Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

27 Şubat 2019 Çarşamba

BELEDİYE MECLİS ÜYELİĞİ

Yerel yönetim seçimlerini hep Belediye Başkan adayları üzerinden tartışıyoruz. Sadece belediye başkanlarını seçmeyeceğiz. Belediye Meclis Üyelerimizi ve muhtarlarımızı da seçeceğiz.
Belediye Meclis Üyeliği de, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği gibi önemli bir görev.  Belediye Meclis Üyeliği görevi, önemine yaraşır bir özenle yürütülürse, yerelde demokrasinin ve barışın güçlenmesine, sağlıklı kararların üretilmesine katkı sağlar.
Belediye meclis üyeleri araştıran, soran, sorgulayan çalışmalara etkin biçimde katılan kişiler olmalı. Belediye meclis üyeleri, önerileri desteklerken ya da karşı çıkarken, seçildiği partinin çıkarlarından önce kentinin ve kentlisinin çıkarlarını düşünmeli. Ona göre oy kullanmalı.  Hiçbir kimse, meclis üyesinin oylunu torbada keklik gibi görmemeli. 
Oyunuzu kullanırken, sadece başkan adaylarına değil, belediye meclis üyesi adaylarına da bakın. Daha önce hangi görevlerde olduğunu, toplum yararına neler yaptığını ve yapabileceğini araştırın.  Özgeçmişlerine bakın, bilgisine birikimine, yazdıklarına söylediklerine ve yaptıklarına bakın.
Biz bu kentte yaşayan yurttaşlar olarak, belediye meclislerinin üretken olmasının isteriz. Kentin ve kentlinin yararına kararlar almasını isteriz. Kararlarda oy birliğinin amaçlanmasını isteriz. Biz meclis üyelerinin birbirlerine karşı işi davranmalarını isteriz.
Belediye meclis üyeleri, proje üretim süreçlerin içinde olmalı. Yurttaşın isteğini meclise taşımalı. Fazla uzatmaya gerek yok. Meclis üyesi adayı, bilgili birikimli olmalı. Düşünce ve proje üretim süreçlerinde etkili olmalı.  Ayrışmayı değil birleşmeyi savunmalı. İster iktidar olsun ister muhalefet, karar verirken objektif olmalı.
Birkaç arkadaşım bana “sen niye meclis üyesi adayı olmuyorsun” diye sordu. “Olsan iyi olur” diyenler oldu. Rahmetli Demirel gibi soruya soruyla yanıt veriyorum her seferinde. Teklif ettiler de olmadık mı? Görevden kaçtık mı? Yıllardır, sağlıklı kentleşme üzerine çalışıyorum, hem proje üretiyor hem de uyguluyorum.  Belediyecilik üzerine yazdıklarımı toplasam büyük bir kitap olur.
Neden meclis üyesi olmam konusunda teklif almadığımı düşünüyorum da akılcı bir yanıt bulamıyorum. Kimse yanında, bilen birilerini istemez diyenler oluyor.  Başkan adaylarının ben merkezli olduklarını söyleyenler oluyor. Oluyor da oluyor.
Belediye meclisinde olsam ne yaparım? Dersime iyi çalışırım. Belediye Meclisinde görüşülecek gündem konularını sorar sorgular araştırırım. Oyumu kullanırken, bir değil bin düşünürüm. Sürekli olarak, yurttaşların düşüncelerini almak ve değerlendirmek isterim. Ve en önemlisi, kendi şahsımla ve yakın çevremle ilgili hiçbir isteği ve öneriyi belediye meclisine, belediye başkanı ve çalışanlarına götürmem. Partinin değil, halkın belediye meclis üyesi olurum. Açıklığı temel ilke edinirim.  
 

 

20 Şubat 2019 Çarşamba

SÜRDÜRÜLEBİLİR KENTLER

Kentler iklim değişikliğini etkiliyor. Köyler küçülürken kentler büyüyor. Kentler büyürken sorunlarda büyüyor.
Ülkemizde 1950’li yıllarda başlayan kentleşme, belediyeleri ve devleti hazırlıksız yakalayınca, gecekondularla kuşatılan kentler çıktı ortaya. Ortaya çıkan sorunları aşmak yeni kentleri kurmaktan daha masraflı hale geldi. Ne sağlıklı biçimde kentleşebildik ne de kentli olabildik. Fiziki çevrenin sosyal çevre ile yoğun bir etkileşim içinde olduğuna tanık olduk. Eğitimli kentli yurttaşla, güzel çevreler yaratırken, güzel çevrelerde kentlileşmenin, sosyalleşmenin ve etkin yurttaş olmanın hızlandığını gördük. Etik ve estetiğin ayrılmaz ikili olduğunu fark ettik.

Geldiğimiz nokta, sağlıksız kentleşme, kentlerde denetimsiz yığılmadır. Sağlıksız kentleşme kısa sürede kentleri kimliksizleştirdi ve kentlerde yaşamı zorlaştırdı; Zorlaşmanın neden plansızlık, aşırı yoğunluk, altyapı yetersizliği, dar kalan yollar, artan trafik, artan kirliliktir.

Günümüzde dünya gündeminde en çok tartışılan konuların başında iklim değişikliğine ilişkin sorunlar gelmektedir. Kentler büyüdükçe küresel ısınma başta olmak üzere sorunlarda büyüyor. Sorunların çözümü için soran, sorgulayan, araştıran, kentli yurttaşlara büyük görev düşüyor.

Yıllardır duyarsız kalınan yeterince farkındalık yaratılamayan küresel ısınma konusu kentsel alan ve yakın çevresi ele alınarak, Türkiye için bir model önerisi geliştirme çalışmalarına hız verilmeli. Kentsel alanda planlama ve tasarım aşamasında yapılacak düzenlemelerin enerjiyi etkin kullanan,  düşük karbonlu kalkınma prensiplerini uygulayan kentsel mekânların oluşumunu sağlayacak bir sonuç amaçlanmalıdır.

Manisa’da yeni kent parçalarını tasarlarken ve konutları projelendirirken, mutlaka güneşi ve rüzgarı dikkate almalıyız. İklimin değiştiği ve bunun çağımızın en büyük sorunu olduğu bilinen bir gerçek. Biliyoruz bilmesine de önlemleri almada geç kalıyoruz. Buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, tatlı su kaynaklarının azalması, gıda üretimi koşullarında değişiklikler yaşanması, seller, fırtınalar, sıcaklık dalgaları ve kuraklık gibi afetlerde ve bunlara bağlı ölümlerde artış yaşanıyor. Yetersiz beslenme ve sağlıksız çevre koşullarının beraberinde getireceği bir diğer olumsuz sonuç da hastalıkların insanlar ve diğer canlılar arasında yaygınlaşacak olmasıdır. Çevre ve sağlık açısından yaratacağı olumsuzlukların yanında iklim değişikliğinin ekonomik etkileri de söz konusudur. Yüzyılımızda yaşanan iklim değişikliğinin nedeni insandır. Çözüm bulacak olan da insandır. Bunun için bakış açımızın değişmesi gerekiyor. Değişimi bugüne kadar yaptıklarımızdan vaz geçerek, bir başka söyleyişle değişerek yapabiliriz.  Doğayla uyumlu, Sürdürülebilir kent modeli üzerinde çalışmalar yapmalıyız. Doğayla uyumlu, sürdürülebilir kentler için: Ulaşımdan kaynaklanan hava kirliliği ve CO2 salımı azaltılmalı. Yenilenebilir enerji üretimi ve kullanımı çoğaltılmalı. Kent içinde yeşil alanlar çoğaltılıp kentlerin çevresinde yeşil kuşaklar oluşturulmalı. Kent çevresinde, bitki çeşitliliği korunmalı, kent bahçelerinin çoğalması sağlanmalı. Kentsel yenileme çalışmaları hızlandırılmalı. Yeni yerleşimlerin planlanmasında, parsel parsel büyümeden ada bazında büyümeye geçilmeli. İlgili kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyon sağlanmalı.

14 Şubat 2019 Perşembe

SEBZE FİYATLARI

Soğan, domates, patlıcan fiyatları artınca fiyatları düşürecek çareler konuşulmaya başlandı. Sorun varsa çözüm de vardır, yeter ki çözmek isteyelim.  Getirilen çözümler günü kurtaran çözümler değil, uygulanabilir ve sürdürülebilir olmalı.
Benim aklıma gelenleri üç başlık altında toplayabilirim:
1.     Tedarik zincirini kısaltacak. Üretici ile tüketiciyi buluşturmak için “üretici pazarları” açılacak.
2.     Kentlerin yakın çevresinde Osmanlı döneminde var olduğunu bildiğimiz bostanlar gibi, kentlerin yakın çevresinde meyve sebze üretimi ve seracılık teşvik edilecek, kent bahçelerinin çoğalması sağlanacak. 
3.     Hobi bahçeleri için yasal düzenleme yapılacak, kente yakın alanlarda kooperatifler eliyle çoğalması sağlanacak.
Bunlar yapıldığında, sebze ve meyve fiyatları düşer, hobi bahçeleri çoğaldığında, kentli yurttaşların bir bölümü kendi ihtiyaçları olan sebzeleri üretir duruma gelir. Bu durum aile ekonomisine katkı sağlar.
Konu karmaşık değil, anlatılması ve anlaşılması gayet kolay. Belediye başkan adaylarımız bu önerilere sahip çıkacaklarını belirtirlerse ilgi göreceklerini destek bulacaklarını düşünüyorum.
Ben burada çokça değindiğim hobi bahçelerine yine değinmek istiyorum. Avrupa Ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de hobi bahçeleri yaygınlaştırılmalıdır. Bu konuda mevzuat eksikliği var. Hiçbir kurum ya da kuruluşun mevzuatında hobi ya da kent bahçelerinin yapımını kolaylaştıracak önünü açacak bir hüküm bulunmuyor. Dileğimiz hobi bahçeleri için hızla düzenleme yapılmasıdır.
Sebze fiyatlarını bölgeler ve iller arası nakliyenin ve aracıların yükselttiği biliniyor. Tüketicilerin sebzeleri daha uygun fiyata alabilmesi için tedarik zincirinin kısaltılması gerekiyor.
Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak hobi bahçeleri yaptık. İşleyenler çok memnun bahçelerde yetiştirdiklerini sadece kendileri tüketmiyor eşe dosta da dağıtıyorlar.  Sebzeleri kentlerde oturanların kendisinin yetiştirmesi, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de hobi bahçeleri ile mümkün olabilir. Ancak ülkemizde hobi bahçelerinin yapımını ve sürdürülebilirliğini sağlayacak yasal altyapı henüz oluşturulabilmiş değil.  
Topraktan ve doğadan kopup kentlerin beton yığınları içinde sıkışıp kaldık. Yoğun iş temposu ve giderek gelişen teknoloji ve kablosuz iletişim araçlarının yarattığı elektromanyetik kirlilik nedeniyle stres, depresyon, panik atak gibi rahatsızlıkların çoğaldığını görüyoruz. Kentlerimizde fiziki çevre ile sosyal çevre sürekli etkileşim içinde. Yapılan tüm araştırmalar, insanın içinde yaşadığı fiziksel çevrenin sağlığı ve mutluluğu için önemli olduğunu kanıtlıyor.  Kentlerde beton yığınları arasında sıkışıp kalan insanlar için, “Yeşil Terapi” olarak adlandırabileceğimiz, toprakla meşgul olmak, iyi tasarlanmış, bahçelerde üretim yapmak öneriliyor.  Biz, kentlerde yaşayanlar olarak doğayı, yeşili, bitki ekip biçmeyi domatesi dalından koparmayı çok özledik. 
Üçpınar Mahallesi’ndeki evimin bahçesine, geçtiğimiz yıl, biber, domates, soğan, patlıcan, börülce ve kabak ektik. Yetiştirdiklerimiz hem bize hem de eşimize dostumuza yetti. Bu yıl yine ekeceğiz.
Kooperatifler eliyle yaygınlaştırılacak hobi bahçeleri ile iyi komşuluk ilişkileri, yardımlaşma, tohum takası ve kooperatifçilik gelişecektir…



6 Şubat 2019 Çarşamba

YEREL YÖNETİM

Manisa’da yaşayan bir yurttaş olarak bir belediye başkanı adayından neler duymak isterim ya da aday olsam neleri söylerim, sorusunu sordum kendime ve yanıtlarını sıraladım:

Demokratikleşmeyi, modernleşmeyi, insan onuruna saygıyı, eşitliği temel alan, çağdaş bir belediye olacağız. Hizmetleri en hızlı, ekonomik, etkin, verimli, zamanında ve yeterli biçimde sunacağız. Bilgi ve iletişim teknolojilerinden en geniş şekilde yararlanan mekanizmaları oluşturacağız, demelerini ve bu konuda güvence vermelerini beklerim.

Belediyede, katılımcı, çoğulcu, etkin, demokratik, hesap veren, açıklığı temel ilke edinen, bilgi edinme hakkına saygılı, çağdaş bir yönetim anlayışını etkin kılacağız, birlikte yönetim, hakça hizmet ve hakça paylaşım demelerini isterim.

Yüksekokul ve üniversite öğrencilerine, huzurlu, çağdaş yurt ve barınma olanakları sunulmasını, bedelsiz koruyucu sağlık hizmetleri sağlanmasını, desteğe muhtaç engellileri, kimsesiz çocukları ve bakıma muhtaç yaşlıları sahiplenen koruyucu sosyal hizmetlerin ve sosyal yardımların verileceğini, bu konudaki yurttaş girişimlerin destekleneceğini duymak isterim.

Kadınların toplumsal ve ekonomik yaşama katılımlarını sağlayıcı, kadın erkek eşitliğini güçlendirici projelerin gerçekleştirileceğini, tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkılarak korunacağını, müzelerin geliştirileceğini, halkın kullanımına acık, bilgisayar ve internet destekli kütüphanelerin yaygınlaştırılacağını duymak isterim.

Kırsal ve kentsel turizmin alt yapısının ihtiyaca cevap verecek çerçevede oluşturulacağını ve bu sektöre yönelik hizmetlerin daha etkin hale getirileceğini bu konuda girişimlerin destekleneceğini söylemelerini beklerim.

Herkese spor yapma ve dinlenme alanı olanaklarının sağlanmasını, tüketici haklarına, kentli olma hakkına, çevre hakkına, gıda sağlığına duyarlılık gösterilmesini, kentte huzurlu ve kaliteli yaşam ortamının yaratılmasını, öncelikli görevler olarak ele alan ve bu konuda güvence veren başkan adayları olsun isterim.

Kadınlara ve gençlere beceri kazandıracak, Semt Evlerini, Kadın Sığınma Evlerini, Bakıma Muhtaçlar ve Yaşlılar Evlerini, Gençlik ve Kültür Merkezlerini, Halk Sağlığı Merkezlerini, Açık ve Kapalı Spor tesislerini, çalışma salonları da olan muhtarlık binalarını yapacağız diyen adaylar görmek isterim.

Tedarik zincirini kısaltmak için çalışacağını, üreticilerle tüketicileri, aracısız buluşturmak için üreticilerin katılacağı pazar yerleri kurulacağını söylemelerini isterim.  Kentin yakın çevresinde hobi bahçeleri kuracağını ve kurmak isteyen kooperatiflere destek vereceklerini duymak isterim.

Köşemin izin verdiği ölçüde özetlemeye çalıştığım bu istekleri gerçekleştireceğim diyen ve bunun inandırıcı biçimde kendisi de inanarak söyleyen başkan adayı yarışa bir adım önde başlamış olur. 

Centilmence yarışan, davranış ve üslubuyla toplumsal barışa ve dayanışmaya katkı sağlayan, ben yerine biz diyen tüm başkan adaylarına başarılar dilerim. Kazansak da kaybetsek de bu kentte dostluk içinde yaşayacağımızı sakın unutmayın. Manisa bizim, başka Manisa yok…




30 Ocak 2019 Çarşamba

EĞİTİM ŞART

Bugün, dünyaya biraz yukarılardan bakayım istedim. Yukarıdan baktığımda, bir yanda, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmış, diğer yanda da gerilerde kalmış ülkeleri görüyorum. Aralındaki en büyük fark, birinci grupta olanların sorunlarını çözüyor, geleceğini planlıyor olması, diğer grupta olanların, sorunlarını çözmek bir yana, sorunlarının giderek kartopu gibi yuvarlandıkça büyümekte olduğudur.  Gelişmekte olan ülkelerle, geri kalmış ülkeler arasındaki mesafe giderek açılıyor. Sorun daha karmaşık ve içinden çıkılmaz duruma geliyor.
Yaşanılan sorunların bir tek nedeni var: Eğitim. Gelişmiş ülkelerde, eğitimin amacı, soran sorgulayan, araştıran, sürekli öğrenen nesiller yetiştirmek olurken, geri kalmış ülkelerin tümünde, ezbere dayanan eğitim sisteminin olduğunu görüyoruz. Ezbere dayanan eğitimde koşulsuz kabullenme vardır.  Gelişmek istiyorsak eğitim şart. Verilecek eğitimle, soran sorgulayan araştıran, yaşam boyu öğrenen, okuyan yurttaşlar yetiştirmek şart. Ezberci eğitimden mucitlerin çıkmadığını adımızı bildiğimiz gibi biliyoruz. Geri kalmış ülkelerin ortak özelliği, eğitim sistemlerinin ezberci eğitim olmasıdır. Koşulsuz, kuşku duymadan kabullenme istenir.  Akıl yürütmeye yer bırakılmaz.  Ak denilene inanacaksın. Ertesi gün aynı şeye kara denilirse, sorgulamadan ona da inanacaksın. Karar veren ne demişse doğru olan odur diyeceksin ve koşulsuz itaat edeceksin, istenilen budur. Öğretilen bilginin doğruluğundan kuşku yoksa koşulsuz kabullenme varsa o ezberdir. Ezberleyen kişi bakış açısını değiştiremez. Analiz ve sentez yapma, yeni öğrendikleri ile eski bildikleri arasında ilişki kurma yetenekleri yoktur. Yeni bilgiler edinme yetenekleri yok olmuştur. Sorun çözme kapasiteleri yoktur. Sorunlarını çözemeyen toplumlar, sorun çözen toplumlar tarafından istismar edilir, sömürülür ve yönetilir. Emperyalist ABD’ye ve sömürdüğü ülkelere bakın bunun böyle olduğu açıkça görülür.
Toplumsal sorunlar, tek bir aklın çözme kapasitesinin dışındadır. Tek bir aklın bırakın çözmeyi sorunu anlaması bile mümkün değildir. O nedenle ortak akıldan söz edilir. O nedenle ortak akıl etkin olsun istenir. Ortak akıl özgür bir ortamda gelişir. İhtiyaç duyulan akıl, uzlaşmayı, ayrışmayı değil, birleşmeyi hedef alan akıldır.
Gelişmiş ülkeler için “akıl toplumu” deyimi kullanılır. Bu ülkelerde birisi çıkıp, “peşimden gelin, bana güvenin” dese, peşinden kimse gitmeyeceği gibi, “aklını üşütmüş” derler.  Bu ülkelerde, önemli kararlar, önemine yaraşır şekilde ortaklaşa alınır. Tartışmalar karar alınırken yapılır ve alınan kararlara tartışmasız uyulur.
Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk’ün “Hayatta en gerçek yol gösterici bilimdir” sözü hiç unutulmamalı. Atatürk, “benim söylediklerimin bilimle çeliştiğini görürseniz, söylediklerime değil, bilime inanın” diyor. Atatürk bir ulusun yaşamında eğitimin önemini belki de en iyi anlamış, anlatmış devlet kurucusu ve Cumhurbaşkanıdır.
Hayatının en son anına kadar ülkesine hizmet etmiş olan bu büyük insan; “akıl ve ilmin rehberliğini kabul edin” diyor. “Yoksulluk ve sefaleti yenmek için, önce cehaleti yenmek gerekir.” diyor.  Cehaleti yenmek için, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak için eğitim şart.




29 Ocak 2019 Salı

HAKKI AVAN

Hakkı Avan benim otuz yıllık dostum. Hem de kesintisiz otuz yıl. Birlikte kentleşme ve kültür sanat üzerine çalışmalarımız oldu.
Hakkı Avan deyince aklıma yüreği sevgiyle dolu, belleğinde sözcüklerin dans ettiği, iğneyle kuyu kazmayı seven, sabırlı çalışkan, araştırmacı güzel yazısı olan bir kişi geliyor aklıma.
Şiir yazıyor. Araştırma yapıyor. Resim çiziyor. Durmadan çalışıyor.
Bu yazıyı yazışımın nedeni Hakkı Avan’ın “İlhan Berk’in Manisa Yılları” adlı son kitabı. Kitabı elinize aldığınızda bitirmeden bırakamıyorsunuz. Kitabı önemli kitapevlerinde bulabileceğiniz gibi internet üzerinden de edinebilirsiniz.
Hakkı Avan’ın yeni kitabının öncekilerinden farkı, tüm ülkede dağıtılmış olmasıdır. İlginin devam edeceğinin kitabın yeni baskılarının yapılacağını düşünüyorum. 
Edebi Şeyler arasında çıkan İlhan Berk’in Manisa Yılları adlı kitabın yazarı Hakkı Avan daha önce de Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli romanına ilham veren Manisa’daki Anavatan Oteli’nin yerini tespit etmişti. Kültür Sanat Kurumu Yayınları arasında çıkan, “Onların Hikâyesi” kitabı da ilgi gören, aranan bir kitap olmuştu.
İlhan Berk’in Manisa Yılları kitabında, Manisa’nın işgal yılları da anlatılıyor. İlhan Berk’in çocukluğunu ve Manisa’nın işgal yıllarını Avan bir roman akıcılığında yazmış.
Manisa ikiz kulelerde yapılan, kitabın tanıtım ve imza etkinliğine katıldım. Kolaylaştırıcılığını gazeteci Ahmet Çınar’ın yaptığı etkinliğe, İlhan Berk’in oğlu Mimar Ahmet Berk’te katıldı.  Ahmet Çınar’ın İlhan Berk’in Manisa Yılları üzerine yaptığı konuşmanın titiz bir çalışmanın ürünü olduğu belli oluyordu. Çınar’ın konuşmasından bazı bölümleri özetle aktarmak isterim: 
Memet Fuat, şair İlhan Berk’ten söz ederken “Elini sürdüğü şeyi şiire çeviriyor” der. Doğrudur. Haller, duygular, nesneler… Kentler, semtler, binalar… Tarih, deniz, coğrafya… Hepsi de bir İlhan Berk şiirinde karşınıza çıkabilir. Daha doğrusu, Berk dokunduysa şiire dönüşüvermiştir.
Behçet Necatigil’e göre “şiirimizin uç beyi”, Cemal Süreya’ya göre “yazının tutsağı”, Turgut Uyar’a göre “Yeryüzünde şiir diye bir şey olmasaydı İlhan Berk onu icat ederdi…”
Bizim konumuzsa yeni bir kitap. İlhan Berk’e dair bir çalışma. Tanıdığım en titiz araştırmacılardan, şair, yazar, kaligraf Hakkı Avan’ın en yeni verimi… Adı: İlhan Berk’in Manisa Yılları. Edebi Şeyler etiketiyle geçen ay çıktı. Adından da anlaşılacağı üzere İlhan Berk’in çocukluk ve ilk gençlik yıllarını ele alan, ele almaktan öte o yıllarda Manisa’da Berk’le ilişkilenen ne varsa hepsine pertavsız tutan bir yapıt. Bu kitaba “bir kazı çalışması” desek yeridir. İlhan Berk’in Manisa’da dokunduğu, etkilendiği, ilişkiye geçtiği her duruma, her mekâna, her kişiye yönelik bir kazı. Kitapta şair şehirle, şehir şairle birlikte anlatılıyor. Metnin ön planında İlhan Berk’in çocukluğu ve ilk gençliği didiklenirken, arka planda 1930’ların Manisa şehri aktarılıyor: Sosyoekonomik yaşamı, kültür varlığı, kenti kent yapanlar, yapılar, insanlar, portreler… Hakkı Avan’ın kitabı önemli bir iş daha görüyor. İlhan Berk’in uzun şiir yolculuğunun ilk verimi olan, henüz 17 yaşındayken yayımladığı “Güneşi Yakanların Selamı” adlı ilk kitabı gün yüzüne çıkarıyor. Manisa Halkevi Yayınları’nın ilk ve tek şiir kitabı olma özelliğini taşıyan 1935 tarihli kitap, günümüzde ne yeniden basılmış ne de Berk’in toplu şiirleri arasına girebilmiştir. Hakkı Avan, bu “saklı kitaptan” 11 şiiri aktarıyor. İlhan Berk’in ilk gençlik verimlerini okurla buluşturuyor.
İlhan Berk’in oğlu Ahmet Berk, babasının edebiyat ve yaşam mirasını gelecek kuşaklara aktarabilmek amacıyla “Berkhane” adlı bir proje gerçekleştireceklerini söyledi. İlhan Berk’in Bodrum’daki evinin hem fiziksel olarak hem de dijital dünyada ziyaret edilebilecek interaktif bir müzeye dönüştüreceklerini açıklayan Ahmet Berk, “Burası durağan, statik, klasik bir müze değil, İlhan Berk’le ilişkilenmiş herkesin zaman içerisinde katkı koyabileceği canlı bir organizma olacak” dedi. Dilerim “Berkhane” düşü gerçekleşir. Dilerim İlhan Berk’in adı anısı sonsuza dek yaşar…
Uzun sözün kısası, Hakkı Avan Kardeşim titiz bir araştırmanın ardından güzel bir kitap çıkardı ortaya. İlhan Berk’in “Manisa Yılları” okunması ve başucunda tutulması gereken güzel bir kitap. Okuyun okutun derim. Bu kitabın yarattığı ilginin ve desteğin ardından Hakkı Avan’dan yeni kitaplar beklediğimizi de belirtmek isterim.



16 Ocak 2019 Çarşamba

HARÇ BİTTİ YAPI PAYDOS

Yazının başlığı karamsar biraz, biraz değil epey karamsar oldu. Ben iyimser bir insanım aslında. İnsan isteyince ne harç biter, ne yapı yarım kalır, ne de yol biter. İnsan isteyince gelişme devam eder. İstemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. Yaklaşan sorunu görüp ona göre önlem almak gerekiyor…

Kriz var mı yok mu dönemini çoktan geçtik. Kriz var. Hem de giderek ağırlaşan bir kriz var. Krizin derinden etkilediği sektörlerin başında inşaat sektörü var. Krizin gelmekte olduğunu 2017 sonlarına doğru gördüğümüz için yeni inşaata başlamadık. Nasıl başlayalım talep yok. Yapımı tamamlanan konutlar bile satılamıyor. Vatandaşın alım gücü yok. Parası olanlar nakitte kalıyorlar faize yatırıyorlar. İnşaat sektöründeki sıkıntı tartışılırken, sıkıntıya düşen müteahhitler içinde nakit sıkıntısı çekmeyenin olmadığı söyleniyor. Sektördeki sıkıntı, mutfak yapımcılarına, malzeme satıcılarına, taşeronlara kadar uzanıyor. Müteahhitlerin borçlar konusunda farklı rakamlar söyleniyor. Yeni iflaslar kapıda diyenler var. Ödenmeyen kredi borçları, karşılıksız çekler, yerine getirilemeyen taahhütler konuşuluyor.

Tam yeri geldi, bir fıkra aktarayım şimdi size.:  Adamın biri balık tezgahına yaklaşıp, eline aldığı balığın kuyruğunu koklamış. Bunu gören balıkçı “Ne yapıyorsun be adam, balık kokarsa baştan kokar sen neden kuyruğunu kokluyorsun?” diye bağırınca, adam bastırmış cevabı: “Balığın baştan koktuğu belli. Ben bakıyorum kokuşma kuyruğa gelmiş mi diye.” Demiş.  Evet kokuşma kuyruğa kadar gelmiş. İnşaat işçileri de işsizler ordusuna katıldı. İşsizlik 2018 sonuna gelindiğinde % 12’yi ulaştı. Artışın devam edeceği belli…

Yaklaşık altı ay önce yazdığım, “Kriz Kapıda” başlıklı köşe yazımda, inşaat sektörünün lokomotif sektör olduğuna, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğine değinmiştim. Krizin etkileri daha yakından hissedilmeye başlandı. Öz kaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar oluyor.  İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların sıkıntı yaşadığını biliyoruz. Kendi öz kaynağını kullananlar da sıkıntıda yaptıkları daireleri maliyetin altına satmak zorunda kaldıkları için.

İnşaat sektöründeki maliyet artışlarına bakıyorum: Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona paralel olarak % 6'lar düzeyinde seyretmiştir.  2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılanda % 11'lere gerilemiş 2016 ve 2017’de yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiş ve 2018’de derinleşen kriz inşaat sektörünün üzerinden adeta bir tsunami gibi geçerek yerle bir etmiştir.  2019 yılı inşaat sektörü için şimdiden "kayıp yıl" olarak nitelendirilmektedir. Krizin etkileri gelecek yılları da devam edecek gibi görülüyor. Tapu dairelerindeki işi yoğunluğu azalırken, icra dairelerindeki yoğunluk giderek yükselmektedir. İnşaat sektöründeki her iflasın ve her sıkıntının, çevresine de yansımaları olacaktır mutlaka.

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konut sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır.

Krizin maliyet artışları nedeniyle konut kooperatiflerine de olumsuz etkileri olmakta maliyetlerin artması inşaat konuyla ilgisi olmayan kooperatif ortakları tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Ancak bilinmelidir ki, bugünü kadar işini yarım bırakıp yurtdışına kaçan kooperatif yöneticisi olmamıştır. Artan maliyetler nedeniyle sancılar yaşanmış ancak kooperatif ortakları konutlarına sahip olmuşlardır.



9 Ocak 2019 Çarşamba

DÜŞÜNCE ATÖLYESİ

Arada bir geçmişte yazdığım köşe yazılarını da şöyle bir gözden geçiriyorum. Düşünce Atölyesi başlığı altında epey çok yazı yazmışım. Yazmanın ötesinde bu konuyu çok konuştuğumu da biliyorum.

Beyin Fırtınası, Arama Konferansı, Düşünce Atölyesi gibi isimlerin tümü ortak akıl ve etkin katılımla yapılan çalışmalar için kullanılıyor. Bu çalışma türü, gelişmiş ülkelerde çok kullanılan bir teknik olmasına karşın ülkemizde bu teknikten yeterince yararlanamıyoruz. Hele son yıllarda sanki tümden unuttuk gibi.

Her kuruluş bu tekniği kullanarak, yeni düşüncelerin üretilmesini, yeni vizyonların saptanmasını sağlayabilir. Çağdaşlaşma yolunda ilerleyen ülkemizde ve kentimizde bu tür çalışmalara yeterince ilgi gösterilmemesinin nedenini henüz anlayabilmiş değilim. Bunun nedenini bulmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Toplumda ihaleci bir anlayış var. Kimse düşünmek ve kafasını yormak istemiyor. Büyük bir gurup istiyor ki, birleri kendisi için düşünsün, birileri kendisi için uygulasın, Çalışmaların içinde olmak sorumluluk yüklenmeyi ve çalışmayı, kafa yormayı gerektiriyor. Tembel, tembel oturmak varken, bu işte nereden çıktı diyen çok insan var çevremizde. Oysa gelişmiş bir toplum, gelişmiş bir fert olabilmek için çalışmak karar ve uygulama süreçlerinin içinde olmak gerekiyor. Birlikte üretme tekniğini mutlaka öğrenmeli ve öğretmeliyiz.

Manisa ilinin potansiyellerini, sorunlarını ve vizyonunun belirlemek üzere 2001 yılında Anemon Otel’de yapılan EGEV (Ege Ekonomi Geliştirme Vakfı)’in düzenlediği, Arama Konferansı’na beni de çağırmışlardı. Dün gibi hatırlıyorum, katıldığım en verimli, en zevkli toplantı olması nedeniyle toplantıya ilişkin bazı saptamalarımı yeri geldikçe yakın çevremle paylaşmayı sürdürüyorum. 2001’den bu yana çok yazdım çok söyledim. Kendim söyledim kendim dinledim. Kendim yazdım kendim okudum. Hiçbir Allah'ın kulu çıkıp, “gelin düşünce üretelim, atölye çalışması yapalım, gelin tartışalım” demedi. Zaten tartışma denildiğinde milletin aklına kavga etmek geliyor. Tartışmadan nasıl düşünce üretilebilir ki, tartışmadan nasıl doğrulara ulaşılabilir ki?

Düşünce Atölyesi” ortak akılla ve etkin katılımla yapılan bir çalışma anlamına geliyor. Daha önce de birkaç Düşünce Atölyesi çalışmasına katıldım. Bazı arkadaşlarım yurtdışına yaptıkları gezileri kazanım sayarlar, bende bu tür çalışmasına katılmış olmayı bir kazanım sayıyorum. Bu tür çalışmalarla, ortak akıl ve katılımla düşünce üretmek amaçlanıyor. Buna toplum olarak gerçekten çok ihtiyacımız var.
Yaşadığımız kentle ilgilenmek, kentimizin sorunlarını öğrenmek bu sorunlar için çalışma yapmak, kentli yurttaş olarak hepimizin görevi olmalı. Sorunları saptama, çözüm yolları ve projeler üretmek için Yeni Manisa Öncü Sitesinde Düşünce Atölyesi olarak kullanılabilecek bir mekan bile oluşturmuştuk. Oluşturduğumuz atölyede düşünce üretimini Manisa’da düzenli biçimde sürdürülen bir etkinliğe dönüştürmek istiyorduk. Çalışmalarımız epey sürdü. Öncü Sitesinden ayrılınca, yeni taşındığımız alanlarda da benzer çalışmaları sürdürdük. Bu konuda, kendini kentinden sorumlu tutan, kentli yurttaşlara büyük görev düşüyor.
Hiçbir akıl, ortak akıl ve katılımın yerini tutamaz. Önemli olan ortak aklı kullanabilir duruma gelmektir. Sorunların ortak akıl ve katılımla daha kolay aşıldığını gördükçe, Düşünce Atölyesi çalışmalarına gösterilecek ilginin artacağını düşünüyorum.  

Düşünce Atölyesi ile ortak akıl ve etkin katılım harekete geçirilerek, düşüncenin filizlenip büyümesi amaçlanıyor. Üretilen düşünce, proje, karar her türlü ürün katılanların ortak malı oluyor. Keşke toplumumuzda çok sayıda Düşünce Atölyesi kurulabilse diyorum.

Kendini kentli sayan ve kentinden sorumlu tutan sevgili yurttaşlar, gelin birlikte çalışalım. Gelin yaşadığımız kenti birlikte biçimlendirelim. Gelin, yapacağımız çalışmalarla kentimizde yeni bir yönetim kültürünün oluşmasına, yerel demokrasinin güçlenmesine katkıda bulunalım...

Düşünce atölyelerinde, farklı düşünceler olmalı ki, o düşüncelerden yeni düşünceler üretilebilsin. Düşüncü atölyelerinde çalışmalar, bir kişinin etkin olup konuştuğu, diğerlerinin edilgen olduğu sadece dinlediği çalımalar değildir. Her katılımcı etkindir. Her katılımcı konuşur. Sonra ortak bir görüşte buluşulmaya çalışılır.

Belli aralıklarla bir araya gelmek, ülkemizi, kentimizi, sorunlarımızı ve çözüm yollarını tartışmak için girişimde bulunalım. Çağırırsanız gelirim. Zaman ayırır çalışırım. Buna gerçekten ihtiyacımız var. Düşünce Atölyesi çalışmalarını tüm STK’lar, Tüm kurum ve kuruluşlar başlatıp sürdürebilir. Hele bir başlatın, somut yararlarını gördükçe sürdüreceğinizden be bu tür çalışmalın yaygınlaşacağından hiç kuşkum yok…



DÜŞÜNCE ATÖLYESİ

Arada bir geçmişte yazdığım köşe yazılarını da şöyle bir gözden geçiriyorum. Düşünce Atölyesi başlığı altında epey çok yazı yazmışım. Yazmanın ötesinde bu konuyu çok konuştuğumu da biliyorum.

Beyin Fırtınası, Arama Konferansı, Düşünce Atölyesi gibi isimlerin tümü ortak akıl ve etkin katılımla yapılan çalışmalar için kullanılıyor. Bu çalışma türü, gelişmiş ülkelerde çok kullanılan bir teknik olmasına karşın ülkemizde bu teknikten yeterince yararlanamıyoruz. Hele son yıllarda sanki tümden unuttuk gibi.

Her kuruluş bu tekniği kullanarak, yeni düşüncelerin üretilmesini, yeni vizyonların saptanmasını sağlayabilir. Çağdaşlaşma yolunda ilerleyen ülkemizde ve kentimizde bu tür çalışmalara yeterince ilgi gösterilmemesinin nedenini henüz anlayabilmiş değilim. Bunun nedenini bulmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Toplumda ihaleci bir anlayış var. Kimse düşünmek ve kafasını yormak istemiyor. Büyük bir gurup istiyor ki, birleri kendisi için düşünsün, birileri kendisi için uygulasın, Çalışmaların içinde olmak sorumluluk yüklenmeyi ve çalışmayı, kafa yormayı gerektiriyor. Tembel, tembel oturmak varken, bu işte nereden çıktı diyen çok insan var çevremizde. Oysa gelişmiş bir toplum, gelişmiş bir fert olabilmek için çalışmak karar ve uygulama süreçlerinin içinde olmak gerekiyor. Birlikte üretme tekniğini mutlaka öğrenmeli ve öğretmeliyiz.

Manisa ilinin potansiyellerini, sorunlarını ve vizyonunun belirlemek üzere 2001 yılında Anemon Otel’de yapılan EGEV (Ege Ekonomi Geliştirme Vakfı)’in düzenlediği, Arama Konferansı’na beni de çağırmışlardı. Dün gibi hatırlıyorum, katıldığım en verimli, en zevkli toplantı olması nedeniyle toplantıya ilişkin bazı saptamalarımı yeri geldikçe yakın çevremle paylaşmayı sürdürüyorum. 2001’den bu yana çok yazdım çok söyledim. Kendim söyledim kendim dinledim. Kendim yazdım kendim okudum. Hiçbir Allah'ın kulu çıkıp, “gelin düşünce üretelim, atölye çalışması yapalım, gelin tartışalım” demedi. Zaten tartışma denildiğinde milletin aklına kavga etmek geliyor. Tartışmadan nasıl düşünce üretilebilir ki, tartışmadan nasıl doğrulara ulaşılabilir ki?

Düşünce Atölyesi” ortak akılla ve etkin katılımla yapılan bir çalışma anlamına geliyor. Daha önce de birkaç Düşünce Atölyesi çalışmasına katıldım. Bazı arkadaşlarım yurtdışına yaptıkları gezileri kazanım sayarlar, bende bu tür çalışmasına katılmış olmayı bir kazanım sayıyorum. Bu tür çalışmalarla, ortak akıl ve katılımla düşünce üretmek amaçlanıyor. Buna toplum olarak gerçekten çok ihtiyacımız var.
Yaşadığımız kentle ilgilenmek, kentimizin sorunlarını öğrenmek bu sorunlar için çalışma yapmak, kentli yurttaş olarak hepimizin görevi olmalı. Sorunları saptama, çözüm yolları ve projeler üretmek için Yeni Manisa Öncü Sitesinde Düşünce Atölyesi olarak kullanılabilecek bir mekan bile oluşturmuştuk. Oluşturduğumuz atölyede düşünce üretimini Manisa’da düzenli biçimde sürdürülen bir etkinliğe dönüştürmek istiyorduk. Çalışmalarımız epey sürdü. Öncü Sitesinden ayrılınca, yeni taşındığımız alanlarda da benzer çalışmaları sürdürdük. Bu konuda, kendini kentinden sorumlu tutan, kentli yurttaşlara büyük görev düşüyor.
Hiçbir akıl, ortak akıl ve katılımın yerini tutamaz. Önemli olan ortak aklı kullanabilir duruma gelmektir. Sorunların ortak akıl ve katılımla daha kolay aşıldığını gördükçe, Düşünce Atölyesi çalışmalarına gösterilecek ilginin artacağını düşünüyorum.  

Düşünce Atölyesi ile ortak akıl ve etkin katılım harekete geçirilerek, düşüncenin filizlenip büyümesi amaçlanıyor. Üretilen düşünce, proje, karar her türlü ürün katılanların ortak malı oluyor. Keşke toplumumuzda çok sayıda Düşünce Atölyesi kurulabilse diyorum.

Kendini kentli sayan ve kentinden sorumlu tutan sevgili yurttaşlar, gelin birlikte çalışalım. Gelin yaşadığımız kenti birlikte biçimlendirelim. Gelin, yapacağımız çalışmalarla kentimizde yeni bir yönetim kültürünün oluşmasına, yerel demokrasinin güçlenmesine katkıda bulunalım...

Düşünce atölyelerinde, farklı düşünceler olmalı ki, o düşüncelerden yeni düşünceler üretilebilsin. Düşüncü atölyelerinde çalışmalar, bir kişinin etkin olup konuştuğu, diğerlerinin edilgen olduğu sadece dinlediği çalımalar değildir. Her katılımcı etkindir. Her katılımcı konuşur. Sonra ortak bir görüşte buluşulmaya çalışılır.

Belli aralıklarla bir araya gelmek, ülkemizi, kentimizi, sorunlarımızı ve çözüm yollarını tartışmak için girişimde bulunalım. Çağırırsanız gelirim. Zaman ayırır çalışırım. Buna gerçekten ihtiyacımız var. Düşünce Atölyesi çalışmalarını tüm STK’lar, Tüm kurum ve kuruluşlar başlatıp sürdürebilir. Hele bir başlatın, somut yararlarını gördükçe sürdüreceğinizden be bu tür çalışmalın yaygınlaşacağından hiç kuşkum yok…




 
back to top