Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

19 Aralık 2019 Perşembe

KOOPERATİFÇİLİK GÜNÜ

Kooperatifçiler olarak, kooperatifçilerin dışında kimse hatırlamasa da, bizim de bir günümüz var: 21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü. Manisa Kadın Kooperatifi her yıl gün nedeniyle kooperatifçileri kahvaltıda bir araya getiriyor. Sağ olsunlar, beni de çağırıyorlar. Kahvaltıya katılıyorum dilim döndüğünce aklım yettiğince, kooperatifçiliğe ilişkin düşüncelerimizi paylaşıyorum. Her yıl birde yazılı basın açıklaması yapıyorum hepsi bu kadar. Ne resmi ne özel hiç kimse, kooperatifçilik gününüz kutlu olsun diye arayıp sormuyor…

Ülkemizde kooperatifçilik hareketi “altın dönemini” Atatürk’ün sağlığında yaşamıştır. Atatürk’ten sonra hiçbir kamu yöneticisi kooperatifçiliğe Atatürk kadar sahip çıkıp, destek olmamıştır. Ecevit döneminde de özellikle kırsal kooperatifçiliğin gelişmesi için çalışmalar yapılmış ancak başlayan çalışmalar sürdürülememiştir. Bugün kırsal ve kentsel alanda çekilen sıkıntıların bir nedeni de kooperatifçiliğe yeterli desteğin sağlanmamış olmasıdır.

21 Aralık 1844 tarihinde Dünya Kooperatifçilik Hareketi’ne öncülük eden ilk tüketim kooperatifinin İngiltere’de 28 dokuma işçisince kuruluşundan bu yana 175 yıl geçmiştir. Dünya’da, kooperatif hareketi o denli gelişmiştir ki, bugün Uluslararası Kooperatifler Birliği (ICA) yaklaşık 90 ülkede 207 ulusal 9 uluslararası örgütü, 700 milyona yakın insanı çatısı altında toplayan en güçlü sivil toplum örgütüdür.

Amerika’da kırsal kesimde elektrik dağıtımının % 90’ı kooperatifler eliyle yapılıyor. Tarımda gelişen birçok ülkede örneğin Hollanda’da, İsrail’de ve birçok Avrupa ülkesinde kooperatifçilikten etkin biçimde yararlanılıyor.  İspanya’da sanayi kooperatifleri çok gelişmiş durumda.

Kırk beş yıldır kooperatifçilik yapan bir kişi olarak, şimdi üzülerek belirtmeliyim ki, ülkemizde kooperatifçiliğin gelişmesi için verilmesi gereken destek verilmiyor. Bugün kooperatiflerin tümü, kırsal ve kentsel kesimde ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Var olduğu söylenen birçok kooperatifte ismen var cismen yok gibidir.

Kooperatiflerle Tarım Bakanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, Çevre Şehircilik Bakanlığı ve sayısız Genel Müdürlük ilgileniyor. Bakanlıkların ve ilgili birimlerin birbirleri arasında eşgüdüm yok. Kooperatifler için gerekli olan bir bakanlık ve bir banka kurulamadı. Kooperatiflerin bir bankasının olmayışı gelişmesini olumsuz yönde etkilemektedir. Çalışmalarını Türkiye’nin yardımıyla sürdüren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde Kooperatifler Merkez Bankası varken ülkemizde olmaması hem üzücü hem de düşündürücüdür.

Atatürk ve Ecevit döneminde kooperatiflere destek verildi. Bugün siyasetçilerimizden, kooperatiflerin bir bakanlıkta toplanmasını, kooperatiflerin finansman ihtiyacının karşılanması için Kooperatifler bankasının kurulmasını istemenin bir anlamı var mı bilemiyorum. Ben yine de kooperatifleri bir bakanlıkta toplayın çağrımı tekrarlıyorum. Tüm kooperatifler bir çatı altında toplanmalı, kooperatiflerin, birlikler, bölge birlikleri, merkez birlikleri ve tümünün tepede kooperatifler milli birliğinde toplanması sağlanmalı. Kooperatiflerin üst birliklere girmesi özendirilmeli.

Kooperatifler, ulusal ve evrensel barışı, dayanışma ve demokrasiyi güçlendirir. Kooperatifçiliğin toplumun güçsüz kesimleri için umut ışığı olabilmesi merkezi ve yerel yönetimlerin kooperatifleri desteklemesiyle mümkündür. Ancak tüm sivil toplum örgütlerine olduğu gibi kooperatiflere de kuşkuyla bakıldığını görüyoruz.

İnsan soyu yaşadıkça, işbirliği ve dayanışma olacak. İşbirliği ve dayanışmanın olduğu ortamlarda da kooperatifçilik gelişip güçlenecektir. Bugün kooperatiflere karşı çıkanlar unutulup gidecek, ama kooperatifçiliğe destek veren Atatürk’ün adı ve anısı hep yaşayacak, önümüzü aydınlatacaktır. Yazı bir çağrı ile noktalamak istiyorum: İlçelerimizde, kadın kooperatiflerimizin sayısı giderek artıyor. Yunusemre ve Şehzadeler ilçemizde de kadın kooperatiflerinin kurulmasının ardından, Büyükşehir Belediyemizin desteği ile Manisa Merkezde, Kadın Kooperatifleri Manisa Birliği kurulmalıdır. Ülkemizde kooperatifçilik hareketinin en güçlü olduğu bölge Ege Bölgesidir. Kadın Kooperatifçiliği hareketi de, Ege Bölgemizden, güzel kentimiz Manisa’dan filizlenip güçlendirilmelidir.
Kooperatiflerde bir araya gelen başta kadın kooperatifçilerimiz olmak üzere tüm kooperatifçilerimizin kooperatifler günü kutlu olsun.



12 Aralık 2019 Perşembe

MANİSA’NIN TURİZM SEFERBERLİĞİ

Manisa sanayide ve tarımda önemli gelişmeler sağlamış bir kent olmasına rağmen, turizmde yeterince gelişemediğini, çalışmaların yeterli olmadığını dile getiriyoruz yıllardır. Manisa’da mutlaka Turizm Seferberliği başlatılmalı ve çalışmalar kesintisi sürdürülmeli. Seferberliğin amacı: Çok önemli tarihi, kültürel, doğal ve beşeri zenginliklere sahip Manisa’yı, tüm toplum kesimlerini kapsayan bir seferberlik anlayışıyla, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca belirlenen 2023 TÜRKİYE TURİZM VİZYONU hedefleri doğrultusunda “MARKA KENT” yapmak olmalı diyoruz.
Son günlerde, ardı ardına yapılan toplantılar, kentimizde turizmin gelişeceğine ilişkin umutlarımızı yükseltti.
2019 yılı sona ererken, ilk toplantıyı, Manisa Valisi Sayın Ahmet Deniz başkanlığında yaptık. Toplantıya turizm otellerinin ve turizm firmalarının temsilcileri katıldı. Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürü Sayın İbrahim Sudak’tan ve Manisa Valisi Sayın Ahmet Deniz’den, Manisalılar olarak hepimizi sevindiren güzel haberler aldık. İkinci toplantı, Manisa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlendi. İlk toplantıda etkin görev alan Sayın İbrahim Sudak, ikinci toplantıda katılımcılara yapılan çalışmalarla ilgili olarak yine bilgi sundu. Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Sayın Mehmet Güzgülü değerli bilgiler verdi. Hem Manisa Valiliğimizi, hem Büyükşehir belediyemizin turizme verdiği önemin gösterdiği özenin önümüzdeki yıllarda önemli sonuçlarının olacağını düşünüyorum.
Yapılan iki toplantıya da katıldım. Turizme ilişkin düşüncelerimi katılımcılarla paylaştım. Yapılacak olan toplantılara katılma ve katkıda bulunma isteğimi tekrarladım.
Turizmin üç ayak üzerinde yükselip gelişeceğini düşünüyorum:  Birinci ayak, merkezi yönetim temsilcisi Manisa Valiliği, ikinci ayak, yerel yönetimi temsilen Büyükşehir Belediyesi, üçüncü ayakta Sivil Toplum ayağı. Yapılan çalışmaların eşgüdümünde de Manisa İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne büyük görev düşecektir.
Manisa Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, ilgili STK temsilcileri ve Turizm Gönüllülerinden oluşacak bir Manisa Turizm Komitesi kurulmalıdır. Bu komitenin sekretaryası Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü tarafından yürütülmeli, komite çalışmalarına destek Büyükşehir Belediyesi tarafından verilmelidir. Kurulun sürdürülebilirliğini ve düzenli çalışmasını sağlayacak önlemler baştan sağlanmalıdır.
Manisa Celal Bayar Üniversite’mizde mutlaka dört yıllık Turizm bölümünün açılması sağlanmalıdır. Bu konuda, Üniversite Rektörümüze ve Milletvekillerimize büyük görev düştüğünü bunda da başarılı olacaklarını düşünüyorum. Arkeoloji bölümünden sonra Turizm Bölümünün de üniversitemize çok yakışacağını düşünenlerdenim.
Manisa'nın turizm için önemli artıları var. Çok önemli doğal, tarihi, kültürel ve beşeri zenginliklere sahip olması, bölgenin tek  “Şehzadeler Şehri” olması, Türkiye ve Dünya çapında ilklere ve enlere sahip olması, İzmir, Efes, Bergama, Kuşadası, Pamukkale gibi turizm destinasyonlarına yakınlığı, önemli ulaşım koridorlarının güzergahında olması, gelişmiş ulaşım altyapısı, gündemde olan Çandarlı Limanı, hızlı tren vb. projelerin güzergahında ya da yakınında olması, Hava alanı, liman ve denize yakınlığı, İklim ve ekoloji avantajı, flora-fauna zenginliği, üzüm, zeytin, kiraz vb. üretimindeki lider konumu, Kendi bünyesinde ve yakınında gelişmiş sağlık kuruluşlarının varlığını artılarımız olarak sayabiliriz. Bu kadar çok artı varken, sonuç nasıl eksi oluyor bunu düşünmemiz gerekiyor. Sıralanan artılar Manisa’nın “Marka Kent” olma yolunda ilerlemesini kolaylaştıracaktır.
Manisa’da öne çıkan birçok simge ve sembol var. Şehzadeler Şehri, Osmanlı Eserleri, Mesir, Manisa Bezi, Mevlevihane, Geleneksel el sanatları, Musiki, mehter, Sipil Dağı, Magnesia, Manisa Lalesi, Yılkı atları, Endemik bitki türleri, Dağcılık, Yamaç Paraşütü, Sardes, Bintepeler, 26 bin yıllı Ayak izleri, Termal Turizm, Göller, Aigai, Mitolojik zenginlik, Niobe, Kibele, Tantalos. Yanık Ülke Katakekaumene, Peri bacaları, Kula evleri, Yunus Emre Köyü. Halı ve kilim dokumacılığı ve bu listeye yeni katılan OBASYA var. Manisa Tarzanı’mız var. Bu listeden ilgi çekecek hikâyeler üretebiliriz.
Kayayı delen damlanın gücünün sürekliliğinden geldiğini bilerek, sabır ve kararlılıkla bıkmadan usanmadan defalarca her zaman turizmi dile getirmeliyiz. Toplantıları sürdürmeliyiz.
Manisalıların aidiyet duygusundaki zayıflık ve birlikte iş görme alışkanlığının yeterince gelişmediğini söyleyenleri haksız çıkarmalıyız. Böyle olsaydı Obasya Projesini gerçekleştiremezdi. Yeni Manisa'yı kuramazdık demeliyiz. Umutsuzluğa gerek yok. Manisa’nın Turizm Seferberliğini başlattığımızda başarıyı mutlaka yakalayacağız. Birlikte inanırsak, birlikte çalışırsak, başarılı olacağımızdan hiç kuskunuz olmasın. Manisa Tarımda ve Sanayide olduğu gibi Turizmde de adını mutlaka duyuracaktır. Manisa mutlaka bir gün “MARKA KENT” olmayı başaracaktır.  Manisalılar olarak bize düşen görev birlikte çalışmak, çalışanlara destek olmaktır.

Bu köşe yazısı toplantılarda yaptığım konuşmaların özeti gibi oldu sanki.
Turizm seferberliği başladı. Seferberliği başlatan, Manisa Valimiz Sayın Ahmet Deniz’e, Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Cengiz Ergün’e ve çalışkan İl Kültür ve Turizm Müdürümüz Sayın İbrahim Sudak’a yürekten teşekkür ediyorum. Yolumuz açık olsun…



3 Aralık 2019 Salı

HAKKI BAYRAKTAR İÇİN

Değerli Manisalılar,
Ben bu güzel kenti ve bu kentin güzel insanlarını seviyorum.
İnsanların tümünü değil elbet, sevmek isteyip sevemediklerim de var.
Kim bunlar mı diyeceksiniz?
Bunlar yangına körükle gidenler;
Bunlar dedikoduyu çok sevenler;
Çözüm odaklı olmayanlar;
Olmazı olurun önüne geçirip, sesini yükseltenler.
Sevdiklerimin sayısı daha çok biliyorum ama sevdiklerimin sesleri sevmediklerimden daha az çıkıyor.
Manisa’da günlerdir,  Sipil Grup’un battığı, Hakkı Bayraktar’ın kaçtığı konuşuluyor.
Dedikodu, ağaç kurdu gibidir.  Sadece dedikodusu yapılana değil, yapana da zarar verir.
Benim bildiğim ve çok sevdiğim kardeşim yerine koyduğum Hakkı Bayraktar,  zorluklardan kaçacak bir insan değil.
Hakkı Bayraktar’ı sevenler olarak,  bir araya gelebiliriz.
Çözüm yolları araştırabiliriz.
Fabrikaların kapanmasının sorunu çözmeyeceğini bilerek çalışmasına katkı yapabiliriz.
Fabrikalar çalışmalı ki, işçi parasını alabilsin.
Fabrikalar çalışmalı ki, borçlar ödenebilsin.
Niye, bir konsorsiyum oluşturmak için girişim yapılmıyor?
Niye, İlgili kurum ve kuruluşlar konuya el atmıyor?
Niye, Sipil Grup’a nefes aldıracak, Konkordato ya da iflas kararı  hızla alınmıyor?
Niye, Siyasilerimiz devreye girmiyor?
Niye, vergi rekortmeni bankalarımız yeni çözümler üretmiyor, üretilmesine katkıda bulunmuyor?
Bu soruları daha da çoğaltabilirim.

Ne demek “Düşenin dostu olmaz” düşenin dostu olmalı.
Bir yerin kesildiğinde acı duyuyorsan canlısın.
Başka birinin acısını duyuyorsan insansın.
Hakkı Bayraktar’ın acısını duyan üzülen uykuları kaçan çok insan var bunu biliyorum. 
Üzüntülerini paylaşıp, çözüm arayışı içine girmeliler. Düşenin dostu olmalılar. İnsan olana, dost olana yardımlaşmak, acıları paylaşmak yakışır.
Manisalı kardeşim hiç bir şey yapamıyorsan bari dedikodu yapma. Bir şeyler yapmak isteyenlerin moralini bozma.
Önce sorunun boyutlarını anlamaya çalışmalıyız.  Sonra, çözüm arayışına girmeliyiz. 
Sorun varsa çözümde var demeliyiz.
Ben önce, Sipil Grup çalışanlarına seslenmek istiyorum. Bildiğim Hakkı Bayraktar, alın terine emeğe saygılıdır. Borçlarınızı son kuruşuna kadar öder. Borçlarınızı ödemesi için, fabrikaların çalışması gerekiyor. Yıkıcı değil yapıcı olun. Bunu yapacağınıza yürekten inanıyorum. Fabrikalar çalışmalı.
Ben, Sipil Grup alacaklılarına sesleniyorum. Sizde çözümden yana olun. Fabrikalar çalışsın, alacaklarınız ödenir. Dostluklar ve ilişkiler devam eder.
Ben, Vergi rekortmeni bankalara seslenmek istiyorum.  Fabrikalar kazanmazsa siz nasıl kazanacaksınız. Ben alacağımı alayımda, firma batarsa batsın deme yerine, desteğimi sürdüreyim de firma kurtulsun, denilmesi gerekir değil mi? Destek verin ki, firma kurtulsun…
Ben, Sipil inşaatın, ülkenin her yerinde fabrikalar kurduğunu biliyorum. Bu fabrikaların sahipleri içten bir “geçmiş olsun, yapacağımız bir şey var mı?” deseler moral olur. Böyle dönemlerde paraya olduğu kadar morale de ihtiyaç var…
Ben Manisalı hemşerilerime sesleniyorum. Yardım edecek, firmanın durumunu sorup sorgulayacak zamanımız olmaya bilir. Ne olur dedikodu yapmayın.  Ne olur yangına kürekle gitmeyin. Bugün Hakkı Bayraktar’ın başına gelenler yarın sizin başınıza gelebilir…
Çözümden yana olursak, çözüm üretebiliriz diye düşünüyorum.
Sevgili dostum, kardeşim, Hakkı Bayraktar’a ve değerli ailesine, tüm dostlarına, önce ilgililerden, hemşerilerimden ve Allahtan yardım diliyorum.  Hakkı Bayraktar’ın yardımı hak eden iyi bir insan olduğunu biliyorum.

Hızla alınacak bir iflas yada konkordato kararı kurtuluşa kapı aralayabilir.
Yapılacak dayanışmayla ve ufak dokunuşlarla sorunun çözüleceğine, fabrika bacalarının tüteceğine çalışan fabrikaların ülkemizin ve kentimizin kalkınmasına büyük katkı sağlayacağına olan sarsılmaz inancımla ve umudumla saygı ve sevgilerimi sunuyorum…



29 Kasım 2019 Cuma

MANİSA TARZANI

Manisa Tarzanı ve doğa dostları olarak, 27 Kasım 2019 Çarşamba günü, Yeşilay Derneği’nin düzenlediği etkinlikte birlikte olduk. Manisa Tarzanı filmini izledik. Tarzan üzerine güzel bir söyleşi yaptık. Yazımın girişinde, bu güzel etkinlik için Yeşilay Derneği Başkanı Sayın Salih Fulcun’a yürekten teşekkür ediyorum.

Tarzan buluşması son günlerin en geniş katılımlı etkinliği oldu. Başta Manisa Valisi Sayın Ahmet Deniz olmak üzere, Manisa protokolü tam kadro söyleşiye katılmak ve Manisa Tarzanı filmini izlemek için salondaydı. Yaklaşık iki saat süren etkinlikte yerinden kalkan olmadı. Etkinlik nasıl coşkulu başladıysa aynen öyle devam etti.
 
Manisa Tarzanı denilince akla hemen, Yeşil Manisa, Manisa denilince de büyük çevreci, ağaç ve doğa sevgisinin önderi Manisa Tarzanı geliyor. Manisa adı hep Tarzan’la birlikte anılıyor. Kentimizi tanıtmak için anlatacak öykülerimiz olmalı deyip duruyoruz. İşte o öykülerden birisinde Manisa Tarzanı'mızın örnek yaşam öyküsüdür. Manisa Tarzanı öyküsünün zenginleştirilmesi için elimden geleni yapmalı, Tarzanın adını ve anısını yaşatmalıyız. Etkinlikte Valimiz Sayın Deniz’den duyduğum en güzel haber, yapılacak olan Manisa Kent Müzesi’nde Manisa Tarzanı’na geniş bir köşenin ayrılacağı haber oldu.   

Herkesin yapması gereken bir işi, “kimse yapmıyor, ben niye yapayım ki” diyenlerin çoğaldığı bir ortamda, bir kişi çıkıp herkesin es geçtiğini iş ediniyorsa, işte o kişi o işin tarzanıdır. Es geçileni iş edinen kişiye tarzan diyoruz.
 
Manisa Tarzanı olarak ünlenen çevre önderinin ilginç yaşam öyküsünün bilinen bölümü, savaş sonrasında yanmış yıkılmış cehennem yerine dönmüş kente gelişiyle başlıyor. Manisa Tarzanı geldiği Manisa’da doğayı yeniden canlandırıp, ağaçlandırmak için amansız bir mücadele veriyor. Manisa Tarzanı adı öne çıkınca da, Topçu Hacı, Ahmet Bedevi gibi takma adlarıyla birlikte nüfusta kayıtlı adı olan Ahmeddin Carlak adı da unutulup gidiyor. Bu nedenle birçok insan gibi beni de Manisa Tarzanı’nın nerede ne zaman doğduğundan ve nereden geldiğinden çok, neler yaptığı ve Manisa Tarzanı olduktan sonraki yaşamı ilgilendirdi hep. Ulusal Kurtuluş Savaşı’na katılan, Cumhuriyetin ilk yıllarında, göğsünde Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası ile Manisa’ya gelen Ahmeddin Carlak, Manisa’da  Manisa Tarzanı olarak yeniden doğmuştur denilebilir.

Nerede ne zaman doğduysa doğdu. O Manisa’da Manisa Tarzanı oldu. Önemli olanda bu.

Manisa Tarzanı’nı 1958 yılında gördüm. O, siyah şortu, şortu gibi kararmış yanık derisi,  uzamış sakalları ve elinde ağaçları budadığı testeresi ile bulanık bir görüntü olarak kalmış belleğimde.

Manisa Tarzanı üzerine yaptığım araştırma, bizde yaşamının filme alınması isteğini de uyandırdı. Yaptığımız ses ve görüntü kayıtlarını her gözden geçirdiğimizde, Manisa Tarzanı’nın yaşamı mutlaka filme alınmalı diyorduk. Nitekim, Film yapımcısı Cengiz Ergun’u aradığımda, anlattıklarımız onun da ilgisini çekti. Bilindiği gibi ödüller alan Manisa Tarzanı filmi çevrilmiş oldu.

Bir bahçıvan yamağı, nasıl adı ve anısı yaşatılan, adına kitaplar yazılan filmler yapılan bir insan olabiliyor? İstiklal Madalyası almasına neden olan mücadelesinin önüne ağaç dikmesi nasıl geçebiliyor? Gerçek adı unutulup nasıl Manisa Tarzanı olarak ünlenebiliyor? Bu soruların yanıtlarının ipuçlarını bulmalıyız. Sanırım ipucu, es geçileni iş edinmede gizli. Evet, es geçileni iş edinenlerin çoğalması gerekiyor. Dünya o zaman daha yaşanası olur.

Manisa Tarzanı’nın ağaç sevgisi çevrecilerin yolunu aydınlatıyor.  Manisa Tarzanı için düzenlediğimiz her etkinlikte,  Manisa Tarzanı’nın Mektubu okunuyor.

Yine okullara gidip sunum yapmaya Manisa Tarzanı'nı yeni kuşaklara anlatmaya çalışacağım. Manisa Tarzanı'nın adını ve anısını yaşatmayı birileri es geçse bile ben iş edineceğim...

Yeni etkinliklerde ve kişilerle dolan salonlarda buluşmak dileğiyle saygılar sevgiler sunuyorum…




20 Kasım 2019 Çarşamba

BİR YILDIZ KAYDI

Sevilen sanatçı Yıldız Kenter, yıldız kayar gibi kayıp gitti aramızdan.
 
Yıldız kayınca dilek tutulurmuş.
Dileğim, Yıldız Kenter gibi büyük sanatçıların adının ve anısının hep yüreklerimizde yaşamasıdır.
Yıldız Kenter öldü haberini duyunca, akılıma ağabeyim dediğim, M. Ertuğrul Dayıoğlu geldi aklıma. “Ne alaka” demeyin. Alakası var. Kendisinden çok şey öğrendiğim rahmetli Dayıoğlu, Niobe Tiyatrosu’nu yaptırırken, hayalinin, Niobe Tiyatrosu’nda, Yıldız Kenter’in “Ben Anadolu” isimli oyununu oynaması olduğunu söylerdi. İzlediğim, “Ben Anadolu” oyununda, Niobe adının geçtiği bir bölümde vardı. Tiyatronun yapımı tamamlanınca Yıldız Kenter’i çağıracaktık.
Niobe Tiyatrosu, Dayıoğlu’nun başkanlığı döneminde tamamlanamadı. Ondan sonda gelen başkanlarda, tiyatroya gerekli ilgiyi göstermediler. Uzun süre yarım kalan tiyatro ancak önceki belediye başkanlarından Bülent Kar döneminde tamamlanabildi.  Bu nedenle de Dayıoğlu’nun Yıldız Kenter’in Niobe Tiyatrosu’nda “Ben Anadolu” oyununu oynaması hayali gerçekleşemedi bir türlü.  Yıldız Kenter adı geçince, Dayıoğlu’nu anımsamam bundandır. Yıldız Kenter de, Dayıoğlu da ışıklar içinde uyusunlar. Adları ve anıları hep yüreğimizde ve belleğimizde yaşayacaktır.

Ömrünü tiyatroya adayan Yıldız Kenter aramızdan ayrıldığında 91 yaşındaydı. Uzun sahne hayatında 100'den fazla oyun sergileyen Yıldız Kenter, Mahsun Kırmızıgül'ün ilk filmi olan Beyaz Melek'te başrollerden birini üstlenmiş, usta oyunculuğuyla izleyenleri derinden etkilemişti.

Yıldız Kenter, yaprakların sararıp döküldüğü 17 Kasım 2019 tarihinde bir yıldız gibi kayıp gitti aramızdan.  Yıldız Kenter, birçok yabancı ve Türk çok önemli yazar ve şairlerin oyunlarını sahneledi. Shakespeare, Çehov, Brecht, Inoesco, Melih Cevdet Anday, Adalet Ağaoğlu, Güngör Dilmen ve Necati Cumalı'nın da aralarında bulunduğu yazarların 100'den fazla oyununu sahneye taşıdı. 80'li yaşlarının ortalarına kadar sahneye çıkmaya devam eden Yıldız Kenter, tiyatro oyunlarının yanında yaklaşık 20 filmde ve birkaç televizyon dizisinde rol aldı.

Ölenin ardından iyi konuşulur derler ya, Yıldız Kenter’in ardından kötü söylenebilecek hiç bir şey yok ki zaten. Tiyatronun temel taşlarından biriydi. Yıldız ve Müşfik Kenter kardeşleri sevmeyen yoktur. Müşfik Kenter’in sesini ve oyunculuğunu, Yıldız Kenter’in oyunculuğu yanında, güzel gülüşünü hiç unutmayacağım. Yıldız Kenter her zaman hayranlıkla izlediğim bir sanatçıydı.

Sevilen insanlar ölmez, ölümsüz olurlar. Yıldız Kenter’de ölümsüzler arasına katılmıştır şimdiden.
Keşke, Dayıoğlu’nun dileği gerçekleşebilseydi. Keşke, Niobe Tiyatrosu’nda, Yıldız Kenter’i “Ben Anadolu” oyununda izleyebilseydik. Kim bilir, belki hayali, belki, repliklerinden pazıları, Niobe Doğal Kaya Anıtı’na takılıp kalırdı. Belki Niobe’nin gözyaşları kurumaz, öldürülen çocuklarının yanında Yıldız Kenter içinde akardı…



14 Kasım 2019 Perşembe

SEVGİ ÜSTÜNE

Sevgi üstüne çok yazı yazıyorsun diyenler olabilir.
Evet öyle sevgi üzerine çok yazıyorum çok konuşuyorum.
Kentler büyüdükçe insanların yalnızlaştığını, iletişimin azaldığını görüyorum.
Diz dize oturduğumuz, göz göze bakarak konuştuğumuz günleri özler olduk.
Giderek azalan sevgimizi akıllı telefonlarla bildiren sevgisiz biraz ağır olacak ama akılsız insanlara dönüştük.

Sevgi de bilgi gibi paylaşıldıkça büyüyor.
Sevgi insan yaşamına anlam katıyor.
Ben yaşadığın kenti sevmek üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum bugün.
Yaşadığın kenti sevmek, eşini çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir.
İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması olası değil.
Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.
Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor.
Kenti sevmek insana sorumluluk yüklüyor.
Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor.
Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız,  seçim sizin.
Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız.
Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim.
Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum.
Yaşadığın kenti sevmek, hemşerilerini de sevmeni gerektiriyor.  Benim için zor olanı da bu işte.
Hemşerilerin tembelse sevemiyorsun.  Hemşerilerin, dedikodu yapmayı seviyorsa sen onları sevemiyorsun. Hemşerilerinde birlikte iş görme alışkanlığı yoksa örgütlenmelerin karşısında duruyorsa, nalıncı keseri gibi “hep bana hep bana” diyorsa sevemiyorsun. Kendilerini iş üreterek değil, iş üretenlerin karşısında durarak kanıtlamaya, ifade etmeye çalışıyorlarsa sevemiyorsun.

Manisa’yı sevmek kolayda, Manisalıları sevmek o kadar kolay değil bence. Ancak çaresi yok, yapılacak iş, sevilecek insanları bulmak ve sayılarını çoğaltmaktır.
Zenginlik sevdiğin insan sayısıyla ölçülse, sanırım Manisa’nın en zenginlerinden birisi mutlaka ben olurdum.

Güzel iş değil mi? İnsanın sevdiklerini yazıp toplayacaksın, sevmediklerini de toplayıp, birbirinden çıkaracaksın. Sevdiklerin fazlaysa sorun yok, ancak sevmediklerin fazlaysa inan mutlu olamazsın.  Benim bu kentte sevdiğim insan sayısı sevmediklerimden çok fazla.  İstiyorum ki, sevdiğim insan sayısı çoğalsın, sevmediklerim de azalsın.

Sevmediğim insanlar gözümün önüne geldiğinde, tekrarladığım dizeleri paylaşayım sizinle.

Bize düşman gerekmez, biz bize yeteriz.
Yükselen biri olursa, hemen ayaklarından çekeriz.
Yapmak da olmasa da yıkmakta beteriz.
Gönül almak gelmez aklımıza, kara çalmayı severiz...

Bakmayın böyle dediğime, yine de sevmek gerekiyor insanları. Bilin ki, sevgisiz yaşanmıyor.
Bugün de, sevgi ozanı Yunus Emre ile noktalayalım yazımızı.

Gelin tanış olalım;  İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim;  Bu dünya kimseye kalmaz.



7 Kasım 2019 Perşembe

ATATÜRK’Ü ANMAK VE ANLAMAK

Her 10 Kasım’da ve tüm milli bayramlarımızda olduğu gibi, yine Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgiyle saygıyla giderek artan bir özlemle anacağız. Anmakla kalmayıp anlamaya çalışacağız. 
Her milli bayramda her 10 Kasım’da sel olup Anıttepe’ye akıyoruz. Atatürk bizim geçmişe özlemimiz değil aydınlık geleceğimizdir diyoruz.  
O’nun gösterdiği yol bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur. O büyük insan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bize bilimin aydınlattığı çağda uygarlık yolunu göstermiştir. Bu nedenle “İzindeyiz” yerine “Yolundayız” demeliyiz. Yolundayız Atam.
Atatürk’ün okumaya verdiği öneme değinmek istiyorum bugün köşe yazımda. Atatürk’ün okumaya önem verdiğini,  yaşamı boyunca yaklaşık 4000 kitap okuduğunu biliyoruz.  Dile kolay 4000 kitap bir yaşama nasıl sığır? Atatürk “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyor.  Atatürk’ün dediği gibi kitap okumalıyız. Gelişmek için okumak şart. Harçlıklarımızın yarısını kitaplara vermeliyiz. Aldığımız kitapları arkadaşlarımızla değişerek daha çok kitap okumalıyız. Atatürk şüphesiz ki yüzyılımızın en büyük devlet adamı en büyük lideridir. Kuşkusuz bu özelliğinin var olmasında askeri kişiliği, devlet adamlığının yanı sıra düşün adamı olmasının da büyük payı vardır. Yaşamı boyunca kitap, Atatürk için vazgeçilmez bir değer, yol gösteren bir varlık olmuştur. O’nun için okumak bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sonunda geniş bir kültür kazanmıştır. Atatürk için kitap, öğrenim yaşamı boyunca her aşamada etkili olmuştur. İlkokul öğrencisi iken kitap okumayı, sokakta oynamaya yeğlemiş, ders kitapları ile yetinmemiş, askeri okulda öğrenimini sürdürürken de yerel dergi ve gazeteleri izlemiş, fen ve matematik konularında yarışmalara grip kazanmıştır. Vatan ve özgürlük kavramlarını işleyen Namık Kemal’ in eserlerini, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini okurken, öte yandan da Voltaire, Rousseau, Montesqiue gibi Fransız düşünürlerin eserlerini okumuş ve fikirleri üzerinde tartışmıştır. Fransızca öğrenmiş ve bu dilde, askerlik eğitimi ile ilgili olduğu kadar, siyaset, hukuk ve edebiyat üzerine yazılmış eserleri de okumuştur. Atatürk 3. Ordu’dayken General Litzmann’dan çeviriler yapmış, Çanakkale Savaşları sırasında, ateş altında bile okumaktan vazgeçmemiştir. Atatürk vatanı düşman istilasından kurtardıktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmek gereğini duymuştur. Artık O, savaş alanlarında kazandığı zaferlerini, kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda yapmayı tasarladığı reformlarla sağlam temellere oturtmak istiyordu. Bunun için de yapacağı devrimler için her türlü fikir ve inanç düzeyindeki delegelerle dolu bir Meclis’in başkanı olarak yeterli bilgi edinmesi gereğine inanıyordu. Bu nedenle de o güne kadar okuyamadığı bazı kitapları yurt dışından getirtiyor, Türkçeye çevirtiyordu. Atatürk’ün hangi konularda, ne çeşit eserler okuduğunu gösteren en güvenli kaynak özel kütüphanesinin kataloğudur. Bu kaynak O’nun düşünce ve kültür yaşamının bir göstergesidir. Atatürk’ün özel kütüphanesinin koleksiyonları arasında en geniş yeri tarih kitapları almaktadır.
Yazımı Platon’un bir sözüyle noktalamak istiyorum: “Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur;  Devam ederse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler türer.” Eğer Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak istiyorsak, eğitim gerçekten şart. Eğitim içinde Atatürk gibi çok okumak şart. Çok okuyacağız. Okuyanların sayısı çoğaldıkça güçlendiğimizi göreceğiz. Çocuklarımızın okuma alışkanlığı edinmelerini sağlayacağız. Kaldırılan felsefe dersleri yeniden konulmalı. Düşünen soran sorgulayan araştıran, bilgiye ulaşmayı ve paylaşmayı bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Çocuklarınıza ve dostlarınıza vereceğiniz en güzel hediye niye bir NUTUK olmasın. Dostlar gerçekten söylüyorum, Nutuk okumayan kalmasın…

31 Ekim 2019 Perşembe

DIŞ POLİTİKA

Dış politikanın amacı dışlanmak değil kaynaşmaktır. Zayıflamak değil güçlenmektir, sayılan sevilen değer verilen olmaktır. Dış politika denilince Atatürk’ün her politikacının kulağına küpe yapması gereken “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü anımsarım hep.
Dış politika denilince, Ecevit’i anımsarım. 12 Eylül sonrasında, politikadan uzaklaştırıldığında, Oran Sitesi’ndeki evine sık gidenlerden birisiydim. Ecevit’i dinlemek ufkumu açardı, umutlarımı büyütürdü. Manisa’ya döndüğümde, Ecevit’in söylediklerini paylaşırdım yakın dostlarımla.
Oran Sitesi’nde, Bülent Ecevit’in konuğuyduk. Ecevit Kıbrıs Barış Harekâtı’na ilişkin anılarını anlatıyordu. Aynen aktarıyorum: “Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapılmasına karar verdiğimizi, adaya barış götüreceğimizi taraf olan tüm ülkelere anlattık. ABD Kıbrıs’a gitmemize karşıydı.
Harekâttan bir gün önce, ABD Dış İşleri Bakan Yardımcısı Joseph John Sisco bir grup genç diplomatla bizi harekâttan vazgeçirmek için ülkemize geldi. Kendilerine soydaşlarımızı korumak ve adaya barış götürmek için Kıbrıs’a çıkacağımızı anlattım. Ve son olarak biraz sonra hava alanlarımızı dış uçuşlara kapatacağız. Sizi daha iyi koşullarda ülkemizde konuk etmek isteriz diyerek kapıyı gösterdim. Sisco ve yanındaki diplomatlarla tokalaşarak ayrılırken genç bir diplomat kulağıma eğilerek, (sizi kutluyorum bizimkini mat ettiniz) dedi.
Çok şaşırdım. Yıllar sonra ABD’de Dış İlişkiler Enstitüsünde benim bir konferans vermem istendi. ABD’ye gittim. Bana programı ulaştırdıklarında, beni Türkiye’de kapıyı gösterdiğim Sisco’nun takdim edeceğini gördüm. Sisco’da beni şaşırttı. En ufak bir eleştiri getirmeden beni övgülerle taktim etti.” Diyordu Ecevit.
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, harekâtın merkezinde görevli bir astsubaydım. Her gün Ecevit’e götürülen dosyaları, dosyalardaki haritaları hazırlardım. Kıbrıs’taki tüm yerleşimleri tek tek ezberlemiştim. Ecevit’in “Afyon ekmeyeceksiniz” demeleri karşısında ABD’ye “Bizim ülkemizde ne ekeceğimizin kararını biz veririz.” Deyişini anımsıyorum. “ Biz ak güvercin uçururuz ama kanadını kırdırmayız. Silahların üstüne silahsız yürürüz ama ülkemizi zorbalara bırakmayız.” Deyişini anımsıyorum.
Kıbrıs Barış Harekâtı deyince, Barış Pınarı Harekâtı ile karşılaştırmak geliyor aklıma. ABD, Türkiye’de casusluk, FETÖ ve PKK ilişkileri iddiasıyla tutuklu bulunan Rahip Brunson’ı gerekçe göstererek Türkiye’ye yaptırım uygulama kararı almıştı. ABD’nin yaptırımlarının asıl nedeninin, Türkiye’nin Rusya ile kurduğu ilişki olduğunu ifade edenler de oldu o dönemde. Türkiye’nin Rus S-400 hava savunma sistemini alması, Rusya’nın Türkiye’de nükleer enerji tesisi kurması ve Suriye’deki Türkiye-Rusya-İran üçlü koalisyonu, ABD’nin yaptırımının asıl gerekçesi olduğu düşünülüyordu. Gönderilmeyecek denilen Rahip Brunson gönderildi. Bir taviz verildiğinde gerisi devam ediyor. ABD durup durup, ekonomik yaptırımlar uygulayacağını gündeme getiriyor. Son olarak, sözde Ermeni Soykırımı yapıldığını getirdi gündeme. Türkiye sadece bu kararı yok saymakla yetindi. Daha farklı yanıtlar verilebilir. Ecevit döneminde yapıldığı gibi ABD Üsleri kapatılabilirdi.

Hatırlayalım, ABD, Türkiye’nin 1974 yılındaki Kıbrıs Harekâtı sonrası Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya karar vermişti. Türkiye 1975 yılı ve sonrasında ABD’nin Türkiye’deki üslerini kapatma kararı almış ve bazı üslerinin durumunu da askıya almıştı. Ecevit BBC’ye verdiği röportajda ambargo kalkmadığı sürece ABD üslerinin kapalı ve askıda kalacağını ifade ediyordu. Ecevit ABD’ye, “Ambargo kalkmazsa ABD üsleri açılmaz ”diyordu. Ecevit yine kendisiyle yapılan bir röportaja NATO’ya yönelik eleştirilerini de sıralıyor ve Türkiye’nin yalnız bırakıldığını ifade ediyordu. Bunun üzerine Türkiye’nin askeri anlamda yeni savunma stratejisine döndüğünden ve Sovyetler Birliği ile askeri yakınlaşmadan
söz ediyor, Türkiye’nin askeri silahlar anlamında tek kaynağa bağlı kalmaktan da uzaklaşılacağını söylüyordu. Dönemin Sovyetler Birliği ile girilen yumuşama döneminden sık sık söz eden Ecevit, isim vermeden ABD’ye şu mesajı iletiyordu: “Deniz aşırı bir ülkenin kongresinin insafına bağlı halde durmasına gücümüz yetmez. Başımızın çaresine bakmak durumundayız. Muhakkak bunun bazı siyasi sonuçları olacak.” Diyordu. Ecevit’in bu sözlerine muhabir, “Efendim, bu anlamda bu bir ültimatom mu?” diye soruyordu. Ecevit NATO konusunda da net tavrını şöyle açıklıyordu: “NATO’ya yapacağımız katkı, NATO’nun Türkiye’nin güvenliğine katkısıyla orantılı olacak, hepsi bu kadar.” Deyip kestirip atıyordu.
Ecevit’in bu röportajından sadece 4 ay sonra, ABD Kongresi ambargoyu kaldırmıştı. ABD’nin bir dediği bir dediğini tutmayan tutarsız bir başkanı var. Ne yapacağı belli olmuyor. Verdiği sözleri tutmayan, değil başkan, bir dernek başkanı bile yapılmayacak olan ABD başkanı, ülkemizle ilişkilerini kendi iç politikasında kullanıyor. Şunu iyice anladık. Bu başkanın ipiyle kuyuya inilmez. Alınan kararlar “Yok hükmündedir” demek yetmez. “Yeni bir dünya kurulur o dünyada Türkiye yerini alır” diyebiliyor muyuz? ABD üslerine Türk Bayrağı çekebiliyor muyuz? ABD ve Rusya’dan destek alarak harekât yürütme yerine Suriye Devletinin toprak bütünlüğünü savunarak Suriye Devleti ile iyi komşuluk ilişkileri başlatıp sürdürebiliyor muyuz? Yurtta barışın Dünyada barışın savunucusu ve destekçisi olabiliyor muyuz? Ülkelerle iyi dostluk ilişkileri geliştirebiliyor muyuz? Şu güvenilmez Araplardan uzak durup, Türkçe konuşan ülkelerle dostluğumuzu ve ticaretimizi güçlendirebiliyor muyuz? Bu sorulara evet diyebiliyor muyuz? Buna bakmak gerekir…
Türkiye Cumhurbaşkanı ABD’ye gitsin mi, gitmesin mi tartışmaları devem ediyor. Tartışılması gereken, gitmesi ya da gitmemesi değil, izlenecek politikanın belirlenmesidir. Kişilikli politika yapılmasıdır. Dünya çok küçük, ABD başkanının ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri anında hedefine ulaşıyor.
ABD Başkanın haddini aşan mektubuna ve alınan “Ermeni Soykırım” kararına gereken yanıt açık ve anlaşılır biçimde verilmelidir. Yok saymak yetmiyor. ABD de bizi yok saymasa ne o mektubu yazabilir nede soykırım kararı alabilir. Bence yok sayıyorsak gitmeyeceğiz. Yok sayıyorsak ABD üslerini kapatıp oralara Türk bayrağı çekeceğiz. Yaptırım uygularlarsa, elinden geleni ardına koyma deme yürekliliğini göstereceğiz. Aldığımız S 400’leri gecikmeden konuşlandıracağız… Ne Donald Trump’ı nede tehditlerini ciddiye almayacağız ve de korkmayacağız. Tüm yapılanlardan sonra, Trump’un ayağına gitmeye hiç gerek yok…
Yurtta Barış, Dünyada barış diyeceğiz ve gereğini yapacağız. Yarından tezi yok, Türkçe Konuşan Türk Devletleri’yle ilişkilerimiz daha da sıklaştıracağız. Ortak alfabeye geçişi hızlandıracağız. Güçlüyüz daha güçlü olacağız…



 
back to top