Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

25 Nisan 2018 Çarşamba

KENTSEL DÖNÜŞÜM



Kentsel Dönüşüm, çarpık yapılaşmanın olduğu yerleşim alanlarında, ömrünü tamamlamış konutların yenilenmesi, yapılacak düzenlemelerle söz konusu alanın yeterli altyapıya, sosyal donatılara, ticari alanlara, kavuşturulması için yapılan çalışmalar süreçtir. Yılları kapsayan bu çalışmaların sonuç odaklı değil süreç odaklı olarak sürdürülmesi gerekir.

Ankara’da uygulanan Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm Projesiyle ''Kentsel Dönüşüm'' kavramı kentsel planlamanın önemli bir aracı olarak ön plana çıkmıştır. 45 yıldır kesintisiz kooperatifçilik yapan bir kent kooperatifçisi olarak yapılan tüm çalışmaları izlemeye, konuyla ilgili olarak yazılanları okumaya, konuyu bilenlerle tartışmaya zaman ayırdım.

Kentsel Dönüşüm, kentimizde Laleli ve Mesir mahallelerinde başlatılan Kentsel Dönüşüm çalışmalarıyla gündeme gelmiş ve gündemde kalmıştır. Yapılan çalışmalar, hak sahipleri ile görüşmeler devam ediyor. Kentsel Dönüşümde sihirli sözcüğün “Uzlaşma” olduğu gün geçtikçe daha belirgin olarak ortaya çıkıyor. Kentsel dönüşüm için uzlaşma şart bunu anlamış olduk.

Kentsel dönüşüm sadece binaları yenilemek değildir, aynı zamanda yaşam çevresini yenileme, canlandırma ve dönüşümün uygulandığı bölgeye yeni bir kimlik kazandırma çalışmasını da içermektedir.

Yukarıda da belirttiğim gibi 45 yılıdır aralıksız kooperatifçilik yapıyorum. Bunun 30 yılı kent kooperatifçiliği ile geçti. Manisa’ya 15 bin konutluk yeni bir yerleşim alanı kazandırdığımızı düşünüyorum. Kent kooperatifçiliği konusunda, benim gibi çalışmasını aralıksız sürdüren yok gibi. Kentsel Dönüşüm konusunda da 30 yıl aralıksız çalışan, bir dostum var: Taner Topçu. Bildim bileli kentsel dönüşüm projelerinin koordinatörlüğünü yapıyor. Her buluştuğumuzda konumuz, kentsel dönüşüm ve kent kooperatifçiliği oluyor. Dile kolay Taner Topçu 40 bin hektar alanın dönüşümünde görev almış, projelerin koordinatörlüğünü danışmanlığını yüklenmiş. Manisa’da Laleli ve Mesir Mahallelerinde yapılan dönüşüm 70 hektarı kapsıyor.

Manisa’da yapılan Kentsel Dönüşüm Çalıştayı’nda da Kentsel Dönüşüme ilişkin düşüncelerimi paylaştım. Kentsel Dönüşüm karmaşık ve zor bir süreç. İşin matematiğini iyi kurmak gerekiyor. Hesaplar yapılırken, İlgili Bakanlığın, Yetki verilen belediyenin, hak sahiplerinin ve yapımı yüklenecek yüklenicinin projenin yapılabilirliği ve sürdürülebilirliğini göz önünde tutması gerekiyor. Kentsel dönüşümü değerlendirirken, siyasetten çok matematiği öne çıkarmalıyız.

Benim yaptığım incelemelere göre, Laleli ve Mesir Mahallelerinde yapılmak istenilen kentsel dönüşüm çalışması gerekli, yararlı ve yapılabilir bir projedir. Bu proje ile hak sahipleri, depreme dayanıklı, asansörlü, daha kullanışlı konutlara ve sosyal donatıları ticari alanları çoğalan, yolları genişleyen, otopark sorunu çözümlenen yeni bir yaşam alanına kavuşacaklardır. Uzlaşmak için çaba gösterilmeli.

Kentsel Dönüşümcü Taner Topçu’da önemli açıklamalarda bulundu. Yaptığı tanımı aklımda kaldığı kadarıyla aktarmak istiyorum. “Gecekondu Bölgeleri, Kaçak Yapılaşma Alanları, Eski Sanayi Siteleri Gibi Yıpranmış, Bozulmuş, Deprem Riski Taşıyan Veya Ekonomik, Sosyal, Yapısal Bakımlardan Çöküntü Alanı Haline Gelmiş Kent Parçalarının Kamusal Yetki kullanarak Topyekun İyileştirilmesi İçin Plan, Mülkiyet ve Fonksiyonların Yeniden Düzenlenmesidir. İşin matematiği çok önemlidir.”


23 Nisan 2018 Pazartesi

23 NİSAN'IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ



23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıyor.

Cumhuriyet giden yolda en büyük adım atılıyor. Sonra, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlansın diyar Gazi Mustafa Kemal Atatürk. 23 Nisan’ı coşkuyla kutlamaya başlıyoruz. Son yıllarda, bayrama dost ülkelerin çocukları da çağrılmaya başlandı. Bildiğim kadarı ile başka bir ülkenin bizimki gibi çocuklarına armağan edilmiş bir bayramları yok. Çünkü onların Atatürk gibi bir liderleri olmamış hiç.

23 Nisan’da çocuklarımız bir süre için, yönetici koltuklarına oturuyorlar. Bu yıl da öyle olacak. Geçtiğimiz yıllarda, bir öğrenci Cumhurbaşkanı koltuğuna oturmuş ve ilk isteği, gelir dengesizliğinin giderilmesi ve ekonomik krizin çözümlenmesi olmuştu. Türkiye Büyük Meclis Başkanı koltuğuna oturan çocuk, Krizin aşılmasını sağlayacak yasaların hemen çıkarılmasını istiyordu. Çocuklar, bizi umutlarımızı büyütüyordu. Ancak, ne var ki, o koltuklara kısa bir süre için oturduklarını bildiğimiz için, yeniden karamsarlık kaplıyordu içimizi.

23 Nisan’da bir törende Ulus’taki ilk TBMM Binasında yapılıyordu. İlk meclisin ağaç koltukları görülüyordu. Hey gidi hey, o mecliste, cumhuriyetin kurucuları gece gündüz çalışmışlar, dağılan bir imparatorluğun yerine genç cumhuriyetin temellerini atmışlardı. Savaş yıllarında bile meclisin kapılarını açık tutmuşlardı. Meclis hep etkili olmuştu.

Meclisin açıldığı ve dağılan bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmaya karar verilen yıllarda, Mustafa Kemal’e “para yok” diyorlar, “Buluruz” diyor, “Ordu yok” diyorlar, “Kurarız” diyor. Öyle yürekten inanarak söylüyor ki, “Buluruz “ ve “Kurarız” diye ulus inanıyor. Parayı da buluyorlar. Orduyu da kuruyorlar. Cumhuriyeti de kuruyorlar...

İçine düştüğümüz ekonomik bunalımdan ancak ULUSAL KURTULUŞ mantığı ile çıkabiliriz. ULUSAL KURTULUŞ mantığında Ulusal Dayanışma vardır. Atatürk’ün önderliğinde, ulusal dayanışma yapıldığı için, Ulusal Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkılabilmiştir.

Ulusal Ekonomik Kurtuluş Savaşından da başarı ile çıkmanın bir tek yolu var. Ulusal dayanışma yapmak. Ulusal dayanışma için yeniden Anadolu Sentezi gerekiyor. Yeniden el ele omuz omuza vermek gerekiyor. Yeniden kucaklaşmak gerekiyor. Yüreklerden kin ve nefreti atmak gerekiyor…

Hey, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bir an için, Ulusal Kurutuluş Savaşını düşünün, savaşta bile kapıları kapatılmayan meclisi düşünün. Düşünün ve on beş günde on beş değil yüz on beş yasa çıkarmak için sıvayın kolları, Atatürk’e ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete yaraşır milletvekilleri olun. Her gün mazeret üretmeyin marifet gösterin... Yoksa bir daha hiç gelmemek üzere öyle bir gidersiniz ki, heybeden düşmüş karpuz gibi olursunuz. Bir daha o ceylan derisi koltukları rüyanızda bile göremezsiniz...

Geleceğimiz gençlerimizdir. Geleceğimiz çocuklarımızdır. Atamızın çocuklarıma armağan ettiği 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız kutlu olsun. Ben içimdeki çocuğu hiç baskı altına almadım. İçimdeki çocuğu hep özgür bıraktım. Yaşım 73 yinede, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı benim de bayramım. İlkokulda okuduğum şiirler, yaşadığımız coşku geliyor gözlerimin önüne. Biz çocukluğumuzda milli bayramları daha coşkulu kutlardık. O nedenle dayanışmamız daha güçlüydü. Birlikte üzülür birlikte sevinirdik. Birlikte hüzünlenir birlikte coşardık. Toplumsal dayanışmayı ve toplumsal barışı ulus olmanın gereği sayardık…

Çocuklar, 23 Nisan’ı coşkuyla yaşayın, büyükler, içinizdeki çocuğu ne olur özgür bırakın…



18 Nisan 2018 Çarşamba

MANİSA TİCARET VE SANAYİ ODASI



Manisa Ticaret ve Sanayi Odası Meclis üyesi olarak seçilip, Meclis başkanının seçileceği toplantıyı en yaşlı üye sıfatıyla yönetmem söz konusu olunca, konuyu enine boyuna öğrenmek için dersime çalıştım.

Oda başkanlığını Mehmet Yılmaz 65 meclis üyesinin kırkının oyunu alarak kazanmıştı. Meclis başkanlığını da Mehmet Yılmaz’ın adayı Yahya Caymaz kazanır diyenler çoğunluktaydı. Ancak öyle olmadı. 40 oyla başkan seçilen Mehmet Yılmaz’ın desteklediği aday 22 oyda kaldı. Ümit Türek 26 oy alarak, meclis başkanlığını kazandı. Ne oldu da üç gün içinde 40 oy 22’ye düştü? Bu sorunun yanıtını çok kişi biliyor. Mehmet Yılmaz şapkasını önüne koyup “ben nerede hata yaptım?” sorusunun yanıtını bulmalı.

Manisa Ticaret ve Sanayi Odasının yenilenen meclisi yeni başkanıyla önemli çalışmalar yapacağına inananların sayısı hiçte az değil.

En yaşlı üye sıfatımla toplantıyı yönettiğim için, konuşmama yaş konusuyla başladım. Yaşlılık yüksek bir dağa tırmanma gibidir. Tırmandıkça yorulursunuz. Tırmandıkça nefesiniz kesilir. Ancak ulaştığınız noktada ufkunuzun genişlediğini görürsünüz. Eğer doruğa fazla yorulmadan çıkmayı başarmışsanız, geniş ufkunuzdan yararlanarak topluma hizmet sunmayı sürdürebilirsiniz. Ben 1945 doğumluyum. Nüfusta yazılı yaşım 73, görünen yaşımın 60-65 olduğunu söylüyorlar. Benim için hissettiğim yaş önemli. Ben kendimi 45 yaşında hissediyorum.  Plakam 45, Doğumum 45, Hissettiğim yaşım 45.  Meclis üyelerine, “Sizde yaşlanacaksınız. Size ufak bir tavsiyem olsun: İşiniz biterse, işiniz biter. İşinizi bitirmeyin. Unumu eledim, eleğimi astım demeyin, çalışmaya devam edin. Ben genç kalışımı çalışmaya borçluyum. Çalışarak, ülkeme ve topluma karşı borcumu ödüyorum. Borçta bitecek gibi görülmüyor.”

Yaşam benim için eğitim, üretim ve paylaşım sürecidir. Meclis üyeliği görevimizin, eğitimimize büyük katkısı olacak şekilde sürdürülmesini diliyorum. Eğitimi beşikten mezara kadar düşünmeliyiz. Aldığımız eğitim üretimimizi arttıracaktır. Gelelim en önemlisine, paylaşım. Bu tür yerlerde görev alanlar, paylaşımı seven insanlardır. Burada sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyüteceğiz; Dertlerimizi, sorunlarımızı paylaşarak küçülteceğiz.
Sevgimizi ve bilgimizi paylaşarak büyüteceğiz. Dertlerimizi, sıkıntılarımızı paylaşarak küçültmeye çalışacağız.

Çalışmalarımızla Odamızın başarı çıtasını yukarılara taşıyacağız. Başarılarımızla sadece yerel basında değil ulusal basında, yurt dışında ve yurt içinde adımızı duyuracağız. Sadece yenilikleri izlemeyeceğiz, yeniliklere öncülük de edeceğiz.
Bu mecliste tartışarak kararlar üretip ürettiğimiz kararlara tartışmasız uyacağız. Karar alma ve denetim görevimizi tam yapacağız. Manisa’da aidiyet duygusunun güçlenmesine katkıda bulunacağız.

Manisa Ticaret ve Sanayi Odası yeni gelişmelere gebe, ben en yaşlı üye sıfatımla seçilenlere abilik yapmayı sürdüreceğim. Bilgi ve birikimleri odanın hizmetine sunacağım bundan kimsenin kuşkusu olmasın…



12 Nisan 2018 Perşembe

UZLAŞMA


Uzlaşma bir kültürdür. Uygar insana uzlaşma yakışır. Uzlaşma uygarlıktır.

Bu ülkenin, evinde, mahallesinde, köyünde, kasabasında, kentinde, her yerinde en tepesinden en küçük birim olan aileye kadar uzlaşmaya ihtiyacı var.

Demokrasi uzlaşmadan güç alır. Uzlaşma olmadan demokrasi olmaz. Ayrı düşünmek başka şey, ayrı durmak başka şey, ayrı düşünebiliriz ama ayrı duramayız. Aynı fikirde olanlar anlaşır elbet. Önemli olan ve olması gereken, farklı fikirlerde olup, birbirine saygı duyabilmesidir insanın. Bunu başardığımızda uzlaşma kolaylaşır…

Biz aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Biz aynı geminin yolcularıyız. Gemi batarsa hepimiz batarız. Geminin kaptan köşkü de batar; en altındaki sintine bölümü de batar. Bu ülkede uzlaşma kültürünün gelişmesi gerekiyor. Sözün yerini yumrukların aldığı ortamda uzlaşma olmuyor. Kavga ve uzlaşma aynı torbaya sığmıyor.

AYRIŞTIRAN DEĞİL BİRLEŞTİREN OLUN

Ülkenin yöneticileri ayrıştıran değil birleştiren olmalıdır. Ülkenin ve yurttaşların tümünü kucaklamalıdır. Belediye Başkanları da öyle, bir partinin adayı olurlar ama seçildiklerinde tüm kentin başkanıdırlar artık. Tüm yurttaşlara eşit yakınlıkta olmaları gerekir. Yoksa uzlaşma zorlaşır, uzlaşmanın yerini dayatma alır. 

SİYASET ÖFKEYLE DEĞİL SEVGİYLE YAPILMALI

Siyaset yumrukla değil kafayla, öfkeyle değil sevgiyle yapılmalı. Terörün kurban aldığı ölümlerin olduğu yerlerde liderler toplu fotoğraf verebilmeliler. Tasada ve kıvançta birlikte olabilmeliler.
 “Benin dediğim dedik çaldığım düdük” denilen yerde uzlaşma olmaz. “Gelin yapılması gerekeni birlikte saptayalım” denilirse uzlaşma olur. Liderler en az iki üç ayda bir kez bir araya gelmeliler.
Birbirlerinin elini dostça sıkabilmeliler. Söz konusu vatan, söz konusu cumhuriyet, söz konusu demokrasi olduğunda işbirliği yapabilmeliler.

UZLAŞMA OLMADAN DEMOKRASİ OLMAZ

Kavgayla gelen başarı kavgayı, uzlaşmayla gelen başarı uzlaşmayı özendirir. Barışa, dayanışmaya, uzlaşmaya ihtiyacımız var. Sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütmeye ihtiyacımız var. Bir siyasi partinin üyesi olmak diğer siyasi partilerin düşmanı gibi davranmayı gerektirmez. Tek ihtiyacımız var: Uzlaşma, sadece uzlaşma. Uzlaşmayı halk olarak biz istersek, siyasiler de istemek zorunda kalırlar. Haydi, o zaman, uzlaşmak için, işbirliği ve dayanışma için uzat elini.




4 Nisan 2018 Çarşamba

GÜRLE GELİŞİYOR




Ortaya atılan düşünce, toprağa düşen, filizlenip gün yüzüne çıkan tohum gibidir. Uygun ortam bulduğunda gelişir, projelere dönüşür ve gerçekleşir.

Bu saptamanın doğruluğunu son olarak, Gürle’de gördüm. “Gürle turizme açılmalı” düşüncesi, destek buldu, gelişti ve şimdi gerçekleşme yolunda hızla ilerliyor.

Manisa, sanayide ve tarımda almış başını gidiyor. Ancak, turizmde sahip olduğu doğal güzelliklere, tarihi ve kültürel zenginliğe rağmen gerekli atılımları yaparak, turizm kenti olma yolunda beklenen gelişmeleri yapamıyor bir türlü. Son yıllarda bu konuyu çok yazanlardan, çok konuşanlardan birisi oldum. Özellikle kırsal turizm ilgi alanlarımın en önemlisi durumuna geldi.

Sanıyorum bir ay önceydi, Yunusemre Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Kılıç Kaya’nın daveti üzerine, karanlık ve bozuk yollardan geçerek saat:19.00’da Gürle köyüne gitmiştim. İyi ki gitmişim dedim kendi kendime, hem yeni bilgiler edindim hem de önceden edindiğim bilgi ve deneyimlerimi Gürlelilerle paylaşma olanağı buldum.

Gürle, Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nin hemen bitişiğinde bir köy. Daha önceden de gitmiştim Gürle’ye, Manisa’da çekilmesi için çalıştığım Adem’in Trenleri filminin bazı sahneleri Gürle’de çekilmişti. Arada bir Gürle Alabalık Tesisleri’ne de gidiyorduk. Gürle farklı doğasıyla, su kaynaklarıyla ve un değirmenleri ile öne çıkan fakat tüm olanaklarına rağmen turizmden pay alamayan bir köyümüz.

Gürle’ye giderken, yolların çok kötü olduğunu gördük. Ülkemizin en planlı en güzel Organize Sanayi Bölgesi’nin yanında unutulmuş terkedilmiş bir köy gibi Gürle. Hele taş ocağını görünce, içimden gürlemek, bağırmak, isyan etmek geçti. Dağdaki taş ocağı, güzel bir bayanın suratında açılmış kezzap yarası gibi duruyordu. Su kaynakları var. Cennet gibi bir doğa var. Ve bir taş ocağı!...
Köylüleri toplayıp, Manisa’ya kadar yürümek geçti içimden. Yapılmayan bozuk yollar ve doğal güzelliği bozan taş ocakları için. Yapmayın ne olur. Bozmayın bu doğal güzelliği…

Köye vardığımda, muhtarlık kahvesini dolu buldum. Belediye Başkan Yardımcısı Kılıç Kaya ve Yunusemre Belediyesi’nin müdürleri, çalışanları oradaydılar. Sinevizyon için perde kurulmuştu. Ses düzeni hazırlanmıştı. Yapılacak konuşmaları dinlemeye gelen köy kadınları da vardı.

Yapılacak sunumu bende merak ediyordum. Sayın Kılıç Kaya’nın sunumunu dinleyince iyi ki gelmişim dedim. Gürle Köyü için başlatılacak Müze Köy, Tarım Köy gibi iki güzel proje beni de heyecanlandırdı.

Tarım Köy ve Müze Köy Projeleri eş zamanlı olarak Gürle’de hayata geçirilmek isteniyordu. Manisa’da yaşayan bir yurttaş olarak, bu projelere katkıda bulunmanın ertelenmez bir görev olduğunu düşünüyorum. Manisa’da turizmin gelişmesini isteyenler olarak katkıda bulunmalıyız bu güzel projelere.

Şimdi görüyorum ki, dinlediklerim tek tek uygulamaya konuluyor. Gürle’ye ulaşım için yeni yollar açılıyor. Köylülerle toplantılara devam ediliyor. Doğru olan, bu köylülerde etkin olarak çalışmaların içinde olmalı.

Gürle için düşünenler yapılan projeler gerçekleştiğinde, Gürle adı önce Ege’de sonra tüm ülkede hatta yurt dışında duyulmaya başlayacak. Gürle kırsal turizm odaklarından birisi olacak.

Emeği geçenleri yürekten kutluyorum.

Ortaya atılan düşünce, toprağa düşen, filizlenip gün yüzüne çıkan tohum gibidir. Uygun ortam bulduğunda gelişir, projelere dönüşür ve gerçekleşir.

Bu saptamanın doğruluğunu son olarak, Gürle’de gördüm. “Gürle turizme açılmalı” düşüncesi, destek buldu, gelişti ve şimdi gerçekleşme yolunda hızla ilerliyor.

Manisa, sanayide ve tarımda almış başını gidiyor. Ancak, turizmde sahip olduğu doğal güzelliklere, tarihi ve kültürel zenginliğe rağmen gerekli atılımları yaparak, turizm kenti olma yolunda beklenen gelişmeleri yapamıyor bir türlü. Son yıllarda bu konuyu çok yazanlardan, çok konuşanlardan birisi oldum. Özellikle kırsal turizm ilgi alanlarımın en önemlisi durumuna geldi.

Sanıyorum bir ay önceydi, Yunusemre Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Kılıç Kaya’nın daveti üzerine, karanlık ve bozuk yollardan geçerek saat:19.00’da Gürle köyüne gitmiştim. İyi ki gitmişim dedim kendi kendime, hem yeni bilgiler edindim hem de önceden edindiğim bilgi ve deneyimlerimi Gürlelilerle paylaşma olanağı buldum.

Gürle, Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nin hemen bitişiğinde bir köy. Daha önceden de gitmiştim Gürle’ye, Manisa’da çekilmesi için çalıştığım Adem’in Trenleri filminin bazı sahneleri Gürle’de çekilmişti. Arada bir Gürle Alabalık Tesisleri’ne de gidiyorduk. Gürle farklı doğasıyla, su kaynaklarıyla ve un değirmenleri ile öne çıkan fakat tüm olanaklarına rağmen turizmden pay alamayan bir köyümüz.

Gürle’ye giderken, yolların çok kötü olduğunu gördük. Ülkemizin en planlı en güzel Organize Sanayi Bölgesi’nin yanında unutulmuş terkedilmiş bir köy gibi Gürle. Hele taş ocağını görünce, içimden gürlemek, bağırmak, isyan etmek geçti. Dağdaki taş ocağı, güzel bir bayanın suratında açılmış kezzap yarası gibi duruyordu. Su kaynakları var. Cennet gibi bir doğa var. Ve bir taş ocağı!...

Köylüleri toplayıp, Manisa’ya kadar yürümek geçti içimden. Yapılmayan bozuk yollar ve doğal güzelliği bozan taş ocakları için. Yapmayın ne olur. Bozmayın bu doğal güzelliği…

Köye vardığımda, muhtarlık kahvesini dolu buldum. Belediye Başkan Yardımcısı Kılıç Kaya ve Yunusemre Belediyesi’nin müdürleri, çalışanları oradaydılar. Sinevizyon için perde kurulmuştu. Ses düzeni hazırlanmıştı. Yapılacak konuşmaları dinlemeye gelen köy kadınları da vardı.

Yapılacak sunumu bende merak ediyordum. Sayın Kılıç Kaya’nın sunumunu dinleyince iyi ki gelmişim dedim. Gürle Köyü için başlatılacak Müze Köy, Tarım Köy gibi iki güzel proje beni de heyecanlandırdı.

Tarım Köy ve Müze Köy Projeleri eş zamanlı olarak Gürle’de hayata geçirilmek isteniyordu. Manisa’da yaşayan bir yurttaş olarak, bu projelere katkıda bulunmanın ertelenmez bir görev olduğunu düşünüyorum. Manisa’da turizmin gelişmesini isteyenler olarak katkıda bulunmalıyız bu güzel projelere.

Şimdi görüyorum ki, dinlediklerim tek tek uygulamaya konuluyor. Gürle’ye ulaşım için yeni yollar açılıyor. Köylülerle toplantılara devam ediliyor. Doğru olan, bu köylülerde etkin olarak çalışmaların içinde olmalı.

Gürle için düşünenler yapılan projeler gerçekleştiğinde, Gürle adı önce Ege’de sonra tüm ülkede hatta yurt dışında duyulmaya başlayacak. Gürle kırsal turizm odaklarından birisi olacak.

Emeği geçenleri yürekten kutluyorum.



29 Mart 2018 Perşembe

KENT İÇİ ULAŞIMDA HAVARAY



Manisa’da kent içi ulaşımda yaşadığımız sorunlar artarak devam ediyor.Kent içi ulaşım sorunuyla birlikte otopark sorunu da giderek büyüyor.

Kentler bu yoğunluğu taşıyamıyor. Kent içi ulaşım sorununa köklü bir çözüm bulmak gerekiyor. Yapılması gerekenler belli. Kent içindeki yoğunluk azaltılacak. Adliyenin, emniyetin, olduğu gibi, devlet dairelerinin, hatta valiliğin, hizmet birimlerinin kentin yakın çevresine taşınması yoğunluğu azaltacaktır.

Bence köklü çözüm, toplu taşımadır. Ankara, İstanbul, İzmir ulaşım sorununu toplu taşımayla, metro ile çözümledi. Ankara’da ulaşım o kadar rahat ki, toplu taşıma işkence olmaktan çıkarılarak, keyifli yolculuğa dönüştürülmüş. Sorunu toplu taşımayla çözen kentler sadece bu üç kentle de sınırlı değil. Sanayileşen kentlerin tümünde, toplu taşımaya hızlı bir yöneliş var.

Kentimize baktığımızda, metronun uygun olmadığı görülüyor. Tarihi kentimizin altındaki kalıntılar, kazma işini zorlaştırabilir. Ayrıca metro yatırımı pahalı bir yatırım. Yolların bir bölümüne ray döşenmesi de, yolların darlığı nedeniyle mümkün görülmüyor. Geriye kalan tek seçenek de “HAVARAY” Çift yönlü yolların ortasına konulacak direkler üzenine döşenecek raylar üzerinde çalışacak araçlarla toplu taşıma işlemi yapılabilir. “Havaray”la  yapılacak toplu  ulaşım mevcut yolların yükünü çoğaltmayacağından, ulaşım konusuna köklü ve kalıcı bir çözüm getirilmiş olur. Manisa için Havaray önerimizi getirdiğimizde, ülkemizde örnekleri yoktu; ama şimdi Ankara’da, İstanbul’da hatta Konya’da uygulanmış güzel örnekler var. Yurtdışında çok örneği var havaray’ın.

Havaray sistemi sanayicilere büyük rahatlama getireceğinden, finansmanına sanayicilerin katkısı sağlanabilir. Hatta havaray tümüyle yap-işlet-devret modeliyle yaptırılabilir.

Manisa “Havaray”ı tartışmaya hemen başlamalı. “Havaray” Manisa Belediyesinin gündemine alınmalı. “Havaray”ı sanayiciler de tartışmaya başlamalı. Konuya ilgi duyanlar olursa, kendilerine dünyanın değişik kentlerinden değişik uygulamalarından yola çıkarak hazırladığım sunumu gösterebilirim.
Biliyorum birçok kişi daha baştan “olmaz” diyecektir. Ben Manisa’da birçok kişinin “olmaz” dediği işlerin olduğunu çok gördüm. Manisa’da “olmaz” diyenlerin sayısının “olur” diyenlerden çok fazla olduğunu da biliyorum. Ancak, buna rağmen hiç umutsuzluğa düşmüyorum. “Olmaz” diyenlerle “olur”  diyenlere baktığımda nicelik ve nitelik farkını görüyorum. “Olmaz” diyenler sayıca çok oluyor ama “olur” diyenlerin daha nitelikli olması işi her zaman kolaylaştırıyor. İpe un sermek, mazeret üretmek isteyenler, olmaz diyenlerin sayısının çokluğunu kullanabilirler. Ancak, mazeret üretmek yerine marifet göstermek isteyenler,  ülke için, kent için yararlı gördükleri işleri denilenlere bakmadan başarırlar. Şunu iyi bilmeli ki, yarınlara olmaz denileni olduranlar adı ve yaptıkları kalacaktır.

Manisa’da “Havaray” olur mu? Bal gibi olur. Manisa’da kent içi ulaşım sorununu “Havaray” çözer mi? Bal gibi çözer.

Hele bir “Havaray”ı tartışmaya başlayalım. “Başlamak yarısıdır “ diyorlar ya, aslında başlamak tamamıdır. Yeter ki, konuşmaya başlayalım. Birçok insanın “uçuk” bulduğu “Havaray Projesi” Manisa için uygulanabilir ve sürdürülebilir bir çözümdür…




21 Mart 2018 Çarşamba

ETİK VE ESTETİK


Niye, yaşadığımız toplumdan çok sayıda,  her konuda adını duyuran çağdaş dünyada da ilgi uyandıracak yapıtlar üreten sanatçılar, buluşlar yapan bilim adamları, sporcular çıkamıyor, çıkanlara sahip çıkılmıyor diye düşünüyorum.  Benim düşündüğümü birçok kişinin de düşündüğünü ancak, soruya inandırıcı akılcı bir yanıt bulunamadığını biliyoruz. Çoğunluk sorunu ezbere dayanan eğitim sisteminde görüyor.

Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? “Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek” sözü neden söylenmiş. Eksikliklere, aksaklıklara kolayca alışıveren bir yapımız var. Tüm bunların nedenini acaba kadercilikte mi aramamamız gerekecek. “E ne olmuş?” deyip çıkıveriyoruz işin içinden. Aslında zekamıza diyecek yok! Sorun sanırım tembelliğimizde. Zekiyiz ama tembeliz.

Bu aralar, kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor, cümlesini çok kullanıyorum. Çok kullanışımın nedeni, duyduğum rahatsızlık. Kentlerdeki çirkinlikler beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız edenin birçok kişiyi rahatsız etmemesine üzülüyorum. Bunca yolsuzluk beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız ettiği kadar, hepimizi etse, sorunun çözümleneceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Ancak “Bal tutan parmağını yalar” cümlesini sık kullanan bir toplumun yolsuzluklardan rahatsızlık duyduğunu söylemek pek kolay olmuyor.

Olumsuzluklara alışıveriyoruz hemen. Belli bir zaman dilimi içinde, belli girdileri kullanarak ve belli bir hızda çalışarak, yapabileceğimiz bir işi, güzel yapmak varken, kötü yapıp, “idare eder” diyerek, kabullendirmeye çalışmayı anlayamıyorum. Hele zamana karşı yarışılıyorsa, kötü ürünü, iyi gibi görmek ve göstermek boynumuzun borcu oluyor. Estetik erozyonun nedeni bu gibi geliyor bana. ”Yapıştır gitsin” diyenlerin sayısı artıyor.

Çok güzel binaların yanında, çok çirkinleri de var. Bakarsanız iki binaya da harcanan paranın farklı olmadığını görürsünüz. Birçok binaya bakarım, bu kadar çok para, bu kadar çok emekle böyle bir çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar diye şaşırmaktan kendimi alamam. Gerçekten bunca çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum.

Güzel bir gazete ile kötü bir gazete için harcanan emek, zaman ve paranın pek farklı olmadığını biliyorum.  Herhangi bir kişi, bakıyorsunuz daha az zaman, daha az emek harcayarak benzerlerinden daha güzel bir yapıt koyabiliyor ortaya.  Bir ressam içinde durum aynı, aynı tuval, aynı boya, ancak sonuç aynı değil. Burada önemli olan, insan, eğitilmiş insan, estetik yönü gelişkin insan.
Estetik önemli dediğinizde, “önemsiz” diyen mi var?” diyorlar.  Önemliyse, her önemli konu gibi önemine yaraşır özen ister. Hele kentleşmede,  hele yayıncılıkta, gazete çıkarmada, televizyonculuk yapmada bu özen işine daha büyük önem vermek gerekir.

“Ufacık ayrıntı” deyip geçiştiremeyiz işi. Ufacık ayrıntı deyip, görmezlikten gelirsek, devamında gelen ayrıntıları da “ufacık” deyip geçiştirmeye başlarız ki, işte bu estetik erozyonun başlangıcı olur.

Bildiğimiz toprak erozyonunu sık sık gündeme getirip, yeterli olmasa da belli önlemleri almaya çalışıyoruz da, etik ve estetik erozyonunu görmüyoruz bile. Hele estetik erozyonunun varlığından bile haberimiz yok.

Etik ve estetik erozyonla mücadele etmeden,  mutlu insan, mutlu toplum yaratamayız. Ne işbirliğini nede dayanışmayı güçlendirebiliriz. Etik ve estetik erozyonunu önlemezsek demokrasiyi de işletemeyiz. Etik ve estetik çöküntü devam ederse giderek ilkelleşiriz. Eller aya giderken biz yaya kalırız…

Etik ve estetik ayrılmaz ikizlerdir. Biri kötüyse diğeri iyi olamaz. Etik ve estetik değerleri yüksek insanlar yetiştirmek için, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemek şart…



17 Mart 2018 Cumartesi

ÇANAKKALE RUHU



Ülkemizin Çanakkale ruhuna gerçekten ihtiyacı var. Çanakkale Ruhu, bu ülkede yaşayanların, inanç ve köken ayrımı gözetmeden tümünün bu ülkenin huzuru ve güvenliği için birlikte mücadele etmesidir.

Çanakkale ruhu her türlü ayrımcılğın bitmesidir.
18 Mart 1915 Çanakkale'de bir kahramanlık destanının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.

Çanakkale zaferi, önemine yaraşır bir özenle kutlanmalı, öğrenilmeli öğretilmelidir. Çanakkale'den geriye kalan, bir büyük destan, bir büyük komutan, yüzbinlerce şehit ve Koca Seyit.

Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusuna, Mustafa Kemal gibi bir büyük önderi hediye etmiştir.

Ne Çanakkale'yi unuturuz, ne Koca Seyit'leri ne de Mustafa Kemal'i. Unutmayacağımız birşey daha var: Çanakkale'de ortaya çıkan birlik bütünlük ruhu.

Çanakkale Savaşında tarihe şanla geçen anlatılan ve dünya durdukça anlatılacak olan, kahramanlık öyküleri vardır.  Bu öykülerden birisi de Koca Seyit'in öyküsüdür: 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, gürbüz yapısı ve pehlivanlığıyla dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığına izafeten "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyid" diye anılmıştır.

1914'te Birinci dünya savaşı patlak verdiğinde Seyit Çanakkale'de topçudur.  Çanakkale Boğazı'nın Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28 lik Mecidiye bataryasında Şeyit'le birlikte kırk kişi vazifeliydi. 17 Mart 1915'te Çanakkale'deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi.
Kıyıları yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraklamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükseliyor, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutuyordu. Ateş çemberi genişleye, genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peşpeşe düşmeye başlamıştı. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı.

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde ateş püskürmeye devam eden düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 276 kilo ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu? Seyit, şaşkınlıkla kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da  koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtına almıştı. Bir çırpıda, 28'lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit, mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vererek önünde canavar gibi duran Ocean'ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tesbit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirince topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı, koca gemi isabet almış ve sulara gömülmüştü. Bu sanki savaşın kırılma noktasıydı.  Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edildi. Çanakkale'nin geçilmezliği tüm dünyaya kanıtlanmış oldu.

Türk Ulusu Koca Seyit'i gördü yüreklendi. Mustafa Kemal'i Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in can pazarında gördü umutlandı.  Çanakkale Savaşından geriye güzel bir destan kaldı. Çanakale destanından geriye kalan ve şimdi çok ihtiyacımız olan ÇANAKKALE RUHU olmalı. İşte şimdi bu ruh heniden ortaya çıkarılmalı.



8 Mart 2018 Perşembe

KADINLAR GÜNÜ



Bir özlemimi dile getirmek istiyorum hemen yazımın başında: Katınlar, siyasetin içinde olmalı, kentlerin ve ülkenin yönetimine etkin biçimde katılmalı.

Sadece evlerin içine değil, kentin sokaklarına ve meydanlarına kadın eli değmeli.

Tek paragraflık bir özlemin ardından, günün anlam ve önemine ilişkin düşüncelerimi aktarmaya geçebilirim. Dünya Kadınlar Günü’nün ilk olarak gündeme gelmesi 1800’lü yıllara rastlar. 1800’lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları isteyen kadın işçiler haklarını kazanmak için mücadele etmişlerdir. Bu hak arama, daha iyi koşullarda çalışma mücadelesi yıllarca devam etmiştir. Devam etmektedir ve edecektir.

Birleşmiş Milletler Örgütü, kadınlarda ayrımcılığı, istismarı fark etmiş ve kadın problemlerine dikkat çekmek için 8 Mart 1975’te, 8 Mart gününü Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul etmiştir.

Amaçlarına ulaşmak için çalışan kadınlar için 8 Mart özel ve önemli bir gündür, önemine yaraşır şekilde kutlanmalıdır. Bence bugünün anlamı ve önemi, hiçbir yaşam sıkıntısı olmayan, lüks içinde yaşayan, kadınlara gelecek bir çiçek, bir hediye vermekle sınırlandırılamaz. Kadınlara çiçek vermek için yüzlerce neden bulabiliriz ama 8 Mart çalışan kadınların günü bir hak arama bir başkaldırma ve siyasete etkin biçimde katılma günü olarak kutlanmalıdır.  Atanamayan bayan öğretmenler, iş bulamayan kadınlar, çocuk yaşta evlendirilenler, istismar edilenler mutlaka gündeme getirilmelidir.

Kadın kuluçka makinesi gibi görülmemeli, kafesler ardına hapsedilmemeli. Kadın duyarlılığı kente ve ülke yönetimine yansıtılmalı. Görün bak kentler nasıl daha güzel, nasıl daha yaşanası olur. Okuryazar olmayan kadınlar için ülke düzeyinde bir seferberlik başlatılmalı kadınlarımız okuryazar durumla getirilmeli.

Öte yandan, sadece dini nikahın yeterli görülmesi, kumalık, berdeller, başlık paraları, dayak ve baskı, töre cinayetleri sona erdirilmeli. Şehirlerimizde işyerlerinde cinsel tacize maruz kalan, doktor yüzü görmediği için yaşamını yitiren kadınların sorunlarına acilen çözüm bulunmalı.

Şu evlendirme programlarının yerini kadınları eğitme okuma yazma programları alsa. Okuma yazma öğrenenlere ödüller verilse, onlara iş bulunsa, eğitimli kadın sayısı çoğaltılsa, ülkemizin kalkınma hızının artacağından, çocukların daha iyi eğitileceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Bir ülkenin kalkınması için öncelikle kadınlarının eğitilmesi gerekir.

Kadınlarımızı erkeğinin yanında birinci sınıf yurttaş yapan, onlara seçme ve seçilme hakkı veren, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kadınlarımız Atatürk’ü daha çok sevmeli, çocuklarına Atatürk sevgisini öğretmeliler.

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında analarımız önemli çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Yeri geldiğinde cephede savaşmış, yeri geldiğinde cephe gerisinde savaşa destek olmuşlardır, Savaş ardından ülkenin kalkınmasında da kadınlarımız, en ön saflarda yerlerini almıştır.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.



28 Şubat 2018 Çarşamba

KEÇİ ÇOBANLIĞINDAN DEVECİLİĞE



Çobanlıktan deveciliğe geçiş öyküsünü çok sıkça anlatıyorum.

Çoğunluğu bilenlerin isteği üzerine oluyor. Bu kez de istek üzerine ilginç bulacağınızı düşünerek yeniden yazıyorum.

1950’li yıllar zor yıllardı. Nereden biliyorsunuz demeyin, o yılları yaşadım ve biliyorum. O yıllar özellikle bizim için topraksız köylüler için daha zor yıllardı. Yaşantımızı tek odalı bir ev de sürdürüyorduk. Mutfağımız, yemek odamız, misafir odamız, yatak odamız hepsi o on beş metre kareyi geçmeyen tek odaydı. 1950’li yıllar gerçekten zor yıllardı. Ancak mutlu olmayı, mutlu kalmayı becerebiliyorduk.

Köyde tek bir kişinin keçi sürüsü vardı. Babam keçi sürüsünün çobanlığını yapıyordu. O yıllarda paralı alışverişler yerine değiştirmeler yapılırdı. Sizde olanı olmayana veriyor, ondan da sizde olmayanı alıyordunuz. Köye gelenler, zeytin ve yumurta alarak satış yapıyorlardı. Bulgurla, buğdayla alışveriş yapanlar bile vardı. Çocuklar bakkala yumurta götürür şeker alırlardı.  Keçi sürüsünün sahibi de babama ücret olarak para yerine keçi verirdi. Yıllar sonra ağanın yüz keçisi içinde bizimde on beş keçimiz oldu. Annem bizim keçileri ayrı sağar, sütünü yoğurt yapar satardık.

Bir zaman sonra, babam keçi çobanlığından yakınmaya başladı. Babamı sevenlerden birisi “Bırak demiş keçi çobanlığını. Sat keçilerini, bir deve al. Odun taşır geçinir gidersin. Ağanın tafrasını çekmekten de kurtulursun” demiş. Birlikte bir hesap yapmışlar. Gerçekten de yirmi keçi ile bir deve alınabiliyormuş.

Babam keçileri satıp deve aldı. Böylece keçi çobanlığından kurtulmuş oldu. Hayatımız değişti. Babam her sabah deveyi alıp dağa oduna giderdi. Getirdiği odunu köydeki kahvelere satardı. Kış bastırana kadar her şey düzenli ve güzel gidiyordu. Kış bastırınca deveyi soğuktan korumak zorlaştı. Evin önüne ıhtırıp üzerini eski kilimlerle örtüyorduk. Durumumuzu gören komşumuz. “Bu böyle olmayacak, deveyi üşüteceksiniz. Gelin onu bizim eşek damına koyalım” dedi. Gidip eşek damına bakıldı. Deve yüksek, eşek damı alçaktı. Sununda onunda çaresi bulundu. Deveyi dışarıda ıhtırıp, ayaklarını bağlıyorduk. Emekler durumda da eşek damına koyuyorduk. Sabahleyin de paketlenmiş biçimde damdan dışarı çıkarıp, ayaklarını çözerek ayağa kaldırıyorduk. Deve için birazcık zahmetli oluyordu ancak soğuktan korunması içinde başka bir seçeneğimiz yoktu.

Akşamüzeri yine deveyi paketlenmiş biçimde eşek damına koyup, evlerimize çekildik. Gecenin bir yerinde büyük bir gürültü ile uyandık. Gürültü komşumuzun eşek damının olduğu yerden geliyordu. Koşup gittiğimizde gördüğümüz manzara gerçekten korkunçtu. Eşek damının içinde devenin ayakları çözülmüş ve deve ayağa kalkmıştı. Deve ayağa kalkınca da dam devenin üstüne yıkılmıştı. Deve yıkıntılar arasında bağırırken, köylüler damın çevresinde toplanıp deveyi yıkıntının içinden kurtardılar.

Komşumuzun eşek damına verdiğimiz zararı devemizi satarak ödeyebildik. Yine ortada kalmıştık. Babam varlıklı köylülerin birinin yanında yanaşma olarak çalışmaya başladı. Sadece babam değil annem ve bende çalışıyorduk.

Anlatmak istediğim deve öyküsü işte böyle. Öyküyü, topluluklar özellikle kooperatif ortakları karşısında anlatırken, bir üretim aşamasından, bir üretim aşamasına geçmek için koşulların oluşması gerekir. Eğer koşullar oluşmadan yeni bir üretim aşamasına geçilirse, eşek damının devenin tepesine yıkılması gibi sorunlar yaşanabilir diye noktalıyordum.

Demokrasiye geçişin, Avrupa Birliğine girişin ve kentleşmenin koşulları oluşturulmadan olmuyor. Damların tepemize yıkılmasını istemiyorsak, yeni aşamalara geçişin koşulları oluşturulmalı. İlkel araçlarla ve yönetmelerle çağdaş amaçlara ulaşılamıyor.




22 Şubat 2018 Perşembe

GÜRLE



Geçtiğimiz hafta bugün, Yunusemre Belediye Başkan Yardımcısı Sayın Kılıç Kaya’nın daveti üzerine, karanlık ve bozuk yollardan geçerek, saat:19.00’da Gürle köyüne gittim.

Gürle, Manisa Organize Sanayi Bölgesi’nin hemen bitişiğinde bir köy. Daha önceden de gitmiştim Gürle’ye, Manisa’da çekilmesi için çalıştığım Adem’in Trenleri filminin bazı sahneleri Gürle’de çekilmişti. Arada bir Gürle Alabalık Tesisleri’ne de gidiyorduk. Gürle farklı doğasıyla, su kaynaklarıyla ve un değirmenleri ile öne çıkan bir köyümüz.

Gürle’ye giderken, yolların çok kötü olduğunu gördük. Ülkemizin en planlı, en güzel Organize Sanayi Bölgesi’nin yanında unutulmuş terkedilmiş bir köy gibi Gürle. Hele taş ocağını görünce, içimden gürlemek, bağırmak, isyan etmek geçti. Dağdaki taş ocağı, güzel bir bayanın suratında açılmış kezzap yarası gibi duruyordu. Su kaynakları var. Cennet gibi bir doğa var. Kim verir kentin içinde bu taşocağı ruhsatlarını anlamak mümkün değil.

Köylüleri toplayıp, Manisa’ya kadar yürümek geçti içimden. Yapılmayan bozuk yollar ve doğal güzelliği bozan taş ocakları için. Yapmayın ne olur. Bozmayın doğal güzelliği…
Köye vardığımda, muhtarlık kahvesini dolu buldum. Belediye Başkan Yardımcısı Kılıç Kaya ve Yunusemre Belediyesi’nin müdürleri, çalışanları oradaydılar. Sinevizyon için perde kurulmuştu. Ses düzeni hazırlanmıştı. Yapılacak konuşmaları dinlemeye gelen köy kadınları da vardı.

Yapılacak sunumu bende merak ediyordum. Sayın Kılıç Kaya’nın sunumunu dinleyince iyi ki gelmişim dedim. Gürle Köyü için başlatılacak Müze Köy, Tarım Köy gibi iki güzel proje beni de heyecanlandırdı.

Tarım Köy ve Müze Köy Projeleri eş zamanlı olarak Gürle’de  hayata geçirilmek isteniyordu. Manisa’da yaşayan bir yurttaş olarak, bu projelere katkıda bulunmanın ertelenmez bir görev olduğunu düşünüyorum. Manisa’da turizmin gelişmesini isteyenler olarak, katkıda bulunmalıyız bu güzel projelere. Manisa, tarımda, özellikle üzümde ve zeytinde öne çıkmış bir kent. Sanayide de adeta destan yazıyor, ancak turizmde çok gerideyiz. Doğal güzelliklerimize tarihi zenginliklerimize rağmen çok gerideyiz. Bu nedenle Gürle Projesini önemsemeliyiz, projeyi başlatanları kutlayıp destek olmalıyız.

Gürle Projesi gerçekleştiğinde, Gürle hem çevre yoluna hem de Menemen yoluna yeni yollarla bağlanmış olacak. Akgedik ve Gürle Toplu Konut Alanları’ndan Gürle`ye yeni yollar yapılacak.
Anlatılanları dinlerken, Şirince Köyü canlandı gözlerimin önünde. Proje gerçekleştiğinde, Gürle’ye çok ziyaretçi geleceğinden, hiç kuşkunuz olmasın.

1930’larda, 40’larda, 50’lerde Anadolu’nun bir köyünde ne varsa, bu köyde de hepsi hatta daha fazlası var. Gürle, çamaşırhanesi, okulu, bakkalı, köy evleri, su değirmenleri, asma ve kemerli köprüsü, köy kahvesi, köyün içinden akan deresi, derede yüzen ördekleri ve alabalık tesisleri ile öne çıkacak.
Düşünülenler arasında, asma köprü, zipline, at safari, pickup, atv, motokros turları, dağ-kaya tırmanışı, çadır kampı yer alacak.

Projeyi yürütecek olanlara başarılar diliyorum. Öncelikle taş ocağı ruhsatı iptal edilmeli, yeni yollar açılmalı, mevcut yol iyileştirilmeli ve bunlardan daha önemlisi, köylüler gecikmeden bir dernek kurup haklarını savunmaya başlamalılar…




16 Şubat 2018 Cuma

ÖZLEM


Benim bir özlemim var. Ne mutlu özlemi olanlara; Ne mutlu içinde özlem büyütenlere; Ne mutlu özlemim gerçekleşsin diye çalışanlara.
Martin Luther King’in 28 Ağustos 1963’te yaklaşık 200 bin kişiye hitap ettiği Lincoln Meydanı’nda gerçekleştirdiği “Bir Hayalim Var” isimli konuşması tarihe geçen unutulmaz anlardan biridir. King bu konuşmayı yaptığında, ben 18 yaşında, özlemleri olan, yurdunu seven, ülkemizde ve dünyada olanla bitenle ilgilenen bir delikanlıydım. King’in konuşmasının Dünya’da yarattığı etkiyi biliyorum. Sonradan bu konuşmadan esinlenerek şarkılar bile yapıldı. Hangimizin hayalleri özlemleri yok ki…
King, bu konuşmasında genel olarak insan hakları, eşitlik ve özgürlük mücadelesini etkili biçimde öne çıkarıyordu.
“Bir Hayalim Var” diye başlamıştı konuşmasına.
Konuşmasının bir yerinde “Bir rüyam var. Gün gelecek, bu ulus ayağa kalkıp kendi inancını gerçek anlamıyla yaşayacak. Şunu kendinden menkul bir gerçek kabul ederiz ki, bütün insanlar eşit yaratılmıştır. Gün gelecek, eski kölelerin evlâtlarıyla eski köle sahiplerinin evlâtları, Georgia'nın kızıl tepelerinde kardeşlik sofrasına birlikte oturacaklar. Gün gelecek, Mississippi eyaleti bile, adaletsizliğin ve baskıların sıcağıyla bunalıp çölleşmiş olan o eyalet bile, bir özgürlük ve adalet vahasına dönüşecek. Gün gelecek, dört küçük çocuğum, derilerinin rengine göre değil, karakterlerine göre değerlendirildikleri bir ülkede yaşayacaklar.” diyordu.

Tarihe geçen King’in konuşmasını tümünü bulun okuyun ve okutun derim.

Hepimizin hayalleri özlemleri var. Özlemlerimiz ortak hale gelirse,  hepimizin hatta tüm insanlığın ortak özlemi haline gelirse, gönülden söylenirse inanın gerçekleşir.
Benim bir özlemim var: Silahlardan, savaştan arınmış bir dünya istiyorum.
Benim bir özlemim var: Silah üretimine ayrılan kaynaklar insanlar için harcanırsa bir tek aç insan kalmaz.
Benim bir özlemim var: Suları, denizleri, havayı özetle doğayı kirletmesek, ormanları tüketmesek, dünya yaşanası bir cennet olur…
Benim bir özlemim var: Silahlanmaya harcadığımız kaynakları sağlık için harcasak tüm hastalıkların kökü kazınır.
Benim bir özlemim var:  Savaşlar bitsin, barış gelsin.
Benim bir özlemim var: Emperyalist ülkelerin halkları ayağa kalksın. Bir tek emperyalist ülke kalmasın.
Benim bir özlemim var: Tüm insanlar kardeştir densin. Ayrımcılık bitsin.
Benim bir özlemim var: Bırakın dünyayı sevgi yönetsin, korkular sinsin.
Benim bir özlemim var: Barıştan kardeşlikten dayanışmadan yana tüm özlemler gerçekleşsin.
Benim özlemlerim hepimizin özlemi biliyorum. Bu özlemlerin gerçekleşmesini emperyalistler önlüyor biliyorum. Onların sayıları az, biz barıştan kardeşlikten dayanışmadan yana olanlar daha fazlayız. Bir gerçek var. Onlar örgütlü biz dağınığız.

Benim özlemim barıştan kardeşlikten dayanışmadan yana olanların Martin Luther King gibi sesini yükseltmesidir.

 
back to top