Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

27 Ocak 2017 Cuma

HOBİ BAHÇELERİ - Domatesi Dalından Koparmak...


Sebze fiyatlarını bölgeler ve iller arası nakliyenin ve aracıların yükselttiği biliniyor.

Tüketicilerin sebzeleri daha uygun fiyata alabilmesi nasıl sağlanır sorusuna yanıt bulmalıyız. Bunu sağlamanın etkili yollarından birisi de vatandaşın ihtiyacı olan sebzeyi kendisinin yetiştirebilmesi yolunun açılmasıdır. Sebzeleri kentlerde oturanların kendisinin yetiştirebilmesi, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Kent Bahçeleri de denilen Hobi Bahçeleri ile mümkün olabilir. Burada anahtar sözcük Hobi Bahçeleri…

Avrupa Birliği, Hobi Bahçelerinin yapımı için İPARD (Katılım Öncesi Yardım Aracı) ve TKDK (Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu) aracılığı ile hibe desteği vereceğini yurttaşlara duyuruyor. Ancak ülkemizde Hobi Bahçelerinin yapımını sağlayacak yasal altyapı olmadığı için bu destekten kimse yararlanamıyor. Bu konudaki eksiklik biliniyor bilinmesine de ancak nedense bir türlü giderilmiyor. Kaynak var, istek var ancak yasal dayanak yok. Ülkemizde olmayan başka bir şey daha var, bakanlıklar ve bakanlıklardaki birimler arasında koordinasyon yok. Yapılacak iş çok basit: Bir yetkili talimat verecek. Hobi bahçeleri için bir yönetmelik hazırlanacak ve yürürlüğe konulacak. Bir de, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı denetiminde hobi bahçelerinin kurulup sürdürülebilmesi için Hobi Bahçeleri Kooperatifi Ana Sözleşmesi hazırlanacak o kadar.

Topraktan ve doğadan kopup kentlerin beton yığınları içinde sıkışıp kaldık. Yoğun iş temposu ve giderek gelişen teknoloji ve kablosuz iletişim araçlarının yarattığı elektromanyetik kirlilik nedeniyle stres, depresyon, panik atak gibi rahatsızlıkların çoğaldığını görüyoruz. Kentlerimizde fiziki çevre ile sosyal çevre sürekli etkileşim içinde. Yapılan tüm araştırmalar, insanın içinde yaşadığı fiziksel çevrenin sağlığı ve mutluluğu için önemli olduğunu kanıtlıyor.  Kentlerde beton yığınları arasında sıkışıp kalan insanlar için, Yeşil Terapi olarak adlandırabileceğimiz, toprakla meşgul olmak, iyi tasarlanmış, bahçelerde üretim yapmak öneriliyor.

Yaklaşık üç yıldır, çalmadığım kapı kalmadı. Ancak, Hobi Bahçeleri konusunda yaptığımız girişimlerin tümü sonuçsuz kaldı. Bizi dinleyenler hep “haklısınız” dediler demesine de gerekli düzenlemeyi bir türlü yapmadılar. Görüştüklerimin tümü, sorumluluk yüklenerek, çalışarak, sorun çözmek yerine, sorunu ötelediler. Hem “Hobi Bahçelerine hibe veriyoruz” deniliyor. Hem de hobi bahçelerinin yapılmasını sağlayacak düzenleme yapılmıyor. Bundan çok güzel bir Aziz Nesin öyküsü çıkarılabilir diye düşünüyorum. Girişimlerimden bir sonuç alamazsam, öykünün yazılmasına başlarım herhalde. Öykü mü olur roman mı olur bilmiyorum. Belki film bile olur.

Biz, kentlerde yaşayanlar olarak doğayı, yeşili, bitki ekip biçmeyi, domatesi dalından koparmayı çok özledik. Ve çözüm olarak, hobi bahçelerini görüyoruz. Hobi bahçeleri aile ekonomisine katkı sağlarken sağlıklı beslenmenin ve sağlıklı yaşamın yolunu da açmış olacaktır.


İçinde ufak bir kulübenin de olacağı 150 metrekareden büyük olmayan bir alanda, büyük bir ailenin tüm ihtiyacını karşılayacak sebze üretimi yapılabilir.

Hobi Bahçeleri konusunda BİMER’e (Başbakanlık İletişim Merkezi) yaptığım başvuruya, birçok ilgili kurum ve kuruluştan görüş alındıktan sonra, “Öneriniz, yapılacak ilk düzenlemede dikkate alınacaktır” denildi. Ancak bugüne kadar hiç bir düzenleme yapılmadı. Şimdi de konuyu Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezine yazdım. Önerim, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına iletildi. Bakalım daha nereleri dolaşacak ve ardından nasıl yanıt verilecek?  Sonucu merakla bekliyorum. Birde Ankara’ya gidip ilgililere ulaşmaya çalışacağım. El attığım her işi sonuca ulaştırmadan mutlu olamıyorum. Benim yaşamımda vazgeçmek gibi bir sözcük olmadı hiçbir zaman. Sonuç alana, ülkemizde hobi bahçelerinin kurulmasının yolu açılana kadar mücadeleye devam edeceğim.

Her düzeydeki ilgililerin ve yetkililerin katkılarını bekliyorum. Gelin bu sorunu birlikte çözelim. Sorun çözmenin coşkusunu da birlikte yaşayalım. Domatesi dalından koparmak için Hobi Bahçelerinin kurulmasının yolunu açalım…



20 Ocak 2017 Cuma

ŞİİRE TUTUNMAK


Her hafta, köşemde ne yazayım diye düşünürken, arada bir şiir yazmak geçiyor içimden.

Keşke diyorum, şiire daha çok zaman ayırabilsem. Ancak, kolay olmuyor. Zaman olsa sözcüklerle oynaşsam, yeni anlamlar yüklesem sözcüklere, tuğlaları koyduğumuz gibi üst üste sözcükleri dizebilsem, küçük notlar düşsem yaşadığımız günlere diyorum, diyorum da olmuyor işte. Önceden yazdığım şiirler vardı, çoğunu bulamıyorum şimdi. Keşke yazdıklarımı paylaşsaydım diyorum. Zaman bulabilsem oturup yeni şiirler yazacağım. En kıt kaynağım zaman. Hızla akan bir nehir gibi, gitti gidiyor. Hayatı anlamadan, düşündüklerimizin çoğunu yapamadan ömür bitiyor…

SPİL’İN ZİRVESİNDE

Spil’in zirvesinden kuzeye,
Gediz Ovası`na bakıyorum.
Gediz ağlıyor,
Ben ağlıyorum.
Spil’in zirvesinden kuzey doğuya,
Bereketin ve doğurganlığın,
Taş kesilmiş anası,
Niobe’ye bakıyorum.
Susuyorum.
Spil’in zirvesinden kuzey batıya,
Taşa dönüşen Niobe’ye bakıyorum.
Taşlaşmış yürekler geliyor aklıma,
Kahroluyorum.
Spil’in zirvesinde susuyorum.
Sesinizi duyamıyorum.
Spil’in zirvesinde ağlıyorum.
Spil’in zirvesinden görüyorum.
Pelops atlı arabasını sürüyor batıya doğru,
Tantalos’un fildişi omuzlu yiğit oğlu,
Uygarlık ekiyor.
Spil’in zirvesinden,
Bakıyorum.
Susuyorum.
Ağlıyorum.
Üşüyorum.
Yorum, yorum...
Bi yorum yapamıyorum.

Spil’in zirvesinde,
Yalnız başıma ağlıyorum,
Sizi duyamıyorum.


13 Ocak 2017 Cuma

DEĞİŞİM


Bazen birçok konu varken, yazacak konuyu seçme konusunda zorlanıyorum.


Hani sözün bittiği yerdeyiz deniliyor ya, bende yazacak konunun tükendiği yerde olduğumu düşünmeye başlıyorum.  Aklıma gelen güncel konuların tümü, üzerine yazılan konuşulan konular. Birde ben yazsam ne olacak deyip vazgeçiyorum.  Sonunda daha önce birkaç kez değindiğim, değişim üzerine yazmaya karar verdim.

Değişmeyen tek şey değiştiğimiz. Hızla değişiyoruz. Değişimin hızı da giderek artıyor. Değişimi yönlendirenler var. Değişimden etkilenenler var.  Değişimin farkında olanlar var; olmayanlar var. Önemli olan değişimi önceden fark edip önlemleri ona göre almak,  bir başka söyleyişle değişime hazırlıklı olmak, hatta yapabiliyorsak değişimin düzenleyicisi olmak. Toplum olarak, değişimi yeterince algıladığımızı buna göre planlar yapmakta olduğumuzu bilmiyorum görmüyorum. Değişimin ne önündeyiz nede içindeyiz gibime geliyoruz. Değişimin içinde ya da önünde değilsek, bunun anlamı bir yerlere sürüklendiğimizdir.

Neler değişiyor? Her şey değişiyor. İletişim ve ulaşım araçları değişiyor. Bu değişme diğer değişim ve dönüşümleri hızlandırıyor. Bu köşede Endüstri 4.0 başlığı altında değişimin sanayinin dördüncü aşamasında yaşanmakta olduğu yazmıştım. İlgi gören bir yazı olduğunu geri dönüşlerden anladım.

Değişimin yönü daha iyiye, daha güzele doğru olmalı. Benim değişimden anladığım bu.

Uzun bir girişten sonra,  anlatmak istediğim esas konuya gelmek istiyorum. Üretim biçimi kökten değişiyor. Akıllı robotların fabrikalarda görev yüklenmesine az kaldı. Alışveriş anlayışımız değişiyor. Satın almanın yerine kullandığımız kadar ödeyeceğimiz kiralama biçimleri gelecek. Araçlarda kiralama yaygın biçimde kullanılmaya başlandı bile. Pazarlama teknikleri ve biçimleri değişiyor. Köşe başlarındaki bakkal amcalar yok oluyorlar birer birer.  Kentin gelişen kesimlerinde bu değişim daha hızlı oluyor. Kapanan bakkal dükkanlarının yerini, ulu marketler alıyor. İnsanlar gelişen iletişim ve ulaşım araçlarını kullanıyorlar pazarlamada. Yakında siparişi veren programlarla donatılmış buzdolapları üretilmeye başlanacak.  Kentimizde de, her türlü ürünü bir arada bulabileceğimiz, ihtiyacımızın tümünü karşılayabileceğimiz büyük alışveriş merkezleri ardı ardına açılıyor. Tüm aile fertleri birlikte gidebiliyorlar bu tür büyük marketlere. Bu değişimi görmesi gerekenlerin başında, kent ve konut planlamacıları geliyor. Kent içinde yapılan konutların altına küçük küçük dükkanlar yapma devri kapandı artık. Yeni kentler, yeni yerleşim yerleri planlanırken de,  küçük parseller yerine,  her ürünün birlikte pazarlandığı, geniş otoparkları olan yerler planlanmalıdır. Değişim bu yönde. Bir gün gelecek bu da değişecek. İnsanlar alışveriş için evlerinden çıkma gereğini duymayacaklar. Alışverişlerini internetle yapacaklar. Siparişleri evlerinin kapısına kadar getirilecek. Elektronik pazarlama başlayacak. Elektronik para kullanılacak. Ancak, hiper marketler dönemi uzun bir süre daha yaşamımızı yakından etkileyecek.

Değişimin, dönüşümün gerisinde kalmayalım. Değişimden dönüşümden etkilenen değil, değişimi etkileyen hızlandıran olalım. Her konuda değişim var. İlimiz tarım da büyük bir değişimin nefesini ensesinde duymaya başladı bile. Birçok insan tarımdan kopacak. Birçok insan tarlalarını bırakıp kente göç edecek. Birçok insan,  on-onbeş dönüm toprakta tarım yapma yerine kentteki kapıcılığı tercih edecek. Tarımcı değişecek, tarımın yapısı değişecek. Tarım işletmeleri daha da büyüyecek. Ancak işletme sayısı azalacak. Hızla değişiyoruz ey millet. Bugün yine dün düşündüğümüz gibi düşünüyorsak, bu bir meziyet değil bu bir eksikliktir. Değişiyoruz. Değişmeyen tek şey, hızla değiştiğimiz.




6 Ocak 2017 Cuma

UZLAŞMA


Uzlaşma bir kültürdür. Uygar insana uzlaşma yakışır. Uzlaşma uygarlıktır.


Bu ülkenin, evinde, mahallesinde, köyünde, kasabasında, kentinde her yerinde, en tepesinden en küçük birim olan aileye kadar uzlaşmaya ihtiyacı var. Demokrasi uzlaşmadan güç alır. Uzlaşma olmadan demokrasi olmaz. Ayrı düşünmek başka şey, ayrı durmak başka şey, ayrı düşünebiliriz ama ayrı duramayız. Aynı fikirde olanlar anlaşır elbet. Önemli olan ve olması gereken, farklı fikirlerde olup, birbirine saygı duyabilmesidir insanın. Bunu başardığımızda uzlaşma kolaylaşır…

Biz aynı ülkenin yurttaşlarıyız. Biz aynı geminin yolcularıyız. Gemi batarsa hepimiz batarız. Geminin kaptan köşkü de batar; en altındaki sintine bölümü de batar.  Bu ülkede uzlaşma kültürünün gelişmesi gerekiyor. Sözün yerini, yumrukların aldığı ortamda uzlaşma olmuyor. Kavga ve uzlaşma aynı torbaya sığmıyor.

Ülkenin yöneticileri ayrıştıran değil birleştiren olmalıdır.  Ülkenin ve yurttaşların tümünü kucaklamalıdır. Belediye Başkanları da öyle, bir partinin adayı olurlar ama seçildiklerinde tüm kentin başkanıdırlar artık. Tüm yurttaşlara eşit yakınlıkta olmaları gerekir. Yoksa uzlaşma zorlaşır, uzlaşmanın yerini dayatma alır.  Partiler fikir kulüpleri gibi olmalı. Partiler ülkenin sorunlarına çözümler ve projeler üretmeli. Halkta projelere bakıp oy vermeli.

Mecliste atılan yumrukların değil, ülkenin aydınlık geleceği için atan yüreklerin sesi duyulmalı. Siyaset parayla değil, bilgiyle, halka gösterilen ilgiyle yapılmalı. Partiler arasında uzlaşma kültürünün gelişmesine, demokrasinin kökleşmesine ihtiyaç var. Eğer ülkemizde uzlaşma yaşayan bir gelenek haline gelirse, güçlü iktidarlar da başarılı olur, koalisyonlarda.

Siyaset yumrukla değil kafayla, öfkeyle değil sevgiyle yapılmalı. Terörün kurban aldığı ölümlerin olduğu yerlerde liderler toplu fotoğraf verebilmeliler. Tasada ve kıvançta birlikte olabilmeliler.
 “Benim dediğim dedik çaldığım düdük” denilen yerde uzlaşma olmaz. “Gelin yapılması gerekeni birlikte saptayalım” denilirse uzlaşma olur. Liderler en az iki üç ayda bir kez bir araya gelmeliler.
Birbirlerinin elini dostça sıkabilmeliler.  Söz konusu vatan, söz konusu cumhuriyet, söz konusu demokrasi olduğunda işbirliği yapabilmeliler.

Kavgayla gelen başarı kavgayı, uzlaşmayla gelen başarı uzlaşmayı özendirir. Barışa, dayanışmaya uzlaşmaya ihtiyacımız var. Sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütmeye ihtiyacımız var. Bir siyasi partinin üyesi olmak diğer siyasi partilerin düşmanı gibi davranmayı gerektirmez. Tek ihtiyacımız var: Uzlaşma, sadece uzlaşma. Uzlaşmayı halk olarak biz istersek, siyasiler de istemek zorunda kalırlar. Haydi o zaman, uzlaşmak için, işbirliği ve dayanışma için uzat elini.

Liderler ve hepimiz kendimize “ben nerede hata yaptım” sorusunu sormalıyız ara sıra. Başarılarını dillendirdikleri gibi hatalarını da açıkça söyleyebilmeliler. Özeleştiri yapabilmeliler. Unutmayalım bu ülkede uzlaşma kapısını aralamak çözüme, barışa, kardeşliğe, dayanışmaya ve aydınlığa kapı aralamaktır.



30 Aralık 2016 Cuma

YENİ YIL


Yeni yıldan ortak beklenti huzur ve istikrardır.


Yeni yıldan beklenti akan kanın durmasıdır.
Yeni yıldan beklenti terör ve şehit haberlerinin olmamasıdır.
Yeni yıldan beklenti uzlaşma kültürünün yaşantımıza girmesidir.
Kitap okuyanların azaldığı ortamda meydan okuyanların çoğaldığını biliyor ve görüyoruz.
Yeni yıldan beklenti meydan okuyanların yerine kitap okuyanların çoğalmasıdır.
Yeni yıldan beklenti eğitim kalitesinin yükselmesidir.
Yeni yıldan beklenti, duyarsız yurttaşlar yerine soran sorgulayan araştıran yurttaşların çoğalmasıdır.
Yeni yıldan beklenti barış kardeşlik ve dayanışmanın güçlenmesidir.
Yeni yıldan beklenti yurtta barışın dünyada barışın hayata geçmesidir.
Yeni yıldan beklenti, bizi yönetenlerin aklını başına alarak, günü kurtarma çalışmaları yerine gelecek planlarını kotarmaları, mutlu ve aydınlık bir geleceğin önünü açmalarıdır.

2016 yılı sonunda yaşanan sorunlar 2017 yılını da etkileyecektir mutlaka. Bize düşen, olumsuz etkiyi hasarsız kazasız belasız atlatarak mutlu günlerin büyük ve güçlü Türkiye’nin geleceğini planlamaktır.

Terör, savaş, giderek artan işsizlik, kapanan işyerleri fabrikalar, uzun süren mahkemeler, dolan hapishaneler ve OHAL, kalitesi giderek düşen eğitim, büyüyen tedirginlik, umutsuzluk 2016’da kalsa diyorum. 2017 umutla güzelliklerle gelse diyorum.

Yakın geçmişte askerler içerdeydi şimdi askerleri içeri atanlar içerde. Keşke, bu böyle devam etmese; Ülkemiz yararsız çekişmelerin kısır döngüsüne düşmese. Kin ve nefreti yüreklerimize yük etmesek, yüreklerimizde sevgiye yer kalsa.

31 Aralık’ın 1 Ocak’tan hiçbir farkının olmadığını biliriz bilmesine de, yine 31 Aralık’ı eskimiş sayıp 1 Ocak’a anlam ve umut yükleriz, oysa anlamlı olan 1 Ocak değil, anlamlı olan 1 Ocak’a anlamlar yükleyen insanın kendisidir. Anlamlı olan yaşama anlam ve umut katan insandır. İnsanın kendisidir. Gelen yeni yıl değil. Biz istersek her yeni günde umudu filizlendiririz yüreğimizde. Haydi, bırakalım kısır çekişmeleri, el ele verelim, demokrasimizi güçlendirelim. Ortaçağ karanlığını değil, bilimin aydınlığını getirelim ülkemize. Biz bunu yaparız. Ulusal Kurtuluş Savaşında yaptığımız gibi yaparız. Çanakkale’de yaptığımız gibi yaparız. Biz bunu yaparız.

1 Ocak’ta insanlar, gelecekten beklentilerini geçirirler akıllarından, yaptıkları hataları yinelememe kararı alırlar. Yaşamlarına çeki düzen vereceklerini düşünürler. Bence liderler, kendilerine “Ben nerede hata yaptım?” sorusunu yöneltmeliler. Ve bu soruya açık yüreklilikle yanıt verip ona göre politikalarını yeniden gözden geçirmeliler. Burası önemli liderin görevi sadece kendini, yakın çevresini ve koltuğunu düşünmek, günü kurtarmak değil, ülkenin aydınlık geleceğini kurmaktır. Liderin görevi sadece kendisini ve çevresini korumak değil, ülkenin bütününü yurttaşların tümünü kucaklamaktır. Zaman ayrışma değil, birleşme zamanıdır. Ayrışanlar değil, birleşenler kazanacaktır. Bundan hiç kuşkunuz olmasın. Birleşenler kazanacaktır.

2017’de hepimiz barış dersek barış olur. Bunu inanarak söylüyorum. Türkiye iktidarıyla muhalefetiyle yürekten barış desin toplumsal barış olur. 2017’de uzlaşma kapısını aralayalım. Uzlaşma kültürünü ülkemize getirelim.

Evimizde, mahallemizde, kentimizde ve ülkemizde yapacak çok işimiz var. Yeni umutlarla girdiğimiz yeni yılda, Manisa için, düşünce atölyesi gibi çalışacak yeni bir düşünce platformu oluşturalım. Geçtiğimiz yıllarda, Manisa Düşünce Atölyesi’ni toplamış ve güzel düşünceler projeler üretmiştik kentimiz için.  Bıraktığımız yerden başlamalı, Manisa Düşünce Atölyesi çalışmasını, kentin yöneticilerinin de desteği ile sürdürmeliyiz. İnsanlarımız yarınlarımızı düşünsün. Korkumuz düşünenlerden değil, düşünmeyenlerden olsun.

Yeni yılımız kutlu mutlu umutlu olsun…


23 Aralık 2016 Cuma

ENDÜSTRİ 4.0



Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler, terörle ve güncel sorunlarla uğraşırken, gelişmiş ülkeler, Endüstri 4.0`la dünyayı yeni baştan düzenlemeye hazırlanıyorlar.


“Aydınlık Gelecek, Karanlık Fabrikalarda.” deniliyor.  Aydınlık gelecek kime gelecek? Kimin önü aydınlanırken kimin önü kararacak. Üretim bantlarındaki işçilerin yerini akıllı robotlar alacak. Bir çok insan işsiz kalacak. Yeni yetişen kuşaklar iş bulamayacak. Türkiye Endüstri 4.0’ın neresinde olacak?

Kafamda yanıt bekleyen birçok soru var bugün bunları paylaşayım istedim bu köşede. Gerçekten 4. Sanayi Devrimi bizi ve dünyayı nasıl etkileyecek? Bu sorunun yanıtını arayan çok az insan var ülkemizde. Ülkenin geleceğini yakından ilgilendiren bu sorularla ilgilenmek eğer benim gibi yaşı 70’i aşmış olanlara kalıyorsa, yeni kuşak gençler ve bilim adamları bundan uzak duruyorsa,  bu durum ülkemizde bu konuda bir sorun olduğu anlamına geliyor…

Buharlı makinelerle ilk sanayi devrimini gerçekleştirildi.  Ardından elektrikle tanışarak sanayi de elektriği yoğun biçimde kullanarak ikinci basamağa çıktık. Sonra dijital devrim geldi. Ve üçüncü basamağa ulaştık. Biz ikinci ve üçüncü basamak arasında gidip gelirken, inip çıkarken, dünya şimdi akıllı robotlarla dördüncü basamağa çıkıyor.

Almanya, Amerika gibi gelişmiş ülkeler 2011 yılından bu yana Endüstri 4.0’ı tartışıyorlar. Tartışmakla kalmıyorlar, uygulamaya geçiyorlar. Üretim bantlarında akıllı robotları devreye sokuyorlar. Bu robotlar birbirleriyle anlaşıyorlar. Bu robotlar öğreniyorlar. Bu robotlar üretimde maliyeti düşürüyorlar. Üretilen her yeni robot bir öncekinden daha akıllı daha becerikli daha çevik oluyor. Bu devrim hiç kuşkunuz olmasın insan soyunu derinden etkileyecektir.

İlk çağlarda güç bilekteydi, Herküller, Zeynalar gücün temsilcisiydi. Daha sonra toprak sahipleri derebeyleri, ağalar gücü temsil eder oldu. Sanayileşmeyle birlikte sanayiciler aldı gücün temsilciliğini. Günümüzde gücün temsilcisi `BİLGİ`dir. Bilgi sahibi, sermaye sahibinden, sanayiciden daha çok kazanır oldu günümüzde. Bill Gates bilgi sayesinde büyük sermaye sahiplerinin ve fabrikatörlerin önüne geçti. Evet, tartışmasız çağımız bilgi çağıdır. Bilgi çağının uzantısı olarak akıllı robotlar dönemi başlıyor. Biz ülke olarak bilgi çağının neresindeyiz?  Araştıran, soran, sorgulayan, bilgiye ulaşmayı yorumlamayı bilgiyi büyütmeyi ve kullanmayı bilen bir kuşak yetiştirebiliyor muyuz?  Ezbere dayanan eğitimden vazgeçebiliyor muyuz? Teknik liselerin, üniversitelerin sayısını çoğaltabiliyor muyuz? Bilim adamlarımıza sahip çıkabiliyor muyuz?
Hazırlıklı olalım. Dünya Endüstri 4.0’a geçiyor. Gelişmenin önünde olalım. Önünde olamıyorsak içinde olalım. Geride kalarak, robotlar dünyasında yıkım yaşamayalım.

Endüstri 4.0 denilince robotların üretimi devralması, yapay zekanın gelişimi, üç boyutlu yazıcılar ve aklımızın alamayacağı kadar daha birçok yenilik gelmeli aklımıza.

4. Sanayi Devrimi sadece fabrikaları etkilemeyecek, gelecekteki sosyal hayatımızı da derinden etkileyecek. Dünya değişecek…
Kentimiz ve ülkemiz ucuz işgücü, hammadde ve pazarlara yakınlık gibi nedenlerle dünyanın önde gelen üretim merkezleri içinde yer alıyor.  Ancak, robotların üretimi devralmasıyla insan gücüne olan ihtiyaç azalacak ve yabancı şirketlerin yatırımlarını kendi ülkelerine yapmaları gündeme gelecek. Bu nedenle ülkemizin üretim merkezi olma yerine, değişime erken uyum sağlayarak ve gerekli önlemleri alarak, inovasyon merkezi olarak gelişen küresel pazarda kendine yer bulması gerekecektir. Yeni dönem meydan okuma değil, kitap okuma bilgiye ulaşma ve bilgiyi büyütme dönemidir. Yeni dönem ezber dönemi değil, ezberleri bozma dönemi olacaktır…

Önümüzde aşmamız gereken zorlu bir yol var. Tüm gelişmiş ülkelerin 10 ila 15 yıl içerisinde tamamen Endüstri 4.0`a gireceğini düşünerek planlar yapmalıyız. Öğrenmeyi öğrenmiş, araştıran soran sorgulayan, yeniliklere açık gelişmiş beyinlere ihtiyacımız var.  Hemen, eğitim sistemimizi, dünyaya bakışımızı ve duruşumuzu değiştirmeliyiz. Gücün bilgi olduğunu bilmeliyiz. Robotlar dünyasına hazırlanmalıyız.

Sonuç olarak, diyebilirim ki, Endüstri 4.0 geleceğimizi iyi ve kötü yönleriyle doğrudan ve derinden etkileyecektir. Gelecekte fabrikalarda akıllı robotlar işçilerin yerini alacaktır. Yapmamız gereken, bugünün sorunlarıyla uğraşırken, geleceği düşünmek, planlamak,  Endüstri 4.0’dan kaçmak görmezlikten gelmek değil,  yeni endüstri devrimine en iyi şekilde uyum sağlamaktır.

Dünya, bugünden yarını görebilenlerin, geleceği düşenlerin ve planlayanların sayesinde ayakta duruyor ve gelişmesini sürdürüyor. Bugünden çok geleceği düşünelim…



16 Aralık 2016 Cuma

OBASYA'YA ÖDÜL


Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi Yunt Dağı`nda uyguladığı Kırsal Turizm Tesisi nedeniyle ödüllendirildi.

Obasya Kırsal Turizm Tesisi için, kaynak arayışlarına girmeden önce, kendi kendime bazı sorular sordum:


•Projemiz uygulanabilir ve sürdürülebilir bir proje midir?
•Proje için yeterli özkaynak ve hibe bulunabilir mi?
•Projeye destek olacak, katkı sağlayacak ortaklar bulunur mu?
•Proje uygulandığında, yeni dostlukların doğmasına, kentimizde birlikte iş görme alışkanlığının gelişmesine katkı sağlar mı?
•Proje, yörenin kalkınmasına, Yunt Dağı’nda turizm atağının başlatılıp sürdürülmesinde lokomotif görevi yüklenir mi?
•Proje özgünlüğü nedeniyle bölgemizde, ülkemizde hatta yabancı ülkelerde ilgi çeker mi?

Kendime sorduğum bu soruları Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifinin Yöneticileri ve yakın çevremle düşüncelerine değer verdiğim dostlarımla günlerce bıkmadan usanmadan tartıştım. Sonunda soruların tümüne “EVET” dediğimizde de hızla hazırlıklara başladık. İlk olmanın zorluklarını çok yaşadık ama yılmadık. Başladığımız işi bitirmeye ve sürdürmeye kararlıydık. “Nereden girdik böyle bir işe, keşke girmeseydik” dediğimiz anlar oldu ama bu anlar çok kısa sürdü. Akşam umutsuz yattığımız uykusuz gecelerimiz oldu. Oldu olmasına da, kendi kendimize umut pompalamayı başardık. Projemizin ilk olması nedeniyle ruhsat işlerinde çok zorlandık. Kentimizin yerel yöneticilerine ulaşıp sorunlarımızı anlattığımızda ilgi ve destek gördük. Kültür ve Turizm Bakanlığından Turizm İşletme Belgesi almamız uzun sürdü, aylarca süren çalışmanın ardından onu da başardık ve Turizm İşletme Belgemizi aldık. Çalışmalarımız sırasında, TKDK Koordinatörlerimizden ve personelinden ilgi ve destek gördük. Projemizin uygulaması sırasında dört kez koordinatör ve çok kez personel değişikliği yapıldığı için, her değişikliğin sonrasında, projemizi yeniden anlatmak durumunda kaldık.

Çalışmalarımız meyvesini verdi ve Yunt Dağı’nda Kırsal Konaklama Tesisimiz kuruldu. Gidenlerin duyanların tesisimizi beğendiğini gelecek için bizi yüreklendirdiğini belirtmeliyim.

Aralık ayı başında, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından, AB Türkiye Temsilciğinden, İPARD’tan, TKDK Koordinatörlüğünden eş zamanlı olarak aynı çağrıyı aldık. Hibe desteği ile kurduğumuz tesisin “Başarı Hikayesi” olarak değerlendirildiğini, Ankara’da düzenlenen törende kooperatifimize ödül verileceğini duyurdular bize.

9 Aralık 2016 tarihinde, 600 kişilik, Bakanlık, AB, İPARD, TKDK temsilcilerin de bulunduğu bir salonda, OBASYA için çektikleri güzel bir film gösterildi. Ve kooperatifimize bir plaket verildi.  Törende yaptığım konuşmada, her başarı hikayesinin yeni başarıları tetikleyeceğini belirttim, projemizin gerçekleşmesine destek verenlere teşekkür ettim ve ödülü sayıları ve etkileri giderek azalan kooperatifçiler, kooperatifimizin ortakları ve Manisalılar adına aldığımı söyledim.

Yaşadığım bu güzel kentin adı, son aylarda, çocuk istismarıyla, gebe kadına atılan tekmeyle, hayvanlara yapılan eziyetle duyulurken, kentimin adını bir başarı hikayesiyle duyurduğum için çok mutluyum. Ödül almak takdir edilmek gerçekten güzel duygu yarattı. Ankara’da aldığımız ödülü, iyi örnek olması ve yeni çalışmaların önünü açması açısından, kentimin yöneticilerinden, ilgili ve yetkili kurum, kuruluş ve kişilerinden de almak isterdik. Ancak sadece bizim kentimizde değil, genellikle bütün kentlerde, ödüllendirme teşekkür etme, teşvik etme alışkanlığı çok gelişmiş ve yaygınlaşmış değil.

Bize verilen ödülden aldığımız güçle yeni projelerin hazırlıklarına başladık. Obasya’da atçılık çalışmalarını başlatacağız. Kentimizin ilk At Otelini yapacağız. Küçüklerimiz için Poni (Midilli) Kulübü kuracağız.

Gerçekten Başarı Öyküleri yeni başarıları tetikliyor…



9 Aralık 2016 Cuma

ÖDÜL ALMAK


Değerli okuyucularım, siz bu yazıyı okurken, ben Ankara`da olacağım.


Çok farklı işler için sıkça gittiğim Ankara’ya ilk kez ödül almak için gidiyorum. Coşkumu da ilk kez bu köşeden sizlerle paylaşmış oluyorum. Teşekkür edilmek, ödüllendirilmek, insanı yeni projeler için motive ediyor. Toplum olarak yeterince teşekkür ediyor ve ödüllendiriyor muyuz?  Bu soruya ne yazık ki olumlu yanıt veremiyorum. Bu nedenle de ödüllendirmenin kıt olduğu bir ortamda, aldığımı ödülü daha çok önemsiyor ve bu inceliği düşünenlere teşekkür ediyorum.

Teşekkür ve ödüllendirme cimrisi bir toplumuz. Bunun bir kültür sorunu olduğunu düşünüyorum.  Teşekkür etmesi gerekenler hep teşekkür bekliyorlar genellikle. “Benim sayemde çalışıyorsunuz; Benim sayemde yaşamınızı sürdürüyorsunuz; Ben varsam siz varsınız” şeklinde düşünürler. Oysa her başarıda ekibin her kademesindeki insanın payı vardır mutlaka. Çalışanlara teşekkür edildiğinde ve ödüllendirildiklerinde motive olurlar ve daha çok çalışırlar. Çocuklarımız da öyledir. Öğretmenlerinden, ailelerinden, yakınlarından teşekkür aldıklarında, daha çok çalışırlar ve başarılı olurlar. Teşekkür etmeyi ve ödüllendirmeyi toplum olarak öğrenmeliyiz. Daha çok teşekkür etmeli, daha çok ödüllendirmeliyiz.

Ankara’ya Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından, Obasya Tunizm Geliştirme Kooperatifinin Başkanı olarak davet edildim. Tarımı ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK)’nun hibe desteği ile gerçekleştirdiğimiz Obasya Kırsal Turizm Projemiz ilgili bakanlık tarafından örnek proje olarak değerlendirilip öne çıkarılıyor.  Emek verdiğimiz projemizin öne çıkarılmasını ve örnek gösterilmesini sevinçle karşıladık. Ankara’da ödülü, Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifinin Yönetim ve Denetim Kurullarıyla tüm ortakları adına, hatta tüm Manisalılar adına alacağım. Yunt Dağı’nda turizm atağını başlattığımız için, Obasya adını verdiğimiz özgün Kırsal Konaklama Tesisimiz için, yaşadığımız güzel kent Manisa’mızın adını bölgemizde ve tüm ülkede hatta yurt dışında olumlu bir biçimde duyurduğumuz için çok mutluyuz. Ankara’dan Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı`ndan teşekkür almak güzel de, insan Manisa’dan ilgili kurum ve kuruluşlardan, bu güzel kentin yöneticilerinden de teşekkür bekliyor. Başarılı olanlara teşekkür edilmeli ki, yeni projeler çıksın ortaya. Manisa’da 41 yıldır kooperatifçilik yapıyorum bunu da başarıyla yaptığımı düşünüyorum. İl dışından, Ankara’dan teşekkür edenler oldu da kendi kentimden hiç olmadı nedense. Oysa biz kooperatifçi arkadaşlarımla birlikte kooperatif bayrağını kentimizde hep doruklarda tutmayı başardık. Zor dönemlerde bile kooperatifleri çalıştırdık. Manisa adını yeni ve ilginç projelerle duyuranlara kamuya yararlı projeler hazırlayıp uygulayanlara teşekkür edilse daha güzel olmaz mı? Olur elbet. Sorun çıkaran değil, sorun çözen olmalıyız. İşleri zorlaştıran değil kolaylaştıran olmalıyız. Ne diyor büyük ozanımız Yunus Emre “Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz.” İşin özeti işte bu. İsterseniz dönün geriye bu dörtlüğü bir kez daha okuyun. Hatta ezberleyin. Dostlarınızla paylaşın. Başarısızlıkları eleştirdiğimiz gibi başarıları da ödüllendirelim lütfen. Başarılı uygulamaları öne çıkaran, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı Sayın Faruk Çelik başta olmak üzere, AB Komisyonu`na, İPARD’a TKDK’na bakanlığın ve bakanlığa bağlı ilgili tüm kuruluşların her düzeydeki yönetici ve çalışanlarına yürekten teşekkür ediyorum.

Bu köşe yazımda, TKDK ve İPARD üzerine de bir şeyler yazmayı düşünüyordum ama yer kalmadı. Bu köşede TKDK için çok yazı yazdım. Daha da yazmayı düşünüyorum. Önemli kurum ve kuruluşları önemine yaraşır bir özenle öne çıkarmalıyız. TKDK ile kırsal kalkınma sağlanması, kırsal alanların varlığının devam ettirilmesi, kır ile kent arasındaki gelişmişlik farkının azaltılması, doğal kaynakların çevre dostu kullanımının geliştirilmesi, sivil toplum örgütleri ve yerel yönetimlerin katılım ve katkılarının artırılması, kırsalda yaşam standardının iyileştirilmesi için sürdürülebilir bir kırsal yaşamın sağlanması amaçlanıyor.  IPARD da Kırsal Kalkınma Programı kapsamında, AB’ye katılım öncesi dönemdeki öncelikleri ve ihtiyaçları göz önünde bulundurarak çalışmalar yapıyor. TKDK’ya kaynak aktarıyor. İPARD’ın da amaçları  TKDK ile örtüşüyor. Bunları da şöyle özetleyebilirim. Tarım sektörünün sürdürülebilir modernizasyonuna katkı sağlamak. Gıda güvenliği, hayvan sağlığı, bitki sağlığı ve çevre ile ilgili AB standartlarına uyumu teşvik etmek. Kırsal alanların sürdürülebilir kalkınmasına katkıda bulunmak. Tarım-çevre tedbiri ve yerel kırsal kalkınma stratejilerinin uygulanması ile ilgili hazırlık yapmak.  Bir cümleyle özetlemek gerekirse, AB’ye üyelik yolunu açmak ve bunun için gereken uyumu sağlamak denilebilir. Türkiye AB’ye katılmasa bile bu amaçla yapılanların tümü ülkemiz için gerekli ve yararlıdır.

Ankara dönüşünde, izlenimlerimi bu köşede paylaşırım yine sizinle, hoşça kalın…



2 Aralık 2016 Cuma

SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM FESTİVALİ



18,19,20 Kasım 2016 Tarihlerinde, Kentimizde Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali düzenlendi.


3 günde 24 film izledik. İzlediklerimin beni derinden etkilediğini dünyaya bakışımı ve duruşumu pekiştirdiğini söyleyebilirim. Film Festivalinin kentimizde düzenlenmesini sağlayan Çölyak Organik Yaşam Derneği ile Magider’in çalışkan başkan ve yöneticilerini yürekten kutluyorum. Magider Başkanı Ayberk Aloğlu’nu önceden tanıyordum ancak Çölyak Organik Yaşam Derneği Başkanı Sayın Halim Şivecan’ı  Çölyak’ı ve başkanlığını yaptığı derneğin çalışmalarını  film festivali nedeniyle yakından tanıma fırsatı buldum. Dostlarımın çoğunu hep böyle güzel etkinlikler içinde tanıdım. Şivecan’da tanımaktan mutlu olduğum kişilerden birisi oldu.

Festival süresince, önemli yönetmenlerin çektiği filmleri izledik. Keşke dedim bu filmleri daha çok kişi izleseydi. Manisalı hemşerilerim ayaklarına kadar gelmiş güzel bir fırsatı kaçırmış oldular.

Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi öncülüğünde surdurulebiliryasam.tv ve Sürdürülebilir Yaşam için Kelebek Etkisi Derneği işbirliği ile gerçekleşen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali  her sene tekrarlanıyor. Önümüzdeki yıl kentimizde yeniden düzenlenmeli. Düzenleyici dernek sayısı çoğaltılmalı. Filmleri öğrencilerinde izlemesi sağlanmalı. Bir iki dernek değil onlarca dernek çalışmanın içinde olmalı. Her dernek en az 50 Manisalının katılımını sağlamalı. Katılım olmadan atılım olmaz, deyip duruyorum. Katılan, araştıran, soran, sorgulayan yurttaşlar olmalıyız. Edilgen değil etkin yurttaşlar olmalı etkinliklerde buluşmalıyız.

İzlediğimiz filmler dünyayı değiştirir mi bilemem ama izleyenleri düşündürüp değiştiriyor. Filmler arasında katı atıkların yeniden kazanımına ilişkin filmler vardı. Kentleşmeye ilişkin filmler vardı. Doğa sevgisine ilişkin filmler vardı. Kooperatifçiliği, birlikteliği, dayanışmayı,  güzel örneklerle öne çıkaran filmler vardı. Kooperatifçiliği anlatan bir filmin ardından benim bir konuşma yapmam istendi. Severek, keyifle yapacağım işlerin başında kooperatifçilik üzerine konuşmak geliyor. İzlediğim filmde, bir alanın kooperatifler eliyle ağaçlandırılması, yöre halkının yaşam düzeyinin iyileştirilmesi anlatılıyordu. Filmin ortalarına doğru bir helikopter görüntüsü düştü perdeye, helikopter kooperatifin ağaçlandırma alanına indi, helikopterden, ABD’nin o dönemdeki başkanı Bill Clinton çıktı, kooperatif yöneticileri karşıladı başkanı, araziyi dolaştılar birlikte çalışmalar hakkında bilgi verdiler başkana. Bu sahneden etkilendiğimi söyledim konuşmamda. Bizim de kooperatifçiliği destekleyen bir önderimiz, bir devlet adamımız vardı dedim. Dünya’da Atatürk’ten başka, kooperatif kuran, kurduğu kooperatifin bir numaralı üyesi olan, kooperatifleri destekleyen bir başka lider olmadı dedim , Atatürk’ün yaptığı güzel kooperatif tanımını aktardım., Atatürk: "Kanaatim odur ki, muhakkak suretle birleşmede kuvvet vardır.  Kooperatif yapmak, maddi ve manevi kuvvetleri, zeka ve maharetleri birleştirmektir. Yoksa bir zayıf ile bir kuvvetlinin birleşmesinden bahsetmiyorum. Birleşmenin böylesi zayıf olanın kuvvetliye esir olması demektir. Ege İktisat Mıntıkasındaki bütün insanların hâsılalarını ve gayretlerini birleştirmesi muhakkak feyizli neticeler verecektir. Türkiye'nin say, hayat ve mevcudiyetini mütalaa edince birleşmeden mütevellit fayda ve menfaatlerin çok büyük olacağı kanaatine varacağınızdan şüphe etmiyorum. Müstahsillerin birleşmesinden şahsi menfaatlerinin haleldar olacağını düşünenler tabii şikâyet edeceklerdir.”  diyordu.  Keşke, ülkeyi yönetenler, barış, kardeşlik ve dayanışmayı güçlendiren, demokrasi okulu olma özelliği taşıyan kooperatifleri Atatürk gibi destekleseler. Keşke tüm uygar ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de kooperatifiler çoğalıp etkinleşse…

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi’nin “Siz de Yapabilirsiniz!” çağrısına kulak veren aktivist ve STK’larla işbirliği yaparak Adana, Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bayındır, Bodrum, Bursa, Diyarbakır, Düzce, Eskişehir, Fethiye, Güzelbahçe, İstanbul, İzmir, Kartal, Kayseri, Konya, Manisa, Mersin’de gerçekleştirildi. Emeği geçenleri kutluyorum. Festivalin seneye kentimizde tekrarlanmasını diliyorum. Ve hemşehrilerime bu güzel filmleri mutlaka izleyin, gelecek yıl bu yıl olduğu gibi kaçırmayın diyorum.



24 Kasım 2016 Perşembe

CUMHURİYET ÖĞRETMENİ


Annemiz babamız, onlardan gelen genlerimiz, onlardan aldığımız eğitim çok önemli biliyorum.


Ancak öğretmenlerimizden aldıklarımız da en az onlar kadar önemli. Öğretmenlerimin benim yaşamım, başarılarım, dünyaya bakışım ve duruşum üzerindeki önemini şimdi daha derinden anlıyor ve biliyorum.

Dünyada değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gerçeği olduğunu söylüyorlar. Gerçekten her şey değişiyor. Öğretmenler de değişiyor. Şimdi ki öğretmenler alınmasınlar ama benim öğretmenlerime hiç benzemiyor.

Benim ilkokul öğretmenlerimden Hasan Ali Eren, ilkokulu bitirdiğimde beni, Akhisar’ın Büknüş köyünden alıp, Balıkesir’e Astsubay ortaokulunun giriş sınavına götürmüştü. Sınavı kazandığımda da, diğer öğretmenim Orhan Seyfi Temel İzmir’e sağlık muayenesine götürdü. İki öğretmenimde benimle yakından ilgilendiler, yoksul bir köylü ailesinin çocuğunun okuması için çaba gösterdiler. Onlar olmasaydı, benim de babam gibi çoban olmaktan başka seçeneğim olmayacaktı.

Benim öğretmenlerim, dersler bittiğinde, köyden ayrılmazlardı. Benim öğretmenlerim sadece okuldaki öğrencilerin değil, köylülerin de öğretmeniydiler. Köylülerimin her türlü sorunlarının çözümüne yardımcı olurlardı.

Köyde okul ve öğretmen, aydınlığın ve cumhuriyetin simgesiydiler.  Köylerde taşımalı eğitim başladıktan sonra, köylerde öğrencisi olmayan, kapısı penceresi kırılmış okullar görünce, ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Köyün, dünya ile bağları kesilmiş, ışığı karartılmış gibi bir duyguya kapıldım. Taşımalı eğitim nedeniyle işlevsiz kalan okullara acilen yeni işlevler kazandırılmalı diye düşünüyorum. Terkedilen okul binaları korunmalı oralarda halk eğitim çalışmaları yapılmalı kurslar açılmalı.  Köylerimizdeki terk edilmiş okullar, unutulmuşluğun, terk edilmişliğin insanın içini burkan simgesi gibi duruyorlar köylerde.

Başarılarımı ilkokul öğretmenlerime borçlu olduğumu bilerek inanarak yürekten söylüyorum. Öğretmenlerim bana düşünmeyi öğrettiler. Öğretmenlerim bana ezberi değil, öğrenmeyi öğrettiler. Öğretmenlerim benim özgüvenimi güçlendirdiler.

1958 yılında 13 yaşındayken, Akhisar’ın Büknüş köyünden Konya’da bulunan Astsubay Hazırlama Orta Okulu’na tek başıma kendim gitmiştim. Babamın okuması yazması olmadığı için, ben kendim giderim demiş ve tek başıma trenle gitmiştim. Çocuklarımızın özgüvenini güçlendirmek için onlara kendi başlarına iş kotarma fırsatı vermeliyiz.
Öğretmenlerim, işleri nedeniyle ya da  maaşlarını almak için Akhisar’a gittiklerinde, bir günlüğüne benim ders vermemi isterlerdi. Ben ilkokul beşinci sınıf öğrencisi olarak, birinci, ikinci, üçüncü sınıfların derslerine girerdim. Bana öğretmenlerimin duyduğu bu güven, özgüvenimin güçlenmesini sağladı. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğretmenlerimden öğrenmek benim için, hayatıma yön veren en büyük kazanım oldu.

İlkokul birinci, ikinci sınıfta, öğretmenlerimin,  giyimleri, kuşamları, pırıl pırıl bakımlı saçları, temizlikleri, konuşmaları, her şeyi bilmelerine bakarak, bizlerden, annemden babamdan, köylülerimden farklı varlıklar, farklı canlılar olduklarını, ayrı dünyalardan geldiklerini düşünürdüm.  Sonra, bir gün öğretmenimin birini tuvaletten çıkarken gördüğümde, tüm dünyam yıkılmış gibi oldu. Öğretmenlerim de bizim gibi yaratıklar diye düşündüm. Böyle düşününce, onlar gibi olabileceğimi düşünmeye başladım.  Okudukça onlar gibi olabilecektim. Bulduğum her kitabı okumaya başladım. Bunu fark eden öğretmenlerim bana yeni kitaplar getirmeye başladılar. Çocuklarımızın kitap okumalarını sağlamalıyız. Kitap okumalarını alışkanlık haline getirmelerine yardımcı olmalıyız.

Öğretmenler Günü Kutlu Olsun.  Köy Enstitüleri’nde yetişen, öğretmenler gerçekten çok farklıydı. Mustafa Kemal’in aydınlık yüzlü o cumhuriyet öğretmenlerini çok özlüyorum…



18 Kasım 2016 Cuma

KARAÇAY VADİSİ



Bu kent Manisa büyümesini batıya doğru sürdürüyor.


1987 yılında 15.000 konutluk Yeni Manisa Projesini başlattığımızda, uzak olduğu öne sürülerek “kim gider oralara?” denilen Yeni Manisa neredeyse kentin ortasında kaldı. Yeni Manisa, Manisa’nın batıya açılan kapısı, kentleşme konusunda övünç kaynağı oldu. Sosyal donatıları, parkları, okulları, geniş caddeleri Yeni Manisa’yı kentleşmede laboratuvar haline getirdi. Bugün tüm şoför kursları ve sınavları Yeni Manisa’da yapılıyorsa bunun nedeni geniş caddeleridir.

Yeni Manisa’daki Atatürk Kent Parkı 1987 yılında Manisa Birlik olarak yaptırdığımız İmar Planında gösterilen ve yine Manisa Birlik olarak bedelini ödeyerek yaptırdığımız İmar Planı uygulamasında, terki yapılan yaklaşık 170 bin metrekarelik alana yaptırılabilmiştir. Bu güzel parkı yaptıran Başta Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün olmak üzere tüm emeği geçenleri yürekten kutluyorum.

Şimdi sırada Karaçay Vadisi Projesi var. İnanın bu proje yapıldığında, Manisa’ya büyük değer katacak.

Kentlerin Tarihi tebeşirle yazılmıyor. Tarih kalıcı yapılarla, büyük projelerle yazılıyor. Projeler başlayınca arkası geliyor. Bir bakmışsınız Manisa bir Dünya kenti oluyor. İz bırakan, kente değer katan projeler yapmalı. Karaçay Vadisi Projesi kente değer katan, kentimizi güzelleştiren bir proje olacaktır.

Kentlerin kimliğini farklılıkları oluşturur. Doğal güzelliklerindeki farklılık, insan yapısındaki farklılık, kentleşme ve yapılaşma biçimindeki farklılık kentin kimliğini çıkarır ortaya. Betonlaşma ile birlikte kentlerde kimliksizleşme ve sıradanlaşma da hızlanmıştır. Bir kişiyi gözlerini kapatarak bir kente götürün, kentin herhangi bir caddesinde gözlerini açın, yapılara bakıp kentin adını söyleyebiliyorsa o kentin kimliği vardır anlamına gelir. Sokaklar ve binalar hep birbirine benziyorsa, kentleri tanımanıza olanak yoktur. Birbirinin aynı olan beton binalar kentleri sıradanlaştırıyor. Benzer konutları yan yana dizmekle, çok konut üretmiş olursunuz ama farkı, bir kent yaratmış olmazsınız. Birbirinin aynısı binlerce konutla, kent değil, beton tarlası olur ancak…

Kentlerimize Karaçay Vadisi gibi yeni ve farklı projelerle kimlik kazandırabiliriz. Manisa’ya kimlik kazandıracağını, Manisa adını olumlu biçimde öne çıkaracağını düşündüğüm Karaçay Vadisi Projesini yapılıncaya kadar çok konuşup çok yazacağımı şimdiden belirteyim.

Manisa’nın batısındaki, Çevre Yolu ile Karaçay arasında, Kentin İzmir yönündeki girişindeki Kuvayi Milliye anıtından başlayıp Menemen yoluna kadar devam edecek şekilde, halkın yararlanabileceği, spor, eğlence ve dinlence mekanları, lokantalar, çay bahçeleri, gezi ve oyun alanları yapılması sağlanarak Manisa’ya örnek, yeni bir yaşam alanı kazandırılabilir. Kısaca Karaçay Vadisi olarak isimlendirilebilecek, Karaçay Doğal Yaşam Spor ve Eğlence Vadisi Projesi Manisa Büyükşehir Belediyemizce hayata geçirilebilir. Bu konuda yapılması gereken önemli bir çalışma daha var. Karaçay’la çevre yolu arasındaki alanın imar planının yeniden ve acilen yapılaşma başlamadan gözden geçirilmesi gerekiyor.

İzmir’den İstanbul’a, ya da İstanbul’dan İzmir’e gidenleri düşünün. Çevre yolu kıyısında, güzel bir park düzenlemesini ve İzmirlileri bile Manisa’ya taşıyacak kadar güzel iş ve ticaret merkezlerini görüyorlar. Yeşil Manisa imajıyla birlikte Modern Manisa imajı da güçleniyor. Manisa Büyükşehir Belediyesi Karaçay Vadisi Projesini imar planını da revize ederek kısa sürede hayata geçirip, Manisa’ya yeni bir güzellik daha ilave edebilir. Merakla ve özlemle bekliyoruz. Manisa gelişen sanayisi ve yeni projeleriyle bir Dünya kenti olma yolunda hızla ilerliyor…



10 Kasım 2016 Perşembe

Yolundayız Ata`m


Bugün 10 Kasım, Atatürk`ü anacağız anlamaya çalışacağız.

Atatürk, yaşadığı çağın önüne ışık tutan bir Dünya lideri.
Çağdaşları dahil hiçbir Dünya lideri, Dünya’dan Atatürk’ün gördüğü saygı ve sevgiyi görmemiştir.

UNESCO’nun Atatürk’le ilgili bilinen kararını 10 Kasım nedeniyle paylaşmak istiyorum:
UNESCO’nun 27 Kasım 1978 tarihli 152 ülkenin delegesinin olduğu toplantısında Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı olan 1981 yılının bütün dünyada “Atatürk Yılı” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır. Bu kararda “Bugün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir” denmekteydi. Bu kararla ilgili görüşmeler yapılırken, İsveç delegesi ayağa kalkıp, “Dünya’da bu kadar devlet adamı var, hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” diyerek öneriye karşı çıkar. Rus delegesi hışımla ayağa kalkar, yumruğunu masaya vurur ve şöyle der: “Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle Dünya’daki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı, bütün ülkelerde her problemimize çare olarak aramalıyız.” Sonrasında bütün delegeler alınan karara imza atarlar.  İtiraz eden İsveç delegesi, imzanın atıldığı gün şunları söyler: “Ben Atatürk’ü inceledim, bütün ülkelerin delegelerinden özür diliyor ve ilk imzamı ben atıyorum diyecektir.

UNESCO’nun aldığı karar kelimesi kelimesine noktasına virgülüne kadar şöyledir:
 
Atatürk kimdir: Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.


Evet, UNESCO’nun bu kararı Dünya’nın Atatürk’e bakışının özetidir…

Bugün 10 Kasım,
Her yıl olduğu gibi Atatürk'ü anacağız bugün. 

Anmak mı anlamak mı daha önemli diye sorarım kendi kendime Atatürk her aklıma geldiğinde. Asıl olan anmak değil, anlamaktır bence. Anlayınca daha anlamlı anarız bundan hiç kuşkunuz olmasın...

Her tarafa yazıyorlar "Atam İzindeyiz" diye.
Düşünerek, anlayarak, bilerek ve inanarak yazdıklarını hiç sanmıyorum. Öylesine işte anlamadan bilmeden yazıyorlar.  İz nedir? İz: "Bir şeyin geçtiği veya önceden bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, emare" şeklinde tanımlanabilir. Ya da, "Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti." şeklinde daha kısa bir tanımlama yapılabilir.

"Atatürk'ün İzindeyiz." derseniz 1938'de kalırsınız. Bu kadar basit... Atatürk sizin 1938'de kalmanızı istemezdi, böyle isteseydi hedef olarak, çağdaş uygarlığı göstermezdi...

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatük"ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün yolundayız" demek ve gereğini yapmak olmalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerleyerek çağdaş uygarlığa ulaşıp aşmaktır. 

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. "Atatürk'ün izindeyim."  diyen sevgili kardeşim sen kaç kitap okudun? Okusaydın, "İzindeyiz" demekle, "Yolundayız"demenin farkını anlardın.  Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp, aşamayacağımızı anlayın artık.

Bugün bu köşede Karaçay Vadisi Projesini yazacağımı duyurmuştum geçen hafta, 10 Kasım nedeniyle Karaçay Vadisi yazımı önümüzdeki hafta yazacağımı duyuruyorum. Geçen hafta yazdığım ve Karaçay konusuna giriş yaptığım  “Manisa İzmir” başlıklı yazım internet üzerinden en çok okunan yazım olmuştu. Karaçay Vadisi yazımın da ilgi çekeceğini düşünüyorum.
Gelecek hafta yine bu köşede buluşmak üzere hoşça kalın…




4 Kasım 2016 Cuma

MANİSA - İZMİR

Manisa ve İzmir kadar birbirine yakın olan başka iki il yok sanırım. Manisa ve İzmir bir büyük kentin iki parçası gibiler sanki.


İzmir’de oturup Manisa’da çalışanlar var. Manisa geliştikçe, Manisa’da özellikle Yeni Manisa’da oturup İzmir’de çalışanlar da çoğalmaya başladı. Manisa’da sanayi gelişince, İzmirli birçok sanayici fabrikalarını Manisa OSB’ye taşıdı. Kentleşme geliştikçe, İzmir’den Manisa’ya taşınanların sayısının artacağından hiç kuşkunuz olmasın.

Manisa ve İzmir yakınlığının sorun ürettiğini düşünenler olduğu gibi, olanaklar yaratığını düşünenler de var. Ben, İzmir Manisa yakınlığının, yeni olanaklar yarattığını ve yaratacağını düşünenlerdenim.

Kazan-kazan (Win-win) teorisini bilmeyen yoktur sanırım. İki kişi ya da grup arasındaki ilişkinin üç sonucu vardır: Birincisi, tarafların biri kazanır diğeri kaybeder. İkincisi, tarafların ikisi de kaybeder. Üçüncüsü, tarafların ikisi de kazanır. Amaçlanan tarafların ikisinin de kazanmasıdır. Kazan-Kazan teorisi denilmesinin de amacı budur. Amaç birlikte kazanmaktır. İzmir ve Manisa’nın birlikte kazanması amaçlanmalı ve yapılacak çalışmalar bu amaca yönelik olmalı. İzmir’de yatırım yapacak kişi, Manisa gerçeğini, Manisa’da yatırım yapacak kişi, İzmir gerçeğini göz ardı etmemeli. Biz hem İzmirliyiz hem Manisalı denilebilmeli.

İzmir bizim limanımız değil mi?  İzmir bizim havaalanımız değil mi? Denize nerede giriyoruz? Balığı nerede yiyoruz?  Alışverişi nerede yapıyoruz? Deniz kıyısında yürümek gelince aklımıza, nereye gidiyoruz?  Dağa çıkmak deyince de İzmirlilerin aklına Spil Dağı gelmiyor mu? Yatırım yapmayı düşünen İzmirli Manisalıların kapısını çalmıyor mu? Evet, uzun sözün kısası İzmir Manisa’dır Manisa İzmir’dir.

Biz İzmir ve Manisa’yı ne kadar ayrı görmeye çalışsak da, İzmir ve Manisa, giderek bütünleşiyor, giderek yakınlaşıyor.

İzmir ve Manisa Valiliklerinin, Belediyelerinin, kamu kurum ve kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının, bir araya gelmelerini ortak çalışmalar başlatıp sürdürmelerini engelleyen bir yasa var mı? Bildiğim kadarıyla yok. Neden duruyoruz o zaman? Hadi birlikteliğin önünü açalım. Hadi yeni işbirliklerine ve dayanışmaya kapı aralayalım.

Atatürk Kent Parkını ve Karaçay Vadisini çok yazdım çok konuştum. 1987 yılında Yeni Manisa İmar Planını Manisa Birlik olarak yaptığımızda, Safran Çayı kıyısında geniş alanlar bırakılmıştı. Daha sonra bedelini Manisa Birlik olarak ödeyip, yaptırdığımız İmar Planı uygulamasında da Safran çayı kıyısındaki yerlerin terkini yapmıştık. O alanlar 1987 yılında ayrılmış olmasaydı, Atatürk Kent Parkı zor yapılırdı. Atatürk Kent Parkını Manisa’ya kazandıran Manisa Büyükşehir Belediyesi'nin Başkanı Sayın Cengiz Ergün’e yürekten teşekkür borçluyuz.

Atatürk Kent Parkına benzer bir çalışma Karaçay çevresinde yapılmalıdır. Karaçay Vadisi Projesini yıllardır dillendiriyor, yazıyor, çiziyor, konuşuyorum. Karaçay Vadisi düzenlendiğinde, Çevre Yolu ile Karaçay arasında kalan alanın İmar Planı yeniden gözden geçirilip, gerekli değişiklikler yapıldığında, Ticaret Alanları oluşturulduğunda, İzmir’in Manisa’ya taşınacağından Manisa’nın çehresinin değişeceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Karaçay Vadisi Projemi haftaya bu köşede daha ayrıntılı biçimde yazacağım.

Haftaya yeniden buluşmak dileği ile hoşça kalın...




28 Ekim 2016 Cuma

BIRAKIN DÜNYAYI SEVGİ YÖNETSİN



Hayat devam ediyor etmesine de, sizce bir gariplik yok mu?


Hani ölü toprağı serpilmiş derler ya aynen öyle, insanı ürküten hatta korkutan bir sessizlik, bir belirsizlik var. Adına ne denilir bilemiyorum, alışılmış çaresizlik mi, umutsuzluk mu önünü görememek mi, ne desek?

Sessiz film izler gibiyiz, büyük büyük şirketler batarken, kepenkler kapatılırken küçük bir ses bile çıkmıyor. Yaşadıklarımız kaderimizmiş gibi kabullenilip, hiç sorgulanmıyor. Ödenemeyen borçlar, karşılıksız çekler, tahsil edilemeyen alacaklar, düşen cirolar.

İnsanları korkuları ve sevgileri yönetir. İşlerimizi ya sevdiğimiz ya da korktuğumuz için yaparız hep. Sevgiyle yapılanlar keyif verirken, korkuyla yapılanlar üzüyor, geriyor, yoruyor insanı.

Sevgisiz toplum verimsiz çorak tarla gibidir. Sizi bilmem ama ben korkuların sevgilerin önüne geçtiğini görüyorum.

Çocukluğumu yaşadığım 50’li yılları düşünüyorum, akıllı telefonlarımız yoktu ama aklımız başımızdaydı. Dört işlemi kafadan yapardık. Akıllı arkadaşlarımız dostlarımız komşularımız vardı. O yıllarda çocuklar kaçırılmazdı. Çocuklar sevilirdi sadece, çocuklara kıyılmazdı.

Akhisar’ın Büknüş köyünden Konya’ya gitmiştim tek başıma 1958 yılında, 13 yaşında. Şimdi bu yaştaki çocukları değil, başka bir kente parka bahçeye sokağa bile göndermiyorlar tek başlarına. Neden? Sevginin yerini korku, kin ve nefret aldı da ondan.

Yüreğinizde sevgi yoksa yerini kin ve nefret doldurur. Kin ve nefret insan yüreğine yüktür. Yüreğinizden kin ve nefreti attığınızda da yerini bilin ki, sevgi doldurur. Sevgi seveni de sevileni de mutlu eder. Sevmeye niyet edin, arkası kendiliğinden gelir. Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmek yaşamınıza anlam katacaktır bunu bilin. Bunun içindir, bırakın dünyayı sevgi yönetsin demem…

Sevmek dünyanın en güzel ve en kolay işidir. Peki, niye doyasıya sevmiyoruz? Bizi büyütenler ve yönetenler sürekli kavga ediyorlar, kavgayı yaşam biçimi haline getiriyorlar, hatta kavgayı kutsuyorlar korku kültürünü büyütüyorlar da ondan.  Yazık oluyor yeni yetişen ve korku kültürüyle büyütülen çocuklara.  Sevgi kültürünü, korku kültürünün yerine koyamamışız. Kural dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin babanın çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, eşlerin birbirine, öğretmenin öğrencisine, amirin memuruna şiddet uygulaması hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin mümkün olmadığı da bilinmeli. Bu böyle gitmez. Korkuyla yaşanmaz.  İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi, ayıplanmaktan korktuğu için değil, insanları sevdiği için yapmalı.

En büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki. Sevgiyi düşünmek için, bayramları beklemeyelim. Sevgiyi soluk almak gibi, su içmek gibi, sürekli yaşayalım.

Süresiz sınırsız koşulsuz sevgiler diliyorum.
Kin ve nefreti atın yüreğinizden, yüreğiniz sevgiyle dolsun.
Bırakın, sizi, evinizi, mahallenizi, kentinizi, ülkenizi ve de dünyayı sevgi yönetsin...



21 Ekim 2016 Cuma

UMUT


Dört mumun kısa öyküsünü aktarmak istiyorum bugün size hatırladığım kadarıyla.


Odada dört mum vardı dördü de yanıyordu.
Hem çevreyi ışıtıyorlardı hem de usul usul konuşuyorlardı kendi aralarında.
Konuşmaya ilk başlayan mumun adı Barış’tı.
“Benim adım Barış kimse beni önemsemiyor artık. Gücüm azaldı” dedi ve ardında ince bir duman çizgisi bırakarak yavaşça söndü.
Ardından Vefa aldı sözü:  “Ben Vefa’yım beni de önemsemiyorlar artık” dedi ve usulca  söndü.
Sevgi girdi söze. “Beni çok önemserlerdi eskiden, şimdi ilginin azaldığını görüyorum ve üzülüyorum” derken sönüp gitti.
O sırada bir çocuk girdi odaya.  Odayı aydınlatan mumlardan üçünün söndüğünü görünce, ağlamaya başladı.
Yanmayı sürdüren dördüncü mum “Ağlama çocuk” dedi. “Benim adım Umut, sönen mumları yakarız şimdi seninle birlikte.”  Çocuk Umut’u eline aldı özenle, sönen mumları yaktı sırayla.
Oda yeniden ışıdı…
Umut ışığı yaşamınızdan hiç eksik olmasın.
Yaşamınızda Umut’la birlikte Barış, Sevgi ve Vefa hep olsun…
Zor günler yaşıyoruz.
Her şeyin bir ömrü olduğu gibi zor günlerinde ömrünün olduğunu ve geçeceğini bilmeliyiz.
İçinizdeki umut ışığını söndürmeyin yeter.
Yaşamım boyunca umudumu hiç yitirmedim. Umut oldukça yürek atmaya, vücudunuza kan pompalamaya devam ediyor.
BARIŞ’ı hep önemsedim özledim umutla.
Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünya’da Barış” sözünü tekrarlayıp durdum.
Atatürk’ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyelim istedim hep.
Zor günlerin aşılmasında da Barışa Sevgiye Vefaya ve Umuda tutunalım istedim.
Zor günlerde, sevgiye sarılmalıyız dört elle.
İnsan yaşamında sevgi hava, su, ekmek kadar önemli.
Sevgisiz yaşanmaz ki…
Yaşadığın kenti seveceksin önce ve yaşadığın kentin insanlarını seveceksin, eşini çocuklarını akrabalarını sevdiğin kadar.
Ülkeni ve yurttaşlarını seveceksin, kendini ve kentlini sevdiğin kadar.
Ve Dünya’yı seveceksin …
Oyuna gelmeyeceksin hiçbir zaman.
Etnik kökenini, inancını kaşıyacaklar kanatırcasına.
Oyuna gelmeyeceksin. Barış diyeceksin. Ölümüne barış.  Biliyorum zor iş. Ancak başka çare yok. Bizi ancak barış kurtaracak bunu bil… Dünyayı ancak barış kurtaracak…
Bugün yazımı Yunus Emre ile noktalamak istiyorum.

Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Bu dünya kimseye kalmaz.

Barışın Sevginin Vefanın ve Umudun ömrü uzun olsun.
Umut ışığı yaşamınızdan hiç eksik olmasın…



 
back to top