Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

30 Ağustos 2020 Pazar

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI

Karabulutlar kaplamış gökyüzünü 

Kırılmış kolumuz kanadımız

Silahlarımız alınmış ellerimizden

Ordularımız dağıtılmış.

İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi

Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan,  Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.

Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.

Başkomutan Mustafa Kemal’in,  30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı.  Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar.  Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;  
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. 
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. 
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır. 
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum. 
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. 
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal 
75 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlamak büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. 




30 Mayıs 2020 Cumartesi

MANİSA TARZANI

31 Mayıs 5 Haziran Manisa Tarzanı’nı Anma ve Çevre Günleri anladığım kadarıyla bu yılda önemine yaraşır bir özenle düzenlenemeyecek. Belki Manisa Tarzanı’nın mezarına gidenler olabilir ancak başka etkinlikler olmayacak gibi. Gerekçemiz var: Koronavirüs nedeniyle yaşanılan sıkıntılar, okulların kapalı olması gibi nedenler öne sürülebilir. Geçtiğimiz beş altı yıldır, Manisa Tarzanı’nı Anma ve Çevre Günleri etkinlikleri 90’lı yıllarda yaptığımız etkinlikler gibi geniş katılımlı ve etkili şekilde yapılmıyor. . Çevresini en güzel yeşillendiren okullara ödüller verilirdi. Her yılı yılın tarzanı seçilirdi. Bir önceki yılın tarzanı yeni yılın Tarzanına Tarzanlığı törenle devrederdi.  Manisa Tarzanı’nın Mektubu okunurdu. Manisa Tarzanı filmi izlenirdi. Sunumlar yapılırdı. Ağaçlandırma çalışmaları yapılırdı. Okullarda Manisa Tarzanı, ağaç ve doğa sevgisi anlatılırdı. Çevire bilincinin gelişmesi için çalışmalar yapılırdı. Doğa yürüyüşleri düzenlenirdi.  Yıllar geçtikçe bunlar yapılamaz oldu. Marifet göstermesi gerekenler mazeret üretmeye başladılar. Hikayesini Şükran Farımaz’ın yazdığı, Resimlerini Yakup Hayrioğlu’nun çizdiği “Ayşe Manisa Tarzanı’nı Tanıyor” adlı kitap bastırılıp okullara dağıtılmıştı.  Manisa Tarzanı Fotoğrafları Sergileri açılırdı.
Manisa Tarzanı için düzenlenen tüm etkinliklerin mutfağında olurdum. Hazırlık çalışmalarına katılırdım. Herkes tarzanı çok iyi biçimde öğrenmiş olmalı ki, çağırmıyorlar artık.
Manisa Tarzanı Filmi, tevazu göstermeme hiç gerek yok ben olmasaydım çevrilmezdi.  Film için teşekkür edenlerin tümü Manisa dışındandı. Teşekkür eden az oldu ama kıskananlar çoktu. İlk Manisa Tarzanı heykelini, Barış Alanına yapmıştık. Açılışına dönemin Çevre Bakanı Sayın Rıza Akçalı yapmıştı. Dönemin Valisi, Belediye Başkanı başta olmak üzere Manisa Protokolü ve Manisalılar katılmıştı açılış törenine. Daha sonra da Manisa Tarzanı anıtları yapmayı sürdürdük.
2021 Yılında, 31 Mayıs – 5 Haziran Manisa Tarzanı Anma ve Çevre Günleri için çalışmalara hemen başlayacağız. Obasya’da düzenleyeceğimiz bir parka Manisa Tarzanı Anıtı yapacağız. Etkinlikler düzenleyeceğiz. Düzenlenen etkinliklere doğa sevgisinin, çevre bilincinin gelişmesine katkıda bulunacağız. Manisa Tarzanı’nı unutturmayacağız. Adınız ve Anısını hep yaşatacağız. Şu iyi bilinmeli Tarzanı unutmayız ama unutanları kolay unuturuz. Sevgi defterinden sileriz gider.
Manisa Tarzanı denilince akla hemen, Yeşil Manisa, Manisa denilince de büyük çevreci, ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı geliyor; daha çok gelmeli. Manisa adı hep Tarzan’la birlikte anılıyor; daha çok anılmalı.  Manisa Tarzanı daha çok konuşulmalı.
Kime Tarzan dediğimizi, Tarzan için yaptığımız ve sürekli olarak yinelediğimiz bir tanımı aktarmak istiyorum: Herkesin yapması gereken bir işi, “kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin es geçtiğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin tarzanıdır. Es geçileni iş edinen kişiye TARZAN diyoruz. Herkesin ağaç dikmeyi es geçtiği günlerde Manisa Tarzanı’nın yeşillendirmeyi iş edindiği için adı ve anısı yaşıyor şimdi.
Ağaç kesenimiz, ağaç dikenimizden fazla değil mi? Diktiğimizden daha fazlasını yakmıyor muyuz? Çevreyi acımasızca kirletmiyor muyuz? Nehirlerin, denizlerin kirlenmesine göz yummuyor muyuz? O nedenle yeni Tarzanlara bugün dünden daha çok gereksinmemiz var. Tarzanlar ortaya çıktığında, o insanların da adı ve anısı bizim Manisa Tarzanı’nın adını ve anısını yaşattığımız gibi yaşatılacaktır.
Yorgun ve yılgın insanların arasından çılgınların çıkıp “ben tarzanım” demeleri ve mazeret üretmeden es geçileni iş edinmeleri toplumun ilgisini çekecek ve desteğini alacaktır. Özbeöz Türk olan ve Manisa Tarzanı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzanı geldiği Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzanı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı, Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzanı’nın nerede ne zaman doğduğundan, nereden geldiğinden çok, neler yaptığı ve Manisa Tarzanı olduktan sonraki yaşamı ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşına katılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında, göğsünde Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da Manisa Tarzanı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.
Nerede ne zaman doğduysa doğdu
O Manisa’da Manisa Tarzanı oldu
Önemli olanda işte bu.

Manisa Tarzanı’nı 1958 yılında gördüm. O, siyah şortu, şortu gibi kararmış yanık derisi, uzamış sakalları ve elinde ağaçları budadığı testeresi ile bulanık bir görüntü olarak kalmış belleğimde. Yeni Manisa’daki Barış Alanı’na 1993 yılında elindeki testiden su döker biçiminde anıtını yapmaya karar verdiğimizde henüz daha konutların temelleri yeni atılmıştı. Yeni Manisa’da konutlardan önce anıtların yapımına Manisa Tarzanı anıtı ile başladık. Manisa Tarzanı’nın testisinden dökülen su, Barış Alanı’na hayat veriyor. Anıt yapıldığında diktiğimiz çınarın altında şimdi Manisa Tarzanı üzerine söyleşiler yapılıyor. Manisa Tarzanı üzerine yaptığım araştırma, bizde yaşamının filme alınması isteğini de uyandırdı. Yaptığımız ses ve görüntü kayıtlarını her gözden geçirdiğimizde, Manisa Tarzanı’nın yaşamı mutlaka filme alınmalı diyorduk. Nitekim, Film yapımcısı Cengiz Ergun’u aradığımda, anlattıklarımız onun da ilgisini çekti. Çektiğimiz görüntü ve ses kayıtlarını toplayıp, İstanbul’un yolunu tuttum. Anlattıklarımın ilginç bulunduğunu gördükçe, filminin yapılacağına ilişkin umudum güçlenmeye başladı. Tarzan’ı tanıyanlarla yaptığım söyleşileri, çektiğim görüntüleri, derlediğim yaşam öyküsünü İstanbul’da bırakıp Manisa’ya döndüm. Arada bir, Cengiz Ergun’a filme ilişkin gelişme var mı diye soruyordum. Sonunda beklediğimiz haber geldi. Yazdıklarımızı ve kaydettiğimiz görüntüleri izleyen Film Yönetmeni Orhan Oğuz ve Senarist Nuray Oğuz, olumlu görüş bildirip, çalışmaya başladılar. Nuray Oğuz’la senaryo üzerine günlerce haftalarca süren çalışmalar yaptık. Filmin çekilebileceği alanları birlikte dolaştık. Daha sonra ödül de alan güzel bir senaryo ve güzel bir film çıktı ortaya. Film daha geniş bir bütçe ile çekilebilseydi, tasarladıklarımızın tümü yapılabilseydi, daha güzel bir film olacaktı mutlaka ama istenilen para bulunamadı. İstenilen paranın bulunamaması, filmin istenilen sürede bitirilememesi Senarist Nuray Oğuz’u o kadar üzdü ki, onun sevgi dolu yüreği bu acıya daha fazla dayanamadı. Nuray Oğuz, senaryosunu yazdığı Manisa Tarzanı filmini izleyemeden aramızdan ayrıldı. Şimdi, Manisa Tarzanı’nın ilginç yaşam öyküsünden dizi yapılması geçiyor gönlümüzden. Niye olmasın diyorum kendi kendime. Birilerinin “Manisa Tarzanı’nın yaşam öyküsünden dizi yapalım” demesini bekliyoruz. Bir bahçıvan yamağının Manisa Tarzanı olarak ünlenmesi kolay iş değil.
Yaptıkları Manisa Tarzanı’nın zeki bir insan olduğunu gösteriyor. Bir bahçıvan yamağının istediği zaman, belediye başkanına, valiye, yaptığı işle ilgili kişi ve kurumlara ulaşmasının kolay olmayacağını biliyor. Bunun için önce, uzun saçları ve siyah şortu ile bir imaj yaratıyor. Yarattığı imajla ilgi çekiyor, ilgi giderek desteğe dönüşüyor. Halkın desteğini alınca da bütün kapılar Manisa Tarzanı’na ardına kadar açılıyor. Topluma hizmet etmeyi düşünenlerin Tarzan’ın yaşamından alacağı derslerin olduğunu düşünüyorum. Dizisi çekilsin deyişim bundan. Hayal ürünü kahramanların gerçek üstü yaşamları yerine gerçek bir yaşam öyküsünün halkın ilgisini de çekeceğini söyleyebiliriz. Dilerim birileri çıkar da Manisa Tarzanı’nın yaşam öyküsünün dizi yapılması için kolları sıvar. Böyle bir girişime Manisalıların ve çevre dostlarının destek vereceğini düşünüyorum…
Biz Manisalı Tarzan dostları olarak, tarzanın adının ve anısının yaşatılması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Yılın Tarzanı’nı belirlemek çini toplantılar düzenliyorduk,  getirilen önerilerin içinden Manisa Tarzanı’nı belirliyorduk. Kimse kalkıp, yılın Manisa Tarzanı Mustafa Pala olsun demiyordu. Olsa önerilenlerin hiç birisi Manisa Tarzanı’na benim kadar emek veren kişiler değildi. Kendimi, olsun ben yılın değil, yılların Manisa Tarzanıyım diyerek teselli ediyordum. Biz Manisalılar olarak, teşekkür ve ödüllendirme özürlüyüz biraz. Hak edenleri alkışlamak yerine eleştiriyoruz.
Olsun be, sağılığında da Manisa Tarzanını eleştirenler, deli diyenler çok olmuş. Bakın biz şimdi anıtlarını yapıyor filmlerini çekiyor, şiirler, kitaplar yazıyoruz Manisa Tarzanı için. İnsanlara yaşarken değil, ölünce değer veriyoruz. İnsanları yaşarken ödüllendirmeyi, alkışlamayı öğrenelim beyler. Bu kentin görkemli çınarlar gibi ayakta duran insanlarına sahip çıkalım…
2021 yılında, Manisa Tarzanı’nın anıtının açılışı ve Manisa Tarzanı etkinlikleri için, Obasya’da buluşalım. Bu yıl düzenleyemediğimiz etkinlikleri gelecek yıl düzenleyelim.




20 Mayıs 2020 Çarşamba

RAMAZAN BAYRAMI

75 yıllık hayatımda bayram ziyaretleri yapamadığım, kimsenin bayram kutlamasına gelmediği evden çıkamadığım tek bayram bu bayram oluyor. Bayram ziyaretine gelenler, şeker almak için kapımızı çalan çocuklar olmayacak bu bayram.
İnsanlardan uzak duracağız, insanlıktan değil diyerek, telefona sarılacağız hemen, görüntülü konuşmalar kutlamalar yapacağız. Karşılıklı olarak tatlı yiyemeyeceğiz ama tatlı tatlı konuşacağız.
Kentler büyüdükçe yalnızlıklar da büyüdü. Büyük kent büyük yalnızlık getirdi. Üstüne üstlük bir de korona belası musallat oldu insanoğlunun başına bu bayramda.  
Bayramda size gelen olmayacağına göre fırsatı değerlendirerek siz kendinize gelin. İnsanın kendine gelmesi, kendi olması çok önemli değil mi? Hep kendimiz olsak, gerektiğinde hızla kendimize gelmeyi becersek, daha mutlu oluruz. Bayramlar dargınların barışma günü olmalı. “O gelsin benden özür dilesin” gibi, düşüncelere kapılmadan, barışmak için adımlar atılmalı. Bunu önce politikacılar yapmalı.
Benim çocukluk yıllarımda bayramlar çok farklıydı. İnsanlar en güzel giysilerini giyip bayram gezmesine çıkardı... İçtenlik vardı, sıcaklık vardı. Diz dize oturup, göz göze sohbetler yerine, saatlerce telefonlarla karşılıklı görüşme, yazışma yapacağız.
Ev ziyaretlerine gidip “internet var mı, piriz nerde, şifreniz neydi?” diye soruluyor sormayacağız bu bayramda. Bu satırların yazarı olarak ben de sosyal medya bağımlısıyım. Telefon elimden düşmüyor. Beş dakikada bir elim otomatik olarak telefona gidiyor. Akıllı telefonlar da ayrı bir bağımlılık türü yarattı birçoğumuzda.
Ben bayram gezmelerini özlüyorum. Çok tatlı yemek, çok kahve içmek zorunda kalırdık ama birçok dostumuzla da yüz yüze görüşme olanağı bulmuş olurduk…
Her ramazanda yazısında olduğu gibi, bu bayramda da iki küçük fıkra paylaşayım sizinle:
Adamın biri, Bektaşi'ye sormuş:  "Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman yüzümü ne tarafa döneyim"  Bektaşi:  "Elbiselerini çıkardığın tarafa dön ki çalmasınlar!" demiş.
Bir de çocuk fıkrası anlatayım:  Adamın biri yolda sevimli bir çocuk görür ve çocuğa:  “Senin adın ne” diye sorar. Çocuk tam söyleyeceği sırada:  “Dur ben tahmin edeyim” diyerek sözünü keser, “ama ipucu olarak adının baş harfini söyler misin” der çocuğa. Çocuk:  “adımın baş harfi “Y” “der. Adam başlar saymaya...  Yasin, Çocuk hayır anlamına başını sallar.  Yusuf.  Çocuk yine başını sallar.  Adam (Y) harfi ile başlayan tüm isimleri sıralar. Çocuk hep hayır anlamına başını sallamaktadır.  Adam sinirlenir, kız isimlerini de saymaya başlar; çocuk yine başını sallar. Adam sonunda: “Bilemedim. Ne len senin ismin” der.  Çocuk cevap verir: Yamazan.
Yamazan bayramınız kutlu olsun…



14 Mayıs 2020 Perşembe

19 MAYIS

Kontrollü Sosyal Hayat içinde 19 Mayıs Bayramımızı nasıl kutlayacağımız konusunda bu yazıyı yazmakta olduğum ana kadar herhangi bir açıklama yapılmadı. Facebook sayfamda, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’nın 23 Nisan Bayramı gibi balkonlardan coşkuyla ve geniş katılımla yapılması kutlanması, evlere Nutuk dağıtılması için yaptığım paylaşım 40 bin kişiye ulaştı. Yaptığım basın açıklaması yerel basında ve televizyonda yer alırken ulusal basında yer bulamadı. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımızı nasıl kutlayacağımız konusunda yetkililerden benim beklediğim şekilde bir açıklama gelmedi ve Nutuk dağıtan da olmadı.
19 Mayıs Bayramımızı da 23 Nisan Bayramı gibi evlerimizden balkonlarımızdan coşkuyla kutlayalım. Milli Bayramlarımız vazgeçilmezlerimizdir bizim. Her türlü koşul altında, Atatürk’ü anlamalı ve anmalıyız. Milli Bayramlarımızı önemine yaraşır bir özenle ve coşkuyla kutlamalıyız.
31 Mayıs’ta okullarımız kapalı olacak. 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı’mızı da 23 Nisan’ı nasıl balkonlarımızdan coşkuyla kutlamışsak aynı biçimde aynı coşkuyla kutlamalıyız. Balkonlarımızı yine bayraklarla süslemeliyiz. Evlerimizde Nutuk varsa yeniden okumalıyız. Özelikle Atamızın Ey Türk Gençliği diye başlayan hitabesini hem okumalı hem de gençlerimize çocuklarımıza okutmalıyız.
23 Nisan için, 5 Nisan’da balkonlarımızdan kutlayalım şeklinde yaptığımız çağırının ardından iki gün sonra TBMM Başkanı ve Milli Eğitim Bakanından ayrı ayrı açıklamalar yapılmıştı. Ancak 19 Mayıs için beklenen açıklama yapılmadı nedense. 19 Mayıs ne unutulur ne de unutturulur. 19 Mayıs Kontrollü Sosyal Hayat içinde de mutlaka kutlanacaktır.
Sokağa çıkma yasağı olmasaydı, milyonlar yine Anıt tepeye akardı. Anıt tepeye gidemiyoruz ama balkonlarımızdan 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramında Atamızı giderek artan minnetle sevgiyle ve özlemle anacağız yine. Yine gazetelerimizin manşetinde Atatürk ve kurduğu cumhuriyeti emanet ettiği gençlik olacak.
83 milyon Atatürk'ü anlıyor ve anıyorsa, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak ülkemiz için sorun olmayacaktır. Ulus olarak "Biz seni unutmak için sevmedik" diyorsak ve unutmuyorsak, milyonlar Anıttepe'de toplanıyorsa yüreğimizde hep yaşıyorsun hep yaşayacaksın demektir.  Gerçekten öyle biz Atamızı unutmak için sevmedik. O'nun asaletini zarafetini ve bilgeliğini özlüyoruz. Dünya'da hiç bir toplum Atatürk gibi bir öndere sahip olamamıştır. Hiç bir toplum da önderini, bizim Atatürk'ü sevdiğimiz kadar sevmemiş ve ölümsüzleştirememiştir. Atatürk karşıtları Atatürk döneminde de vardı, şimdi de var, yarın da olacaktır. Ama bu karşıtlar, gönüllerimizdeki Atatürk sevgisini bitirmek şöyle dursun daha da pekiştirecektir. Atatürk'e dün olduğundan daha fazla sarılmalıyız. O’nu hem anlamalı hem de anmalıyız.
19 Mayıs akşamı balkonlarımızdan saat 19.19 da yine İstiklal Marşımızı ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okumalıyız…
Hepimize düşen en büyük görev; Atatürk’ü anlamaktır. Cumhuriyet’in değerlerini her koşulda korumak, Atatürkçü düşünceyi içselleştirmektir. Türkiye’yi aydınlık yarınlara taşımaktır. Ülkemiz Atamızın hedef olarak gösterdiği bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyerek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşacak ve aşacaktır.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun. Yüreklerimiz Atatürk sevgisiyle dolsun.




2 Mayıs 2020 Cumartesi

AZİZ NESİN DAYIOĞLU VE BEN

Bir sonbahar akşamında, Aziz Nesin, Hesna - Ertuğrul Dayıoğlu çifti, Prof. Dr. Cevat Geray ve ben Mustafa Pala, Antalya’da bir otelde bir masanın çevresinde bir araya geldik.
Kısaltılmış adı Türkkent olan Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birliği’nin yönetim kurulu üyeliğini yaptığım 90’lı yıllarda, Tüm Konut Yapı Kooperatiflerinden temsilcilerin katıldığı üç gün süren Antalya çevresindeki otellerde sezon henüz başlamadan ya da biterken ilkbahar ve sonbahar semineri yapardık. Seminerlerimize bilim adamları, politikacılar yazarlar katılır tebliğler sunarlardı. Açılış oturumuna, siyasi parti yöneticileri ve bakan düzeyinde katılımlar da olurdu.
Seminerlere genellikle rahmetli M. Ertuğrul Dayıoğlu ile katılırdık. Hesna Dayıoğlu kocasını hiç yalnız bırakmazdı. Seminerlerde bir geceyi Dayıoğlu ile ikimize ayırırlardı. Dayıoğlu ile birlikte ilgiyle izlenen söyleşiler yapardık sahnede. Her yıl Dayıoğlu ve bana özel çağrı yapılırdı katılmamız için.
Seminerlerimizin birisine konuşmacı olarak Rahmetli Aziz Nesin’de katılmışlardı. Aziz Nesin’le Dayıoğlu’nun yan yana geldiğini düşünün. Çok keyifli söyleşilerimiz oldu. Bir akşam, Aziz Nesin, Prof. Dr. Cevat Geray Ertuğrul Dayıoğlu eşi Hesna hanım ve ben aynı masa çevresinde buluştuk. Laf lafı açıyordu oradan buradan konuşuyorduk. Konuşmanın ilerleyen bir yerinde rahmetli Cevat Geray “ben yarın oturum başkanlığı yapacağım biraz çalışmam gerek” diyerek yanımızdan ayrıldı. Daha sonra da Hesna Hanım izin alıp kalkınca, Aziz Nesin Dayıoğlu ve ben kaldık masada. Üçümüzde konuşmayı seviyoruz. Sözü birimiz bırakıp birimiz alıyoruz. Söz sırası bana geldiğinde bir hikâye anlatayım dedim. Hikâye Aziz Nesin’in çok hoşuna gitti. “Bunu mutlaka yazmalıyım” dedi. Aziz Nesin’in hoşuna giden hikayeyi sizlerle de paylaşmak istiyorum:
Anadolu’da bir köy, köy olunca ağası da olur mutlaka. Bu köyün ağasıda diğer köylerin ağasından pek farklı değil. Zalim mi zalim, kötü mü kötü, yapmadığı kötülük kalmazmış köylülere. Önce borç verir sonra tarlalarını alırmış köylülerin elinden. Köylünün kadınlarına kızlarına sulanırmış. Karın tokluğuna çalıştırırmış hepsini. Ağaya kızarlarmış ama çok korktuklarından ne derlerse yaparlarmış. Ağanın terbiyesi gibi ağzı da bozukmuş. Ağır küfürler edermiş köylülere. Kendisine laf söyleyenleri eşek sudan gelene kadar dövdürürmüş. Gel zaman git zaman ağa yaşlanmış ve hastalanıp yatağa düşmüş. Bütün köylü ölmesini bekler olmuş ağanın.  Ağa bir gün, yanaşmasını çağırıp köyün ileri gelenlerinden beş kişiyi çağır yanıma demiş. Beş kişi hasta yatağında yatan ağanın karşısında dizilmişler. Oturun demiş ağa. Oturmuşlar. “Size çok kötülük yaptım” diye söze başlamış ağa “üzgünüm” demiş. “Vicdan azabı çekiyorum” demiş. Konuştukça konuşmuş ve konuşmasını, “Sizden son bir isteğim var. Bu isteğimi yerine getirirseniz huzur içinde öleceğim” demiş. Köylüler “söyle ağa” demişler. Ağa, “son isteğim, ben ölünce beni çırılçıplak soyacaksınız ve götürüp köyün ortasındaki çınara asıp hepiniz evlerinize gideceksiniz. Ben ancak böyle huzura kavuşurum. Beni astığınızı kimseye söylemeyeceksiniz. Bu konuda söz vereceksiniz ve kurana el basacaksınız.” demiş. Köylüler “tamam” demişler. Kurana el basmışlar. Ve ağanın başında beklemeye başlamışlar. Ağa gece yarısında son nefesini vermiş. Köylüler verdikleri söze uygun olarak ağayı soymuşlar, götürüp köyün ortasındaki çınar ağacına asıp evlerine çekilmişler. Sabahleyin uyanan köylüler ağayı çınar ağacına çırılçıplak asılı görünce hemen jandarmaya haber ulaştırmışlar. Jandarma köylüleri köy meydanında toplayıp, ağayı kim astı diye sormaya başlamış. Kimse söylemiyor “bilmiyoruz” diyorlarmış. Köylüleri günlerce dayaktan geçirmişler ve hala ağayı kimin astığını öğrenmek için köylüleri dövmeye devam ediyorlarmış.
Anlattığım hikaye bu kadar. Aziz Nesin’in çok hoşuna gitti “bunu mutlaka yazmalıyım” dedi. Yazıp yazmadığını bilmiyorum. Aziz Nesin 6 Temmuz 1995, Dayıoğlu 29 Şubat 2016 ve Cevat Geray 23 Temmuz 2018 tarihlerinde aramızdan ayrıldılar. Kendilerine tanrıdan rahmet diliyorum. Adları ve anıları yüreğimizde yaşıyor. Kulakları çınlasın ömrü uzun olsun. Türkkent’in seminerlerinin tanıklarından Hesna Dayıoğlu var arımızda. Ertuğrul Dayıoğlu’nun anılarını, yaşam öyküsünü kim kaleme alır bilemiyorum. Ancak Dayıoğlu’nun yaşam öyküsü mutlaka yazılmalı. Eşi, oğulları, kızı ve kardeşi Çetin Dayıoğlu’nun anlatacaklarından Dayıoğlu’nun yazdıklarından, dostlarından hayatta olanların anlatacaklarından çok güzel bir kitap ortaya çıkabilir. Dayıoğlu kendisi için yazılacak kitabın arının “Bir taşra politikacısının yaşamından anekdotlar” olmasını isterdi. 
Koronavirüs nedeniyle evde kapanıp kalınca anılar geçti gözlerimin önünden. Paylaşmak güzeldir diyerek yazıp paylaştım. Hepinize sağlıklı günler diliyorum. Yaşadığımız bu zor günlerde bazen anılara tutunmak gerekiyor.



20 Nisan 2020 Pazartesi

23 NİSAN

Bu yıl 23 Nisan Bayramını Koronavirüs salgını nedeniyle balkonlarımızdan kutlayacağız. 5 Nisan 2020 tarihinde Facebook sayfamda 23 Nisan Bayramını evlerimizin balkonlarından kutlayalım şeklinde yaptığım çağrının 15 gün içinde 60 bin kişiye ulaşması nedeniyle kendi çapımda bir rekora imza atmış oldum.
Hem 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayacağız hem de Atamızı özlemle ve rahmetle anacağız. Atatürk; çocuklarımıza verdiği değeri, 23 Nisan’ı bayram ilan ederek, gençlerimize verdiği değeri de “Ey Türk Gençliği”  şeklinde başlayan söyleviyle ve 19 Mayıs’ı bayram ilan etmesiyle göstermiştir.
Tarihimizin gurur dolu sayfalarının yeni kuşaklarca öğrenilmesi ve Türk Devleti’nin devamını emanet edeceğimiz yeni Cumhuriyet bekçilerinin bu bilinçle yetişmesi amacıyla 23 Nisan'lar önemlidir. Bu nedenle önemine yaraşır biçimde kutlanmalıdır. Ne Atatürk'ten, ne de kurduğu Cumhuriyet'ten vazgeçeriz bu böyle bilinmelidir. Köhnemiş bir imparatorluktan genç bir Cumhuriyet kurmayı başarmış olan Atatürk tüm çağdaşları unutulmuş gitmişken dünyanın adı ve anısı yaşatılan, sevgisi azalmayan giderek artan, saygı gören tek lideridir. Bunu unutmayalım. Unutturmak isteyenlere kanmayalım.
Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarında yurdumuzun İngilizler, Fransızlar, Yunanlılar, İtalyanlar tarafından paylaşıldığını Osmanlı İmparatorluğu'nun "hasta adam" olarak görüldüğünü okuduğumuz tarih kitaplarından biliyoruz.  Padişah ve yandaşları ülkenin paylaştırılmasına ses çıkarmadılar. Mustafa Kemal Paşa Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatmak için İstanbul'dan Samsun'a 19 Mayıs 1919 günü çıktı. Samsun'dan Amasya'ya, oradan Erzurum'a ve Sivas'a gitti. Sivas ve Erzurum'da kongreler topladı. Mustafa Kemal Paşa egemenliğin ulusta olması gerektiğine inanıyordu. Bu inançla “Ulusu yine ulusun gücü kurtaracaktır. Tek bir egemenlik vardır, o da Ulusal Egemenliktir.” diyordu. Yurdun dört bir yanından seçilip gelen temsilciler, milletvekilleri Ankara'da 23 Nisan 1920 günü toplandılar. O yıllar ülkemiz yokluk yoksulluk içindeydi. Milletvekillerinin oturduğu sıralar bir okuldan getirildi. Meclis gaz lambası ile aydınlanıyor, soba ile ısıtılıyordu. Top seslerinin Ankara'da duyulduğu zamanlarda bile meclis düzenli toplandı. Ulusal Kurtuluş Savaşımızla ilgili bütün kararlar bu mecliste alındı. 23 Nisan 1920 ulusun yönetme yetkisini kullanmaya başladığı gündür. Bugün Milli Egemenlik Bayramımızdır. 23 Nisan gibi milli bayramlarımızın önemli bir anlamı daha vardır: Bu bayramlar, birlik ve beraberliğimizi pekiştirdiğimiz, millet olarak tasada ve kıvançta bir olduğumuz günlerdir. Bugün de bizlere bu cennet vatanı, canları ve kanları pahasına emanet eden atalarımızın emanetlerini nasıl daha iyi koruyarak ve geliştirerek, yarınlara taşıyabileceğimizi konuşmalıyız, diye düşünüyorum 23 Nisan'ı çocuklarımıza anlatmalıyız. Anlatmalıyız ki, gelecek kuşaklar uyanık, kararlı ve bilinçli olabilsinler. Tarihi mirasımızı koruma ve kollama konusundaki ödevlerini yerine getirebilsinler. Bu duygularla, bütün çocuklarımızın 23 Nisan Bayramını yürekten kutluyorum.



14 Nisan 2020 Salı

SEFERBERLİK VE UZLAŞMA

Yaşayarak görüyoruz ki, hayat eve, milyonların sevgisi yüreğe, kitaplar ve düşünceler belleğe sığıyor.
Köşe yazımı yazmak için bilgisayarımın başına geçtim.
Seferberlik ve uzlaşma üzerine yazacağım bugün.
Seferberlik arkasında ulusal uzlaşma varsa başarıya ulaşır.
Bugün ne bir partiyi ne hükümeti ne de bir kurum ya da bir kişiyi eleştireceğim.
Bugün soran, soruşturan, araştıran,  süreçlere katılan etkin olmaya çalışan 75 yaşında bir yurttaş olarak sadece seferberlik ve uzlaşma üzerine düşüncelerimi paylaşacağım.
Bu düşüncelerinin arkasında öğrenmeye açık tam 75 yıllık bir ömür var.
Seferberlik tüm yurttaşların mal, hizmet, kaynak ve düşünce üretme gücünü ayın amaca yönlendirme eylemidir. Seferberliğin başarılı olması için ortak akıl, ulusal uzlaşma ve ulusal katılma gerekir.
Mal, hizmet, kaynak ve düşünme üretimi için, merkezi yönetimin, yerel yönetimlerin, ilgili kurum ve kuruluşların ve sivil toplum katkısını almak gerekir.  
Seferberlik yönetimi, çok sesli bir orkestranın yönetimi gibidir. Çok sesliliğin uyumunun sağlanması amaçlanır.
Seferberliğin olmazsa olmazı uzlaşma dedim ya, gerçekten öyle. Ne kadar uzlaşma o kadar başarı.
KORONAVİRÜSÜ YENMEMİZ İÇİN SEFERBERLİK, SEFERBERLİK İÇİN DE UZLAŞMA ŞART
Uzlaşma bir kültürdür.
Uygar insana uzlaşma yakışır.
Uzlaşma uygarlıktır.
Bu ülkenin, evinde mahallesinde, köyünde kasabasında kentinde her yerinde, en tepesinden en küçük birim olan aileye kadar uzlaşmaya ihtiyacı var.  
Demokrasi uzlaşmadan güç alır. Uzlaşma olmadan demokrasi olmaz.
Ayrı düşünmek başka şey, ayrı durmak başka şey, ayrı düşünebiliriz ama ayrı duramayız. 
Aynı fikirde olanlar anlaşır elbet. Önemli olan ve olması gereken, farklı fikirlerde olup, birbirine saygı duyabilmesidir insanın. Bunu başardığımızda uzlaşma kolaylaşır…
Biz aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Biz aynı geminin yolcularıyız. Gemi batarsa hepimiz batarız. Geminin kaptan köşkü de batar; en altındaki sintine bölümü de batar.  Bu ülkede uzlaşma kültürünün gelişmesi gerekiyor. Sözün yerini, yumrukların aldığı ortamda uzlaşma olmuyor. Kavga ve uzlaşma aynı torbaya sığmıyor.   AYRIŞTIRAN DEĞİL BİRLEŞTİREN OLUN Ülkenin yöneticileri ayrıştıran değil birleştiren olmalıdır.  Ülkenin ve yurttaşların tümünü kucaklamalıdır. Belediye Başkanları da öyle, bir partinin adayı olurlar ama seçildiklerinde tüm kentin başkanıdırlar artık. Tüm yurttaşlara eşit yakınlıkta olmaları gerekir. Yoksa uzlaşma zorlaşır, uzlaşmanın yerini dayatma alır.  Partiler fikir kulüpleri gibi olmalı. Partiler ülkenin sorunlarına çözümler ve projeler üretmeli. Halkta projelere bakıp oy vermeli.

MECLİSTE ATILAN YUMRUKLARIN DEĞİL VATAN İÇİN ATAN YÜREKLERİN ÖFKENİN DEĞİL SEVGİNİN  SESİ DUYULMALI
Mecliste atılan yumrukların değil, ülkenin aydınlık geleceği için atan yüreklerin sesi duyulmalı. Siyaset parayla değil, bilgiyle, halka gösterilen ilgiyle yapılmalı. Partiler arasında uzlaşma kültürünün gelişmesi, demokrasinin kökleşmesine ihtiyaç var. Eğer ülkemizde uzlaşma yaşayan bir gelenek haline gelirse, güçlü iktidarlar da başarılı olur, koalisyonlarda.  
SİYASET ÖFKEYLE DEĞİL SEVGİYLE YAPILMALI
Siyaset yumrukla değil kafayla, öfkeyle değil sevgiyle yapılmalı. Terörün kurban aldığı ölümlerin olduğu yerlerde liderler toplu fotoğraf verebilmeliler. Tasada ve kıvançta birlikte olabilmeliler.  “Benin dediğim dedik çaldığım düdük” denilen yerde uzlaşma olmaz. “Gelin yapılması gerekeni birlikte saptayalım” denilirse uzlaşma olur. Liderler en az iki üç ayda bir kez bir araya gelmeliler. Birbirlerinin elini dostça sıkabilmeliler.  Söz konusu vatan, söz konusu cumhuriyet, söz konusu demokrasi olduğunda işbirliği yapabilmeliler.  
UZLAŞMA OLMADAN DEMOKRASİ OLMAZ  
Kavgayla gelen başarı kavgayı, uzlaşmayla gelen başarı uzlaşmayı özendirir. Barışa, dayanışmaya uzlaşmaya ihtiyacımız var. Sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütmeye ihtiyacımız var. Bir siyasi partinin üyesi olmak diğer siyasi partilerin düşmanı gibi davranmayı gerektirmez. Tek ihtiyacımız var: Uzlaşma, sadece uzlaşma. Uzlaşmayı halk olarak biz istersek, siyasiler de istemek zorunda kalırlar. Haydi, o zaman, uzlaşmak için, işbirliği ve dayanışma için uzat elini.  
BEN NEREDE HATA YAPTIM
Liderler ve hepimiz kendimize “ben nerede hata yaptım” sorusunu sormalıyız ara sıra. Başarılarını dillendirdikleri gibi hatalarını da açıkça söyleyebilmeliler. Özeleştiri yapabilmeliler. Unutmayalım bu ülkede uzlaşma kapısını aralamak çözüme, barışa, kardeşliğe, dayanışmaya ve aydınlığa kapı aralamaktır.
Önce uzlaşacağız, seferberlik yapacağız. Koronavirüsü yeneceğiz ve ardından gelecek olan sorunları hep birlikte aşıp esenliğe çıkacağız. Olur mu diye sorumayın.  Uzlaşırsak birlikte çalışırsak, öfkenin yerine sevgiyi koyarsak ve ortak aklı etkin kılarsak olur.   




5 Nisan 2020 Pazar

ÇOCUKLARIMIZA VE ÖĞRETMENLERİMİZE ÇAĞRI

Uzaktan, ancak gönülden Merhaba diyerek başlıyorum yazıma.
Merhaba,  hepinize sağlıklı günler diliyorum.
Yaşımız gereği evde kalmayı sürdürüyoruz. 
Sosyal medya üzerinden iletişimiz devam ediyor. Çocuklarımızla torunlarımızla yakın çevremizle dostlarımızla konuşuyoruz.
İnsanlardan uzak duruyoruz insanlıktan değil. Paylaşımlar yapıyorum. Haberleri dinliyorum. Arada bir bahçeye çıkıp çimleri suluyorum, komşumla uzaktan selamlaşıyorum. İşimi de evden sürdürmeye çalışıyorum gelen telefonlara cevap yeriyorum. Aklımın erdiği kadar soruları yanıtlamaya çalışıyorum.
Bugün öğrencilerimize, öğretmenlerimize tüm halkımıza bir çağrı yapmak geçti aklımdan.  Çağrımı yazıp Facebook sayfamdan paylaştım.  Ardından köşe yazısı olarak ta yazmamın yararlı olacağını düşünerek okuduğunuz bu yazıyı yazmaya başladım. Girişi daha fazla uzatmadan, çağrımı paylaşıyorum:
ÇOCUKLARIMIZA, ÖĞRETMENLERİMİZE VE TÜM YURTTAŞLARIMIZA ÇAĞRI.
Bildiğiniz gibi 23 Nisan yaklaşıyor.  23 Nisan’da okullar kapalı olacağından bizler ve çocuklarımız evlerde bulunacağız.  Çocuklarımızın bayram bekleyişleri bitmesin güçlenerek devam etsin. Üstelik bu yıl Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılışının 100. Yılı...
23 Nisan 2020’de Herkesin konularına bayrağımızı asıp,  saat 20.00’de tüm pencere ve balkonlardan okuyacağı İstiklal marşı organize edebilirsek hem çok kalıcı hem de çok güzel bir etkinlik yapmış tarihimize güzel bir not düşmüş olacağız.
Şimdiden duyurusunu yapmaya başlarsak başarı bizimle olur. Önümüzde yeterli zaman var. Bu örgütlenmeye, çocuklarımız, öğretmenlerimiz öncelik yapmalı, hepimiz yardımcı olmalıyız. Sonra da alkışlarımız çocuklarımıza ve öğretmenlerimize ve bu bayramı bize hediye eden Mustafa Kemal Atatürk’e gelmeli. Sosyal medya aracılığı ile duyuruları yapmaya hemen başlayalım. Hepimiz paylaşırsak duyurumuz en ücra köşelere kadar hızla ulaşır ve yaygınlaşır.
Ulusal dayanışmaya birlik ve bütünlüğe her zamandan daha çok ihtiyacımız var. Haydi, Türkiye 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını özel bir özenle ve hep birlikte milletçe balkonlarımızda ve evlerimizde kutlayalım...
Çocuklarımıza büyük bir bayram hediye eden, ulusal kurtuluş savaşımızın öncüsü cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kelam Atatürk, bakın ne diyor:  "Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz."
23 Nisan’ı evlerimizden de görkemli biçimde kutlayabileceğimizdin hiç kuşkum yok. Çocuklarımız ve öğretmenlerimiz, aralarında Whatsapp grupları oluşturarak, öğrencilerine ve öğretmen arkadaşlarına hatta velilere ulaşarak kutlamanın en güzel en içten biçimde kutlanmasını sağlayacaklardır.
Atatürk’ün bir sözüyle yazımı noktalamak istiyorum:  “Gelecek için hazırlanan vatan evlatlarına, hiçbir güçlük karşısında yılmayarak tam bir sabır ve metanetle çalışmalarını ve öğrenim gören çocuklarımızın ana ve babalarına da yavrularının öğreniminin tamamlanması için hiçbir özveriden çekinmemelerini tavsiye ederim."



30 Mart 2020 Pazartesi

HAYAT DEVAM EDİYOR

Yaşım gereği evdeyim. Bu yazıyı evden yazıyorum.
Üçpınar Köyündeyim. Köylerde insan yoğunluğundan uzakta kalmak daha kolay oluyor. Evin çevresinde dolaşabiliyoruz. Bahçe ile ilgilenebiliyoruz.

Düşünüyorum da, eğer internet olmasaydı, yalnızlığın sıkıntısını daha derinden yaşardık diyorum. Çocuklarımıza ve sevdiklerimizin tümüne yanımıza gelmeyin dedik. Yanımıza gelemeyenlerle sık sık görüşüyoruz.
Facebook ve twitter üzerinden paylaşılanları okuyorum bende paylaşımlar yapıyorum.
İnternette bilgi kirliliği olmuyor değil. Doğruyu yalandan ayırmak için çaba göstermeliyiz. Güvendiğimiz bildiğimiz kaynakların yazdıklarına inanmalıyız. Bu konuda seçici olmalıyız.
Manisa Valiliğinin yaptığı paylaşımları, bende paylaşıyorum.
Manisa İl Pandemi Kurulunun oluşturulmasını önemsiyorum. Keşke bu kurullar işin başında oluşturulsaydı. Borçlar taksit taksit ödenebilir ama kararlar önlemler taksit taksit alınmamalı. Sonradan alınan önlemler baştan alınabilseydi daha farklı bir yerde olabilirdik.  Günümüzde her şey ölçülebiliyor.  Ölçmeden bilemezsiniz, bilemezseniz yönetemezsiniz. Olanı biletini bilmek gerekir. Alınan önlemler ne denli başarılı ya da başarısız olduğunuz, ülkemizdeki sonuçlar diğer ülkelerdeki sonuçlarla karşılandığında daha yakından göreceğiz. Sokağa çıkmanın azaltılamadığından yakınmalar var. Sokağa çıkma yasağını işin başında getiren ve buna titizlikle uyulan ülkelerin Koronavirüsle mücadelede daha başarılı oldukları görülüyor.
Koronavirüs nedeniyle birbirimize koruma mesafesinden daha yakın olmayacağız. İnsanlardan uzaklaşacağız ama insanlıktan uzaklaşmayacağız. Bu nedenle birbirimizi sık sık arayıp hal hatır soruyoruz. Beni arayan genç arkadaşlarımızın tümü bir ihtiyacınız var mı diye soruyorlar. Aktardığımız ihtiyaçlarımızı severek karşılıyorlar.  Bu günler dayanışma günleridir.  Dediğim gibi insanlardan uzak duracağız, insanlığımızdan değil.
Yaptığım paylaşımların bazılarını çok tıklananları burada biraz daha genişleterek paylaşmak istiyorum:
Kimse koronavirüsten  ölmek istemez, bende istemiyorum. Senden korkmuyorum KORONA Yaşıma bakıpta umutlanma. 2021 de hatırlanan değil, hatıralarını anlatan, yazan olacağım. Kurallara uyuyorum evden çıkmıyorum.  Kurallara uymak, korunmak insanlardan uzak durmak çok önemli bunu hepimiz yapmalıyız.
Yaptığım bir başka paylaşım da şöyleydi: Koronavirüsten değil cehaletten korkuyorum. Gerçekten öyle, virüsle mücadelelimizdeki başarının eğitim düzeyimizle cehaletle çok yakından ilişkisi var. Umreden dönen bir yurttaşın, polisin yüzüne tükürüp, “ben hastaysam sende hasta ol” demesi cahillik değil mi?  Karantinadan kaçmak istemesi cahillik değil mi? Bazı ileri yaşlıların bana bir şey olmaz diyerek sokağa çıkması cahillik değil mi?
Üretici köylüler desteklenecek, borçları ertelenecek, yeterli üretim yapılacak köylü kentli aç kalmayacak. Evet, hayat devam ediyor. Köyler çok yoğun değil. Bir kişinin tarlaya gidip çift sürmesi, ağaçların budamalarını ve bakımlarını yapması, korunması için önemli bir sorun yaratmıyor. Bu nedenle köyde alınan önlemlerle kentte alınan önlemler farklı olmalı. Koronavirüsü köylerde denetlemek köyleri denetim altına almak daha kola bence.
Anayasamızın 2. Maddesini de paylaştım Facebook sayfamda. Madde Aynen şöyle:  Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Koronnavirüse karşı vereceğimiz mücadelede, Sosyal bir hukuk devleti olma özelliği büyük önem taşıyor. Sosyal Devlet olmak çözümün anahtarıdır. Vatandaş evinde kalacak tüm ihtiyaçları devlet tarafından karşılanacak. Sosyal Devlet gibi Sosyal Belediyeler de görev yüklenecek, işte o zaman sorunun daha kolay çözüldüğünü hem halkımız hem de dünya görecek ve inanın bunu böyle başardığımızda dünya bizi kıskanacaktır.
Sosyal Devlet diyerek yaptığım bir paylaşıma devletin yükü ağır diyenler oldu.  Evet gerçekten ağır. Geçilmeyen geçiş garantili yollara ve köprülere bedel ödemek, Kanal İstanbul’u bu sıkıntılı günlerde bile gündemde tutmak, binlerce makam arabası bulundurmak,  beş milyon Suriyeliye bakmak  ve benzer uygulamalar devletin yükünü ağırlaştırıyor.
Balkonlara çıkıp sağlıkçılarımız alkışladık.  Daha fazlasını hak ettiklerini hepimiz biliyoruz. Haklarının fazlasıyla verilmesini diliyorum.
Yazımın içinde, Manisa İl Pandemi Kurulunun gecikerek de kurulsa, kurulmasını mutlulukla karşıladığımı belirtmiştim.  Ortak akıl. Sorunların aşılması için gerekli olan ortaklaşa çalışmayı kolaylaştırır.  Başarı, tartışarak kararlar alıp tartışmasız uymada gizli.  Tartışmadan kararlar verilirse uygulaması zorlaşır. Hatalara kimse sahip çıkmaz. Eleştiriler artar.
Evden yazmaya devam edeceğim.  Yazmayı ve paylaşmayı seviyorum. Paylaşmak güzeldir diyorum. İnsanlık olarak büyük bir sınavdan geçiyoruz. Sınavda sorular çalıştığımız hazırlıklı olduğumuz yerlerden değil, çalışmadığımız konulardan geliyor.
Birlikte çalışacağız. Sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütürken, sorunları paylaşarak küçülteceğiz ve aşacağız…




 
back to top