Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

2 Aralık 2016 Cuma

SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM FİLM FESTİVALİ



18,19,20 Kasım 2016 Tarihlerinde, Kentimizde Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali düzenlendi.


3 günde 24 film izledik. İzlediklerimin beni derinden etkilediğini dünyaya bakışımı ve duruşumu pekiştirdiğini söyleyebilirim. Film Festivalinin kentimizde düzenlenmesini sağlayan Çölyak Organik Yaşam Derneği ile Magider’in çalışkan başkan ve yöneticilerini yürekten kutluyorum. Magider Başkanı Ayberk Aloğlu’nu önceden tanıyordum ancak Çölyak Organik Yaşam Derneği Başkanı Sayın Halim Şivecan’ı  Çölyak’ı ve başkanlığını yaptığı derneğin çalışmalarını  film festivali nedeniyle yakından tanıma fırsatı buldum. Dostlarımın çoğunu hep böyle güzel etkinlikler içinde tanıdım. Şivecan’da tanımaktan mutlu olduğum kişilerden birisi oldu.

Festival süresince, önemli yönetmenlerin çektiği filmleri izledik. Keşke dedim bu filmleri daha çok kişi izleseydi. Manisalı hemşerilerim ayaklarına kadar gelmiş güzel bir fırsatı kaçırmış oldular.

Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi öncülüğünde surdurulebiliryasam.tv ve Sürdürülebilir Yaşam için Kelebek Etkisi Derneği işbirliği ile gerçekleşen Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali  her sene tekrarlanıyor. Önümüzdeki yıl kentimizde yeniden düzenlenmeli. Düzenleyici dernek sayısı çoğaltılmalı. Filmleri öğrencilerinde izlemesi sağlanmalı. Bir iki dernek değil onlarca dernek çalışmanın içinde olmalı. Her dernek en az 50 Manisalının katılımını sağlamalı. Katılım olmadan atılım olmaz, deyip duruyorum. Katılan, araştıran, soran, sorgulayan yurttaşlar olmalıyız. Edilgen değil etkin yurttaşlar olmalı etkinliklerde buluşmalıyız.

İzlediğimiz filmler dünyayı değiştirir mi bilemem ama izleyenleri düşündürüp değiştiriyor. Filmler arasında katı atıkların yeniden kazanımına ilişkin filmler vardı. Kentleşmeye ilişkin filmler vardı. Doğa sevgisine ilişkin filmler vardı. Kooperatifçiliği, birlikteliği, dayanışmayı,  güzel örneklerle öne çıkaran filmler vardı. Kooperatifçiliği anlatan bir filmin ardından benim bir konuşma yapmam istendi. Severek, keyifle yapacağım işlerin başında kooperatifçilik üzerine konuşmak geliyor. İzlediğim filmde, bir alanın kooperatifler eliyle ağaçlandırılması, yöre halkının yaşam düzeyinin iyileştirilmesi anlatılıyordu. Filmin ortalarına doğru bir helikopter görüntüsü düştü perdeye, helikopter kooperatifin ağaçlandırma alanına indi, helikopterden, ABD’nin o dönemdeki başkanı Bill Clinton çıktı, kooperatif yöneticileri karşıladı başkanı, araziyi dolaştılar birlikte çalışmalar hakkında bilgi verdiler başkana. Bu sahneden etkilendiğimi söyledim konuşmamda. Bizim de kooperatifçiliği destekleyen bir önderimiz, bir devlet adamımız vardı dedim. Dünya’da Atatürk’ten başka, kooperatif kuran, kurduğu kooperatifin bir numaralı üyesi olan, kooperatifleri destekleyen bir başka lider olmadı dedim , Atatürk’ün yaptığı güzel kooperatif tanımını aktardım., Atatürk: "Kanaatim odur ki, muhakkak suretle birleşmede kuvvet vardır.  Kooperatif yapmak, maddi ve manevi kuvvetleri, zeka ve maharetleri birleştirmektir. Yoksa bir zayıf ile bir kuvvetlinin birleşmesinden bahsetmiyorum. Birleşmenin böylesi zayıf olanın kuvvetliye esir olması demektir. Ege İktisat Mıntıkasındaki bütün insanların hâsılalarını ve gayretlerini birleştirmesi muhakkak feyizli neticeler verecektir. Türkiye'nin say, hayat ve mevcudiyetini mütalaa edince birleşmeden mütevellit fayda ve menfaatlerin çok büyük olacağı kanaatine varacağınızdan şüphe etmiyorum. Müstahsillerin birleşmesinden şahsi menfaatlerinin haleldar olacağını düşünenler tabii şikâyet edeceklerdir.”  diyordu.  Keşke, ülkeyi yönetenler, barış, kardeşlik ve dayanışmayı güçlendiren, demokrasi okulu olma özelliği taşıyan kooperatifleri Atatürk gibi destekleseler. Keşke tüm uygar ve gelişmiş ülkelerde olduğu gibi bizim ülkemizde de kooperatifiler çoğalıp etkinleşse…

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, Sürdürülebilir Yaşam Kolektifi’nin “Siz de Yapabilirsiniz!” çağrısına kulak veren aktivist ve STK’larla işbirliği yaparak Adana, Ankara, Antalya, Artvin, Balıkesir, Bayındır, Bodrum, Bursa, Diyarbakır, Düzce, Eskişehir, Fethiye, Güzelbahçe, İstanbul, İzmir, Kartal, Kayseri, Konya, Manisa, Mersin’de gerçekleştirildi. Emeği geçenleri kutluyorum. Festivalin seneye kentimizde tekrarlanmasını diliyorum. Ve hemşehrilerime bu güzel filmleri mutlaka izleyin, gelecek yıl bu yıl olduğu gibi kaçırmayın diyorum.



24 Kasım 2016 Perşembe

CUMHURİYET ÖĞRETMENİ


Annemiz babamız, onlardan gelen genlerimiz, onlardan aldığımız eğitim çok önemli biliyorum.


Ancak öğretmenlerimizden aldıklarımız da en az onlar kadar önemli. Öğretmenlerimin benim yaşamım, başarılarım, dünyaya bakışım ve duruşum üzerindeki önemini şimdi daha derinden anlıyor ve biliyorum.

Dünyada değişmeyen tek şeyin değişim olduğu gerçeği olduğunu söylüyorlar. Gerçekten her şey değişiyor. Öğretmenler de değişiyor. Şimdi ki öğretmenler alınmasınlar ama benim öğretmenlerime hiç benzemiyor.

Benim ilkokul öğretmenlerimden Hasan Ali Eren, ilkokulu bitirdiğimde beni, Akhisar’ın Büknüş köyünden alıp, Balıkesir’e Astsubay ortaokulunun giriş sınavına götürmüştü. Sınavı kazandığımda da, diğer öğretmenim Orhan Seyfi Temel İzmir’e sağlık muayenesine götürdü. İki öğretmenimde benimle yakından ilgilendiler, yoksul bir köylü ailesinin çocuğunun okuması için çaba gösterdiler. Onlar olmasaydı, benim de babam gibi çoban olmaktan başka seçeneğim olmayacaktı.

Benim öğretmenlerim, dersler bittiğinde, köyden ayrılmazlardı. Benim öğretmenlerim sadece okuldaki öğrencilerin değil, köylülerin de öğretmeniydiler. Köylülerimin her türlü sorunlarının çözümüne yardımcı olurlardı.

Köyde okul ve öğretmen, aydınlığın ve cumhuriyetin simgesiydiler.  Köylerde taşımalı eğitim başladıktan sonra, köylerde öğrencisi olmayan, kapısı penceresi kırılmış okullar görünce, ne kadar üzüldüğümü anlatamam. Köyün, dünya ile bağları kesilmiş, ışığı karartılmış gibi bir duyguya kapıldım. Taşımalı eğitim nedeniyle işlevsiz kalan okullara acilen yeni işlevler kazandırılmalı diye düşünüyorum. Terkedilen okul binaları korunmalı oralarda halk eğitim çalışmaları yapılmalı kurslar açılmalı.  Köylerimizdeki terk edilmiş okullar, unutulmuşluğun, terk edilmişliğin insanın içini burkan simgesi gibi duruyorlar köylerde.

Başarılarımı ilkokul öğretmenlerime borçlu olduğumu bilerek inanarak yürekten söylüyorum. Öğretmenlerim bana düşünmeyi öğrettiler. Öğretmenlerim bana ezberi değil, öğrenmeyi öğrettiler. Öğretmenlerim benim özgüvenimi güçlendirdiler.

1958 yılında 13 yaşındayken, Akhisar’ın Büknüş köyünden Konya’da bulunan Astsubay Hazırlama Orta Okulu’na tek başıma kendim gitmiştim. Babamın okuması yazması olmadığı için, ben kendim giderim demiş ve tek başıma trenle gitmiştim. Çocuklarımızın özgüvenini güçlendirmek için onlara kendi başlarına iş kotarma fırsatı vermeliyiz.
Öğretmenlerim, işleri nedeniyle ya da  maaşlarını almak için Akhisar’a gittiklerinde, bir günlüğüne benim ders vermemi isterlerdi. Ben ilkokul beşinci sınıf öğrencisi olarak, birinci, ikinci, üçüncü sınıfların derslerine girerdim. Bana öğretmenlerimin duyduğu bu güven, özgüvenimin güçlenmesini sağladı. Kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğretmenlerimden öğrenmek benim için, hayatıma yön veren en büyük kazanım oldu.

İlkokul birinci, ikinci sınıfta, öğretmenlerimin,  giyimleri, kuşamları, pırıl pırıl bakımlı saçları, temizlikleri, konuşmaları, her şeyi bilmelerine bakarak, bizlerden, annemden babamdan, köylülerimden farklı varlıklar, farklı canlılar olduklarını, ayrı dünyalardan geldiklerini düşünürdüm.  Sonra, bir gün öğretmenimin birini tuvaletten çıkarken gördüğümde, tüm dünyam yıkılmış gibi oldu. Öğretmenlerim de bizim gibi yaratıklar diye düşündüm. Böyle düşününce, onlar gibi olabileceğimi düşünmeye başladım.  Okudukça onlar gibi olabilecektim. Bulduğum her kitabı okumaya başladım. Bunu fark eden öğretmenlerim bana yeni kitaplar getirmeye başladılar. Çocuklarımızın kitap okumalarını sağlamalıyız. Kitap okumalarını alışkanlık haline getirmelerine yardımcı olmalıyız.

Öğretmenler Günü Kutlu Olsun.  Köy Enstitüleri’nde yetişen, öğretmenler gerçekten çok farklıydı. Mustafa Kemal’in aydınlık yüzlü o cumhuriyet öğretmenlerini çok özlüyorum…



18 Kasım 2016 Cuma

KARAÇAY VADİSİ



Bu kent Manisa büyümesini batıya doğru sürdürüyor.


1987 yılında 15.000 konutluk Yeni Manisa Projesini başlattığımızda, uzak olduğu öne sürülerek “kim gider oralara?” denilen Yeni Manisa neredeyse kentin ortasında kaldı. Yeni Manisa, Manisa’nın batıya açılan kapısı, kentleşme konusunda övünç kaynağı oldu. Sosyal donatıları, parkları, okulları, geniş caddeleri Yeni Manisa’yı kentleşmede laboratuvar haline getirdi. Bugün tüm şoför kursları ve sınavları Yeni Manisa’da yapılıyorsa bunun nedeni geniş caddeleridir.

Yeni Manisa’daki Atatürk Kent Parkı 1987 yılında Manisa Birlik olarak yaptırdığımız İmar Planında gösterilen ve yine Manisa Birlik olarak bedelini ödeyerek yaptırdığımız İmar Planı uygulamasında, terki yapılan yaklaşık 170 bin metrekarelik alana yaptırılabilmiştir. Bu güzel parkı yaptıran Başta Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün olmak üzere tüm emeği geçenleri yürekten kutluyorum.

Şimdi sırada Karaçay Vadisi Projesi var. İnanın bu proje yapıldığında, Manisa’ya büyük değer katacak.

Kentlerin Tarihi tebeşirle yazılmıyor. Tarih kalıcı yapılarla, büyük projelerle yazılıyor. Projeler başlayınca arkası geliyor. Bir bakmışsınız Manisa bir Dünya kenti oluyor. İz bırakan, kente değer katan projeler yapmalı. Karaçay Vadisi Projesi kente değer katan, kentimizi güzelleştiren bir proje olacaktır.

Kentlerin kimliğini farklılıkları oluşturur. Doğal güzelliklerindeki farklılık, insan yapısındaki farklılık, kentleşme ve yapılaşma biçimindeki farklılık kentin kimliğini çıkarır ortaya. Betonlaşma ile birlikte kentlerde kimliksizleşme ve sıradanlaşma da hızlanmıştır. Bir kişiyi gözlerini kapatarak bir kente götürün, kentin herhangi bir caddesinde gözlerini açın, yapılara bakıp kentin adını söyleyebiliyorsa o kentin kimliği vardır anlamına gelir. Sokaklar ve binalar hep birbirine benziyorsa, kentleri tanımanıza olanak yoktur. Birbirinin aynı olan beton binalar kentleri sıradanlaştırıyor. Benzer konutları yan yana dizmekle, çok konut üretmiş olursunuz ama farkı, bir kent yaratmış olmazsınız. Birbirinin aynısı binlerce konutla, kent değil, beton tarlası olur ancak…

Kentlerimize Karaçay Vadisi gibi yeni ve farklı projelerle kimlik kazandırabiliriz. Manisa’ya kimlik kazandıracağını, Manisa adını olumlu biçimde öne çıkaracağını düşündüğüm Karaçay Vadisi Projesini yapılıncaya kadar çok konuşup çok yazacağımı şimdiden belirteyim.

Manisa’nın batısındaki, Çevre Yolu ile Karaçay arasında, Kentin İzmir yönündeki girişindeki Kuvayi Milliye anıtından başlayıp Menemen yoluna kadar devam edecek şekilde, halkın yararlanabileceği, spor, eğlence ve dinlence mekanları, lokantalar, çay bahçeleri, gezi ve oyun alanları yapılması sağlanarak Manisa’ya örnek, yeni bir yaşam alanı kazandırılabilir. Kısaca Karaçay Vadisi olarak isimlendirilebilecek, Karaçay Doğal Yaşam Spor ve Eğlence Vadisi Projesi Manisa Büyükşehir Belediyemizce hayata geçirilebilir. Bu konuda yapılması gereken önemli bir çalışma daha var. Karaçay’la çevre yolu arasındaki alanın imar planının yeniden ve acilen yapılaşma başlamadan gözden geçirilmesi gerekiyor.

İzmir’den İstanbul’a, ya da İstanbul’dan İzmir’e gidenleri düşünün. Çevre yolu kıyısında, güzel bir park düzenlemesini ve İzmirlileri bile Manisa’ya taşıyacak kadar güzel iş ve ticaret merkezlerini görüyorlar. Yeşil Manisa imajıyla birlikte Modern Manisa imajı da güçleniyor. Manisa Büyükşehir Belediyesi Karaçay Vadisi Projesini imar planını da revize ederek kısa sürede hayata geçirip, Manisa’ya yeni bir güzellik daha ilave edebilir. Merakla ve özlemle bekliyoruz. Manisa gelişen sanayisi ve yeni projeleriyle bir Dünya kenti olma yolunda hızla ilerliyor…



10 Kasım 2016 Perşembe

Yolundayız Ata`m


Bugün 10 Kasım, Atatürk`ü anacağız anlamaya çalışacağız.

Atatürk, yaşadığı çağın önüne ışık tutan bir Dünya lideri.
Çağdaşları dahil hiçbir Dünya lideri, Dünya’dan Atatürk’ün gördüğü saygı ve sevgiyi görmemiştir.

UNESCO’nun Atatürk’le ilgili bilinen kararını 10 Kasım nedeniyle paylaşmak istiyorum:
UNESCO’nun 27 Kasım 1978 tarihli 152 ülkenin delegesinin olduğu toplantısında Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı olan 1981 yılının bütün dünyada “Atatürk Yılı” olarak kutlanması kararlaştırılmıştır. Bu kararda “Bugün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütün projelerin isim babası Mustafa Kemal’dir” denmekteydi. Bu kararla ilgili görüşmeler yapılırken, İsveç delegesi ayağa kalkıp, “Dünya’da bu kadar devlet adamı var, hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” diyerek öneriye karşı çıkar. Rus delegesi hışımla ayağa kalkar, yumruğunu masaya vurur ve şöyle der: “Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle Dünya’daki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı, bütün ülkelerde her problemimize çare olarak aramalıyız.” Sonrasında bütün delegeler alınan karara imza atarlar.  İtiraz eden İsveç delegesi, imzanın atıldığı gün şunları söyler: “Ben Atatürk’ü inceledim, bütün ülkelerin delegelerinden özür diliyor ve ilk imzamı ben atıyorum diyecektir.

UNESCO’nun aldığı karar kelimesi kelimesine noktasına virgülüne kadar şöyledir:
 
Atatürk kimdir: Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği ve barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir devrimci, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayrımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu.


Evet, UNESCO’nun bu kararı Dünya’nın Atatürk’e bakışının özetidir…

Bugün 10 Kasım,
Her yıl olduğu gibi Atatürk'ü anacağız bugün. 

Anmak mı anlamak mı daha önemli diye sorarım kendi kendime Atatürk her aklıma geldiğinde. Asıl olan anmak değil, anlamaktır bence. Anlayınca daha anlamlı anarız bundan hiç kuşkunuz olmasın...

Her tarafa yazıyorlar "Atam İzindeyiz" diye.
Düşünerek, anlayarak, bilerek ve inanarak yazdıklarını hiç sanmıyorum. Öylesine işte anlamadan bilmeden yazıyorlar.  İz nedir? İz: "Bir şeyin geçtiği veya önceden bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, emare" şeklinde tanımlanabilir. Ya da, "Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti." şeklinde daha kısa bir tanımlama yapılabilir.

"Atatürk'ün İzindeyiz." derseniz 1938'de kalırsınız. Bu kadar basit... Atatürk sizin 1938'de kalmanızı istemezdi, böyle isteseydi hedef olarak, çağdaş uygarlığı göstermezdi...

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatük"ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün yolundayız" demek ve gereğini yapmak olmalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerleyerek çağdaş uygarlığa ulaşıp aşmaktır. 

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. "Atatürk'ün izindeyim."  diyen sevgili kardeşim sen kaç kitap okudun? Okusaydın, "İzindeyiz" demekle, "Yolundayız"demenin farkını anlardın.  Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp, aşamayacağımızı anlayın artık.

Bugün bu köşede Karaçay Vadisi Projesini yazacağımı duyurmuştum geçen hafta, 10 Kasım nedeniyle Karaçay Vadisi yazımı önümüzdeki hafta yazacağımı duyuruyorum. Geçen hafta yazdığım ve Karaçay konusuna giriş yaptığım  “Manisa İzmir” başlıklı yazım internet üzerinden en çok okunan yazım olmuştu. Karaçay Vadisi yazımın da ilgi çekeceğini düşünüyorum.
Gelecek hafta yine bu köşede buluşmak üzere hoşça kalın…




4 Kasım 2016 Cuma

MANİSA - İZMİR

Manisa ve İzmir kadar birbirine yakın olan başka iki il yok sanırım. Manisa ve İzmir bir büyük kentin iki parçası gibiler sanki.


İzmir’de oturup Manisa’da çalışanlar var. Manisa geliştikçe, Manisa’da özellikle Yeni Manisa’da oturup İzmir’de çalışanlar da çoğalmaya başladı. Manisa’da sanayi gelişince, İzmirli birçok sanayici fabrikalarını Manisa OSB’ye taşıdı. Kentleşme geliştikçe, İzmir’den Manisa’ya taşınanların sayısının artacağından hiç kuşkunuz olmasın.

Manisa ve İzmir yakınlığının sorun ürettiğini düşünenler olduğu gibi, olanaklar yaratığını düşünenler de var. Ben, İzmir Manisa yakınlığının, yeni olanaklar yarattığını ve yaratacağını düşünenlerdenim.

Kazan-kazan (Win-win) teorisini bilmeyen yoktur sanırım. İki kişi ya da grup arasındaki ilişkinin üç sonucu vardır: Birincisi, tarafların biri kazanır diğeri kaybeder. İkincisi, tarafların ikisi de kaybeder. Üçüncüsü, tarafların ikisi de kazanır. Amaçlanan tarafların ikisinin de kazanmasıdır. Kazan-Kazan teorisi denilmesinin de amacı budur. Amaç birlikte kazanmaktır. İzmir ve Manisa’nın birlikte kazanması amaçlanmalı ve yapılacak çalışmalar bu amaca yönelik olmalı. İzmir’de yatırım yapacak kişi, Manisa gerçeğini, Manisa’da yatırım yapacak kişi, İzmir gerçeğini göz ardı etmemeli. Biz hem İzmirliyiz hem Manisalı denilebilmeli.

İzmir bizim limanımız değil mi?  İzmir bizim havaalanımız değil mi? Denize nerede giriyoruz? Balığı nerede yiyoruz?  Alışverişi nerede yapıyoruz? Deniz kıyısında yürümek gelince aklımıza, nereye gidiyoruz?  Dağa çıkmak deyince de İzmirlilerin aklına Spil Dağı gelmiyor mu? Yatırım yapmayı düşünen İzmirli Manisalıların kapısını çalmıyor mu? Evet, uzun sözün kısası İzmir Manisa’dır Manisa İzmir’dir.

Biz İzmir ve Manisa’yı ne kadar ayrı görmeye çalışsak da, İzmir ve Manisa, giderek bütünleşiyor, giderek yakınlaşıyor.

İzmir ve Manisa Valiliklerinin, Belediyelerinin, kamu kurum ve kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının, bir araya gelmelerini ortak çalışmalar başlatıp sürdürmelerini engelleyen bir yasa var mı? Bildiğim kadarıyla yok. Neden duruyoruz o zaman? Hadi birlikteliğin önünü açalım. Hadi yeni işbirliklerine ve dayanışmaya kapı aralayalım.

Atatürk Kent Parkını ve Karaçay Vadisini çok yazdım çok konuştum. 1987 yılında Yeni Manisa İmar Planını Manisa Birlik olarak yaptığımızda, Safran Çayı kıyısında geniş alanlar bırakılmıştı. Daha sonra bedelini Manisa Birlik olarak ödeyip, yaptırdığımız İmar Planı uygulamasında da Safran çayı kıyısındaki yerlerin terkini yapmıştık. O alanlar 1987 yılında ayrılmış olmasaydı, Atatürk Kent Parkı zor yapılırdı. Atatürk Kent Parkını Manisa’ya kazandıran Manisa Büyükşehir Belediyesi'nin Başkanı Sayın Cengiz Ergün’e yürekten teşekkür borçluyuz.

Atatürk Kent Parkına benzer bir çalışma Karaçay çevresinde yapılmalıdır. Karaçay Vadisi Projesini yıllardır dillendiriyor, yazıyor, çiziyor, konuşuyorum. Karaçay Vadisi düzenlendiğinde, Çevre Yolu ile Karaçay arasında kalan alanın İmar Planı yeniden gözden geçirilip, gerekli değişiklikler yapıldığında, Ticaret Alanları oluşturulduğunda, İzmir’in Manisa’ya taşınacağından Manisa’nın çehresinin değişeceğinden hiç kuşkunuz olmasın. Karaçay Vadisi Projemi haftaya bu köşede daha ayrıntılı biçimde yazacağım.

Haftaya yeniden buluşmak dileği ile hoşça kalın...




28 Ekim 2016 Cuma

BIRAKIN DÜNYAYI SEVGİ YÖNETSİN



Hayat devam ediyor etmesine de, sizce bir gariplik yok mu?


Hani ölü toprağı serpilmiş derler ya aynen öyle, insanı ürküten hatta korkutan bir sessizlik, bir belirsizlik var. Adına ne denilir bilemiyorum, alışılmış çaresizlik mi, umutsuzluk mu önünü görememek mi, ne desek?

Sessiz film izler gibiyiz, büyük büyük şirketler batarken, kepenkler kapatılırken küçük bir ses bile çıkmıyor. Yaşadıklarımız kaderimizmiş gibi kabullenilip, hiç sorgulanmıyor. Ödenemeyen borçlar, karşılıksız çekler, tahsil edilemeyen alacaklar, düşen cirolar.

İnsanları korkuları ve sevgileri yönetir. İşlerimizi ya sevdiğimiz ya da korktuğumuz için yaparız hep. Sevgiyle yapılanlar keyif verirken, korkuyla yapılanlar üzüyor, geriyor, yoruyor insanı.

Sevgisiz toplum verimsiz çorak tarla gibidir. Sizi bilmem ama ben korkuların sevgilerin önüne geçtiğini görüyorum.

Çocukluğumu yaşadığım 50’li yılları düşünüyorum, akıllı telefonlarımız yoktu ama aklımız başımızdaydı. Dört işlemi kafadan yapardık. Akıllı arkadaşlarımız dostlarımız komşularımız vardı. O yıllarda çocuklar kaçırılmazdı. Çocuklar sevilirdi sadece, çocuklara kıyılmazdı.

Akhisar’ın Büknüş köyünden Konya’ya gitmiştim tek başıma 1958 yılında, 13 yaşında. Şimdi bu yaştaki çocukları değil, başka bir kente parka bahçeye sokağa bile göndermiyorlar tek başlarına. Neden? Sevginin yerini korku, kin ve nefret aldı da ondan.

Yüreğinizde sevgi yoksa yerini kin ve nefret doldurur. Kin ve nefret insan yüreğine yüktür. Yüreğinizden kin ve nefreti attığınızda da yerini bilin ki, sevgi doldurur. Sevgi seveni de sevileni de mutlu eder. Sevmeye niyet edin, arkası kendiliğinden gelir. Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmek yaşamınıza anlam katacaktır bunu bilin. Bunun içindir, bırakın dünyayı sevgi yönetsin demem…

Sevmek dünyanın en güzel ve en kolay işidir. Peki, niye doyasıya sevmiyoruz? Bizi büyütenler ve yönetenler sürekli kavga ediyorlar, kavgayı yaşam biçimi haline getiriyorlar, hatta kavgayı kutsuyorlar korku kültürünü büyütüyorlar da ondan.  Yazık oluyor yeni yetişen ve korku kültürüyle büyütülen çocuklara.  Sevgi kültürünü, korku kültürünün yerine koyamamışız. Kural dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin babanın çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, eşlerin birbirine, öğretmenin öğrencisine, amirin memuruna şiddet uygulaması hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin mümkün olmadığı da bilinmeli. Bu böyle gitmez. Korkuyla yaşanmaz.  İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi, ayıplanmaktan korktuğu için değil, insanları sevdiği için yapmalı.

En büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki. Sevgiyi düşünmek için, bayramları beklemeyelim. Sevgiyi soluk almak gibi, su içmek gibi, sürekli yaşayalım.

Süresiz sınırsız koşulsuz sevgiler diliyorum.
Kin ve nefreti atın yüreğinizden, yüreğiniz sevgiyle dolsun.
Bırakın, sizi, evinizi, mahallenizi, kentinizi, ülkenizi ve de dünyayı sevgi yönetsin...



21 Ekim 2016 Cuma

UMUT


Dört mumun kısa öyküsünü aktarmak istiyorum bugün size hatırladığım kadarıyla.


Odada dört mum vardı dördü de yanıyordu.
Hem çevreyi ışıtıyorlardı hem de usul usul konuşuyorlardı kendi aralarında.
Konuşmaya ilk başlayan mumun adı Barış’tı.
“Benim adım Barış kimse beni önemsemiyor artık. Gücüm azaldı” dedi ve ardında ince bir duman çizgisi bırakarak yavaşça söndü.
Ardından Vefa aldı sözü:  “Ben Vefa’yım beni de önemsemiyorlar artık” dedi ve usulca  söndü.
Sevgi girdi söze. “Beni çok önemserlerdi eskiden, şimdi ilginin azaldığını görüyorum ve üzülüyorum” derken sönüp gitti.
O sırada bir çocuk girdi odaya.  Odayı aydınlatan mumlardan üçünün söndüğünü görünce, ağlamaya başladı.
Yanmayı sürdüren dördüncü mum “Ağlama çocuk” dedi. “Benim adım Umut, sönen mumları yakarız şimdi seninle birlikte.”  Çocuk Umut’u eline aldı özenle, sönen mumları yaktı sırayla.
Oda yeniden ışıdı…
Umut ışığı yaşamınızdan hiç eksik olmasın.
Yaşamınızda Umut’la birlikte Barış, Sevgi ve Vefa hep olsun…
Zor günler yaşıyoruz.
Her şeyin bir ömrü olduğu gibi zor günlerinde ömrünün olduğunu ve geçeceğini bilmeliyiz.
İçinizdeki umut ışığını söndürmeyin yeter.
Yaşamım boyunca umudumu hiç yitirmedim. Umut oldukça yürek atmaya, vücudunuza kan pompalamaya devam ediyor.
BARIŞ’ı hep önemsedim özledim umutla.
Atatürk’ün “Yurtta Barış Dünya’da Barış” sözünü tekrarlayıp durdum.
Atatürk’ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunda ilerleyelim istedim hep.
Zor günlerin aşılmasında da Barışa Sevgiye Vefaya ve Umuda tutunalım istedim.
Zor günlerde, sevgiye sarılmalıyız dört elle.
İnsan yaşamında sevgi hava, su, ekmek kadar önemli.
Sevgisiz yaşanmaz ki…
Yaşadığın kenti seveceksin önce ve yaşadığın kentin insanlarını seveceksin, eşini çocuklarını akrabalarını sevdiğin kadar.
Ülkeni ve yurttaşlarını seveceksin, kendini ve kentlini sevdiğin kadar.
Ve Dünya’yı seveceksin …
Oyuna gelmeyeceksin hiçbir zaman.
Etnik kökenini, inancını kaşıyacaklar kanatırcasına.
Oyuna gelmeyeceksin. Barış diyeceksin. Ölümüne barış.  Biliyorum zor iş. Ancak başka çare yok. Bizi ancak barış kurtaracak bunu bil… Dünyayı ancak barış kurtaracak…
Bugün yazımı Yunus Emre ile noktalamak istiyorum.

Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Bu dünya kimseye kalmaz.

Barışın Sevginin Vefanın ve Umudun ömrü uzun olsun.
Umut ışığı yaşamınızdan hiç eksik olmasın…



14 Ekim 2016 Cuma

YUNUS EMRE



Yeni Manisa bir başka söyleyişle Güzelyurt Mahallesi, Yunusemre ilçemizin en büyük mahallesidir.

Yeni Manisa’nın özelliği büyüklüğünden çok farklı güzelliğidir. Yeni Manisa, başta Atatürk Kent Parkı olmak üzere, parkları ve sosyal donatılarıyla Manisa’nın gülen yüzü, çağdaş uygarlığa açılan batı kapısıdır. 

Sadece betondan yapılmış konutlardan oluşan kentlerin, açık hava hapishanesinden farkı olmadığı biliniyor. Kentler, ağaçları, anıtları, öne çıkarılan doğal güzellikleri, kente özgü yapıları, kentini seven iz bırakmış insanları ve sosyal donatılarıyla bir bütündür. Yeni Manisa’daki, Barış Alanı, Ceren Sitesi ve Birlik Parkı’ndaki anıtların ve heykellerin toplamı, Manisa’nın tümünde bulunan anıt ve heykellerin toplamı kadardır diyebilirim. Yeni Manisa’daki anıtlardan birisi de Birlik Parkı’na yapılan Yunus Emre anıtıdır.

90’lı yıllarda Manisa’da bir tek Manisa Tarzanı büstü varken, şimdi Yeni Manisa’da 4 adet  Manisa Tarzanı anıtı var.

Kentler anıtları, güzel yapıları, iz bırakan insanları ile anılırlar. Manisa’nın kimlikli bir Marka Kent olması için meydanların, parkların ve anıtların Eskişehir’de olduğu gibi çoğaltılması gerekiyor. Daha çok anıt, daha çok heykel, daha çok park ve bahçe, daha çok sosyal donatı yapılmalı. Bunları yapanlar mutlaka ödüllendirilmeli. Manisa, yaşayanların ödüllendirilmesi açısından biraz kısır bir kenttir maalesef. İnsanları anmak ve ödüllendirmek için ölmesini bekliyorlar. Kentimizi ve kentlimizi kendimizi sevdiğimiz kadar sevmeliyiz.  Kentini ve kentlisini sevmeyen kendini de sevmez sevemez.

Anadolu’da yetişen en büyük tasavvuf erlerinden, Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre'nin hayatına dair bildiklerimiz yeterli olmamasına karşın şiirlerinin biliniyor olması O’nun nedenli büyük bir şair olduğunun en güzel kanıtıdır. Nerede ne zaman doğduysa doğdu; nerede ne zaman öldüyse öldü. O Anadolu’nun bağrına gömüldü. O Anadolu’da yetişen en büyük erenlerden ve en büyük ozanlardan birisi oldu. Önemli olan budur. Önemli olan ölümünden yaklaşık 800 yıl sonra şiirlerinin okunuyor anıtlarının yapılıyor kentlere adının veriliyor olmasıdır.

“Gelin tanış olalım / İşi kolay kılalım / Sevelim sevilelim / Dünya kimseye kalmaz”. Bu güzel dizeler Onüçüncü Yüzyılda ilk söylendiğinde geçerliydi. 21’nci yüzyılda da geçerliğini koruyor. Önümüzdeki yüzyıllarda da geçerli ve anlamlı olacaktır.  Bu dizeler insanlığa yapılmış en güzel çağrıdır. Bu çağrıya kulak vermeliyiz.

Yunus Emre’nin Taptuk Emre’nin dergahına girdiğini, tekkelerde yaşamış ve veliliğe erişmiş olduğunu biliyoruz. Anadolu'da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yunus Emre, halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre birçok yerleşim yerinde olduğu gibi, türbesinin Kula’nın Emre köyünde olduğuna da inanılmaktadır.

Yunus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmuştur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yunus Emre, sadece yaşadığı devrin değil, çağımız ve gelecek yüzyılların da ışık kaynağıdır. Dünya üzerinde insanlık var oldukça değerini koruyacaktır. Yunus Emre'nin amacı, sevgi yoluyla dünyada yaşayan tüm insanların, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.

Anadolu’muzun en büyük bilgelerinden olan Yunus EMRE’nin adını ve anısını kentimizde yaşatmak için, Birlik Parkına anıtı yapılmıştır.

Yunusemre Belediyemizin, 2’nci Uluslararası Yunus Emre Günlerini düzenlemiş olmasını, kentimiz için önemli bir kazanım saymalı ve etkinlikleri başlatanları yürekten kutlamalıyız. Etkinliklerin daha geniş katılımla yapılması için, “Katılım olmazsa atılım olmaz.” diyerek,  etkinliklerin düzenlenmesine, daha fazla kişi ve kurumun katılması sağlanmalı, etkinliğin sahipleri çoğaltılmalıdır. Etkinliğin sahipleri çoğaltılınca, katılım da artacaktır.  Etkinliklerde sevgi, barış, kardeşlik öne çıkmalı bunlar için dayanışmanın yolu açılmalıdır. Yapılan bu güzel çalışmalarla, Yunus Emre günleri, geleneksel hale gelecek Yunus Emre’nin adı ve anısı sonsuza dek yaşayacaktır.



7 Ekim 2016 Cuma

NE OLACAK NASIL OLACAK?



Birbirimizi gererek, gerilerek değil, yapay gündemler yaratarak değil, sorunları ancak el ele vererek aşabiliriz…


Birçok hastalığın nedeninin stres olduğu biliniyor. Stresin nedeninin de belirsizlik olduğu söyleniyor.

Ülkede bir belirsizlik ortamı var. Dolar aldı başını gidiyor. İşyeri sahipleriyle küçük, büyük işadamlarıyla görüşüyoruz. Hepsi de tahsil edilemeyen alacakları, ödenemeyen borçları dile getiriyorlar.

Borçlar ödenmiyor, ödenemiyor. Birçok kişi ne yapacağını bilmiyor. Parası olanlar dövizde, nakitte kalmak istiyor. Alımların satımların hızı kesildi.  Milletin kafasında bir türlü cevaplayamadığı “Ne olacak, nasıl olacak ?” sorusu var sadece.

Ne olacak?  Gündem sürekli değiştiriliyor. Geçmişi mi tartışacağız? Geleceği mi planlayacağız?
Kendimizce haklı sebepler yaratıp kavga mı edeceğiz. Yoksa işbirliği mi yapacağız?

Ne olacak sorusunun yanıtını iktidarıyla muhalefetiyle sivil toplumuyla milletçe, ortak akılla bulmalıyız. Tam bir seferberlik ilan ederek bulmalıyız. Önümüze bakmalıyız. Meclisi daha çok çalıştırmalıyız. Gün geçmişi tartışma günü değil, geleceği planlama, barış kardeşlik dayanışmayı güçlendirme günüdür.

Terörle mücadele sürecek elbet. Suçlulardan hesap sorulacak elbet. Terör örgütleri dağıtılacak elbet.
Sınır güvenliği sağlanacak elbet. Bunların önemi ve gereğini bilmeyen yok zaten. Bunları bilenler el ele verdiğinde sorunların aşılması kolaylaşacaktır.

Şimdi, cumhuriyet değerlerine, demokrasiye, ülkenin bölünmez bütünlüğüne milletçe sahip çıkma zamanıdır. Enerjimizi kısır çekişmelerle yapay gündemlerle tüketme yerine, toplumu germe ve gerilme yerine, umutları güçlendirme zamanıdır.

İnsanlar mutlu ve yarınlarından umutlu olurlarsa devleti yanında hissederse güvence verilirse yatırım yaparlar, katma değer yaratırlar. Bu ülkenin, vergisini ödeyen, iş olanağı yaratan, kalkınmamıza katkıda bulunan girişimcileri kurumları ve kuruluşları var. Bunlarla da bir araya gelinerek, gelecek planlaması yapılmalı mutlaka.

Eğer, kişi kurum ya da kuruluş bu ülkenin bölünmez bütünlüğünden yanaysa, cumhuriyet değerlerine sahip çıkıyorsa, senden benden ayrımı bir kenara bırakılarak, el ele verilmeli. İnsanların umudu güçlendirilmeli…

41 yıldır kooperatifçilik yapıyorum. Kooperatifçiler arasında, farklı siyasetleri ve görüşleri savunanlar oldu ancak, ülkede iç savaş çıkarmaya çalışan, ülke aleyhine tertipler içinde olan, teröre kaynak aktaran ne bir kooperatif nede bir kooperatifçi gördüm. Kooperatifler, her yıl genel kurullar yaparak, hem ortaklarına hem de devlete hesap verdiler her zaman. Kooperatifler demokrasi okulları gibi çalıştılar. Üreticileri kooperatiflerde bir araya getirerek tarımın gelişmesinde, kırsal alanın kalkınmasında ve konut ihtiyacı olanları bir araya getirerek konut ihtiyacının karşılanmasında sağlıklı kentler kurulmasında görev yüklendiler. Tüm gelişmiş ülkelerin kooperatifçilikten yararlandığını görüyoruz.  Terörü destekleyen dernekler vakıflar, şirketler, özel okullar oldu ama bu ülkede terörü destekleyen kooperatifler olmadı hiçbir zaman. Çünkü kooperatiflerin işleyişi, açıklık ilkesi ve demokratik yapısı buna izin vermez. Eğer kalkınma seferberliği başlatacaksak bunun etkin araçlarından birisi kooperatifler olmalı…

Kooperatifler sadece ekonomiyi güçlendirmezler, toplumsal barış kardeşlik ve dayanışmayı da güçlendirirler. Kalkınma seferberliğinde ekonominin ve toplumsal dayanışmanın güçlendirilmesinde kooperatiflerden yararlanmalıyız. Ne olacak? Nasıl olacak? Sorularına yanıt ararken, sivil toplumu ve kooperatifleri de işin içine katmalıyız. Ve mutlaka TBMM’yi etkin biçimde çalıştırmalıyız…



30 Eylül 2016 Cuma

OHAL


Olağan dışı durumlar nedeniyle OHAL ilan edildi.


Olağan dışılık devam ediyor ki, uzatılması gündemde.
Dileriz, olağan dışılık olağan duruma gelmez.
Dileriz, alışılmış çaresizlik yaşanmaz.
İnsanın kendini, çaresiz, umutsuz ve yalnız hissettiği durumlar olabilir.
Sadece insanların değil, kurumların, kuruluşların hatta ülkelerin kendini yalnız, çaresiz ve umutsuz hissettiği durumlar olabilir. Yapılması gereken olağan duruma gelebilmek, umudu güçlendirmek ve çoğalmaktır.

OHAL, olağan dışılıktan hızla kurtulmak için ilan edilir.
Ülkemiz için OHAL’e ihtiyaç varsa, hepimiz için de var demektir.
O zaman, kendi yaşamımızda da OHAL ilan edeceğiz.
Başımızı ellerimizin arasına alıp düşüneceğiz.
Yaşadığımız olumsuzlukları görmezlikten gelmeyeceğiz.
Kendinize ve çevrenize bakın, mutlaka olağan dışılıklar görürsünüz.
Ödenemeyen çekler, tahsil edilemeyen alacaklar, ödenemeyen borçlar, işsiz güçsüz kalanlar, yardıma muhtaç insanlar, yarım kalan dostluklar, biten ortaklıklar, kapanan işyerleri, karamsarlıklar, umutsuzluklar kol gezmeye başlamıştır çevrenizde. Bunlara bakıp üzülmemek elde değil. Ancak üzülmekte çözüm olmuyor ki.

Kendi yaşamımızda ve ülkemizde OHAL ne kadar kısa sürede gündemden kalkarsa ne kadar kısa sürede olağan duruma geçersek, açılan yaralar daha çabuk kapanır. Yoksa inanın sadece OHAL değil tüm rahatsızlıklar, hastalıklar kronikleşir. Anladık ki, rahatsızlıkların giderilmesi için, operasyon gerekiyor. Organ değişikliklerine ve köklü tedaviye ihtiyaç var. Teşhis iyi konulmalı ki, sonucu iyi olsun. Operasyon başarılı olmalı ki, hasta kurtulsun.

Gelişmiş demokrasilerde yurttaş düşüncesini özgürce söyleyebilir. Korkmadan, çekinmeden söyleyebilir. Söylerken de, söyledikleri nedeniyle yadırganmayacağını, düşüncesini söyledi diye cezalandırılmayacağını bilir. Demokrasilerde, söylediklerinizden, düşüncelerinizden değil, eğer suç oluşturuyorsa yaptıklarınızdan yargılanırsınız.

Ülkemizde OHAL var ve OHAL’in bir süre daha uzatılacağı anlaşılıyor. Olağan dışı durumlarda, olağan dışı önlemler olacaktır elbet. Ancak olağan dışılık kaderimiz haline gelmemeli.

Bence, olağan duruma gelebilmek için, birliğin bütünlüğün kıvançta ve tasada bir olmanın güçlendirilmesi, olağan üstü durumdan çıkmanın olmazsa olmazı ve ön koşuludur. Yenikapı’da birlikte kürsüye çıkmak aynı insanlara konuşmak alkışlanacak bir durumdur elbet. Ancak bu alkışlanacak durumun sürdürülmesi gerekir. Bunun sürdürülmesi ancak ve ancak diyalogla olur… Olağan dışı durum olduğuna göre bu ülkenin iktidarı ve muhalefeti birlikte çalışmalıdır. Birlikte çalışmak her yapılanı onaylamak koşulsuz destek olmak anlamına da gelmez elbet.
Bir koalisyon hükümetinin olağan duruma geçişi hızlandıracağını, Yenikapı Ruhunu güçlendireceğini düşünüyorum. Milli Mutabakat gerekiyorsa, bu ancak, Milli Mutabakat Hükümeti ile olur. Ülkede olağan dışı bir durum varken, olağandışı yöntemler bulup geliştirmeli ve hızla olağan duruma geçmeliyiz…

TBMM sadece olağan durumlarda çalışmayacak, olağan dışı durumlarda olağan üstü çalışmalar yaparak, olağan duruma geçişi hızlandıracak şekilde çalıştırılmalıdır.

Milli irade, sadece bir yada birkaç kişide değil TBMM’de tecelli eder. Haydi TBMM, olağan dışı bir çalışmayla, olağan duruma geçişimizi sağla. Haydi TBMM, milli iradenin temsilcisi olduğunu kanıtla…



23 Eylül 2016 Cuma

CEMAL ERGÜN...


Manisalıların Cemal Amcası kalabalık bir törenle defnedildi.


Manisa’nın en güzel mahallelerinden birisi olan Bozköy’ün kurulmasına güzelleştirilmesine öncülük eden, Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün gibi başarılı evlatlar yetiştiren, hastaneye kaldırıldığı güne kadar çalışmaktan geri durmayan, hasta yatağında bile işini düşünen, başarılı, çalışkan, yardımsever işadamı herkesle dost Manisalıların Cemal Amcası Cemal Ergün’ü yitirdik.

1926 yılında Şehzadeler ilçemize bağlı Tilki Süleymaniye Mahallesi’nde dünyaya gelen, ancak doğumu nüfusa 1928 olarak yazılan Cemal Ergün ilk ve ortaokulu Manisa’da okuduktan sonra Kayseri ve Ankara’da vatani görevini tamamlar. İş hayatına babasıyla birlikte zahirecilikle başlar, 1965’te babasının vefatıyla birlikte baba mesleğini devam ettirir. Bu mesleğin yanında inşaat işine de giren Cemal Ergün, bugünkü Uncubozköy’ün temellerini atmış ve koca bir mahallenin kurulmasına öncülük etmiştir. Örnek bir yurttaş olarak tanıdığımız Cemal Ergün, Manisa’ya bir anaokulu, bir ilkokul, üstgeçit, park bahçe gibi güzel ve yararlı eserler de kazandırmıştır.

Manisalıların Cemal Amcası kalabalık bir törenle defnedildi. Taziye ziyaretleri günlerdir devam ediyor. Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Cengiz Ergün, yaşlı genç demeden taziye için gelenlerle tek tek ilgileniyor. Bazı insanların öldükten sonra da adları ve anıları yaptıkları yararlı hizmetler ve yetiştirdiği hayırlı evlatlarıyla yaşar. Cemal amcamızın da adı ve anısı hep yaşayacak.

Sayın Cengiz Ergün’den, babasının kalp yetmezliğinden öldüğünü öğrendim. 90 yıl durmadan atan kalbi daha fazla dayanamamıştı. Doksan yıl dile kolay. Cemal Ergün’ün 90 yıllık ömrünü, çalışkanlığına bağlıyorum. “Unumu eledim, eleğimi astım.” diyen insanlar, daha erken ayrılıyorlar aramızdan. Çok tekrarladığım bir söz var “İşin biterse, işin biter”, Cemal Ergün, ölene kadar çalışmaya devam etmiş, hep yapacak bir işi olmuştur. Cemal Ergün’ün örnek yaşamından çıkarılacak birçok ders vardır elbet. Ancak benim için önemli ders, insanların ölene kadar “işim bitti.” demeden çalışmasıdır. Cemal Ergün’ü diğer güzel özelliklerinin yanında çalışkanlığı ile de anacağız.  İnsanı çalışmak değil, tembellik yorar daha çok. Atalarımız “işleyen demir ışıldar.” diye boşuna dememişler.

Bir konuya daha değinmekte yarar var. Cemal Ergün, her konuda bir görev adamı olduğu gibi, vergisini tam ödemeyi de görev bilirdi.  Her yıl kentin vergi rekortmenleri listesinde görürdük onun adını.

Tüm şehirler batıya doğru büyür. Günümüzde bile birçok insanın göremediği farkına varamadığı bu gerçeği Cemal Ergün çok erken görenlerden ve kentin batısına yatırım yapanlardan birisidir. Unutmayın sizde, Cemal Ergün’ü örnek alın yönünüzü batıya çevirin.

Borsa Başkanlığı da yapan Cemal Ergün, Ticaret Odası’nda ve Odalar Birliği’nde de görevler yüklendi. OSB’nin kurulmasına da katkıları oldu.
Ölümünden önce  “Sağlığıma dikkat ederim. Yaşım dolayısıyla hafif şeyler yemeye özen gösteririm. Fırsat buldukça yürüyüşler yaparım” diyen Cemal Amca’mız, bahçe işlerini de çok sever bahçesini çeşitli meyve ağaçlarıyla donatırdı. Tüm çalışanlarına kendi yetiştirdiği zeytinlerden çıkarttığı yağlardan verirdi. Paylaşmayı severdi. Yaptıklarıyla her insan gibi gurur duyardı. Ancak en büyük gurur, oğlu Cengiz Ergün’ün Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı olması ve Manisalılar tarafından çok sevilmesiydi.

Cemal Amca’mıza Allah rahmet eylesin, sevenlerinin başı sağ olsun. O’nun örnek yaşamından hepimizin çıkaracağı önemli dersler var. Ben, “Çalışan kazanır” diyorum. Sizde Cemal Ergün gibi çalışın, yaşadığınız kente ailenize ve ülkenize yararlı hizmetler yapın. Işıklar içinde Rahat uyu Cemal Amca, Mekanın cennet olsun…


11 Eylül 2016 Pazar

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN


Suriye`de savaş devam ediyor. Terör can alıyor. Bayrama gölge düşüyor. Oysa bütün bayramlar barışı ve sevgiyi çağrıştırır.


Belirsizlikler içinde bir kurban bayramı kutluyoruz.
Terör ve savaş can alırken, keşke diyorum, bayram nedeniyle trafiğe de kurbanlar vermesek.

Çok eskilerde, bayram ziyaretleri yapılırdı. Şimdi bayram nedeniyle kapıların çalınması ve gidenler gelenler azaldı.

Kimse gelmiyorsa bu sizin kendinize gelmeniz için bir fırsat olsun. Bayramlar, benim için, kendime gelmeme, içime bakmaya, kendimle konuşmaya fırsat  tanıyan günler oluyor.. İnsan kendi içine bakmaya ve kendisi ile konuşmaya da zaman ayırmalı. Bana böyle bir fırsat tanıdığı için de seviyorum bayramları. Bayramlarda kimse gelmese de ben kendime gelmeye çalışıyorum.

Bayramları sevişimin başka nedenleri de var elbet: İnsanlar, daha sevecen, daha barışçı olmaya çalışıyorlar bayramlarda. Keşke diyorum böyle olanlar böyle düşünenler çoğalsa.

“Eski bayramlar şöyleydi, eski bayramlar böyleydi.” diyerek, geçmişe özlem duyulmasını, ağıtlar yakılmasını pek doğru bulmuyorum. Eski bayramlar, eskinin koşulları içinde güzeldi. Şimdi eskinin koşulları olmadığına göre, bayramlar da eskinin bayramları gibi olamayacaktır. Önemli olan, yeni güzellikleri, yeni günün koşulları içinde yaratabilmektir. Geçmişe özlemi körüklemek yerine, geleceğe umudu güçlendirerek bayramları kutlamak önemli. Günümüzün bayramlarını da güzel yapmak, bayramı bayram gibi yaşamak bizim kendi elimizde. Kendimize “ben neden bazı insanlarla dargınım?” sorusunu yönelttiğimizde, inanıyorum ki, barışmaya bir kapı aralanacaktır. Bunu herkes yapsa, dargınların sayısı da azalacaktır mutlaka.

Geçmişte,“İnsan değişmez” sözünü doğru sayıp, değişememeyi savunma olarak çok kullandım. Ancak, şimdi yanıldığımı düşünüyorum. İnsan isterse değişebilir. İstemek değişimin ilk adımıdır. İkinci adım da değişim için çalışmak. Bahsettiğim değişimin özünde gelişim var elbet. İnsan değişebilir. Değişmelidir de. Kendimize gelmeyi başardığımızda değişimi de başarabiliriz. Uzun süreli bayram tatilini değişime adım atmak için  fırsat olarak değerlendirebiliriz.

“İnsan değişmez” dersek. “Böyle gelmiş, böyle gider” de demiş oluyoruz aslında. Oysa, böyle gelmiş ancak böyle gitmemeli. Böyle gelmiş böyle gitmemeli diyorsak, değişimin gerekliliğini de ortaya koymuş oluyoruz. İşin bundan sonrası çalışmak olmalı. Yine o çok yinelediğimiz “ben nerede hata yaptım” sorusunu kendimize sorarak başlayabiliriz çalışmaya.

Bu bayram benim düşündüklerimi sizlerde düşünmüşsünüzdür elbet. Ancak düşünmek yetmiyor. Düşünceyi eyleme dönüştürmek gerekiyor.

Bayrama terör gölgesinin düşmesine ve OHAL’i gerekli kılan koşulların sürmesine üzülüyoruz elbet. Üzülmenin çözüm getirmediğine de bildiğimize göre, teröre karşı duracağız. Birliğimizin bütünlüğümüzün simgesi bayrak, Atatürk, vatan, millet, cumhuriyet kavramlarını önemine yaraşır özenle koruyup gereğini yapacağız.

Yeni savaşa teröre kurbanlar vermediğimiz, bayram gibi bir bayram diliyorum.

Kurban Bayramınız Kutlu Olsun…

9 Eylül 2016 Cuma

EYLÜL KURTULUŞ DEMEK...


Bugün 8 Eylül Manisa'nın kurtuluşunu kutluyoruz coşkuyla.

Eylül ayına yeni bir ad vermek gerekse “Kurtuluş” demek güzel olur sanırım.  
Eylül ayı kurtuluşlar ayıdır.
Türk Kurtuluş Savaşında Eylül ve Ege hep birlikte anılıyorlar.
30 Ağustos 1922 Zaferi kurtuluşun müjdecisi oldu.
Ve 1 Eylül’de Uşak’ın kurutuluşu ile kurtuluşlar dizisi başladı.
Ardı ardına gelen kurtuluşlarla cumhuriyetin yolu açıldı.

30 Ağustos – 9 Eylül arası, bir değil binlerce destana konu olabilir.

1 Eylül Uşak. 2 Eylül Eskişehir. 3 Eylül Dursunbey, Ödemiş, Eşme. 4 Eylül Tire, Bayındır. 5 Eylül Nazilli, Alaşehir, Bilecik, Gördes, Salihli. 6 Eylül Akhisar. 7 Eylül Aydın, 8 Eylül Manisa ve 9 Eylül İzmir kurtarılıyor. Ve 10 gün gibi kısa bir süre içinde, Ulusal Kurtuluş Destanı yazılıyor, cumhuriyete giden yol açılıyor…

Kurtuluş günlerini önemine yaraşır bir özenle kutlamalıyız.
Kurtuluş günleri sadece bir anma günü değil anlama günü de olmalıdır.
Kurtuluş Destanı yeni kuşaklara anlatılmalıdır.

Bayrak, Atatürk, Vatan, Cumhuriyet hep önde tutulmalıdır.
Bunlar bizim köklerimizdir. Ağaçlar gibi, ülkelerde köksüz yaşayamazlar.
Köklerini unutanlar, kuruyup gitmeye ve yıkılmaya mahkum olurlar.

Kurtuluş günlerimiz kutlu olsun…

Eylül ayında güzel şeyler oluyor.
Suriye’de sınır güvenliğimiz sağlanıyor.
Teröre karşı daha kararlı bir mücadele sürdürülüyor.
Eylül ayında, İzmir Fuarında Manisa görkemli biçimde tanıtıldı.
Eylül ayında okullar açılacak.
Ve 9 Eylül’de Hayatın Frekansı Radyo Hiraş'ta “Manisa’da Yaşam” programı yeniden başlayacak.

Manisa’da Yaşam programını Rıfat Uygur hazırlayıp sunuyor. Ben, yorumlarla katkıda bulunmaya çalışıyorum. Programa Hale Taştekin’in yaptığı katkıyı da belirtmeliyim hemen. Güzel sunumu ve seçtiği güzel şarkılarla renk katıyor Hale Taştekin. Rıfat Uygur, Hale Taştekin ve Mustafa Pala programın olmazsa olmazları. Konuklarımız da oluyor elbet. Konuklarımızla Manisa’yı konuşuyoruz. Cuma günleri ses getiren, ilgi gören, bir program yapıyoruz Radyo Hiraş’ta. Dinleyicilerimizde telefon ederek, mesaj yazarak katılabiliyorlar programımıza.

Manisa, görkemli geçmişiyle, verimli toprakları, güzel doğası ve gelişen sanayisiyle bir dünya kenti olma yolunda hızla ilerliyor. Bize düşen, bu güzel kenti daha yükseklere taşımak, geçmişini korumak, geleceğini planlamak ve çalışmak olmalıdır. Bu güzel kent her şeye değer. Manisalı olmak bir ayrıcalıktır diyorsak eğer, gereğini yapalım ve güzel kent için hep birlikte çalışalım.




2 Eylül 2016 Cuma

ÜRETİM VE PAYLAŞIM

İnsan soyunun temel sorunu üretim ve paylaşım.


İnsan soyunun temel sorunu üretim ve paylaşım. Daha çok üretim hakça paylaşım için çalışılıyor hep. Kişiler kuruluşlar, devlet herkes daha çok üretmenin ve üretimden daha çok pay almanın peşinde.

Daha çok üretim ve hakça paylaşım için, her kişi kurum ve kuruluş farklı yöntemler geliştirmeye çalışıyor. Sadece özel sektörde değil, belediyelerde ve devlet kurumlarında da aynı amaçlı çalışmalar var. Örneğin belediyelerde, üretkenlik, katılım, eşitlik gibi temel ilkelerle amaçlanan, üretimde ve paylaşımda eşitliğin sağlanmasıdır.  Üretimde ve paylaş
ımda eşitliğin sağlanabilmesi için, katılım temel ilke kabul edilmelidir.

Eğer, katılım varsa, tartışmalar, kapalı kapılar ardında ve dar bir çerçeve içinde yapılmıyorsa,  konular kamuoyu önünde açıkça tartışılabiliyorsa sorunların aşılması daha kolay olmaktadır. Ancak, kararlar sen ben bizim oğlan boyutunu aşmadan dar bir çerçeve içinde yapılıyorsa, belki karar üretmek kolay olur ama, üretilen kararı uygulamak ve sonuç almak zorlaşacaktır.

Az gelişmiş toplumlarda, kararlar tartışmasız üretilir ancak, tartışma kararların uygulanmasında ortaya çıkar. Oysa doğru olanı, kararların tartışılarak alınması tartışmasız uygulanmasıdır. Kararlara tartışarak üretip tartışmasız uygulamayı öğrendiğimizde, demokrasi yolunda önemli bir aşamaya ulaşmış olacağız.

Açıklık, üretkenlik, katılımcılık, eşitlik,  yerel yönetimlerde vazgeçilmez ilkeler olarak uygulamaya konulduğunda, karar üretmenin  ve sorunları aşmanın kolaylaştığı görülecektir.

Açıklığı ve katılımcılığı temel ilke edinen bir belediyenin, ihaleleri, özellikle büyük rakamlı olanlarını basın ve halk önünde gerçekleştirmesi  gerekir. İhale günlerce öncesinden belli aralıklarla her türlü araç kullanılarak duyurulmalı ve mutlaka basın önünde yapılmalıdır.

Açıklık ve katılımcılık temel ilke olarak alındığında, söylentilerin azalmasının yanında, başarılı sonuçların alındığı görülecektir.

Belediye açıklık ve katılımcılığın kapısını aralarken, kent halkında da katılım isteği olmalıdır. Kent halkında katılım isteği yoksa, katılım kapısının aralanmasının hiçbir anlamı olmayacaktır.

Katılımın özendirilmesi için öncelikle yapılması gereken, meclis salonlarının büyütülmesidir diyorduk. İşte büyütüldü ancak, toplantılara halkın ilgisi çok az..

Açıklık, üretkenlik, katılımcılık, eşitlik gibi temel ilkeler ödünsüz uygulamaya konulduğunda, güven bunalımı yok olacak, sisler dağılacak ve yöneticilere olan halk desteği artacaktır.

Halka hizmet için seçilen insanların, açıklıktan, katılımdan korkmamaları gerekir. Açıklıktan ve katılımdan halka hizmet için değil, küpünü doldurmak için çalışanlar korkarlar ve uzak dururlar.

Açıklık ve katılımla, acıların paylaşılarak küçültülmesi, sevginin paylaşılarak büyütülmesi kolaylaşacaktır.

Açıklık ve katılımla, daha çok üretim ve hakça paylaşımın sağlanması hem yerel hem de genel demokrasimizi güçlendirecektir.


26 Ağustos 2016 Cuma

İZMİR FUARI




84 yıl önce savaşlara, kıtlıklara, krizlere rağmen düzenlenen, Türkiye`nin ilk ve en kapsamlı ticaret fuarı olan İzmir Enternasyonal Fuarı 85`nci kez açılıyor.
84 yıl önce savaşlara, kıtlıklara, krizlere rağmen düzenlenen, Türkiye`nin ilk ve en kapsamlı ticaret fuarı olan İzmir Enternasyonal Fuarı 85`nci kez açılıyor. Fuar 4 Eylül 2016 tarihine kadar açık kalacak. Manisa’mız 85’nci İzmir Enternasyonal Fuarının onur konuğu. Manisa’mızın onur konuğu olmasından bizde onur duyduk diyerek, Manisa Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği Manisa standını gezeceğiz.

Manisa standının hazırlanması aşamasında, birkaç kez ziyaret ederek yapılan çalışmaları yerinde izledim.Tüm çalışanlar, zamana karşı yarışıyorlardı sanki hepsi doğum sancısı çeker gibiydiler. Çalışmalarının sonucunda ortaya iyi bir ürünün çıkacağı belli oluyordu. Manisa standı iyi planlanmış. Kula’nın Peri bacaları ve Beyler Konağı, Aigai Antik Kenti, Spil Dağı, Mimar Sinan’ın bölgemizdeki tek eseri olan Muradiye Camii ve Sardes, maketlerle alana taşınmış. Kentimizin simgesi durumuna gelen, Alpaslan Türkeş Köprüsü kemeri, öne çıkarılmış yapılan düzenlemede.
Her yıl başka bir temayla düzenlenen İzmir Enternasyonal Fuarı’nın bu yılki ana teması İNOVASYON. Dünyanın ve Türkiye’nin en önemli markaları buluşuyor 85’nci İzmir Fuarı’nda.

Eğlence, teknoloji, sanat, heyecan, lezzet, sinema, müzik, tiyatro, yenilik, tasarım, spor, adrenalin, ticaret, Manisa, Malezya, Dünya, Türkiye, ne isterseniz her şey var bu yıl fuarda.

Bence zaman ayırıp gezin İzmir Fuarını ve Manisa Standını, kentimizin doğal güzelliklerini ve kültürel zenginliklerini görün. Manisalı olma duygusunu yaşayın. Gördüklerinizi çevrenizle paylaşın.
Manisa Standında Obasya’da var. “Neden Obasya var?” diye soranlar olabilir. Obasya, Yuntdağı’nın kalkınmasında, bölgenin turizme açılmasında önemli katkıları olacak bir kırsal turizm tesisi olması yanında, bir “zaman geçidi müzesi” aynı zamanda. Obasya’da daha şimdiden belgeseller çekilmeye yurt içinde ve dışında kentimizin adı duyulmaya başladı bile. Obasya yapımında kamu kaynağı kullanılan, kamu yararı önde tutulan bir proje. Sadece kentimizin değil, bölgemizin hatta ülkemizin tek zaman geçidi müzesi ve değişik konseptiyle ilk kırsal turizm projesi. Yapımında TKDK ve bütçesi belediyelerden aktarılan kaynaklarla oluşturulan Zafer Kalkınma Ajansı aracılığı ile kamu kaynakları kullanıldı. Projede kamu yararının önde tutulması nedeniyle, Obasya yolunun ve tören alanının yapımında Manisa Büyükşehir Belediyemizin büyük katkıları oldu. Obasya’nın tanıtımına belediyelerimizin, kentimizin tanıtımına da Obasya’nın katkıları olacaktır elbet. Keşke, Obasya benzeri projeler çoğalsa, kentimiz turizmde atağa kalksa.  Obasya’ya değer veren, fuarda yer ayıran Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün’e ve çalışma arkadaşlarına yürekten teşekkür ediyorum. Obasya gibi, farklı projeler öne çıkarılarak, kentimizde birlikte iş görme, yardımlaşma dayanışma anlayışı ve aidiyet duygusu güçlendirilmelidir.

Ege Bölgemizin en büyük şelalesi olan Türkmen Şelalesine de fuarda yer verilmesini düşünenleri  de kutlamak gerek. Manisa Standında, Manisa Tarzanı’da unutulmamış. Düzenlemede yeşillendirmenin öne çıkarılması Yeşil Manisa söylemine denk düşmüş.

Manisa Standı’na yapılan dere ayrı bir renk katmış.  Siz dereyi ister, Gediz diye düşünün. İster Manisa Büyükşehir Belediyesinin düzenlediği, Atatürk Kent Parkı içindeki Safran Çayı gibi düşünün, gönlünüzden ne geçiyorsa öyle görün, öyle düşünün. Manisa Standına yapılan dereyi ve ufak çağlayanı da görün. Su her yere hayat ve güzellik katıyor. Manisa Standına da küçük dere büyük güzellik katmış.
Haydi, bugünü kendimize ayıralım ve  İzmir Fuarında buluşalım…






 
back to top