Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

20 Kasım 2019 Çarşamba

BİR YILDIZ KAYDI

Sevilen sanatçı Yıldız Kenter, yıldız kayar gibi kayıp gitti aramızdan.
 
Yıldız kayınca dilek tutulurmuş.
Dileğim, Yıldız Kenter gibi büyük sanatçıların adının ve anısının hep yüreklerimizde yaşamasıdır.
Yıldız Kenter öldü haberini duyunca, akılıma ağabeyim dediğim, M. Ertuğrul Dayıoğlu geldi aklıma. “Ne alaka” demeyin. Alakası var. Kendisinden çok şey öğrendiğim rahmetli Dayıoğlu, Niobe Tiyatrosu’nu yaptırırken, hayalinin, Niobe Tiyatrosu’nda, Yıldız Kenter’in “Ben Anadolu” isimli oyununu oynaması olduğunu söylerdi. İzlediğim, “Ben Anadolu” oyununda, Niobe adının geçtiği bir bölümde vardı. Tiyatronun yapımı tamamlanınca Yıldız Kenter’i çağıracaktık.
Niobe Tiyatrosu, Dayıoğlu’nun başkanlığı döneminde tamamlanamadı. Ondan sonda gelen başkanlarda, tiyatroya gerekli ilgiyi göstermediler. Uzun süre yarım kalan tiyatro ancak önceki belediye başkanlarından Bülent Kar döneminde tamamlanabildi.  Bu nedenle de Dayıoğlu’nun Yıldız Kenter’in Niobe Tiyatrosu’nda “Ben Anadolu” oyununu oynaması hayali gerçekleşemedi bir türlü.  Yıldız Kenter adı geçince, Dayıoğlu’nu anımsamam bundandır. Yıldız Kenter de, Dayıoğlu da ışıklar içinde uyusunlar. Adları ve anıları hep yüreğimizde ve belleğimizde yaşayacaktır.

Ömrünü tiyatroya adayan Yıldız Kenter aramızdan ayrıldığında 91 yaşındaydı. Uzun sahne hayatında 100'den fazla oyun sergileyen Yıldız Kenter, Mahsun Kırmızıgül'ün ilk filmi olan Beyaz Melek'te başrollerden birini üstlenmiş, usta oyunculuğuyla izleyenleri derinden etkilemişti.

Yıldız Kenter, yaprakların sararıp döküldüğü 17 Kasım 2019 tarihinde bir yıldız gibi kayıp gitti aramızdan.  Yıldız Kenter, birçok yabancı ve Türk çok önemli yazar ve şairlerin oyunlarını sahneledi. Shakespeare, Çehov, Brecht, Inoesco, Melih Cevdet Anday, Adalet Ağaoğlu, Güngör Dilmen ve Necati Cumalı'nın da aralarında bulunduğu yazarların 100'den fazla oyununu sahneye taşıdı. 80'li yaşlarının ortalarına kadar sahneye çıkmaya devam eden Yıldız Kenter, tiyatro oyunlarının yanında yaklaşık 20 filmde ve birkaç televizyon dizisinde rol aldı.

Ölenin ardından iyi konuşulur derler ya, Yıldız Kenter’in ardından kötü söylenebilecek hiç bir şey yok ki zaten. Tiyatronun temel taşlarından biriydi. Yıldız ve Müşfik Kenter kardeşleri sevmeyen yoktur. Müşfik Kenter’in sesini ve oyunculuğunu, Yıldız Kenter’in oyunculuğu yanında, güzel gülüşünü hiç unutmayacağım. Yıldız Kenter her zaman hayranlıkla izlediğim bir sanatçıydı.

Sevilen insanlar ölmez, ölümsüz olurlar. Yıldız Kenter’de ölümsüzler arasına katılmıştır şimdiden.
Keşke, Dayıoğlu’nun dileği gerçekleşebilseydi. Keşke, Niobe Tiyatrosu’nda, Yıldız Kenter’i “Ben Anadolu” oyununda izleyebilseydik. Kim bilir, belki hayali, belki, repliklerinden pazıları, Niobe Doğal Kaya Anıtı’na takılıp kalırdı. Belki Niobe’nin gözyaşları kurumaz, öldürülen çocuklarının yanında Yıldız Kenter içinde akardı…



14 Kasım 2019 Perşembe

SEVGİ ÜSTÜNE

Sevgi üstüne çok yazı yazıyorsun diyenler olabilir.
Evet öyle sevgi üzerine çok yazıyorum çok konuşuyorum.
Kentler büyüdükçe insanların yalnızlaştığını, iletişimin azaldığını görüyorum.
Diz dize oturduğumuz, göz göze bakarak konuştuğumuz günleri özler olduk.
Giderek azalan sevgimizi akıllı telefonlarla bildiren sevgisiz biraz ağır olacak ama akılsız insanlara dönüştük.

Sevgi de bilgi gibi paylaşıldıkça büyüyor.
Sevgi insan yaşamına anlam katıyor.
Ben yaşadığın kenti sevmek üzerine düşüncelerimi paylaşmak istiyorum bugün.
Yaşadığın kenti sevmek, eşini çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir.
İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması olası değil.
Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.
Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor.
Kenti sevmek insana sorumluluk yüklüyor.
Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor.
Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız,  seçim sizin.
Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız.
Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim.
Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum.
Yaşadığın kenti sevmek, hemşerilerini de sevmeni gerektiriyor.  Benim için zor olanı da bu işte.
Hemşerilerin tembelse sevemiyorsun.  Hemşerilerin, dedikodu yapmayı seviyorsa sen onları sevemiyorsun. Hemşerilerinde birlikte iş görme alışkanlığı yoksa örgütlenmelerin karşısında duruyorsa, nalıncı keseri gibi “hep bana hep bana” diyorsa sevemiyorsun. Kendilerini iş üreterek değil, iş üretenlerin karşısında durarak kanıtlamaya, ifade etmeye çalışıyorlarsa sevemiyorsun.

Manisa’yı sevmek kolayda, Manisalıları sevmek o kadar kolay değil bence. Ancak çaresi yok, yapılacak iş, sevilecek insanları bulmak ve sayılarını çoğaltmaktır.
Zenginlik sevdiğin insan sayısıyla ölçülse, sanırım Manisa’nın en zenginlerinden birisi mutlaka ben olurdum.

Güzel iş değil mi? İnsanın sevdiklerini yazıp toplayacaksın, sevmediklerini de toplayıp, birbirinden çıkaracaksın. Sevdiklerin fazlaysa sorun yok, ancak sevmediklerin fazlaysa inan mutlu olamazsın.  Benim bu kentte sevdiğim insan sayısı sevmediklerimden çok fazla.  İstiyorum ki, sevdiğim insan sayısı çoğalsın, sevmediklerim de azalsın.

Sevmediğim insanlar gözümün önüne geldiğinde, tekrarladığım dizeleri paylaşayım sizinle.

Bize düşman gerekmez, biz bize yeteriz.
Yükselen biri olursa, hemen ayaklarından çekeriz.
Yapmak da olmasa da yıkmakta beteriz.
Gönül almak gelmez aklımıza, kara çalmayı severiz...

Bakmayın böyle dediğime, yine de sevmek gerekiyor insanları. Bilin ki, sevgisiz yaşanmıyor.
Bugün de, sevgi ozanı Yunus Emre ile noktalayalım yazımızı.

Gelin tanış olalım;  İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim;  Bu dünya kimseye kalmaz.



7 Kasım 2019 Perşembe

ATATÜRK’Ü ANMAK VE ANLAMAK

Her 10 Kasım’da ve tüm milli bayramlarımızda olduğu gibi, yine Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgiyle saygıyla giderek artan bir özlemle anacağız. Anmakla kalmayıp anlamaya çalışacağız. 
Her milli bayramda her 10 Kasım’da sel olup Anıttepe’ye akıyoruz. Atatürk bizim geçmişe özlemimiz değil aydınlık geleceğimizdir diyoruz.  
O’nun gösterdiği yol bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur. O büyük insan “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek bize bilimin aydınlattığı çağda uygarlık yolunu göstermiştir. Bu nedenle “İzindeyiz” yerine “Yolundayız” demeliyiz. Yolundayız Atam.
Atatürk’ün okumaya verdiği öneme değinmek istiyorum bugün köşe yazımda. Atatürk’ün okumaya önem verdiğini,  yaşamı boyunca yaklaşık 4000 kitap okuduğunu biliyoruz.  Dile kolay 4000 kitap bir yaşama nasıl sığır? Atatürk “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyor.  Atatürk’ün dediği gibi kitap okumalıyız. Gelişmek için okumak şart. Harçlıklarımızın yarısını kitaplara vermeliyiz. Aldığımız kitapları arkadaşlarımızla değişerek daha çok kitap okumalıyız. Atatürk şüphesiz ki yüzyılımızın en büyük devlet adamı en büyük lideridir. Kuşkusuz bu özelliğinin var olmasında askeri kişiliği, devlet adamlığının yanı sıra düşün adamı olmasının da büyük payı vardır. Yaşamı boyunca kitap, Atatürk için vazgeçilmez bir değer, yol gösteren bir varlık olmuştur. O’nun için okumak bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sonunda geniş bir kültür kazanmıştır. Atatürk için kitap, öğrenim yaşamı boyunca her aşamada etkili olmuştur. İlkokul öğrencisi iken kitap okumayı, sokakta oynamaya yeğlemiş, ders kitapları ile yetinmemiş, askeri okulda öğrenimini sürdürürken de yerel dergi ve gazeteleri izlemiş, fen ve matematik konularında yarışmalara grip kazanmıştır. Vatan ve özgürlük kavramlarını işleyen Namık Kemal’ in eserlerini, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini okurken, öte yandan da Voltaire, Rousseau, Montesqiue gibi Fransız düşünürlerin eserlerini okumuş ve fikirleri üzerinde tartışmıştır. Fransızca öğrenmiş ve bu dilde, askerlik eğitimi ile ilgili olduğu kadar, siyaset, hukuk ve edebiyat üzerine yazılmış eserleri de okumuştur. Atatürk 3. Ordu’dayken General Litzmann’dan çeviriler yapmış, Çanakkale Savaşları sırasında, ateş altında bile okumaktan vazgeçmemiştir. Atatürk vatanı düşman istilasından kurtardıktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmek gereğini duymuştur. Artık O, savaş alanlarında kazandığı zaferlerini, kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda yapmayı tasarladığı reformlarla sağlam temellere oturtmak istiyordu. Bunun için de yapacağı devrimler için her türlü fikir ve inanç düzeyindeki delegelerle dolu bir Meclis’in başkanı olarak yeterli bilgi edinmesi gereğine inanıyordu. Bu nedenle de o güne kadar okuyamadığı bazı kitapları yurt dışından getirtiyor, Türkçeye çevirtiyordu. Atatürk’ün hangi konularda, ne çeşit eserler okuduğunu gösteren en güvenli kaynak özel kütüphanesinin kataloğudur. Bu kaynak O’nun düşünce ve kültür yaşamının bir göstergesidir. Atatürk’ün özel kütüphanesinin koleksiyonları arasında en geniş yeri tarih kitapları almaktadır.
Yazımı Platon’un bir sözüyle noktalamak istiyorum: “Demokrasi bir eğitim işidir. Eğitimsiz kitlelerle demokrasiye geçilirse oligarşi olur;  Devam ederse demagoglar türer. Demagoglardan da diktatörler türer.” Eğer Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak istiyorsak, eğitim gerçekten şart. Eğitim içinde Atatürk gibi çok okumak şart. Çok okuyacağız. Okuyanların sayısı çoğaldıkça güçlendiğimizi göreceğiz. Çocuklarımızın okuma alışkanlığı edinmelerini sağlayacağız. Kaldırılan felsefe dersleri yeniden konulmalı. Düşünen soran sorgulayan araştıran, bilgiye ulaşmayı ve paylaşmayı bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Çocuklarınıza ve dostlarınıza vereceğiniz en güzel hediye niye bir NUTUK olmasın. Dostlar gerçekten söylüyorum, Nutuk okumayan kalmasın…

31 Ekim 2019 Perşembe

DIŞ POLİTİKA

Dış politikanın amacı dışlanmak değil kaynaşmaktır. Zayıflamak değil güçlenmektir, sayılan sevilen değer verilen olmaktır. Dış politika denilince Atatürk’ün her politikacının kulağına küpe yapması gereken “Yurtta barış, dünyada barış” sözünü anımsarım hep.
Dış politika denilince, Ecevit’i anımsarım. 12 Eylül sonrasında, politikadan uzaklaştırıldığında, Oran Sitesi’ndeki evine sık gidenlerden birisiydim. Ecevit’i dinlemek ufkumu açardı, umutlarımı büyütürdü. Manisa’ya döndüğümde, Ecevit’in söylediklerini paylaşırdım yakın dostlarımla.
Oran Sitesi’nde, Bülent Ecevit’in konuğuyduk. Ecevit Kıbrıs Barış Harekâtı’na ilişkin anılarını anlatıyordu. Aynen aktarıyorum: “Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yapılmasına karar verdiğimizi, adaya barış götüreceğimizi taraf olan tüm ülkelere anlattık. ABD Kıbrıs’a gitmemize karşıydı.
Harekâttan bir gün önce, ABD Dış İşleri Bakan Yardımcısı Joseph John Sisco bir grup genç diplomatla bizi harekâttan vazgeçirmek için ülkemize geldi. Kendilerine soydaşlarımızı korumak ve adaya barış götürmek için Kıbrıs’a çıkacağımızı anlattım. Ve son olarak biraz sonra hava alanlarımızı dış uçuşlara kapatacağız. Sizi daha iyi koşullarda ülkemizde konuk etmek isteriz diyerek kapıyı gösterdim. Sisco ve yanındaki diplomatlarla tokalaşarak ayrılırken genç bir diplomat kulağıma eğilerek, (sizi kutluyorum bizimkini mat ettiniz) dedi.
Çok şaşırdım. Yıllar sonra ABD’de Dış İlişkiler Enstitüsünde benim bir konferans vermem istendi. ABD’ye gittim. Bana programı ulaştırdıklarında, beni Türkiye’de kapıyı gösterdiğim Sisco’nun takdim edeceğini gördüm. Sisco’da beni şaşırttı. En ufak bir eleştiri getirmeden beni övgülerle taktim etti.” Diyordu Ecevit.
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, harekâtın merkezinde görevli bir astsubaydım. Her gün Ecevit’e götürülen dosyaları, dosyalardaki haritaları hazırlardım. Kıbrıs’taki tüm yerleşimleri tek tek ezberlemiştim. Ecevit’in “Afyon ekmeyeceksiniz” demeleri karşısında ABD’ye “Bizim ülkemizde ne ekeceğimizin kararını biz veririz.” Deyişini anımsıyorum. “ Biz ak güvercin uçururuz ama kanadını kırdırmayız. Silahların üstüne silahsız yürürüz ama ülkemizi zorbalara bırakmayız.” Deyişini anımsıyorum.
Kıbrıs Barış Harekâtı deyince, Barış Pınarı Harekâtı ile karşılaştırmak geliyor aklıma. ABD, Türkiye’de casusluk, FETÖ ve PKK ilişkileri iddiasıyla tutuklu bulunan Rahip Brunson’ı gerekçe göstererek Türkiye’ye yaptırım uygulama kararı almıştı. ABD’nin yaptırımlarının asıl nedeninin, Türkiye’nin Rusya ile kurduğu ilişki olduğunu ifade edenler de oldu o dönemde. Türkiye’nin Rus S-400 hava savunma sistemini alması, Rusya’nın Türkiye’de nükleer enerji tesisi kurması ve Suriye’deki Türkiye-Rusya-İran üçlü koalisyonu, ABD’nin yaptırımının asıl gerekçesi olduğu düşünülüyordu. Gönderilmeyecek denilen Rahip Brunson gönderildi. Bir taviz verildiğinde gerisi devam ediyor. ABD durup durup, ekonomik yaptırımlar uygulayacağını gündeme getiriyor. Son olarak, sözde Ermeni Soykırımı yapıldığını getirdi gündeme. Türkiye sadece bu kararı yok saymakla yetindi. Daha farklı yanıtlar verilebilir. Ecevit döneminde yapıldığı gibi ABD Üsleri kapatılabilirdi.

Hatırlayalım, ABD, Türkiye’nin 1974 yılındaki Kıbrıs Harekâtı sonrası Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaya karar vermişti. Türkiye 1975 yılı ve sonrasında ABD’nin Türkiye’deki üslerini kapatma kararı almış ve bazı üslerinin durumunu da askıya almıştı. Ecevit BBC’ye verdiği röportajda ambargo kalkmadığı sürece ABD üslerinin kapalı ve askıda kalacağını ifade ediyordu. Ecevit ABD’ye, “Ambargo kalkmazsa ABD üsleri açılmaz ”diyordu. Ecevit yine kendisiyle yapılan bir röportaja NATO’ya yönelik eleştirilerini de sıralıyor ve Türkiye’nin yalnız bırakıldığını ifade ediyordu. Bunun üzerine Türkiye’nin askeri anlamda yeni savunma stratejisine döndüğünden ve Sovyetler Birliği ile askeri yakınlaşmadan
söz ediyor, Türkiye’nin askeri silahlar anlamında tek kaynağa bağlı kalmaktan da uzaklaşılacağını söylüyordu. Dönemin Sovyetler Birliği ile girilen yumuşama döneminden sık sık söz eden Ecevit, isim vermeden ABD’ye şu mesajı iletiyordu: “Deniz aşırı bir ülkenin kongresinin insafına bağlı halde durmasına gücümüz yetmez. Başımızın çaresine bakmak durumundayız. Muhakkak bunun bazı siyasi sonuçları olacak.” Diyordu. Ecevit’in bu sözlerine muhabir, “Efendim, bu anlamda bu bir ültimatom mu?” diye soruyordu. Ecevit NATO konusunda da net tavrını şöyle açıklıyordu: “NATO’ya yapacağımız katkı, NATO’nun Türkiye’nin güvenliğine katkısıyla orantılı olacak, hepsi bu kadar.” Deyip kestirip atıyordu.
Ecevit’in bu röportajından sadece 4 ay sonra, ABD Kongresi ambargoyu kaldırmıştı. ABD’nin bir dediği bir dediğini tutmayan tutarsız bir başkanı var. Ne yapacağı belli olmuyor. Verdiği sözleri tutmayan, değil başkan, bir dernek başkanı bile yapılmayacak olan ABD başkanı, ülkemizle ilişkilerini kendi iç politikasında kullanıyor. Şunu iyice anladık. Bu başkanın ipiyle kuyuya inilmez. Alınan kararlar “Yok hükmündedir” demek yetmez. “Yeni bir dünya kurulur o dünyada Türkiye yerini alır” diyebiliyor muyuz? ABD üslerine Türk Bayrağı çekebiliyor muyuz? ABD ve Rusya’dan destek alarak harekât yürütme yerine Suriye Devletinin toprak bütünlüğünü savunarak Suriye Devleti ile iyi komşuluk ilişkileri başlatıp sürdürebiliyor muyuz? Yurtta barışın Dünyada barışın savunucusu ve destekçisi olabiliyor muyuz? Ülkelerle iyi dostluk ilişkileri geliştirebiliyor muyuz? Şu güvenilmez Araplardan uzak durup, Türkçe konuşan ülkelerle dostluğumuzu ve ticaretimizi güçlendirebiliyor muyuz? Bu sorulara evet diyebiliyor muyuz? Buna bakmak gerekir…
Türkiye Cumhurbaşkanı ABD’ye gitsin mi, gitmesin mi tartışmaları devem ediyor. Tartışılması gereken, gitmesi ya da gitmemesi değil, izlenecek politikanın belirlenmesidir. Kişilikli politika yapılmasıdır. Dünya çok küçük, ABD başkanının ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın söyledikleri anında hedefine ulaşıyor.
ABD Başkanın haddini aşan mektubuna ve alınan “Ermeni Soykırım” kararına gereken yanıt açık ve anlaşılır biçimde verilmelidir. Yok saymak yetmiyor. ABD de bizi yok saymasa ne o mektubu yazabilir nede soykırım kararı alabilir. Bence yok sayıyorsak gitmeyeceğiz. Yok sayıyorsak ABD üslerini kapatıp oralara Türk bayrağı çekeceğiz. Yaptırım uygularlarsa, elinden geleni ardına koyma deme yürekliliğini göstereceğiz. Aldığımız S 400’leri gecikmeden konuşlandıracağız… Ne Donald Trump’ı nede tehditlerini ciddiye almayacağız ve de korkmayacağız. Tüm yapılanlardan sonra, Trump’un ayağına gitmeye hiç gerek yok…
Yurtta Barış, Dünyada barış diyeceğiz ve gereğini yapacağız. Yarından tezi yok, Türkçe Konuşan Türk Devletleri’yle ilişkilerimiz daha da sıklaştıracağız. Ortak alfabeye geçişi hızlandıracağız. Güçlüyüz daha güçlü olacağız…



16 Ekim 2019 Çarşamba

YAŞLANMADAN YAŞAMAK

Bende iki şey var yaşlanmayan
Yaşlanmayacak olan
Umut ve heyecan
İlkokulda hemen hemen tüm etkinliklerde şiirler okurdum.
Yüreğimin atışı hızlanır heyecanlanırdım.
İnanın 74 yaşına geldim, aynı heyecanı yaşıyorum.
İnsan her yaşta umudunu coşkusunu korumalı.
İnsan her yaşta sağlıklı olmak için çalışmalı.
İnsan çok yaşamak ancak yaşlanmamak ister.
Hastaneye gittiğimde, sıra numarası alırken, 65 ve daha üstü butonu koymuşlar. Demek ki, 65 yaş üstü yaşlı sayılıyor. Ben 74 yaşındayım ancak kendimi yaşlı saymıyorum.
Mutlu ve gelecekten umutlu yaşıyorum.
Yaşımı soranlara 1945 doğumluyum, 45 yaşındayım diyorum. Nasıl oluyor bu? dediklerinde de, 45 yaşında dondurdum diyorum. Öyle diyorum öyle hissediyorum.
Sosyal bir insanım, kulaklarınız ağır mı işitiyor? Hemen işitme cihazı alacaksınız. Gözlerinizde katarak mı var, aldırıp yerine akıllı mercek taktıracaksınız.
Sorun varsa, çözümde vardır.
Yaşlanma “ben artık yaşlandım” dediğinizde başlar.
Kendinizi genç ve dinamik hissetmeniz için, hep yapacak bir işiniz olacak. Kitap okumakta, resim yapmakta, sivil toplum örgütlerinde görev almakta, geziye çıkmakta bir iştir bence.
“Emekli oldum. Unumu eledim eleğimi astım” demeyeceksiniz. Hep bir işiniz olacak. Akşam yatarken yarın yapacağınız işleri düşünerek yatacaksınız ki, diri kalkasınız.
Biliyoruz ki, yaşamın sonunda ölüm gerçeği var. Hepimiz öleceğiz. Ancak, öleceğiz diye her gün stres yaşamamıza gerek yok.
Kendi yaptıklarımı ve yapmaya çalıştıklarımı yazayım şimdi:
Doğru olduğunu bildiğim halde yapamadıklarım da var elbet. Bunlar için kendimi üzmüyorum. Yapmaya çalışıyorum.
Gülmeyi ve güldürmeyi severim.
Yolda yürürken bile gülümserim. Gülümseme bulaşıcıdır bilirim.
Sorunlarımız olmaz mı hiç, olmaz olur elbet. Yaşam sorun çözme sürecidir. Sorunu tanımlayacaksınız. Çözebiliyorsanız çözeceksiniz. Çözemiyorsanız kafaya takmayacaksınız. Yapılması gerekenleri yaptım diyeceksiniz.
Seçenekli düşünürüm. Her iş için mutlaka iki-üç seçeneğim olur benim. Bir kapı kapalıysa, zorlayacağınız başka kapılarda olmalı.
Sorunlarınızı paylaşabildiğiniz arkadaşlarınız olsun. Arkadaşlarımın sorunlarını çözmek beni mutlu eder. Diyelim borç veriyorsunuz, verirken seviniyorsunuz, geri alırken seviniyorsunuz. Yardım alın yardım edin, sosyal insan olun.
Doğal yaşayın, fırsat buldukça kentten uzaklaşın. Dağlarda ormanlarda gezin.
Dalından kopardığınız meyveleri ve sebzeleri tercih edin. İşlenmiş ürünlerden uzak durun. Yüz metre kareyi geçmeyen bir bahçeniz olsun. Domatesi dalından koparmanın keyfini yaşayın. Hobi Bahçeleri diye bağırmaktan dilimde tüy bitti. Birer hobi bahçesi edinin. Çıplak ayakla toprağa basın.
Yoga yapın. Meditasyon yapın. Kırlarda gülümseyerek yürüyün. Sevdiklerinizle birlikte olun. Sizi yoran, geren kötümser insanlardan uzak durun. Benimde gördüğümde gerildiğim insanlar var, onlardan uzak kalmaya özen gösteriyorum. Gördüğümde yolumu değiştiriyorum.
Bol su için, az yiyin demiyorum bunu herkes söylüyor.
Hiçbir şeyi dert etmeyin dediğimde, “ne gamsız adamsın” diyorlar. Dert edinmenin bir yararını görmedim ki. Kafaya takmayın, takıntı yapmayın.
Sessiz ve karanlık bir ortamda rahat bir yatakta düzenli uyuyun. Gülümseyerek uyuyun. Gülümseme uyuduğunuzda yüzünüzde kalsın.
Kendinizi, sağlığınızı, arabanızı, evinizi, işinizi, gelirinizi başkalarıyla karşılaştırmayın. Ben çok varlıklı mutsuz, vasat gelirli mutlu ve sağlıklı insanları çok gördüm.
Nefes aldığınız her anın keyfini yaşayın. Sadeliğin güzelliğini keşfedin. Enerjinizi başkalarını çekiştirerek harcamayın.  İhtiyacım olan her şeyim var deyin. Yoksa olur deyin.  
İster inanın ister inanmayın, ben unutmak sağlıklı olmaktır derim hep. Unuttuğumda, belleğimde yeni bilgiler için yer açıldığını düşünürüm. Geçmiş sorunları isteyerek unuturum. Çevremdeki kişilerin geçmişteki hatalarını yüzlerine vurmam. Bu hem benim hem de karşımdakinin mutluluğunu bozar.
Kin ve nefreti yüreğinize yük etmeyin. En kıt kaynağımız olan zamanı, birisine kin duyarak harcamayın. Kendi geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanınızı bozmasın.
Hep yazılır söylenir yeri gelmişken bende yazayım: Pozitif olun… Affetmeyi öğrenin. 
Herkese selam verin. Korkmayın kimse deli demez. Deseler de siz selam vermeye devam edin.
Başkalarının sizin hakkınızda ne dediğine, ne düşündüğüne takılıp kalmayın, dert etmeyin.
Kendinizi kapatmayın, haydi giyinip sokağa çıkın. Vaktiniz varsa, kırlara gidin. Özçekim yapın, paylaşın.  Kalabalıklardan, görüntü ve gürültü kirliliklerinden uzak durun. Sevdiklerinize zaman ayırın.  Mutlu umutlu ve sağlıklı yaşayın…



19 Eylül 2019 Perşembe

GİRİŞİMCİ KADINLAR

Çok değil on yıl önce, DİSK Genel Başkanı bir kadın olacak deselerdi sanırım kimse inanmazdı. Sayın Arzu Çerkezoğlu DİSK Genel Başkanı oldu. Yıllar önce benimde yönetiminde olduğum kısa adı Köy-Koop. olan Köy Kalkınma ve Tarımsal Amaçlı Kooperatif Birlikleri Merkez Birliği’nin başkanı kadın olacak deselerdi ben bile inanmazdım. Sayın Neptün Soyer Köy-Koop. genel başkanı oldu. Kadınlar toplum yaşamına etkin biçimde katılıyorlar ve başarılar sergiliyorlar. CHP İl Başkanı Sayın Canan Kaftancıoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminin kazanılmasında büyük payı olduğu söyleniyor.

Kadınların toplum yaşamına katılması, STK’larda, siyasette, yerel yönetimlerde, merkezi yönetimde, kamuda görev yüklenmesi, Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırılmasını kolaylaştıracaktır.
Kadınlarımız, Atatürk’ün gösterdiği bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerliyorlar. Toplum yaşamına katılıyorlar. Kalkınmaya katkıda bulunuyorlar. Görev alanlarını genişletiyorlar.  Çocuklarını ülkenin mutlu geleceğinin düşünerek yetiştiriyorlar. Kadınlarımız toplum yaşamına katıldıkça etkinleşiyorlar. STK’larda, Kooperatiflerde,  kamuda görevler yüklenip başarı gösteriyorlar.
Ben, Atatürk’ün kadınlarımıza kadınlarımızın da Atatürk’e gösterdiği, ilgiyi sevgiyi ve saygıyı bir başka ülkede ve bir başka toplumda görmedim. Kadınlarımızın Atatürk’e duyduğu ilginin güvenin sevginin giderek çoğaldığını bu nedenle de ülkemin geleceğini aydınlık olduğunu görüyorum.
Kadın kooperatiflerinin çoğalıp etkinleşmesine katkıda bulunabilmek için, Kooperatifçi Kadının Kitabı adılı kitabımın yazım işlemi tamamlandı. Kitapta, Atatürk ve kadın başlığı altında, daha çok Atatürk’ün söylediği özlü sözlerden yola çıkarak, Atatürk’ün kadınlara verdiği önemi anlattığım bir bölüm de olacak. Kitapta ayrıca Atatürk ve Kooperatifçilik bölümüne de yer vereceğim.
Atatürk’ün kadına verdiği önemi görünce Atatürk için günümüzün tanımlamasıyla feminist dememek elde değil.  Mustafa Kemal Atatürk, kadına hakları verilmeden batılılaşmanın ve çağdaşlaşmanın olamayacağını biliyordu. Atatürk olmasaydı, kadınlar çoğunu henüz etkin biçimde kullanamadıkları haklarının hiç birini alamazlardı.  Hiçbir ülkede, hiçbir lider, kadın haklarını bu kadar önemsememiş bu önemli konuya bu kadar duyarlılık ve özen göstermemiş, kadın haklarının verilmesini öncelikli görev olarak görmemiştir.  Atatürk var diye ulus olarak çok şanslıyız diyebiliriz ama kadınlarımız daha şanslı demekten kendimi alamıyorum.
Kadınların kooperatifçiliğin gelişmesine büyük katkılarının olacağını düşünüyorum. Kentimizde bir kadın kooperatifleri birliği bile kurulabilir.
Sinema alanında da iyi kadın oyuncularımız olduğu kadar, film yönetmenliğine, film yapımcılığına, senaryo yazarlığına yönelen kadınlarımız da var. Bu kadınlarımızdan birisi yaşamını Manisa’da sürdüren ve senaryosunu yazdığı, yönetmenliğini yaptığı baş başrolünü oynadığı Siddah filmi, 20 Eylül 2019 tarihinde 33 ilde gösterime giriyor. Siddah Filmin bugün akşam, Manisa 45 AVM’de filmin tüm kadrosuyla birlikte izleyeceğiz.
Tamamı Manisa’da Manisalı oyuncularla çekilen “Siddah’ın devamını çekmeyi düşünüyorum” diyor filmin yönetmeni, Funda Tırpan. Funda Tırpan ve arkadaşlarını cesaretleri nedeniyle gönülden kutluyorum. Manisalılar olarak Bize düşün görev kentimizin girişimcilerini gençlerini desteklemektir. Ben Mustafa Pala olarak elimden geleni yapıyorum. Manisa Tarzanı filminin yapılmasını ardından Osmaniye’de çekimi planlanan Adem’in Trenleri filminin Manisa’da çekilmesini sağladım. Siddah filminin devamının Obasya’da çekilmesi için gereken desteği veririm.
Kurtuluş Savaşı’nda, erkeğin yanında silah kuşanarak ülkenin kurtulmasına katkı yapan kadınlar, her alanda kendilerini göstermeye başladılar. Bu ülkemiz için umut veren bir gelişmedir.
Kooperatifler kuran, ticarette öne çıkan, güzel sanatlara yönelen tüm girişimci kadınları gönülden kutluyorum…




Yukarı Çık

6 Eylül 2019 Cuma

EYLÜL ADIN KURTULUŞ OLSUN

Eylül ayına yeni bir isim koymak gerekirse en yakışanı “Kurtuluş” olur

Türk Kurtuluş savaşında Eylül ve Ege hep birlikte anılıyorlar.
30 Ağustos 1922 Zaferi kurtuluşun müjdecisi oldu.
Ve 1 Eylül’de Uşak’ın kurutuluşu ile kurtuluşlar dizisi başladı.
Kurtuluşlar Cumhuriyet’e giden yolu da açtı.
30 Ağustos – 9 Eylül arası, bir değil onlarca destana konu olabilir.

1 Eylül Uşak, 2 Eylül Eskişehir. 3 Eylül Dursunbey, Ödemiş Eşme, 4 Eylül Tire Bayındır.
5 Eylül Nazilli Alaşehir. Bilecik, Gördes, Salihli.6 Eylül Akhisar, 7 Eylül Aydın, 8 Eylül Manisa ve 9 Eylül İzmir kurtarılıyor. Ve 10 gün gibi kısa bir süre içinde,  Ulusal Kurtuluş Destanı yazılıyor.

Manisa'nın Kurtuluşu deyince 8 Eylül 1922'de Mustafa Kemal'in askerlerinin Manisa'yı kurtarması ve Spil Dağı`na sığınan Manisalı hemşerilerimin Manisa'ya dönmesi canlanıyor gözlerimin önünde.

İşgali araştırırsanız, sonradan Hüsnüyadis adını alacak olan Manisa Mutasarrafı (valisi) Giritli Hüsnü adıyla karşılaşırsınız. Halkın direnişini kıran, düşmanı törenle karşılayan hain Hüsnüyadis. Hüsnüyadis'i yazamazdım kurtuluş gününde. Manisa bir avuç Yunanlı tarafından yakılırken karşı çıkmayanları yazamazdım. Yunan’a karşı direnmek isteyen Parti Pehlivan'a  destek olmak şöyle dursun, engel olanları  yazamazdım. Bu hain Hüsnüyadis var ya, bu  Manisa'yı düşmana bir kurşun bile attırmadan teslim eden Hüsnüyadis, araştırdıkça, okudukça öfkemi  kabarttıkça, keşke yeni Hüsnüyadis'ler olmasa diyebiliyorum sadece. Keşke yeni Hüsnüyadisler olmasa...

Müftü Alim Efendi adını ve anısını yaşatmak için hep birlikte çalışmalıyız. Parti Pehlivan için de yapılmalı aynı çalışmalar. Anıtlarını yapabiliriz. Caddelere, parklara ya da büyük binalara adlarını verebiliriz. Kurtuluş haftasında düzenlenen etkinliklerde anabiliriz bu kahramanlarımızı.

Mustafa Kemal'in kahraman askerleri, 8 Eylül'de Manisa'yı, 9 Eylül'de İzmir'i kurtardılar. İzmir'in kurtarılmasıyla, Cumhuriyet’in yolu açılmış oldu. Onun için, Atatürk ve Kuvayi Milliye Anıtının bulunduğu noktaya önerdiğimiz dört kapıdan ilki olarak Cumhuriyet Kapısı adını vermiştik ancak kimsenin bu adı kullandığı yok.  Bir kez daha tekrarlıyorum, Cumhuriyet  Kapısı adı öne çıkarılmalı ve kullanılmalı. Cumhuriyet Kapısı kentimizin dört kapısından ilk yapılanıdır. Fatih Kapısı, Bereket Kapısı ve Uygarlık Kapıları da yapıldığında, kentimizin tarihi kimliği daha çarpıcı biçimde çıkacaktır ortaya. Manisa'ya Dört Kapı önerimizi uygun ortamlarda paylaşmayı sürdürmeliyiz.

Bu kent bizim kentimiz, dün kurtaranları da bugün güzelleştirenleri de unutmayız. Unutmayacaklarımız arasında Müftü Alim Efendi, Parti Pehlivan, Gördesli Şehit Makbule gibi kahramanlarımız mutlaka olmalı. Kahramanlarımızın adları ve anıları bu güzel kentte yaşatılmalı...




 
back to top