Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

31 Ağustos 2017 Perşembe

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN


Kurban Bayramınızı erkenden kutluyorum.

Siz bu yazıyı okurken ben, İstanbul’da Hüsnü Özyeğin Vakfının düzenlediği, kırsal kalkınma konulu bir toplantıda Obasya’yı anlatıyor olacağım. Ardından 10 günlük tatil başlayacak. Kentler yine boşalacak insanlar deniz kıyılarına akacak.

Bir kurban bayramını daha kutlayacağız telaş içinde. Her bayramın üçüncü günü saat 11.00’de Yeni Manisa Öncü Sitesi’nde oturanlar olarak sitenin sosyal tesisinde bayramlaşırdık. Güzelde olurdu. Barışı kardeşliği dayanışmayı güçlendirmek için bu tür gelenekler oluşturulmalı.

Korkarım yine bu bayramda da trafik canavarına kurbanlar vereceğiz. Bayram için, kentler ve ülkeler arasında yolculuk yapanlar ne olur trafik kurallarına uysalar, ne olur süratli gitmeseler. Her bayram, yüzlerce yurttaşımızı trafik kazalarında kurban vermesek.

Bayramlar, benim için, içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat  tanıyan günler oluyor. Kendinizle konuşmayı, deli derler diye sokakta, işyerinde yapamıyorsunuz. Kendisiyle konuşanlara deli diyenlerinde zaman zaman kendisiyle konuştuklarını düşünüyorum. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de seviyorum bayramları. Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet. İnsanlar, daha sevecen, daha barışçı oluyorlar bayramlarda. Özellikle çocuklar daha sevinçli oluyorlar. Çocukları sevinçli görmek beni mutlu etmeye yetiyor.

“Eski bayramlar şöyleydi, eski bayramlar böyleydi.” diyerek, geçmişe özlem duyulmasını, ağıtlar yakılmasını pek doğru bulmuyorum. Eski bayramlar, eskinin koşulları içinde güzeldi. Şimdi eskinin koşulları olmadığına göre, bayramlar da eskinin bayramları gibi olamayacaktır. Önemli olan, yeni güzellikleri, yeni günün koşulları içinde yaratabilmektir. Geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek bayramları kutlamak önemli. Günümüzün bayramlarını da güzel yapmak, bayramı bayram gibi yaşamak kendi elimizdedir. “İnsan değişmez” sözünü doğru sayıp, değişememeyi savunma olarak çok kullandım. Ancak, şimdi yanıldığımı düşünüyorum. İnsan isterse değişebilir. İstemek değişimin ilk adımıdır. İkinci adım da değişim için çalışmak olmalı. Bahsettiğim değişimin özünde gelişim var elbet.

İnsan değişebilir. Değişmelidir de. İnsanın zaman zaman içine bakması ve kendisi ile konuşması insanı değişim noktasına getirebiliyor. Uzun süreli bayram tatili size bu fırsatı verebilir.

“İnsan değişmez” dersek. “Böyle gelmiş, böyle gider” de dememiz kaçınılmaz oluyor. Oysa, böyle gelmiş ancak böyle gitmemeli.  Böyle gelmiş böyle gitmemeli diyorsak, değişimin gerekliliğini de ortaya koymuş oluyoruz. Değişimin gerekliliğini anlayınca da, değişimin yönünü belirlemiş oluyoruz. İşin bundan sonrası çalışmaktır sadece. Yine o çok yinelediğimiz “ben nerede hata yaptım” sorusunu kendimize sorarak başlayacağız çalışmaya.

Acaba şu trafik canavarı ile baş edemez miyiz? Acaba diyorum, değişemez miyiz? Doğruya güzele, çağdaş uygarlığa doğru daha hızlı biçimde yönelemez miyiz?  Acaba, her bayramda trafik kazaları mı izleyeceğiz? Dileğimi yineliyorum. Dilerim bu bayramda ölümlü trafik kazaları olmaz.

Bu bayram benim düşündüklerimi sizlerde düşünmüşsünüzdür elbet. Ancak düşünmek yetmiyor. Düşünceyi eyleme dönüştürmek gerekiyor...

Bayramınız Kutlu Olsun.



29 Ağustos 2017 Salı

ZAFER BAYRAMI


30 Ağustos 1922'de Dumlupınar Meydan Muharebesi'nin kazanılması ve ardından Yunan ordusunun denize dökülmesi, Anadolu'yu işgal etmek isteyenlere verilmiş büyük bir derstir.

Yurdumuzu bölmek ve işgal etmek isteyenlerin kovulmasından bugün bile çıkarılacak dersler vardır.

Mustafa Kemal 1 Eylül 1922'de "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir" emrini verir. Ve Şanlı ordumuz, zaferlerle dolu bir yolculuğa çıkarak, 8 Eylül'de Manisa'yı, 9 Eylül 1922'de İzmir'i kurtarır. Ve böylece cumhuriyete giden yol açılmış olur.

Zafer Bayramını şehit haberleri dinlerken ve şehitlerimiz için yapılan cenaze törenlerini gözyaşları içinde izlerken kutlamaya hazırlanıyoruz.

Ulusal Kurtuluş Savaşımızı, milli bayramlarımızı ve kentlerimizin kurtuluş günlerini giderek daha da artan bir coşkuyla kutlamalıyız. Şehitlerimizi sevgiyle, minnetle, rahmetle anmalıyız.  Atatürk’ü yüreğimizden ve dilimizden hiç düşürmemeliyiz. Kurtuluş yolu Atatürk'ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur.  Anıtkabir her zaman dolup taşmalı.  Milli duygularımızın büyüklüğü, şehit kanlarıyla sulanan bu vatanı, devletimizi, milletimizi, birliğimizi ve bağımsızlığımızı simgeleyen bayrağımıza olan saygımızı dost ve düşmanlar hep görmeli.

Kara bulutlar kaplamış gökyüzünü. Kırılmış kolumuz kanadımız. Silahlarımız alınmış ellerimizden. Ordularımız dağıtılmış. İhanet çöreklenmiş ülkemin üstüne kara bir yılan gibi. Kenetlenmiş çenelerimiz, suskunuz. Suskunuz ama umutsuz değiliz. Bağımsızlık için çarpıyor yüreklerimiz. Ülkeyi böyle kurtardık; Cumhuriyeti böyle kurduk biz. Böyle sahip çıkarız.

Anadolu'ya çevrilmiş kem gözler. Ülkemizi bölmek, parçalamak, yok etmek istiyorlar. Oysa esas olan, Türk milletinin şerefli bir millet olarak birlik, bütünlük ve kardeşlik içinde yaşamasıdır. Bu da ancak bağımsız kalmakla olur. Bağımsızlıktan yoksun olan uluslar karanlıktan kurtulamazlar. Türk'ün onuru, Türk'ün yetenekleri büyüktür. Türk’e tutsak olarak yaşamaktansa ölmek yaraşır. Öyleyse, "Ya bağımsızlık ya ölüm" diyordu Mustafa Kemal. Ya Bağımsızlık Ya Ölüm...

Ülkemizin nasıl kurultarıldığını ve ardından cumhuriyetimizin nasıl kurulduğunu biliyoruz. Bu güzel vatanda şanlı bayrağımız altında ulusal birliğimizi ve cumhuriyetimizi koruyarak kardeşçe yaşamaktan başka seçeneğimiz yok. Doğru olan, birlikte insanca ve özgürlük içinde yaşamaktır, gerisi hikaye. Bunun dışındaki her çözüm, yok oluştur, bitiştir, felakettir. Bunun dışındaki her çözüm sadece düşmanlarımızı güldürür. Bu vatan kolay kazanılmadı. Bu cumhuriyet kolay kurulmadı. Kıymetini bilelim.

Bayrak ve Atatürk birliğimizin bütünlüğümüzün değişmeyen simgeleridir. Bizi bölmek parçalamak isteyenler, Atatürk'e saygısızlık edenlerdir. Yabancı devlet adamlarından  Anıtkabir'e gitmeyenlere bakın onların bizim dostumuz olmadığını ülkemiz için örtülü emellerinin olduğunu hemen görürsünüz.

Milli bayramlar, bizi güçlendiren bağlardır. 30 Ağustos Zafer Bayramımız kutlu olsun.

Evlerimizi, balkonlarımızı bayrak ve Atatürk resimleriyle süsleyelim...



25 Ağustos 2017 Cuma

ETİK VE ESTETİK ÇÖKÜNTÜ


Bu aralar, kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor, cümlesini çok kullanıyorum.

Niye, yaşadığımız toplumdan çok sayıda, her konuda adını duyuran çağdaş dünyada da ilgi uyandıracak yapıtlar üreten sanatçılar, buluşlar yapan bilim adamları, sporcular çıkamıyor, çıkanlara sahip çıkılmıyor diye düşünüyorum. Benim düşündüğümü birçok kişinin de düşündüğünü ancak, soruya inandırıcı, akılcı bir yanıt bulunamadığını biliyoruz. Çoğunluk sorunu ezbere dayanan eğitim sisteminde görüyor. Eğitim şart diyenlerin sayısı artıyor.

Ne oldu bize? Biz neden böyleyiz? “Türk gibi başlayıp, Alman gibi bitirmek” sözü neden söylenmiş. Eksikliklere, aksaklıklara kolayca alışıveren bir yapımız var. Tüm bunların nedenini acaba kadercilikte mi aramamız gerekecek. “E ne olmuş?” deyip çıkıveriyoruz işin içinden. Aslında zekamıza diyecek yok! Sorun sanırım tembelliğimizde. Zekiyiz ama tembeliz.

Bu aralar, kentlerimizde etik ve estetik sorunu yaşanıyor, cümlesini çok kullanıyorum. Çok kullanışımın nedeni, duyduğum rahatsızlık. Kentlerdeki çirkinlikler beni rahatsız ediyor. Beni rahatsız edenin birçok kişiyi rahatsız etmemesine üzülüyorum. Bunca yolsuzluk beni rahatsız ediyor... Beni rahatsız ettiği kadar, hepimizi etse, sorunun çözümleneceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Ancak “Bal tutan parmağını yalar” cümlesini sık kullanan bir toplumun yolsuzluklardan rahatsızlık duyduğunu söylemek pek kolay olmuyor.

Olumsuzluklara alışıveriyoruz hemen. Belli bir zaman dilimi içinde, belli girdileri kullanarak ve belli bir hızda çalışarak, yapabileceğimiz bir işi, güzel yapmak varken, kötü yapıp, “idare eder” diyerek, kabullendirmeye çalışmayı anlayamıyorum. Hele zamana karşı yarışılıyorsa, kötü ürünü, iyi gibi görmek ve göstermek boynumuzun borcu oluyor. Estetik erozyonun nedeni bu gibi geliyor bana.

Çok güzel binaların yanında, çok çirkinleri de var. Bakarsanız iki binaya da harcanan paranın farklı olmadığını görürsünüz. Bir çok binaya bakarım, bu kadar çok para, bu kadar çok emekle böyle bir çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar diye şaşırmaktan kendimi alamam. Gerçekten bunca çirkinliği yaratmayı nasıl başarıyorlar bilemiyorum.

Güzel bir gazete ile, kötü bir gazete için harcanan emek, zaman ve paranın pek farklı olmadığını biliyorum. Herhangi bir kişi, bakıyorsunuz daha az zaman, daha az emek harcayarak benzerlerinden daha güzel bir yapıt koyabiliyor ortaya. Bir ressam içinde durum aynı. Aynı tuval, aynı boya, ancak sonuç aynı değil. Burada önemli olan insan, eğitilmiş insan, estetik yönü gelişkin insan.

Estetik önemli dediğinizde, “önemsiz” diyen mi var?” diyorlar.  Önemliyse, her önemli konu gibi önemine yaraşır özen ister. Hele kentleşmede, hele yayıncılıkta, gazete çıkarmada, televizyonculuk yapmada bu özen işine daha büyük önem vermek gerekir.

“Ufacık ayrıntı” deyip geçiştiremeyiz işi. Ufacık ayrıntı deyip, görmezlikten gelirsek, devamında gelen ayrıntıları da “ufacık” deyip geçiştirmeye başlarız ki, işte bu estetik erozyonun başlangıcı olur.

Bildiğimiz toprak erozyonunu sık sık gündeme getirip, yeterli olmasa da belli önlemleri almaya çalışıyoruz da, etik ve estetik erozyonunu görmüyoruz bile. Hele estetik erozyonunun varlığından bile haberimiz yok.

Etik ve estetik erozyonla mücadele etmeden,  mutlu insan, mutlu toplum yaratamayız. Ne işbirliğini nede dayanışmayı güçlendirebiliriz. Etik ve estetik erozyonunu önlemezsek demokrasiyi de işletemeyiz. Etik ve estetik çöküntü devam ederse giderek ilkelleşiriz. Eller aya giderken biz yaya kalırız…

Etik ve estetik ayrılmaz ikizlerdir. Biri kötüyse diğeri iyi olamaz. Etik ve estetik değerleri yüksek insanlar yetiştirmek için, bilimin aydınlattığı uygarlık yolunda ilerlemek şart…



17 Ağustos 2017 Perşembe

EMPATİ


Empati yapanların giderek azaldığı toplumda sanırım empatiyi anlatmak köre fili tanımlamak kadar zor olacak.


Oysa tanım çok kısa, kendimizi başka birinin yerine koyabiliyorsak empati yapmış oluyoruz. Bu kadar basit işte. Empati yapmadığımızda tartışma büyüyor, iletişim zorlaşıyor. Tartışmanın bir yerinde kendimizi karşımızdakinin yerine koyabilsek anlamaya çalışsak, cevap hazırlama yerine dinleyebilsek sanırım kavgalar büyümez. İletişimler el sıkışarak anlaşarak, sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak devam eder, iki tarafta mutlu olur.

Empati yerine eşduyum diyende oluyor ama bence aynı anlamı vermiyor. Empati deyip duruyoruz ama her geçen gün empati yeteneğimiz biraz daha fazla eksiliyor. Ne yazık ki, empati kurmaktan azar azar uzaklaştığımızı, daha anlayışsız, biraz daha duyarsız, biraz daha bencil insanlar haline geldiğimizi görüyor gözlüyoruz. Televizyonda izlediklerimiz bize kötü örnek oluyor. Her gün kavga ediyorlar, birleştikleri noktaları öne çıkarmak yerine ayrıştıkları noktaları büyütüyorlar sineği deve yapıyorlar.  Bazen de deveyi sinek gibi göstermekten geri durmuyorlar.
Empati yapmayı özümseyerek öğrenmemizde ne barış kardeşlik dayanışma ne de demokrasi güçlenir.

Kişinin başka birinin istek ve duygularını anlayabilmesi, başka birinin halini kavrayabilmesi neden bu kadar zor oluyor ki?
Humanistik yaklaşımın önemli kurucularından biri olan Amerikalı psikolog Carl Ransom Rogers “Empati; bir kişinin kendisini karşısındakinin yerine koyarak olaylara onun bakış açısından bakması, onun duygu ve düşüncelerini doğru bir şekilde anlaması ve anladığını göstermesidir.” diyor.  Ünlü psikoloğun bu tanımında empatinin oluşması için gerekli olan üç temel kuraldan da bahsedilmiştir. Bunlar; kişinin kendisini karşısındaki kişi yerine koyarak, olaylara onun bakış açısıyla bakması, karşıdakinin duygu ve düşünceleri doğru bir şekilde anlaması ve o kişiyi anladığını belli etmesidir.

Kullanmasak da hepimizin empati yeteneğinin var olduğunu düşünüyorum. Sadece farkındalık yaratmak gerekiyor. Bebekler üzerinde yapılan araştırmalar da bu saptamanın doğru olduğunun anlaşıldığı belirtiliyor. Doğuştan var olan empati yeteneğimiz, kullanmadığımız için tıpkı çalıştırılmayan bir kas gibi köreliyor.

Empati yapmanın temelinde karşı tarafı anlama amacının güdüldüğünü biliyoruz. Bunun için de önce iyi bir dinleyici olmak şart. İyi bir dinleyici olmak için dikkat etmemiz gereken noktalar var:  Karşımızdaki kişiye kulak vermeden onun söylediklerini anlayamayız. Karşımızdakini anlamadan iletişimi sürdüremeyiz. Bizde anlattıklarımızı açık anlaşılır biçimde anlatmalıyız.  Sesimizi fazla yükseltmeden, germeden gerilmeden anlatmalıyız. Hepimiz iyi biliyoruz ki, birçok kişinin söylenenlere karşı kulaklarını kapatma gibi kötü bir alışkanlığı var. Ne yazık ki bunu pek çoğumuz yapıyoruz. Karşı tarafın ne söylediğinden daha çok, ona ne cevap vereceğimize ya da duymak istediğimiz şeye odaklanıyoruz. Böyle yaparak sağlıklı iletişimin önüne duvarlar örmüş oluyoruz.

Sözü fazla uzatmanın gereği yok, iletişim için iyi konuşmacı olmanın yanında iyi dinleyici olmak gerekiyor. Dediğim dedik çaldığım düdük denilmemesi gerekiyor. Sadece ikna etmeye değil ikna olmaya da kapıların açık tutulması gerekiyor. İknada edebiliriz, iknada olabiliriz. Anlaşamasak bile, konuşmayı dostlukla bitirmeliyiz. Sorunlarımızın kökeninde iletişim kuramamak ve empati yapamamak olduğunu bildiğimizde ilk adımı atmış oluruz. Hepimizin empati yaparak sağlıklı iletişimler kurmasını diliyorum…



10 Ağustos 2017 Perşembe

POZİTİF DÜŞÜNMEK


Sorunun değil çözümün parçası olmak her zaman çok zor olmuştur.


Siz sorun çözmeye çalışırken, birisi gelip, yeni sorunlar çıkarıyorsa, “ben demiştim.” diye başlayıp, “böyle olacağı belliydi.” diye sürdürüyorsa konuşmasını, yaşanılan sorundan çok sorun haline gelen kişiler üzüyor insanı.

“Ben böyle düşünüyorum” tamam da bende öyle düşünmüyorum. Ne olacak şimdi. Bir çok insanın bilgiye, emeğe saygısı yok. Uğur Mumcu’nun dediği gibi “bilgi sahibi olunmadan fikir sahibi olunmaz.” Ahkam kesmeyi seven insanların çoğu, tembel oluyorlar. Ahkam kesmeyi iş yapmak olarak algılıyorlar. İş yapıyorlar anladık da, iş yapanında işini zorlaştırıyorlar.

Sorunun değil çözümün parçası olmak her zaman çok zor olmuştur. Ne kadar zor olursa olsun, sorunlara çözüm odaklı yaklaşımı benimsemeliyiz. Yani sorunun değil çözümün parçası olmalıyız. Sadece soruna odaklananlar, genellikle çözüm yollarını gözden kaçırırlar. Yani bir sorun varsa, çözüm yolu veya yolları da vardır mutlaka.  Gerçekten istersek çözüm yolunun bir parçası olabiliriz.

Bazı insanlar kolaycılığa kaçıp, çözümün değil sorunun parçası olarak, sorun durumuna geliyorlar. Bu insanlar, çevrelerine pozitif enerjiden ziyade negatif bir enerji yayıyorlar. Onları tanıyanlar “Acaba şimdi ne sorun çıkaracak?” endişesine kapılırlar hep. Ben böyle tanıdığım birinden telefon aldığımda ya da karşılaştığımda, şimdi ne sorun dillendirecek bakalım diye düşünürüm hemen. Sizin de çevrenizde böyle insanlar vardır. Aman uzak durun. Bu tür insanlar sizi çok yorar.
İnsanlar vardır. Bir iş yerinde yaşadıkları sorunlarda veya birileri ile yaşadıkları sorunlarda eğer haklı iseler, sorunlara çözüm aramazlar. Kulakları bütün çağrılara kapalıdır ve ben haklıyım cümlesini tekrarlayarak, negatif enerji yayarlar. Bazen haklı olmak, çözüme katkı sağlamaya yetmeyebilir. Önemli olan çözümün parçası olmaktır.

Çözümün bir parçası olmayan herkes sorunun bir parçasıdır derler. Sağlıklı bir yaklaşım ve bakış açısı ile çözüm üretmek olanaklıyken bu yapılmadığında problemler büyür gider. Çözüm odaklı yaklaşım ise probleme sebep olan noktalara yoğunlaşır. Suçlu aramaz. Çözüm üretir. Konu bu kadar basit işte. Eğer gerçekten çözüm odaklı olursak, Her şeye içtenlikle çözüm bulabiliriz.  Evet, çok sorun var. İstendiğinde her sorun içinde bir çözüm üretilir mutlaka. Bence yaşam sorun çözme sürecidir…
Çözüm odaklı insanlarla birlikte olduğunuzda, onların pozitif davranışlarının ortamı yumuşattığını, yatıştırıcı bir etkilerinin olduğunu görürsünüz. Böyle çözüm odaklı insanların yanında kendinizi rahatlamış hissedersiniz. Soruna çözüm üretmeniz kolaylaşır.

Çözümün parçası olmanın, sorunun parçası olmaktan çok zor olduğunu biliyorum. Çünkü, çözümün parçası olmak özveri gerektirir. Sorunun parçası olanlar “ne haliniz varsa görün” deyip çekip giderler. Çözümün parçası olanlar, çalışırlar, dedikleri olmadığı zaman küsmezler, çekip gitmezler. Emeğe ve bilgiye saygılı olurlar.  Hepinize çözüm odaklı çalışma arkadaşları dilerim. Germeyen, gerilmeyen, pozitif arkadaşlar bulun kendinize…



3 Ağustos 2017 Perşembe

İNŞAAT SEKTÖRÜ DE SANCILI


Yaşadığım kent olan Manisa`yı o kadar çok sevdim ki, başka hiçbir kent için keşke benim kentim olsaydı demedim. Deseydim zaten o kente giderdim.


Yurttaşı olmaktan onur duyduğum ülkemi de çok seviyorum. Kentimde ve ülkemde sorunlar olduğunda üzülüyorum. Sorunların çözümüne nasıl katkı yapabilirim diye kafa yoruyorum. Çünkü sevgi kin ve nefretten arınmış bir yürek ve esirgenmeyecek bir emek istiyor.

Ülkemde sancılar yaşanıyor. Bugün ekonomide yaşanan sancıların inşaat sektörü ile olan ilgisine değinmek istiyorum. İnşaat sektörü sancılı olunca, diğer sektörlerin iyi olması mümkün değil ki. Bu köşede daha önce de yazdığım "Kriz Kapıda" ve  "İnşaat Sektörü Krizde" başlıklı yazılarım çok okunmuş ve çok tartışılmıştı.

Yazılarımın başlığının karamsar olduğunu ancak gerçeği yansıttığını belirtmiştim. Yazdıklarımın gerçekliği yansıttığı geçen zaman içinde daha net biçimde görülmeye, yarattığı sancı derinden hissedilmeye başlandı. Tapu dairelerinde, insanların sadece kredi almak için birbirlerine devrettikleri taşınmazlar dışında satışlar yok denecek kadar azalırken, icra dairelerinin yoğunluğu giderek artıyor. Bankalar kredi vermede eskisi kadar istekli davranmıyor. Binaların camlarının neredeyse tümü satılık ve kiralık ilanları ile doldurulmuş durumda. İnşaat sektöründe yaprak kımıldamıyor.

Sorunların aşılması için istemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. Ancak umutlarımızın güçlenmesi için belli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Kredi kolaylıklarının getirilmesi gerekiyor. İnşaat sektörü desteklenmeden, ekonomi düzelmez. İnşaat sektörü ekonominin aynasıdır.

İnşaat sektörünün lokomatif sektör olduğunu, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğini bir daha belirteyim. Özkaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar sıkıntı yaşayacaklar bu bilinmeli. İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların işi gerçekten çok zor.  Özkaynağı olmayan müteahhitlere iş yapanlar da bu müteahhitlerden daire alanlar da sıkıntıya girecekler. İnşaat sektöründe özkaynağı güçlü olanlar ayakta kalacak, diğerleri gidecek.

Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona paralel olarak % 6'lar düzeyinde seyrederken, 2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılında da % 11'lere gerilemiş ve 2016'da yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiştir. 2017 yılı inşaat sektörü için zor geçen yıl olarak anılacaktır. Krizin etkileri 2018 yılını da etkileyecektir mutlaka.

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konuk sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır.

Ne başka Manisa ne de başka Türkiye var. Aidiyet duygusuyla sorunların tümü aşılacaktır. Yeter ki yüreklerimizi kin ve nefretten arındıralım. Yeter ki, koşullanmışlıklardan kurtulalım. Yeter ki, bir olalım, iri olalım, diri olalım. Koca Yunus'un bir dörtlüğü ile noktalıyorum yazımı. Gelin tanış olalım./İşi kolay kılalım./Sevelim sevilelim./ Dünya kimseye kalmaz. Yüreklerimizi kin ve nefretten arındırdığımızda yerini sevginin dolduracağını bilelim…

27 Temmuz 2017 Perşembe

ÇAKABEY BELGESELİ OBASYA'DA ÇEKİLDİ


Anadolu Selçuklu Devletinin, Denizler ve İzmir Fatihi Çakabey`in Belgeseli Obasya`da çekildi.


Film ve belgesel yapımcıları Obasya’yı set olarak kullanmaya başladılar. Çakabey Belgeseli'nin ardından Altuncan Hatun Belgeseli'nin çekimleri başladı. Manisa adı Obasya ile daha çok duyulur oldu.

Obasya Projesi ile görkemli geçmişimizden mutlu geleceğimize köprüler kuruyoruz. Obasya’da yarattığımız tarihi doku film seti olarak kullanılıyor. Film yapımcıları Obasya’yı keşfettikçe ilgi artıyor. Çakabey belgeselinin yapımcısı, Kınalı Kuzular dizisinden tanıdığımız Satuk Buğra Yenilmez, yönetmeni Mustafa Yılmaz ve oyuncuları Obasya’da belgesel çekmekten mutlu olduklarını, hem belgesel çektiklerini hem de tatil yaptıklarını, Obasya’nın film yapımcıları tarafından keşfedilmesiyle ilginin artacağını söylüyorlar.

Türkiye'nin ilk Zaman Geçidi Müzesi ve Kırsal Turizm Tesisi olan Obasya, Yuntdağı’nda  Ortaköy'le Dazyurt Köyleri arasında bulunuyor. Obasya Projesi Devlet, Belediye ve Yurttaş dayanışmasının güzel bir örneğidir. Obasya Projesi ile Manisa'nın turizm seferberliğine katkı yapılıyor.

Yıllarca Spil'in gölgesinde kalan Yuntdağı Obasya ile öne çıkmaya başladı. Yuntdağı doğası, Aigai Antik Kenti ve yöredeki yörük köylerindeki iyi korunmuş geleneksel yaşam biçimi Yunt Dağları'nda kırsal turizm ve kültür turizminin gelişmesi için uygun fırsatlar sağlıyor.

Proje adını İç Asya'da, göçebe Türk ve Moğol boylarının 4 bin yılı aşkın süredir kullandıkları ahşap iskelet üzerine keçe kaplamalı portatif evlerden alıyor. Doğayla iç içe pastoral yaşamın zengin gelenekleri ve el sanatlarının en güzel ifadesini bulduğu bu evlere ''yurt'' ve bunların oluşturduğu yerleşim birimlerine de Oğuz Türkçesinde ''oba'' deniyor. Adımızı bu nedenle Oba ve Asya sözcüklerini birleştirerek Obasya olarak belirledik.

Çakabey Belgeselinin Yapımcısı, Senaristi ve Çakabey rolünü oynayan Satuk Buğra Yenilmez; "Çakabey Belgeseli benim uzun süredir gerçekleştirmeyi hayal ettiğim bir projeydi. Aslında düşündüğüm bir serinin başlangıcıdır Çakabey. Değerlendirmediğimiz çok tarihi şahsiyet ve konu var. Birçok ülke hayali kahramanlar yaratırken biz kendi kahramanlarımızı değerlendiremiyoruz. Hazırladığım proje Kültür Bakanlığınca da desteklenince, Çakabey’in çekimleri için mekan aramaya başladık. Yolumuz Obasya’ya düştü. Obasya işimizi çok kolaylaştırdı. Burayı görünce çok sevindik hem Obasya’da konakladık hem de belgeselimizin birçok sahnesini Obasya’da çektik. Film ve belgesel yapımcısı arkadaşlarımıza Obasya’yı duyuracağız. Zaten çektiğimiz belgesel gösterime girdiğinde Obasya’yı görecekler. Obasya’ya daha çok film belgesel yapımcısının geleceğini düşünüyoruz. Özellikle tarihi filmler için çok uygun bir ortam var” dedi.

Çakabey Belgeselinin yönetmeni Mustafa Yılmaz; “1071 yılında Alparslan Anadolu’yu ardından da 1081 yılında Çakabey İzmir’i fethetmiştir. Senaryoyu okuyunca çok beğendim. Hele birde Obasya’yı görünce işim çok kolaylaştı. Obasya’da oyuncularımızla birlikte konakladık. Belgeselin çekimini Obasya sayesinde daha kısa sürede tamamladık. Çünkü aradığımız her dekor Obasya’da vardı. Bu güzel mekanda gelecekte daha güzel çalışmalar yapabiliriz. Obasya’yı yapanların ellerine yüreklerine sağlık çok güzel tarihi bir mekan yaratmışlar” diyerek açıkladı görüşlerini. Manisa’da tarihi filmler için uygun bir alan bulunduğunu film yapımcıları duydukça Manisa’da yapılan filmlerin sayısı artacaktır diye düşünüyorum.



20 Temmuz 2017 Perşembe

ATATÜRK DÜNYANIN SEVDİĞİ LİDER


Yıllar önce Manastır kentine gitmiştim.


Gördüğüm büyük taş bir bina ilgimi çekmişti. Binanın önüne vardığımda, “Türkiye Cumhuriyeti`nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bu binada okumuştur” yazıyordu. Atatürk’ün okuduğu lise müze haline getirilmişti. Binanın içinde Atatürk’ün fotoğrafları eşyaları sergileniyordu. Demokrasi ile yönetilen uygar ülkelerin birçoğunda Atatürk heykellerinin olduğunu biliyoruz. Tüm çağdaşlar unutulmuşken, Atatürk sevgisi ve saygısı yüreklerde yaşıyor. Atatürk, tüm dünyada sevilen bir devlet adamı, sevilen bir liderdir.

Atatürk haberleri her zaman ilgimi çekmiştir. Atatürk üstüne yazılanları okumak isterim her zaman.

Bir haftalık bir geziye katılan yakınlarımla haberleşiyoruz her gün. Prag kentinin 130 kilometre yakınındaki kaplıcaları ile ünlü Karlovy Vary kentine gittiklerinde Atatürk adını duyunca heyecanlandıklarını söylediler. Konu ilgimi çekince sorularımı sıralamaya başladım hemen. Edindiğim bilgileri bu köşede okuyucularla paylaşmak istedim...

Karlovy Vary şehrinin efsanesine göre, kral bir geyik vurmuş,  vurulan geyik yaralı olarak kaçmayı başarmış. Yaralı geyiğin şifalı sulardan içerek iyileştiğini gören kral, burada bir yazlık saray yaptırmış. Alman Kralı Carl, şifalı suların bulunduğu bu köye adını vermiş ve köşkler yaptırmış. Derken, bunu duyan diğerleri de koşarak buraya gelince, o devrin en güzel konak ve otelleri buraya inşa edilmiş. Şehirde sıcaklıkları 30-70 derece arasında değişen 12 termal kaynak bulunuyor. Bunlar her türlü hastalığa şifa olmaktaymış. 1918 yılında, Mustafa Kemal de tedavi amacıyla gitmiş bu kente. Atatürk’ün gittiği bu kente, Sigmund Freud, Karl Marx, Beethoven ve Mozart gibi birçok ünlünün de dinlenmek için tercih ettiği bu şehir, daha sonra koruma altına alınmış.

Şehrin başlangıç noktasındaki büyük bir otelin önünde otobüsten indikten sonra, ilk görülmesi gereken, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de bir zamanlar geldiği ve tam 38 gün kaldığı oteli oluyormuş. Atatürk’ün böbrek rahatsızlığı varmış. Çünkü buraya gelmeden önce bulunduğu yerde iki kere sıtmaya yakalanmış ve bundan kurtulmak için yoğun kinin aldığında böbrekler rahatsızlanmış. Aslında tedavi için daha fazla kalması gerekiyormuş ama şehzade Vahdettin Padişah olunca tedaviyi kesip erken yurda dönmek zorunda kalmış. Diğer ilginç bir olay ise, Atatürk’ün burada kaldığı sürede tuttuğu günlüklerdir ve bu günlükleri, yurda döndüğünde Afet İnan’a vermiş ve öldüğünde basılmasını istemiştir.  Bu günlüklerde büyük önder, Karlovy Vary’de geçirdiği günleri yazmıştır. Bu günlüklere internet ortamından ulaşıp okumak mümkündür.

Atatürk’ün kaldığı oda otelin birinci katındaymış. Çekler güzel bir plaket asmışlar odanın girişine. Aslında burada hep bir plaket varmış ama 1981 yılında yani UNESCO’nun o yılı Atatürk yılı olarak kabul ettiği yılda, Çekler buraya gayet güzel ve mermer bir plaket asmışlar. Plaket üstünde “Türkiye Cumhuriyeti kurucusu Kemal Atatürk, burada kalmıştır” yazılıymış. Öğrendiğime göre, otel idaresi Atatürk’ün kaldığı bu odayı müşteriye açmıyor, öylece muhafaza ediyormuş. Odada, Atatürk ile ilgili fotoğraflar varmış.

Atatürk, yazımın başında belirttiğim gibi tüm ülkelerde saygı ve sevgi gören bir lider. Atatürk’ümüzün adını ve anısını onun gösterdiği bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyerek, eserlerine sahip çıkarak, kurduğu cumhuriyeti ilelebet yaşatarak göstermeliyiz.



14 Temmuz 2017 Cuma

ÖMER HALİSDEMİR


15 Temmuz denilince aklıma hemen Meslektaşım Demokrasi Şehidi Ömer Halisdemir geliyor.


Fetullahçı Terör Örgütü'nün darbe girişimi sırasında darbe yanlısı Tuğgeneral Semih Terzi ve bir grup askerin Ankara'daki Özel Kuvvetler Komutanlığı'nı basarak ele geçirmek istemesi üzerine Piyade Astsubay Kıdemli Başçavuş Ömer Halisdemir, darbeci komutanı vurarak tarihe geçti. Ve ölmekle ölümsüzlüğe erişti.
Niğde'nin Çukurkuyu beldesinde yaşayan Hasan Hüseyin Halisdemir'in 7 çocuğundan biri Ömer Halisdemir. Manisa’ya Ömer Halisdemir’in anıtını yapalım istedim. Bu düşüncemi önüme gelen ilgili ilgisiz çok kişiyle paylaştım. Paylaştıklarım çoğaldıkça umudum azaldı.  Hatta anıtın yapılabileceği alanlar bile buldum. Yapımına katkıda bulunacağımı da söyledim. Bu düşüncemden vazgeçmiş değilim. Büyükşehir, Yunusemre ve Şehzadeler Belediyelerimizin başkanlarına önerimi tekrarlıyorum…

Halisdemir kahramanca savunduğu Özel Kuvvetler Birliğini teslim etseydi, Özel Kuvvetler Birliği yok edilirdi. Vurduğu komutanla beraber Afganistan'da birlikte çalışmışlar. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır deyip komutanı alnından vurmuş ve oracıkta kendisi de şehit edilmiş.

Devletin ağır silahları, helikopteri, her şeyleri oradaymış. O birliği de aldıktan sonra Ankara'yı yok edeceklermiş. Vurduğu komutan oraya geldiğinde birliği teslim alacağını söylemiş. Halisdemir de “Komutanım bize böyle bir emir gelmedi, ben sizi içeriye alamam” demiş. Zorlayınca da FETÖ’cü komutanı vurmuş.
15 Temmuz 2016 tarihi Türkiye Cumhuriyeti Devleti için daha aydınlanmamış birçok yönü olmasına karşın halkın demokrasiye nasıl sahip çıktığını gösteren unutulmayacak tarihi bir olaydır.
Asil Türk milleti damarlarında akan asil kanın gücü ile devasa tankların üzerine o gün yürümüştür. 15 Temmuz darbe girişiminde Türk milleti vatana ve millete olan bağlılığını bir kere daha kanıtlamıştır.

Bu halk değil miydi Çanakkale’de, Sarıkamış’ta ve Anadolu’nun dört bir yanında düşmanla dişe diş mücadele eden?  “Vatan uğruna ölen varsa vatandır.” Bu vatan için ölecek insanlar her zaman oldu ve her zaman olacaktır.

15 Temmuz 2016’nın o kanlı gecesinde Türk milleti dil, din, ırk ve mezhep ayrımı gözetmeden el ele verdi ve tek amaçları demokrasiyi ve vatanı kurtarmaktı. Çok kan aktı, nice ana kuzuları şehit oldu, hainler karşısında Türk milleti birbirine kenetlenirken, askerimizle polisimiz de birbirine sarıldı.
Sen rahat uyu Atam! Bir ölüp bin doğan Türk milleti yaşıyor daha. Bizim Ömer Halisdemir’lerimiz var.

Öyle bir ölmeli ki insan geride bıraktığı çocukları her daim başı dik gezebilmeli. İsmi her söylendiğinde evladının gözlerinden gurur fışkırmalı, herkes ona gururla bakabilmeli. Başçavuş Ömer yüreğimizde yaşıyor. Gelin Manisa’da onun güzel bir anıtını yapalım. Adını ve anısını sonsuza dek yaşatalım.
Ömer Başçavuş demokrasi için, vatan için, ölümü göze aldı. Çocuklarımız onu O’nu örnek almalı. Onun için anıtını yapalım diyorum.

15 Temmuz, aydınlatılarak, dayanışmamızı güçlendirecek biçimde kutlanılmalı. Şehitlerimiz öne çıkarılarak kutlanmalı…


6 Temmuz 2017 Perşembe

REVİZYON İMAR PLANI


1950`li yıllarda başlayan kentleşme devleti ve belediyeleri hazırlıksız yakalayınca, kentlerin gecekondularla kuşatılması hız kazandı.

Gecekondularda oturanlar ucuz emek ve oy deposu olarak görülerek gecekondulaşmaya göz yumuldu.

Gecekondulaşmadan Manisa’da payını aldı. Kentimizin doğusu, güneyi ve kuzeyi gecekondularla kuşatıldı.  Batı yönünde de gecekondulaşma başlamak üzereyken, 1987 yılında Kısaltılmış adı Manisa Birlik olan Yeni Manisa Konut Üretim Yapı Kooperatifleri Birliği devreye girdi. Ve kentin batı yakasında gecekondulaşmaya, çarpık yapılaşmaya dur dedi. Bugün kentimizin en güzel bölümü ve yeni kurulan Yunusemre ilçemizin merkezi konumundaki Güzelyurt Mahallesi çıktı ortaya. Yeterli yeşil alanları, sosyal donatıları, geniş yolları ile Güzelyurt Mahallesi örnek yerleşim yeri olma özelliğini koruyor.

Atatürk Kent Parkı, Belediyeden izin alınarak, Manisa Birlik tarafından bedeli ödenerek yaptırılan İmar Planı Uygulaması sırasında, belediyeye bırakılan 170 dönüm alan üzerine yapıldı. Karaçay kıyısında da benzer düzenlemelerin yapılabileceği alanlar bulunuyor.

Kentlerimizin, 25-30 yıllık hatta 50 yıllık gelecekleri planlanmadığında, çarpıklıkların ortaya çıkması kaçınılmaz olur. Yapılan nazım ve uygulama imar planlarının uygulamalarında problem olması halinde veya söz konusu planların ihtiyaca cevap vermemesi durumunda planın tümünün veya büyük bir kısmının plan yapım tekniklerine uyularak yenilenmesi için Revizyon imar planı yapılıyor.

Manisa Büyükşehir Belediyesi Revizyon İmar Planı için kolları sıvamış durumda. Konuşulanları, yapılacak olanları, yapılanları, yurttaşlar olarak, izlemeli görüşlerimizi ileterek, yazarak paylaşmaya çalışmalıyız. Bunun yapılan işe müdahale olarak algılanmayacağını düşünüyorum. Önerilerin içinden kentimiz için yararlı olanlar çıkabilir. Kentli yurttaş soran sorgulayan katılan yurttaştır. Katılım olmadan atılım olmaz. Revizyon İmar Planı çalışmalarına ilgililerle bizzat görüşerek, düşündüklerimi yazarak katkıda bulunmaya çalışmayı kentli yurttaş olmanın gereği olarak görüyorum.

Önerim açık anlaşılır bir öneri:  Kentimizin İzmir yönündeki Atatürk Anıtının bulunduğu Cumhuriyet kapısından girip İstanbul yönüne giden bir araçtaki yolcuların aklında Manisa’ya ilişkin neler kalmalı? Cumhuriyet Kapısı ve Atatürk Anıtı kentimizin girişinde güzel bir imaj oluşturuyor. Karaçay Vadisi Projesi tamamlandığında “Yeşil Manisa” imajı desteklenmiş olacak. Menemen yolu üzerindeki köprülü kavşakta yapılan düzenleme de “Yeşil Manisa” imajını güçlendiriyor. Atatürk Anıtı ve Menemen Yolu üzerindeki köprülü kavşak arasında, “Yeşil ve Planlı Manisa” imajına uymayan alanlar bulunuyor. Bana bu yol kıyısında ne olmaz? diye sorsalar, hemen Depolama Alanı olmaz derim. Ama var. Depolama Alanı, Revizyon İmar Planı Çalışmaları sırasında. Ticaret Alanına dönüştürülmelidir. Bu alanda İzmir’in bile ilgisini çekecek büyük işyerlerinin kurulmasının yolu açılmalıdır. İzmir Manisa bütünleşmesi hızlandırılmalıdır. Hiçbir mağaza vitrinini depo olarak kullanmaz. Çevre yolu kıyısında, depolama alanı olmaz.
Öneri açık ve net, Depolama Alanı Ticaret alanına dönüştürülmelidir.


Revizyon İmar Planı çalışmalarını başlatıp sürdürenlere başarılar diliyorum. Kentimizin ufkunu genişleteceklerine, yeşil ve planlı kent imajını güçlendirecek çalışmalar yapacaklarına yürekten inanıyorum. Kolay gelsin…



29 Haziran 2017 Perşembe

MANİSA İZMİR BÜTÜNLEŞMESİ


İzmir ve Manisa birbirine bir büyük kentin mahalleleri kadar yakın iki il.


İzmir’e mahallesi kadar yakın olan Manisa kendi ilçelerine günübirlik ulaşılamayacak kadar uzak. Bu çarpık bir durum değil mi sizce?

Ülkemizde aynı konumda olan başka benzer iki il yok. İzmir Manisa yakınlığını sorun olarak görenler olduğu gibi sorunlara çözüm olarak görenler de var. Ben bardağın dolu tarafını görmeye çalışanlardan, konulara olumlu yaklaşanlardan olduğum için İzmir Manisa yakınlığını değerlendirilecek büyük bir olanak olarak görüyorum.

Manisa İzmir yakınlığı nedeniyle, birçok insan İzmir’de oturup çalışmalarını Manisa’da, bir çok insanda Manisa’da oturup çalışmalarını İzmir’de sürdürebiliyor. Dedim ya, görmezlikten gelinse de, Manisa İzmir’e mahalleleri kadar yakın…

İzmir’in Manisa’dan farklı yönleri var. Ancak en önemli fark büyüklüğü ve denizidir. Ya, Manisa’nın İzmir'de olmayan neyi var? Manisa’nın da görkemli Spil Dağı var. İzmir’de yatırım yapanlar, İzmir’in büyüklüğünün yarattığı tüketici yoğunluğunu ve denizi hep dikkate alırlar. Planlama ve yapılabilirlik etüdü yaparken de İzmir’in hemen kıyısındaki adeta mahallesi durumundaki Manisa’yı hep hesaba katarlar. İzmir’deki alışveriş merkezlerine gittiğinizde birçok dostunuzla karşılaşır çok sayıda plakası 45’le başlayan araç görürsünüz.

Manisa’dan çıkıp yarım saat içinde İzmir’e ulaşabiliyorsunuz. Manisa’da bulamadıklarınızı İzmir’de bulmanız mümkün. Hele İzmir Manisa tüneli açıldığında, İzmir Manisa demiryolu çift hat ve elektrikle çalışır duruma getirildiğinde gidiş gelişler daha da yoğunlaşacaktır.

Bazı hemşerilerimizin İzmir Manisa ilişkilerini Manisa ve Manisalılar açısından sakıncalı gördüklerini, karşı çıktıklarını ve eleştirdiklerini biliyorum. Ancak ben Manisa İzmir ilişkilerinin artmasına karşıyım demenin ve İzmir’le yarışmanın hiç bir anlamı yok. Ben de depreme karşıyım. Benim depreme karşı olmam deprem gerçeğini değiştirmediği gibi, İzmir Manisa yakınlaşmasına karşı çıkmakta gerçeği değiştirmeyecektir. Biz istesek de istemesek de İzmir Manisa yakınlaşacak ve giderek bütünleşecektir. İnsanlar nehirlere benzer, denizlere doğru akarlar. Bu nedenle kıyılaşma süreci devam ediyor.

Planlama ve yatırım yaparken İzmir gerçeğini dikkate almalıyız. Manisa’da olup da İzmir’de olmayan şey görkemli Spil Dağımızdır dediğim gibi. Yapmamız gereken de Spil’in yarattığı olanakları iyi kullanmaktır.

Manisa’yı sevmek, yapılabilir ve sürdürülebilir projelerin önünü açmakla, yeni projeler üretmekle olur. Kentimizin sorunu ülkemizin de olduğu gibi, para sorunu değil adam sorunudur. İyi projeler ürettiğimizde para bulmak zor olmaz. Manisa sahip olduğu olanakları, toplumsal yararı öne çıkararak kullanmak istediğinde kapılar ardına kadar açılır.

Manisalılar olarak Manisa İzmir bütünleşmesini ve dayanışmasını hızlandıracak bu gerçekçi ve yürekli öneriye sahip çıkmalı destek vermeliyiz. Yapmamız gereken İzmir’le yarışma değil dayanışmadır.

Son projelerimiz olan Obasya Kırsal Konaklama Tesisine İzmir’den gelenlerin sayısı Manisa’dan gelenlerden daha fazla. Lale Kule’de daire sahibi olan çok sayıda İzmirli var. Manisa İzmir’in büyük bir mahallesi gibi sanki. Limanımız İzmir’de, Hava alanımız İzmir’de, Denizimiz İzmir’de.

Manisa İzmir’dir, İzmir Manisa’dır. Etle tırnak gibi sanki… Manisa doğusundaki kentlere değil batısındaki İzmir’e benziyor…



24 Haziran 2017 Cumartesi

RAMAZAN BAYRAMI


Geçmişe ağıt yakmayalım, önemli olan yeni güzellikleri, o günün koşulları içinde yaratıp yaşayabilmektir.


Bayramları, geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek kutlamalıyız. Büyük kentler yalnızlıkları da büyüttü. Şimdilerde büyük salonlarda iftar yemekleri veriliyor. Ancak, sadece birlikte oturduğunuz masadakilerle tanışabiliyorsunuz. Herkes hızla yemeğini yiyip kaçmanın yolunu arıyor. Birlikte olmanın çokluğuyla yaşama keyfini unutmuşuz.

Eskiden insanlar birbirlerini tanır, selamlaşırlardı. İftar yemekleri güzel söyleşilerle süslenirdi.  Şimdi televizyon herkesin her şeyi oldu. Hele bir de maç varsa! Arasanız da bulamazsınız sohbet edecek kimseyi.

Bayramlar da eskiden çok farklıydı. İnsanlar en güzel giysilerini giyip bayram gezmesine çıkardı... İçtenlik vardı, sıcaklık vardı. Şimdi parası olan bayramı fırsat bilip, sahillere koşuyor. Biraz daha paralı olanlar ise soluğu yurt dışında alıyor.

Bu Ramazanda birkaç fıkra paylaşmak istiyorum sizlerle:
Adamın biri, Bektaşi'ye sormuş: "Abdest almak için soyunup göle girdiğim zaman yüzümü ne tarafa döneyim?"
Bektaşi: "Elbiselerini çıkardığın tarafa dön ki çalmasınlar!" demiş.

Bir de çocuk fıkrası anlatayım:  Adamın biri yolda sevimli bir çocuk görür ve çocuğa;  "Senin adın ne?" diye sorar. Çocuk tam söyleyeceği sırada:  "Dur ben tahmin edeyim" diyerek sözünü keser, ama ipucu olarak baş harfini söylemesini ister. Çocuk:  adımın baş harfi “Y” der, adam başlar saymaya...  "Yasin?", Çocuk hayır anlamında başını sallar.  "Yusuf?"  Çocuk yine başını sallar.  Adam (Y) harfi ile başlayan tüm isimleri sıralar. Çocuk hep başını sallamaktadır.  Adam sinirlenir, kız isimlerini de saymaya başlar; çocuk yine başını sallar. Adam sonunda: "Bilemedim. Ne lan senin ismin?" der.  Çocuk cevap verir: "Yamazan..."

Eskiden bayramlar coşkulu geçerdi, şimdi cumartesi ya da pazardan farkları kalmadı. Büyük çoğunluk bayramları tatil yapmak için bekler oldu.

Benim için bayram; içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat tanıyan günlerdir. Kendinizle konuşmayı sokakta, iş yerinde yapamıyorsunuz. Çünkü, görenlerin deli diyeceğini biliyorsunuz. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de ben bayramları hala çok seviyorum.  Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet. İnsanlar daha sevecen, daha barışçıl oluyor. Özellikle çocukları sevinçli görmek beni çok mutlu ediyor.

Günümüzde iftar yemekleri büyük restoranlarda veriliyor. İftar davetleri geçmişte de verilirdi. Bu fıkram, o günlerden... Bektaşiye sormuşlar:  "Baba erenler, niçin oruç tutmazsınız?". "Vallahi tutmak isterim ama halim mecalim yok.",  "İftara çağırsalar gider misin?"  "Aaa... doğrusu ne yapar eder giderim.", "Canım nasıl olur? Allah'ın emrini dinlemiyorsun da kulların davetine mi icabet ediyorsun?" "Bunda şaşılacak ne var?", "Bilirsiniz ki Cenabı Hak merhametlilerin merhametlisidir. Bir eşref saatine gelirse kulların günahını derhal affedebilir.  Fakat insanlar öyle midir ya? En küçük sebepten güceniverirler. Bunun için davetlere icabet etmek gerekir!..."

Bayramlarda türbe ziyaretleri çok yapılır. Türbelerin önü günümüzde de dolup dolup taşıyor. O konuda da fıkram var.  Kadın küçük çocuğunu türbeye götürmüş. Herkes dua ederken o çocuğunu mezarın üzerine işetmeye başlamış. Görenler kızıp bağırmış.  Yapma kadın! Çocuğun çarpılacak... Kadın, her yanı eğri büğrü olan çocuğunu gösterip;  Keşke demiş, zaten çarpık. Çarpılırsa belki düzelir.

Ben Akhisar'ın köylerinde büyüdüm. Köylerde de ortama uygun çok hoş fıkralar anlatılır. İşte biri: Tonyalı bir türlü iyileşmeyen ineği için açmış Allah'a ellerini: Ey beyük Allahum! Eğer habu ineği iyileşturursen, söz üç gün oruç tutacağım. Birkaç güne kalmamış, Tonyalı'nın ineği iyileşmiş. O da sözünü tutmuş. Fakat bir süre sonra inek ölüvermiş. Tonyalı tekrar açmış ellerini: Ey beyük Allah'ım! Eğer ben tuttuğum o üç gün orucu Ramazan'a, ölen ineği de kurbana saymazsam!...

Şimdilerde siyaset, ibadet ve ticaret iç içe yapılıyor. Bazıları siyaseti de, ibadeti de maalesef ticaret için yapıyor. Büyük lokantalardaki görkemli iftar yemekleri bile siyasete ve ticarete katkı olsun diye veriliyor.  Bayram gelince de insanlar sahillere koşuyor.

Bayramınız kutlu olsun…



23 Haziran 2017 Cuma

KADİR GECESİ


İlk kez dini bir konuda yazı yazıyorum.

Posta Manisa’nın Kadir Gecesi nedeniyle 21 Haziran’da çıkacağını öğrenince, Kadir Gecesi üzerine yazmamın doğru olacağını düşünerek, geçtim bilgisayarın başına.
Doğru bilgilere ulaşarak doğru şeyler yazmalıyım dedim kendi kendime.
Öğrenmeyi öğrenenler, yeni bilgilere daha kolay ulaşıp özümseyebiliyorlar.
Beş harften oluşan Bilgi’nin dört harfi ilgi sözcüğünü oluşturuyor. İlgi olmadan bilgiye ulaşılamıyor.
İlgi varsa ardından mutlaka bilgide geliyor.
Biraz araştırdım Kadir Gecesine ilişkin edindiğim bilgileri paylaşmak istiyorum okuyucularla. Yazmayı bu nedenle çok seviyorum yazı yazarken yeni bilgiler ediniyorum yazarak öğreniyorum öğrendiklerimi pekiştiriyorum.

Kadir Gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte, Ramazan’ın yirmi yedinci gününün gecesinde olma ihtimali yüksektir. İslam Peygamberi Muhammed, Kadir Gecesinin hangi gece olduğunu kesin şekilde belirtmemiş, ancak; “Siz Kadir gecesini Ramazan’ın son on günü içerisindeki tek rakamlı gecelerde arayınız” demiştir.

İşleri düzgün giden, başarılı insanlara “Kadir Gecesinde mi doğdun yoksa?” derlerdi. Kadir gecesinin önemini vurgularlardı.
Her sene Ramazan Bayramı'ndan hemen önce idrak ettiğimiz Kadir Gecesi tarihi Ay Takvimi nedeniyle sürekli olarak değişiyor. Bu yıl 21 Haziran Çarşamba’yı 22 Haziran Perşembeye bağlayan gece Kadir Gecesi olarak kutlanacak.
Kadir Gecesi,  insanlarımıza sevgi, saygı ve bağlılık duygularını yenileme fırsatı veriyor.

Kadir Gecesinde kendinize, "Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah'ın benden istekleri nelerdir ?" gibi konular başta olmak üzere derin düşüncelere girebilir bu sorulara yanıtlar arayabilirsiniz.

Kadir Gecesi, küs ve dargın olanların barışmaları,  gönüllerin alınmaları için bir fırsat olarak görülmelidir.
Kur’an-ı Kerim’in 97. suresi olan Kadir Suresi’nde Kadir Gecesi’nin anlam ve önemi beş ayet ile anlatılır. Kur'an-ı Kerim indirildiği gece olarak anlatılan bu surede Kadir Gecesi’nden bahsedildiği için bu sureye Kadir Suresi denmiştir. Bu surede Kadir Gecesi’nin bin aydan daha hayırlı olduğu söylenir. Kadir Suresinin Türkçesi aynen şöyle:  Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla.  Şüphesiz, biz onu (Kur’an’ı) Kadir Gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin! Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh (Cebrail) o gecede, Rablerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir.
Kadir gecesi hakkındaki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:  “Kim Kadir Gecesi’nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır.”

“Kadir gecesinde bir defa, Kadir sûresini okumak, (başka zamanda) Kur”ân-ı kerîmi hatmetmekten daha sevâptır. Bu gece koyun sağma müddeti kadar namaz kılmak, ibâdet etmek, bir ay her geceyi ibâdetle geçirmekten daha kıymetlidir.”  Kadir Gecemiz kutlu olsun…



15 Haziran 2017 Perşembe

İNŞAAT SEKTÖRÜ DE SANCILI


Yaşadığım kent olan Manisa`yı o kadar çok sevdim ki, başka hiçbir kent için keşke benim kentim olsaydı demedim. Deseydim zaten o kente giderdim.

Yurttaşı olmaktan onur duyduğum ülkemi de çok seviyorum. Kentimde ve ülkede sorunlar olduğunda üzülüyorum. Sorunların çözümüne nasıl katkı yapabilirim diye kafa yoruyorum. Çünkü sevgi, kin ve nefretten arınmış bir yürek ve esirgenmeyecek bir emek istiyor.

Ülkemde sancılar yaşanıyor. Bugün ekonomide yaşanan sancıların inşaat sektörü ile olan ilgisine değinmek istiyorum. İnşaat sektörü sancılı olunca, diğer sektörlerin iyi olması mümkün değil ki. Bu köşede yaklaşık bir ay önce yazdığım "Kriz Kapıda" ve  "İnşaat Sektörü Krizde" başlıklı yazılarım çok okunmuş ve çok tartışılmıştı.

Yazılarımın başlığının karamsar olduğunu ancak gerçeği yansıttığını belirtmiştim. Yazdıklarımın gerçekleri yansıttığı geçen zaman içinde daha net biçimde görülmeye, yarattığı sancı derinden hissedilmeye başlandı. Tapu dairelerinde, insanların sadece kredi almak için birbirlerine devrettikleri taşınmazlar dışında satışlar yok denecek kadar azalırken, icra dairelerinin yoğunluğu giderek artıyor. Bankalar kredi vermede eskisi kadar istekli davranmıyor.
Sorunların aşılması için, istemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. Ancak umutlarımızın güçlenmesi için belli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Kredi kolaylıklarının getirilmesi gerekiyor. İnşaat sektörü desteklenmeden, ekonomi düzelmez. İnşaat Sektörü ekonominin aynasıdır. Ekonomiyi sadece TOKİ'yi destekleyerek de canlandıramazsınız. Manisa'daki inşaatçıların desteklenmesi için önlemler alınması gerekiyor.

İnşaat sektöründe iflas erteleme isteyenlerin olduğunu biliyoruz.  Yeni iflasların kapıda olduğu söyleniyor. Ödenmeyen kredi borçları, karşılıksız çekler, yerine getirilemeyen taahhütler konuşuluyor. Üzülerek belirteyim ki, iflas ertele verilenlerin yarıdan fazlası krizden kurtulmayı başaramıyor.

İnşaat sektörünün lokomatif sektör olduğuna, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğini bir daha belirteyim. Öz kaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar sıkıntı yaşayacaklar bu bilinmeli. İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların işi gerçekten çok zor. Öz kaynağı olmayan müteahhitlere iş yapanlar da bu müteahhitlerden daire alanlar da sıkıntıya girecekler. İnşaat sektöründe öz kaynağı güçlü olanlar ayakta kalacak, diğerleri gidecek.

Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona parelelel olarak % 6'lar düzeyinde seyrederken, 2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılında da % 11'lere gerilemiş ve  2016'da yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiştir. 2016 yılı inşaat sektörü için zor bir yıl olarak nitelendirilmektedir. Krizin etkileri 2017 yılında da devam ediyor.

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konuk sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır.

Ne başka Manisa ne de başka Türkiye var. Aidiyet duygusuyla sorunların tümü aşılacaktır. Yeter ki yüreklerimizi kin ve nefretten arındıralım. Yeter ki, koşullanmışlıklardan kurtulalım. Yeter ki, bir olalım, iri olalım, diri olalım. Koca Yunus'un bir dörtlüğü ile noktalıyorum yazımı. Gelin tanış olalım./ İşi kolay kılalım./ Sevelim sevilelim./ Dünya kimseye kalmaz...



9 Haziran 2017 Cuma

ZEYTİN


Zeytinle yatıp zeytinle yatar olduk. Binlerce yıldır süren insan ve zeytin işbirliği yeniden gündeme geldi.


En az bin, bin beş yüz yaşında zeytin ağaçları görüntüleri buldum. Hepsi de birer sanat eseri gibiydi. Bakınca insanda hayranlık uyandırıyordu. Facebook sayfamda paylaşayım dedim ve paylaştım. Aman o da ne, paylaşan paylaşan üstüne yazıyı yazarken sayının 7bin beş yüzü aştığını gördüm. Siz bu yazıyı okurken, 10 bini aşacağını tahmin ediyorum. Beklediğim bir şey değildi. Bir paylaşımım ilk kez binlerce kişi tarafından paylaşılıyordu. Bu toplum olarak zeytine verdiğimiz değerin en somut göstergesidir bence. Merak edenler facebook sayfama bakabilirler.

Facebook sayfamdaki paylaşımımın üzerine, (Diren zeytin ağacı. Sen benim atalarımı gördün; Torunlarımı da hatta onların torunlarını da göreceksin. Biz gideceğiz sen kalacaksın. Diren zeytin ağacı biz öleceğiz sen yaşayacaksın.) notunu koymuştum. Dediğim gibi çok paylaşan, çok yorum yazan oldu. Bakalım nereye kadar gidecek. Elime fotoğraf makinasını alıp asırlardır anıt gibi duran zeytinleri görüntüleyerek bir sergi açabilirim önümüzdeki günlerde.  Sayfama bakanlar o anıt ağaçları görecek ve hayran kalacaklardır biliyorum. Yoksa, binlerce kişi paylaşmazdı zeytin ağacı görüntülerini.
Zeytin ağacı tüm dinlerde değer verilen bir ağaçtır. Ömrü uzundur, insanların uzun ömürlü olmasının gizlerinin zeytinde olduğu söylenir. Nuh peygambere güvercin, ağzında zeytin dalıyla gelerek tufanın bitmekte olduğunu müjdeler. Zeytin barışın, kardeşliğin, sağlığın ve bereketin simgesidir. İnsanla zeytin arasında binlerce yıldır süren bir işbirliği ve güçlü bir bağ vardır.

Zeytin, ormanlarımızda delice olarak çıkar gün yüzüne, delice olarak büyür. Zeytin olabilmesi için insanoğlunun deliceyi aşılaması gerekir. Bu insanla delicenin işbirliğinden zeytin çıkar ortaya. Doğa ve insan dayanışma ile yeni bir ürün çıkarırlar ortaya; bu zeytindir.  Zeytin insanoğlunun doğayla işbirliği yaparak ürettiği ilk araçtır. Armutta öyledir. Ahlata aşılanarak armut olur.

Zeytini insanoğlunun çok sevmesinde ondan sağladığı yararların yanında, ortaya çıkmasında kendisinin katkısının olmasıdır. Delice insanoğlu tarafından aşılanır ve zeytin olur. Delice ya çıktığı yerde ormanda aşılanır yada sökülüp zeytinliğe taşınıp orada aşılanır. Binlerce yıldır bu işbirliği devam ediyor ve edecek.

Geçtiğimiz günlerde, Avrupa Birliği hibeleri ile ilgili bir toplantımıza bir İtalyan katılmıştı. Dediği hiç aklımdan çıkmıyor. “Biz ülkemizde zeytin üretimini yavaşlattık. Bunun nedeni Türkiye’den daha ucuza zeytin ve zeytinyağı alabiliyor olmamız. Türkiye’den aldığımız zeytinyağını işliyor, şişeliyor ve tüm ülkelere ihraç ediyoruz.” dedi.  Biz bunu neden yapamıyoruz ürettiğimiz zeytinyağını neden işleyip ihraç etmiyoruz neden ham yağ olarak İtalya’ya satıyoruz?  Zeytinyağımızı işleyip öyle satmalıyız.

Bin yıllık zeytin ağaçları anıt gibi direniyor.  O zeytin ağaçları ilgiyi ve saygıyı hakediyor. Ben atalarımın deliceden aşılayıp zeytine dönüştürdüğü bu ağaçların önünde saygıyla eğiliyorum. Zeytin kesenlerin olmayacağını biliyorum. Kestiğiniz zeytinler için onu dikenler rüyalarınıza girecektir. Size hesap soracaktır. Kestiğiniz zeytin gözlerinizin önünden gitmeyecektir hiç.  Zeytinleri kesmeyin ne olur…



 
back to top