Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

10 Eylül 2018 Pazartesi

8 Eylül


Kurtuluş günlerini ve milli bayramları önemine yaraşır özenle kutlamayan ülkeler, bağımsızlıklarını daha kolay yitirir.
Manisa’nın kurtuluşu denince, 8 Eylül 1922’de Mustafa Kemal’in askerlerinin Manisa’yı kurtarması ve Spil Dağı’na sığınan hemşehrilerimin akın akın Manisa’ya dönmesi canlanıyor gözümün önünde. İşgali araştırırsanız, sonradan ‘Hüsnüyadis’ adını alan Manisa Valisi Giritli Hüsnü adıyla karşılaşırsınız. Halkın direnişini kıran, düşmanı törenle karşılayan hain Hüsnüyadis. Hüsnüyadis’i yazamazdım kurtuluş gününde. Manisa bir avuç Yunanlı tarafından yakılırken, karşı çıkmayanları yazamazdım.

Müftü Alim Efendi adını ve anısını yaşatmak için çalışmalar yapmalıyız. Diğer kurtuluş kahramanlarımız için de yapılmalı aynı çalışmalar. Anıtlarını yapabiliriz mesela. Bir caddeye, bir parka ya da bir binaya adlarını verebiliriz. Kurtuluş haftasında düzenlenen etkinliklerde anabiliriz bu kahramanlarımızı. Hüsnüyadis’leri lanetle anarken, kahramanlarımızın adlarını ve anılarını yaşatacak girişimlerde bulunabiliriz. 8 Eylül’de Manisa 9 Eylül’de İzmir kurtarılarak, Cumhuriyet’in yolu açıldı. Onun için Atatürk ve Kuvay-i Milliye Anıtı’nın bulunduğu noktaya Cumhuriyet Kapısı adını vermiştik. Ancak kimsenin bu adı kullandığı yok. Cumhuriyet Kapısı adı öne çıkarılmalı ve kullanılmalı.

Geçmişine sahip çıkmayan ülkeler, geleceğini kuramaz. Bizi birbirimize bağlayan ortak değerlerimizin başında, bayrağımız ve cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk var. Türkiye’de iç savaş çıksın, Türkiye bölünsün diye hayal kuranlar, plan yapanlar her zaman oldu, olacaktır. Düşmanlarımızın bu hayallerini kursaklarında bırakabilmek için, her zamankinden daha çok birlik ve bütünlük içinde olmamız gerekiyor. Bizi ayrıştıran ne varsa uzak duracağız, bizi birleştiren ortak değerlerimizi öne çıkaracağız…





7 Eylül 2018 Cuma

TANTALOS İŞKENCESİ


Siz bu yazıyı okurken, ben Isparta’nın Keçiborlu ilçesinde, Ulusal Kırsal Ağ tarafından düzenlenen etkinliğe katılıyor olacağım.

Bir gün gülü, bir gün de lavantayı konuşacağız. Topraklarımız o kadar verimli ki, nereye ne diksek yetişiyor. Toprağa düşen her tohum, meyveye sebzeye güzel bir çiçeğe dönüşüyor. Verimli topraklarımız olan bu ülkede fakirliği anlayabilmek mümkün değil. Bunları düşünürken Tantalos İşkencesi geldi aklıma.
 Yaşadığım kent olan Manisa’nın, bölgemizin ve ülkemizin tarihi insanın tarihi kadar eskidir. Homeros’un dünyasının merkezi Batı Anadolu’dur. M.Ö. 12’nci yüzyıldan itibaren Batı Anadolu tarihi için önemli bir dönemin başladığı söylenir. Oysa, öncesinin de önemli olduğundan hiç kuşku yok. Yeni belge ve bilgilere ulaşıldıkça yeraltındaki tarih gün yüzüne çıkarıldıkça, bu önem daha iyi anlaşılacaktır. Anadolu’nun batıya yönelmesi üç ayrı dönemde incelenebilir. Birinci dönemde üç ayrı grup halinde gelenler, kuzeydeki  Aiol, ortadaki  İon, güneydeki  Dor gruplarıydı. Antik kaynaklara göre, Anadolu’nun batıya yönelmesinden öncede Batı Anadolu’da ve yaşadığımız coğrafyada yaşayanlar vardı. M.Ö. 3000’den de daha önce Manisa’nın ilk yerleşiminin Tantalis olduğu biliniyor. Mitolojik kahraman Tantalos, Tantalis kentinin kralıdır. Babası Zeus olan Tantalos’un  kendisi gibi ünlü kızı Niobe, oğulları  Plops ile Broteas vardır. Niobe görkemli Spil Dağı’nın kuzeybatı yamacında gözyaşlarını yüreğine akıtır durur. Spil Dağı’nın kuzeydoğu yamacında da Broteas’ın yaptırdığı, bereketin ve doğurganlığın simgesi Kybele vardır. Tantalis’i ve Tantolos’u Niobe’yi ve Kybele’yi  mitolojinin acılı ailesini İzmir’li ozan Homeros’tan öğreniyoruz. Homeros, Tantalos İşkencesi’ni Azra Erhat ve A.Kadir’in dilimize kazandırdığı destanında şu güzel dizelerle anlatıyor.

“Tantalos’u da gördüm, korkunç işkenceler çekerken:
duruyordu bir gölün içinde, ayakta,
yüksele yüksele çıkıyordu su çenesine kadar,
ama içmek için davrandı mıydı, damlasını alamıyordu suyun
ihtiyar adam eğiliyor eğiliyor eğiliyordu,
su da çekiliyor çekiliyor, yok oluyordu hemen toprakta,
ve bir çamur peyda oluyordu ayaklarının dibinde, kapkara,
ossaat bir tanrı kurutuveriyordu gölü.
Yemişler sarkıyordu başının üstünde dallı budaklı ağaçlardan,
armutlar, narlar, pırıl pırıl elmalar,
ballı incirler, tombul zeytinler sarkıyordu,
ama ihtiyar adam, koparayım diye ellerini uzattı mıydı,
bir yel geliyor, savuruyordu onları kara bulutlara”

İşte böyle anlatıyor Homeros Tantalos’un işkencesini. Tantalos varlık içinde yokluk çekiyor. Su var içemiyor. Meyveler var yiyemiyor. Varlık içinde yokluğu yaşıyor. Günümüzde bile varlık içinde yokluğu yaşayan kişi ve toplumlar için “Tantalos işkencesi çekiyor “ deniliyor. Bizde bu güzel coğrafyanın insanları olarak “Tantalos işkencesi mi çekiyoruz ?” diyesimiz geliyor değil mi?
Görkemli Spil Dağımız bulunmaz bir hazine; sadece kentimiz için değil, bölgemiz ve ilkemiz için bir hazine. Sadece Spil değil, tüm ülkemiz bizden ilgi bekliyor, proje bekliyor. Kendine özgü bitkileriyle, çiçekleriyle, güzel iklimiyle geçmişin derinliklerinden bize gülümsüyor. Haydi Türkiye verimli topraklarımızı işleyerek, tarım ürünleri alan değil satan bir ülke olalım..




31 Ağustos 2018 Cuma

DOLU FELAKETİ


Akhisar’a 35 kilometre uzaklıktaki Büknüş Köyü'nde zeytinlere dolu vurdu.
28 Ağustos Salı günü akşam üzere yağan dolu, dalındaki zeytinleri yere indirdi. 
Yıllar önce Akhisar’ın en kaliteli tütünlerinin yetiştirdiği Büknüş köyü tütün önemini yitirince, zeytinciliğe yöneldi, diğer Akhisar köyleri gibi.
1975 yılında Kooperatifçiliğe kendi köyüm olan Büknüş’te başladım. Kooperatif eliyle 800 ton kapasiteli zeytin salamura tesisleri kurduk. Büknüş’ten, zeytinciliğe önem veren, tesisler kuran başarılı girişimciler çıktı. Tütünle anılan Büknüş, zeytinle anılır oldu.
Yaz aylarında beli aralıklarla yaşanan dolu felaketi nedeniyle, zarar gören ve yoksullaşan köylülerden İzmir’e ve Manisa’ya göçenler oldu. Köyde kalıp her felaketin ardından yeniden toparlananlar, zeytinciliğe devam etmek isteyenler de var elbet.
Felaket geliyorum demiyor, sıcakların yaşandığı bir günde, dolu, henüz gelişmekte olan zeytinlerin tepesine iniveriyor. Yarım saat içinde, ürün yerle bir oluyor. Umudunu zeytine bağlayan köylülere de sadece üzülmek kalıyor.  Zeytin üreticileri şimdi devletin yardım elinin kendilerine uzatılmasını, borçlarının ertelenmesini, kendilerine yardım edilmesini bekliyorlar.
En geniş anlamı ile insanlara zarar veren olaylara Doğal Afet diyoruz.  Başka bir ifade ile can ve mal kaybına yol açan doğal olaylarda diyebiliriz. Örneğin, Büknüş köyünde yaşanan doğa felaketi gibi.
“Ateş düştüğü yeri yakar” diyorlar ya, doluda düştüğü zeytin ağaçlarındaki ürünleri yerle bir ediyor. Ardından sel felaketi de yaşanıyor.  Afetin ilk özelliği doğal olması, ikincisi can ve mal kaybına neden olması bir diğeri ise çok kısa zamanda meydana gelmesi ve son olarak da başladıktan sonra insanlar tarafından engellenememesidir.  Bazı afetlerin yeryüzünün nerelerinde daha çok olduğu bilinmektedir. Ben yaşadıklarımdan ve gördüklerimden biliyorum ki,  5-6 yıl gibi aralıklarla Büknüş’te dolu felaketi yaşanıyor.  Felaket elbet sadece Büknüş köyünde yaşanmıyor. Büknüş köyü yakınlarındaki Sırtköy ve Sabancılar gibi diğer köylerde depremden zarar görüyor.
Büknüş ve çevre köylerdeki zararın tespiti ve gereğinin yapılması için, Tarım İl ve İlçe Müdürlüklerimize, Ziraat Odası’na ve diğer ilgili kurum ve kuruluşlarımıza görev düşüyor.
Köylerimizden kentlerimize doğru, büyük bir göç yaşandı. Köylerimizde sadece yaşlı insanlar kaldı. Büyük bölümünde okullar kapatıldı.  Köylüler tarımdan uzaklaştı. Tarım ürünlerini ithal eder duruma geldik. Ülkemizin kurtuluşu, verimli tarım topraklarımızın yeniden işletilir duruma getirilmesidir. Bunun için köylülerin desteklenmesi gerekiyor. Tarım kooperatifçiliğinin geliştirilmesi gerekiyor.
Kentlere yığılma yakında, yayılmaya dönüşecek. Köylere dönüş başlayacak. Tarım yeniden canlanacak, başka kurtuluş yolu yok.
Tarım sigortası hayata geçirilecek. Büknüş’te yaşanan dolu felaketi benzeri felaketler yaşandığında, sigorta şirketleri ve devlet devreye girecek, üreticinin zararlarını karşılayacak. Bunlar yapıldığında, köylü üretimden kopmadığı gibi işine dört elle sarılacak.  Olması gereken bunlar.
Tarımın geliştirilmesi için yeni bir seferberlik başlatmalıyız.  Tarım ürünlerini ithal eden ülke değil. Tarım ürünlerini ihraç eden ülke olmalıyız. Soğuk hava depoları, tarım ürünlerini işleme tesisleri, fabrikalar kurmalıyız.  Yaşadığımız felaketlerden dersler çıkarmalıyız.
Haydi Türkiye, tarımda öne geç. Haydi Üzümün başkenti Manisa, Haydi Zeytinin başkenti Akhisar, yeni atılımlarla gelişmeye öncülük et. Çalışkanlığını ve verimli topraklarını değerlendir…




16 Ağustos 2018 Perşembe

DÜŞ GÖRDÜM


Düş gördüm, hayra yordum.

Türkiye Büyük Millet Meclis Başkanı Binali Yıldırım, ABD’nin saldırgan baskıcı tutumu ve doların yükselmesi nedeniyle Meclisi toplantıya çağırıyor. Meclis toplanıyor. Konu görüşülüyor. Konuşmacılar, birlikten bütünlükten yana konuşmalar yapıyorlar. Komisyon kurulması teklifi oybirliği ile kabul ediliyor. Her partiden birer kişinin katılacağı gruplar oluşturulmasına, oluşan grupların, başta AB ve Türkçe Konuşan Ülkeler olmak üzere, tüm ülkeleri ziyaret ederek haklılığımızın, ABD’nin hukuk dışı baskıcı tutumunun anlatılmasına karar veriliyor. Sorun çözülene kadar sürecek bir seferberlik alkışlarla ilan ediliyor.
 Düş bu ya, her gidilen ülkenin yöneticileri, ABD aleyhine açıklamalar yapıyorlar. Tüm dünyada oluşan olumlu hava, yurttaşlarımızı da etkiliyor. Birlik bütünlük havası, ülkeye dalga dalga yayılıyor. Her konuşmacı, “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” diye başlayıp, “Barış kardeşlik dayanışma” şeklinde açıklamalar yapmaya başlıyor.  Kurtuluş Savaşındaki, Çanakkale Savaşındaki birlik bütünlük kararlılık sağlanıyor. Ve ülke tek yürek, tek yumruk oluyor. Dargınlar barışıyor, kırgınlıklar bitiyor.
 Cumhurbaşkanı, “Ben seksen bir milyonun cumhurbaşkanıyım” diyerek, parti liderlerini toplantıya çağırıyor, yapılan ilk toplantıda her ay düzenli olarak toplanma, ülkenin önemli meselelerini görüşme kararı alınıyor. Cumhurbaşkanı, açtığı tüm hakaret ve tazminat davalarını “Aile içi kavganın kazanını olmaz, biz bir aileyiz” diyerek geri çikiyor. Cumhurbaşkanının bu tutumu ülkede büyük beğeniyle ve alkışlarla karşılanıyor.
 Ziyaret edilen ülkelerden, ABD aleyhine açıklamalar çoğaldıkça, ABD yalnızlık endişesine düşüyor, yanlış politikaları nedeniyle ABD başkanı ve ilgili bakanlar eleştiriliyor hatta ABD Başkanının görevinden uzaklaştırılması bile tartışılır hale geliyor.
 STK’larla toplantılar yapılıyor. STK’lar ülke bütünlüğünü, barış, kardeşlik ve dayanışmayı dile getiren konuşmalar ve yazılı açıklamalar yapıyorlar ardı ardına.
 Kısa sürede Dolar, 4 liraya geriliyor. Hızla yükselen fiyatlar, gerilemeye başlıyor. Durgunlaşan piyasalar yeniden hareketleniyor.
 Yalnızlaşan ABD dize getiriliyor. Türkiye gibi bir müttefikini kaybeden ABD’ye karşı iç ve dış eleştiriler artarak devam ediyor.
 Gelişmelerin ardından, AB ortaklığı konusu yeniden gündeme geliyor, yeni fasıllar açılıyor, görüşmeler hızlandırılıyor, AB ülkelerine vize koşulu kaldırılıyor. Ortaklığa giden yol kısaldıkça kısalıyor.
 Eğitim sistemi sil baştan yeniden düzenleniyor. Teknik Liseler çoğaltılıyor.

Eşimin “hadi kalk saat sekiz oldu” demesiyle uyandım. Gördüklerimin düş olduğunu anlayınca, üzülmedim değil. Gördüğüm düşü, hayra yordum. Bir yurttaş olarak, benim gördüğüm düşü birçok yurttaşın arzuladığını özlediğini biliyorum. Keşke düşler gerçek olsa. Kim bilir olur belki. Niye olmasın, hep birlikte istersek olur.




13 Ağustos 2018 Pazartesi

CEHALET


Bu gün cehalet üzerine yazayım istedim.
Önce cehalet için kim ne demiş ona baktım. 
Mustafa Kemal Atatürk’le başlamak istiyorum. “Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.” “Gerçek kurtuluş ancak cehaletin ortadan kaldırılmasıyla olur. Cehalet kaldırılmadıkça toplum yerinde kalıyor demektir, yerinde duran bir şey ise geriye gidiyordur.” Diyor Mustafa Kemal.

Mevlana’nın da güzel sözleri var Cehalet için: “Cahil kimsenin yanında kitap gibi sessiz ol” “Cahil olanların merhameti ve lütfu azdır.” Evet bu nedenle hiçbir şeyden korkmuyorum cahilden korktuğum kadar.
Birde Karl Marx ne demiş Cehalet için ona bakalım. “Cehalet, ayrıcalıklı sınıfın ustaca kullandığı bir silahtır.”
“Cehalet mutluluktur.” Diyenler de oluyor bazen. Bu sözü de Matrix filminde Morpheus söylüyor. Cehalet çok kolay değil mi?  Her şeyi bildiğini sanıyorsun. Bilmediğinin farkında bile değilsin…
Yalçın Küçük’ten de Üniversite hocalarına büyük bir taş gelmiş: “Eskiden "cahil" diyorduk ve şimdilerde kibar olduk, "üniversite hocası" diyoruz.”  Üniversite hocalarından da cahiller yok değil. Bazen insanın, “Nasıl Prof. Olmuş” diye düşünmesi gerekiyor. Yalçın Küçük anlaşılan cahil kalan hocalara çok kızmış.
Hazreti Ali’nin de cehalet için söylenmiş güzel sözleri var : “Hiçbir acı cehaletten daha fazla zahmet verici değildir.” “İnsanoğlu, her şeyden daha çok terazinin (kefelerine) benzer; ya cehaletiyle hafif veya ilmiyle ağır olur.” İlmiyle ağır olan bilim adamlarına çok ihtiyacımız var. Yazıma almam gereken, Hazreti Ali’nin bir güzel sözü daha var: “Bilgi kadar zenginlik, cehalet kadar yoksulluk yoktur.”
Zenginliği parayla malla mülkle ölçmeyin. Zenginliği bilgiyle ölçün. Bilginizi paylaşarak büyütün.
Bertolt Brecht’in sözünü bu yazıya almadan olmaz. Bertolt Brecht “Hiçbir şey bilmeyen cahildir, ama bilip de susan ahlaksızdır.” Gerçekten bilenin bildiğini söylemesi. Bilgisini toplumun hizmetine sunması gerekiyor.
“On altı yaşında ölüyor, altmış yaşında gömülüyoruz.” diyor, Doğan Cüceloğlu “Savaşçı” isimli kitabının bir yerinde. Öğrenmenin bitmesini ölmek anlamına kullanıyor Sayın Cüceloğlu. Anlamlı ve coşkulu bir yaşamın, ön koşulu sürekli öğrenmektir. İnsan öğrendikçe yaşar. Yaşamak salt yemek içmek de değil. İnsanın yaşadığının göstergesi,  öğrenmek ve öğrendiğini eyleme dönüştürmektir. Bu açıdan baktığımızda çevremizde gerçekten yaşayan, anlamlı ve coşkulu bir yaşam sürdüren insanların azlığını görürüz. İşte o zaman yüreğimize yalnızlığın acısı çöker. Ölüler kalabalığı içinde yalnızlığı yaşamaya başlarız.





 
back to top