Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

5 Mayıs 2017 Cuma

MASKİ


İkiz kuleler Manisa`ya çok yakıştı.

15.07.2014 tarihinden bu yana adını sıkça duyduğumuz kısaltılmış adı MASKİ olan Manisa Su ve Kanalizasyon İdaresi 31 Mart 2014 tarih ve 28958 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Bakanlar Kurulu kararıyla kuruldu. Adından da anlaşıldığı gibi Maski’nin çalışma alanı su ve kanalizasyon. Su abonesi olurken ya da kapatırken mutlaka uğruyoruz. Maski, hizmetlerini ikiz kulelerden birisinde sürdürüyor. Diğer kulede de derneklerimizin ofisleri var.

İkiz kuleler Manisa`ya çok yakıştı. Manisa bu tür yeni binalarıyla çağdaş bir görünüm kazanıyor. İkiz kulelerin dışı gibi içleri de çok güzel düzenlenmiş. İkiz kuleleri kentimize kazandıran Manisa Büyükşehir Belediyemizin değerli başkanı Sayın Cengiz Ergün’e Manisalılar olarak yürekten teşekkür etmeliyiz.

Kentler büyüdükçe verilmesi gereken hizmetler de çoğalıyor.  Belediyeler halka hizmet götürürken, birçok hemşehrimize de iş olanağı sağlamış oluyor.

Maski’nin değerli Genel Müdürü Sayın Yaşar Coşkun, vatandaşın sorunlarını dinleyen çözümler üreten çalışkan bir hemşehrimiz.  Manisa’nın Büyükşehir statüsüne kavuşması nedeniyle kurulan Maski’nin çalışma alanı tüm ilçeleriyle mahalleye dönüşen köyleriyle Manisa ilini kapsıyor. Gittiğimiz ilçelerde ve köylerde Maski’nin yatırımlarıyla karşılaşıyoruz. Yapılan çalışmalar yeraltına gömüldüğü için fark edilmiyor olabilir ama sularımız akıyorsa, kanalizasyonlar çalışıyorsa bu hizmetler Maski sayesinde veriliyor. Maski, çalışmalarını hiçbir ayrım gözetmeksizin en yakından en uzak köşelere kadar götürüyor.

Gelişmenin işareti yeni kavramlar ve yeni kurumlardır. Büyükşehir yeni bir kurumdur. Maski’de öyle. Yerinden yönetim etkinleştirecek yeni kurumlara ihtiyacımız var.

Taşımalı eğitim nedeniyle birçok okul binası yıkılmaya terk edilmiş durumda. İçinde insan nefesi olmayan binalar daha hızlı biçimde yıkılıp yok oluyorlar. Büyükşehir ve İlçe belediyelerimiz bu binaları yeniden toplum hizmetine sokmalı. Bu binalar çok amaçlı hizmet veren, kursların açılabileceği, çeşitli toplantıların yapılabileceği duruma getirilmeli. Devletin ve belediyelerin eli bu binalara mutlaka ulaşmalı. Köylerimizdeki okulları değerlendirmek için proje hazırlayıp uygulayan belediye hem alkışı hak eder hem de tarihe geçer.  Bugün burada MASKİ için yazdıklarımın daha fazlasını terkedilen okulları topluma yeniden kazandıranlar için de yazarım…

2560 sayılı yasa çerçevesinde Manisa ili bütününde tüm alt yapı hizmetlerinin yerine getirilmesinden sorumlu olan MASKİ Manisa'nın ilk ve tek Kamu Genel Müdürlüğü olarak, Manisa Halkının ihtiyaçlarına cevap vermek için Genel Müdüründen personeline kadar canla başla çalışmalarını sürdürüyor.
MASKİ gibi kurumlarımız ve belediyelerimiz mazeret üretmek yerine marifet göstermeyi ilke edinmelidirler. Ben Maski’nin bunu başardığına inanıyorum. Yeni bir kurum olmasına karşın kuruluş ve yapılanma çalışmalarını hızla tamamlayıp hizmete geçtiğini düşünüyorum.

Kentimizin içinde, zaman zaman yaşantımızı zorlaştıran kazı çalışmaları oluyor. Bu çalışmalar yapılırken uyarı levhalarının konulması, alternatif ulaşım yollarının belirlenip, bu yolları gösteren levhaların konulması ve işin hızla bitirilmesi hizmetlerden duyduğumuz memnuniyeti daha da çoğaltacaktır…



28 Nisan 2017 Cuma

AK KÖPEK KARA KÖPEK


Biliyorsunuz sevgi ve bilgi paylaşıldıkça büyüyor.

Sevgi ve bilginin büyümesi insanın yaşamına anlam katıyor.
Düşüncelerimi dostlarla konuşarak ya da köşe yazıları yazarak paylaşmayı seviyorum.

Çok sevdiğim bir kızılderili hikayesini paylaşmak istiyorum bugün sizlerle. Okursanız, gerekltiğinde başkalarıyla paylaşabileceğiniz güzel bir hikaye olduğunu göreceksiniz.

Hikaye bu ya, güngörmüş yaşlı kızılderili reisi kulübesinin önünde torunlarıyla oturmuşlar, hem güneşlenip hem de az ötelerinde birbirleriyle boğuşup duran biri ak biri kara iki köpeği izliyorlarmış.

Kızılderili o iki köpeği hiç yanından ayırmazmış. Kızılderilinin torunu dedesinin boğuşan köpeklerine bakıyordu gözünü kırpmadan. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununu sırtını sıvazladı.

"Onlar benim için iki simgedir evlât" dedi.
"Neyin simgesi?" diye sordu çocuk.

"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Bunun için yanımda tutarım onları."

Çocuk sözün burasında, mücadele varsa kazananı da olmalı, diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini daha ekledi:

"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?" Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa ve:
"Hangisi mi evlât?
Ben hangisini daha iyi beslersem o!" dedi.

Hayatımız boyunca içimizde iyi veya kötü yanlarımız birbiriyle mücadele eder.
Sevgi, saygı, paylaşma, yardımlaşma gibi güzel duygulara sahip olan insanoğlu aynı zamanda kin, öfke, nefret, kıskançlık, intikam gibi duyguları da içinde barındırır.

Önemli olan, sahip olduğumuz kötü duyguları kontrol altına almak ve bizim iyi insan olmamızı sağlayan güzel duygularımızı ortaya çıkartmaktır.

Hayat seçimlerden ibarettir. Her gün sürekli seçimler yapmak durumundayız. İyileri seçtiğimizde içimizdeki iyiliği, kötüleri seçtiğimizde içimizdeki kötülüğü büyütmüş oluruz.

Kin ve nefretin yüreğimize yük olduğunu bilelim. Yüreğimizi kin ve nefretten arındırdığımızda da sevgiye yer açılacağını bilmeliyiz.

İyiyi seçtiğinizde iyi insan, kötüyü seçtiğinizde de kötü insan olursunuz. Yüreğinizdeki sevgi de kin ve nefrette yüzünüze yansır. İnsanların yüzüne bakarak yüreklerindekini görebilirsiniz.

İçinizdeki sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyüttüğünüz güzel günler diliyorum…



24 Nisan 2017 Pazartesi

23 NİSAN`IN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


23 Nisan 1920`de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıyor. Cumhuriyet giden yolda en büyük adım atılıyor. Sonra, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlansın diyor Atatürk.

23 Nisan’ı coşkuyla kutlamaya başlıyoruz. Son yıllarda, bayrama dost ülkelerin çocukları da çağrılmaya başlandı. Bildiğim kadarı ile bir başka ülkenin bizimki gibi çocuklarına armağan edilmiş bir bayramları yok.

23 Nisan’da çocuklarımız bir süre için, yönetici koltuklarına oturuyorlar. Bu yıl da öyle olacak. Bir öğrenci Cumhurbaşkanı koltuğuna oturacak. İlk isteği gelir, barış, kardeşlik, dayanışma ve  işsizliğe çözüm olur sanırım. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı koltuğuna oturan çocuk, çocukları koruyan yasaların çıkarılmasını, çocuk istismarına son verilsin der belki. Çocuklar, bizim umutlarımızı büyütüyor. Bizde onların umutlarını büyütmeliyiz.

Meclisin açıldığı ve köhnemiş bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmaya karar verilen yıllarda, Mustafa Kemal’e “Para yok” diyorlar, “Buluruz” diyor, “Ordu yok” diyorlar, “Kurarız” diyor. Öyle yürekten inanarak söylüyor ki, “Buluruz “ ve “Kurarız” diye ulus inanıyor. Parayı da buluyorlar. Orduyu da oluşturuyorlar. Cumhuriyeti de kuruyorlar...

İçine düştüğümüz ekonomik bunalımdan ancak ULUSAL KURTULUŞ mantığı ile çıkabiliriz. ULUSAL KURTULUŞ mantığında Ulusal Dayanışma vardır. Atatürk’ün önderliğinde, ulusal dayanışma yapıldığı için, Ulusal Kurtuluş Savaşından başarıyla çıkılabilmiştir. Atatürk döneminde ayrışma yerine birleşme vardır.

Ulusal Ekonomik Kurtuluş Savaşından da başarı ile çıkmanın bir tek yolu var. Ulusal dayanışma yapmak. Ulusal dayanışma için yeniden Anadolu Sentezi gerekiyor. Yeniden el ele, omuz omuza vermek gerekiyor.

Hey, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, bir an için, Ulusal Kurutuluş Savaşını düşünün, savaşta bile kapıları kapatılmayan meclisi düşünün. Düşünün ve on beş günde on beş değil yüz on beş yasa çıkarmak için sıvayın kolları, Atatürk’e ve Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete yaraşır milletvekilleri olun. Her gün mazeret üretmeyin marifet gösterin... Yoksa bir daha hiç gelmemek üzere öyle bir gidersiniz ki, heybeden düşmüş karpuz gibi olursunuz. Bir daha o ceylan derisi koltukları rüyanızda bile göremezsiniz…

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatür"ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün Yolundayız" demek ve gereğini yapmak olamalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerlemektir. Altını çizerek söylüyorum. Hedefiniz Atatürk'ün gösterdiği yoldan ilerleyerek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak değilse siz Atatürkçü değilsiniz demektir. O büyük önderi hiç anlayamamışsınız demektir.

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşamayacağımızı anlayın artık.

Kitap okuyun çocuklar, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda ilerleyin çocuklar. Bayramınız kutlu olsun…



21 Nisan 2017 Cuma

REFERANDUMUN ARDINDAN


16 Nisan 2017 tarihinde tarihe not düştük. Geride yıllarca sürecek tartışmalar bırakan bir referandum yaptık. Reforma ilgi yüksekti. Katılım yüzde 85`i aştı.


Yüzde 51.41 Evet çıkması, Evetçi’lerde  buruk bir sevinçle karşılanırken, Büyükşehirlerde hayır'ın öne geçmesi gelecek için Hayır’cıları umutlandırdı.

Anayasalar toplumsal uzlaşma metinleridir. Toplumsal uzlaşma 50+1 demek değildir. Toplum ikiye ayrılmıştır. İki kişiden birisi evetçi diğeri hayırcıdır. Anayasa metinleri kolay değiştirilen metinler olmamalı. Apartman ve sitelerin Yönetim Planları (Anayasaları) ancak 4/5 çoğunlukla değiştirilebiliyor.  Anayasa değişikliği için, mecliste yarıdan bir fazlası yetmediği gibi referandumda da yetmemeli bence. Böyle bir durum toplumu uzlaşmaya zorlayacaktır.

Referandum öncesi yazdığım yazılarda ve yerel radyo 'Radyo Hiraş'da yaptığım konuşmalarda hep aynı geminin yolcuları olduğumuzu söyleyip durdum. Ülkemizin sorunlarını ayrışarak değil birleşerek çözebileceğimizi söyledim. Sandığa gidip oy kullanmak bir yurttaşlık görevidir. Etkin yurttaş oyunu kullanan, soran sorgulayan ve katılan yurttaştır. Kentleşmenin ve kentlileşmenin mesafe kaydettiği büyük kentlerde, hayır diyenlerin sayısının giderek yükseldiğini gördük. Gelişmenin kentleşme olduğunu söyleyenler haklı çıkıyor.

Referandumu eşit olmayan koşullarda gerçekleştirdiklerini, bunu karşı çıkılmaz bir gerçek olduğunu söyleyebiliriz.
Bu referandum bir gerçeği ortaya çıkardı, toplumun yarısı evet derken diğer yarısı hayır dedi. Dolayısıyla bu anayasa değişikliği ve onun oluşturduğu bütün anayasa bir anlamda bir toplumsal uzlaşma belgesi olma niteliğini büyük ölçüde zayıflatmış oldu.
YSK’nın, yasaya uymayan çelişkili kararları referandumu tartışmalı hale getirdi. Yurt dışından gelen oylarda mühürsüz olanlar geçersiz sayılırken, yurt içinde geçerli sayıldı.
Yasalar uyulmak için yapılır. Hukuk devletinde yasalar yurttaşlar uyduğu gibi YSK’da uymak zorundadır. Yasalara uyulmazsa hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti kavramı büyük ölçüde yara almış olur.

"Maç yapılırken, maçın ortasında kural değişmez” denilir her zaman. Bu evrensel bir kuraldır. YSK, maçın ortasında, üstelik zarflar açıldıktan sonra yasalara aykırı olarak kuralları değiştirdi. “Milletin kararına saygılıyız ama milletin kararına YSK gölge düşürmüştür" diyenler hukuk mücadelesini sürdürüyorlar.  YSK’nın kararı sadece yurt içinde değil yurt dışında da tartışılıyor.
Demokrasimizi hukukun üstünlüğünü öne çıkararak, kuvvetler ayrımını koruyarak güçlendirebiliriz. Demokrasi çoğunluğun dediğinin olması değildir sadece azınlığın korunmasıdır. Anayasa gibi bir konu önemine yaraşır bir özenle ele alınmalıdır.
Şimdi, hızla normalleşmenin yollarını aramalıyız. Artan işsizliğe, geçim sıkıntısına çareler bulmalıyız. Yabancı ülkelerle ilişkilerimizi yoluna koymalıyız. Tartışmaların kısır döngüsünden kurtulup işimize bakmalıyız.



20 Nisan 2017 Perşembe

UZLAŞMA



16 Nisan`da Referandum var. Sonucu hep birlikte göreceğiz.

Dileğim ülkemizin yararına olacak bir sonucun çıkmasıdır.
Ve, sonuç ne olursa olsun, normalleşmeye geçişin sağlanmasıdır.
Bu da ancak uzlaşma ile olur. Uzlaşma bir kültürdür. Uygar insana uzlaşma yakışır. Uzlaşma uygarlıktır. Bu ülkenin, evinde, mahallesinde, köyünde, kasabasında, kentinde, her yerinde en tepesinden en küçük birim olan aileye kadar uzlaşmaya ihtiyacı var.
Demokrasi uzlaşmadan güç alır. Uzlaşma olmadan demokrasi olmaz. Ayrı düşünmek başka şey, ayrı durmak başka şey, ayrı düşünebiliriz ama ayrı duramayız.  Aynı fikirde olanlar anlaşır elbet. Önemli olan ve olması gereken, farklı fikirlerde olup, birbirine saygı duyabilmesidir insanın. Bunu başardığımızda uzlaşma kolaylaşır…

Biz aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Biz aynı geminin yolcularıyız. Gemi batarsa hepimiz batarız. Geminin kaptan köşkü de batar; en altındaki sintine bölümü de batar.  Bu ülkede uzlaşma kültürünün gelişmesi gerekiyor.

Ülkenin yöneticileri ayrıştıran değil birleştiren olmalıdır. Ülkenin ve yurttaşların tümünü kucaklamalıdır. Belediye başkanları da öyle, bir partinin adayı olurlar ama seçildiklerinde tüm kentin başkanıdırlar artık. Tüm yurttaşlara eşit yakınlıkta olmaları gerekir. Yoksa uzlaşma zorlaşır, uzlaşmanın yerini dayatma alır. Partiler fikir kulüpleri gibi olmalı. Partiler ülkenin sorunlarına çözümler ve projeler üretmeli. Halkta projelere bakıp oy vermeli.

Mecliste atılan yumrukların değil, ülkenin aydınlık geleceği için atan yüreklerin sesi duyulmalı. Siyaset parayla değil, bilgiyle, halka gösterilen ilgiyle yapılmalı. Partiler arasında uzlaşma kültürünün gelişmesi, demokrasinin kökleşmesine ihtiyaç var.

Siyaset yumrukla değil kafayla, öfkeyle değil sevgiyle yapılmalı. Terörün kurban aldığı ölümlerin olduğu yerlerde liderler toplu fotoğraf verebilmeliler. Tasada ve kıvançta birlikte olabilmeliler. “Benim dediğim dedik çaldığım düdük” denilen yerde uzlaşma olmaz. “Gelin yapılması gerekeni birlikte saptayalım” denilirse uzlaşma olur. Liderler en az iki üç ayda bir kez bir araya gelmeliler. Birbirlerinin elini dostça sıkabilmeliler.  Söz konusu vatan, söz konusu cumhuriyet, söz konusu demokrasi olduğunda işbirliği yapabilmeliler.

Kavgayla gelen başarı kavgayı, uzlaşmayla gelen başarı uzlaşmayı özendirir. Barışa, dayanışmaya, uzlaşmaya ihtiyacımız var. Sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütmeye ihtiyacımız var. Bir siyasi partinin üyesi olmak diğer siyasi partilerin düşmanı gibi davranmayı gerektirmez. Tek ihtiyacımız var: Uzlaşma, sadece uzlaşma. Uzlaşmayı halk olarak biz istersek, siyasiler de istemek zorunda kalırlar. Haydi, o zaman, uzlaşmak için, işbirliği ve dayanışma için uzat elini.

Liderler ve hepimiz kendimize “ben nerede hata yaptım” sorusunu sormalıyız ara sıra. Başarılarını dillendirdikleri gibi hatalarını da açıkça söyleyebilmeliler. Özeleştiri yapabilmeliler. Unutmayalım bu ülkede uzlaşma kapısını aralamak çözüme, barışa, kardeşliğe, dayanışmaya ve aydınlığa kapı aralamaktır.



7 Nisan 2017 Cuma

HOBİ BAHÇELERİ


Bu köşede hobi bahçeleri konusunda daha öncede yazdım.


Hiraş Radyo’nun Manisa’da Yaşam programında da çok dile getirdik. Hobi Bahçeleri hep gündemimizde oldu. Manisa Şehzadeler Belediyesi Manisa’da Hobi Bahçeleri konusunda girişimde bulunup başarılı bir çalışma yapınca yeniden gündeme getirme ihtiyacı duydum.

Sebze fiyatlarını bölgeler ve iller arası nakliyenin ve aracıların yükselttiği biliniyor. Tüketicilerin sebzeleri daha uygun fiyata alabilmesi nasıl sağlanır sorusuna yanıt bulmalıyız. Bunu sağlamanın etkili yollarından birisi de Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi ve Şehzadeler Belediyesi`nin yaptığı gibi vatandaşın ihtiyacı olan sebzeyi kendisinin yetiştirebilmesi yolunun açılmasıdır. Sebzeleri kentlerde oturanların kendisinin yetiştirebilmesi, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Hobi Bahçeleri ile mümkün olabilir. Ancak ülkemizde Hobi Bahçelerinin yapımını ve sürdürülebilirliğini sağlayacak yasal altyapı henüz oluşturulabilmiş değil. Bu konudaki eksiklik biliniyor bilinmesine de, nedense bir türlü giderilmiyor. Kaynak var, istek var ancak yasal dayanak yok.
Şehzadeler Belediyesi gibi bazı belediyelerimiz bu konuda seçmene verdikleri sözü yerine getirebilmek için girişimlerde bulunup çalışmalar yapıyorlar. Hobi bahçeleri için yasal bir düzenleme yapılsa hem belediyelerin hem de yurttaşların işi kolaylaşacaktır.  Yapılacak iş çok basit: Bir yetkili talimat verecek. Hobi bahçeleri için yasal düzenleme yapılacak, bir yönetmelik hazırlanacak hepsi bu kadar.

Topraktan ve doğadan kopup kentlerin beton yığınları içinde sıkışıp kaldık. Yoğun iş temposu ve giderek gelişen teknoloji ve kablosuz iletişim araçlarının yarattığı elektromanyetik kirlilik nedeniyle stres, depresyon, panik atak gibi rahatsızlıkların çoğaldığını görüyoruz. Kentlerimizde fiziki çevre ile sosyal çevre sürekli etkileşim içinde. Yapılan tüm araştırmalar, insanın içinde yaşadığı fiziksel çevrenin sağlığı ve mutluluğu için önemli olduğunu kanıtlıyor.  Kentlerde beton yığınları arasında sıkışıp kalan insanlar için, Yeşil Terapi olarak adlandırabileceğimiz, toprakla meşgul olmak, iyi tasarlanmış, bahçelerde üretim yapmak öneriliyor.

Yaklaşık üç yıldır, çalmadığım kapı kalmadı. Ancak, Hobi Bahçeleri konusunda yaptığımız girişimlerin tümü sonuçsuz kaldı. Bizi dinleyenler hep “haklısınız” dediler demesine de gerekli düzenlemeyi bir türlü yapmadılar. Görüştüklerimin tümü, sorumluluk yüklenerek, çalışarak, sorun çözmek yerine, sorunu ötelediler. Hem “Hobi Bahçelerine hibe veriyoruz” deniliyor. Hem de hobi bahçelerinin yapılmasını sağlayacak düzenleme yapılmıyor.
Biz, kentlerde yaşayanlar olarak doğayı, yeşili, bitki ekip biçmeyi domatesi dalından koparmayı çok özledik. Ve çözüm olarak, hobi bahçelerini görüyoruz. Hobi bahçeleri aile ekonomisine katkı sağlarken sağlıklı beslenmenin ve sağlıklı yaşamın yolunu da açmış olacaktır.

İçinde ufak bir kulübenin de olacağı 150 metrekareden büyük olmayan bir alanda, büyük bir ailenin tüm ihtiyacını karşılayacak sebze üretimi yapılabilir.

Hobi Bahçeleri konusunda BİMER’e (Başbakanlık İletişim Merkezi) yaptığım başvuruya, birçok ilgili kurum ve kuruluştan görüş alındıktan sonra, “Öneriniz, yapılacak ilk düzenlemede dikkate alınacaktır” denildi. Ancak bugüne kadar hiç bir düzenleme yapılmadı. Şimdide konuyu Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezine yazdım. Önerim Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına iletildi. Dilerim en kısa sürede bir düzenleme yapılır. Ve Hobi Bahçeleri çoğalır. El attığım her işi sonuca ulaştırmadan mutlu olamıyorum. Benim yaşamımda vazgeçmek gibi bir sözcük olmadı hiçbir zaman. Sonuç alana, ülkemizde hobi bahçelerinin kurulmasının yolu açılana kadar mücadeleye devam edeceğim. Şimdi kendimizde sonuçlanmış iki hobi bahçesi çalışması var birisi Obasya’da diğeri de Şehzadeler Belediyemizin yaptığı bahçeler. Bu konuda Şehzadeler Belediye Başkanı Sayın Ömer Faruk Çelik’i başlattığı güzel girişimi olumlu biçimde sonuçlandırdığı için yürekten kutluyorum.



30 Mart 2017 Perşembe

SEVGİ BARIŞ DAYANIŞMA


Ermişlerden birine sormuşlar bir gün. `Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?` `Bakın göstereyim.` demiş, ermiş.


Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine derken, tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş. Arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş: "Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz." diye de bir şart koşmuş. "Peki" demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine "Şimdi" demiş ermiş. "Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe." Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyrun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, karşısındaki arkadaşına uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

"İşte" demiş ermiş:  "Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim arkadaşını düşünür de doyurursa, o da arkadaşı tarafından doyurulacaktır.

Sevgiyi gönülden doyasıya yaşayanların çoğaldığı toplumlarda, huzur, mutluluk, sevgi, barış dayanışma ve gelişme olur. Çevre cennete dönüşür.

Kendini kavgayla, gerilimle tanımlayanlar olduğu gibi, kendini sevgiyle barışla kardeşlikle tanımlayanlar da var toplumumuz içinde. Gerilimden güç alanların, gerilimle yaşayanların, huzuru ve mutluluğu bulmaları mümkün olmaz. Kendileri mutlu olamadıkları gibi gerilimi ve mutsuzluğu çevrelerine de taşırlar.

Bir zamanlar benimde kırgın dargın olduğum, nefret ettiğim kin duyduğum insanlar vardı. Şimdi anladım ki, kin ve nefret insan yüreğine yükmüş. Şimdi anladım ki, yüreğini kin ve nefretle dolduranların yüreğinde sevgiye yer kalmıyormuş Kendimizle ve toplumla barışık olmalıyız. Yüreğimizi kin ve nefretten arındırmalıyız. Çevremizde, her düzeyde, her konumda dargın insanlar görüyoruz ve duyuyoruz. Üzülmekten başka da yapacağımız bir şey olamıyor maalesef.

Yapılacak bir şey var aslında, yapılacak şey kırgınlığı bitirmek için bir tarafın adım atmasıdır. Saplantıları, takıntıları aşabilen insan, el uzatmayı da bilen insandır. Barışa uzanan elin, sahibine sevgiyle bakılır. Barışa uzanan el sevgiyle sıkılır. Kavga etmek değil aslında barışmak yürek ister.  Sevgi barış kardeşlik dayanışma üzerine yazı yazarken, bu yazımı keşke falanca, filanca okuyabilse diye düşündüm hep. Dargın taraflardan biri okuyabilse, dargınlığın ne yararını görüyorum ki, diye sorsa kendi kendine. Ve dargınlığı bitirmek için bir adım atsa, keşke atsa değil mi? Kim ki, yüreğini kin ve nefretten arındırıyorsa, yüreği sevgiyle dolacak, sevenleri çoğalacaktır.

Geldiğimiz görevler anlık, aslında hayatımız anlık. Kırgınlıklar, dargınlıklar olmasın artık.
Geldik gidiyoruz, ne bu kırgınlık ne bu dargınlık. Biz dargınlık için değil, sevgi için barış için kardeşlik ve dayanışma için yaratıldık. Haydi, uzatın ellerinizi. Haydi barışın.

Geçmişte kalmış anılarınızı ve geleceğe ilişkin düşlerinizi paylaşın.
Hep barış hatırlansın. Dargınlıklar geride kalsın. Dargınlıklar unutulsun. Haydi uzat elini, barışa uzanan eller havada kalmasın.



23 Mart 2017 Perşembe

ÇANAKKALE RUHU



18 Mart 1915 Çanakkale Zaferi`nin 102. yılını kutladık.

Ülkemizin Çanakkale ruhuna ihtiyacı var.
Çanakkale Ruhu, bu ülkede yaşayanların, inanç ve köken ayrımı gözetmeden tümünün bu ülkenin huzuru ve güvenliği için birlikte mücadele etmesidir.

Çanakkale ruhu her türlü ayrımcılğın bitmesidir.
18 Mart 1915 Çanakkale'de bir kahramanlık destanının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.
Çanakkale Zaferi, önemine yaraşır bir özenle kutlanmalı, öğrenilmeli öğretilmelidir.
Çanakkale'den geriye kalan, bir büyük destan, bir büyük komutan, yüzbinlerce şehit ve Koca Seyit.
Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusuna, Mustafa Kemal gibi bir büyük önderi hediye etmiştir.

Ne Çanakkale'yi unuturuz, ne Koca Seyit'leri ne de Mustafa Kemal'i. Bu yıl Türk Silahlı Kuvvetlerinin hazırlattığı Çanakkale Zaferi afişlerinde Atatürk’ün resminin konulmayışı yüreğimizi sızlattı. Afişlere resmi konulmasa da sevgisinin yüreklerimizde yaşadığı hep yaşayacağı bilinmeli. Unutmayacağımız bir şey daha var. Çanakkale'de ortaya çıkan birlik bütünlük ruhudur.  Bu güzel vatan ve bu cumhuriyet için bu ruha her zaman ihtiyacımız olacaktır.

Çanakkale Savaşında tarihe şanla geçen anlatılan ve dünya döndükçe anlatılacak olan, kahramanlık öyküleri vardır.  Bu öykülerden birisi de Koca Seyit'in öyküsüdür: 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, gürbüz yapısı ve pehlivanlığıyla dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığına izafeten "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyid" diye anılmıştır.

1914'te Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Seyit Çanakkale'de topçudur. Çanakkale Boğazı'nın Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28'lik Mecidiye bataryasında Seyit'le birlikte kırk kişi vazifeliydi. 17 Mart 1915'te Çanakkale'deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi. Kıyıları yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraklamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükseliyor, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutuyordu. Ateş çemberi genişleye genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peşpeşe düşmeye başlamıştı. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı.

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde ateş püskürmeye devam eden düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 276 kilo ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu? Seyit, şaşkınlıkla kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da  koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtına almıştı. Bir çırpıda, 28'lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit, mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vererek önünde canavar gibi duran Ocean'ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tespit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirince topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı, koca gemi isabet almış ve sulara gömülmüştü. Bu sanki savaşın kırılma noktasıydı.  Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edildi. Çanakkale'nin geçilmezliği tüm dünyaya kanıtlanmış oldu.

Türk Ulusu Koca Seyit'i gördü yüreklendi. Mustafa Kemal'i Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in can pazarında gördü umutlandı.  Çanakkale Savaşından geriye güzel bir destan kaldı. Çanakale destanından geriye kalan ve şimdi çok ihtiyacımız olan ÇANAKKALE RUHU olmalı. İşte şimdi bu ruh yeniden ortaya çıkarılmalı. Ayrışmanın yerini birleşme almalı. Cumhuriyetimiz demokrasi ile taçlandırılarak sonsuza dek yaşatılmalı…



16 Mart 2017 Perşembe

HAYAT DEVAM EDİYOR


Gündemde ilk sırada referandum konusu var.


Referandum neredeyse tüm Avrupa’da ve Ortadoğu’da hatta Tüm Dünyada tartışılır konuşulur duruma geldi. 16 Nisan 2017 tarihinde referandum için kurulan sandığa gideceğiz. Hayat devam edecek.

Meydan ve salon toplantıları devam ederken, tartışmanın boyutu sınırlarımızı zorlarken, yine her sabah işimize gidiyoruz. Çocuğumuzu okula gönderiyoruz. Bakkal, kasap, manav, pazar işleri sürüyor. Giderek ağırlaştığını hissettiğimiz, nasıl çözülecek diye de kafamızı yorduğumuz ekonomik sorunlar var. Giderek artan işsizlik var. Devletin ve özel sektörün borçları var. Sıcak paraya duyulan ve artarak büyüyen ihtiyaç artıyor. Ben böyle durumlarda, hep ayrışan değil birleşen bir millet düşünürüm. Ben böyle durumlarda, yedi düvele karşı verilen Kurtuluş Savaşını düşünürüm. Umutsuzluğumun umuda dönüşmesi için.

Artan işsizlik oranlarına bakınca umutsuzların sayısı artıyor. Geçen ay açıklanan 2016 Kasım dönemi işsizlik oranları 7 yılın tarihi seviyesine çıkarak yüzde 12.1 olarak gerçekleşmişti. Bu ay ise 2016 Aralık dönemi işsizlik oranları ise bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 1.9 artarak yüzde 12.7 olarak açıklandı. İşsizlik 7 yılın zirvesindeyken, işsiz sayısı 4 milyona yaklaştı. Bu önemli soruna çözüm üretilmesi gerekiyor. Özellikle dört gencimizden birisinin işsiz olması hepimizi düşündürüyor. Şunu bilelim ki, 21. yüzyılın sektörü hizmet sektörü olacaktır. İşsizlik sorunu büyük ölçüde hizmet sektörü ile aşılacaktır. Bu konuda yeni düzenlemeler yapılmalı.

Bugün sorunlarımız var, yarın da olacak elbet. Ben ülkemin ve kentimin sorunlarını kendi sorunlarımın önünde gördüğüm için, zamanımın çoğunu, gördüğüm sorunlara çözüm aramakla geçiriyorum. Yaklaşık 3 yıldır, iki önemli sorunu yazıyorum konuşuyorum dillendirip duruyorum. Bunlardan birisi hizmet sektöründe çalışanlar, diğeri de Kent Bahçeleridir. Bu iki sorun da önemli ülkemiz için.

Bilindiği gibi özel güvenlik ve temizlik firmaları var. Bu firmalar fabrikalara iş yerlerine ve büyük sitelere hizmet veriyorlar. Güvenlik firmasından hizmet satın aldığınızda, faturaya %18 KDV ekleniyor. Fabrikalar ve işyerleri ödediği KDV’yi mahsuplaştırabildikleri için bir zarara uğramazken ya da daha az etkilenirken,  konut siteleri bu KDV’yi geri alamadıklarından, giderlerine %18 KDV eklenmiş oluyor. Sitelerin aldığı güvenlik ve temizlik hizmetlerinden KDV kaldırılsa birçok site güvenlik firmaları ile çalışmaya başlar, üç kişi yerine dört kişi çalıştırırlar. Bu sektördeki kayıt dışılık ortadan kalkar.

Gelelim Kent Bahçelerine; Kent Bahçeleri aile ekonomisine katkı sağlayacak. Kent halkının, aile olarak, bahçede zaman geçirmesini kolaylaştıracak, bir anlamda kentleşmenin getirdiği yoğunluktan kurtulmalarını sağlayacak. Adeta yeşil terapi olacak. Sebze fiyatları iller ve bölgeler arasındaki nakliye giderleri ve çok el değiştirme nedeniyle sürekli olarak yükseliyor. Kent Bahçeleri yapıldığında, isteyenler sebzelerini kendi bahçelerinde yetiştirme imkanı bulmuş olacaklar. Yapılacak iş çok basit. Ya Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, ya Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ya da ikisi birden bir düzenleme yaparak Kent Bahçelerinin yapılması yolunu açacaklar. Bu derdimi üç yıldır anlatamadım. Kimse söylediklerimi yanlış ya da haksız bulmadı. Kimse yapılmaz demedi. Ama bir düzenleme yapılmadı. Bu konuda değerli Milletvekillerimize ve özellikle Sayın Selçuk Özdağ’a çok teşekkür ediyorum. İlgililere ulaşmama, sorunu anlatmama yardımcı oldukları için. Ancak olumlu sonuç yok. Görüştüklerimin tümü “Yapılacak ilk düzenlemede ele alınacak” diyorlar fakat düzenleme bir türlü yapılmıyor…

İşte size iki somut öneri: Birisi Kent Bahçeleri konusu, diğeri de güvenlik ve temizlik hizmetlerinde KDV’nin, özellikle konut siteleri için indirilmesi ya da sıfırlanması konusu. Bu iki konuyu birilerinin iş edinmeleri gerekiyor. Önümüzdeki referandum, günlük işlerimizi etkilememeli sorunlar ötelenmemeli. Çünkü hayat devam ediyor ve edecek…



9 Mart 2017 Perşembe

VİZYON


Son zamanlarda misyon ve vizyon sözcüklerini çok duyar olduk.

Firmalar, misyonumuz vizyonumuz diye açıklamalar yapıyorlar. Hatta, misyon ve vizyonlarını belirlemek için, ortak akıl toplantıları, arama konferansları düzenliyorlar. Bu tanımları yeniden anımsatmakta yarar var. Vizyon: Bir şirketin gelecekte, bulunduğu sektörün gelişmelerine bağlı olarak, nerede olmayı arzu ettiğini gösterir. Şirket içerisinde bugün yapılan her şey, gelecekteki belirlenen o konuma varmak içindir. Misyon ise bir şirketin, bugün hangi konumda olduğunu, ne yaptığını kimin için ve kimlerle nasıl yaptığını gösterir.
Neredeyiz, nereye varmak istiyoruz? Sorularının yanıtını misyonumuz ve vizyonumuzla yanıtlarız.

Bugün ne yaptığınızı anlatan misyonunuz, yarın olmak istediğiniz konum da vizyonunuzdur. İnsanların, şirketlerin, kentlerin misyonları ve vizyonları olmalıdır mutlaka…

Benim bugün değinmek istediğim konu bu kentin vizyonudur.
Bu kent için yapılan arama konferanslarının birçoğuna katılma fırsatım oldu. Görüşlerimi bu toplantılarda aktardım. Aktarmakla yetinmedim fırsat buldukça konuşmayı ve yazmayı sürdürüyorum.
Kentin vizyonu ile ilgili düşüncelerimi 1987 yılından bu yana yöneticiliğini yaptığım Yeni Manisa’da uygulama şansıda buldum.  İnsana, düşündüklerini yaşama geçirmek büyük keyif veriyor.

Birkaç soru sormak istiyorum:
Şoför eğitim kursları neden Yeni Manisa’da yapılıyor?
Atatürk Kent Parkı neden Yeni Manisa’da yapıldı?
Okul açmak, hastane yapmak isteyenlerin aklına neden ilk olarak Yeni Manisa geliyor?
Neden bütün ilkler Yeni Manisa’da başlatılıyor?
Neden Yeni Manisa’da konut fiyatları ve kiralar daha yüksek?
Bu soruların bence tek bir yanıtı var:  Yeni Manisa İmar Planı yapılırken, ihtiyaçların tümü düşünüldü de ondan. Yeterli yeşil alanlar, geniş yollar, sosyal donatılar, okul, hastane, ticaret ve park bahçe alanları ayrıldı da ondan. Yeni Manisa’nın İmar Planını 1987 yılında Manisa Birlik olarak ve bedelini kendimiz  ödeyerek yaptırdık. 18 uygulamasını da biz yaptırdık.  Bunları yaptırdığımız dönemde dere denilince insanların aklına üstünü kapatıp yer kazanmak gelirken, biz Safran Çayının kenarında 170 bin metre kare yer ayırıp belediyeye devrini yaptık. Sağolsun Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün’de istimlak sorunu yaşamadan Manisa’ya Atatürk Kent Parkı'nı kazandırdı.

Şimdi aynı çalışma Karaçay Kıyısında, Karaçay Vadisi Projesi olarak gerçekleştirilebilir. Karaçay kıyısında da düzenleme yapılacak alanlar var. Karaçay Vadisi Projesi konusunda da çok yazı yazdım çok konuştum. İstenirse, günlerce çalışabilirim. Kentime hizmet, kendime hizmetten daha önce geliyor benim için.
Kentlere vizyon, imar planlarıyla kazandırılır. Kentimiz yeni bir Revizyon İmar Planı beklentisi içindedir. Bunun için Arama Konferansı yapılabilir. Bu konuda görüşü olanların görüşleri alınabilir. Kentimizin Cumhuriyet Kapısı dediğim, Atatürk ve Kuva-i Milliye anıtından başlayıp Menemen yoluna kadar uzanan Karaçay çevresinde ve Karaçay’la çevre yolu arasında mutlaka yeni bir düzenleme yapılmalı. Bu düzenleme yapıldığında kentimizin yeşile verdiği önemi ve modernleşme vizyonunun ortaya çıkacağını düşünüyorum.

Biz sanayileşmede İzmir’i solladık. Bunu sağlıklı kentleşme ve yeni ticaret alanlarıyla da yapabiliriz. Manisalılar İzmir’e taşınırken, İzmirlileri Manisa’ya taşıyarak ticareti hareketlendirebiliriz.  Ben bir gün bunun gerçekleşeceğini düşünüyorum. Nasıl olacağını bu kentin yöneticileri ile paylaşmak istiyorum. Ortak akılla ortaklaşa çalışarak, ortak sorunlarımızı daha kolay çözebiliriz. Ben hazırım…


8 Mart 2017 Çarşamba

DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ


Dünya Kadınlar Günü`nün ilk olarak gündeme gelmesi 1800`lü yıllara rastlar.

1800’lü yıllarda bir tekstil fabrikasında daha iyi çalışma koşulları isteyen kadın işçiler haklarını kazanmak için mücadele etmişlerdir. Bu hak arama, daha iyi koşullarda çalışma mücadelesi yıllarca devam etmiştir.

Birleşmiş Milletler Örgütü, kadınlarda ayrımcılığı, istismarı fark etmiş ve kadın problemlerine dikkat çekmek için 8 Mart 1975’te, 8 Mart gününü Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak kabul etmiştir.

Amaçlarına ulaşmak için çalışan kadınlar için 8 Mart özel ve önemli bir gündür, önemine yaraşır şekilde kutlanmalıdır. Bence bugünün anlamı ve önemi , hiçbir yaşam sıkıntısı olmayan, lüks içinde yaşayan, kadınlara gelecek bir çiçek, bir hediye vermekle sınırlandırılamaz. Kadınlara çiçek vermek için yüzlerce neden bulabiliriz ama 8 Mart çalışan kadınların günü olarak önemine yaraşır biçimde kutlanmalı. Atanamayan bayan öğretmenler, iş bulamayan kadınlar, çocuk yaşta evlendirilenler, istismar edilenler gündeme getirilmelidir.

Ülkemizde üzülerek belirteyim kadınlar hak ettikleri konumda değiller. Bunun en önemli nedenlerinden birisi kadının siyasetten uzak tutulmasıdır. Kadın etkin biçimde siyasetin içinde olmalı. Özellikle kentlerin yönetiminde kadınlar ağırlıklı olarak görev almalı. Kadın duyarlılığı kente yansıtılmalı. Görün bak kentler nasıl daha güzel, nasıl daha yaşanası olur… Okuryazar olmayan kadınlar için ülke düzeyinde bir seferberlik başlatılmalı kadınlarımız okuryazar duruma getirilmeli.
Öte yandan, görücü usulü, sadece dini nikahın yeterli görülmesi, kumalık, berdeller, başlık paraları, dayak ve baskı, töre cinayetleri sona erdirilmeli. Kadınlar evlere hapsedilmemeli.

Şehirlerimizde işyerlerinde cinsel tacize maruz kalan kadınları,  doktor yüzü görmediği için yaşamını yitiren kadınları sürekli olarak okuyoruz gazetelerde.

Şu evlendirme programlarının yerini kadınları eğitme okuma yazma programları alsa, okuma yazma öğrenenlere ödüller verilse, onlara iş bulunsa, eğitimli kadın sayısı çoğaltılsa, ülkemizin kalkınma hızının artacağından, çocukların daha iyi eğitileceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Bir ülkenin kalkınması için öncelikle kadınlarının eğitilmesi gerekir.

Türk kadınlarının saygı duyacakları kişi aramakta zorluk çekmeyeceklerini biliyorum. Kadınlarımızı erkeğinin yanında birinci sınıf yurttaş yapan, onlara seçme ve seçilme hakkı veren, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür. Kadınlarımız Atatürk’ü daha çok sevmeli, çocuklarına Atatürk sevgisini öğretmeli, Atatürk yolundan ayrılmamalıdırlar.

Kadınlar, halkın en özverili, çalışkan ve üreten bireyleridir. Onlar sadece ana olarak değil, duyarlı çalışkan bireyler olarak da yüceltilmelidirler.

Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasında analarımız önemli çalışmalar gerçekleştirmişlerdir. Yeri geldiğinde cephede savaşmış, yeri geldiğinde cephe gerisinde savaşa destek olmuşlardır. Savaş ardından ülkenin kalkınmasında da kadınlarımız, en ön saflarda yerlerini almıştır. Yukarıda da belirttiğim gibi bunu farkeden Atatürk, ülkenin kalkınmasında kadının yerini ve önemini vurgulayarak 1934 senesinde pek çok Avrupa ülkesinden önce kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkını kazandırmıştır. Kadınlarımızda bunun bilincinde olarak Atatürk’ü sevmekte ve gösterdiği bilimin aydınlattığı yolda ilerlemektedirler.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun.



3 Mart 2017 Cuma

REFERANDUM


Önemli meselelerde halkın iradesini belirlemek gayesiyle vatandaşlar tarafından yapılan oylamaya referandum deniyor.


Anayasaların önemli değişikliklerinde referandumla halkın oyuna başvuruluyor. Türkiye'de, Fransa'da ve İsviçre'de yeni anayasaların kabulü bu şekilde olmuştur.

Türkiye tarihi bir referanduma gidiyor. 16 Nisan 2017 günü yapılacak yeni anayasa referandumu için geri sayım başladı. AK Parti ve MHP referandumda halkı 'EVET' demeye çağırırken CHP, HDP, MSP, DP. VATAN PARTİSİ’de referandumda halkı 'HAYIR' demeye çağırıyorlar. MHP içinde, bazı milletvekillerinin ve genel başkan adaylarının öncülüğünde “Hayır” çağrıları devam ediyor. Sonucu 16 Nisan’da hep birlikte göreceğiz.

Değişikliğin önemli yönü, Cumhurbaşkanının, aynı zamanda parlamento dışından oluşturulacak hükümetin başkanı olması, siyasi partisi ile ilişkisini sürdürmesi, genel başkanı olabilmesidir. Halk tarafından seçilecek Başkan, Bakanlar Kurulunu milletvekillerinin arasından seçmeyecek. Dışarıdan bakanlar kurulu oluşturacak. Bakanlar Kurulu için güven oylaması yapılmayacak. Gensoru olmayacak.

Peki Milletvekilleri ne yapacak? Onlar ağırlıklı olarak yasama görevini yerine getirecekler. Getirilmek istenilen değişiklikleri sayfanın izin verdiği ölçüde özetlemeye çalışacağım.

•Milletvekili seçilme yaşı 25'ten 18'e iniyor,
•Milletvekili sayısı 550'den 600'e çıkıyor,
•Milletvekillerinin görevleri ağırlıklı olarak yasama ile sınırlandırılıyor,
•Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Meclis genel seçimi 5 yılda bir aynı gün yapılıyor,
•Cumhurbaşkanı veya Meclis seçimi yenileme kararı verirse, iki seçim aynı anda gerçekleşiyor,
•Cumhurbaşkanı'nın partisi ile ilişiği kesilmiyor,
•Cumhurbaşkanı'na kanun kuvvetinde kararname çıkarma yetkisi veriliyor,
•Üst düzey kamu görevlilerini Cumhurbaşkanı atıyor,
•Kurumlar ile ilgili idari düzenlemeler Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yapılıyor,
•Bütçe hazırlama yetkisi Cumhurbaşkanı'na veriliyor
•Sıkıyönetim kalkıyor, OHAL yeniden düzenleniyor,
•Yargının bağımsızlığı ifadesine "tarafsızlığı"da ekleniyor
•Hakimler ve Savcılar Kurulu'na yeni düzenleme geliyor.

Ben, önerilen değişikliklerin yeterince anlatıldığı ve anlaşıldığı kanısında değilim. Buna rağmen, seçmenin partilerinin önerisinin dışında oy kullanacak olanların sayısının da artacağını düşünüyorum. MHP içinde “Hayır” diyeceklerin olduğu sadece söylenmiyor, bazı milletvekillerinin ve genel başkan adaylarının yaptığı toplantılarla da görülüyor. Her parti içinde çok ya da az partisinin belirlediği oydan farklı oy kullanacağını söyleyen seçmenler bulunuyor. Değişiklik metinleri anlatıldıkça kararsızların sayısının giderek azalacağı görülecektir.

Bir başka gözlemimi de aktarmak istiyorum. Bu referandumda seçimlerde yaşanan coşku yaşanmıyor.
EVET için çağrı yapan milletvekilleri ile HAYIR için çağrı yapan milletvekilleri ya da parti liderleri televizyonlarda bir araya gelip konuyu görüşemiyor. Düşüncelerini paylaşamıyor. Yapılan kamuoyu yoklamalarından EVET diyenlerle HAYIR diyenler arasındaki oy farkının çok fazla olmayacağı anlaşılıyor. Bu durum referandum sonrasında sonuçların tartışılmasına neden olabilir. Oysa bizim ekonomik sorunlar üzerine yoğunlaşmamız, dış ilişkileri düzenlememiz, yakın komşularımızla sorunlarımızı çözmemiz, AB ilişkilerine yeniden hız kazandırmamız gerekiyor. Bunun için ulusal barışa ve dayanışmaya büyük ihtiyacımız var.

Her yazımda yaptığım çağrıyı bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Ayrışmayalım, birleşelim. Aynı geminin yolcularıyız. Cumhuriyetimiz ilelebet yaşasın. Bölünmez bütünlüğümüz korunsun. Toplumsal barış ve dayanışma güçlensin. Ne olur germeyelim, gerilmeyelim. Olgunluk içinde referandumu tamamlayalım.



24 Şubat 2017 Cuma

GERMEYİN GERİLMEYİN


Bana bugün en temel ihtiyacımız nedir diye sorsalar, `Yurtta Barış Dünyada Barış` derim.


Barış, kardeşlik, dayanışma özlemimi dile getiririm. Özellikle yurdumuzda dayanışmaya büyük ihtiyacımızın olduğunu, gerginliklerden kaçınmamız gerektiğini söylerim. Birbirimizi germeyelim gerilmeyelim derim.

İnsanlar suskun. Yüzlerde umut ve gülümseme yerine, bıkkınlık ve karamsarlık var. Umutsuzluğu umuda dönüştürecek olan yeni projeler üretecek olan bu ülkenin politikacılarıdır. İnsanlarımızın yaşam koşullarını iyileştirecek önlemler almalıyız. Giderek artan işsizlik sorununa çözümler bulmalıyız. Devletin ve özel sektörün kartopu gibi büyüyen borcunun nasıl ödeneceğini anlatmalıyız. Millet mutlu ve gelecekten umutlu duruma getirilmeli.

Nereye gidiyoruz sorusuna cevap arayanların sayısı giderek artarken, verilen cevaplar tatmin edici olmalı. Soruların çoğu yanıtsız kalıyor. Gerçekten nereye gidiyoruz?

Geçtiğimiz yıl usta sanatçı Leven Kırca'yı yitirmiştik. Aramızdan ayrılırken bıraktığı veda mektubunda "Atatürk'le kalın. Cumhuriyetle kalın" diye yazmıştı. Mektubunu defalarca okumuştum. Kırca'nın gördüğü iki önemli değer, Atatürk ve kurduğu cumhuriyet. Atatürk'le kalın, cumhuriyetle kalın diyordu Kırca. Bu ülkenin Atatürk’ü sevdiğini biliyorum. Atatürk bizim ortak bileşenimizdir. Atatürk’le kalmak, “Yurtta Barış Dünya’da Barış” demektir. Barış için çalışmaktır. Hemen hemen her yazımda içinde bulunduğumuz dönem, ayrışma değiş birleşme dönemidir diye yazıyorum. Hoşgörü ve uzlaşma öneriyorum.  Millet olmak kederde ve kıvançta birlik olmaktır. Birlik olalım diyorum. Birlikten kuvvet doğar diyorum. Bağlarımız ortak değerlerimizdir. Ortak değerlerimiz ne kadar çoksa o kadar güçlüyüz demektir.

İhtiyaç duyduğumuzda ortak akıl, ortak hedef belirleyebiliyor muyuz? Cevabınız evetse biz bir milletiz. Ve cumhuriyette kalırız.
Şimdi önümüze bir referandum sandığı konuluyor. Yapılan anketlerde, seçmenin ne için oy kullanacağını, EVET’in ne anlama geldiğinin HAYIR’ın ne anlama geldiğinin yeterince bilinmediği görülüyor. Araştırmalı düşünmeli ve oyumuzu ona göre kullanmalıyız. Bu oylama siyasi partileri bağlılıklarımızı aşan bir oylamadır.
Kurumaya yüz tutan köklerimize yeniden can suyu vermeliyiz. Birbirimize korkuyla değil sevgiyle bağlanmalıyız. Huzuru silahla değil, insana saygıyla, korkuyla değil sevgiyle sağlamalıyız.
Barış, kardeşlik ve dayanışma, yaşam biçimine dönüşmeli ülkemizde.
16 Nisan'da sandığa gideceğiz. 16 Nisan’da bizi yönetecek olanların seçimi yapılmayacak. Yönetim sistemi oylanacak. Bir daha altını çizerek söylüyorum. Hepimiz aynı geminin yolcularıyız. Aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Aile içinde, eşler ve kardeşler arasında farklı oy kullananlar olabilir. Bu birbirimize düşmanca bakmamızı gerektirmez. Birbirimizi ağır biçimde suçlamamızı gerektirmez. Çünkü biz aynı ülkenin yurttaşları olarak birlikte yaşamayı ortak sorunlarımıza ortak çözümler aramayı sürdüreceğiz. Bir referandum yapıldığına göre evet diyenler de olacaktır hayır diyenlerde, evet için çalışanlarda olacaktır, hayır için çalışanlarda. Önemli olan, bu çalışmaların toplumu germeden gerilmeden toplumun huzurunu bozmadan barış içinde yapılmasıdır.  Sorun soruşturun oyunuzu bilerek kullanın. Cumhuriyetimizin demokrasi ile taçlanmasına ve ilelebet güçlenerek yaşamasına katkıda bulunun.

Barışa kardeşliğe dayanışmaya çok ihtiyacımız var. Germeyin gerilmeyin.



17 Şubat 2017 Cuma

NUTUK OKUYALIM


Son günlerde, Nutuk yeniden gündemde, yeniden dillerde, yeniden gönüllerde. Nutuk okuyanlar çoğalıyor. Yeni baskıları yapılıyor. Birçok belediye kurum ve kuruluş ücretsiz dağıtıyor.

Nutuk ayrıca devlet tarafından da bastırılıp öğrencilere ve halka ücretsiz dağıtılmalı bence. Cumhuriyetin kuruluş öyküsü, kaynağından, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ten öğrenilmeli. Geçmişini bilmeyen toplumlar geleceğini kuramazlar.

Nutuk Türkiye Cumhuriyetinin tarihidir. Her zaman, yurttaşlarımızın başucu kitabı olacak ve bu ülkenin tarihini bilmek isteyenler tarafından okunacaktır. Nutuk’un yazarı Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Nutuk’ta 19 Mayıs 1919’dan başlayarak 1927’ye kadar olan tarih dilimi anlatılmaktadır. Bu dönem üç bölümde ele alınmıştır. Birinci bölümde Kuvay-i Milliye (Ulusal güçler) Dönemi, bu bölümde Türkiye Devleti’nin kuruluşu anlatılıyor.  “Hedef, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu da tam bağımsız olmakla sağlanır. Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan ileriye gidemez. Türkün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksektir. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir. Öyleyse parola bellidir: Ya bağımsızlık ya ölüm” deniliyor.

Atatürk Samsun’a çıktığı anda ülkenin genel durumu; Osmanlı Devletinin içinde bulunduğu topluluk savaşta yenilmiş, koşulları çok ağır bir ateşkes imzalanmış, ulus yorgun ve bitkin bir durumdadır. Ulusu ve ülkeyi savaşa sürükleyenler yurttan kaçmış, ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmaktadır. Yapılacak iş ülkeyi kurtarmak ve ulus egemenliğine dayanan kayıtsız şartsız yeni bir devlet kurmak için çalışmalıyız diyen Atatürk, izlediği politikayı, karşılaştığı güçlükleri bunalımları ve çatışmaları anlatmaktadır Nutuk’ta. Bu haliyle Nutuk, sömürgeci devletlerin altında yaşayan uluslara kurtuluş yolunu gösteren bir yapıt özelliği de taşımaktadır.

İkinci bölümde Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 23 Nisan 1920’de açılışını anlatılıyor. Meclis açıldıktan sonra tüm askeri ve sivil makamların ulusun başvuracağı en yüce katın Meclis olacağını belirtiyor. Meclis savaş yıllarında bile açık tutuluyor tüm kararlar mecliste alınıyor.

Üçüncü bölümde Atatürk, 20 Ocak 1921 tarihli anayasada değişiklik yaparak birinci maddenin sonuna “Türkiye Devletinin Hükümet Biçimi Cumhuriyet’tir” cümlesinin eklendiğini ve yapılan Meclis toplantısında Anayasanın değiştirilmesi ile ilgili maddenin kabul edildiği anlatılıyor. Toplantı sonunda yasa birçok milletvekilinin  “Yaşasın Cumhuriyet” söylemleri ile kabul edildi ve böylece 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilmiş oldu.

Nutuk sömürge ulusların bağımsızlıklarını kazanmaya yardımcı olacak bir program niteliğindedir. Bu eser okunduğunda Türk kurtuluş savaşının bir askeri savaş olduğu kadar bir düşünce savaşı da olduğu görülmektedir. Nutuk’ta onurlu, bağımsız, çağdaş bir devlet ve toplum olarak yaşaması için yapılanlar belgeleriyle açıklamaktadır. Atatürk bu eserinde, ulusal varlığı sona ermiş sayılan büyük bir ulusun bağımsızlığını nasıl kazandığını, bilim ve tekniğin en son ilkelerine dayanan ulusal ve çağdaş bir devleti nasıl kurduğunu anlatıyor. Atatürk Türk gençliğine bıraktığı kutsal armağanı şu sözlerle noktalamıştır: “Bu uzun ve ayrıntılı sözlerim tarihe mal olmuş bir devrin öyküsüdür, burada ulusum için ve yarınki çocuklarımız için dikkat ve uyanıklık sağlayabilecek kimi noktaları belirtmiş isem kendimi mutlu sayacağım”. Nutuk, yeni Türkiye devletinin nasıl kurulduğunu merak eden tüm insanlarımızın okuması gereken bir başucu eseridir. Bundan dolayı siyasi yaşantımızda olduğu kadar, devlet felsefesinde de kullandığımız en baş eserdir.

Her yurttaşımız özellikle gençlerimiz Nutuk okumalı, özümsemeli ve hatta Ey Türk Gençliği diye başlayan bölümü ezberlemeli ezberletmelidir.



10 Şubat 2017 Cuma

EVET Mİ, HAYIR MI?

Büyük bir olasılıkla 16 Nisan 2017 tarihinde referandum var.

Anayasa değişikliği için oy kullanacağız.
EVET diyenlerde olacak, HAYIR diyenlerde.
EVET diyenlerde bu ülkenin yurttaşı HAYIR diyenlerde.
Eşlerin, kardeşlerin, çocuklarınızın, komşularınızın oyu farklı olabilir.
EVET diyenin HAYIR diyeni, HAYIR diyenin EVET diyeni suçlama düşman gibi görme ve gösterme hakkı yoktur olmamalıdır.
Sonuç EVET te olsa HAYIR da olsa ülkemizi zor günler bekliyor.
Zor günler ayrışarak değil, birleşerek aşılır.

Bu ülkenin yurttaşları olarak biz hepimiz aynı geminin yolcularıyız.
Yakın komşularımızla ve birçok ülkeyle sorunlar yaşarken bu sorunların ancak ulusal dayanışma içinde, Çanakkale’de olduğu gibi, Kurtuluş Savaşında olduğu gibi, Kıbrıs’ta olduğu gibi aşılabileceğini bilmeliyiz. EVET diyenlerle HAYIR diyenler, aynı çatı altında iyi komşuluk ilişkileri içinde yaşam sürdürecekler. Karşılaştıklarında selamlaşacaklar. Zora düştüklerinde yardımlaşacaklar. Bunun böyle sürmesi için söylemlerimize dikkat etmeliyiz. Kırıcı değil, yapıcı olmalıyız. Haberleri izlerken liderlerin birbirlerine söylediklerini duyunca içim kararıyor. Filmlerin televizyonlarda gösterilmesi sırasında gerektiğinde 7 yaş ve üstü izleyebilir uyarısı konulduğu gibi, haberlerde de benzer uyarılar konsa diye düşündüğüm oluyor bazen. Keşke çocuklarımız haberleri izlemese diyorum…

Gönül, ulusal sorunları ulusal dayanışmayla aşalım istiyor.
Gönül, siyasi parti liderlerinin bir masa etrafında buluşmasını arzuluyor.
Gönül, Cumhurbaşkanının “Ben cumhurun başkanıyım, hepinizin başkanıyım, tüm yurttaşlarımın başkanıyım diyerek” siyasi parti liderlerini bir masa etrafında toplamasını istiyor.
Bir yurttaş olarak benim dileğim bu. Benim dileğim, germe gerilme değil, benim dileğim uzlaşma.

Referandumun sonucu EVET olsa da HAYIR olsa da ülkemizi zor günler bekliyor dedim yazımın girişinde. Sizce de öyle değil mi?  İşsizlik giderek artmıyor mu? Birçok fabrika, kurum, kuruluş sorun yaşamıyor mu? Satışlar azalmadı mı? Üretim düşmedi mi? Evet, sorunlar var. Bu sorunlar birlik ve dayanışma içinde daha kolay aşılır. 15 Temmuz sonrasında siyasi partilerin genel merkez ve il binalarına dev bayraklar ve Atatürk posterleri asılmadı mı? Her ulusal bayramda asılsa bir şey kaybetmeyiz ama çok şey kazanırız. Tasada ve sevinçte birlik olabileceğimizi anlar geleceğe daha güvenle bakarız.

Yurttaşlar olarak, ayrı siyasi partilere oy veriyor, referandumda farklı oylar kullanıyor olabiliriz. Demokrasi bu zaten bu değil mi? Demokrasinin bir tanımı da çoğunluğun dediğinin olması değil, azınlığın haklarının korunması değil midir? Bu toplum ayrı partilere oy verir ama söz konusu vatanı, söz konusu demokrasiyi ve cumhuriyeti korumak olduğunda dedelerimizin yaptığı gibi omuz omuza savaşmayı bu ülke için can vermeyi bilir. Germeyin gerilmeyin ne olur. Bu güzel coğrafyada gözü olanlar var. Sorunlarımızın ağırlaşmasına sevinenler var. Bizim yurttaşlar olarak, bir olmamız, iri olmamız, diri olmamız gerekiyor. Ayrışma yerine birleşmemiz gerekiyor…

Yazımı bir Yunus Emre dörtlüğü ile noktalamak istiyorum.
Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz.


 
back to top