Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

12 Mayıs 2018 Cumartesi

ANNELER GÜNÜ



Anneler Günü’nde, annemizi anımsayıp sağsa elini öpeceğiz, ölmüşse rahmet dileyeceğiz. Annelerimiz için, sevgi gülleri açacak yüreğimizde.
Anneler günü, kentimizde bilinenin dışında kutlanabilir mi diye düşünüyorum. Anneler Günü Manisa’da daha farklı biçimde kutlanmalı diyorum. Manisa’da yapacağımız farklı bir uygulamanın, tüm illerden daha çok Manisa’ya yakışacağını düşünüyorum. Bunun bir tek nedeni var. Bu da, kentimizin büyük analarla anılmasıdır. İşte size bereketin ve doğurganlığın simgesi Kybele. İşte size, öldürülen çocukları için ağlayan Niobe ve işte size, Mesir köklü bir geleneği başlatan Hafsa Sultan, bu büyük analar, Anneler Günü’nü farklı kutlamamız ve kentimizin bu farklı yönünü ortaya koymamız için büyük bir olanak yaratıyor. Kentimizin adına ayrı bir anlam yüklemek istiyorum. “Ma” ana demek, “Nisa” kadın demek. MANİSA için ana kadın tanımlaması yapılabilir. Manisa yukarıda baydığım gibi kadınlarıyla ünlü bir kent. Anka kadınlar kenti Manisa…
Doğurganlığın ve bereketin simgesi olan Kybele adına yapılmış olan Akpınar’daki kaya yontusunun çevre düzenlemesi ve yolu mutlaka yapılmalı ve her Anneler Günü’nde önünde düzenlenecek sade bir törenle anılmalı.
Kybele ve Niobe çevre düzenlemelerinin geciktirmeden acilen yapılması gerekiyor. Kentimize gelen yabancıların önce Kybele’yi ve ardından da Niobe’yi sorduklarını biliyoruz. Evet, önce Kybele ve Niobe soruluyor. Üzülerek belirteyim ki, ikisinin de çevresi olması gerektiği gibi değil.
Biz yine Anneler Günü’ne dönelim. Alışageldiğimiz "Anneler Günü" anlamında olmasa da anneler için yapılan kutlamalar Sümerlere dek dayandırılabilir. Matriyarkal (anaerkil) düzenin hüküm sürdüğü tarihin ilkçağlarından bu yana Kybele, Rhea ve daha birçok yerel ve dönemsel isimlerle analık, doğurganlık niteliğiyle ön plana çıkmış ve doğanın uyandığı, yeniden doğduğu bahar mevsimi ile özdeşleşmiştir. Anaerkil düzenin yerleşmeye başlaması zaman zaman kutlamaların içeriğinin ve şeklinin değişmesine ve hatta bazı dönemlerde gizli olarak yapılmasına sebep olmuşsa da kesintiye uğratamamış; her bahar coşkulu kutlamalar ve sunularla bir gelenek halini alarak binlerce yıl kesintisiz olarak sürmüştür.
Anneler Günü’yle ilgili ilk resmi kutlama önerisi, Amerika'da 1872 yılında Julia Ward Howe tarafından barışa adanan bir gün olarak geldi. Ve ilk kez Boston'da bir yürüyüş düzenlenerek kutlandı.1907 yılında Philadelphia'da Ana Jarvis, annesinin ölüm yıldönümü olan Mayıs ayının ikinci pazarının Anneler Günü olarak kutlanması için bir kampanya başlattı. Bir sene sonra Philadelphia'da kutlanan Anneler Günü Ana Jarvis'in izleyenleri tarafından politikacılara, işadamlarına ulaştırılarak ulusal olarak kutlanması sağlandı.
1914 yılında ABD başkanı Wilson tarafından resmi bir açıklamayla Mayıs ayının ikinci pazarı Anneler Günü olarak duyuruldu.
Böylece Mezopotamya ve Anadolu uygarlıklarının binlerce yıl önce başlattığı gelenek 20. yüzyılın başından itibaren dünya çapında kabul görmüş oldu.
Keşke annem yaşıyor olsaydı da elini öpüp onu kucaklayabilseydim. Tüm annelerin Anneler Günü Kutlu Olsun.



9 Mayıs 2018 Çarşamba

MACHİAVELLİ



Machiavelli’de nereden çıktı demeyin.

Siyaset üzerine yazayım derken, ilk önce modern siyaset felsefesinin başta gelen isimlerinden biri olan, Machiavelli’yi incelemek istedim. Yazdıkları ilgimi çekti. Notlar aldım. Ve Machivelli üzerine yazmaya karar verdim.

Söyleşiler adlı yapıtında politika yazılarını bir araya getirmiş, “Savaş Sanatı” adlı eserinde ise ileri savaş taktiklerini incelemiştir. Kalıcı ününü Prens adlı başyapıtına borçludur. 1513 tarihli bu yapıt nedeniyle adı politikada aldatıcı taktiklerin kullanımını içeren bir siyaset yapma biçimi olan makyavelizm terimiyle özdeşleşmiştir.

“Amaca giden her yol mübahtır.” diyor.  Machiavelli’nin gözlemleri, alışılmışın çok ötesinde bir yapıya sahip; “Kötüler kazanmaya daha yakın.” diyor. Neden İyi İnsanlar Kazanamaz? Sorusunun yanıtın,  Machiavelli’nin “Prens”  adlı eserinde bulmak mümkün.  Kötü insanların iyi insanlara göre bazı avantajları olduğunu belirtiyor ve bunlardan birinin “kurnazlık” olduğunu söylüyor. “Kötü insanlar, amaçlarını daha ileriye götürmek için kurnazlığa hazırdırlar. Ahlak ilkelerine bağlı kalmadıklarından dolayı; yalan söylemeye, olguları değiştirmeye, tehdit etmeye ya da şiddete başvurmaya her zaman hazırdırlar. Bu yolla dünyayı ele geçirirler.” diyor…

Neden İyi İnsanlar Kazanamaz? Sorusuna da yanıtı var: Çoğunlukla insanlarda, “iyi bir insan olmanın yolu, iyi hareketlerde bulunmaktan geçer” inanışı vardır. Kişi yalnızca iyi amaçlara sahip değildir, bu amaçları iyi yolla gerçekleştirme isteğine de sahiptir. Eğer iyi bir insan adaletli bir dünya istiyorsa, bunu iyi yollarla gerçekleştirme isteğine sahiptir. İnsanları korkutarak değil, sağduyularıyla adalete teslim olmalarını ister. Kişi, insanların iyi olmasını istiyorsa, düşmanlarına da iyilik gösterir, zalimlik değil.  Machiavelli’ye göre iyi insanların sadece iyi hareket ederek dünyayı daha iyi bir yere getirme çabaları işe yaramıyor. Kitabında; Floransa ve geçmişteki İtalyan eyaletlerinde iyi prenslerin, devlet üyelerinin ve tüccarların daima başarısız olduğundan bahsetmiştir. Bunu engellemek için ise şu görüşü savunur: “Kişi istediği kadar iyi olabilir fakat iyi hareket etmeye fazlasıyla bağlı olmaması gerekir. Kötü insanların kullandığı hileleri ödünç alıp onlara karşı kullanmayı bilmelidir. İyi insanlar da kılıç tutar, savaşır ve gerektiğinde kurnazlık yapar. Musa, iyilik ve adalet için Firavunla savaşmıştır.”

Machiavelli, kitabında kazanmak için kötü olun demiyor elbet; iyi insanların kötülerden ders çıkartması gerektiğini anlatıyor. Sadece iyi olmayı değil, etkili olmayı da savunuyor. İyi bir insan olsak bile, mesleğimiz ne olursa olsun, hayatın her yerinde kurnaz ve hilekar insanlar ile karşılaşacağız ve bu insanların uyguladıkları yöntemleri bilip bunlara göre hareket etmeliyiz. Aslında Machiavelli tam da bundan bahsediyor: “İyi insanlar, karşılarındaki insanların kendilerini nasıl korkutacağını, tatlı sözle kandıracağını ve tuzağa düşüreceğini bilmeli. İyi siyasetçi, kötü siyasetçiden; saf bir girişimci, kurnaz bir girişimciden bir şeyler öğrenmeli.”

Başardıklarımızın toplamıyız, niyet ettiklerimizin değil. Doğruluğu, iyiliği ve erdemi önemsiyorsak ve sadece doğrucu, iyi ve erdemli bir şekilde hareket ediyorsak, bununla bir yere varamayacağımızı savunuyor Machiavelli.
Machiavelli’yi okurken, aklıma İsmet İnönü’nün “Bir memlekette, namuslular, namussuzlar kadar cesur olmadıkça, o memlekette kurtuluş yoktur” sözü geldi aklıma. İyiler ve kötüler mücadele ederlerken, kötüler 1-0 önde başlıyorlar. Hatta 2-0  Hatta daha bile fazla. İyiler kötülerin yöntemlerini öğrenmeden ve onlar gibi hareket etmeden kazanmazlar diyor özetle Machiavelli. İyiler kötülerin yönetmelerini öğrenmeden, kötülerin hakkından gelemezler. İyilerin kazanması için daha çok mücadele etmeleri gerekiyor.  İyiler ancak kötülerden daha çok çalışarak kazanır…




7 Mayıs 2018 Pazartesi

DANIŞMAK



Seçim öncesi, işbirliği, dayanışma, uzlaşma ve danışma geniş biçimde gündeme geldi.

Partiler kendilerine yakın buldukları diğer partilerle, yardımlaşma, işbirliği yapma konusunda anlaştılar. Olması gereken de buydu. Aslında, anlaşma, uzlaşma seçimlere katılacak hiçbir partiyi dışarıda bırakmayacak şekilde yapılabilse, barışa giden yolda açılmış olur belki de.

Danışma ve danışmadan sağlanan yarar konusu gündeme geldiğinde sıkça anlattığım bir öyküyü paylaşmak istiyorum bu gün. Partiler arasındaki ilişkilere, özellikle, CHP’nin İYİ Partiye 15 milletvekili vermesine çok benzeyen bir öykü.

Sonunun gelmekte olduğunu anlayan, ölüm döşeğindeki yaşlı adam, üç oğlunu çağırır yanına “Evlatlarım,  ben artık aranızdan ayrılıyorum. Bildiğiniz gibi 17 adet devemiz var.  Bunları aranızda önereceğim şekilde pay edeceksiniz. Develerin yarısı büyük oğlumun olacak. Üçte birini ortanca oğlum alacak. Dokuzda biri de küçük oğlumun olsun. Devleri söylediğim gibi kavga etmeden paylaşın.” der. Çocuklar “Tamam baba” derler.

Yaşlı adam ölür.  Çocuklar 17 deveyi paylaşmak için bir araya gelirler. 17 rakamı 2’ye bölünmez. 3’e de bölünmez. 9’a da. İşin içinden çıkamazlar. “Bir bilene soralım.” derler.  Yaşlı bilgiye giderler doğruca. Dertlerini anlatırlar. Yaşlı adam “ Haklısınız” der. “17 deveyi babanızın istediği gibi pay edemezsiniz. Ben size yardımcı olayım. Benim bir devem var. Onu da size vereyim. 18 deveyi rahmetli babanızın vasiyetine uygun olarak paylaşın.”der.

Üç kardeş babalarının vasiyetine göre develeri paylaşmaya başlarlar. 18 devenin yarısı olan 9 deveyi büyük kardeş alır. 18 devenin üçte biri olan 6 deveyi ortanca kardeş alır.  Küçük kardeşe de 18 devenin dokuzda biri olan 2 deve düşer.  Develeri toplarlar. Büyük kardeşe 9 deve. Ortanca kardeşe 6 deve, eder 15 deve. 2 Deve de küçük kardeşe, eder 17 deve. Bir deve fazladır. Yeniden yaşlı bilgeye giderler. “Develeri babamızın istediği gibi pay ettik. Ancak, bir deve fazla geldi.” derler.  Yaşlı bilge “ Fazla gelen o bir deveyi benden almıştınız geri verin olsun bitsin.” der.  Bilgeden aldıkları deveyi bilgeye geri verirler. Sorunları çözülmüş biçimde ayrılırlar bilgenin yanından.

Bilgeye danışan  üç kardeşin sorunları çözülmüştür. Babalarının vasiyeti yerine getirilmiştir. Çocuklara akıl veren bilgenin hiçbir kaybı olmamıştır. Başkalarına yardım etmenin mutluluğunu yaşamaktadır.

Danışmak, danışana da, danışılana da mutluluk verir. Danışmak insanı yüceltir. Hem danışanı, hem danışılanı sevindirir. “Ben bilirimci” insanlar, danışmadan iş yapanlar salt kendilerine değil çevrelerine de zarar verirler. Danışanlarla düşüncelerini paylaşmayan kendisine saklayan insanlar da düşünceleri ile ölüp giderler. Fikirlerde sevgi gibi, paylaşıldıkça büyür. Sevgiyi ve düşünceyi paylaşarak büyütmeyi öğrendiğimiz oranda mutlu oluruz....

Kendimizi şöyle bir yokladığımızda, danışacak çok şey olduğunu görürüz. Bize danışacak olanlarla paylaşacak düşüncelerimizin de bulunduğunu anlarız. Paylaşacak düşüncemiz varsa ve bunları paylaşıyorsak, bilgeliğe giden yolun yolcusuyuz demektir. Bilgeliğe giden yolun yolcuların da öncelikle bilmesi gereken şey, bilmediğini danışmaktır.
Bir bilene sormak, danışmak, araştırmak, sormak, sorgulamak uygar insana yakışır. “Ben bilirimci” davranışlarla bir yere varılamayacağı bilinmeli…



30 Nisan 2018 Pazartesi

BERAT KANDİLİ



Bugün, 30 Nisan Berat Kandili. Berat, temize çıkma anlamına geliyor. Berat kandilinin diğer anlamı da rahmet gecesi olmasıdır.

Posta Manisa’nın Berat Kandili nedeniyle pazartesi günü de çıkacağını öğrenince ve benden de bir yazı istenince, yine sevgi, barış, kardeşlik ve uzlaşma üzerine yazayım dedim. Gerçekten sevgiye ve uzlaşma kültürüne ihtiyacımız var. Ayrışma yerine birleşmeye ihtiyacımız var.

Kin ve nefreti yüreğimizden atıp yerine sevgiyi koymalıyız. Çünkü kin ve nefret insan yüreğine yüktür. Yüreğinde kin ve nefret olanlara bakın, kin ve nefretin yüzlerine yansıdığını görürsünüz. Kin ve nefreti yüreğinizden attığınızda yerini sevgi doldurur.  Sevgi insan için, hava kadar su kadar önemli. Sevmezseniz, sevilmezseniz mutlu olamazsınız.

Doğayı, insanları her şeyi seveceksiniz. Yaşadığınız kenti, yaşadığınız ülkeyi seveceksiniz. Yaşadığın kenti sevmek, eşini, çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir. İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması mümkün değil. Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.  Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor. Kenti sevmek insana sorumluluklar yüklüyor. Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor. Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız. Seçim sizin. Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız. Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim. Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum. Yaşadığımız kenti sevmek, hemşerilerimizi de sevmemizi gerektiriyor. Yaşadığımız ülkeyi sevmek, yurttaşlarımızı da sevmeyi gerektiriyor.

Yunus Emre’nın bu dizelerini çok seviyorum; fırsat buldukça paylaşıyorum: Gelin tanış olalım/İşi kolay kılalım/Sevelim sevilelim/Bu dünya kimseye kalmaz.
Sevginin sözünü etmek yetmez. Sevgiyi içselleştirmeliyiz. Sevgiyi yaşamalıyız.
Ermişlerden birine sormuşlar bir gün. `Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?` `Bakın göstereyim.` demiş, ermiş.
Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş: "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye de bir şart koşmuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.  Bunun üzerine "Şimdi" demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte" demiş ermiş:  "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır.

Sevgiyi gönülden doyasıya yaşayanların çoğaldığı toplumlarda, huzur, mutluluk, sevgi, barış dayanışma ve gelişme olur. Çevre cennete dönüşür. Arınma, temize çıkma kandiliniz kutlu olsun. Kin ve nefretten arının yüreğinizi sevgiyle dolsun…




25 Nisan 2018 Çarşamba

KENTSEL DÖNÜŞÜM



Kentsel Dönüşüm, çarpık yapılaşmanın olduğu yerleşim alanlarında, ömrünü tamamlamış konutların yenilenmesi, yapılacak düzenlemelerle söz konusu alanın yeterli altyapıya, sosyal donatılara, ticari alanlara, kavuşturulması için yapılan çalışmalar süreçtir. Yılları kapsayan bu çalışmaların sonuç odaklı değil süreç odaklı olarak sürdürülmesi gerekir.

Ankara’da uygulanan Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesiyle ''Kentsel Dönüşüm'' kavramı kentsel planlamanın önemli bir aracı olarak ön plana çıkmıştır. 45 yıldır kesintisiz kooperatifçilik yapan bir kent kooperatifçisi olarak yapılan tüm çalışmaları izlemeye, konuyla ilgili olarak yazılanları okumaya, konuyu bilenlerle tartışmaya zaman ayırdım.

Kentsel Dönüşüm, kentimizde Laleli ve Mesir mahallelerinde başlatılan Kentsel Dönüşüm çalışmalarıyla gündeme gelmiş ve gündemde kalmıştır. Yapılan çalışmalar, hak sahipleri ile görüşmeler devam ediyor. Kentsel Dönüşümde sihirli sözcüğün “Uzlaşma” olduğu gün geçtikçe daha belirgin olarak ortaya çıkıyor. Kentsel dönüşüm için uzlaşma şart bunu anlamış olduk.

Kentsel dönüşüm sadece binaları yenilemek değildir, aynı zamanda yaşam çevresini yenileme, canlandırma ve dönüşümün uygulandığı bölgeye yeni bir kimlik kazandırma çalışmasını da içermektedir.

Yukarıda da belirttiğim gibi 45 yılıdır aralıksız kooperatifçilik yapıyorum. Bunun 30 yılı kent kooperatifçiliği ile geçti. Manisa’ya 15 bin konutluk yeni bir yerleşim alanı kazandırdığımızı düşünüyorum. Kent kooperatifçiliği konusunda, benim gibi çalışmasını aralıksız sürdüren yok gibi. Kentsel Dönüşüm konusunda da 30 yıl aralıksız çalışan, bir dostum var: Taner Topçu. Bildim bileli kentsel dönüşüm projelerinin koordinatörlüğünü yapıyor. Her buluştuğumuzda konumuz, kentsel dönüşüm ve kent kooperatifçiliği oluyor. Dile kolay Taner Topçu 40 bin hektar alanın dönüşümünde görev almış, projelerin koordinatörlüğünü danışmanlığını yüklenmiş. Manisa’da Laleli ve Mesir Mahallelerinde yapılan dönüşüm 70 hektarı kapsıyor.

Manisa’da yapılan Kentsel Dönüşüm Çalıştayı’nda da Kentsel Dönüşüme ilişkin düşüncelerimi paylaştım. Kentsel Dönüşüm karmaşık ve zor bir süreç. İşin matematiğini iyi kurmak gerekiyor. Hesaplar yapılırken, İlgili Bakanlığın, Yetki verilen belediyenin, hak sahiplerinin ve yapımı yüklenecek yüklenicinin projenin yapılabilirliği ve sürdürülebilirliğini göz önünde tutması gerekiyor. Kentsel dönüşümü değerlendirirken, siyasetten çok matematiği öne çıkarmalıyız.

Benim yaptığım incelemelere göre, Laleli ve Mesir Mahallelerinde yapılmak istenilen kentsel dönüşüm çalışması gerekli, yararlı ve yapılabilir bir projedir. Bu proje ile hak sahipleri, depreme dayanıklı, asansörlü, daha kullanışlı konutlara ve sosyal donatıları ticari alanları çoğalan, yolları genişleyen, otopark sorunu çözümlenen yeni bir yaşam alanına kavuşacaklardır. Uzlaşmak için çaba gösterilmeli.

Kentsel Dönüşümcü Taner Topçu’da önemli açıklamalarda bulundu. Yaptığı tanımı aklımda kaldığı kadarıyla aktarmak istiyorum. “Gecekondu Bölgeleri, Kaçak Yapılaşma Alanları, Eski Sanayi Siteleri Gibi Yıpranmış, Bozulmuş, Deprem Riski Taşıyan Veya Ekonomik, Sosyal, Yapısal Bakımlardan Çöküntü Alanı Haline Gelmiş Kent Parçalarının Kamusal Yetki kullanarak Topyekun İyileştirilmesi İçin Plan, Mülkiyet ve Fonksiyonların Yeniden Düzenlenmesidir. İşin matematiği çok önemlidir.”


23 Nisan 2018 Pazartesi

23 NİSAN'IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıyor.

Cumhuriyet giden yolda en büyük adım atılıyor. Sonra, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlansın diyar Gazi Mustafa Kemal Atatürk. 23 Nisan’ı coşkuyla kutlamaya başlıyoruz. Son yıllarda, bayrama dost ülkelerin çocukları da çağrılmaya başlandı. Bildiğim kadarı ile başka bir ülkenin bizimki gibi çocuklarına armağan edilmiş bir bayramları yok. Çünkü onların Atatürk gibi bir liderleri olmamış hiç.

23 Nisan’da çocuklarımız bir süre için, yönetici koltuklarına oturuyorlar. Bu yıl da öyle olacak. Geçtiğimiz yıllarda, bir öğrenci Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmuş ve ilk isteği, gelir dengesizliğinin giderilmesi ve ekonomik krizin çözümlenmesi olmuştu. Türkiye Büyük Meclis Başkanı koltuğuna oturan çocuk, Krizin aşılmasını sağlayacak yasaların hemen çıkarılmasını istiyordu. Çocuklar, bizi umutlarımızı büyütüyordu. Ancak, ne var ki, o koltuklara kısa bir süre için oturduklarını bildiğimiz için, yeniden karamsarlık kaplıyordu içimizi.

23 Nisan’da bir törende Ulus’taki ilk TBMM Binasında yapılıyordu. İlk meclisin ağaç koltukları görülüyordu. Hey gidi hey, o mecliste, cumhuriyetin kurucuları gece gündüz çalışmışlar, dağılan bir imparatorluğun yerine genç cumhuriyetin temellerini atmışlardı. Savaş yıllarında bile meclisin kapılarını açık tutmuşlardı. Meclis hep etkili olmuştu.

Meclisin açıldığı ve dağılan bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmaya karar verilen yıllarda, Mustafa Kemal’e “para yok” diyorlar, “Buluruz” diyor, “Ordu yok” diyorlar, “Kurarız” diyor. Öyle yürekten inanarak söylüyor ki, “Buluruz “ ve “Kurarız” diye ulus inanıyor. Parayı da buluyorlar. Orduyu da kuruyorlar. Cumhuriyeti de kuruyorlar...

İçine düştüğümüz ekonomik bunalımdan ancak ULUSAL KURTULUŞ mantığı ile çıkabiliriz. ULUSAL KURTULUŞ mantığında Ulusal Dayanışma vardır. Atatürk’ün önderliğinde, ulusal dayanışma yapıldığı için, Ulusal Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkılabilmiştir.

Ulusal Ekonomik Kurtuluş Savaşından da başarı ile çıkmanın bir tek yolu var. Ulusal dayanışma yapmak. Ulusal dayanışma için yeniden Anadolu Sentezi gerekiyor. Yeniden el ele omuz omuza vermek gerekiyor. Yeniden kucaklaşmak gerekiyor. Yüreklerden kin ve nefreti atmak gerekiyor…

Hey, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bir an için, Ulusal Kurutuluş Savaşını düşünün, savaşta bile kapıları kapatılmayan meclisi düşünün. Düşünün ve on beş günde on beş değil yüz on beş yasa çıkarmak için sıvayın kolları, Atatürk’e ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete yaraşır milletvekilleri olun. Her gün mazeret üretmeyin marifet gösterin... Yoksa bir daha hiç gelmemek üzere öyle bir gidersiniz ki, heybeden düşmüş karpuz gibi olursunuz. Bir daha o ceylan derisi koltukları rüyanızda bile göremezsiniz...

Geleceğimiz gençlerimizdir. Geleceğimiz çocuklarımızdır. Atamızın çocuklarıma armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Ben içimdeki çocuğu hiç baskı altına almadım. İçimdeki çocuğu hep özgür bıraktım. Yaşım 73 yinede, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı benim de bayramım. İlkokulda okuduğum şiirler, yaşadığımız coşku geliyor gözlerimin önüne. Biz çocukluğumuzda milli bayramları daha coşkulu kutlardık. O nedenle dayanışmamız daha güçlüydü. Birlikte üzülür birlikte sevinirdik. Birlikte hüzünlenir birlikte coşardık. Toplumsal dayanışmayı ve toplumsal barışı ulus olmanın gereği sayardık…

Çocuklar, 23 Nisan’ı coşkuyla yaşayın, büyükler, içinizdeki çocuğu ne olur özgür bırakın…



18 Nisan 2018 Çarşamba

MANİSA TİCARET VE SANAYİ ODASI



Manisa Ticaret ve Sanayi Odası Meclis üyesi olarak seçilip, Meclis başkanının seçileceği toplantıyı en yaşlı üye sıfatıyla yönetmem söz konusu olunca, konuyu enine boyuna öğrenmek için dersime çalıştım.

Oda başkanlığını Mehmet Yılmaz 65 meclis üyesinin kırkının oyunu alarak kazanmıştı. Meclis başkanlığını da Mehmet Yılmaz’ın adayı Yahya Caymaz kazanır diyenler çoğunluktaydı. Ancak öyle olmadı. 40 oyla başkan seçilen Mehmet Yılmaz’ın desteklediği aday 22 oyda kaldı. Ümit Türek 26 oy alarak, meclis başkanlığını kazandı. Ne oldu da üç gün içinde 40 oy 22’ye düştü? Bu sorunun yanıtını çok kişi biliyor. Mehmet Yılmaz şapkasını önüne koyup “ben nerede hata yaptım?” sorusunun yanıtını bulmalı.

Manisa Ticaret ve Sanayi Odasının yenilenen meclisi yeni başkanıyla önemli çalışmalar yapacağına inananların sayısı hiçte az değil.

En yaşlı üye sıfatımla toplantıyı yönettiğim için, konuşmama yaş konusuyla başladım. Yaşlılık yüksek bir dağa tırmanma gibidir. Tırmandıkça yorulursunuz. Tırmandıkça nefesiniz kesilir. Ancak ulaştığınız noktada ufkunuzun genişlediğini görürsünüz. Eğer doruğa fazla yorulmadan çıkmayı başarmışsanız, geniş ufkunuzdan yararlanarak topluma hizmet sunmayı sürdürebilirsiniz. Ben 1945 doğumluyum. Nüfusta yazılı yaşım 73, görünen yaşımın 60-65 olduğunu söylüyorlar. Benim için hissettiğim yaş önemli. Ben kendimi 45 yaşında hissediyorum.  Plakam 45, Doğumum 45, Hissettiğim yaşım 45.  Meclis üyelerine, “Sizde yaşlanacaksınız. Size ufak bir tavsiyem olsun: İşiniz biterse, işiniz biter. İşinizi bitirmeyin. Unumu eledim, eleğimi astım demeyin, çalışmaya devam edin. Ben genç kalışımı çalışmaya borçluyum. Çalışarak, ülkeme ve topluma karşı borcumu ödüyorum. Borçta bitecek gibi görülmüyor.”

Yaşam benim için eğitim, üretim ve paylaşım sürecidir. Meclis üyeliği görevimizin, eğitimimize büyük katkısı olacak şekilde sürdürülmesini diliyorum. Eğitimi beşikten mezara kadar düşünmeliyiz. Aldığımız eğitim üretimimizi arttıracaktır. Gelelim en önemlisine, paylaşım. Bu tür yerlerde görev alanlar, paylaşımı seven insanlardır. Burada sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyüteceğiz; Dertlerimizi, sorunlarımızı paylaşarak küçülteceğiz.
Sevgimizi ve bilgimizi paylaşarak büyüteceğiz. Dertlerimizi, sıkıntılarımızı paylaşarak küçültmeye çalışacağız.

Çalışmalarımızla Odamızın başarı çıtasını yukarılara taşıyacağız. Başarılarımızla sadece yerel basında değil ulusal basında, yurt dışında ve yurt içinde adımızı duyuracağız. Sadece yenilikleri izlemeyeceğiz, yeniliklere öncülük de edeceğiz.
Bu mecliste tartışarak kararlar üretip ürettiğimiz kararlara tartışmasız uyacağız. Karar alma ve denetim görevimizi tam yapacağız. Manisa’da aidiyet duygusunun güçlenmesine katkıda bulunacağız.

Manisa Ticaret ve Sanayi Odası yeni gelişmelere gebe, ben en yaşlı üye sıfatımla seçilenlere abilik yapmayı sürdüreceğim. Bilgi ve birikimleri odanın hizmetine sunacağım bundan kimsenin kuşkusu olmasın…



12 Nisan 2018 Perşembe

UZLAŞMA


Uzlaşma bir kültürdür. Uygar insana uzlaşma yakışır. Uzlaşma uygarlıktır.

Bu ülkenin, evinde, mahallesinde, köyünde, kasabasında, kentinde, her yerinde en tepesinden en küçük birim olan aileye kadar uzlaşmaya ihtiyacı var.

Demokrasi uzlaşmadan güç alır. Uzlaşma olmadan demokrasi olmaz. Ayrı düşünmek başka şey, ayrı durmak başka şey, ayrı düşünebiliriz ama ayrı duramayız. Aynı fikirde olanlar anlaşır elbet. Önemli olan ve olması gereken, farklı fikirlerde olup, birbirine saygı duyabilmesidir insanın. Bunu başardığımızda uzlaşma kolaylaşır…

Biz aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Biz aynı geminin yolcularıyız. Gemi batarsa hepimiz batarız. Geminin kaptan köşkü de batar; en altındaki sintine bölümü de batar. Bu ülkede uzlaşma kültürünün gelişmesi gerekiyor. Sözün yerini yumrukların aldığı ortamda uzlaşma olmuyor. Kavga ve uzlaşma aynı torbaya sığmıyor.

AYRIŞTIRAN DEĞİL BİRLEŞTİREN OLUN

Ülkenin yöneticileri ayrıştıran değil birleştiren olmalıdır. Ülkenin ve yurttaşların tümünü kucaklamalıdır. Belediye Başkanları da öyle, bir partinin adayı olurlar ama seçildiklerinde tüm kentin başkanıdırlar artık. Tüm yurttaşlara eşit yakınlıkta olmaları gerekir. Yoksa uzlaşma zorlaşır, uzlaşmanın yerini dayatma alır. 

SİYASET ÖFKEYLE DEĞİL SEVGİYLE YAPILMALI

Siyaset yumrukla değil kafayla, öfkeyle değil sevgiyle yapılmalı. Terörün kurban aldığı ölümlerin olduğu yerlerde liderler toplu fotoğraf verebilmeliler. Tasada ve kıvançta birlikte olabilmeliler.
 “Benin dediğim dedik çaldığım düdük” denilen yerde uzlaşma olmaz. “Gelin yapılması gerekeni birlikte saptayalım” denilirse uzlaşma olur. Liderler en az iki üç ayda bir kez bir araya gelmeliler.
Birbirlerinin elini dostça sıkabilmeliler. Söz konusu vatan, söz konusu cumhuriyet, söz konusu demokrasi olduğunda işbirliği yapabilmeliler.

UZLAŞMA OLMADAN DEMOKRASİ OLMAZ

Kavgayla gelen başarı kavgayı, uzlaşmayla gelen başarı uzlaşmayı özendirir. Barışa, dayanışmaya, uzlaşmaya ihtiyacımız var. Sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütmeye ihtiyacımız var. Bir siyasi partinin üyesi olmak diğer siyasi partilerin düşmanı gibi davranmayı gerektirmez. Tek ihtiyacımız var: Uzlaşma, sadece uzlaşma. Uzlaşmayı halk olarak biz istersek, siyasiler de istemek zorunda kalırlar. Haydi, o zaman, uzlaşmak için, işbirliği ve dayanışma için uzat elini.




4 Nisan 2018 Çarşamba

GÜRLE GELİŞİYOR




Ortaya atılan düşünce, toprağa düşen, filizlenip gün yüzüne çıkan tohum gibidir. Uygun ortam bulduğunda gelişir, projelere dönüşür ve gerçekleşir.

Bu saptamanın doğruluğunu son olarak, Gürle’de gördüm. “Gürle turizme açılmalı” düşüncesi, destek buldu, gelişti ve şimdi gerçekleşme yolunda hızla ilerliyor.

Manisa, sanayide ve tarımda almış başını gidiyor. Ancak, turizmde sahip olduğu doğal güzelliklere, tarihi ve kültürel zenginliğe rağmen gerekli atılımları yaparak, turizm kenti olma yolunda beklenen gelişmeleri yapamıyor bir türlü. Son yıllarda bu konuyu çok yazanlardan, çok konuşanlardan birisi oldum. Özellikle kırsal turizm ilgi alanlarımın en önemlisi durumuna geldi.

Sanıyorum bir ay önceydi, Yunusemre Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Kılıç Kaya’nın daveti üzerine, karanlık ve bozuk yollardan geçerek saat:19.00’da Gürle köyüne gitmiştim. İyi ki gitmişim dedim kendi kendime, hem yeni bilgiler edindim hem de önceden edindiğim bilgi ve deneyimlerimi Gürlelilerle paylaşma olanağı buldum.

Gürle, Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nin hemen bitişiğinde bir köy. Daha önceden de gitmiştim Gürle’ye, Manisa’da çekilmesi için çalıştığım Adem’in Trenleri filminin bazı sahneleri Gürle’de çekilmişti. Arada bir Gürle Alabalık Tesisleri’ne de gidiyorduk. Gürle farklı doğasıyla, su kaynaklarıyla ve un değirmenleri ile öne çıkan fakat tüm olanaklarına rağmen turizmden pay alamayan bir köyümüz.

Gürle’ye giderken, yolların çok kötü olduğunu gördük. Ülkemizin en planlı en güzel Organize Sanayi Bölgesi’nin yanında unutulmuş terkedilmiş bir köy gibi Gürle. Hele taş ocağını görünce, içimden gürlemek, bağırmak, isyan etmek geçti. Dağdaki taş ocağı, güzel bir bayanın suratında açılmış kezzap yarası gibi duruyordu. Su kaynakları var. Cennet gibi bir doğa var. Ve bir taş ocağı!...
Köylüleri toplayıp, Manisa’ya kadar yürümek geçti içimden. Yapılmayan bozuk yollar ve doğal güzelliği bozan taş ocakları için. Yapmayın ne olur. Bozmayın bu doğal güzelliği…

Köye vardığımda, muhtarlık kahvesini dolu buldum. Belediye Başkan Yardımcısı Kılıç Kaya ve Yunusemre Belediyesi’nin müdürleri, çalışanları oradaydılar. Sinevizyon için perde kurulmuştu. Ses düzeni hazırlanmıştı. Yapılacak konuşmaları dinlemeye gelen köy kadınları da vardı.

Yapılacak sunumu bende merak ediyordum. Sayın Kılıç Kaya’nın sunumunu dinleyince iyi ki gelmişim dedim. Gürle Köyü için başlatılacak Müze Köy, Tarım Köy gibi iki güzel proje beni de heyecanlandırdı.

Tarım Köy ve Müze Köy Projeleri eş zamanlı olarak Gürle’de hayata geçirilmek isteniyordu. Manisa’da yaşayan bir yurttaş olarak, bu projelere katkıda bulunmanın ertelenmez bir görev olduğunu düşünüyorum. Manisa’da turizmin gelişmesini isteyenler olarak katkıda bulunmalıyız bu güzel projelere.

Şimdi görüyorum ki, dinlediklerim tek tek uygulamaya konuluyor. Gürle’ye ulaşım için yeni yollar açılıyor. Köylülerle toplantılara devam ediliyor. Doğru olan, bu köylülerde etkin olarak çalışmaların içinde olmalı.

Gürle için düşünenler yapılan projeler gerçekleştiğinde, Gürle adı önce Ege’de sonra tüm ülkede hatta yurt dışında duyulmaya başlayacak. Gürle kırsal turizm odaklarından birisi olacak.

Emeği geçenleri yürekten kutluyorum.

Ortaya atılan düşünce, toprağa düşen, filizlenip gün yüzüne çıkan tohum gibidir. Uygun ortam bulduğunda gelişir, projelere dönüşür ve gerçekleşir.

Bu saptamanın doğruluğunu son olarak, Gürle’de gördüm. “Gürle turizme açılmalı” düşüncesi, destek buldu, gelişti ve şimdi gerçekleşme yolunda hızla ilerliyor.

Manisa, sanayide ve tarımda almış başını gidiyor. Ancak, turizmde sahip olduğu doğal güzelliklere, tarihi ve kültürel zenginliğe rağmen gerekli atılımları yaparak, turizm kenti olma yolunda beklenen gelişmeleri yapamıyor bir türlü. Son yıllarda bu konuyu çok yazanlardan, çok konuşanlardan birisi oldum. Özellikle kırsal turizm ilgi alanlarımın en önemlisi durumuna geldi.

Sanıyorum bir ay önceydi, Yunusemre Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Kılıç Kaya’nın daveti üzerine, karanlık ve bozuk yollardan geçerek saat:19.00’da Gürle köyüne gitmiştim. İyi ki gitmişim dedim kendi kendime, hem yeni bilgiler edindim hem de önceden edindiğim bilgi ve deneyimlerimi Gürlelilerle paylaşma olanağı buldum.

Gürle, Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nin hemen bitişiğinde bir köy. Daha önceden de gitmiştim Gürle’ye, Manisa’da çekilmesi için çalıştığım Adem’in Trenleri filminin bazı sahneleri Gürle’de çekilmişti. Arada bir Gürle Alabalık Tesisleri’ne de gidiyorduk. Gürle farklı doğasıyla, su kaynaklarıyla ve un değirmenleri ile öne çıkan fakat tüm olanaklarına rağmen turizmden pay alamayan bir köyümüz.

Gürle’ye giderken, yolların çok kötü olduğunu gördük. Ülkemizin en planlı en güzel Organize Sanayi Bölgesi’nin yanında unutulmuş terkedilmiş bir köy gibi Gürle. Hele taş ocağını görünce, içimden gürlemek, bağırmak, isyan etmek geçti. Dağdaki taş ocağı, güzel bir bayanın suratında açılmış kezzap yarası gibi duruyordu. Su kaynakları var. Cennet gibi bir doğa var. Ve bir taş ocağı!...

Köylüleri toplayıp, Manisa’ya kadar yürümek geçti içimden. Yapılmayan bozuk yollar ve doğal güzelliği bozan taş ocakları için. Yapmayın ne olur. Bozmayın bu doğal güzelliği…

Köye vardığımda, muhtarlık kahvesini dolu buldum. Belediye Başkan Yardımcısı Kılıç Kaya ve Yunusemre Belediyesi’nin müdürleri, çalışanları oradaydılar. Sinevizyon için perde kurulmuştu. Ses düzeni hazırlanmıştı. Yapılacak konuşmaları dinlemeye gelen köy kadınları da vardı.

Yapılacak sunumu bende merak ediyordum. Sayın Kılıç Kaya’nın sunumunu dinleyince iyi ki gelmişim dedim. Gürle Köyü için başlatılacak Müze Köy, Tarım Köy gibi iki güzel proje beni de heyecanlandırdı.

Tarım Köy ve Müze Köy Projeleri eş zamanlı olarak Gürle’de hayata geçirilmek isteniyordu. Manisa’da yaşayan bir yurttaş olarak, bu projelere katkıda bulunmanın ertelenmez bir görev olduğunu düşünüyorum. Manisa’da turizmin gelişmesini isteyenler olarak katkıda bulunmalıyız bu güzel projelere.

Şimdi görüyorum ki, dinlediklerim tek tek uygulamaya konuluyor. Gürle’ye ulaşım için yeni yollar açılıyor. Köylülerle toplantılara devam ediliyor. Doğru olan, bu köylülerde etkin olarak çalışmaların içinde olmalı.

Gürle için düşünenler yapılan projeler gerçekleştiğinde, Gürle adı önce Ege’de sonra tüm ülkede hatta yurt dışında duyulmaya başlayacak. Gürle kırsal turizm odaklarından birisi olacak.

Emeği geçenleri yürekten kutluyorum.



29 Mart 2018 Perşembe

KENT İÇİ ULAŞIMDA HAVARAY



Manisa’da kent içi ulaşımda yaşadığımız sorunlar artarak devam ediyor.Kent içi ulaşım sorunuyla birlikte otopark sorunu da giderek büyüyor.

Kentler bu yoğunluğu taşıyamıyor. Kent içi ulaşım sorununa köklü bir çözüm bulmak gerekiyor. Yapılması gerekenler belli. Kent içindeki yoğunluk azaltılacak. Adliyenin, emniyetin, olduğu gibi, devlet dairelerinin, hatta valiliğin, hizmet birimlerinin kentin yakın çevresine taşınması yoğunluğu azaltacaktır.

Bence köklü çözüm, toplu taşımadır. Ankara, İstanbul, İzmir ulaşım sorununu toplu taşımayla, metro ile çözümledi. Ankara’da ulaşım o kadar rahat ki, toplu taşıma işkence olmaktan çıkarılarak, keyifli yolculuğa dönüştürülmüş. Sorunu toplu taşımayla çözen kentler sadece bu üç kentle de sınırlı değil. Sanayileşen kentlerin tümünde, toplu taşımaya hızlı bir yöneliş var.

Kentimize baktığımızda, metronun uygun olmadığı görülüyor. Tarihi kentimizin altındaki kalıntılar, kazma işini zorlaştırabilir. Ayrıca metro yatırımı pahalı bir yatırım. Yolların bir bölümüne ray döşenmesi de, yolların darlığı nedeniyle mümkün görülmüyor. Geriye kalan tek seçenek de “HAVARAY” Çift yönlü yolların ortasına konulacak direkler üzenine döşenecek raylar üzerinde çalışacak araçlarla toplu taşıma işlemi yapılabilir. “Havaray”la  yapılacak toplu  ulaşım mevcut yolların yükünü çoğaltmayacağından, ulaşım konusuna köklü ve kalıcı bir çözüm getirilmiş olur. Manisa için Havaray önerimizi getirdiğimizde, ülkemizde örnekleri yoktu; ama şimdi Ankara’da, İstanbul’da hatta Konya’da uygulanmış güzel örnekler var. Yurtdışında çok örneği var havaray’ın.

Havaray sistemi sanayicilere büyük rahatlama getireceğinden, finansmanına sanayicilerin katkısı sağlanabilir. Hatta havaray tümüyle yap-işlet-devret modeliyle yaptırılabilir.

Manisa “Havaray”ı tartışmaya hemen başlamalı. “Havaray” Manisa Belediyesinin gündemine alınmalı. “Havaray”ı sanayiciler de tartışmaya başlamalı. Konuya ilgi duyanlar olursa, kendilerine dünyanın değişik kentlerinden değişik uygulamalarından yola çıkarak hazırladığım sunumu gösterebilirim.
Biliyorum birçok kişi daha baştan “olmaz” diyecektir. Ben Manisa’da birçok kişinin “olmaz” dediği işlerin olduğunu çok gördüm. Manisa’da “olmaz” diyenlerin sayısının “olur” diyenlerden çok fazla olduğunu da biliyorum. Ancak, buna rağmen hiç umutsuzluğa düşmüyorum. “Olmaz” diyenlerle “olur”  diyenlere baktığımda nicelik ve nitelik farkını görüyorum. “Olmaz” diyenler sayıca çok oluyor ama “olur” diyenlerin daha nitelikli olması işi her zaman kolaylaştırıyor. İpe un sermek, mazeret üretmek isteyenler, olmaz diyenlerin sayısının çokluğunu kullanabilirler. Ancak, mazeret üretmek yerine marifet göstermek isteyenler,  ülke için, kent için yararlı gördükleri işleri denilenlere bakmadan başarırlar. Şunu iyi bilmeli ki, yarınlara olmaz denileni olduranlar adı ve yaptıkları kalacaktır.

Manisa’da “Havaray” olur mu? Bal gibi olur. Manisa’da kent içi ulaşım sorununu “Havaray” çözer mi? Bal gibi çözer.

Hele bir “Havaray”ı tartışmaya başlayalım. “Başlamak yarısıdır “ diyorlar ya, aslında başlamak tamamıdır. Yeter ki, konuşmaya başlayalım. Birçok insanın “uçuk” bulduğu “Havaray Projesi” Manisa için uygulanabilir ve sürdürülebilir bir çözümdür…




21 Mart 2018 Çarşamba

ETİK VE ESTETİK


Niye, yaşadığımız toplumdan çok sayıda,  her konuda adını duyuran çağdaş dünyada da ilgi uyandıracak yapıtlar üreten sanatçılar, buluşlar yapan bilim adamları, sporcular çıkamıyor, çıkanlara sahip çıkılmıyor diye düşünüyorum.  Benim düşündüğümü birçok kişinin de düşündüğünü ancak, soruya inandırıcı akılcı bir yanıt bulunamadığını biliyoruz. Çoğunluk sorunu ezbere dayanan eğitim sisteminde görüyor.

Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? “Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek” sözü neden söylenmiş. Eksikliklere, aksaklıklara kolayca alışıveren bir yapımız var. Tüm bunların nedenini acaba kadercilikte mi aramamamız gerekecek. “E ne olmuş?” deyip çıkıveriyoruz işin içinden. Aslında zekamıza diyecek yok! Sorun sanırım tembelliğimizde. Zekiyiz ama tembeliz.

Bu aralar, kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor, cümlesini çok kullanıyorum. Çok kullanışımın nedeni, duyduğum rahatsızlık. Kentlerdeki çirkinlikler beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız edenin birçok kişiyi rahatsız etmemesine üzülüyorum. Bunca yolsuzluk beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız ettiği kadar, hepimizi etse, sorunun çözümleneceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Ancak “Bal tutan parmağını yalar” cümlesini sık kullanan bir toplumun yolsuzluklardan rahatsızlık duyduğunu söylemek pek kolay olmuyor.

Olumsuzluklara alışıveriyoruz hemen. Belli bir zaman dilimi içinde, belli girdileri kullanarak ve belli bir hızda çalışarak, yapabileceğimiz bir işi, güzel yapmak varken, kötü yapıp, “idare eder” diyerek, kabullendirmeye çalışmayı anlayamıyorum. Hele zamana karşı yarışılıyorsa, kötü ürünü, iyi gibi görmek ve göstermek boynumuzun borcu oluyor. Estetik erozyonun nedeni bu gibi geliyor bana. ”Yapıştır gitsin” diyenlerin sayısı artıyor.

Çok güzel binaların yanında, çok çirkinleri de var. Bakarsanız iki binaya da harcanan paranın farklı olmadığını görürsünüz. Birçok binaya bakarım, bu kadar çok para, bu kadar çok emekle böyle bir çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar diye şaşırmaktan kendimi alamam. Gerçekten bunca çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum.

Güzel bir gazete ile kötü bir gazete için harcanan emek, zaman ve paranın pek farklı olmadığını biliyorum.  Herhangi bir kişi, bakıyorsunuz daha az zaman, daha az emek harcayarak benzerlerinden daha güzel bir yapıt koyabiliyor ortaya.  Bir ressam içinde durum aynı, aynı tuval, aynı boya, ancak sonuç aynı değil. Burada önemli olan, insan, eğitilmiş insan, estetik yönü gelişkin insan.
Estetik önemli dediğinizde, “önemsiz” diyen mi var?” diyorlar.  Önemliyse, her önemli konu gibi önemine yaraşır özen ister. Hele kentleşmede,  hele yayıncılıkta, gazete çıkarmada, televizyonculuk yapmada bu özen işine daha büyük önem vermek gerekir.

“Ufacık ayrıntı” deyip geçiştiremeyiz işi. Ufacık ayrıntı deyip, görmezlikten gelirsek, devamında gelen ayrıntıları da “ufacık” deyip geçiştirmeye başlarız ki, işte bu estetik erozyonun başlangıcı olur.

Bildiğimiz toprak erozyonunu sık sık gündeme getirip, yeterli olmasa da belli önlemleri almaya çalışıyoruz da, etik ve estetik erozyonunu görmüyoruz bile. Hele estetik erozyonunun varlığından bile haberimiz yok.

Etik ve estetik erozyonla mücadele etmeden,  mutlu insan, mutlu toplum yaratamayız. Ne işbirliğini nede dayanışmayı güçlendirebiliriz. Etik ve estetik erozyonunu önlemezsek demokrasiyi de işletemeyiz. Etik ve estetik çöküntü devam ederse giderek ilkelleşiriz. Eller aya giderken biz yaya kalırız…

Etik ve estetik ayrılmaz ikizlerdir. Biri kötüyse diğeri iyi olamaz. Etik ve estetik değerleri yüksek insanlar yetiştirmek için, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemek şart…



 
back to top