Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

19 Kasım 2018 Pazartesi

SEVGİ KÜLTÜRÜ


En kıt kaynağımız zaman diyorlar ya, aslında sevgiyi unutuyorlar. Bence en kıt kaynağımız sevgi. Sevgi olsun hele, zaman nasıl bulunur görün.
Ülkemizde sevgi eksikliği var diye yakınıyordum sürekli olarak ama gördüm ki, istendiğinde eksiklik gideriliyor, sevgi çoğalıyor, sel olup akıyor.  10 Kasım’da gördük yollara taşan alanlara sığmayan sevgiyi. Sevgiyi görünce özlediğimiz günler gelecek sevgisizlik bitecek diye sevindik çoğumuz.

Sevmek sadece insana özgü bir duygu değil. Sevmek, canlı olmanın temel özelliği olsa gerek. Sevilen  bir hayvanın, neler yaptığını, sevgiye nasıl karşılık verdiğini görürüz ve biliriz. Sevilen çiçeklerin daha güzel  çiçek açtığını, daha güzel büyüdüğünü söyleyenler vardır. Evet, sanırım canlı olan her şey sevgiye bir yanıt veriyor. Sevgisizlik, kapkaranlık bir dünya olur gibi geliyor bana. Sevmekte sevilmek de sadece bir duygu değil, ekmek gibi, su gibi, hava gibi temel bir ihtiyaç. Sevginin iyi yanı, sevdikçe bitmiyor, aksine sevdikçe çoğalıyor. Sevgi paylaşıldıkça büyüyor. Sevgiyi derinlemesine yaşayarak yaşamak ne güzel olur değil mi? Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmekle mümkün oluyor. Sevgi hepimizin yaşam biçimi olsa, inanın dünyada ne savaşlar olur, ne insanlar açlıktan ölür.

Sevmek varken, yerine neden korku tercih edilir anlayamıyorum. Bazı insanlar, sevilmediklerinden yakınırlar. Ancak sevilmeyen insanlara bakın, genellikle sevmeyen insanlardır. Seven insan mutlaka sevilir. Sevilmediğini söyleyen insanlar öncelikle kendilerine “Ben seviyor muyum?” sorusunu sormalıdırlar. Sevilmek için sevmek gerekiyor. Çevremizde sevgi yerine korku tercih edenleri görebiliriz.  Kolaycı bir yaklaşım olduğu için, gelişmemiş toplumlarda, her şey korku üzerine biçimlendiriliyor. Ve şimdi ülkemizde olduğu gibi, korku kültürü egemen oluyor. Korkunun araç olarak kullanılmasına evden başlanıyor. Çocuk korkutularak büyütülüyor. Okullarda öğrenciler, sınıfta bırakılmakla korkutulmak isteniyor. İnsanlar korkutularak çalıştırılıyor. İşi uzatmaya gerek yok. Devlet yurttaşından, yurttaş devletinden korkuyor. Korku kültürünün yerini sevgi kültürünün alması için çalışma yapılmıyor. Sevdirerek yaptırma yerine aklımıza gelen önlem korkutmak oluyor.. Her işimizi cezalarla, yasaklarla yapmaya kalkıyoruz. Bunun nedeni, yaşamımızda korku kültürünün etkin olması. Korku kültürünün yerine sevgi kültürünü koyabilsek, sorunlarımızın daha kolay çözümlenebileceğinden hiçbir kuşkunuz olmasın.

Kural dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin, babanın çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, öğretmenin öğrencisini, kocanın eşini dövmesi hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin de mümkün olmadığı da biliniyor. Korkunun öne çıkarılmasını toplum yaşamında korku kültürünün egemen olmasını ilkellik olarak görenlerin sayısı artamadığı için, toplumsal gelişme, toplumsal barış, işbirliği ve dayanışma olamıyor. Tüm bu değerlerin yerini, çekişme, çatışma dedikodu ve magandalık alıyor.

İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Hiç yalan söylememeli. Haksızlık yapmamalı. Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi,  ayıplanmaktan korktuğu için değil, insanları sevdiği için yapmalı.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sever hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki.  Benim tek ÖZLEM’im bu işte… 




8 Kasım 2018 Perşembe

ATATÜRK’Ü ANLAMAK


Atatürk’ü anlamak için okumak şart diyerek başlıyorum yazıma. Okumak gerçekten şart.
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü sevgiyle saygıyla giderek artan bir özlemle anacağız yine. Atatürk’ü anmakla kalamayız anlamaya da çalışmalıyız.

Her 10 Kasımda sel olup Anıttepe’ye akıyoruz. Altını çizerek söylüyorum: Atatürk bizim geçmişe özlemimiz değil aydınlık geleceğimizdir. Onun gösterdiği yol bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur. Bu nedenle “İzindeyiz” yerine “yolundayız” demeliyiz.

Atatürk’ü anlamak için okumak şart. Atatürk’ün yaşamı boyunca yaklaşık 4000 kitap okuduğunu biliyoruz. Dile kolay 4000 kitap bir yaşama nasıl sığar? Atatürk “Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydı, bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.” diyor.  Atatürk’ün dediği gibi bizde gelişmek ülkemize hizmet etmek istiyorsak devamlı kitap okumalıyız. Gelişmek için okumak şart. Kitaba da para ayırmalıyız. Aldığımız kitapları arkadaşlarımızla değişerek daha çok kitap okumalıyız. Atatürk şüphesiz ki yüzyılımızın önde gelen kişileri arasındadır. Kuşkusuz bu özelliğinin var olmasında askeri kişiliği, devlet adamlığının yanı sıra düşün adamı olmasının da büyük payı vardır. Yaşamı boyunca kitap, Atatürk için vazgeçilmez bir değer, yol gösteren bir varlık olmuştur. O’nun için okumak bir tutkuya dönüşmüş ve bu tutku sonunda geniş bir kültür kazanmıştır. Atatürk için kitap, öğrenim yaşamı boyunca her aşamada etkili olmuştur. İlkokul öğrencisi iken kitap okumayı, sokakta oynamaya tercih etmiş, ders kitapları ile yetinmemiş, askeri okulda öğrenimini sürdürürken de yerel dergi ve gazeteleri izlemiş, fen ve matematik konularında yarışmalara girip kazanmıştır. Vatan ve özgürlük kavramlarını işleyen Namık Kemal’in eserlerini, Mehmet Emin Yurdakul ve Tevfik Fikret’in şiirlerini okurken, öte yandan da Voltaire, Rousseau, Montesqiue gibi Fransız düşünürlerin eserlerini okumuş ve fikirleri üzerinde tartışmıştır. Fransızca öğrenmiş ve bu dilde, askerlik eğitimi ile ilgili olduğu kadar, siyaset, hukuk ve edebiyat üzerine yazılmış eserleri de okumuştur. Çanakkale Savaşları sırasında, ateş altında bile okumaktan vazgeçmemiştir. Atatürk vatanı düşman istilasından kurtardıktan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra sosyal ve ekonomik konulara daha çok eğilmek gereğini duymuştur. Artık O, savaş alanlarında kazandığı zaferlerini, kültürel, sosyal, ekonomik alanlarda yapmayı tasarladığı reformlarla sağlam temellere oturtmak istiyordu. Bu nedenle de o güne kadar okuyamadığı bazı kitapları yurt dışından getirtiyor, Türkçeye çevirtiyordu. Atatürk’ün hangi konularda, ne çeşit eserler okuduğunu gösteren en güvenli kaynak özel kütüphanesinin kataloğudur. Bu kaynak O’nun düşün ve kültür yaşamının bir göstergesidir. Eğer Cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak istiyorsak, eğitim gerçekten şart. Eğitim içinde Atatürk gibi çok okumak şart. Çok okuyacağız. Okuyanların sayısı çoğaldıkça güçlendiğimizi göreceğiz. Çocuklarımızın okuma alışkanlığı edinmelerini sağlayacağız.

Kaldırılan felsefe dersleri yeniden konulmalı. Düşünen soran sorgulayan araştıran, bilgiye ulaşmayı ve paylaşmayı bilen nesiller yetiştirmeliyiz. Çocuklarınıza ve dostlarınıza vereceğiniz en güzel hediye niye bir NUTUK olmasın. Dostlar gerçekten söylüyorum, Nutuk okumayan kalmasın…




30 Ekim 2018 Salı

CUMHURİYET FAZİLETTİR

Bu güzel ülkenin, değişmeyen ve kolay kolay da değişmeyecek olan gerçeği Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucusunun Mustafa Kemal Atatürk olduğu ve sevgisinin gönüllerde hep yaşayacağı gerçeğidir.
Bu ülkenin her yurttaşı bunu böyle bilir. Ata'sına ve kurduğu cumhuriyete kanı ve canı pahasına sahip çıkar. Cumhuriyetin niteliğini değiştirme ve Atatürk`ü unutturma hayalleri abesle iştigalden başka bir şey değildir.
Atatürk'ün önderliğinde kurulan cumhuriyeti koruyup kollamak ve güçlendirmek ancak Atatürk'ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda kalmakla ve ilerlemekle olur.
Cumhuriyetimizi korumak ve güçlendirmek bu güzel ülkenin yurttaşları olarak hepimizin ertelenmez öncelikli görevidir. Bu görevimizi yaparken mazeret üretme hakkımız yok. Mazeret üretmeyip marifet göstereceğiz. Marifet göstermeye örnek mi istiyorsunuz?
Örnek; Mustafa Kemal Atatürk'tür. Atatürk, ülkenin kurtuluş mücadelesini başlatmak amacıyla 1919 yılında Samsun’a çıktığında elinde hiçbir maddi güç yoktu. Sadece, ülkeyi kurtarmaktan ve halka güvenmekten başka bir seçeneğinin olmadığını biliyordu. Kalkışılan iş kolay değildi. Köhnemiş, parçalanmış, paylaşılmak istenen bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurulacaktı. Tüm ulusları şaşırtan, benzer kaderi paylaşanlar tarafından örnek alınan muhteşem bir destan yazıldı. 29 Ekim 1923 yılında Cumhuriyet kuruldu.  Cumhuriyetin nasıl kurulduğunu bilemezsek nasıl korunacağını da bilemeyiz.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edilmesinin ardından, köklü değişiklikler yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş ve lâik bir devlet olabilmesi için gereken bütün adımlar Atatürk’ün önderliğinde hızla atılmış, toplumsal ve siyasal alanda yapılan devrimlerle ülkemiz halkın iradesinin hâkim olduğu özgür bir ülke haline gelmiştir. Herkesin kanunlar önünde eşit olduğu ülkemizde, hiçbir kimse ve topluluğa ayrıcalık tanınmamakta, eğitim, sağlık ve sosyal alanlarda yapılan devrimler ile halkımız refah ve huzur içerisinde yaşamaktadır.
Cumhuriyet rejimi sayesinde bağımsız ve özgür bir millet olarak yaşadığımız bu topraklarda, Türkiye Cumhuriyeti devletimizin ebedi varlığı ve birliği adına ülke gelişimine katkıda bulunmak için vatanımızı çok sevmeli, düşmanca yaklaşımlarda bulunan iç ve dış güçlere karşı her zaman uyanık olmalıyız. Bizlere tevdi edilen görevleri layıkıyla eksiksiz bir şekilde yapmalı, ülke menfaatlerini kendi menfaatlerimizin üzerinde tutmalıyız. Atatürk’ün kurduğu cumhuriyete sahip çıkıp, demokrasiden asla ödün vermeden, milli birlik ve bütünlüğümüzden hiçbir zaman ayrılmamalıyız. Olanca güçlüklere rağmen Atatürk’ün sayesinde kurulan cumhuriyete sahip çıkmak ve çağın getirdiği yeniliklerden faydalanarak ülke gelişimine katkıda bulunmak hepimizin görevidir.

Çocuklarımıza Atatürk'ü ve kurduğu Cumhuriyeti öğretmeye devam etmeliyiz. Cumhuriyet Bayramı seçimin gölgesinde kalmamalı, artan bir coşkuyla ve bilinçle kutlamalıyız. Evlerimizi, işyerlerimizi şanlı bayrağımızla süslemeliyiz.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Bu güzel ülkeye iki büyük değerimiz Atatürk ve Cumhuriyet çok yakışıyor.



25 Ekim 2018 Perşembe

KOOPERATİF KARDEŞLİĞİ


“Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim Sevilelim / Dünya kimseye kalmaz” demiş Yunus Emre. Bizde, buluştuk tanış olduk.
Görüştük bilgilerimizi birikimlerimizi paylaşarak, işi kolay kıldık. Sevdik sevildik, kooperatiflerimizi kardeş kooperatif yaptık. 

Ulusal Kırsal Ağ (UKA) projesi kapsamında “GÜLANTA (Gül-Lavanta) Farkındalık Atölyesi” çalışmasında bir araya gelen, Isparta Güney Kent Beldesindeki Gülderen ve Manisa Yunusemre İlçesindeki Obasya Kooperatifleri başkanları, Güneykent Belediye ve Gülderen Kooperatifi Başkanı Fahrettin Gözgün ve Obasya Kooperatif Başkanı Mustafa Pala bir araya gelerek, kooperatiflerinin kardeşliğini duyurdular. Ulusal Kırsal Ağ içinde olmaktan ve kendi aralarında kardeş kooperatif uygulaması başlatmaktan duydukları mutluluğu belirterek “Bizi birleştiren sadece kooperatifçi olmamız değildir. Güney Kent Beldesi ve Manisa Yunusemre İlçesi'nde büyük ozan, halk bilgesi Yunus Emre ile olan ortak tarihi ve kültürel bağlarımızdır dediler. 

UKA; Kırsal kalkınma programlarında belirlenen hedefleri desteklemek amacıyla, uygulamada yer alan tüm paydaşlar arasında bilgi ve tecrübe paylaşımını sağlayan ve birlikte öğrenmeyi kolaylaştıran bir yapıdır. İlgili tüm kamu kurumları, odalar, üniversiteler, belediyeler, sivil toplum kuruluşları, çiftçiler ve kırsal girişimciler UKA’nın paydaşlarıdır. Tüm Paydaşlar Ulusal Kırsal çalışmaları kapsamında bir araya sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütüyorlar.

UKA projesi faaliyetlerinden birisi de kısa tedarik zincirine yönelik tematik grupların kurulmasıdır. Bu kapsamda Isparta ili taşıdığı potansiyel nedeniyle Gül ve Lavanta ürünlerine yönelik kısa tedarik zinciri için pilot alan olarak belirlenmiştir. Kırsal Turizmin farklı ve öncü bir örneği olan Obasya’da da kırsal tedarik zincirinin içinde olmak için, üretimleri olan kooperatiflerle ortak çalışmalar yapma konusundaki girişimler sürdürülmektedir. Örneğin, Gülderen kadın kooperatifinin ürünleri Obasya’da  pazarlanarak, kısa tedarik zincirinin güçlenmesine katkı sağlanacaktır.

İlgili kurum ve kuruluşlar arasındaki koordinasyon eksikliğinin giderilmesi için, UKA paydaşları öncelikle kendi aralarındaki koordinasyon ve işbirliğini güçlendirip, ortaklaşa çalışmalar başlatıp sürdüreceklerdir. 

Ülkemizde birçok ilde lavanta tarımı ve uçucu yağ üretimi üzerine çalışmalar başlatılmıştır. Lavanta yetiştiriciliği yapılan illerden gelen katılımcılar arasında UKA ile farkındalık yaratılacak ve kendi aralarında bir ağ kurulması teşvik edilerek tematik bir grup kurulmasına yönelik ilk adımlar atılacaktır. Bu nedenle, Gülderen Kadın Kooperatifi ve Obasya Turizm Geliştirme kooperatifi arasında başlatılan kooperatif kardeşliği başlatılması önemsenmelidir.

UKA ile IPARD Programı kapsamında desteklenen tıbbi aromatik bitkiler için Gül ve lavanta ürünleri üreten işletmelerin iyi uygulama örneği olarak tanıtılması, Kısa tedarik zincirine yönelik gül ve lavantadan katma değerli ürünler üretilmesi ve doğrudan tüketiciye satabilmeleri için gerçek ihtiyaçlarının ortaya çıkarılması, paydaşlar arasında dayanışma ve işbirliğinin artırılması yönündeki çalışmalar sürdürülecektir.

Obasya Kırsal Tedarik Zinciri içinde yer alarak, üretici ve tüketicileri Obasya’da buluşturacaktır.

Atatürk “Kooperatif yapmak maddi ve manevi güçleri zekâ ve maharetleri birleşmektir” diyor. Bizde kooperatiflerde bir araya gelerek, tarım ve kırsal kalkınmayı geliştirmek Ulusal Kırsal Ağı güçlendirmek için çalışmalarımızı sürdürüyoruz.



22 Ekim 2018 Pazartesi

EŞGÜDÜM

Sözcük anlamıyla eşgüdüm demek olan koordinasyon,

bir organizasyondaki madde ve insan kaynaklarının, bilgi ve becerilerin birleştirilmesi ve bu yolla amaçlarının gerçekleştirilmesi için yapılan faaliyetleri içine alır. Faaliyetler ve faaliyet grupları ile amaçlar ve araçlar arasında uyum sağlama çabasıdır.

Neden eşgüdüm üzerine yazma ihtiyacı duydum onu belirteyim önce: Birçok kurumda kuruluşta koordinasyon yok. Bakanlıklar arasında koordinasyon yok. Olmadığına ilişkin yüzlerce örnek yazabilirim. Hatta aynı bakanlık içindeki birimlerle koordinasyon yok. Belediyeler arasında koordinasyon yok.

Yaşadığım bir örneği paylaşayım burada: AB Ülkemize İPARD aracılığı ile dağıtılmak üzere hibe veriyor. Bu hibeleri proje hazırlayarak TKDK üzerinden kullanıyoruz. Yapılan çağrılarda hobi bahçeleri içinde hibe verileceği belirtiliyor. Ancak ülkemizde hobi bahçelerinin mevzuatı olmadığı için uygulama yapılamıyor. Aynı bakanlık içinde çözüm üretilebilecekten üretilmiyor çünkü koordinasyon yok. Tarım ve Orman Bakanlığı aracılığı ile kooperatiflere hibe veriliyor, ancak Turizm işleriyle ilgili bakanlık kooperatiflere turizm belgesi vermiyorum diyor. Çünkü koordinasyon yok…

Kooperatiflerle ilgili üç bakanlık var: Ticaret Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bu bakanlıklar arasında da koordinasyon yok. Bence hemen bir koordinasyon bakanlığına ya da koordinasyondan sorumlu bir cumhurbaşkanı yardımcılığı oluşturulmalı.

Ticaret Bakanlığı Yenilenebilir Enerji Üretim Kooperatiflerinin kurulması çoğalması, elektrik üretiminde etkin olması için yoğun bir çabanın içinde, peki bundan diğer bakanlıkların, valiliklerin, kaymakamlıkların ve belediyelerin bilgisi var mı, ne yapacaklarını biliyorlar mı, kesinlikle bilgileri yok.

Tarım Bakanlığı Kooperatiflerle ilgili çalışmalar yapıyor. Kooperatiflere destek veriyor. Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi Tarım Bakanlığına bağlı olan TKDK aracılığı ile hibe kullanıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı Ulusal Kırsal Ağ oluşturarak, kırsalın çözümüne katkıda bulunmaya çalışıyor. Ancak bu çalışmalardan belediyelerin bilgisi olmadığı için, Ulusal Kırsal Ağın oluşumuna katkıda bulunmuyor. Koordinasyon yapması gereken kurum ve kuruluşlar dayanışma yapması gerekirken birbirleriyle yarışma yapıyor.

Koordinasyon olduğunda, yapılan çalışmalardan hızla sonuç alınabiliyor. Örneğin “UNESCO Dünya Kültür Miras Listesinde yer alan Divriği Ulu Cami’nin uzun yıllar sürüncemede kalan restorasyonu konusunda Kültür ve Turizm Bakanlığı, Sivas Valiliği ve Cumhuriyet Üniversitesi arasında 3’lü koordinasyon oluşturuldu.” Haberinden, üç kuruluşun ortak bir faaliyet yürütmek, bu faaliyet sürecinde sürekli birbirleriyle iletişim halinde olmak ve görev paylaşımında bulunmak üzere bir araya geldiklerini anlıyoruz. Bu tür koordinasyonlar işi kolaylaştırıyor.

“Gelin tanış olalım. İşi kolay kılalım.” Diyor Koca Yunus.
Gelin tanış olalım. İşi kolay kılmak için koordinasyon yapalım. Zaman ve kaynak israfını önleyelim. Hızla sonuç alalım. Koordinasyon yoksa başarı yok.  Organize olalım, koordinasyon yapalım beyler…



 
back to top