Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

8 Ekim 2020 Perşembe

İLTİFAT

Birine güler yüz gösterme, hatırını sorma, iyi davranma, sevgi gösterme, ödüllendirme anlamına gelen İltifat üzerine yazmak geldi bugün aklıma. Konu üzerine düşünürken, iltifat etmeyi yağcılık yapmak gibi anlayanların olduğunu bu nedenle, iltifatı ve alkışı kıt insanlara dönüşmekte olduğumuzu görerek üzülmedim desem yalan olmaz.

Başarılı insanı övmek, güzel sözler söylemek yağcılık değil insanlık görevidir. Karşılık beklemeden yapıldığında önem ve anlam kazanır.

 “Marifet İltifata Tabidir. Müşterisiz Meta Zâyidir. İltifatsız Mal Zâyidir.” Şeklinde bir atasözümüz var. Sözün anlamı “Çok kaliteli bir mal üreten kişi, eğer o mala alıcı bulamıyorsa başarısının bir anlamı yoktur. Kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır” şeklinde özetlenebilir.

Atasözünün, kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır anlamına gelen “Marifet İltifata Tabidir” bölümü kullanıyor genellikle. Beceri ve başarıları ödüllendirmek gerektiğini vurgulamak üzere söylenir.

Uzun bir giriş oldu. Olsun konuyu daha iyi anlatabilmek için yaptım bu uzun girişi.

Kertimizde öne çıkan övgüye değer, kurumlar kuruluşlar ve kişiler var. Övgüye değer bir Organize Sanayi Bölgemiz var. Övgüye değer çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarımız var. Övgüye değer iş insanlarımız var. Bunları yazmak bence etkin yurttaş olmanın kentli olmanın ülkesini ve kentini sevmenin gereğidir.

Bugün Manisa Valiliği Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Bürosunu ve büronun övgüyü hak eden Koordinatörü Ural Sevener ile çalışma arkadaşlarını yazacağım. Övgüler kişisel beklentiler olmadan yapıldığında güzel ve anlamlı olur. Benim kişisel beklentilerim hiç olmadı ve olmayacak. Benim beklentim ülkemin, kentimin ve yönetiminde olduğum kooperatiflerin gelişmesidir.

Bugün Manisa Valiliği Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Bürosunu Koordinatörlüğünün “Görev ve Çalışma Yönergesini okudum.  Görevlerini okudum. Sayfam aldığı kadar özetlemek isterim:

Avrupa Birliği Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı ile çalışmaları koordine etmek,

Avrupa Birliği İletişim Strateji ve Eylem Planını yerelde uygulamak, Avrupa Birliği Uygum Süreci içerisinde yerel teşkilatlar ile Merkezi teşkilatlar arasında Koordinasyonu sağlamak, Yerel Kurumlar arasında ki Avrupa Birliğine Uyum Sürecindeki çalışmalar konusunda işbirliğinin geliştirilmesine destek olmak,

Avrupa Birliği’nin yerel de yaşayan halka doğru şekilde anlatılmasını sağlamak,

Yerel Sivil Toplum Örgütlerinin Avrupa Birliği Konusunda doğru bilgilere ulaşmasını sağlamak,

Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı kapsamında kurum/kuruluş ve Sivil Toplum Kurumlarına sunulun Hibe Fon Kaynaklarından yararlanmasını sağlamak için bilgilendirme yapmak,

Avrupa Birliği ve diğer Uluslararası ve Ulusal Hibe kaynaklarından yararlanılması için kurum/kuruluş ve Sivil Toplum örgütlerine eğitim vermek, teknik destek sağlamak, danışmanlık yapmak,

Bölge Kalkınma Ajansı çalışmalarına destek olmak,

İçişleri Bakanlığı Genelgesinde belirtilen Avrupa Birliğine Uyum Danışma ve Yönlendirme Kurulunu toplamak ve çalışmasını sağlamak, gerekli görülmesi durumlarda alt çalışma komisyonları kurmak ve çalıştırmak Avrupa Birliği sürecine ve Proje çalışmalarına yönelik Kamu-STK-Özel sektör arasındaki işbirliğini geliştirici faaliyetler düzenlemek Vali tarafından verilen diğer görevleri yapmak.

Ne güzel özetlenmiş değil mi?  Proje Büroları Kaymakamlıklarda da var. Ortak çalışmalar nedeniyle Proje ofislerinde görevli olanların bazıları ile tanışma fırsatı buldum. Ortak özellikleri: işlerini bilmeleri ve sevmeleri, geceyi gündüze katacak kadar çalışkan ve idealist olmaları şeklinde özetlenebilir. Yunusemre Kaymakamlığı Proje Ofisinde görevli Ayşe İlhan ve Sefanur Aksakal Zafer Kalkınma Ajansınca desteklenecek projeler arasına giren Obasya Ekolojik Yaşam Merkezi Projemizi en güzel biçimde yazdılar. Proje ofislerinde görevli memurların öğretmenlerin proje yazmaları onlar içinde hizmet içi eğitim anlamına geliyor. Yaparak öğreniyorlar. Yeri gelmişken çok sevdiğim bir sözü de paylaşayım: “Anlatırsan Unuturum, Öğretirsen Hatırlarım, Beni Dahi Edersen Öğrenirim” Proje Ofislerinde görevli olanlar, kurslara katılıyorlar anlatılanı dinliyorlar, kendileri araştırıyorlar öğrenmeye çalışıyorlar ancak hepsi de yaparak proje yazarak öreniyorlar, projeleri kabul edildiğinde motive oluyorlar ve daha çok proje yazmak istiyorlar. Proje ofislerinde görevli memurların asıl işleri proje yazmak, yazanlara danışmanlık yapmak, proje anlayışının yaygınlaşmasına katkıda bulunmak olmalıdır.

Sözü fazla uzatmadan Manisa Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosu Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönergesi Amaç bölümünü ve yönergeden birkaç güzel, anlamlı ve yararlı maddeyi paylaşmak isterim. Doğal olarak özetleyerek yapacağım bu paylaşımları.

Amaç: “Manisa ilinin: Avrupa Birliğine adaylık sürecinde, Katılım Öncesi AB Mali Yardımlarından daha etkin bir şekilde yararlanılmasına yönelik olarak; kamu kurum ve kuruluşları, ilçe kaymakamlıkları, yerel yönetimler, üniversite, meslek kuruluşları, Kalkınma Ajansları ve Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği içerisinde projeler yapılmasını sağlamak hazırlanan bu projelerin içerik bakımından gelişmesini temin etmek, proje üretmek isteyen kamu ve sivil kuruluşlar ile yerel idarelere proje ortağı bulmada yardımcı olmak, proje danışmanlığı yapmak, proje hazırlama ve yürütme konusunda talep edilen eğitimleri karşılamak, karşılaşılan konularda teknik destek sağlamak, kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak, ilimizin diğer ulusal ve uluslararası fon kaynaklarından da yararlanılması için kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin proje yazma, yürütme ve bilgilendirme konusunda ki çalışmaları gerçekleştirmek, şeklinde devam ediyor. Tümünü alamadığım için üzgünüm. Aslında ilgilenenlerin Yönergenin tümünü okumasında yarar var.

Manisa’da başarılı kurum ve kuruluşlarda var. Bu kuruluşların başarılı kadroları da var. Bu köşe yazımda Manisa Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosunu ve Büronun Başarılı Koordinatörü Ural Sevener’i ve tanışma birlikte çalışma fırsatı bulduğum Yunusemre Kaymakamlığı Proje ofisinde görevli çalışkan proje uzmanlarını yazdım. Daha önce de AB projeleri konusunda deneyimli Saruhanlı İlçesinde görevli  Oya Yavaş’ı yazmıştım. AB  İPA’dan destek almak amacıyla Obasya için yazdığı, “Kültür Sınır Tanımaz” projemizde ilk elemeyi geçmiş bulunuyor.

Obasya olarak bugüne kadar 5 adet proje yazılımını sağladık 4 projemiz kabul edildi. Bir projemizde ilk elemeyi geçti bekliyoruz.

Manisa Valisi, Sayın Yaşar Karadeniz’in, Yunusemre Kaymakamı Sayın Atilla Kantay, Saruhanlı Kaymakamı Sayın Necmettin Yalınalp ve diğer kaymakamlarımızın Proje konusuna önem verdiklerini ve gerekli özen gösterdiklerini görmek Manisalı yurttaşlar olarak bizi sevindiriyor. Başarılarının daim olmasını diliyorum. Gecesini gündüzüne katarak projeler hazırlayan ilçelerimizin ilimizin ve ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunan başta Ural Sevener olmak proje ofisi çalışanlarının da tümünü yürekten kutluyorum. Emekleri hiç unutulmayacaktır. Adları hazırladıkları projelerle hep anılacaktır…

 


 



1 Ekim 2020 Perşembe

ZAFER KALKINMA AJANSI

Zafer Kalkınma Ajansı üzerine köşe yazıları yazdım konuşmalar yaptım. Ben yeni kurumları ve yeni kavramları seviyorum.

Zafer Kalkınma Ajansı yeni bir kurum. Yöneticileri ve tüm çalışanları bildiğimiz geleneksel devlet memurlarından çok farklı. Tümü genç ve tümü çözüm odaklı.

Obasya Turizm Geliştirme kooperatifi olarak Zafer Kalkınma Ajansı için üç proje yazdık üçü de kabul edildi. Ben aldığımız hibelerden çok, projeciliği öğrendiğimiz içselleştirdiğimiz için çok mutluyum.  Ayakları yere basan uygulanabilir, sürdürülebilir projeler hazırladığınızda kabul görüyor.

Böyle güzel bir Ajansı tanıtmak için sıkılmadan her hafta yazı yazabilir saatlerce konuşabilirim. Çünkü insana pozitif enerji yüklüyor. Umutlarımızı güçlendiriyor.

Zafer kalkınma Ajansı ile tanışmamız 2014 yılında Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak hazırladığımız "Yunt Dağı'nda  Zaman Geçidi Müzesi" adını verdiğimiz  projemiz  nedeniyle oldu.  Zafer Kalkınma Ajansından aldığımız hibe ile ülkemizin ilk Zaman Geçidi Müzesini Obasya’da gerçekleştirdik. Ardından Yuntdağı için Alt Eylem Planı hazırladık ve  turizm rotaları belirleyip kitap olarak bastırdık. Yunt Dağı'nın turizm altyapısı için yaptığımız çalışmaların işe yaradığını görmek bizi mutlu ediyor.

Zafer Kalkınma Ajansı için hazırladığımız üçüncü projemiz olan yetenekli çalışkan bir ekiple hazırladığımızı Obasya Ekolojik Yaşam Merkezi  adlı projemizde  Manisa projeleri içinde en yüksek puanı alarak kabul edilmiştir. Yunusemre Kaymakamlığı Proje Ofisinde görevli Ayşe İlhan ve Sefanur Yeşilyurt Aksakal yazdılar projeyi. Prof. Dr. Ersin Minareci bilgi ve deneyimlerini ekibimizle paylaşarak, ufkumuzu genişleterek büyük katkı sağladı projemize. Proje hazırlama ve uygulama konularında deneyimli çalışma arkadaşım Arkeolog Altan Türe’de ekibin içinde olunca başarıyı yakalamak hiçte zor olmadı bizim için.

Yeni kavramları ve yeni kurumları seviyorum dedim ya, yeni kurumlardan birisi Kalkınma Ajansları diğeri de TKDK’dır.  Yeni kavram da projeciliktir. Sürdürülebilirliktir. Yeni Kurumlarla birlikte proje kavramı da anlam ve önem kazanarak öne çıktı.

Ulusal kalkınmanın yerelden güçlendirilmesi, bölgesel potansiyellerin yerelde yoğunlaşan çalışmalarla harekete geçirilmesi, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılmasını hedefleyen Zafer Kalkınma Ajanslarının desteklenmesi kaynaklarının çoğaltılması ve daha da etkinleştirilmesi gerekiyor.

Edindiğimiz bilgilere göre, T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa ve Uşak illerimizi kapsayan bölgede hizmet vermek üzere 14.7.2009 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuştur. Ajansın Genel Sekreterliği Kütahya ilimizdedir. Afyonkarahisar, Manisa ve Uşak illerimizde Genel Sekreterliğe bağlı Yatırım Destek Ofisleri hizmet vermektedir.

İlk yazımda da değinmiştim. Bir kez daha yinelemek istiyorum. Zafer Kalkınma Ajansını üstlendiği görevler şöyle:  "Bölgesel kalkınmayı ilgilendiren konularda, kamu, özel kesim, sivil toplum temsilcileri ve bilim insanları arasında iletişim ve işbirliğini geliştirmek, bu aktörlerin çalışmaları arasında bağlar oluşturmak suretiyle kalkınma bilincini ve ivmesini arttırmak, bölgesel kalkınma konusunda koordinatör ve katalizör bir rol üstlenmek.  Bölgenin kaynak ve olanaklarını tespit etmeye, iktisadi ve toplumsal gelişmeyi hızlandırmaya, rekabet gücünü arttırmaya ve potansiyel gelişim alanlarını ön plana çıkarmaya yönelik araştırmalar yapmak. Bölgede yerli ve yabancı yatırımların stratejik ve planlı şekilde arttırılması yönünde tanıtım ve rehberlik hizmetlerinde bulunmak." şeklinde uzayıp gidiyor. Sayılanlar yaptıklarının bir bölümü sadece. Bence en önemlisi toplumda proje anlayışının yaygınlaşmasını sağlamasıdır.

Zafer Kalkınma Ajansını tanıyın, çağrılarına kulak verin. Adresi www.zafer.org.tr olan Web sitesini izleyin. Yolunuz düşerse Zafer Kalkınma Ajansının Bülent Koşmaz Hizmet Binasında bulunan bürosuna uğrayın, bakarsınız sizde bir proje yaparsınız, projeniz beğenilir ve kalkınmaya katkıda bulunmuş olursunuz. Zafer Kalkınma Ajansı gibi kuruluşlara her zaman ihtiyacımız olacaktır. Bu kuruluşlar kalkınmanın motorlarıdır. İyi ki, Zafer Kalkınma Ajansı var. İyi ki TKDK var. İyi ki, Valiliğimizde ve Kaymakamlıklarda proje ofisleri ve bu afislerde çalışkan projeci ekipler var. Yapılması gereken bu elemanlara sahip çıkmak ve çoğaltmaktır…

 


 



23 Eylül 2020 Çarşamba

EĞİTİM ŞART

22 Eylül 2020 Salı günü gazeteci arkadaşlarımızla birlikte Bahçeşehir Koleji’ni gezme ve yöneticilerini dinleme olanağı buldum. Keşke dedim kendi kendime devlet okulları da bu kadar güzel olsa…

Eğitim denilince benim aklıma, bizim ürettiğimiz ve bizim kapattığımız Köy Enstitüleri gelir. Bahçeşehir Kolejindeki Fen, Teknoloji ve Anadolu Liselerini görünce de aklıma ilk gelen Köy Enstitüleri geldi. Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı birçok atölye olurdu. Öğrenciler o atölyelerde çalışırlardı. Köy Enstitülerini düşünmemin nedeni, Bahçeşehir Kolejinde de, yapay zeka, yazılım, model uçak-drone, inovasyon, CNC, robotik, gibi atölyelerin bulunuyor olmasıydı. Felsefe, arkeoloji, tiyatro, film, fotoğrafçılık ve müzik çalışmaları için geniş ve güzel döşenmiş mekânların bulunuyor olmasıydı.

Bahçeşehir Koleji’ni görmem bu yazıyı yazmama neden oldu.

Bugün, dünyaya biraz yukarılardan uzayın derinliklerinden bakayım istedim. Yukarıdan baktığımda, bir yanda, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, diğer yanda da gerilerde kalmış ülkeleri görüyorum. Aralındaki en büyük fark, birinci grupta olanların sorunlarını çözüyor, geleceğini planlıyor olması, diğer grupta olanların, sorunlarını çözmek bir yana, sorunlarının giderek kartopu gibi yuvarlandıkça büyümekte olduğudur.  Gelişmekte olan ülkelerle, geri kalmış ülkeler arasındaki mesafe giderek açılıyor. Sorun daha karmaşık ve içinden çıkılmaz duruma geliyor.

 

Yaşanılan sorunların bir tek nedeni var: Eğitim. Gelişmiş ülkelerde, eğitimin amacı, soran sorgulayan, araştıran, sürekli öğrenen nesiller yetiştirmek olurken, geri kalmış ülkelerin tümünde, ezbere dayanan eğitim sisteminin olduğunu görüyoruz. Ezbere dayanan eğitimde koşulsuz kabullenme vardır.  Gelişmek istiyorsak eğitim şart. Verilecek eğitimle, soran sorgulayan araştıran, yaşam boyu öğrenen, okuyan yurttaşlar yetiştirmek şart. Ezberci eğitimden mucitlerin çıkmadığını adımızı bildiğimiz gibi biliyoruz. Geri kalmış ülkelerin ortak özelliği, eğitim sistemlerinin ezberci eğitim olmasıdır. Koşulsuz, kuşku duymadan kabullenme istenir.  Akıl yürütmeye yer bırakılmaz.  Ak denilene inanacaksın. Ertesi gün aynı şeye kara denilirse, sorgulamadan ona da inanacaksın. Karar veren ne demişse doğru olan odur diyeceksin ve koşulsuz itaat edeceksin, istenilen budur. Öğretilen bilginin doğruluğundan kuşku yoksa koşulsuz kabullenme varsa o ezberdir. Ezberleyen kişi bakış açısını değiştiremez. Analiz ve sentez yapma, yeni öğrendikleri ile eski bildikleri arasında ilişki kurma yetenekleri yoktur. Yeni bilgiler edinme yetenekleri yok olmuştur. Sorun çözme kapasiteleri yoktur. Sorunlarını çözemeyen toplumlar, sorun çözen toplumlar tarafından istismar edilir, sömürülür ve yönetilir. Emperyalist ABD’ye ve sömürdüğü ülkelere bakın bunun böyle olduğu açıkça görülür.

 

Toplumsal sorunlar, tek bir aklın çözme kapasitesinin dışındadır. Tek bir aklın bırakın çözmeyi sorunu anlaması bile mümkün değildir. O nedenle ortak akıldan söz edilir. O nedenle ortak akıl etkin olsun istenir. Ortak akıl özgür bir ortamda gelişir. İhtiyaç duyulan akıl, uzlaşmayı, ayrışmayı değil, birleşmeyi hedef alan akıldır.

 

Gelişmiş ülkeler için “akıl toplumu” deyimi kullanılır. Bu ülkelerde birisi çıkıp, “peşimden gelin, bana güvenin” dese, peşinden kimse gitmeyeceği gibi, “aklını üşütmüş” derler.  Bu ülkelerde, önemli kararlar, önemine yaraşır şekilde ortaklaşa alınır. Tartışmalar karar alınırken yapılır ve alınan kararlara tartışmasız uyulur.

 

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” sözü hiç unutulmamalı. Atatürk, “benim söylediklerimin bilimle çeliştiğini görürseniz, söylediklerime değil, bilime inanın” diyor. Atatürk bir ulusun yaşamında eğitimin önemini belki de en iyi anlamış, anlatmış devlet kurucusu ve Cumhurbaşkanıdır.

 

Hayatının en son anına kadar ülkesine hizmet etmiş olan bu büyük insan; “akıl ve ilmin rehberliğini kabul edin” diyor. “Yoksulluk ve sefaleti yenmek için, önce cehaleti yenmek gerekir.” diyor.  Cehaleti yenmek için, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak için eğitim şart.

 


 

4 Eylül 2020 Cuma

MANİSA'NIN KURTULUŞU

Milli bayramlarımızı ve kurtuluş günlerimizi giderek azalan değil giderek artan bir coşkuyla kutlamalıyız. Bugün 8 Eylül Manisa’mızın kurtuluşunu kutlayacağız.

8 Eylül Manisa’nın kurtuluşu için köşe yazısını yazmaya başlamadan önce, kitapları yeniden karıştırayım dedim. Kurtuluştan önce işgali araştırdım önce. Göğsümü kabartan kahramanlık öyküleri çıkmadı bu aramadan. Konunun derinliğine indikçe canımın sıkılması artmaya başladı. Manisa'nın işgali, insanın yüreğini burkan bir öyküdür.  Güzel bir kenti, bir tek kurşun atmadan, düşmana teslim ediyorsunuz. İçinizden çıkan hainleri görüyorsunuz. İşgali anımsamak insan öfkelendirmekten başka bir işe yaramıyor. Ancak gerçekleri bilmeli, kahramanları hainlerden ayırmalıyız.

Manisa'nın kurtuluş deyince 8 Eylül 1922'de Mustafa Kemal'in askerlerinin Manisa'yı kurtarması ve Spil Dağı’na sığınan Manisalı hemşerilerimin akın akın Manisa'ya dönmesi canlanıyor gözlerimin önünde. İşgali araştırırsanız, sonradan Hüsnüyadis adını alacak olan Manisa Mutasarrafı  (valisi) Giritli Hüsnü adıyla karşılaşırsınız. Halkın direnişini kıran, düşmanı törenle karşılayan hain Hüsnüyadis. Hüsnüyadis'i yazamazdım, kurtuluş gününde. Manisa bir avuç Yunanlı tarafından yakılırken karşı çıkmayanları yazamazdım. Yunana karşı direnmek isteyen Parti Pehlivan'a destek olmak söyle dursun, engel olanları yazamazdım. Bu hain Hüsnüyadis var ya, bu Manisa'yı düşmana bir kurşun bile attırmadan teslim eden Hüsnüyadis, araştırdıkça, okudukça öfkemi kabarttıkça, keşke yeni Hüsnüyadisler olmasa diye düşündüm sadece.

Müftü Alim Efendi adını ve anısını yaşatmak için, çalışmalar yapmalıyız.  Parti Pehlivan ve diğer kurtuluş kahramanlarımız için de yapılmalı aynı çalışmalar. Anıtlarını yapabiliriz. Bir caddeye, bir parka ya da bir binaya adlarını verebiliriz. Filmlerinin yapılması için çalışabiliriz.   

8 Eylül'de Manisa, 9 Eylül'de İzmir kurtarılarak, Cumhuriyetin yolu açıldı. Onun için, Atatürk ve Kuvay-i Milliye Anıtının bulunduğu noktaya Cumhuriyet Kapısı adını vermiştik. Ancak kimsenin bu adı kullandığı yok.  Cumhuriyet Kapısı adı öne çıkarılmalı ve kullanılmalı. Cumhuriyet Kapısı kentimizin dört kapısından ilk yapılanı oldu.  Fatih Kapısı, Bereket Kapısı ve Uygarlık Kapıları yapıldığında kentimizin tarihi kimliği daha çarpıcı biçimde çıkacaktır ortaya.

Geçmişine sahip çıkmayan ülkeler geleceğini kuramazlar. Bizi birbirimize bağlayan ortak değerlerimizin başında bayrağımız ve cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk vardır. Gün ayrıldığımız noktaları öne çıkarma günü değil, gün birleştiğimiz noktaları öne çıkarma birlik ve bütünlüğümüzü güçlendirme ve ülkemizi savunma günüdür. Bizi ayrıştıran ne varsa uzak duracağız. Bizi birleştiren ortak değerlerimizi öne çıkaracağız.

30 Ağustos 1922’de tarihe altın harflerle yazılan büyük zaferin ardından, Mustafa Kemal “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri.” komutunu verir. Ordularımız işgal edilen köyleri kasabaları kurtara kurtara Ege’ye yöneldiler. 8 Eylül’de Manisa, 9 Eylül’de İzmir kurtarıldı. Ve Cumhuriyete giden yol açılmış oldu. Kurtuluş günlerini biz unutmadığımız gibi, bu ülkeye düşmanlık düşünenlerde nasıl denize döküldüklerini heveslerinin kursaklarında kaldığını unutmasınlar. Biz kurduğumuzu cumhuriyeti de, ülkemizi de korumayı biliriz. Bilmeyenler şanlı geçmişimize ve kazandığımız zaferlere baksınlar.

8 Eylül Kurtuluş Günümüz kutlu olsun… 

 

 


 

 

30 Ağustos 2020 Pazar

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI

Karabulutlar kaplamış gökyüzünü 

Kırılmış kolumuz kanadımız

Silahlarımız alınmış ellerimizden

Ordularımız dağıtılmış.

İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi

Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan,  Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.

Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.

Başkomutan Mustafa Kemal’in,  30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı.  Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar.  Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;  
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. 
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. 
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır. 
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum. 
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. 
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal 
75 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlamak büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. 




30 Mayıs 2020 Cumartesi

MANİSA TARZANI

31 Mayıs 5 Haziran Manisa Tarzanı’nı Anma ve Çevre Günleri anladığım kadarıyla bu yılda önemine yaraşır bir özenle düzenlenemeyecek. Belki Manisa Tarzanı’nın mezarına gidenler olabilir ancak başka etkinlikler olmayacak gibi. Gerekçemiz var: Koronavirüs nedeniyle yaşanılan sıkıntılar, okulların kapalı olması gibi nedenler öne sürülebilir. Geçtiğimiz beş altı yıldır, Manisa Tarzanı’nı Anma ve Çevre Günleri etkinlikleri 90’lı yıllarda yaptığımız etkinlikler gibi geniş katılımlı ve etkili şekilde yapılmıyor. . Çevresini en güzel yeşillendiren okullara ödüller verilirdi. Her yılı yılın tarzanı seçilirdi. Bir önceki yılın tarzanı yeni yılın Tarzanına Tarzanlığı törenle devrederdi.  Manisa Tarzanı’nın Mektubu okunurdu. Manisa Tarzanı filmi izlenirdi. Sunumlar yapılırdı. Ağaçlandırma çalışmaları yapılırdı. Okullarda Manisa Tarzanı, ağaç ve doğa sevgisi anlatılırdı. Çevire bilincinin gelişmesi için çalışmalar yapılırdı. Doğa yürüyüşleri düzenlenirdi.  Yıllar geçtikçe bunlar yapılamaz oldu. Marifet göstermesi gerekenler mazeret üretmeye başladılar. Hikayesini Şükran Farımaz’ın yazdığı, Resimlerini Yakup Hayrioğlu’nun çizdiği “Ayşe Manisa Tarzanı’nı Tanıyor” adlı kitap bastırılıp okullara dağıtılmıştı.  Manisa Tarzanı Fotoğrafları Sergileri açılırdı.
Manisa Tarzanı için düzenlenen tüm etkinliklerin mutfağında olurdum. Hazırlık çalışmalarına katılırdım. Herkes tarzanı çok iyi biçimde öğrenmiş olmalı ki, çağırmıyorlar artık.
Manisa Tarzanı Filmi, tevazu göstermeme hiç gerek yok ben olmasaydım çevrilmezdi.  Film için teşekkür edenlerin tümü Manisa dışındandı. Teşekkür eden az oldu ama kıskananlar çoktu. İlk Manisa Tarzanı heykelini, Barış Alanına yapmıştık. Açılışına dönemin Çevre Bakanı Sayın Rıza Akçalı yapmıştı. Dönemin Valisi, Belediye Başkanı başta olmak üzere Manisa Protokolü ve Manisalılar katılmıştı açılış törenine. Daha sonra da Manisa Tarzanı anıtları yapmayı sürdürdük.
2021 Yılında, 31 Mayıs – 5 Haziran Manisa Tarzanı Anma ve Çevre Günleri için çalışmalara hemen başlayacağız. Obasya’da düzenleyeceğimiz bir parka Manisa Tarzanı Anıtı yapacağız. Etkinlikler düzenleyeceğiz. Düzenlenen etkinliklere doğa sevgisinin, çevre bilincinin gelişmesine katkıda bulunacağız. Manisa Tarzanı’nı unutturmayacağız. Adınız ve Anısını hep yaşatacağız. Şu iyi bilinmeli Tarzanı unutmayız ama unutanları kolay unuturuz. Sevgi defterinden sileriz gider.
Manisa Tarzanı denilince akla hemen, Yeşil Manisa, Manisa denilince de büyük çevreci, ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı geliyor; daha çok gelmeli. Manisa adı hep Tarzan’la birlikte anılıyor; daha çok anılmalı.  Manisa Tarzanı daha çok konuşulmalı.
Kime Tarzan dediğimizi, Tarzan için yaptığımız ve sürekli olarak yinelediğimiz bir tanımı aktarmak istiyorum: Herkesin yapması gereken bir işi, “kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin es geçtiğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin tarzanıdır. Es geçileni iş edinen kişiye TARZAN diyoruz. Herkesin ağaç dikmeyi es geçtiği günlerde Manisa Tarzanı’nın yeşillendirmeyi iş edindiği için adı ve anısı yaşıyor şimdi.
Ağaç kesenimiz, ağaç dikenimizden fazla değil mi? Diktiğimizden daha fazlasını yakmıyor muyuz? Çevreyi acımasızca kirletmiyor muyuz? Nehirlerin, denizlerin kirlenmesine göz yummuyor muyuz? O nedenle yeni Tarzanlara bugün dünden daha çok gereksinmemiz var. Tarzanlar ortaya çıktığında, o insanların da adı ve anısı bizim Manisa Tarzanı’nın adını ve anısını yaşattığımız gibi yaşatılacaktır.
Yorgun ve yılgın insanların arasından çılgınların çıkıp “ben tarzanım” demeleri ve mazeret üretmeden es geçileni iş edinmeleri toplumun ilgisini çekecek ve desteğini alacaktır. Özbeöz Türk olan ve Manisa Tarzanı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzanı geldiği Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzanı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı, Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzanı’nın nerede ne zaman doğduğundan, nereden geldiğinden çok, neler yaptığı ve Manisa Tarzanı olduktan sonraki yaşamı ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşına katılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında, göğsünde Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da Manisa Tarzanı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.
Nerede ne zaman doğduysa doğdu
O Manisa’da Manisa Tarzanı oldu
Önemli olanda işte bu.

Manisa Tarzanı’nı 1958 yılında gördüm. O, siyah şortu, şortu gibi kararmış yanık derisi, uzamış sakalları ve elinde ağaçları budadığı testeresi ile bulanık bir görüntü olarak kalmış belleğimde. Yeni Manisa’daki Barış Alanı’na 1993 yılında elindeki testiden su döker biçiminde anıtını yapmaya karar verdiğimizde henüz daha konutların temelleri yeni atılmıştı. Yeni Manisa’da konutlardan önce anıtların yapımına Manisa Tarzanı anıtı ile başladık. Manisa Tarzanı’nın testisinden dökülen su, Barış Alanı’na hayat veriyor. Anıt yapıldığında diktiğimiz çınarın altında şimdi Manisa Tarzanı üzerine söyleşiler yapılıyor. Manisa Tarzanı üzerine yaptığım araştırma, bizde yaşamının filme alınması isteğini de uyandırdı. Yaptığımız ses ve görüntü kayıtlarını her gözden geçirdiğimizde, Manisa Tarzanı’nın yaşamı mutlaka filme alınmalı diyorduk. Nitekim, Film yapımcısı Cengiz Ergun’u aradığımda, anlattıklarımız onun da ilgisini çekti. Çektiğimiz görüntü ve ses kayıtlarını toplayıp, İstanbul’un yolunu tuttum. Anlattıklarımın ilginç bulunduğunu gördükçe, filminin yapılacağına ilişkin umudum güçlenmeye başladı. Tarzan’ı tanıyanlarla yaptığım söyleşileri, çektiğim görüntüleri, derlediğim yaşam öyküsünü İstanbul’da bırakıp Manisa’ya döndüm. Arada bir, Cengiz Ergun’a filme ilişkin gelişme var mı diye soruyordum. Sonunda beklediğimiz haber geldi. Yazdıklarımızı ve kaydettiğimiz görüntüleri izleyen Film Yönetmeni Orhan Oğuz ve Senarist Nuray Oğuz, olumlu görüş bildirip, çalışmaya başladılar. Nuray Oğuz’la senaryo üzerine günlerce haftalarca süren çalışmalar yaptık. Filmin çekilebileceği alanları birlikte dolaştık. Daha sonra ödül de alan güzel bir senaryo ve güzel bir film çıktı ortaya. Film daha geniş bir bütçe ile çekilebilseydi, tasarladıklarımızın tümü yapılabilseydi, daha güzel bir film olacaktı mutlaka ama istenilen para bulunamadı. İstenilen paranın bulunamaması, filmin istenilen sürede bitirilememesi Senarist Nuray Oğuz’u o kadar üzdü ki, onun sevgi dolu yüreği bu acıya daha fazla dayanamadı. Nuray Oğuz, senaryosunu yazdığı Manisa Tarzanı filmini izleyemeden aramızdan ayrıldı. Şimdi, Manisa Tarzanı’nın ilginç yaşam öyküsünden dizi yapılması geçiyor gönlümüzden. Niye olmasın diyorum kendi kendime. Birilerinin “Manisa Tarzanı’nın yaşam öyküsünden dizi yapalım” demesini bekliyoruz. Bir bahçıvan yamağının Manisa Tarzanı olarak ünlenmesi kolay iş değil.
Yaptıkları Manisa Tarzanı’nın zeki bir insan olduğunu gösteriyor. Bir bahçıvan yamağının istediği zaman, belediye başkanına, valiye, yaptığı işle ilgili kişi ve kurumlara ulaşmasının kolay olmayacağını biliyor. Bunun için önce, uzun saçları ve siyah şortu ile bir imaj yaratıyor. Yarattığı imajla ilgi çekiyor, ilgi giderek desteğe dönüşüyor. Halkın desteğini alınca da bütün kapılar Manisa Tarzanı’na ardına kadar açılıyor. Topluma hizmet etmeyi düşünenlerin Tarzan’ın yaşamından alacağı derslerin olduğunu düşünüyorum. Dizisi çekilsin deyişim bundan. Hayal ürünü kahramanların gerçek üstü yaşamları yerine gerçek bir yaşam öyküsünün halkın ilgisini de çekeceğini söyleyebiliriz. Dilerim birileri çıkar da Manisa Tarzanı’nın yaşam öyküsünün dizi yapılması için kolları sıvar. Böyle bir girişime Manisalıların ve çevre dostlarının destek vereceğini düşünüyorum…
Biz Manisalı Tarzan dostları olarak, tarzanın adının ve anısının yaşatılması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Yılın Tarzanı’nı belirlemek çini toplantılar düzenliyorduk,  getirilen önerilerin içinden Manisa Tarzanı’nı belirliyorduk. Kimse kalkıp, yılın Manisa Tarzanı Mustafa Pala olsun demiyordu. Olsa önerilenlerin hiç birisi Manisa Tarzanı’na benim kadar emek veren kişiler değildi. Kendimi, olsun ben yılın değil, yılların Manisa Tarzanıyım diyerek teselli ediyordum. Biz Manisalılar olarak, teşekkür ve ödüllendirme özürlüyüz biraz. Hak edenleri alkışlamak yerine eleştiriyoruz.
Olsun be, sağılığında da Manisa Tarzanını eleştirenler, deli diyenler çok olmuş. Bakın biz şimdi anıtlarını yapıyor filmlerini çekiyor, şiirler, kitaplar yazıyoruz Manisa Tarzanı için. İnsanlara yaşarken değil, ölünce değer veriyoruz. İnsanları yaşarken ödüllendirmeyi, alkışlamayı öğrenelim beyler. Bu kentin görkemli çınarlar gibi ayakta duran insanlarına sahip çıkalım…
2021 yılında, Manisa Tarzanı’nın anıtının açılışı ve Manisa Tarzanı etkinlikleri için, Obasya’da buluşalım. Bu yıl düzenleyemediğimiz etkinlikleri gelecek yıl düzenleyelim.




20 Mayıs 2020 Çarşamba

RAMAZAN BAYRAMI

75 yıllık hayatımda bayram ziyaretleri yapamadığım, kimsenin bayram kutlamasına gelmediği evden çıkamadığım tek bayram bu bayram oluyor. Bayram ziyaretine gelenler, şeker almak için kapımızı çalan çocuklar olmayacak bu bayram.
İnsanlardan uzak duracağız, insanlıktan değil diyerek, telefona sarılacağız hemen, görüntülü konuşmalar kutlamalar yapacağız. Karşılıklı olarak tatlı yiyemeyeceğiz ama tatlı tatlı konuşacağız.
Kentler büyüdükçe yalnızlıklar da büyüdü. Büyük kent büyük yalnızlık getirdi. Üstüne üstlük bir de korona belası musallat oldu insanoğlunun başına bu bayramda.  
Bayramda size gelen olmayacağına göre fırsatı değerlendirerek siz kendinize gelin. İnsanın kendine gelmesi, kendi olması çok önemli değil mi? Hep kendimiz olsak, gerektiğinde hızla kendimize gelmeyi becersek, daha mutlu oluruz. Bayramlar dargınların barışma günü olmalı. “O gelsin benden özür dilesin” gibi, düşüncelere kapılmadan, barışmak için adımlar atılmalı. Bunu önce politikacılar yapmalı.
Benim çocukluk yıllarımda bayramlar çok farklıydı. İnsanlar en güzel giysilerini giyip bayram gezmesine çıkardı... İçtenlik vardı, sıcaklık vardı. Diz dize oturup, göz göze sohbetler yerine, saatlerce telefonlarla karşılıklı görüşme, yazışma yapacağız.
Ev ziyaretlerine gidip “internet var mı, piriz nerde, şifreniz neydi?” diye soruluyor sormayacağız bu bayramda. Bu satırların yazarı olarak ben de sosyal medya bağımlısıyım. Telefon elimden düşmüyor. Beş dakikada bir elim otomatik olarak telefona gidiyor. Akıllı telefonlar da ayrı bir bağımlılık türü yarattı birçoğumuzda.
Ben bayram gezmelerini özlüyorum. Çok tatlı yemek, çok kahve içmek zorunda kalırdık ama birçok dostumuzla da yüz yüze görüşme olanağı bulmuş olurduk…
Her ramazanda yazısında olduğu gibi, bu bayramda da iki küçük fıkra paylaşayım sizinle:
Adamın biri, Bektaşi'ye sormuş:  "Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman yüzümü ne tarafa döneyim"  Bektaşi:  "Elbiselerini çıkardığın tarafa dön ki çalmasınlar!" demiş.
Bir de çocuk fıkrası anlatayım:  Adamın biri yolda sevimli bir çocuk görür ve çocuğa:  “Senin adın ne” diye sorar. Çocuk tam söyleyeceği sırada:  “Dur ben tahmin edeyim” diyerek sözünü keser, “ama ipucu olarak adının baş harfini söyler misin” der çocuğa. Çocuk:  “adımın baş harfi “Y” “der. Adam başlar saymaya...  Yasin, Çocuk hayır anlamına başını sallar.  Yusuf.  Çocuk yine başını sallar.  Adam (Y) harfi ile başlayan tüm isimleri sıralar. Çocuk hep hayır anlamına başını sallamaktadır.  Adam sinirlenir, kız isimlerini de saymaya başlar; çocuk yine başını sallar. Adam sonunda: “Bilemedim. Ne len senin ismin” der.  Çocuk cevap verir: Yamazan.
Yamazan bayramınız kutlu olsun…



14 Mayıs 2020 Perşembe

19 MAYIS

Kontrollü Sosyal Hayat içinde 19 Mayıs Bayramımızı nasıl kutlayacağımız konusunda bu yazıyı yazmakta olduğum ana kadar herhangi bir açıklama yapılmadı. Facebook sayfamda, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nın 23 Nisan Bayramı gibi balkonlardan coşkuyla ve geniş katılımla yapılması kutlanması, evlere Nutuk dağıtılması için yaptığım paylaşım 40 bin kişiye ulaştı. Yaptığım basın açıklaması yerel basında ve televizyonda yer alırken ulusal basında yer bulamadı. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımızı nasıl kutlayacağımız konusunda yetkililerden benim beklediğim şekilde bir açıklama gelmedi ve Nutuk dağıtan da olmadı.
19 Mayıs Bayramımızı da 23 Nisan Bayramı gibi evlerimizden balkonlarımızdan coşkuyla kutlayalım. Milli Bayramlarımız vazgeçilmezlerimizdir bizim. Her türlü koşul altında, Atatürk’ü anlamalı ve anmalıyız. Milli Bayramlarımızı önemine yaraşır bir özenle ve coşkuyla kutlamalıyız.
31 Mayıs’ta okullarımız kapalı olacak. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’mızı da 23 Nisan’ı nasıl balkonlarımızdan coşkuyla kutlamışsak aynı biçimde aynı coşkuyla kutlamalıyız. Balkonlarımızı yine bayraklarla süslemeliyiz. Evlerimizde Nutuk varsa yeniden okumalıyız. Özelikle Atamızın Ey Türk Gençliği diye başlayan hitabesini hem okumalı hem de gençlerimize çocuklarımıza okutmalıyız.
23 Nisan için, 5 Nisan’da balkonlarımızdan kutlayalım şeklinde yaptığımız çağırının ardından iki gün sonra TBMM Başkanı ve Milli Eğitim Bakanından ayrı ayrı açıklamalar yapılmıştı. Ancak 19 Mayıs için beklenen açıklama yapılmadı nedense. 19 Mayıs ne unutulur ne de unutturulur. 19 Mayıs Kontrollü Sosyal Hayat içinde de mutlaka kutlanacaktır.
Sokağa çıkma yasağı olmasaydı, milyonlar yine Anıt tepeye akardı. Anıt tepeye gidemiyoruz ama balkonlarımızdan 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramında Atamızı giderek artan minnetle sevgiyle ve özlemle anacağız yine. Yine gazetelerimizin manşetinde Atatürk ve kurduğu cumhuriyeti emanet ettiği gençlik olacak.
83 milyon Atatürk'ü anlıyor ve anıyorsa, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak ülkemiz için sorun olmayacaktır. Ulus olarak "Biz seni unutmak için sevmedik" diyorsak ve unutmuyorsak, milyonlar Anıttepe'de toplanıyorsa yüreğimizde hep yaşıyorsun hep yaşayacaksın demektir.  Gerçekten öyle biz Atamızı unutmak için sevmedik. O'nun asaletini zarafetini ve bilgeliğini özlüyoruz. Dünya'da hiç bir toplum Atatürk gibi bir öndere sahip olamamıştır. Hiç bir toplum da önderini, bizim Atatürk'ü sevdiğimiz kadar sevmemiş ve ölümsüzleştirememiştir. Atatürk karşıtları Atatürk döneminde de vardı, şimdi de var, yarın da olacaktır. Ama bu karşıtlar, gönüllerimizdeki Atatürk sevgisini bitirmek şöyle dursun daha da pekiştirecektir. Atatürk'e dün olduğundan daha fazla sarılmalıyız. O’nu hem anlamalı hem de anmalıyız.
19 Mayıs akşamı balkonlarımızdan saat 19.19 da yine İstiklal Marşımızı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okumalıyız…
Hepimize düşen en büyük görev; Atatürk’ü anlamaktır. Cumhuriyet’in değerlerini her koşulda korumak, Atatürkçü düşünceyi içselleştirmektir. Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşımaktır. Ülkemiz Atamızın hedef olarak gösterdiği bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyerek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacak ve aşacaktır.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun. Yüreklerimiz Atatürk sevgisiyle dolsun.




2 Mayıs 2020 Cumartesi

AZİZ NESİN DAYIOĞLU VE BEN

Bir sonbahar akşamında, Aziz Nesin, Hesna - Ertuğrul Dayıoğlu çifti, Prof. Dr. Cevat Geray ve ben Mustafa Pala, Antalya’da bir otelde bir masanın çevresinde bir araya geldik.
Kısaltılmış adı Türkkent olan Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birliği’nin yönetim kurulu üyeliğini yaptığım 90’lı yıllarda, Tüm Konut Yapı Kooperatiflerinden temsilcilerin katıldığı üç gün süren Antalya çevresindeki otellerde sezon henüz başlamadan ya da biterken ilkbahar ve sonbahar semineri yapardık. Seminerlerimize bilim adamları, politikacılar yazarlar katılır tebliğler sunarlardı. Açılış oturumuna, siyasi parti yöneticileri ve bakan düzeyinde katılımlar da olurdu.
Seminerlere genellikle rahmetli M. Ertuğrul Dayıoğlu ile katılırdık. Hesna Dayıoğlu kocasını hiç yalnız bırakmazdı. Seminerlerde bir geceyi Dayıoğlu ile ikimize ayırırlardı. Dayıoğlu ile birlikte ilgiyle izlenen söyleşiler yapardık sahnede. Her yıl Dayıoğlu ve bana özel çağrı yapılırdı katılmamız için.
Seminerlerimizin birisine konuşmacı olarak Rahmetli Aziz Nesin’de katılmışlardı. Aziz Nesin’le Dayıoğlu’nun yan yana geldiğini düşünün. Çok keyifli söyleşilerimiz oldu. Bir akşam, Aziz Nesin, Prof. Dr. Cevat Geray Ertuğrul Dayıoğlu eşi Hesna hanım ve ben aynı masa çevresinde buluştuk. Laf lafı açıyordu oradan buradan konuşuyorduk. Konuşmanın ilerleyen bir yerinde rahmetli Cevat Geray “ben yarın oturum başkanlığı yapacağım biraz çalışmam gerek” diyerek yanımızdan ayrıldı. Daha sonra da Hesna Hanım izin alıp kalkınca, Aziz Nesin Dayıoğlu ve ben kaldık masada. Üçümüzde konuşmayı seviyoruz. Sözü birimiz bırakıp birimiz alıyoruz. Söz sırası bana geldiğinde bir hikâye anlatayım dedim. Hikâye Aziz Nesin’in çok hoşuna gitti. “Bunu mutlaka yazmalıyım” dedi. Aziz Nesin’in hoşuna giden hikayeyi sizlerle de paylaşmak istiyorum:
Anadolu’da bir köy, köy olunca ağası da olur mutlaka. Bu köyün ağasıda diğer köylerin ağasından pek farklı değil. Zalim mi zalim, kötü mü kötü, yapmadığı kötülük kalmazmış köylülere. Önce borç verir sonra tarlalarını alırmış köylülerin elinden. Köylünün kadınlarına kızlarına sulanırmış. Karın tokluğuna çalıştırırmış hepsini. Ağaya kızarlarmış ama çok korktuklarından ne derlerse yaparlarmış. Ağanın terbiyesi gibi ağzı da bozukmuş. Ağır küfürler edermiş köylülere. Kendisine laf söyleyenleri eşek sudan gelene kadar dövdürürmüş. Gel zaman git zaman ağa yaşlanmış ve hastalanıp yatağa düşmüş. Bütün köylü ölmesini bekler olmuş ağanın.  Ağa bir gün, yanaşmasını çağırıp köyün ileri gelenlerinden beş kişiyi çağır yanıma demiş. Beş kişi hasta yatağında yatan ağanın karşısında dizilmişler. Oturun demiş ağa. Oturmuşlar. “Size çok kötülük yaptım” diye söze başlamış ağa “üzgünüm” demiş. “Vicdan azabı çekiyorum” demiş. Konuştukça konuşmuş ve konuşmasını, “Sizden son bir isteğim var. Bu isteğimi yerine getirirseniz huzur içinde öleceğim” demiş. Köylüler “söyle ağa” demişler. Ağa, “son isteğim, ben ölünce beni çırılçıplak soyacaksınız ve götürüp köyün ortasındaki çınara asıp hepiniz evlerinize gideceksiniz. Ben ancak böyle huzura kavuşurum. Beni astığınızı kimseye söylemeyeceksiniz. Bu konuda söz vereceksiniz ve kurana el basacaksınız.” demiş. Köylüler “tamam” demişler. Kurana el basmışlar. Ve ağanın başında beklemeye başlamışlar. Ağa gece yarısında son nefesini vermiş. Köylüler verdikleri söze uygun olarak ağayı soymuşlar, götürüp köyün ortasındaki çınar ağacına asıp evlerine çekilmişler. Sabahleyin uyanan köylüler ağayı çınar ağacına çırılçıplak asılı görünce hemen jandarmaya haber ulaştırmışlar. Jandarma köylüleri köy meydanında toplayıp, ağayı kim astı diye sormaya başlamış. Kimse söylemiyor “bilmiyoruz” diyorlarmış. Köylüleri günlerce dayaktan geçirmişler ve hala ağayı kimin astığını öğrenmek için köylüleri dövmeye devam ediyorlarmış.
Anlattığım hikaye bu kadar. Aziz Nesin’in çok hoşuna gitti “bunu mutlaka yazmalıyım” dedi. Yazıp yazmadığını bilmiyorum. Aziz Nesin 6 Temmuz 1995, Dayıoğlu 29 Şubat 2016 ve Cevat Geray 23 Temmuz 2018 tarihlerinde aramızdan ayrıldılar. Kendilerine tanrıdan rahmet diliyorum. Adları ve anıları yüreğimizde yaşıyor. Kulakları çınlasın ömrü uzun olsun. Türkkent’in seminerlerinin tanıklarından Hesna Dayıoğlu var arımızda. Ertuğrul Dayıoğlu’nun anılarını, yaşam öyküsünü kim kaleme alır bilemiyorum. Ancak Dayıoğlu’nun yaşam öyküsü mutlaka yazılmalı. Eşi, oğulları, kızı ve kardeşi Çetin Dayıoğlu’nun anlatacaklarından Dayıoğlu’nun yazdıklarından, dostlarından hayatta olanların anlatacaklarından çok güzel bir kitap ortaya çıkabilir. Dayıoğlu kendisi için yazılacak kitabın arının “Bir taşra politikacısının yaşamından anekdotlar” olmasını isterdi. 
Koronavirüs nedeniyle evde kapanıp kalınca anılar geçti gözlerimin önünden. Paylaşmak güzeldir diyerek yazıp paylaştım. Hepinize sağlıklı günler diliyorum. Yaşadığımız bu zor günlerde bazen anılara tutunmak gerekiyor.



20 Nisan 2020 Pazartesi

23 NİSAN

Bu yıl 23 Nisan Bayramını Koronavirüs salgını nedeniyle balkonlarımızdan kutlayacağız. 5 Nisan 2020 tarihinde Facebook sayfamda 23 Nisan Bayramını evlerimizin balkonlarından kutlayalım şeklinde yaptığım çağrının 15 gün içinde 60 bin kişiye ulaşması nedeniyle kendi çapımda bir rekora imza atmış oldum.
Hem 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız hem de Atamızı özlemle ve rahmetle anacağız. Atatürk; çocuklarımıza verdiği değeri, 23 Nisan’ı bayram ilan ederek, gençlerimize verdiği değeri de “Ey Türk Gençliği”  şeklinde başlayan söyleviyle ve 19 Mayıs’ı bayram ilan etmesiyle göstermiştir.
Tarihimizin gurur dolu sayfalarının yeni kuşaklarca öğrenilmesi ve Türk Devleti’nin devamını emanet edeceğimiz yeni Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle yetişmesi amacıyla 23 Nisan'lar önemlidir. Bu nedenle önemine yaraşır biçimde kutlanmalıdır. Ne Atatürk'ten, ne de kurduğu Cumhuriyet'ten vazgeçeriz bu böyle bilinmelidir. Köhnemiş bir imparatorluktan genç bir Cumhuriyet kurmayı başarmış olan Atatürk tüm çağdaşları unutulmuş gitmişken dünyanın adı ve anısı yaşatılan, sevgisi azalmayan giderek artan, saygı gören tek lideridir. Bunu unutmayalım. Unutturmak isteyenlere kanmayalım.
Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında yurdumuzun İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, İtalyanlar tarafından paylaşıldığını Osmanlı İmparatorluğu'nun "hasta adam" olarak görüldüğünü okuduğumuz tarih kitaplarından biliyoruz.  Padişah ve yandaşları ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmadılar. Mustafa Kemal Paşa Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için İstanbul'dan Samsun'a 19 Mayıs 1919 günü çıktı. Samsun'dan Amasya'ya, oradan Erzurum'a ve Sivas'a gitti. Sivas ve Erzurum'da kongreler topladı. Mustafa Kemal Paşa egemenliğin ulusta olması gerektiğine inanıyordu. Bu inançla “Ulusu yine ulusun gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da Ulusal Egemenliktir.” diyordu. Yurdun dört bir yanından seçilip gelen temsilciler, milletvekilleri Ankara'da 23 Nisan 1920 günü toplandılar. O yıllar ülkemiz yokluk yoksulluk içindeydi. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bir okuldan getirildi. Meclis gaz lambası ile aydınlanıyor, soba ile ısıtılıyordu. Top seslerinin Ankara'da duyulduğu zamanlarda bile meclis düzenli toplandı. Ulusal Kurtuluş Savaşımızla ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. 23 Nisan 1920 ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gündür. Bugün Milli Egemenlik Bayramımızdır. 23 Nisan gibi milli bayramlarımızın önemli bir anlamı daha vardır: Bu bayramlar, birlik ve beraberliğimizi pekiştirdiğimiz, millet olarak tasada ve kıvançta bir olduğumuz günlerdir. Bugün de bizlere bu cennet vatanı, canları ve kanları pahasına emanet eden atalarımızın emanetlerini nasıl daha iyi koruyarak ve geliştirerek, yarınlara taşıyabileceğimizi konuşmalıyız, diye düşünüyorum 23 Nisan'ı çocuklarımıza anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki, gelecek kuşaklar uyanık, kararlı ve bilinçli olabilsinler. Tarihi mirasımızı koruma ve kollama konusundaki ödevlerini yerine getirebilsinler. Bu duygularla, bütün çocuklarımızın 23 Nisan Bayramını yürekten kutluyorum.



 
back to top