm yerleşimler atık su arıtma tesislerini kurduklarında, Gediz temiz akmaya başlayacak ve içinde balıklar yaşayacaktır…

Gediz nehrinin temizlenmesi için Gediz’in geçtiği tüm yerleşimlerin bir araya gelmesini projeler yapılmasını öneriyorum. Ben 76 yaşında olmama karşın benimle yola çıkacak bir ekiple Gediz Nehrinin kaynağından Gediz’in denize döküldüğü yere kadar yürüyüp kirlilik kaynaklarını saptama ve bunu tüm dünyaya duyurma işine varım. Çok değil 4-5 kişi bunu başarabiliriz. Çalışmamızı belgesel haline getirip, Gediz’in temizlenmesini etkin biçimde gündeme taşırız.




 

ÇEVRE HAKKI

Çevre Hakkı Anayasa ile güvence altına alınmış ye kuşak haklarımızdan birisi. Anayasa, Madde 56 aynen şöyle; Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.

Demek ki, neymiş? Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımız varmış.  Çevre sağlığını korumak devletin ve vatandaşın göreviymiş. Etkin yurttaşlar olarak sağlıklı bir çevrede yaşama hakkımızı savunmak gibi önemli bir görevimiz var.

Ben, soran sorgulayan araştıran etkin bir yurttaş olmak için çaba gösteriyorum.  Bu nedenle, yıllardır gördüğüm sorunları dile getiriyorum. Taşı delen damlanın gücünün sürekliliğinde gizli olduğunu bildiğim için kırık plak gibi aynı şeyi sorun çözümlenene kadar tekrar ediyorum. Yıllarca Spil dağının eteğindeki vahşi çöp depolamayı eleştirdim durdum. Sonunda Sayın Cengiz Ergün’ün girişimiyle Katı Atık Bertaraf Tesisi yapılarak vahşi çöp depolamaya son verildi. Kentin içinde ve konutların olduğu yerde, Atıksu Arıtma Tesisi olmaz diye yazılar yazdım, sosyal medyadan yararlandım. 80 bin kişiye ulaştım. OSB’nin arıtma tesisinin büyütülmesi durduruldu ve şimdi de yerinden kaldırılması gündeme geldi. Düşüncemi, basın ve sosyal medya aracılığı ile paylaşınca gördüm ki, etkin yurttaşların sayısı hiçte az değilmiş. “Güzelyurt Güzel Kalsın” Facebook sayfamızla dediğim gibi 80 bin kişiye ulaşmıştım. Sosyal Medyanın gücünü ve yurttaşların duyarlılığını birlikte gördük.  Sosyal Medyanın gücü de güzel, vatandaşlarımızın duyarlılığı da. Su yoksa hayat yok adıyla açtığım sayfa ve sayfada getirdiğim öneriler ülke düzeyinde ilgi çekti. Su tasarrufu konusundaki çalışmaları sürdürmek gerektiğini düşünüyorum.

Bir zamanlar balık avladığımız içine girip yüzdüğümüz Gediz nehrinin kirliliğini yıllardır dile getiriyoruz. Yapılması gereken, Gediz’e dökülen kirli atık suları Manisa Büyükşehir Belediyesinin yaptığı gibi arıtmak ve Gediz Nehrine öyle vermektir. Burada Katı Atık Bertaraf tesisini yaparak, vahşi çöp depolamayı, atık su arıtma tesisini kurarak, Gediz’in temizlenmesi yolunda önemli adımlar atan Sayın Cengiz Ergün’ü kutlamalıyız. Yanlışı eleştirirken, doğruyu alkışlamamız gerektiğini bilmeliyiz. Etkin yurttaşlar olarak görevimiz doğruyu alkışlamak destek olmak, yanlışın karşısında durmaktır…

Bizim yurttaşlar olarak birçok hakkımız ve birçok görevimiz var.  Çevre Hakkı gibi yeni kuşak insan haklarını doğuran nedenlerin başında,  bilimsel ve teknik ilerlemenin yarattığı sorunlar yer alıyor. Çevre kirliliğinin boyutlarının artması, nükleer silahların tüm insanlığı yok edecek bir savaş tehlikesine yol açması, bölgemizdeki çatışmalar, varlığımızı tehdit ediyor, huzurumuzu kaçırıyor. Tüm sorunların aşılması dayanışma gerektiriyor.  Bu bağlamda ulusal ve uluslararası planda ortak çalışmalar yapılıyor.

Sorunlarımızı yan yana gelerek dayanışma yaparak çözebiliriz. Katılım olmadan atılım olmuyor. Etkin yurttaş sadece soran sorgulayan araştıran yurttaşa değil, katılan dayanışma yapan yurttaştır.  Hiç kuşkusuz dayanışma yapmak da bir haktır ve bir görev olarak kabul edilmelidir. 

Tüm haklar, bireylerin ya da toplulukların, özel ve tüzel kuruluşların ve devletin ortak çabası ve dayanışması ile önem ve anlam kazanacak, sosyal hayatımıza girecektir.

“Önce İnsan” diyenler olduğu gibi “Önce Para” diyenler de var. Para kazanılmasına karşı değiliz elbet. Para kazananlar da “Önce İnsan” diyerek, bulundukları çevreye, insanlara, sosyal sorumluluk projeleriyle katkıda bulunabilirler. Dünya’da bunu yapan büyük kuruluşların olduğunu kurdukları vakıflar ve benzer oluşumlarla çevreye, eğitime, sağlığa büyük katkılar sağladıklarını biliyoruz. Manisa Organize Sanayi bölgesi içinde de bu söylediklerimi yapan Elginkan Holding gibi kuruluşlar var. 

Manisa Organize Sanayi Bölgesi (MOSB) Manisa için bir vakıf kurarak, Manisa’ya ve Manisalılara hayatlarını kolaylaştıracak katkılar yapabilir. Gediz Nehrinin temizlenmesini hep birlikte sağlayabiliriz. İnanırsak, birlikte çalışırsak olur.  Dünya Çevre Günü kutlu olsun…




27 Mayıs 2021 Perşembe

MANİSA TARZANI

Geçtiğimiz yıllarda, Manisa Tarzanı'mızı 31 Mayıs 5 Haziran tarihleri arasında düzenlenen "Manisa Tarzanı Çevre Günleri" etkinlikleri ile anıyor, adını ve anısını yaşatmaya çalışıyorduk. Yıllardır Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri etkinliği yapılamıyor. Her yıl bir neden bulunda etkinliğin yapılamayışı için son iki yıldır neden Korona Salgını oldu.

Beş gün süren etkinliğin bir güne düşürüldüğü yıllar da oldu. Manisa Tarzanı ve Çevre günü etkinlikleri bir güne indirildiğinde Hatuniye Camiinde mevlüt okutuldu birde Tarzanın mezarı ziyaret edildi. Bunlar Tarzan’ı anlamaya anlatmaya yeter mi? Bence yetmez. Manisa Tarzanı yeni kuşaklara bir günde bu etkinliklerle anlatılamaz. “Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri” denildiğine göre etkinlikler 5 Haziran’a kadar sürmeli. Geçtiğimiz yıllarda, ağaç dikme etkinlikleri yapardık. Güzel bahçe yarışmaları düzenlerdik. Sergiler açardık. Televizyon söyleşileri paneller yapılırdı. Çevre temizliğine çıkılırdı. Yürüyüşler yapılırdı. Yılın Tarzanı belirlenirdi. Neredeeeeen nereyeeeeee, beş günden bir güne. Bence Manisa Tarzanı konusu önemine yaraşır bir özenle ele alınmalı. Tarzan unutulmamalı unutturulmamalı. Yerel Televizyonlarımızın Manisa Tarzanı için söyleşiler düzenlemesi programlar yapmasına korona engel olmaz ki.

Manisa Tarzanı adı ve anısı yaşatılmaya değer bir insan. Manisa Tarzanı için, bir tanımlama yapmıştım. Yaptığım tanımlamayı sürekli yinelemekten keyif alıyorum. Tarzan kime denir? Sorusuna kısa bir yanıt bulmuştum: Tarzan es geçileni iş edinen kişiye denir. Yeşillendirme es geçilirken, Ahmeddin Carlak iş edinmiş ve Manisa Tarzanı olmuş. Yaşadığımız Dünyada,  bırakın Dünya'yı yakın çevremizde o kadar çok es geçilen iş var ki, birini de siz iş edinin ve o konunun Tarzanı olun. Çevre Tarzanı olun. Eğitim Tarzanı olun. Sosyalleşme Tarzanı olun. Barışın, Dostluğun, Kardeşliğin İşbirliği ve Dayanışmanın Tarzanı olun. Bakın çevrenize es geçileni iş edinin Tarzan olun, sizin de adınız ve anınız yaşatılsın. Es geçtiklerimizin arasına şimdi birde Manisa Tarzanı ve Çevre Günlerini yazmalıyız. Manisa Tarzanı Çevre Günlerini es geçemeyiz, geçmemeliyiz. Adı güzel kentimizle anılan Manisa Tarzanı es geçilemez. Tarzanımızı önemine yaraşır bir özenle anmalıyız…

Manisa Tarzanı'mızın adını ve anısını yaşatmak için, araştıran öğrenen öğrendiklerini paylaşan Hakkı Avan, Bedriye ve Haydar Aksakal kardeşler gibi Tarzan üzerine yazmayı iş edinen dostlarımız var. Aslında onlar da bir Tarzan, yaşadıkları bu kenti ve kentinin insanlarını tanıtmaya çalışıyorlar. Ben gücüm yettiğince katkıda bulunmaya çalışıyorum. Yazıyorum çiziyorum. Filmin yapılmasına katkıda bulundum. Tarzanı'nın heykellerini yaptırdım.

“Manisa Tarzanı” adıyla üne kavuşan Ahmeddin Carlak 1899 yılında, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalan, Irak’taki, Samarra kentinde doğdu. Birinci Dünya Savaşına ve Kurtuluş Savaşına katıldı. Gösterdiği yararlılıklar nedeniyle İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. Ve Manisa’nın yeşil Manisa olarak anılmasına ömrünü adadı. Yetmez mi? Cumhuriyetin ilk yıllarında  Manisa’ya geldi. Belediyede bahçıvan yardımcılığı görevini üstlendi. Ağaç dikmeyi kutsal bir görev sayarak, hayatını Manisa’nın yeşillendirilmesine adadı ve var gücüyle çalıştı. Yaz kış sadece siyah bir şortla ve ayağında lastik bir pabuçla kentin sokaklarında, kendi diktiği ve evlatlarım dediği ağaçların arasında dolaştı. Uzun saç ve sakalı, farklı görünümü ve kişiliği ile Manisalıların sevgilisi oldu. Bir spor adamıydı; Manisa Dağcılık Kulübü üyesi genç arkadaşlarıyla Ağrı, Cilo, Demirkazık, dağlarına tırmandı.  Gittiği her yerde büyük ilgi gördü. Manisa dışında başka bir yerde yaşamayı hiç düşünmedi. Sinema tutkunuydu. Okumayı severdi. Yeniliklere açıktı.  Atatürk hayranıydı. Ulusal bayramlara göğsüne bağladığı palmiye yaprağı üzerine İstiklal Madalyasını takarak katılırdı. Bundan büyük bir gurur ve sevinç duyardı. Biz O’nu hiç unutmadık. Manisa Tarzanı’nın adına ve anısına sahip çıkalım Manisa. O’nu bir gün değil her gün analım.




 

19 Mayıs 2021 Çarşamba

NE EKERSEN ONU BİÇERSİN

Belki kapanmanın da etkisiyle tam bir sosyal medya bağımlısı oldum. Bağımlılığımı nasıl azaltırım bilemiyorum. Facebook sayfamdaki arkadaşlarımın sayısı 5000 oldu diyebilirim. Facebook arkadaşlarım içinde, etliye sütlüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan kendi fotoğrafının dışında paylaşım yapmayanlar da var. Onları boş zamanım olduğunda silip yerine paylaşımlarından görüşlerinden yararlanacağım yeni arkadaşlar almak istiyorum. Kendi yaşıtlarımdan çok arkadaşım yok. Arkadaşlarımın çoğu genç. Gençlerle iletişim kurmayı seviyorum.

Yazdıklarımızla, paylaştıklarımızla birilerinin canını sıktığımızda onlarda bizim canımızı sıkmaya çalışıyor. Bir söz var sanırım söyle: “istediğini söylersen istemediğini duyarsın.” Üslup çok önemli. Söylerken yazarken kırıcı olmamak gerekiyor.

Bazen, küçük hikayeler paylaşıyorum sayfamda. Paylaştıklarım eğer uzun değilse ilgi görüyor; yorum yapılıyor; paylaşılıyor. Uzun yazılar genellikle hiç okunmuyor.  

Özgeçmişimi paylaşmıştım. Çok uzunda fakat okundu. Üzerine yorumlar yapıldı. Demek istediğim uzun yazıların da okunduğu oluyor arada bir.

Başlığı YANKI olan bir paylaşım yapmıştım. Bu yazıyı yazışımın nedeni de o paylaşımını yaptığım o kısa hikayeyi öne çıkarmak.

YANKI

Küçük kız, babası ile ormanda yürüyüş yaparken, ayağı takılıp yere düşüyor. Can acısıyla "Ahhh" diye bağırınca, ilerideki dağın tepesinden "Ahhh" diye bir ses duyuyor ve küçük kız, dağın tepesinde başka birinin olduğunu sanıp bu kez de "Sen kimsin?" diye bağırıyor. Aldığı yanıt "Sen kimsin?" oluyor...

Küçük kız bu yanıta iyice sinirlenip "Sen bir korkaksın! Neden saklanıyorsun?" diye haykırıyor. Dağdan gelen ses "Sen bir korkaksın!" diye cevap veriyor...

Sonunda babasına soruyor "Baba ne oluyor böyle?"

"Dinle ve öğren..." diyor adam, bu kez kendisi dağa doğru "Sana hayranım!" diye bağırıyor. Gelen cevap "Sana hayranım!" oluyor. Baba tekrar bağırıyor, "Sen muhteşemsin!" ve gelen cevap "Sen muhteşemsin!" oluyor. Küçük kız çok şaşırıyor ama halen ne olduğunu anlayamıyor...

Adam, küçük kızına hayatın sırrını anlatmaya başlıyor...

Buna "Yankı" denir. Ama aslında bu ‘Yaşam’ dır. Yaşam daima sana, senin verdiklerini geri verir. Yaşam, yaptığımız davranışların aynasıdır...

Daha fazla sevgi istediğin zaman daha çok sev!

Daha fazla şefkat istediğinde, daha şefkatli ol!

Saygı istiyorsan, insanlara daha çok saygı duy!

Ne ekiyorsak onu biçiyorsak. Biz bağırıyorsak karşımızdaki de bize bağırıyor. Biz karşımızdakini sinirlendiriyorsak o da bizi sinirlendiriyor.

Sakin olmakta düşünerek konuşmakta yarar var. İnsanları yaralamanın kırıp dökmenin bir anlamı yok.

Siz benim bunları yazdığıma bakmayın, benimde denetimi elden kaçırdığım zamanlar olmuyor değil. Kayanızda büyük projeler varken, gelecek tasarımları yaparken, tam bir konuya yoğunlaşmışken, birisi gelip size, evindeki tuvaletin tıkandığını söylüyor. Hem de ne söyleyiş, önceliği o tuvaletin temizlenmesine vermem gerektiğini üstüne basa basa anımsatıyor. Oysa tesisatçıyı kendisi de arayabilir değil mi ancak aramıyor.  Böyle zamanlarda sonradan pişman olsam da sesimi yükselttiğim oluyor. Kalbini kırdıklarımı sonra kazanmaya çalışıyorum. Keşke bağırmasaydım, ters davranmasaydım diyorum. Ancak keşkelerin bir yararı olmuyor.

İnsanların sabırlı olmasını istiyorsan, sen de daha sabırlı olmayı öğren. Çünkü yaşam bir tesadüf değil, yaptıklarımızın aynadan bir yansımasıdır...

Hayat sana ancak, senin ona verdiklerini geri verir. Ne ekersen onu biçersin.

Bunu unutma...




18 Mayıs 2021 Salı

19 MAYIS

Yine bir 19 Mayıs.

Atatürk var yüreğimizde

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, Atamızı minnetle sevgiyle ve özlemle anacağız yine. Yine gazetelerimizin manşetinde Atatürk ve kurduğu cumhuriyeti emanet ettiği gençlik olacak.

85 milyon Atatürk'ü anlıyor ve anıyorsa, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak sorun olmayacaktır ülkemiz için. "Biz seni unutmak için sevmedik" diyorsak ve unutmuyorsak, milyonlar Anıttepe'de toplanıyorsa yüreğimizde yaşıyorsun demektir.  

Gerçekten öyle biz Atamızı unutmak için sevmedik. O'nun asaletini zarafetini ve bilgeliğini özlüyoruz hep. Dünya'da hiç bir toplum Atatürk gibi bir öndere sahip olamamıştır. Hiç bir toplum da önderini, bizim Atatürk'ü sevdiğimiz kadar sevmemiş ve ölümsüzleştirememiştir. Atatürk karşıtları Atatürk döneminde de vardı, şimdide var; yarın da olacaktır. Ama bu karşıtlar, gönüllerimizdeki Atatürk sevgisini bitirmek şöyle dursun daha da pekiştireceklerdir. Atatürk'e dün olduğundan daha fazla sarılmalıyız. O’nu hem anmalı hem de anlamalıyız.
 

Hepimize düşen en büyük görev; Atatürk’ü ve en büyük eseri Cumhuriyet’i anlamaktır. Cumhuriyet’in değerlerini her koşulda korumak, Atatürkçü düşünceyi benimsemektir. Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşımaktır. Ulusumuz, Yüce Atası’nın hedef olarak gösterdiği bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyerek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacak ve aşacaktır.

Türkiye Cumhuriyetinin eşit yurttaşları olarak, tüm dünyanın övgüsünü kazanan ölümsüz önderimizle ve O’nun kurduğu Cumhuriyet’le haklı olarak gurur duymalıyız. Kim ne derse desin, Ulusumuzun ışık kaynağı, çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, aydınlık Türkiye’nin sembolü, büyük devrimci ve düşünce adamı Yüce Atatürk’ün yurttaşlarımızın gönlündeki erişilmez yeri hiçbir zaman değişmeyecektir. Bunun değişmesini beklemek ham hayaldir ve abesle iştigaldir. Göreceksiniz Atatürk'ü unutturmak isteyenler kendileri unutulup gidecektir. Atatürk sevgisi ve kurduğu cumhuriyet hep yaşayacaktır.

19 Mayıs’ta balkonlarımızı binalarımızı yine ay yıldızlı bayrağımızla ve Atatürk posterleriyle donatacağız. Gösterdiği yoldan ayrılmayacağız. Amacımız çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak olacak. Atatürk’ü yüreğimizde sonsuza dek yaşatmak olacak. Dünyanın birçok kentinde Atatürk heykelleri, büstleri var. Dünyanın birçok kentinde Atatürk adı verilmiş caddeler meydanlar var.

Atatürk’e diğer ülkelerin verdiği değeri gösteren UNESCO Genel Kurul Kararını biliyoruz. Burada bir kez daha paylaşmak isterim: Atatürk'ün doğumunun 100. yılı bütün dünyada, "1981 Atatürk Yılı" olarak kutlanmıştı. Bu uygulama, dünyada ilk ve tektir. Alınan kararı ve duyurulan metin aynen şöyle: “ Atatürk kimdir? Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılapçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur.”  UNESCO’nun kararı ve Atatürk tanımı işte bu …

19 Mayıs Bayramımız Kutlu olsun…




 

7 Mayıs 2021 Cuma

ANNELER GÜNÜ

Anneler günü kutlamaları yine telefonla yapılacak. Anneler çocuklarından telefon beklerken oğullar, kızlar telefonlara sarılacak. Korona nedeniyle o eskiden bildiğimiz kucaklaşmalar sarılmalar ziyaretler olmayacak. 

Anneler Günü’nde annesi sağ olanlar gider elini öperdi. Annelerimiz için, sevgi gülleri açardı yüreğimizde. Çiçekler alınır annelere koşulurdu.

Anneler günü, kentimizde bilinenin dışında kutlanabilir mi diye düşündüğüm zamanlar oldu. Anneler Günü Manisa’da daha farklı biçimde kutlanmalı diye çok yazdım. Manisa’da yapacağımız farklı bir uygulamanın, tüm illerden daha çok Manisa’ya yakışacağını düşünüyorum. Bunun bir tek nedeni var. Bu da, kentimizin büyük analarla anılmasıdır. İşte size bereketin ve doğurganlığın simgesi Kybele. İşte size, öldürülen çocukları için ağlayan Niobe ve işte size, Mesir gibi köklü bir geleneği başlatan Hafsa Sultan, bu büyük analar, Anneler Günü’nü farklı kutlamamız ve kentimizin bu farklı yönünü ortaya koymamız için büyük bir olanak yaratıyor. Kentimizin adına espri olarak ayrı bir anlam yüklemek istiyorum. Sadece espri olarak alın lütfen çünkü gerçek değil benim yakıştırmam sadece. Bunu söyleyince gerçekmiş gibi algılayıp anlatanların olduğunu gördüm. Dediğim gibi sadece espri. “Ma” ana demek, “Nisa” kadın demek. MANİSA için ana kadın tanımlaması yapılabilir. Manisa yukarıda saydığım gibi kadınlarıyla ünlü bir kent, kadınlar kenti Manisa…

Doğurganlığın ve bereketin simgesi olan Kybele adına yapılmış olan Akpınar’daki kaya yontusunun çevre düzenlemesi ve yolu mutlaka yapılmalı ve her Anneler Günü’nde önünde düzenlenecek sade bir törenle anılmalı.

Kybele ve Niobe çevre düzenlemelerinin geciktirmeden acilen yapılması gerekiyor. Kentimize gelen yabancıların önce Kybele’yi ve ardından da Niobe’yi sorduklarını biliyoruz. Evet, önce Kybele ve Niobe soruluyor. Üzülerek belirteyim ki, ikisinin de çevresi olması gerektiği gibi değil.

Biz yine Anneler Günü’ne dönelim. Alışageldiğimiz "Anneler Günü" anlamında olmasa da anneler için yapılan kutlamalar Sümerlere dek dayandırılabilir. Matriyarkal (anaerkil) düzenin hüküm sürdüğü tarihin ilkçağlarından bu yana Kybele, Rhea ve daha birçok yerel ve dönemsel isimlerle analık, doğurganlık niteliğiyle ön plana çıkmış ve doğanın uyandığı, yeniden doğduğu bahar mevsimi ile özdeşleşmiştir. Anaerkil düzenin yerleşmeye başlaması zaman zaman kutlamaların içeriğinin ve şeklinin değişmesine ve hatta bazı dönemlerde gizli olarak yapılmasına sebep olmuşsa da kesintiye uğratamamış; her bahar coşkulu kutlamalar ve sunularla bir gelenek halini alarak binlerce yıl kesintisiz olarak sürmüştür.

Anneler Günü’yle ilgili ilk resmi kutlama önerisi, Amerika'da 1872 yılında Julia Ward Howe tarafından barışa adanan bir gün olarak geldi. Ve ilk kez Boston'da bir yürüyüş düzenlenerek kutlandı.1907 yılında Philadelphia'da Ana Jarvis, annesinin ölüm yıldönümü olan Mayıs ayının ikinci pazarının Anneler Günü olarak kutlanması için bir kampanya başlattı. Bir sene sonra Philadelphia'da kutlanan Anneler Günü Ana Jarvis'in izleyenleri tarafından politikacılara, işadamlarına ulaştırılarak ulusal olarak kutlanması sağlandı.

1914 yılında ABD başkanı Wilson tarafından resmi bir açıklamayla Mayıs ayının ikinci pazarı Anneler Günü olarak duyuruldu.

Böylece Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının binlerce yıl önce başlattığı gelenek 20. yüzyılın başından itibaren dünya çapında kabul görmüş oldu.

Keşke annem yaşıyor olsaydı da elini öpüp onu kucaklayabilseydim. Tüm annelerin Anneler Günü Kutlu Olsun.




 

KEYİFLİ İŞ KOOPERATİFÇİLİK

46 yıldır kooperatifçilik yapıyorum. Yaşadığım sürece de yapmak istiyorum.1975 yılında kendi köyümde ilk kooperatifin kurulmasına öncülük ederek kooperatifçiliğe başladım.

Kooperatifçiliği seçişimin nedeni, bu yolla üretici köylülere, ülkeme hizmet edebileceğimi düşünmemdir. Ülkemizde kooperatifçiliğin altın dönemini Atatürk’le yaşadığını, kooperatifçiliğin temellerinin Atatürk tarafından atıldığını biliyorum. Atatürk’e duyduğum hayranlık da kooperatifçiliği seçmemde etkili oldu.

Atatürk ve kooperatifçilik üzerine araştırmalar yaptım, yazılar yazdım, konuşmalar yaptım. Atatürk’ün düşünceleri her zaman yolumu aydınlattı.

“Kanaatim odur ki, muhakkak suretle birleşmede kuvvet vardır. Kooperatif yapmak, maddi ve manevi kuvvetleri, zekâ ve maharetleri birleştirmek demektir. …Müstahsillerin birleşmesinden şahsi menfaatlerini haleldar olacağını düşünenler tabii şikâyet edeceklerdir.” Diyordu Atatürk 1 Şubat 1931 tarihinde İzmir Ticaret Odasında yaptığı konuşmada.

1975 yılında Köy-Koop Merkez Birliğinde çalışmaya başladım. Bu dönemde, başarılı kooperatifçilerle tanışma konuşma ve ülkemizdeki kooperatif uygulamalarını görme olanağı buldum.

1977 yılında Köy-Koop Manisa Birlik Başkanlığına seçildim. Aynı dönemde Tariş’te Bakanlık Murakıplığı görevini de yüklendim.

Köy-Koop Manisa Birliği Başkanlığı yaptığım dönemde, Köy-Koop Manisa Birliği abartmadan söylüyorum, altın dönemini yaşamıştır. Köylülerimizi emsallerinin yarı fiyatına traktör veriyorduk. Köylerde, zeytin salamura ve zeytinyağı çıkarma tesislerimiz vardı. Salça Fabrikası sahibi olan halı dokuyup pazarlayan kooperatiflerimiz vardı. Manisa’nın içinde, temel tüketim maddelerini öncelikle köylü ürünlerini pazarlayan büyük bir satış mağazamız vardı. 12 Eylül bütün demokratik kuruluşların olduğu gibi kooperatiflerin üzerinden silindir gibi geçti.  

1987 yılında Konut Kooperatifçiliğine başladım. Kırsal Kooperatifçilikte olduğu gibi, konut kooperatifçiliğinde de başkanlığım döneminde adeta destan yazdık. Manisa’nın batısında sonradan adı Güzelyurt Mahallesi olan yerleşim yeriyle batıya çağdaş bir kapı araladık. Konut Kooperatifçiliğinin bayrağını doruklarda dalgalandırdık. Manisa’nın en güzel biçimde planlanmış yerleşimi Güzelyurt Mahallesidir. İmar Planını ve araziye uygulanmasını Manisa Birlik olarak biz yaptık. Ada bazında yapılaşmayı Manisa gündemine taşıdık. Ağaçları anıtları, geniş yolları ve sosyal donatılarıyla örnek bir kent parçası oluşturduk.

Şimdi de Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifinin Kuruluşundan bu yana başkanlığını yapıyorum. Obasya adı altında sürdürdüğümüz çalışma, sadece Manisa için değil, sadece bölgemiz için değil ülkemiz için ilgi çeken beğenilen örnek bir çalışma olarak görülmeye başlandı. 5 proje hazırladık 5’i de kabul edildi. Şimdi kabul edilen hibe desteği verilen iki projemizin uygulanmasını yapıyoruz. Dur durak bilmeden çalışıyoruz. Çünkü yapacak çok işimiz var ve daha da olacak biliyoruz. Yeni projelerin hazırlıklarını yapıyoruz.

Şunu açık ve net olarak söyleyebilirim. İsteyince, inanınca, çalışınca ve güven verince oluyor.

Atatürk’ün dediği gibi, menfaatlerinin haleldar olacağını düşünenlerden bize karşı çıkanlar eleştirenler oluyor. Bunu doğal karşılıyoruz. Biz işimize bakıyoruz. Bize güvenen arkadaşlarımızla birlikte oluyoruz. Güzel projeler hazırlamak için başarılı ekipler oluşturuyoruz. Birçok başarılı bilgili deneyimli kişinin yolları bizim yolumuzla kesişiyor. Neden bilmem proje yapmak isteyenlerle proje hazırlayanların yolları her zaman kesişiyor mutlaka. Obasya olarak kabul edilen hibe almaya hak kazanan 5 projemizin 5’ini de farklı kişilerle yaptık. Projelerin ortak yönü Başkanlığını yaptığım Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi için yapılmış olmasıydı.

Bu yazımı okuyanların içinde “kendini övüyor.” Diyenlerin olacağını biliyorum. Desinler, bizim toplum biraz unutkan ve biraz da teşekkür özürlü bir toplum. Ancak teşekkür edenler, yapılanların değerini bilenler yok değil, bunlar bize yetiyor.

Ben ne yaptımsa, kooperatiflerle yaptım. Kooperatif ancak ortaklarıyla oluyor. Ortağı olmayan kooperatif olmaz. Haktanır bilinçli ortaklarım çevremdeki arkadaşlarım, yaptıklarımızın doğruluğunu görüp bize destek olan kurum ve kuruluşların değerli yöneticileri olmasaydı bu başarıları sağlayamazdık biliyorum. Bana yapılan övgüleri ve teşekkürleri aynen birlikte çalıştığım arkadaşlarıma aktarıyorum. Biz destanları birlikte yazdık. Başarılara birlikte imza attık. Her dönemde içinde olduğumuz her yerde kooperatifçiliğe altın dönemini yaşattık. Bilinsin unutulmasın diye yazdım bunları.

Bize dur durak yok. Çünkü işimiz çok. Evde kapanmıyoruz. Kurallara uyarak işimizin başında duruyoruz çalışmaya devam ediyoruz.

Kooperatifçilik güzel iş yeniden dünyaya gelsem yine kooperatifçi olmak isterdim…




 

29 Nisan 2021 Perşembe

KARDEŞLİK HAFTASI

28 Nisan ve 4 Mayıs tarihleri arasının Kardeşlik Haftası olarak ilan edildiğini çok kişinin bilmediğini düşünüyorum. Kardeşlik Haftasının amacı, sevgi saygı duygularını geliştirmektir. İnsan olmanın en büyük özelliği ve insanın en önemli görevi, karşısındaki insana iyi davranmak, hatalarından dolayı affedici olmak, hoşgörülü davranmak ve bütün insanlığın huzuru ve mutluluğu için çalışmaktır.

Hepimiz insanlar olarak Adem ve Havva’dan geldiğimizi düşünüyorsak rahatlıkla kardeşiz diyebiliriz değil mi?

İnsanlarımız, ne kadar ayrı, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, Irk, Din, Mezhep, Ekonomik ve sosyal sınıf, Yaşam tarzı, Cinsellik, Eğitim,  aklınıza ne gelirse gelsin, "Kardeş" olduğumuzu kabullenirsek, dünya güzeli bir ülkenin mutlu insanları oluruz. Bugün yaptığımız gibi ötekileştirmeyi sürdürürsek, Tanrı'nın her bakımdan en cömert davrandığı bir yeryüzü cenneti olan ülkemizi ve dünyamızı cehenneme çevirmeye davetiye çıkarmış oluruz. Kardeşi olduğumuzu özümseyelim. Kucaklaşalım. Birbirimize kardeş gibi davranalım. Kardeş gibi olmayı yaşam biçimine dönüştürelim…

Yaşamı insana yaraşır yapmanın dünyayı cennete dönüştürmenin yolu kardeş olduğumuzu hatırlamak ve gereğini yapmaktır. O zaman bu dünyanın nasıl bir cennet olduğunu, nasıl mutlu, huzurlu ve hepsinden önemlisi umutlu insanlarla dolmaya başladığını görürüz. Kardeşlik haftası nedeniyle söylüyorum hepimiz kardeşiz.

Tüm insanlarımızı kucaklayan, ayrıştıran değil birleştiren liderler istemeliyiz.  Demokrasin gereği de budur zaten.  Demokrasi çok sesliliğin uyumudur.

Özgürlük kardeşliktir. Kardeşlik özgürlüğün güvencesidir. Sevginin temelidir.

28 Nisan ve 4 Mayıs tarihleri arasında Dünya Kardeşlik Haftası kutlanıyor. Siz duydunuz mu bilmiyorum ama ben parti liderlerinin kardeşlik haftasına ilişkin bir demeçlerini görmedim de duymadım da.

Kardeş sözcüğü, yeryüzünün bütün dillerinde bulunan ve var olan sevgiyi, sevimliliği, sıcaklığı niteleyen bir sözcüktür. Ben sevdiklerime kardeşim derim hep. Kardeşim demek bana çok sıcak gelir. Bana kardeşim denildiğinde de mutlu olurum.

Kardeşlik Haftası nedir diye düşündünüz mü hiç? Kardeşlik mesajları okundunuz mu yazdınız mı?

Dünya Kardeşlik Haftası her sene 28 Nisan ile 4 Mayıs tarihleri arasında kutlanır. Farklı ülkelerde ve yeryüzünün bütün dillerinde bulunan sevgiyi, sıcaklığı, sevimliliği niteleyen bir sözcük olan kardeş sözcüğü aynı anne ve babadan doğmayı temsil eder. Sütkardeşliği, futbol kardeşliği, silah kardeşliği, kan kardeşliği ya da kader kardeşliği gibi kardeşliklerden de söz edilir. İster gerçek anlamda ister mecazi anlamda olsun, kardeşlik kader bağı bir de ortak ideal anlamına gelir. Kardeş olmak; arada kan bağı olsun ya da olmasın aynı amaca hizmet etmek, kişilerin birbirine karşı samimi duygular beslemesi demektir. Kardeşlik güzel ahlaki duygular ile ailenin, ülkenin ya da gönül verilen organizasyonun iyiliği için çalışmalar yapmak, ilerlemek için çaba sarf etmektir. Kardeşlik haftasında; insan ya da toplumların durum ile duruşlarını bu vesile ile tekrardan değerlendirmesi, karşılıklı anlayış ve hoşgörü ile sorunları gidermesi, kardeşliğin gereklerini yapmaları esas olmalıdır. Dünya insanlara bir misafirhanedir. Kardeşlik duygusunun tam olarak zıttı hatta düşmanı samimiyetsizlik ile art niyet olmaktadır. Bağların güçlenmesi ortak ideallerin sağlanmasında daha da kolaylık sağlar. Küslük ve kırgınlıkları bir kenara bırakıp kardeşlik temasını iyi okumak toplumdaki bütün fertlerin görevidir. Kardeşlik haftası mesajları Kardeşçe bir gelecek ve kardeşçe yaşamak dileği ile Kardeşlik Haftanızı kutluyorum.

Kapanma günlerinde Kardeşlik konusunu yeniden düşünelim. Ayrıştıran değil birleştiren olanın. Kimseyi ötekileştirmeyelim. Kardeşçe dayanışma yaparak iyi günde kötü günde birlik olarak yaşayıp gidelim. Böylesi daha iyi olur değil mi sevgili kardeşlerim?




21 Nisan 2021 Çarşamba

23 NİSAN'DA BALKONLARDAYIZ

Bu yıl 23 Nisan Bayramını geçen yıl olduğu gibi Koronavirüs salgını nedeniyle balkonlarımızdan kutlayacağız. Geçtiğimiz yıl 5 Nisan 2020 tarihinde ‘Facebook sayfamda 23 Nisan Bayramını evlerimizin balkonlarından kutlayalım’ şeklinde yaptığım çağrının 15 gün içinde 60 bin kişiye ulaşması nedeniyle kendi çapımda bir rekora imza atmış olmuştum. Bu yıl da 23 Nisan Bayramını yine balkonlarımızdan kutlayacağız. Nerede coşkuyla kutladığımız bayramlar diyeceğiz. Gerçekten nerede?

Hem 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız hem de Atamızı özlemle ve rahmetle anacağız. Atatürk; çocuklarımıza verdiği değeri, 23 Nisan’ı bayram ilan ederek, gençlerimize verdiği değeri de “Ey Türk Gençliği”  şeklinde başlayan söyleviyle ve 19 Mayıs’ı bayram ilan etmesiyle göstermiştir.

Tarihimizin gurur dolu sayfalarının yeni kuşaklarca öğrenilmesi ve Türk Devleti’nin devamını emanet edeceğimiz yeni Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle yetişmesi amacıyla 23 Nisan'lar önemlidir. Bu nedenle önemine yaraşır biçimde kutlanmalıdır. Ne Atatürk'ten, ne de kurduğu Cumhuriyet'ten vazgeçeriz bu böyle bilinmelidir. Köhnemiş bir imparatorluktan genç bir Cumhuriyet kurmayı başarmış olan Atatürk tüm çağdaşları unutulmuş gitmişken dünyanın adı ve anısı yaşatılan, sevgisi azalmayan giderek artan, saygı gören tek lideridir. Bunu unutmayalım. Unutturmak isteyenlere kanmayalım.

Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında yurdumuzun İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, İtalyanlar tarafından paylaşıldığını Osmanlı İmparatorluğu'nun "hasta adam" olarak görüldüğünü okuduğumuz tarih kitaplarından biliyoruz.  Padişah ve yandaşları ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmadılar. Mustafa Kemal Paşa Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için İstanbul'dan Samsun'a 19 Mayıs 1919 günü çıktı. Samsun'dan Amasya'ya, oradan Erzurum'a ve Sivas'a gitti. Sivas ve Erzurum'da kongreler topladı. Mustafa Kemal Paşa egemenliğin ulusta olması gerektiğine inanıyordu. Bu inançla “Ulusu yine ulusun gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da Ulusal Egemenliktir.” diyordu. Yurdun dört bir yanından seçilip gelen temsilciler, milletvekilleri Ankara'da 23 Nisan 1920 günü toplandılar. O yıllar ülkemiz yokluk yoksulluk içindeydi. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bir okuldan getirildi. Meclis gaz lambası ile aydınlanıyor, soba ile ısıtılıyordu. Top seslerinin Ankara'da duyulduğu zamanlarda bile meclis düzenli toplandı. Ulusal Kurtuluş Savaşımızla ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. 23 Nisan 1920 ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gündür. Bugün Milli Egemenlik Bayramımızdır. 23 Nisan gibi milli bayramlarımızın önemli bir anlamı daha vardır: Bu bayramlar, birlik ve beraberliğimizi pekiştirdiğimiz, millet olarak tasada ve kıvançta bir olduğumuz günlerdir. Bugün de bizlere bu cennet vatanı, canları ve kanları pahasına emanet eden atalarımızın emanetlerini nasıl daha iyi koruyarak ve geliştirerek, yarınlara taşıyabileceğimizi konuşmalıyız, diye düşünüyorum 23 Nisan'ı çocuklarımıza anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki, gelecek kuşaklar uyanık, kararlı ve bilinçli olabilsinler. Tarihi mirasımızı koruma ve kollama konusundaki ödevlerini yerine getirebilsinler. Bu duygularla, bütün çocuklarımızın 23 Nisan Bayramını yürekten kutluyorum.







15 Nisan 2021 Perşembe

MALIM MÜLKÜM MUSTAFA

Anılar insanı yaşama bağlayan kökler gibi. Anlatıldıkça, paylaşıldıkça canlanıp gelişiyorlar. Çocukluğumuzda yaşlılardan yoksulluğa ve çektikleri sıkıntılara ilişkin anılarını dinlerdik. Anılar sıkıntılara ilişkin de olsa, içinde bulunduğumuz durumun iyiliğine sevinirdik. Bir kuruşla alabildiklerini anlatırlardı. Savaş yıllarında ot tohumları yediklerini söylerlerdi. Şimdi yaşımız ilerledikçe bizde anılarımızı sarılmaya, fırsat buldukça anlatmaya başladık. Anılarımızı dinleyenler geçmişle bu günler arasında bir değerlendirme yapma fırsatı da buluyorlar.

Bende doğduğum günleri yaşadıklarımı anlatıyorum zaman zaman çocuklarıma. Sanki yüzlerce yıl öncesini anlatıyormuşum gibi dinliyorlar. Oysa anlattıklarım bana dün gibi yakın. Zaman ne kadar hızlı geçiyor.

1945 yılının Nisan ayının sonlarına doğru doğduğumu söylediler.  Akhisar’ın Büknüş Köyü’nde yoksul topraksız bir köylü ailesinin dördüncü çocuğu olarak açmışım dünyaya gözlerimi. Benden önce doğan üç kız kardeşimin en çok yaşayanı beş ay yaşayabilmiş. Hepsi de daha bebekken ölmüşler.  O yıllar yoksulluk yıllarıymış. Çocukluğum yoksulluk ve hastalıklar içinde geçti.  Tamamı bir odadan ibaret bir evimiz yardı. Aynı odada oturur, aynı odada yemek yapar, yemek yer, aynı odada uyurduk.  Ayakkabıyla tanışmam uzun yıllar sonra oldu. Yalınayak gezerdik. Giydiğim pantolonun yamalar nedeniyle ağırlaştığını, tamamen yamalardan oluştuğunu hatırlıyorum. Sürekli aşağıya kayardı. Bir urgan parçasıyla bağlardım düşmesin diye. 1951 yılında köyün başına badem taşlamaya gittiğimiz bir gün, ağaca atılan ve dala çarpan bir taş hızla kafama düştü. Kafamdan aşağıya oluk gibi kan akıyordu.  Çocuklar korkup kaçmışlardı. Yalnız başıma köye geldiğimde kahvenin önünde oturan köylüler koşuşturdular. Akan kanı durdurmak için çok katı gres yağı sürdüklerini anımsıyorum. Kan durmuştu ama, kafamda aylarca iyileşmeyecek yaralar oluştu. Bu nedenle 6 yaşındayken adım “Kel Mustafa”ydı Büknüş köyünde. Tüm yaşıtlarım gibi ben de ilkokula gittiğimde çok sevinçliydim. Ancak sevincim uzun sürmedi. Öğretmen beni yanına çağırıp “Senin yaşın küçük, sen bu sene okula gelemezsin” dedi. Okula kaydedilmeyişimin nedeni yaşımın küçüklüğünden değil kafamın kelliğinden olduğunu anlayamamıştım o gün. Köyde adım  “Kel Mustafa” çıkana kadar, “Malım mülküm Mustafa”ydı.

Ailemin topraksız, yoksul bir köylü ailesi olduğunu söyledim ya. Sadece topraksız değillermiş. Evleri de yokmuş.  Hizmet ettikleri bir ailenin kendilerine verdikleri bir odada yaşıyorlarmış.  Ev sahibiyle araları açılınca kapının önünde bulmuşlar kendilerini. Babam beni almış kucağına, annem de beşiğimi. Başka eşyaları da yokmuş. Aşağı mahalleden yukarı mahalleye giderken, köylüler “Bakın yeni komşularımız geliyor” demişler. Babam da kucağında tuttuğu beni hoplatarak “İşte malımızla mülkümüzle geliyoruz.” Demiş. O günden sonra da adım “  Malım mülküm Mustafa” olmuş. Şimdi bile Büknüş Köyünde “Malım Mülküm Mustafa” kimdir diye sorsanız. Hepsi de benim olduğumu söylerler.

 

Evet, yaşıtlarım okula başladılar ancak ben kafamdaki yaralar nedeniyle okula alınmadım. Yaralar iyileşince okula bir yıl geç başlayabildim. Okul yıllarım çok başarılı geçti. Köye her yeni öğretmen geldiğinde babam tutar kolumdan beni yeni öğretmene götürürdü. “Ben ırgatım, çocuğum ırgat olmasın. Eti sizin kemiği benim ne ederseniz edin Mustafa’yı okutun” derdi. İlkokul yıllarım çok başarılı geçti. Okulda tüm sınıfları sadece iki öğretmen okutuyordu.  Birinci ve ikinci sınıflar bir derslikte, üç, dört ve beşinci sınıflar bir derslikte öğrenim görüyorduk. Birinci ve ikinci sınıfların bulunduğu derslikte öğretmenin işi olduğu ya da Akhisar’a indiği zaman dersleri ben verindim. Beşinci sınıftayken, birinci ikinci sınıflara öğretmenlik yapardım.

İlkokul yıllarına ilişkin tonla anı var unutamadığım. İlk şiirimi, ilk öykümü ilkokulda yazdım. İlk tiyatro oyununda ilkokulda oynadım.  Yağlı çamurdan ilk heykelimi ilkokulda yaptım. Heykel tutkumu şimdi Yeni Manisa’da yaptığım heykellerle sürdürüyorum.  İlk yaptığım heykel bir deve heykeliydi. Çünkü yıllar sonra bir devemiz olmuştu. Babam deveyle odun taşıyordu. Geçimimizi böyle sağlıyorduk. Devemizin uzun sürmeyen acılı öyküsü bir başka yazının konusu olsun. Zaman zaman anılarımızı paylaşmak da güzel oluyor...





 
back to top