Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

9 Kasım 2020 Pazartesi

YOLUNDAYIZ ATAM

Her 10 Kasım’da ve tüm milli bayramlarımızda olduğu gibi, yine Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgiyle saygıyla giderek artan bir özlemle anacağız. Anmakla kalmayıp anlamaya çalışacağız.  Atatürk bizim geçmişe özlemimiz değil aydınlık geleceğimizdir.

 

O’nun gösterdiği yol bilimin aydınlattığı uygarlık yoludur. O büyük insan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bize bilimin aydınlattığı uygarlık yolunu göstermiştir. Bu nedenle “İzindeyiz” yerine “Yolundayız” demeliyiz.  İz biter yol bitmez. Yolundayız Atam.

 

Atatürk’ün okumaya verdiği öneme değinmek istiyorum; Atatürk’ün okumaya önem verdiğini,  yaşamı boyunca yaklaşık 4000 kitap okuduğunu biliyoruz.  Dile kolay 4000 kitap bir yaşama nasıl sığır? Atatürk “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyor.  Atatürk’ün dediği gibi kitap okumalıyız. Gelişmek için okumak şart. Harçlıklarımızın yarısını kitaplara vermeliyiz. Aldığımız kitapları arkadaşlarımızla değişerek daha çok kitap okumalıyız. Atatürk şüphesiz ki yüzyılımızın en büyük devlet adamı en büyük lideridir. Kuşkusuz bu özelliğinin var olmasında askeri kişiliği, devlet adamlığının yanı sıra düşün adamı olmasının da büyük payı vardır. Yaşamı boyunca kitap, Atatürk için vazgeçilmez bir değer, yol gösteren bir varlık olmuştur. O’nun için okumak bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sonunda geniş bir kültür kazanmıştır. Atatürk için kitap, öğrenim yaşamı boyunca her aşamada etkili olmuştur. İlkokul öğrencisi iken kitap okumayı, sokakta oynamaya yeğlemiş, ders kitapları ile yetinmemiş, askeri okulda öğrenimini sürdürürken de yerel dergi ve gazeteleri izlemiş, fen ve matematik konularında yarışmalara grip kazanmıştır. Vatan ve özgürlük kavramlarını işleyen Namık Kemal’in eserlerini, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini okurken, öte yandan da Voltaire, Rousseau, Montesqiue gibi Fransız düşünürlerin eserlerini okumuş ve fikirleri üzerinde tartışmıştır. Fransızca öğrenmiş ve bu dilde, askerlik eğitimi ile ilgili olduğu kadar, siyaset, hukuk ve edebiyat üzerine yazılmış eserleri de okumuştur. Çanakkale Savaşları sırasında, ateş altında bile okumaktan vazgeçmemiştir. Atatürk vatanı düşman istilasından kurtardıktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmek gereğini duymuştur. Artık O, savaş alanlarında kazandığı zaferlerini, kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda yapmayı tasarladığı reformlarla sağlam temellere oturtmak istiyordu. Bunun için de yapacağı devrimler için her türlü fikir ve inanç düzeyindeki delegelerle dolu bir Meclis’in başkanı olarak yeterli bilgi edinmesi gereğine inanıyordu. Bu nedenle de o güne kadar okuyamadığı bazı kitapları yurt dışından getirtiyor, Türkçeye çevirtiyordu. Atatürk’ün hangi konularda, ne çeşit eserler okuduğunu gösteren en güvenli kaynak özel kütüphanesinin kataloğudur. Bu kaynak O’nun düşün ve kültür yaşamının bir göstergesidir. Atatürk’ün özel kütüphanesinin koleksiyonları arasında en geniş yeri tarih kitapları almaktadır.

 

Eğer Atamızın kurduğu Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak istiyorsak, eğitim gerçekten şart. Eğitim içinde Atatürk gibi çok okumak şart. Çok okuyacağız. Okuyanların sayısı çoğaldıkça güçlendiğimizi göreceğiz. Çocuklarımızın okuma alışkanlığı edinmelerini sağlayacağız. Kaldırılan felsefe dersleri yeniden konulmalı. Düşünen soran sorgulayan araştıran, bilgiye ulaşmayı ve paylaşmayı bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Çocuklarınıza ve dostlarınıza vereceğiniz en güzel hediye niye bir NUTUK olmasın. Dostlar gerçekten söylüyorum, Nutuk okumayan kalmasın. Nutuk gençlerimize okullarda ders kitabı olarak okutulsun.  Bizi Atatürk’ten uzaklaşmak değil, Atatürk’ü anlamak onun yolundan gitmek aydınlığa ulaştıracaktır…

 


 

5 Kasım 2020 Perşembe

DEPREMLERLE YAŞAMAK

30 Ekim’de meydana gelen etkileri Ege Bölgemiz’de hissedilen, İzmir’de yıkımlara neden olan 6.9 şiddetinde bir deprem yaşadık. Bu depremde 114 vatandaşınız hayatını kaybetti. Binden fazla insanınız yaralandı 11 bina yıkıldı. Birçok bina depremden zarar gördü, kullanılamaz duruma geldi.

 

Giden canlarla yıkılan binalarla üzüldük, kurtarılanlarla sevindi. İçimizdeki karanlığı, günümüze güneş gibi doğan Elif ve Ayda bebeklerin kurtarılışı aydınlattı.

Bu depremin kahramanları arama kurtarma ekipleridir. İtfaiyecilerimizdir. Sırtında ağır çantalarıyla kurtarılanlara sağlık yardımı yapmak için bekleyen sağlıkçılarımızdır.

 

Ben sağlıklı konut yapmayı ibadet gibi gördüm, sağlıklı konutlar yaptıkları için yataklarında rahat uyuyan kooperatifçilerden sadece biriyim. Genel Başkanlığını yaptığım Manisa Birlik yapısı içinde bir araya gelenler olarak, kendi oturacağımız konutları ürettik. Depreme dayanaklı konutlar yaptık. Örnek bir yerleşim yeri olan Güzelyurt Mahallesi’nin başından sonuna yapımının içinde olduk.

Balık hafızalıyız demeye dilim varmıyor ama çabuk unutan bir toplumuz. Depremi deprem olunca anımsıyoruz. Yaşanılan felaketleri çabuk unutuyoruz.

 

Ülkemizde yaşadığımız, Kocaeli- Gölcük, Düzce ve takip eden Afyon, Pülümür, Bingöl depremlerinin ardından depremin ekonomik ve sosyal sonuçları konusuna tartışmaya alınacak önlemleri tartışmaya başlamıştık. Depremler sonrasında rahmetli, Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara’yı tanımıştık. Anlattıklarıyla yakından ilgilenmiş ve bilgilenmiştik. Sayın Işıkara bir toplumun en tanınan kişisi durumuna gelmişti. Şimdi kaç kişi hatırlar bilemiyorum.

 

Hepimiz şunu kabul etmek zorundayız. Türkiye bir deprem ülkesidir ve Türkiye’de her an deprem olabilir; Şu anda da olabilir. Dolayısıyla biz bu olguyla yaşamak zorunda olduğumuzu bileceğiz ve bu olguyla yaşamayı öğreneceğiz. Onun için de öncelikle deprem bilincini mümkün olduğu kadar yaymaya çalışacağız. Depremden korunmanın en önemli yolu olan depreme dayanıklı yapılar yapma düşüncesine sahip çıkacağız. Depreme duyarlı ve bilinçli bir toplum olma yolunda hızla ilerleyeceğiz.

 

Ben soran sorgulayan katılan bir yurttaş olarak, geçtiğimiz aylarda, Manisa Afad İl Müdür Sayın Güray Karakaya’yı makamında ziyaret ettim. Dinlediklerimden sonra Afad gönüllüsü olmaya ve arkadaşlarımın da AFAD gönüllüleri içine katılmalarına yardım etmeye karar verdim.  Hem bu güzel kentte yaşayan bir kişi ve hem de yönetiminde bulunduğum kurumların başkanı olarak, ne yapabilirim diye düşündüm. Konuyu arkadaşlarımla paylaştım. Gördüm ilgi aldığım destek beni çok sevindirdi. Hemen kolları sıvadık ve çalışmalara başladık.

 

Obasya Kırsal Konaklama Tesisimizi ve geniş alanlarımızı deprem ve diğer felaketlerde toplanma ve barınma alanı olarak kullanılması için ilgililere başvuruda bulunduk. Altyapısı hazır toplanma ve çadırlı barınma alanımız bulunmaktadır. Konaklama tesisimizi hizmete sunmaya her zaman hazır olduğumuzu duyurduk.

 

Her zaman “eğitim şart” diyoruz ya, her konuda olduğu gibi deprem ve diğer felaketlerde de eğitim gerçekten şart. Afad gönüllüsü olunca, internet üzerinden eğitim almaya başladık. Aldığımız eğitimin amacı deprem zararlarının azaltılması hususunda bilincin sağlanmasıdır. Hem birey hem de kendi ailemizin bir ferdi olarak üzerimize düşen görev öncelikle aile deprem planı yapmak ve deprem öncesi, sırası ve sonrasında neler yapmamız gerektiğini öğrenmemiz ve sürekli tatbikatlar yapmamız gerektiğini öğrenmek oldu. Öğrendiklerimizi yakın çevremiz ve ailemizle paylaşmaya başladık.  Çalışmaları iş yerimizde, kamu kurumlarında, okullarda ve üniversitelerde sürdürmeliyiz. Tüm bunlar bizi “Temel Afet Bilinci” olan bir toplum yapacaktır. Bu bilince ulaşmanın yolu da bir daha tekrarlıyorum; eğitim, sürekli eğitimdir.

 

Sivil toplum örgütlerine büyük sorumluluklar düştüğü bilinciyle çalışmalıyız. Kentimizin en güzel mahallesi olan Güzelyurt’ta ve Yuntdağı’nda çalışmaların özel ve güzel örneklerini sergilemeliyiz. İşe Güzelyurt’ta bulunan sitelerimizin yöneticileriyle bir araya gelerek başlamalıyız. Daha sonra Yuntdağı’nda bulunan köyden mahalleye dönüşen yerleşimlerin muhtarlarıyla toplantılar başlatıp sürdürebiliriz. AFAD ve AKUT Gönüllülerini çoğaltmalıyız.  Gönüllü kuruluşların desteği, heyecanı ve uzmanlığı olmadan devletin tek başına afete uğramış toplumların ihtiyacını karşılamasının mümkün olmadığını biliyoruz. Bu nedenle soran sorgulayan katılan, ülkesini ve kentini seven yurttaşlar olarak çalışmaların içinde olmalıyız. AFAD yöneticilerin de bunu amaçladığını öğrenmek beni çok mutlu etti.

 

17 Ağustos 1999 tarihini unutmayacağız.  Marmara Depremi Büyük can kaybına ve geniş çaplı hasara neden olan bir deprem olarak belleklerimizden silinmedi, silinmemeli. Deprem sadece deprem yaşadığımızda değil sürekli gündemimizde olmalı.

 

İlimizde Afet ve Acil Durum Müdürlüğü ve bu müdürlüğün, konunun bilincinde çalışkan bir Müdürü ve personeli var. Bizde Manisalılar olarak destek verdiğimizde, güzel işler başarılacağından hiç kuşkunuz olmasın. İlimizin Afet ve Acil Durum Müdürlüğü yerel boyutta üzerine düşen görev ve sorumlulukların bilinci içinde çalışmalarını sürdürüyor. İl Müdürü Sayın Güray Karakaya’dan dinlediklerim ve ardından İzmir’de gördüklerim beni çok mutlu ve umutlu etti.

 

Depremi hep gündemimizde olacak çünkü bir deprem ülkesinde yaşıyoruz. Her konuda olduğu gibi deprem konusunda yol gösterici bilimdir. Bilimin aydınlattığı uygarlık yolu insan soyunu esenliğe çıkaracak tek yoldur…

 

 


 

28 Ekim 2020 Çarşamba

CUMHURİYET FAZİLETTİR

Cumhuriyet haftasında Cumhuriyet konuşulur, Cumhuriyet yazılır elbet.

Evler sokaklar caddelere bayrağımız asılır. Her taraf gelincik tarlasına döner, bayrağımız dalgalanır. Cumhuriyet Bayramı görkemli biçimde kutlanır. Kutlanmalıdır.

 

Mustafa Kemal Atatürk; “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” diyor. Hangi dediği doğru çıkmadı ki, Cumhuriyette ilelebet yaşayacaktır elbet.

Cumhuriyetin niteliğini değiştirme ve Atatürk’ü unutturma hayalleri abesle iştigalden başka bir şey değildir. Bu güzel ülkenin, değişmeyen ve kolay kolay da değişmeyecek olan gerçeği Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurucusunun, Mustafa Kemal Atatürk olduğu ve sevgisinin gönüllerde hep yaşayacağı gerçeğidir. Bu ülkenin her yurttaşı bunu böyle bilir. Ata'sına ve kurduğu Cumhuriyete kanı ve canı pahasına sahip çıkar. Cumhuriyetin niteliğini değiştirme ve Atatürk’ü unutturma hayalleri abesle iştigalden başka bir şey değildir. İşimiz Cumhuriyeti unutmak ya da unutturmak değil, işimiz Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmaktır.

 

Atatürk'ün önderliğinde kurulan Cumhuriyeti koruyup kollamak ve güçlendirmek ancak Atatürk'ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemekle olur.

Cumhuriyetimizi korumak ve güçlendirmek bu güzel ülkenin yurttaşları olarak hepimizin ertelenmez öncelikli görevidir. Bu görevimizi yaparken mazeret üretme hakkımız yok. Mazeret üretmeyip marifet göstereceğiz. Marifet göstermeye örnek mi istiyorsunuz? İşte örnek; Mustafa Kemal Atatürk'tür. Atatürk, ülkenin kurtuluş mücadelesini başlatmak amacıyla 1919 yılında Samsun’a çıktığında elinde hiçbir maddi güç yoktu. Sadece, ülkeyi kurtarmaktan ve halka güvenmekten başka bir seçeneğinin olmadığını biliyordu. Kalkışılan iş kolay değildi. Köhnemiş, parçalanmış, paylaşılmak istenen bir imparatorluktan genç bir Cumhuriyet kurulacaktı. Tüm ulusları şaşırtan, benzer kaderi paylaşanlar tarafından örnek alınan muhteşem bir destan yazıldı. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet kuruldu.  Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bilemezsek nasıl korunacağını da bilemeyiz.

 

29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından, köklü değişiklikler yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş ve lâik bir devlet olabilmesi için gereken bütün adımlar Atatürk’ün önderliğinde hızla atılmış, toplumsal ve siyasal alanda yapılan devrimlerle Türkiye Cumhuriyeti özgür ve saygın bir ülke haline gelmiştir. Hiçbir kimse ve topluluğa ayrıcalık tanınmayan, eğitim, sağlık ve sosyal alanlarda yapılan devrimler ile halkımızın refah ve huzur içerisinde yaşaması cumhuriyetimizin değişmeyecek olan temel hedefidir. 

 

Türkiye Cumhuriyeti devletimizin ebedi varlığı ve birliği adına ülke gelişimine katkıda bulunmak için vatanımızı çok sevmeli, düşmanca yaklaşımlarda bulunan iç ve dış güçlere karşı her zaman uyanık olmalıyız. Bizlere tevdi edilen görevleri layıkıyla eksiksiz bir şekilde yapmalı, ülke menfaatlerini kendi menfaatlerimizin üzerinde tutmalıyız. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete sahip çıkıp, demokrasiden asla ödün vermeden, milli birlik ve bütünlüğümüzden hiçbir zaman ayrılmamalıyız. Çocuklarımıza Atatürk'ü ve kurduğu Cumhuriyeti öğretmeye devam etmeliyiz. Evlerimizi, işyerlerimizi şanlı bayrağımızla süslemeliyiz.

 

Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Bu güzel ülkeye iki büyük değerimiz Atatürk ve Cumhuriyet çok yakışıyor. Kıymetini bilelim. Ne Atatürk’ten ne de kurduğu Cumhuriyetten vazgeçeriz.

 


 

22 Ekim 2020 Perşembe

HOBİ BAHÇELERİ

Bugüne kadar hobi bahçeleri üzerine kaç yazı yazdım bilemiyorum. Bildiğim bir şey var, konu açıklık kazanana hobi bahçeleri için yasal düzenleme yapılana kadar yazmaya devam edeceğim.

TBMM’ye hobi bahçelerinin yasaklanmasına ilişkin bir yasa tasarısı getirildi. Tartışmaların ardından görüşmeler Ekim 2020 ayına ertelendi. Tam yasalaşması beklenirken Cumhurbaşkanının çağrısıyla  geri çekildi. Geri çekilmesi çok iyi oldu ama geri çekmenin ötesinde beklenti var. Beklenti, hobi bahçelerinin engellenmesi değil nerelerde nasıl yapılacağına ilişkin yasal düzenleme yapılmasıdır.

Kentlerimizin yakın çevresinde, öncelikle marjinal alanlarda, kent halkının hafta sonlarını değerlendirebileceği, sebze üretimi yapabileceği, domates ekip dalından koparabileceği içinde ufak bir temelsiz yapı biçiminde kulübesi olan büyüklükleri 100-200 metre kare arasında değişen bahçelere Hobi Bahçeleri ya da Kent Bahçeleri diyebiliriz. Hobi bahçelerin örnekleri tüm AB ülkelerinde var.  Kent Bahçeleri, bizim geleneğimizde de var. Eskiden kentlerin çevresinde, bostanlar bağlar bahçeler vardı. İnsanlar kentlerde yaşayanlar zamanlarını buralarda geçirirlerdi.

Korona salgını döneminde, hobi bahçeleri tam bir sığınak oldu. Kentlerin kalabalığından uzaklaşıp günlerini hobi bahçelerinde geçirdiler. Bunun somut yaranını da virüse yakalanmayarak gördüler. Salgında sığınak olan hobi bahçeleri, depremlerde de aynı işlevi görecektir mutlaka.

Kent Bahçeleri tüm gelişmiş ülkelerde de var ve destek alıyorlar. AB ile yapılan hibe anlaşmalarının içinde de Hobi Bahçeleri konusuna yer verilmiş. Hobi bahçeleri için verilen hibeler, TKDK tarafından dağıtılmak amacıyla halka çağrı yapılıyor. Ancak, mevzuatımızda Kent Bahçeleri yer almadığı için, projelendirme ve ruhsatlandırma yapılamadığından bu alanda hibeler kullanılamıyor.

Yasal düzenleme yapılamadı ama hobi bahçeleri düzensiz ve plansız biçimde çoğalıyor. Bazı belediyelerimizin yaptığı hobi bahçeleri de var. Bu konuyu BİMER’e illettim, “isteğiniz yapılacak ilk düzenlemede dikkate alınacaktır.” denildi ancak aradan uzun bir süre geçmesine rağmen bir düzenleme yapılmadı.

Hobi Bahçeleri ile: Aile ekonomisine katkı sağlanacak, Kent insanının, kentin sıkıntılı ortamından hafta sonlarında aile olarak kurtulmaları sağlanmış olacak ve kent çevresinde kullanılmayan ekilip biçilmeyen marjinal alanlar değerlendirilmiş olacaktır. Bu saydıklarım Hobi Bahçeleri yapmak için yetmez mi? Yeter elbet. Kent Bahçelerinin yapımını kolaylaştırmak için mutlaka yasal düzenleme yapılmalı.  Hobi bahçeleri ile tarım alanlarına zarar verilmemesi için, bahçelerin tarım alanlarına yapılması önlenmeli. Hobi bahçeleri kentin yakın çevresinde ekilip biçilmeyen marjinal alanlara yapılmalı. Bu alanlara hobi bahçeleri yapıldığında, insanlar marjinal alanlara toprak taşıyarak, işleyerek, doğal gübre kullanarak ekilebilir duruma getireceklerdir. Yapılmalı gereken, yasaklama değil, düzenli biçimde yapılmalarını sağlayacak olan yasal düzenlemedir…

Araziler mülkiyet olarak bölünmeyeceğinden ve üzerine kalıcı binalar yapılmayacağından arazinin niteliği ve mülkiyet durumu değişmeyecektir. Kent Bahçeleri uygulaması, Belediyelerimiz tarafından yapılabileceği gibi, Kooperatifi tarafından da kurulup sürdürülebilir. Kentlerde kaybolan iyi komşuluk ilişkileri Kent Bahçelerinde yeniden canlandırılabilir.

Sebze fiyatlarını bölgeler ve iller arası nakliyenin ve aracıların yükselttiği biliniyor. Tüketicilerin sebzeleri daha uygun fiyata alabilmesi nasıl sağlanır sorusuna yanıt bulmalıyız. Bunu sağlamanın etkili yollarından birisi de bazı belediyelerimizin ve bazı kooperatiflerimizin mevzuatı zorlayarak, yaptığı gibi vatandaşın ihtiyacı olan sebzeyi kendisinin yetiştirebilmesi yolunun açılmasıdır. Sebzeleri kentlerde oturanların kendisinin yetiştirebilmesi, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de hobi bahçeleri ile mümkün olacaktır.  

Topraktan ve doğadan kopup kentlerin beton yığınları içinde sıkışıp kaldık. Yoğun iş temposu ve giderek gelişen teknoloji ve kablosuz iletişim araçlarının yarattığı elektromanyetik kirlilik nedeniyle stres, depresyon, panik atak gibi rahatsızlıkların çoğaldığını görüyoruz. Kentlerimizde fiziki çevre ile sosyal çevre sürekli etkileşim içinde. Yapılan tüm araştırmalar, insanın içinde yaşadığı fiziksel çevrenin sağlığı ve mutluluğu için önemli olduğunu kanıtlıyor.  Kentlerde beton yığınları arasında sıkışıp kalan insanlar için, Yeşil Terapi olarak adlandırabileceğimiz, toprakla meşgul olmak, iyi tasarlanmış, bahçelerde üretim yapmak öneriliyor. Gecikmeden hobi bahçelerini yasal dayanağa kavuşturmalıyız.

Biz, kentlerde yaşayanlar olarak doğayı, yeşili, bitki ekip biçmeyi domatesi dalından koparmayı çok özledik.  Ve çözüm olarak, hobi bahçelerini görüyoruz. Yasal düzenleme bekliyoruz.

 


 



15 Ekim 2020 Perşembe

HUKUK

Hukuk adalet duygusudur.

Hukukun olmadığı yerde, Cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılamaz.

 

Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandıracağız.

Güzel bir söz, ancak bunu nasıl başaracağız?

Demokrasi üçayak üzerinde güçlenir.

Bu ayaklar: Yasama, Yürütme ve Yargı bağımsızlığıdır.

Bunların birisindeki rahatsızlık demokrasiyi topallatır.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin her yurttaşı burada yazdıklarımı bilir ve her aklı başındaki yurttaş bunları onaylar.

Anayasanın 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü düzenlenmiştir.

 

Türkiye Cumhuriyeti anayasamıza göre bir hukuk devletidir.

Hukuk adalet duygusudur.

Hukukun olmadığı yerde, ne Cumhuriyetten ne de çağdaş demokrasiden söz edilir.

Buraya kadar yazdıklarımın sanırım tartışılacak bir yanı yok.

Bunlar yasalarla güvence alıntına alınmış, genel kabul görmüş metinlerdir.

 

Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Tüm kişi ve kurumları bağlar. Bir mahkeme kararının yerine getirilmemesi adil yargılanma hakkının bir alt ilkesi olan mahkemeye erişim hakkının da ihlalini oluşturmaktadır.  AYM’nin bir kararının yerine getirilmemesi de mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Bu hak her bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme hem de mahkemelerce verilen kararların uygulanmasını isteme hakkını kapsamaktadır. Uygulanmayan bir karar yargılamayı da anlamsız hale getirecektir. Bu hak kapsamında devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak kişiler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemek ve bu yolla kişilerin hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Mahkeme kararlarının uygulanmaması, Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir, görüşünü anlayışını ve hükmünü yaralar.

 

İki yanlış bir doğru etmez. Anayasa Mahkemesi Üyesinin “Anayasa Mahkemesinin ışıkları yanıyor.” demesi yanlıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması da yanlıştır. Birisi kişisel diğeri kurumsal yanlıştır.

Yapılması gereken, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymak, Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir hükmünün gereğini yapmaktır…

 

Anayasa, üzerinde uzlaştığımız, kabul etmek zorunda olduğumuz temel metindir. Beğensek de beğenmesek de başta, yürütme ve yasama olmak her kurumu ve her kişiyi bağlar.

Cumhuriyetin temel kurumları yıpratılmamalıdır. Başka Anayasa olmak üzere tüm yasalara uyulmalıdır.

Basın özgür olmalıdır demeden bu yazı noktalanamazdı.

Türkiye Cumhuriyetine, temel hak ve özgürlüklere sahip çıkacağız. Milli birlik ve bütünlüğümüzü koruyacağız. Ve hiçbir zaman umutsuz olmayacağız.

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına umutsuz olmak yakışmaz.

Haydi hep birlikte Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak için var gücümüzle çalışalım.

 


 

8 Ekim 2020 Perşembe

İLTİFAT

Birine güler yüz gösterme, hatırını sorma, iyi davranma, sevgi gösterme, ödüllendirme anlamına gelen İltifat üzerine yazmak geldi bugün aklıma. Konu üzerine düşünürken, iltifat etmeyi yağcılık yapmak gibi anlayanların olduğunu bu nedenle, iltifatı ve alkışı kıt insanlara dönüşmekte olduğumuzu görerek üzülmedim desem yalan olmaz.

Başarılı insanı övmek, güzel sözler söylemek yağcılık değil insanlık görevidir. Karşılık beklemeden yapıldığında önem ve anlam kazanır.

 “Marifet İltifata Tabidir. Müşterisiz Meta Zâyidir. İltifatsız Mal Zâyidir.” Şeklinde bir atasözümüz var. Sözün anlamı “Çok kaliteli bir mal üreten kişi, eğer o mala alıcı bulamıyorsa başarısının bir anlamı yoktur. Kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır” şeklinde özetlenebilir.

Atasözünün, kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır anlamına gelen “Marifet İltifata Tabidir” bölümü kullanıyor genellikle. Beceri ve başarıları ödüllendirmek gerektiğini vurgulamak üzere söylenir.

Uzun bir giriş oldu. Olsun konuyu daha iyi anlatabilmek için yaptım bu uzun girişi.

Kertimizde öne çıkan övgüye değer, kurumlar kuruluşlar ve kişiler var. Övgüye değer bir Organize Sanayi Bölgemiz var. Övgüye değer çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarımız var. Övgüye değer iş insanlarımız var. Bunları yazmak bence etkin yurttaş olmanın kentli olmanın ülkesini ve kentini sevmenin gereğidir.

Bugün Manisa Valiliği Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Bürosunu ve büronun övgüyü hak eden Koordinatörü Ural Sevener ile çalışma arkadaşlarını yazacağım. Övgüler kişisel beklentiler olmadan yapıldığında güzel ve anlamlı olur. Benim kişisel beklentilerim hiç olmadı ve olmayacak. Benim beklentim ülkemin, kentimin ve yönetiminde olduğum kooperatiflerin gelişmesidir.

Bugün Manisa Valiliği Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Bürosunu Koordinatörlüğünün “Görev ve Çalışma Yönergesini okudum.  Görevlerini okudum. Sayfam aldığı kadar özetlemek isterim:

Avrupa Birliği Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı ile çalışmaları koordine etmek,

Avrupa Birliği İletişim Strateji ve Eylem Planını yerelde uygulamak, Avrupa Birliği Uygum Süreci içerisinde yerel teşkilatlar ile Merkezi teşkilatlar arasında Koordinasyonu sağlamak, Yerel Kurumlar arasında ki Avrupa Birliğine Uyum Sürecindeki çalışmalar konusunda işbirliğinin geliştirilmesine destek olmak,

Avrupa Birliği’nin yerel de yaşayan halka doğru şekilde anlatılmasını sağlamak,

Yerel Sivil Toplum Örgütlerinin Avrupa Birliği Konusunda doğru bilgilere ulaşmasını sağlamak,

Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı kapsamında kurum/kuruluş ve Sivil Toplum Kurumlarına sunulun Hibe Fon Kaynaklarından yararlanmasını sağlamak için bilgilendirme yapmak,

Avrupa Birliği ve diğer Uluslararası ve Ulusal Hibe kaynaklarından yararlanılması için kurum/kuruluş ve Sivil Toplum örgütlerine eğitim vermek, teknik destek sağlamak, danışmanlık yapmak,

Bölge Kalkınma Ajansı çalışmalarına destek olmak,

İçişleri Bakanlığı Genelgesinde belirtilen Avrupa Birliğine Uyum Danışma ve Yönlendirme Kurulunu toplamak ve çalışmasını sağlamak, gerekli görülmesi durumlarda alt çalışma komisyonları kurmak ve çalıştırmak Avrupa Birliği sürecine ve Proje çalışmalarına yönelik Kamu-STK-Özel sektör arasındaki işbirliğini geliştirici faaliyetler düzenlemek Vali tarafından verilen diğer görevleri yapmak.

Ne güzel özetlenmiş değil mi?  Proje Büroları Kaymakamlıklarda da var. Ortak çalışmalar nedeniyle Proje ofislerinde görevli olanların bazıları ile tanışma fırsatı buldum. Ortak özellikleri: işlerini bilmeleri ve sevmeleri, geceyi gündüze katacak kadar çalışkan ve idealist olmaları şeklinde özetlenebilir. Yunusemre Kaymakamlığı Proje Ofisinde görevli Ayşe İlhan ve Sefanur Aksakal Zafer Kalkınma Ajansınca desteklenecek projeler arasına giren Obasya Ekolojik Yaşam Merkezi Projemizi en güzel biçimde yazdılar. Proje ofislerinde görevli memurların öğretmenlerin proje yazmaları onlar içinde hizmet içi eğitim anlamına geliyor. Yaparak öğreniyorlar. Yeri gelmişken çok sevdiğim bir sözü de paylaşayım: “Anlatırsan Unuturum, Öğretirsen Hatırlarım, Beni Dahi Edersen Öğrenirim” Proje Ofislerinde görevli olanlar, kurslara katılıyorlar anlatılanı dinliyorlar, kendileri araştırıyorlar öğrenmeye çalışıyorlar ancak hepsi de yaparak proje yazarak öreniyorlar, projeleri kabul edildiğinde motive oluyorlar ve daha çok proje yazmak istiyorlar. Proje ofislerinde görevli memurların asıl işleri proje yazmak, yazanlara danışmanlık yapmak, proje anlayışının yaygınlaşmasına katkıda bulunmak olmalıdır.

Sözü fazla uzatmadan Manisa Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosu Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönergesi Amaç bölümünü ve yönergeden birkaç güzel, anlamlı ve yararlı maddeyi paylaşmak isterim. Doğal olarak özetleyerek yapacağım bu paylaşımları.

Amaç: “Manisa ilinin: Avrupa Birliğine adaylık sürecinde, Katılım Öncesi AB Mali Yardımlarından daha etkin bir şekilde yararlanılmasına yönelik olarak; kamu kurum ve kuruluşları, ilçe kaymakamlıkları, yerel yönetimler, üniversite, meslek kuruluşları, Kalkınma Ajansları ve Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği içerisinde projeler yapılmasını sağlamak hazırlanan bu projelerin içerik bakımından gelişmesini temin etmek, proje üretmek isteyen kamu ve sivil kuruluşlar ile yerel idarelere proje ortağı bulmada yardımcı olmak, proje danışmanlığı yapmak, proje hazırlama ve yürütme konusunda talep edilen eğitimleri karşılamak, karşılaşılan konularda teknik destek sağlamak, kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak, ilimizin diğer ulusal ve uluslararası fon kaynaklarından da yararlanılması için kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin proje yazma, yürütme ve bilgilendirme konusunda ki çalışmaları gerçekleştirmek, şeklinde devam ediyor. Tümünü alamadığım için üzgünüm. Aslında ilgilenenlerin Yönergenin tümünü okumasında yarar var.

Manisa’da başarılı kurum ve kuruluşlarda var. Bu kuruluşların başarılı kadroları da var. Bu köşe yazımda Manisa Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosunu ve Büronun Başarılı Koordinatörü Ural Sevener’i ve tanışma birlikte çalışma fırsatı bulduğum Yunusemre Kaymakamlığı Proje ofisinde görevli çalışkan proje uzmanlarını yazdım. Daha önce de AB projeleri konusunda deneyimli Saruhanlı İlçesinde görevli  Oya Yavaş’ı yazmıştım. AB  İPA’dan destek almak amacıyla Obasya için yazdığı, “Kültür Sınır Tanımaz” projemizde ilk elemeyi geçmiş bulunuyor.

Obasya olarak bugüne kadar 5 adet proje yazılımını sağladık 4 projemiz kabul edildi. Bir projemizde ilk elemeyi geçti bekliyoruz.

Manisa Valisi, Sayın Yaşar Karadeniz’in, Yunusemre Kaymakamı Sayın Atilla Kantay, Saruhanlı Kaymakamı Sayın Necmettin Yalınalp ve diğer kaymakamlarımızın Proje konusuna önem verdiklerini ve gerekli özen gösterdiklerini görmek Manisalı yurttaşlar olarak bizi sevindiriyor. Başarılarının daim olmasını diliyorum. Gecesini gündüzüne katarak projeler hazırlayan ilçelerimizin ilimizin ve ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunan başta Ural Sevener olmak proje ofisi çalışanlarının da tümünü yürekten kutluyorum. Emekleri hiç unutulmayacaktır. Adları hazırladıkları projelerle hep anılacaktır…

 


 



1 Ekim 2020 Perşembe

ZAFER KALKINMA AJANSI

Zafer Kalkınma Ajansı üzerine köşe yazıları yazdım konuşmalar yaptım. Ben yeni kurumları ve yeni kavramları seviyorum.

Zafer Kalkınma Ajansı yeni bir kurum. Yöneticileri ve tüm çalışanları bildiğimiz geleneksel devlet memurlarından çok farklı. Tümü genç ve tümü çözüm odaklı.

Obasya Turizm Geliştirme kooperatifi olarak Zafer Kalkınma Ajansı için üç proje yazdık üçü de kabul edildi. Ben aldığımız hibelerden çok, projeciliği öğrendiğimiz içselleştirdiğimiz için çok mutluyum.  Ayakları yere basan uygulanabilir, sürdürülebilir projeler hazırladığınızda kabul görüyor.

Böyle güzel bir Ajansı tanıtmak için sıkılmadan her hafta yazı yazabilir saatlerce konuşabilirim. Çünkü insana pozitif enerji yüklüyor. Umutlarımızı güçlendiriyor.

Zafer kalkınma Ajansı ile tanışmamız 2014 yılında Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak hazırladığımız "Yunt Dağı'nda  Zaman Geçidi Müzesi" adını verdiğimiz  projemiz  nedeniyle oldu.  Zafer Kalkınma Ajansından aldığımız hibe ile ülkemizin ilk Zaman Geçidi Müzesini Obasya’da gerçekleştirdik. Ardından Yuntdağı için Alt Eylem Planı hazırladık ve  turizm rotaları belirleyip kitap olarak bastırdık. Yunt Dağı'nın turizm altyapısı için yaptığımız çalışmaların işe yaradığını görmek bizi mutlu ediyor.

Zafer Kalkınma Ajansı için hazırladığımız üçüncü projemiz olan yetenekli çalışkan bir ekiple hazırladığımızı Obasya Ekolojik Yaşam Merkezi  adlı projemizde  Manisa projeleri içinde en yüksek puanı alarak kabul edilmiştir. Yunusemre Kaymakamlığı Proje Ofisinde görevli Ayşe İlhan ve Sefanur Yeşilyurt Aksakal yazdılar projeyi. Prof. Dr. Ersin Minareci bilgi ve deneyimlerini ekibimizle paylaşarak, ufkumuzu genişleterek büyük katkı sağladı projemize. Proje hazırlama ve uygulama konularında deneyimli çalışma arkadaşım Arkeolog Altan Türe’de ekibin içinde olunca başarıyı yakalamak hiçte zor olmadı bizim için.

Yeni kavramları ve yeni kurumları seviyorum dedim ya, yeni kurumlardan birisi Kalkınma Ajansları diğeri de TKDK’dır.  Yeni kavram da projeciliktir. Sürdürülebilirliktir. Yeni Kurumlarla birlikte proje kavramı da anlam ve önem kazanarak öne çıktı.

Ulusal kalkınmanın yerelden güçlendirilmesi, bölgesel potansiyellerin yerelde yoğunlaşan çalışmalarla harekete geçirilmesi, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılmasını hedefleyen Zafer Kalkınma Ajanslarının desteklenmesi kaynaklarının çoğaltılması ve daha da etkinleştirilmesi gerekiyor.

Edindiğimiz bilgilere göre, T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa ve Uşak illerimizi kapsayan bölgede hizmet vermek üzere 14.7.2009 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuştur. Ajansın Genel Sekreterliği Kütahya ilimizdedir. Afyonkarahisar, Manisa ve Uşak illerimizde Genel Sekreterliğe bağlı Yatırım Destek Ofisleri hizmet vermektedir.

İlk yazımda da değinmiştim. Bir kez daha yinelemek istiyorum. Zafer Kalkınma Ajansını üstlendiği görevler şöyle:  "Bölgesel kalkınmayı ilgilendiren konularda, kamu, özel kesim, sivil toplum temsilcileri ve bilim insanları arasında iletişim ve işbirliğini geliştirmek, bu aktörlerin çalışmaları arasında bağlar oluşturmak suretiyle kalkınma bilincini ve ivmesini arttırmak, bölgesel kalkınma konusunda koordinatör ve katalizör bir rol üstlenmek.  Bölgenin kaynak ve olanaklarını tespit etmeye, iktisadi ve toplumsal gelişmeyi hızlandırmaya, rekabet gücünü arttırmaya ve potansiyel gelişim alanlarını ön plana çıkarmaya yönelik araştırmalar yapmak. Bölgede yerli ve yabancı yatırımların stratejik ve planlı şekilde arttırılması yönünde tanıtım ve rehberlik hizmetlerinde bulunmak." şeklinde uzayıp gidiyor. Sayılanlar yaptıklarının bir bölümü sadece. Bence en önemlisi toplumda proje anlayışının yaygınlaşmasını sağlamasıdır.

Zafer Kalkınma Ajansını tanıyın, çağrılarına kulak verin. Adresi www.zafer.org.tr olan Web sitesini izleyin. Yolunuz düşerse Zafer Kalkınma Ajansının Bülent Koşmaz Hizmet Binasında bulunan bürosuna uğrayın, bakarsınız sizde bir proje yaparsınız, projeniz beğenilir ve kalkınmaya katkıda bulunmuş olursunuz. Zafer Kalkınma Ajansı gibi kuruluşlara her zaman ihtiyacımız olacaktır. Bu kuruluşlar kalkınmanın motorlarıdır. İyi ki, Zafer Kalkınma Ajansı var. İyi ki TKDK var. İyi ki, Valiliğimizde ve Kaymakamlıklarda proje ofisleri ve bu afislerde çalışkan projeci ekipler var. Yapılması gereken bu elemanlara sahip çıkmak ve çoğaltmaktır…

 


 



23 Eylül 2020 Çarşamba

EĞİTİM ŞART

22 Eylül 2020 Salı günü gazeteci arkadaşlarımızla birlikte Bahçeşehir Koleji’ni gezme ve yöneticilerini dinleme olanağı buldum. Keşke dedim kendi kendime devlet okulları da bu kadar güzel olsa…

Eğitim denilince benim aklıma, bizim ürettiğimiz ve bizim kapattığımız Köy Enstitüleri gelir. Bahçeşehir Kolejindeki Fen, Teknoloji ve Anadolu Liselerini görünce de aklıma ilk gelen Köy Enstitüleri geldi. Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı birçok atölye olurdu. Öğrenciler o atölyelerde çalışırlardı. Köy Enstitülerini düşünmemin nedeni, Bahçeşehir Kolejinde de, yapay zeka, yazılım, model uçak-drone, inovasyon, CNC, robotik, gibi atölyelerin bulunuyor olmasıydı. Felsefe, arkeoloji, tiyatro, film, fotoğrafçılık ve müzik çalışmaları için geniş ve güzel döşenmiş mekânların bulunuyor olmasıydı.

Bahçeşehir Koleji’ni görmem bu yazıyı yazmama neden oldu.

Bugün, dünyaya biraz yukarılardan uzayın derinliklerinden bakayım istedim. Yukarıdan baktığımda, bir yanda, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, diğer yanda da gerilerde kalmış ülkeleri görüyorum. Aralındaki en büyük fark, birinci grupta olanların sorunlarını çözüyor, geleceğini planlıyor olması, diğer grupta olanların, sorunlarını çözmek bir yana, sorunlarının giderek kartopu gibi yuvarlandıkça büyümekte olduğudur.  Gelişmekte olan ülkelerle, geri kalmış ülkeler arasındaki mesafe giderek açılıyor. Sorun daha karmaşık ve içinden çıkılmaz duruma geliyor.

 

Yaşanılan sorunların bir tek nedeni var: Eğitim. Gelişmiş ülkelerde, eğitimin amacı, soran sorgulayan, araştıran, sürekli öğrenen nesiller yetiştirmek olurken, geri kalmış ülkelerin tümünde, ezbere dayanan eğitim sisteminin olduğunu görüyoruz. Ezbere dayanan eğitimde koşulsuz kabullenme vardır.  Gelişmek istiyorsak eğitim şart. Verilecek eğitimle, soran sorgulayan araştıran, yaşam boyu öğrenen, okuyan yurttaşlar yetiştirmek şart. Ezberci eğitimden mucitlerin çıkmadığını adımızı bildiğimiz gibi biliyoruz. Geri kalmış ülkelerin ortak özelliği, eğitim sistemlerinin ezberci eğitim olmasıdır. Koşulsuz, kuşku duymadan kabullenme istenir.  Akıl yürütmeye yer bırakılmaz.  Ak denilene inanacaksın. Ertesi gün aynı şeye kara denilirse, sorgulamadan ona da inanacaksın. Karar veren ne demişse doğru olan odur diyeceksin ve koşulsuz itaat edeceksin, istenilen budur. Öğretilen bilginin doğruluğundan kuşku yoksa koşulsuz kabullenme varsa o ezberdir. Ezberleyen kişi bakış açısını değiştiremez. Analiz ve sentez yapma, yeni öğrendikleri ile eski bildikleri arasında ilişki kurma yetenekleri yoktur. Yeni bilgiler edinme yetenekleri yok olmuştur. Sorun çözme kapasiteleri yoktur. Sorunlarını çözemeyen toplumlar, sorun çözen toplumlar tarafından istismar edilir, sömürülür ve yönetilir. Emperyalist ABD’ye ve sömürdüğü ülkelere bakın bunun böyle olduğu açıkça görülür.

 

Toplumsal sorunlar, tek bir aklın çözme kapasitesinin dışındadır. Tek bir aklın bırakın çözmeyi sorunu anlaması bile mümkün değildir. O nedenle ortak akıldan söz edilir. O nedenle ortak akıl etkin olsun istenir. Ortak akıl özgür bir ortamda gelişir. İhtiyaç duyulan akıl, uzlaşmayı, ayrışmayı değil, birleşmeyi hedef alan akıldır.

 

Gelişmiş ülkeler için “akıl toplumu” deyimi kullanılır. Bu ülkelerde birisi çıkıp, “peşimden gelin, bana güvenin” dese, peşinden kimse gitmeyeceği gibi, “aklını üşütmüş” derler.  Bu ülkelerde, önemli kararlar, önemine yaraşır şekilde ortaklaşa alınır. Tartışmalar karar alınırken yapılır ve alınan kararlara tartışmasız uyulur.

 

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” sözü hiç unutulmamalı. Atatürk, “benim söylediklerimin bilimle çeliştiğini görürseniz, söylediklerime değil, bilime inanın” diyor. Atatürk bir ulusun yaşamında eğitimin önemini belki de en iyi anlamış, anlatmış devlet kurucusu ve Cumhurbaşkanıdır.

 

Hayatının en son anına kadar ülkesine hizmet etmiş olan bu büyük insan; “akıl ve ilmin rehberliğini kabul edin” diyor. “Yoksulluk ve sefaleti yenmek için, önce cehaleti yenmek gerekir.” diyor.  Cehaleti yenmek için, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak için eğitim şart.

 


 

 
back to top