Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

22 Ekim 2020 Perşembe

HOBİ BAHÇELERİ

Bugüne kadar hobi bahçeleri üzerine kaç yazı yazdım bilemiyorum. Bildiğim bir şey var, konu açıklık kazanana hobi bahçeleri için yasal düzenleme yapılana kadar yazmaya devam edeceğim.

TBMM’ye hobi bahçelerinin yasaklanmasına ilişkin bir yasa tasarısı getirildi. Tartışmaların ardından görüşmeler Ekim 2020 ayına ertelendi. Tam yasalaşması beklenirken Cumhurbaşkanının çağrısıyla  geri çekildi. Geri çekilmesi çok iyi oldu ama geri çekmenin ötesinde beklenti var. Beklenti, hobi bahçelerinin engellenmesi değil nerelerde nasıl yapılacağına ilişkin yasal düzenleme yapılmasıdır.

Kentlerimizin yakın çevresinde, öncelikle marjinal alanlarda, kent halkının hafta sonlarını değerlendirebileceği, sebze üretimi yapabileceği, domates ekip dalından koparabileceği içinde ufak bir temelsiz yapı biçiminde kulübesi olan büyüklükleri 100-200 metre kare arasında değişen bahçelere Hobi Bahçeleri ya da Kent Bahçeleri diyebiliriz. Hobi bahçelerin örnekleri tüm AB ülkelerinde var.  Kent Bahçeleri, bizim geleneğimizde de var. Eskiden kentlerin çevresinde, bostanlar bağlar bahçeler vardı. İnsanlar kentlerde yaşayanlar zamanlarını buralarda geçirirlerdi.

Korona salgını döneminde, hobi bahçeleri tam bir sığınak oldu. Kentlerin kalabalığından uzaklaşıp günlerini hobi bahçelerinde geçirdiler. Bunun somut yaranını da virüse yakalanmayarak gördüler. Salgında sığınak olan hobi bahçeleri, depremlerde de aynı işlevi görecektir mutlaka.

Kent Bahçeleri tüm gelişmiş ülkelerde de var ve destek alıyorlar. AB ile yapılan hibe anlaşmalarının içinde de Hobi Bahçeleri konusuna yer verilmiş. Hobi bahçeleri için verilen hibeler, TKDK tarafından dağıtılmak amacıyla halka çağrı yapılıyor. Ancak, mevzuatımızda Kent Bahçeleri yer almadığı için, projelendirme ve ruhsatlandırma yapılamadığından bu alanda hibeler kullanılamıyor.

Yasal düzenleme yapılamadı ama hobi bahçeleri düzensiz ve plansız biçimde çoğalıyor. Bazı belediyelerimizin yaptığı hobi bahçeleri de var. Bu konuyu BİMER’e illettim, “isteğiniz yapılacak ilk düzenlemede dikkate alınacaktır.” denildi ancak aradan uzun bir süre geçmesine rağmen bir düzenleme yapılmadı.

Hobi Bahçeleri ile: Aile ekonomisine katkı sağlanacak, Kent insanının, kentin sıkıntılı ortamından hafta sonlarında aile olarak kurtulmaları sağlanmış olacak ve kent çevresinde kullanılmayan ekilip biçilmeyen marjinal alanlar değerlendirilmiş olacaktır. Bu saydıklarım Hobi Bahçeleri yapmak için yetmez mi? Yeter elbet. Kent Bahçelerinin yapımını kolaylaştırmak için mutlaka yasal düzenleme yapılmalı.  Hobi bahçeleri ile tarım alanlarına zarar verilmemesi için, bahçelerin tarım alanlarına yapılması önlenmeli. Hobi bahçeleri kentin yakın çevresinde ekilip biçilmeyen marjinal alanlara yapılmalı. Bu alanlara hobi bahçeleri yapıldığında, insanlar marjinal alanlara toprak taşıyarak, işleyerek, doğal gübre kullanarak ekilebilir duruma getireceklerdir. Yapılmalı gereken, yasaklama değil, düzenli biçimde yapılmalarını sağlayacak olan yasal düzenlemedir…

Araziler mülkiyet olarak bölünmeyeceğinden ve üzerine kalıcı binalar yapılmayacağından arazinin niteliği ve mülkiyet durumu değişmeyecektir. Kent Bahçeleri uygulaması, Belediyelerimiz tarafından yapılabileceği gibi, Kooperatifi tarafından da kurulup sürdürülebilir. Kentlerde kaybolan iyi komşuluk ilişkileri Kent Bahçelerinde yeniden canlandırılabilir.

Sebze fiyatlarını bölgeler ve iller arası nakliyenin ve aracıların yükselttiği biliniyor. Tüketicilerin sebzeleri daha uygun fiyata alabilmesi nasıl sağlanır sorusuna yanıt bulmalıyız. Bunu sağlamanın etkili yollarından birisi de bazı belediyelerimizin ve bazı kooperatiflerimizin mevzuatı zorlayarak, yaptığı gibi vatandaşın ihtiyacı olan sebzeyi kendisinin yetiştirebilmesi yolunun açılmasıdır. Sebzeleri kentlerde oturanların kendisinin yetiştirebilmesi, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de hobi bahçeleri ile mümkün olacaktır.  

Topraktan ve doğadan kopup kentlerin beton yığınları içinde sıkışıp kaldık. Yoğun iş temposu ve giderek gelişen teknoloji ve kablosuz iletişim araçlarının yarattığı elektromanyetik kirlilik nedeniyle stres, depresyon, panik atak gibi rahatsızlıkların çoğaldığını görüyoruz. Kentlerimizde fiziki çevre ile sosyal çevre sürekli etkileşim içinde. Yapılan tüm araştırmalar, insanın içinde yaşadığı fiziksel çevrenin sağlığı ve mutluluğu için önemli olduğunu kanıtlıyor.  Kentlerde beton yığınları arasında sıkışıp kalan insanlar için, Yeşil Terapi olarak adlandırabileceğimiz, toprakla meşgul olmak, iyi tasarlanmış, bahçelerde üretim yapmak öneriliyor. Gecikmeden hobi bahçelerini yasal dayanağa kavuşturmalıyız.

Biz, kentlerde yaşayanlar olarak doğayı, yeşili, bitki ekip biçmeyi domatesi dalından koparmayı çok özledik.  Ve çözüm olarak, hobi bahçelerini görüyoruz. Yasal düzenleme bekliyoruz.

 


 



15 Ekim 2020 Perşembe

HUKUK

Hukuk adalet duygusudur.

Hukukun olmadığı yerde, Cumhuriyet demokrasi ile taçlandırılamaz.

 

Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandıracağız.

Güzel bir söz, ancak bunu nasıl başaracağız?

Demokrasi üçayak üzerinde güçlenir.

Bu ayaklar: Yasama, Yürütme ve Yargı bağımsızlığıdır.

Bunların birisindeki rahatsızlık demokrasiyi topallatır.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin her yurttaşı burada yazdıklarımı bilir ve her aklı başındaki yurttaş bunları onaylar.

Anayasanın 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.” hükmü düzenlenmiştir.

 

Türkiye Cumhuriyeti anayasamıza göre bir hukuk devletidir.

Hukuk adalet duygusudur.

Hukukun olmadığı yerde, ne Cumhuriyetten ne de çağdaş demokrasiden söz edilir.

Buraya kadar yazdıklarımın sanırım tartışılacak bir yanı yok.

Bunlar yasalarla güvence alıntına alınmış, genel kabul görmüş metinlerdir.

 

Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Tüm kişi ve kurumları bağlar. Bir mahkeme kararının yerine getirilmemesi adil yargılanma hakkının bir alt ilkesi olan mahkemeye erişim hakkının da ihlalini oluşturmaktadır.  AYM’nin bir kararının yerine getirilmemesi de mahkemeye erişim hakkının ihlali anlamına gelmektedir. Bu hak her bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme hem de mahkemelerce verilen kararların uygulanmasını isteme hakkını kapsamaktadır. Uygulanmayan bir karar yargılamayı da anlamsız hale getirecektir. Bu hak kapsamında devlet, yargı kararlarının zamanında yerine getirilmesini sağlayarak kişiler aleyhine oluşabilecek hak kayıplarını engellemek ve bu yolla kişilerin hukuk sistemine olan güven ve saygılarını korumakla yükümlüdür. Bunun tartışılacak bir yanı yok. Mahkeme kararlarının uygulanmaması, Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir, görüşünü anlayışını ve hükmünü yaralar.

 

İki yanlış bir doğru etmez. Anayasa Mahkemesi Üyesinin “Anayasa Mahkemesinin ışıkları yanıyor.” demesi yanlıştır. Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmaması da yanlıştır. Birisi kişisel diğeri kurumsal yanlıştır.

Yapılması gereken, Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymak, Türkiye Cumhuriyeti hukuk devletidir hükmünün gereğini yapmaktır…

 

Anayasa, üzerinde uzlaştığımız, kabul etmek zorunda olduğumuz temel metindir. Beğensek de beğenmesek de başta, yürütme ve yasama olmak her kurumu ve her kişiyi bağlar.

Cumhuriyetin temel kurumları yıpratılmamalıdır. Başka Anayasa olmak üzere tüm yasalara uyulmalıdır.

Basın özgür olmalıdır demeden bu yazı noktalanamazdı.

Türkiye Cumhuriyetine, temel hak ve özgürlüklere sahip çıkacağız. Milli birlik ve bütünlüğümüzü koruyacağız. Ve hiçbir zaman umutsuz olmayacağız.

Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına umutsuz olmak yakışmaz.

Haydi hep birlikte Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak için var gücümüzle çalışalım.

 


 

8 Ekim 2020 Perşembe

İLTİFAT

Birine güler yüz gösterme, hatırını sorma, iyi davranma, sevgi gösterme, ödüllendirme anlamına gelen İltifat üzerine yazmak geldi bugün aklıma. Konu üzerine düşünürken, iltifat etmeyi yağcılık yapmak gibi anlayanların olduğunu bu nedenle, iltifatı ve alkışı kıt insanlara dönüşmekte olduğumuzu görerek üzülmedim desem yalan olmaz.

Başarılı insanı övmek, güzel sözler söylemek yağcılık değil insanlık görevidir. Karşılık beklemeden yapıldığında önem ve anlam kazanır.

 “Marifet İltifata Tabidir. Müşterisiz Meta Zâyidir. İltifatsız Mal Zâyidir.” Şeklinde bir atasözümüz var. Sözün anlamı “Çok kaliteli bir mal üreten kişi, eğer o mala alıcı bulamıyorsa başarısının bir anlamı yoktur. Kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır” şeklinde özetlenebilir.

Atasözünün, kişilerin başarıları takdir edildiği ve karşılığı verildiği müddetçe daha iyi sonuçlar elde edilir ve başarıların devamı sağlanır anlamına gelen “Marifet İltifata Tabidir” bölümü kullanıyor genellikle. Beceri ve başarıları ödüllendirmek gerektiğini vurgulamak üzere söylenir.

Uzun bir giriş oldu. Olsun konuyu daha iyi anlatabilmek için yaptım bu uzun girişi.

Kertimizde öne çıkan övgüye değer, kurumlar kuruluşlar ve kişiler var. Övgüye değer bir Organize Sanayi Bölgemiz var. Övgüye değer çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşlarımız var. Övgüye değer iş insanlarımız var. Bunları yazmak bence etkin yurttaş olmanın kentli olmanın ülkesini ve kentini sevmenin gereğidir.

Bugün Manisa Valiliği Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Bürosunu ve büronun övgüyü hak eden Koordinatörü Ural Sevener ile çalışma arkadaşlarını yazacağım. Övgüler kişisel beklentiler olmadan yapıldığında güzel ve anlamlı olur. Benim kişisel beklentilerim hiç olmadı ve olmayacak. Benim beklentim ülkemin, kentimin ve yönetiminde olduğum kooperatiflerin gelişmesidir.

Bugün Manisa Valiliği Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Bürosunu Koordinatörlüğünün “Görev ve Çalışma Yönergesini okudum.  Görevlerini okudum. Sayfam aldığı kadar özetlemek isterim:

Avrupa Birliği Başkanlığı ve İçişleri Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Daire Başkanlığı ile çalışmaları koordine etmek,

Avrupa Birliği İletişim Strateji ve Eylem Planını yerelde uygulamak, Avrupa Birliği Uygum Süreci içerisinde yerel teşkilatlar ile Merkezi teşkilatlar arasında Koordinasyonu sağlamak, Yerel Kurumlar arasında ki Avrupa Birliğine Uyum Sürecindeki çalışmalar konusunda işbirliğinin geliştirilmesine destek olmak,

Avrupa Birliği’nin yerel de yaşayan halka doğru şekilde anlatılmasını sağlamak,

Yerel Sivil Toplum Örgütlerinin Avrupa Birliği Konusunda doğru bilgilere ulaşmasını sağlamak,

Avrupa Birliği Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı kapsamında kurum/kuruluş ve Sivil Toplum Kurumlarına sunulun Hibe Fon Kaynaklarından yararlanmasını sağlamak için bilgilendirme yapmak,

Avrupa Birliği ve diğer Uluslararası ve Ulusal Hibe kaynaklarından yararlanılması için kurum/kuruluş ve Sivil Toplum örgütlerine eğitim vermek, teknik destek sağlamak, danışmanlık yapmak,

Bölge Kalkınma Ajansı çalışmalarına destek olmak,

İçişleri Bakanlığı Genelgesinde belirtilen Avrupa Birliğine Uyum Danışma ve Yönlendirme Kurulunu toplamak ve çalışmasını sağlamak, gerekli görülmesi durumlarda alt çalışma komisyonları kurmak ve çalıştırmak Avrupa Birliği sürecine ve Proje çalışmalarına yönelik Kamu-STK-Özel sektör arasındaki işbirliğini geliştirici faaliyetler düzenlemek Vali tarafından verilen diğer görevleri yapmak.

Ne güzel özetlenmiş değil mi?  Proje Büroları Kaymakamlıklarda da var. Ortak çalışmalar nedeniyle Proje ofislerinde görevli olanların bazıları ile tanışma fırsatı buldum. Ortak özellikleri: işlerini bilmeleri ve sevmeleri, geceyi gündüze katacak kadar çalışkan ve idealist olmaları şeklinde özetlenebilir. Yunusemre Kaymakamlığı Proje Ofisinde görevli Ayşe İlhan ve Sefanur Aksakal Zafer Kalkınma Ajansınca desteklenecek projeler arasına giren Obasya Ekolojik Yaşam Merkezi Projemizi en güzel biçimde yazdılar. Proje ofislerinde görevli memurların öğretmenlerin proje yazmaları onlar içinde hizmet içi eğitim anlamına geliyor. Yaparak öğreniyorlar. Yeri gelmişken çok sevdiğim bir sözü de paylaşayım: “Anlatırsan Unuturum, Öğretirsen Hatırlarım, Beni Dahi Edersen Öğrenirim” Proje Ofislerinde görevli olanlar, kurslara katılıyorlar anlatılanı dinliyorlar, kendileri araştırıyorlar öğrenmeye çalışıyorlar ancak hepsi de yaparak proje yazarak öreniyorlar, projeleri kabul edildiğinde motive oluyorlar ve daha çok proje yazmak istiyorlar. Proje ofislerinde görevli memurların asıl işleri proje yazmak, yazanlara danışmanlık yapmak, proje anlayışının yaygınlaşmasına katkıda bulunmak olmalıdır.

Sözü fazla uzatmadan Manisa Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosu Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönergesi Amaç bölümünü ve yönergeden birkaç güzel, anlamlı ve yararlı maddeyi paylaşmak isterim. Doğal olarak özetleyerek yapacağım bu paylaşımları.

Amaç: “Manisa ilinin: Avrupa Birliğine adaylık sürecinde, Katılım Öncesi AB Mali Yardımlarından daha etkin bir şekilde yararlanılmasına yönelik olarak; kamu kurum ve kuruluşları, ilçe kaymakamlıkları, yerel yönetimler, üniversite, meslek kuruluşları, Kalkınma Ajansları ve Sivil Toplum Kuruluşları ile işbirliği içerisinde projeler yapılmasını sağlamak hazırlanan bu projelerin içerik bakımından gelişmesini temin etmek, proje üretmek isteyen kamu ve sivil kuruluşlar ile yerel idarelere proje ortağı bulmada yardımcı olmak, proje danışmanlığı yapmak, proje hazırlama ve yürütme konusunda talep edilen eğitimleri karşılamak, karşılaşılan konularda teknik destek sağlamak, kurumlar arasında koordinasyonu sağlamak, ilimizin diğer ulusal ve uluslararası fon kaynaklarından da yararlanılması için kamu kurum ve kuruluşları ve sivil toplum örgütlerinin proje yazma, yürütme ve bilgilendirme konusunda ki çalışmaları gerçekleştirmek, şeklinde devam ediyor. Tümünü alamadığım için üzgünüm. Aslında ilgilenenlerin Yönergenin tümünü okumasında yarar var.

Manisa’da başarılı kurum ve kuruluşlarda var. Bu kuruluşların başarılı kadroları da var. Bu köşe yazımda Manisa Valiliği AB ve Dış İlişkiler Bürosunu ve Büronun Başarılı Koordinatörü Ural Sevener’i ve tanışma birlikte çalışma fırsatı bulduğum Yunusemre Kaymakamlığı Proje ofisinde görevli çalışkan proje uzmanlarını yazdım. Daha önce de AB projeleri konusunda deneyimli Saruhanlı İlçesinde görevli  Oya Yavaş’ı yazmıştım. AB  İPA’dan destek almak amacıyla Obasya için yazdığı, “Kültür Sınır Tanımaz” projemizde ilk elemeyi geçmiş bulunuyor.

Obasya olarak bugüne kadar 5 adet proje yazılımını sağladık 4 projemiz kabul edildi. Bir projemizde ilk elemeyi geçti bekliyoruz.

Manisa Valisi, Sayın Yaşar Karadeniz’in, Yunusemre Kaymakamı Sayın Atilla Kantay, Saruhanlı Kaymakamı Sayın Necmettin Yalınalp ve diğer kaymakamlarımızın Proje konusuna önem verdiklerini ve gerekli özen gösterdiklerini görmek Manisalı yurttaşlar olarak bizi sevindiriyor. Başarılarının daim olmasını diliyorum. Gecesini gündüzüne katarak projeler hazırlayan ilçelerimizin ilimizin ve ülkemizin kalkınmasına katkıda bulunan başta Ural Sevener olmak proje ofisi çalışanlarının da tümünü yürekten kutluyorum. Emekleri hiç unutulmayacaktır. Adları hazırladıkları projelerle hep anılacaktır…

 


 



1 Ekim 2020 Perşembe

ZAFER KALKINMA AJANSI

Zafer Kalkınma Ajansı üzerine köşe yazıları yazdım konuşmalar yaptım. Ben yeni kurumları ve yeni kavramları seviyorum.

Zafer Kalkınma Ajansı yeni bir kurum. Yöneticileri ve tüm çalışanları bildiğimiz geleneksel devlet memurlarından çok farklı. Tümü genç ve tümü çözüm odaklı.

Obasya Turizm Geliştirme kooperatifi olarak Zafer Kalkınma Ajansı için üç proje yazdık üçü de kabul edildi. Ben aldığımız hibelerden çok, projeciliği öğrendiğimiz içselleştirdiğimiz için çok mutluyum.  Ayakları yere basan uygulanabilir, sürdürülebilir projeler hazırladığınızda kabul görüyor.

Böyle güzel bir Ajansı tanıtmak için sıkılmadan her hafta yazı yazabilir saatlerce konuşabilirim. Çünkü insana pozitif enerji yüklüyor. Umutlarımızı güçlendiriyor.

Zafer kalkınma Ajansı ile tanışmamız 2014 yılında Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak hazırladığımız "Yunt Dağı'nda  Zaman Geçidi Müzesi" adını verdiğimiz  projemiz  nedeniyle oldu.  Zafer Kalkınma Ajansından aldığımız hibe ile ülkemizin ilk Zaman Geçidi Müzesini Obasya’da gerçekleştirdik. Ardından Yuntdağı için Alt Eylem Planı hazırladık ve  turizm rotaları belirleyip kitap olarak bastırdık. Yunt Dağı'nın turizm altyapısı için yaptığımız çalışmaların işe yaradığını görmek bizi mutlu ediyor.

Zafer Kalkınma Ajansı için hazırladığımız üçüncü projemiz olan yetenekli çalışkan bir ekiple hazırladığımızı Obasya Ekolojik Yaşam Merkezi  adlı projemizde  Manisa projeleri içinde en yüksek puanı alarak kabul edilmiştir. Yunusemre Kaymakamlığı Proje Ofisinde görevli Ayşe İlhan ve Sefanur Yeşilyurt Aksakal yazdılar projeyi. Prof. Dr. Ersin Minareci bilgi ve deneyimlerini ekibimizle paylaşarak, ufkumuzu genişleterek büyük katkı sağladı projemize. Proje hazırlama ve uygulama konularında deneyimli çalışma arkadaşım Arkeolog Altan Türe’de ekibin içinde olunca başarıyı yakalamak hiçte zor olmadı bizim için.

Yeni kavramları ve yeni kurumları seviyorum dedim ya, yeni kurumlardan birisi Kalkınma Ajansları diğeri de TKDK’dır.  Yeni kavram da projeciliktir. Sürdürülebilirliktir. Yeni Kurumlarla birlikte proje kavramı da anlam ve önem kazanarak öne çıktı.

Ulusal kalkınmanın yerelden güçlendirilmesi, bölgesel potansiyellerin yerelde yoğunlaşan çalışmalarla harekete geçirilmesi, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarının azaltılmasını hedefleyen Zafer Kalkınma Ajanslarının desteklenmesi kaynaklarının çoğaltılması ve daha da etkinleştirilmesi gerekiyor.

Edindiğimiz bilgilere göre, T.C. Zafer Kalkınma Ajansı, Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa ve Uşak illerimizi kapsayan bölgede hizmet vermek üzere 14.7.2009 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuştur. Ajansın Genel Sekreterliği Kütahya ilimizdedir. Afyonkarahisar, Manisa ve Uşak illerimizde Genel Sekreterliğe bağlı Yatırım Destek Ofisleri hizmet vermektedir.

İlk yazımda da değinmiştim. Bir kez daha yinelemek istiyorum. Zafer Kalkınma Ajansını üstlendiği görevler şöyle:  "Bölgesel kalkınmayı ilgilendiren konularda, kamu, özel kesim, sivil toplum temsilcileri ve bilim insanları arasında iletişim ve işbirliğini geliştirmek, bu aktörlerin çalışmaları arasında bağlar oluşturmak suretiyle kalkınma bilincini ve ivmesini arttırmak, bölgesel kalkınma konusunda koordinatör ve katalizör bir rol üstlenmek.  Bölgenin kaynak ve olanaklarını tespit etmeye, iktisadi ve toplumsal gelişmeyi hızlandırmaya, rekabet gücünü arttırmaya ve potansiyel gelişim alanlarını ön plana çıkarmaya yönelik araştırmalar yapmak. Bölgede yerli ve yabancı yatırımların stratejik ve planlı şekilde arttırılması yönünde tanıtım ve rehberlik hizmetlerinde bulunmak." şeklinde uzayıp gidiyor. Sayılanlar yaptıklarının bir bölümü sadece. Bence en önemlisi toplumda proje anlayışının yaygınlaşmasını sağlamasıdır.

Zafer Kalkınma Ajansını tanıyın, çağrılarına kulak verin. Adresi www.zafer.org.tr olan Web sitesini izleyin. Yolunuz düşerse Zafer Kalkınma Ajansının Bülent Koşmaz Hizmet Binasında bulunan bürosuna uğrayın, bakarsınız sizde bir proje yaparsınız, projeniz beğenilir ve kalkınmaya katkıda bulunmuş olursunuz. Zafer Kalkınma Ajansı gibi kuruluşlara her zaman ihtiyacımız olacaktır. Bu kuruluşlar kalkınmanın motorlarıdır. İyi ki, Zafer Kalkınma Ajansı var. İyi ki TKDK var. İyi ki, Valiliğimizde ve Kaymakamlıklarda proje ofisleri ve bu afislerde çalışkan projeci ekipler var. Yapılması gereken bu elemanlara sahip çıkmak ve çoğaltmaktır…

 


 



23 Eylül 2020 Çarşamba

EĞİTİM ŞART

22 Eylül 2020 Salı günü gazeteci arkadaşlarımızla birlikte Bahçeşehir Koleji’ni gezme ve yöneticilerini dinleme olanağı buldum. Keşke dedim kendi kendime devlet okulları da bu kadar güzel olsa…

Eğitim denilince benim aklıma, bizim ürettiğimiz ve bizim kapattığımız Köy Enstitüleri gelir. Bahçeşehir Kolejindeki Fen, Teknoloji ve Anadolu Liselerini görünce de aklıma ilk gelen Köy Enstitüleri geldi. Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı birçok atölye olurdu. Öğrenciler o atölyelerde çalışırlardı. Köy Enstitülerini düşünmemin nedeni, Bahçeşehir Kolejinde de, yapay zeka, yazılım, model uçak-drone, inovasyon, CNC, robotik, gibi atölyelerin bulunuyor olmasıydı. Felsefe, arkeoloji, tiyatro, film, fotoğrafçılık ve müzik çalışmaları için geniş ve güzel döşenmiş mekânların bulunuyor olmasıydı.

Bahçeşehir Koleji’ni görmem bu yazıyı yazmama neden oldu.

Bugün, dünyaya biraz yukarılardan uzayın derinliklerinden bakayım istedim. Yukarıdan baktığımda, bir yanda, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, diğer yanda da gerilerde kalmış ülkeleri görüyorum. Aralındaki en büyük fark, birinci grupta olanların sorunlarını çözüyor, geleceğini planlıyor olması, diğer grupta olanların, sorunlarını çözmek bir yana, sorunlarının giderek kartopu gibi yuvarlandıkça büyümekte olduğudur.  Gelişmekte olan ülkelerle, geri kalmış ülkeler arasındaki mesafe giderek açılıyor. Sorun daha karmaşık ve içinden çıkılmaz duruma geliyor.

 

Yaşanılan sorunların bir tek nedeni var: Eğitim. Gelişmiş ülkelerde, eğitimin amacı, soran sorgulayan, araştıran, sürekli öğrenen nesiller yetiştirmek olurken, geri kalmış ülkelerin tümünde, ezbere dayanan eğitim sisteminin olduğunu görüyoruz. Ezbere dayanan eğitimde koşulsuz kabullenme vardır.  Gelişmek istiyorsak eğitim şart. Verilecek eğitimle, soran sorgulayan araştıran, yaşam boyu öğrenen, okuyan yurttaşlar yetiştirmek şart. Ezberci eğitimden mucitlerin çıkmadığını adımızı bildiğimiz gibi biliyoruz. Geri kalmış ülkelerin ortak özelliği, eğitim sistemlerinin ezberci eğitim olmasıdır. Koşulsuz, kuşku duymadan kabullenme istenir.  Akıl yürütmeye yer bırakılmaz.  Ak denilene inanacaksın. Ertesi gün aynı şeye kara denilirse, sorgulamadan ona da inanacaksın. Karar veren ne demişse doğru olan odur diyeceksin ve koşulsuz itaat edeceksin, istenilen budur. Öğretilen bilginin doğruluğundan kuşku yoksa koşulsuz kabullenme varsa o ezberdir. Ezberleyen kişi bakış açısını değiştiremez. Analiz ve sentez yapma, yeni öğrendikleri ile eski bildikleri arasında ilişki kurma yetenekleri yoktur. Yeni bilgiler edinme yetenekleri yok olmuştur. Sorun çözme kapasiteleri yoktur. Sorunlarını çözemeyen toplumlar, sorun çözen toplumlar tarafından istismar edilir, sömürülür ve yönetilir. Emperyalist ABD’ye ve sömürdüğü ülkelere bakın bunun böyle olduğu açıkça görülür.

 

Toplumsal sorunlar, tek bir aklın çözme kapasitesinin dışındadır. Tek bir aklın bırakın çözmeyi sorunu anlaması bile mümkün değildir. O nedenle ortak akıldan söz edilir. O nedenle ortak akıl etkin olsun istenir. Ortak akıl özgür bir ortamda gelişir. İhtiyaç duyulan akıl, uzlaşmayı, ayrışmayı değil, birleşmeyi hedef alan akıldır.

 

Gelişmiş ülkeler için “akıl toplumu” deyimi kullanılır. Bu ülkelerde birisi çıkıp, “peşimden gelin, bana güvenin” dese, peşinden kimse gitmeyeceği gibi, “aklını üşütmüş” derler.  Bu ülkelerde, önemli kararlar, önemine yaraşır şekilde ortaklaşa alınır. Tartışmalar karar alınırken yapılır ve alınan kararlara tartışmasız uyulur.

 

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” sözü hiç unutulmamalı. Atatürk, “benim söylediklerimin bilimle çeliştiğini görürseniz, söylediklerime değil, bilime inanın” diyor. Atatürk bir ulusun yaşamında eğitimin önemini belki de en iyi anlamış, anlatmış devlet kurucusu ve Cumhurbaşkanıdır.

 

Hayatının en son anına kadar ülkesine hizmet etmiş olan bu büyük insan; “akıl ve ilmin rehberliğini kabul edin” diyor. “Yoksulluk ve sefaleti yenmek için, önce cehaleti yenmek gerekir.” diyor.  Cehaleti yenmek için, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak için eğitim şart.

 


 

4 Eylül 2020 Cuma

MANİSA'NIN KURTULUŞU

Milli bayramlarımızı ve kurtuluş günlerimizi giderek azalan değil giderek artan bir coşkuyla kutlamalıyız. Bugün 8 Eylül Manisa’mızın kurtuluşunu kutlayacağız.

8 Eylül Manisa’nın kurtuluşu için köşe yazısını yazmaya başlamadan önce, kitapları yeniden karıştırayım dedim. Kurtuluştan önce işgali araştırdım önce. Göğsümü kabartan kahramanlık öyküleri çıkmadı bu aramadan. Konunun derinliğine indikçe canımın sıkılması artmaya başladı. Manisa'nın işgali, insanın yüreğini burkan bir öyküdür.  Güzel bir kenti, bir tek kurşun atmadan, düşmana teslim ediyorsunuz. İçinizden çıkan hainleri görüyorsunuz. İşgali anımsamak insan öfkelendirmekten başka bir işe yaramıyor. Ancak gerçekleri bilmeli, kahramanları hainlerden ayırmalıyız.

Manisa'nın kurtuluş deyince 8 Eylül 1922'de Mustafa Kemal'in askerlerinin Manisa'yı kurtarması ve Spil Dağı’na sığınan Manisalı hemşerilerimin akın akın Manisa'ya dönmesi canlanıyor gözlerimin önünde. İşgali araştırırsanız, sonradan Hüsnüyadis adını alacak olan Manisa Mutasarrafı  (valisi) Giritli Hüsnü adıyla karşılaşırsınız. Halkın direnişini kıran, düşmanı törenle karşılayan hain Hüsnüyadis. Hüsnüyadis'i yazamazdım, kurtuluş gününde. Manisa bir avuç Yunanlı tarafından yakılırken karşı çıkmayanları yazamazdım. Yunana karşı direnmek isteyen Parti Pehlivan'a destek olmak söyle dursun, engel olanları yazamazdım. Bu hain Hüsnüyadis var ya, bu Manisa'yı düşmana bir kurşun bile attırmadan teslim eden Hüsnüyadis, araştırdıkça, okudukça öfkemi kabarttıkça, keşke yeni Hüsnüyadisler olmasa diye düşündüm sadece.

Müftü Alim Efendi adını ve anısını yaşatmak için, çalışmalar yapmalıyız.  Parti Pehlivan ve diğer kurtuluş kahramanlarımız için de yapılmalı aynı çalışmalar. Anıtlarını yapabiliriz. Bir caddeye, bir parka ya da bir binaya adlarını verebiliriz. Filmlerinin yapılması için çalışabiliriz.   

8 Eylül'de Manisa, 9 Eylül'de İzmir kurtarılarak, Cumhuriyetin yolu açıldı. Onun için, Atatürk ve Kuvay-i Milliye Anıtının bulunduğu noktaya Cumhuriyet Kapısı adını vermiştik. Ancak kimsenin bu adı kullandığı yok.  Cumhuriyet Kapısı adı öne çıkarılmalı ve kullanılmalı. Cumhuriyet Kapısı kentimizin dört kapısından ilk yapılanı oldu.  Fatih Kapısı, Bereket Kapısı ve Uygarlık Kapıları yapıldığında kentimizin tarihi kimliği daha çarpıcı biçimde çıkacaktır ortaya.

Geçmişine sahip çıkmayan ülkeler geleceğini kuramazlar. Bizi birbirimize bağlayan ortak değerlerimizin başında bayrağımız ve cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk vardır. Gün ayrıldığımız noktaları öne çıkarma günü değil, gün birleştiğimiz noktaları öne çıkarma birlik ve bütünlüğümüzü güçlendirme ve ülkemizi savunma günüdür. Bizi ayrıştıran ne varsa uzak duracağız. Bizi birleştiren ortak değerlerimizi öne çıkaracağız.

30 Ağustos 1922’de tarihe altın harflerle yazılan büyük zaferin ardından, Mustafa Kemal “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri.” komutunu verir. Ordularımız işgal edilen köyleri kasabaları kurtara kurtara Ege’ye yöneldiler. 8 Eylül’de Manisa, 9 Eylül’de İzmir kurtarıldı. Ve Cumhuriyete giden yol açılmış oldu. Kurtuluş günlerini biz unutmadığımız gibi, bu ülkeye düşmanlık düşünenlerde nasıl denize döküldüklerini heveslerinin kursaklarında kaldığını unutmasınlar. Biz kurduğumuzu cumhuriyeti de, ülkemizi de korumayı biliriz. Bilmeyenler şanlı geçmişimize ve kazandığımız zaferlere baksınlar.

8 Eylül Kurtuluş Günümüz kutlu olsun… 

 

 


 

 

30 Ağustos 2020 Pazar

30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI

Karabulutlar kaplamış gökyüzünü 

Kırılmış kolumuz kanadımız

Silahlarımız alınmış ellerimizden

Ordularımız dağıtılmış.

İhanet çöreklenmiş ülkeme kara bir yılan gibi

Kenetlenmiş çenelerimiz suskunuz.
Oysa esas olan,  Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır.
Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar
Türk’ün onuru, Türk’ün yetenekleri büyüktür Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır,
Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm diyordu Mustafa Kemal.

Ya bağımsızlık ya ölüm! 26 Ağustos 1922’de Büyük Taarruz başladı. Çarpışmalar sırasında Türk askeri, kahramanlık ve fedakârlıklarına yenilerini ekledi. Yeni bir destan yazılıyordu Anadolu’da alın teri göz nuru ve kanla yeni bir destan yazılıyordu Anadolu bozkırında.

Başkomutan Mustafa Kemal’in,  30 Ağustos 1922’de Zafertepe’den bizzat yönettiği Büyük Taarruz’la büyük bir zafer kazanıldı.  Tarihe altın harflere yazılan 30 Ağustos Zaferi’nin ardından, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda kırık bir kağnı arabası çevresinde toplandı paşalar.  Harita üzerinde durum değerlendirmesi yaptılar.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanındaki, İsmet Paşa ve Fevzi Çakmak Paşa’ya Yunan Ordusunun yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve Yunanları mağlup etmek için İzmir’e girmenin şart olduğunu söylüyordu. İzmir’in kurtarılmasının ardından Cumhuriyet’e giden yol açılmış olacaktı.
Mustafa Kemal, Batı Cephesindeki tüm subay ve erlere okunmak üzere bir bildiri kaleme aldı.
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları;  
Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi’nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. 
Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. 
Sahibimiz olan büyük Türk ulusu geleceğine güvenmekte haklıdır. 
Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum. 
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için başkumandanlığa öneride bulunulmasını, cephe kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu’da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. 
Ordular, İlk Hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!”
Diyordu Mustafa Kemal 
75 yaşında bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşım. En büyük dileğim, milli bayramlarımızı coşkuyla kutlamak büyük zaferlerin, Atatürk gibi büyük kahramanların adının ve anısının yaşatılmasıdır.
30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun. 




30 Mayıs 2020 Cumartesi

MANİSA TARZANI

31 Mayıs 5 Haziran Manisa Tarzanı’nı Anma ve Çevre Günleri anladığım kadarıyla bu yılda önemine yaraşır bir özenle düzenlenemeyecek. Belki Manisa Tarzanı’nın mezarına gidenler olabilir ancak başka etkinlikler olmayacak gibi. Gerekçemiz var: Koronavirüs nedeniyle yaşanılan sıkıntılar, okulların kapalı olması gibi nedenler öne sürülebilir. Geçtiğimiz beş altı yıldır, Manisa Tarzanı’nı Anma ve Çevre Günleri etkinlikleri 90’lı yıllarda yaptığımız etkinlikler gibi geniş katılımlı ve etkili şekilde yapılmıyor. . Çevresini en güzel yeşillendiren okullara ödüller verilirdi. Her yılı yılın tarzanı seçilirdi. Bir önceki yılın tarzanı yeni yılın Tarzanına Tarzanlığı törenle devrederdi.  Manisa Tarzanı’nın Mektubu okunurdu. Manisa Tarzanı filmi izlenirdi. Sunumlar yapılırdı. Ağaçlandırma çalışmaları yapılırdı. Okullarda Manisa Tarzanı, ağaç ve doğa sevgisi anlatılırdı. Çevire bilincinin gelişmesi için çalışmalar yapılırdı. Doğa yürüyüşleri düzenlenirdi.  Yıllar geçtikçe bunlar yapılamaz oldu. Marifet göstermesi gerekenler mazeret üretmeye başladılar. Hikayesini Şükran Farımaz’ın yazdığı, Resimlerini Yakup Hayrioğlu’nun çizdiği “Ayşe Manisa Tarzanı’nı Tanıyor” adlı kitap bastırılıp okullara dağıtılmıştı.  Manisa Tarzanı Fotoğrafları Sergileri açılırdı.
Manisa Tarzanı için düzenlenen tüm etkinliklerin mutfağında olurdum. Hazırlık çalışmalarına katılırdım. Herkes tarzanı çok iyi biçimde öğrenmiş olmalı ki, çağırmıyorlar artık.
Manisa Tarzanı Filmi, tevazu göstermeme hiç gerek yok ben olmasaydım çevrilmezdi.  Film için teşekkür edenlerin tümü Manisa dışındandı. Teşekkür eden az oldu ama kıskananlar çoktu. İlk Manisa Tarzanı heykelini, Barış Alanına yapmıştık. Açılışına dönemin Çevre Bakanı Sayın Rıza Akçalı yapmıştı. Dönemin Valisi, Belediye Başkanı başta olmak üzere Manisa Protokolü ve Manisalılar katılmıştı açılış törenine. Daha sonra da Manisa Tarzanı anıtları yapmayı sürdürdük.
2021 Yılında, 31 Mayıs – 5 Haziran Manisa Tarzanı Anma ve Çevre Günleri için çalışmalara hemen başlayacağız. Obasya’da düzenleyeceğimiz bir parka Manisa Tarzanı Anıtı yapacağız. Etkinlikler düzenleyeceğiz. Düzenlenen etkinliklere doğa sevgisinin, çevre bilincinin gelişmesine katkıda bulunacağız. Manisa Tarzanı’nı unutturmayacağız. Adınız ve Anısını hep yaşatacağız. Şu iyi bilinmeli Tarzanı unutmayız ama unutanları kolay unuturuz. Sevgi defterinden sileriz gider.
Manisa Tarzanı denilince akla hemen, Yeşil Manisa, Manisa denilince de büyük çevreci, ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı geliyor; daha çok gelmeli. Manisa adı hep Tarzan’la birlikte anılıyor; daha çok anılmalı.  Manisa Tarzanı daha çok konuşulmalı.
Kime Tarzan dediğimizi, Tarzan için yaptığımız ve sürekli olarak yinelediğimiz bir tanımı aktarmak istiyorum: Herkesin yapması gereken bir işi, “kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin es geçtiğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin tarzanıdır. Es geçileni iş edinen kişiye TARZAN diyoruz. Herkesin ağaç dikmeyi es geçtiği günlerde Manisa Tarzanı’nın yeşillendirmeyi iş edindiği için adı ve anısı yaşıyor şimdi.
Ağaç kesenimiz, ağaç dikenimizden fazla değil mi? Diktiğimizden daha fazlasını yakmıyor muyuz? Çevreyi acımasızca kirletmiyor muyuz? Nehirlerin, denizlerin kirlenmesine göz yummuyor muyuz? O nedenle yeni Tarzanlara bugün dünden daha çok gereksinmemiz var. Tarzanlar ortaya çıktığında, o insanların da adı ve anısı bizim Manisa Tarzanı’nın adını ve anısını yaşattığımız gibi yaşatılacaktır.
Yorgun ve yılgın insanların arasından çılgınların çıkıp “ben tarzanım” demeleri ve mazeret üretmeden es geçileni iş edinmeleri toplumun ilgisini çekecek ve desteğini alacaktır. Özbeöz Türk olan ve Manisa Tarzanı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzanı geldiği Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzanı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı, Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzanı’nın nerede ne zaman doğduğundan, nereden geldiğinden çok, neler yaptığı ve Manisa Tarzanı olduktan sonraki yaşamı ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşına katılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında, göğsünde Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da Manisa Tarzanı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.
Nerede ne zaman doğduysa doğdu
O Manisa’da Manisa Tarzanı oldu
Önemli olanda işte bu.

Manisa Tarzanı’nı 1958 yılında gördüm. O, siyah şortu, şortu gibi kararmış yanık derisi, uzamış sakalları ve elinde ağaçları budadığı testeresi ile bulanık bir görüntü olarak kalmış belleğimde. Yeni Manisa’daki Barış Alanı’na 1993 yılında elindeki testiden su döker biçiminde anıtını yapmaya karar verdiğimizde henüz daha konutların temelleri yeni atılmıştı. Yeni Manisa’da konutlardan önce anıtların yapımına Manisa Tarzanı anıtı ile başladık. Manisa Tarzanı’nın testisinden dökülen su, Barış Alanı’na hayat veriyor. Anıt yapıldığında diktiğimiz çınarın altında şimdi Manisa Tarzanı üzerine söyleşiler yapılıyor. Manisa Tarzanı üzerine yaptığım araştırma, bizde yaşamının filme alınması isteğini de uyandırdı. Yaptığımız ses ve görüntü kayıtlarını her gözden geçirdiğimizde, Manisa Tarzanı’nın yaşamı mutlaka filme alınmalı diyorduk. Nitekim, Film yapımcısı Cengiz Ergun’u aradığımda, anlattıklarımız onun da ilgisini çekti. Çektiğimiz görüntü ve ses kayıtlarını toplayıp, İstanbul’un yolunu tuttum. Anlattıklarımın ilginç bulunduğunu gördükçe, filminin yapılacağına ilişkin umudum güçlenmeye başladı. Tarzan’ı tanıyanlarla yaptığım söyleşileri, çektiğim görüntüleri, derlediğim yaşam öyküsünü İstanbul’da bırakıp Manisa’ya döndüm. Arada bir, Cengiz Ergun’a filme ilişkin gelişme var mı diye soruyordum. Sonunda beklediğimiz haber geldi. Yazdıklarımızı ve kaydettiğimiz görüntüleri izleyen Film Yönetmeni Orhan Oğuz ve Senarist Nuray Oğuz, olumlu görüş bildirip, çalışmaya başladılar. Nuray Oğuz’la senaryo üzerine günlerce haftalarca süren çalışmalar yaptık. Filmin çekilebileceği alanları birlikte dolaştık. Daha sonra ödül de alan güzel bir senaryo ve güzel bir film çıktı ortaya. Film daha geniş bir bütçe ile çekilebilseydi, tasarladıklarımızın tümü yapılabilseydi, daha güzel bir film olacaktı mutlaka ama istenilen para bulunamadı. İstenilen paranın bulunamaması, filmin istenilen sürede bitirilememesi Senarist Nuray Oğuz’u o kadar üzdü ki, onun sevgi dolu yüreği bu acıya daha fazla dayanamadı. Nuray Oğuz, senaryosunu yazdığı Manisa Tarzanı filmini izleyemeden aramızdan ayrıldı. Şimdi, Manisa Tarzanı’nın ilginç yaşam öyküsünden dizi yapılması geçiyor gönlümüzden. Niye olmasın diyorum kendi kendime. Birilerinin “Manisa Tarzanı’nın yaşam öyküsünden dizi yapalım” demesini bekliyoruz. Bir bahçıvan yamağının Manisa Tarzanı olarak ünlenmesi kolay iş değil.
Yaptıkları Manisa Tarzanı’nın zeki bir insan olduğunu gösteriyor. Bir bahçıvan yamağının istediği zaman, belediye başkanına, valiye, yaptığı işle ilgili kişi ve kurumlara ulaşmasının kolay olmayacağını biliyor. Bunun için önce, uzun saçları ve siyah şortu ile bir imaj yaratıyor. Yarattığı imajla ilgi çekiyor, ilgi giderek desteğe dönüşüyor. Halkın desteğini alınca da bütün kapılar Manisa Tarzanı’na ardına kadar açılıyor. Topluma hizmet etmeyi düşünenlerin Tarzan’ın yaşamından alacağı derslerin olduğunu düşünüyorum. Dizisi çekilsin deyişim bundan. Hayal ürünü kahramanların gerçek üstü yaşamları yerine gerçek bir yaşam öyküsünün halkın ilgisini de çekeceğini söyleyebiliriz. Dilerim birileri çıkar da Manisa Tarzanı’nın yaşam öyküsünün dizi yapılması için kolları sıvar. Böyle bir girişime Manisalıların ve çevre dostlarının destek vereceğini düşünüyorum…
Biz Manisalı Tarzan dostları olarak, tarzanın adının ve anısının yaşatılması için çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Yılın Tarzanı’nı belirlemek çini toplantılar düzenliyorduk,  getirilen önerilerin içinden Manisa Tarzanı’nı belirliyorduk. Kimse kalkıp, yılın Manisa Tarzanı Mustafa Pala olsun demiyordu. Olsa önerilenlerin hiç birisi Manisa Tarzanı’na benim kadar emek veren kişiler değildi. Kendimi, olsun ben yılın değil, yılların Manisa Tarzanıyım diyerek teselli ediyordum. Biz Manisalılar olarak, teşekkür ve ödüllendirme özürlüyüz biraz. Hak edenleri alkışlamak yerine eleştiriyoruz.
Olsun be, sağılığında da Manisa Tarzanını eleştirenler, deli diyenler çok olmuş. Bakın biz şimdi anıtlarını yapıyor filmlerini çekiyor, şiirler, kitaplar yazıyoruz Manisa Tarzanı için. İnsanlara yaşarken değil, ölünce değer veriyoruz. İnsanları yaşarken ödüllendirmeyi, alkışlamayı öğrenelim beyler. Bu kentin görkemli çınarlar gibi ayakta duran insanlarına sahip çıkalım…
2021 yılında, Manisa Tarzanı’nın anıtının açılışı ve Manisa Tarzanı etkinlikleri için, Obasya’da buluşalım. Bu yıl düzenleyemediğimiz etkinlikleri gelecek yıl düzenleyelim.




20 Mayıs 2020 Çarşamba

RAMAZAN BAYRAMI

75 yıllık hayatımda bayram ziyaretleri yapamadığım, kimsenin bayram kutlamasına gelmediği evden çıkamadığım tek bayram bu bayram oluyor. Bayram ziyaretine gelenler, şeker almak için kapımızı çalan çocuklar olmayacak bu bayram.
İnsanlardan uzak duracağız, insanlıktan değil diyerek, telefona sarılacağız hemen, görüntülü konuşmalar kutlamalar yapacağız. Karşılıklı olarak tatlı yiyemeyeceğiz ama tatlı tatlı konuşacağız.
Kentler büyüdükçe yalnızlıklar da büyüdü. Büyük kent büyük yalnızlık getirdi. Üstüne üstlük bir de korona belası musallat oldu insanoğlunun başına bu bayramda.  
Bayramda size gelen olmayacağına göre fırsatı değerlendirerek siz kendinize gelin. İnsanın kendine gelmesi, kendi olması çok önemli değil mi? Hep kendimiz olsak, gerektiğinde hızla kendimize gelmeyi becersek, daha mutlu oluruz. Bayramlar dargınların barışma günü olmalı. “O gelsin benden özür dilesin” gibi, düşüncelere kapılmadan, barışmak için adımlar atılmalı. Bunu önce politikacılar yapmalı.
Benim çocukluk yıllarımda bayramlar çok farklıydı. İnsanlar en güzel giysilerini giyip bayram gezmesine çıkardı... İçtenlik vardı, sıcaklık vardı. Diz dize oturup, göz göze sohbetler yerine, saatlerce telefonlarla karşılıklı görüşme, yazışma yapacağız.
Ev ziyaretlerine gidip “internet var mı, piriz nerde, şifreniz neydi?” diye soruluyor sormayacağız bu bayramda. Bu satırların yazarı olarak ben de sosyal medya bağımlısıyım. Telefon elimden düşmüyor. Beş dakikada bir elim otomatik olarak telefona gidiyor. Akıllı telefonlar da ayrı bir bağımlılık türü yarattı birçoğumuzda.
Ben bayram gezmelerini özlüyorum. Çok tatlı yemek, çok kahve içmek zorunda kalırdık ama birçok dostumuzla da yüz yüze görüşme olanağı bulmuş olurduk…
Her ramazanda yazısında olduğu gibi, bu bayramda da iki küçük fıkra paylaşayım sizinle:
Adamın biri, Bektaşi'ye sormuş:  "Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman yüzümü ne tarafa döneyim"  Bektaşi:  "Elbiselerini çıkardığın tarafa dön ki çalmasınlar!" demiş.
Bir de çocuk fıkrası anlatayım:  Adamın biri yolda sevimli bir çocuk görür ve çocuğa:  “Senin adın ne” diye sorar. Çocuk tam söyleyeceği sırada:  “Dur ben tahmin edeyim” diyerek sözünü keser, “ama ipucu olarak adının baş harfini söyler misin” der çocuğa. Çocuk:  “adımın baş harfi “Y” “der. Adam başlar saymaya...  Yasin, Çocuk hayır anlamına başını sallar.  Yusuf.  Çocuk yine başını sallar.  Adam (Y) harfi ile başlayan tüm isimleri sıralar. Çocuk hep hayır anlamına başını sallamaktadır.  Adam sinirlenir, kız isimlerini de saymaya başlar; çocuk yine başını sallar. Adam sonunda: “Bilemedim. Ne len senin ismin” der.  Çocuk cevap verir: Yamazan.
Yamazan bayramınız kutlu olsun…



 
back to top