Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

19 Ağustos 2016 Cuma

YENİDEN KOOPERATİFÇİLİK

1975 yılından bu yana aralıksız olarak 41 yıldır kooperatifçilik yapıyorum.

Kooperatiflerin el üstünde tutulduğu desteklendiği dönemleri de yaşadım, kötülendiği dönemleri de.
70’li 80’li yıllarda, Kooperatifler Bakanlığı bile vardı. Özellikle kırsal kesimde kooperatiflerin kurulması desteklenirdi. Ülke nüfusunun % 65’i köylerde yaşadığı için, Siyasi Parti Liderleri, “Benim köylüm, benim çiftçim” derlerdi, “Gelişme köylüden başlayacak” derlerdi. Kooperatifleri desteklerlerdi. 

Başarılı kooperatifler olduğu gibi, başarısız olanlar da oldu. Başarısızlığın nedeni, kooperatif değil, eğitimsiz kooperatif yöneticileriydi. Kooperatifçilik eğitimi etkinleştirilip yaygınlaştırılamadığı için kooperatifler başarısız oldu. Kötülenmesi gereken sistem değil, başarısız yöneticiler olmalıdır. 

Kooperatifleri destekleyen yöneticiler oldu elbet. Ancak, altını çizerek belirtmeliyim ki, kooperatifleri gönülden destekleyen lider Mustafa Kemal Atatürk’tü. Kim ne derse desin, bugün çağdaş uygarlık yolunda kalmaya direniyorsak, ve kooperatifleri etkin araçlar olarak görüyorsak, bunu Atatürk’e borçluyuz. Hele, çevremizdeki ülkelerde yaşananlara bakınca Atatürk’e olan hayranlığımız daha da artıyor.

Bilindiği gibi, ekonomide genellikle özel sektörden, devlet sektöründen ve karma ekonomiden söz edilir. Kooperatifleri de ayrı bir sektör olarak sayanlar vardır. Atatürk’ün özel sektörün varlığını kabul ettiğinden kuşku yok. Ancak Cumhuriyetin ilk yıllarında, ekonomide devlet sektörüne daha fazla ağırlık verildiği gözlemlenmektedir. Bunun nedeni de o yıllarda gelişmiş bir özel sektörün olamayışıdır. Savaş yıllarının ardından kurulan genç cumhuriyetin ilk yıllarında öne çıkan konu bu nedenle ağırlıklı olarak devletçilik olmuştur. 

Atatürk, döneminde ülkenin büyük çoğunluğu köylüydü ve ilkel yöntemlerle karasabanla tarım yapmaya çalışıyordu. Ülkeyi kurtarmak için sabanın sapını bırakıp silaha, karnını doyurmak için silahı bırakıp, sabanın sapına sarılıyordu. Onun için “Köylü milletin efendisidir.” diyordu Atatürk. Onun için, köylünün kalkınmasında kooperatifçiliği gündeme getiriyordu.

Atatürk’ün kooperatifleri gerekli görüşünün nedeni, küçük tarım işletmelerinin büyümesini sağlamaktı. Tarım işletmelerini ölçek büyüklüğe ulaştırmaktı. Bugün de aynı sorunlar var. Bugün de kooperatifler etkili araçlar olarak kullanılabilir. Yeniden Kooperatifçilik deyişimin nedeni budur. Yeni kuşaklarla yeniden kooperatifçilik…

Cumhuriyetin ilk yıllarında, kooperatifçiliğin gerçekleştirilmesi konusunda birçok yasanın çıkarılmasını sağlayan, bu konuda söylevler veren, kooperatifin kuruluşuna öncülük eden, kooperatif kuran, kooperatiflere ortak olan tek devlet adamıdır Atatürk. 1925’de Ankara’da tüketim kooperatifi’nin kuruluşuyla ilgili yasayı çıkartmış ve ilk üyesi olmuştur. 1929’da “Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu çıkartmıştır. 1 Şubat 1931’de İzmir’de yaptığı bir konuşmada “Kanaatim odur ki, muhakkak surette birleşmede kuvvet vardır. Kooperatif yapmak, maddi ve manevi kuvvetleri, zeka ve maharetleri birleştirmektir” demiştir.   1936 yılında İçel’in Tekir köyünde sahibi bulunduğu çiftlik civarındaki üreticilerle birlikte “Tarım Kredi Kooperatifi”nin kurucusu ve bir numaralı ortağı olduğunu bilmeyen kooperatifçi yoktur. 

İnsan soyu var oldukça, birlikte iş görme yöntemleri ve araçları gündemde kalacak. İnsan soyu var oldukça kooperatifçilik kalkınmanın etkili aracı olarak önemini koruyacaktır.

Kooperatifler salt ekonomik fayda sağlamazlar. Kooperatifler toplum içinde birlikte iş görme alışkanlığının ve yardımlaşmanın yaygınlaşmasına en önemlisi de çok ihtiyacımız olan toplumsal barışın güçlenmesine katkı sağlarlar. Haydi o zaman, yeniden kooperatifçilik diyerek kolları sıvıyalım. Haydi o zaman, yeniden kooperatifçilik diyerek, yollara düşelim. 






12 Ağustos 2016 Cuma

AKLIN YOLU

`Bir musibet bin nasihatten evladır.” sözünün doğruluğunu millet olarak bir kez daha test etmiş olduk.

Yıllardır, liderlerin bir araya gelmemesinden yakınıp, bir araya gelmeliler deyip duruyoruz.
Gerginliği siyaset biçimi olarak görmelerinden yakınıp duruyoruz.
Bir araya gelin, ülkenin meselelerini konuşun.
Bir araya gelin, dosta güven, düşmana korku salın.
Bir araya gelin, insanlar mutlu gelecekten umutlu olsun.
Bir araya gelin, gerginlikler bitsin, dedik durduk.
Yenikapı’da bir araya geldiniz, ne oldu?
Ülkemizde bir ilk yaşandı. Milyonlar Yenikapı’da toplandı.
Üç parti lideri, Meclis Başkanı, Genelkurmay Başkanı ve Cumhurbaşkanı, aynı kişilere aynı kürsüden konuştu.
Yenikapı’da yeni umutlara kapı aralandı.
İşte bu kardeşim. Bir araya geleceksiniz, ülke meselelerini konuşacaksınız.
Ne kendiniz gerileceksiniz, ne de halkı gereceksiniz.
Demokrasi çok sesliliğin uyumudur.
Demokrasi çoğunluğun yönetmesi değildir sadece, demokrasi azınlığın korunmasıdır.
Şimdi normalleşme zamanı.
Şimdi cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma zamanı.
Şimdi, Atatürk’ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı yolda ilerleyerek, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşma zamanı.
Kim derdi, Ak Parti binasına Atatürk posteri asılacak diye.
Kim derdi, Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakan, Nazım’dan Ahmet Arif’ten şiirler okuyacak diye.
Kim derdi, liderler bulaşacak, aynı kürsüden konuşacak diye.
“Bir musibet bin nasihatten evladır.” diye boşa dememiş atalarımız.
Binlerce kez söylendi, bir araya gelin diye, olmadı.
Bir kalkışma, bir isyan, bir darbe denemesi, ülkeyi kenetleyiverdi…
Bu birlik bütünlük havası sürdürülmelidir.
Çoğulcu demokrasiden ödün verilmemelidir.
Barış kardeşlik dayanışma güçlendirilmelidir.
Ordumuz yeniden yapılandırılarak, modernize edilerek, daha güçlü duruma getirilmelidir.
Bulunduğumuz topraklar, her zaman güçlü ve uyanık olmamızı gerektiriyor.
Güçlü bir ordumuz olacak ve hızla bir araya gelme ve örgütlenme yeteneği olan sivil savunma konusunda örgütlü ve deneyimli halkımız olacak.
Ve en önemlisi, gerektiğinde bir araya gelebilen, germeyen gerilmeyen liderlerimiz olacak.
Bence çözüm, Atatürk’ün yolundan ayrılmamaktır.
Çözüm cumhuriyette kalmaktır.
Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmaktır.
Bence çözüm,
Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği gibi,
Yurtta barışı ve dünyada barışı sonsuza kadar savunmaktır.
Aklın yolu bir, bizim için aklın yolu Atatürk’ün yoludur…




5 Ağustos 2016 Cuma

DİLEKLERİM

Yaşananlar yoruyor insanı.

Nefes almak yoruyor.
Yazmak, konuşmak düşünmek yoruyor.
Bağırmak istiyorsun olmuyor.
Susuyorsun, susmak yoruyor insanı.
Bugün dileklerimi yazmak istiyorum.
Normalleşme istiyorum.
Tedirginlikler bitsin istiyorum.
Herkes mutsuz,  yarınlarından umutsuz olmasın istiyorum.
Hepimizin yapması gereken bir iş var.
Gözlerinizi yumun ve “ben nerede hata yaptım?” sorusuna yanıt arayın.
Sonra hep birlikte “biz nerede hata yaptık?” sorusuna birlikte yanıt arayalım.
Biz nerede hata yaptık. Mutlaka hata yaptık derken, Orhan Gencebay’ın “Hatasız kul olmaz” şarkısının sözleri geldi aklıma.
“Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni
Dermansız dert olmaz, dermana sal beni
Kaybettim kendimi, ne olur bul beni
Yoruldum halim yok, sen gel de al beni.”
Yapılan hatalar olmasaydı bu durumlara düşmezdik.
Normalleşme istiyorsak, önce eleştiri özeleştiri yapmalıyız.
Ne yazık ki, bizde eleştiri ve özeleştiri geleneği yok.
Normalleşme için mutlaka eleştiri özeleştiri yapılmalıdır.

Bence, toplum olarak, Atatürk’ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolundaki yürüyüşümüzü önce yavaşlatarak, sonra durdurar
ak yaptık hatayı. Çağdaş uygarlık yolundan ayrılınca, yalnızlaştık. Neden, yalnızlaştığımızı  “bizi istemiyorlar” şeklinde yanıtlayamayız. Neden istemediklerini anlamaya çalışmalıyız. Atatürk yedi düvele karşı savaşırken, tüm devletler karşısında saygıyla eğiliyordu. Genç Türkiye Cumhuriyeti, Birleşmiş Milletlere “hesap ver” diye değil  “gel bize katıl” diye çağrılıyordu. Türkiye ile dost olmak isteyenlerin sayısı düşmanca tutum içinde olanlardan çok fazlaydı.

Şimdi hem içte hem de dışta büyük sorunlarımız var. İstersek birlik olursak, içteki ve dıştaki sorunların tümünü aşabiliriz. İstersek çağdaş uygarlık düzeyine ulaşabiliriz.

Önce, bilgisayarımızda sorun çıktığında, virüs girdiğinde yaptığımızı yapalım, “fabrika ayarlarına“ dönelim. Anayasamızın 2’nci Maddesini bir daha okuyalım.” Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Fabrika ayarlarına dönmek, Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” demek ve bunu özümseyerek gereğini yapmaktır. OHAL’DE ne bekliyoruz o zaman, Cumhuriyette kalalım. Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıralım. Atatürk’ün dediği gibi, Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşmak için, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoluna yönelelim





29 Temmuz 2016 Cuma

DEMOKRASİ

Ortak amacımız, cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmak olmalıdır.

Yaşlı adam yol sormak için çevresine bakınır, ilk gördüğü genci durdurarak, “Kurtuluşa nasıl gidilir evlat?” diye sorar.  Genç, “sağa sola sapmadan bu Atatürk Caddesini takip et kurtuluşa ulaşırsın amca” der. Yaşlı adam gence gülümser, teşekkür eder ve kurtuluşa ulaşmak için Atatürk Caddesinde yürümeye devam eder…

Yolumuz, Atatürk’ün gösterdiği, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolu olmalı. 

Atatürk, barışın, kardeşliğin, dayanışmanın,  bağımsızlığın, güçlü devlet olmanın, çağdaşlığın ortak adıdır.  Atatürk’ün gösterdiği yolun dışında yol aramak abesle iştigalden başka bir şey değildir. 
Meydanları dolduranların elinde Bayrak ve Atatürk olduğunda, coşkunun büyüdüğünü, göğsümüzün kabardığını görürüz her zaman. Ortak noktamız Bayrak, Atatürk ve Vatan olsun. Böyle olursa emin olun yolumuz aydınlık olur.

Vazgeçilmezimiz mutlaka demokrasi olmalı. Çağdaş uygarlığa ulaşmak ve çağdaş kalmak için demokrasi şart…

Halkın, halk tarafından, halk için idaresi şeklinde tanımladığımız demokrasi dışında yönetim biçimleri bize yakışmaz. 
Demokraside önceliğin özgürlüğe mi yoksa eşitliğe mi verilmesi gerektiği tarih boyunca tartışılmış ve tarih, bu ikisini bir arada tutacak sistem teorisini üretme çabalarıyla sıklıkla karşılaşmıştır. Liberal demokrasi sistemi bunlardan biridir. İçinde barındırdığı liberal kelimesiyle özgürlüğü, demokrasideki siyasi eşitlik kavramıyla da eşitliği temsil etmektedir.
Cumhuriyeti tam demokratik cumhuriyet yapabilmek için, “gönüllü birlikteliklerle bir arada bulunan o ülke halklarının tüm kesimlerinin, çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerine doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına olanak veren bir devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi gerekir.”  

Bir de Laiklik var. Laiklik demokrasinin olmazsa olmazıdır. Laikliği basitçe, dinin siyasetten ayrılması olarak tanımlayabiliriz. Liberal demokratlar, demokrasinin ‘çoğunluğun tiranlığına’ dönüşmesini engellemek için devletin tüm dinlere aynı mesafede kalmasını bir zorunluluk olarak görürler. İşte burası çok önemli: “Çoğunluğun Tiranlığına” ve diktatörlüğe gidiş olmamalı hiçbir zaman. 
Bir de güçler ayrılığı ilkesi var elbet. Güçler ayrılığı ilkesi yasama, yürütme ve yargı kurumlarının, devletin farklı organlarında bulundurularak iktidarın tek elde toplanmasını engellemek ve bu üç kurumun birbirlerini denetleyebilmesini sağlamak anlamına gelir. 
Parlamento, Siyasi Partiler,  Anayasa, Sivil Toplum, Katılım,  demokrasinin içinde ve önünde olan kavram ve kurumlardır. Bu kavram ve kurumlara verilen değer ve gösterilen özen, demokrasinin belirleyicisidir. 15 Temmuz bizi kendimize getirdi. Demokrasiye sahip çıkma refleksimizi güçlendirdi. Demokrasinin güçlendirilmesi için yeni bir ortam yeni bir iklim yarattı. 

Haydi Türkiye, Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıralım. Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşalım…









22 Temmuz 2016 Cuma

OHAL

Dün 15 TEMMUZ başlıklı bir yazı yazmayı kararlaştırmıştım. Yazacaklarımı kafamda tekrarlayıp duruyordum.

Merhaba, konuşulacak zamanda susmak, susulacak zamanda konuşmak insana acı verirmiş. Yazılacak zamanda yazamamak, yazılmayacak zamanda yazmak da öyle bence. Yazmak mı, yazmamak mı? Söz verdiysen yazacaksın, diyerek başladım yazmaya. Yazacağım tamam da ne yazayım? Dün 15 TEMMUZ başlıklı bir yazı yazmayı kararlaştırmıştım. Yazacaklarımı kafamda tekrarlayıp duruyordum.
15 Temmuz, Şerefli ordumuz içinden çıkan hainlerle değil, halkın dayanışmasıyla, demokrasiye sahip çıkmasıyla anılacaktır şeklinde başlayıp devam edecektim yazıma.

Kınalı kuzularımızı yazacaktım. Gençlerimizi “En büyük asker bizim asker” diyerek davul zurnayla askere gönderdiğimizi yazacaktım.  15 Mayıs’ta askerlerimizin durumuna üzüldüğümü, yüzlerindeki ifadenin, yüreğimi kanattığını gözlerimi yaşarttığını yazacaktım ve NE OLUR ERLERİMİZİ KINALI KUZULARIMIZI YARGILAMANIN DIŞINDA TUTALIM, ONLARI VE GÖZÜ YAŞLI AİLELERİNİ RAHATLATALIM diyecektim.  ŞEREFLİ ORDUMUZU KARŞI TUTUMUMUZU ŞEREFSİZ İSYANCILAR YÜZÜNDEN DEĞİŞTİRMEYELİM, BU KONUYA ÖZEN GÖSTERELİM diye uzun uzun yazacaktım.

Yurttaşlarımızın demokrasiye sahip çıkmasından duyduğum mutluluğun altını çizecektim. Gerçekten öyle değil mi? Yurttaşlarımız demokrasiye sahip çıktılar. Basınımız demokrasiye sahip çıktı. Siyasi Partilerimiz demokrasiye sahip çıktı. Birlikte karar aldılar. Aynı bildiriye imza attılar. Gönül, meydanlarda aynı otobüsün üstüne birlikte çıkabilseler, sırayla halka birlikte hitap edebilseler istiyor. Ne güzel olur değil mi? Yurttaşlar arasında özlediğimiz işbirliği, dayanışma ve toplumsal barış güçlenir.
Dün gece OHAL ilan edilince, OHAL üzerine de yazayım istedim. OHAL Anayasamızda var. Yetkili kurumlar karar alıyor ve uygulanıyor. OHAL 3 ay sürecek. Anayasanın 120'nci Maddesi ile 2935 Sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 3'üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (b) bendine göre, ülke genelinde uygulanacak. Birçok yurttaşımızın “OHAL nedir?” sorusuna yanıt aradığını düşünüyorum.

1982 Anayasası'nda hangi şartlarda olağanüstü hal ilan edileceği yer alıyor. Buna göre, “Tabii afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım, Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik yaygın şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması” gibi durumlarda, olağanüstü hal ilan edilebiliyor.

Bu günlerde kulağımız hep haberlerde olacak.
Ekonomik faaliyetler devam edecek.  Demokrasi Nöbeti de devam edecek deniliyor. Ne kadar devam eder, nasıl devam eder bilemiyorum. Dileğimiz demokrasiye sahip çıkma ve etkin yurttaş olma bilincinin geliştirilmesidir. Başka Türkiye yok. Ülkemizi ve demokrasimizi korumalıyız. Yurttaşlarımız arasında, barış kardeşlik ve dayanışmayı güçlendirmeliyiz. Demokrasi nöbeti sadece bir siyasi parti tarafından tutuluyormuş izlenimi verilmemeli. Nöbet tutulacaksa tüm yurttaşlar tarafından tutulmalı.
Darbe, kalkışma, isyan ne derseniz deyin, bastırıldı. Bundan daha güzel bir haber olamaz. Ülkemizin, cumhuriyetimizin ve demokrasinin değerini bilelim. İsyancıları, şerefli ordumuzdan ayrı tutalım. Ve kınalı kuzularımızı, onların ailelerini rahatlatacak açıklamaları gecikmeden yapalım. Erlerimizin durumunu, kandırıldıklarını dikkate alalım.  Büyük büyük insanlar kandırılırken, onlar da kandırılmış olamaz mı?
Yarınlara umutla bakalım. Bu günler de geçecek. Bu güzel ülke, barış kardeşlik ve dayanışmayla güçlenip gelişecek. Şimdi demokrasi için, ülkemizin mutlu geleceği için kucaklaşma zamanıdır.  İnanın yarınlar daha güzel olacak…

1 Temmuz 2016 Cuma

LANET OLSUN

Lanet olsun demekten kutlu olsun demeye zaman kalmıyor…

“Lanet olsun” demek de günlük konuşmalarımızda öne çıktı.
Lanet olsun diyerek öfkemizi bastırmaya çalışıyoruz.
Lanet olsun demekten kutlu olsun demeye zaman kalmıyor…

“Lanet Olsun”, “Kutlu Olsun” dileklerini eş zamanlı olarak kullanır olduk.
Bir yandan teröre lanet okuyoruz, bir yandan bayram kutlamaya çalışıyoruz.
Ne sevgimizi sevgi gibi, ne de üzüntümüzü üzüntü gibi yaşayabiliyoruz.

Şehit haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Öfke kabarıyor.
Gönül, ülkenin iktidarı muhalefeti yaşanan sorunları görüşsün çözümler bulsun istiyor.
Gönül, liderler el sıkışsın selamlaşsın istiyor.
Gönül, dargınlar barışsın istiyor.
Gönül, barış kardeşlik dayanışma güçlensin istiyor
Liderler şehit cenazelerinde bile el sıkışmıyor.
İsrail’le Rusya ile barış oluyor.
Yabancı ülkelerin devlet başkanlarıyla bir araya geliniyor.
Bizim liderler bir araya gelemiyor…

İsraille dargın olmanın, Rusya ile dargın olmanın yarattığı sorunlar görülüyor da, içerde dargın olmanın yarattığı sorunlar neden görülmüyor? Neden toplumsal barışın dayanışmanın kardeşliğin yolu açılmıyor?

İçimdeki sıkıntı, bayramı bayram gibi yaşamama engel oluyor. Yüzler gülmüyor.
“Lanet olsun” demekten, “Kutlu olsun” demeye zaman kalmıyor.

Eğer biz, cenazelerde ve bayramlarda bir araya gelemiyorsak,
Kederi ve kıvancı birlikte yaşayamıyorsak
Şapkayı önümüze koyup düşünmeliyiz.
Keşke dememek için, geç kaldık dememek için, iyi düşünmeliyiz. Kişisel çıkarlarımızı hatta parti çıkarlarımızı, siyasi çıkarlarımızı bir yana koyup, sadece ülkeyi düşünmeliyiz.

Bir Amerikalı, bir Fransız ve bir Türk, bizim Temel Amerika’da bir gökdelen inşaatında birlikte çalışıyorlarmış. Gökdelenin, ellinci katında çalıştıklarından, yemek paydosunda, aşağı inmezler,  evden kendi getirdiklerini yerlermiş.

Amerikalı azık torbasını açtığında, içinden sosisli sandviç, Fransız açtığında, peynirli sandviç, Temel açtığında da, hamsili sandviç çıkarmış hep. Günlerce aylarca hiç değişmemiş menü. Bir gün yine azık torbasından sosisli sandviç çıkınca kafasının tası atmış Amerikalının “Yarın da aynı şey olursa aşağıya atlayıp intihar edeceğim” demiş. Fransız “Bende peynirli sandviç çıkarsa intihar edeceğim” deyince, Temel de söylemiş aynısını “Hamsili sandviç olursa bende öldüreceğim kendimi”
Ertesi günü aynı şeyler çıkmış torbadan, eşlerine bir not bırakıp intihar etmişler üçü de. Cenaze törenleri birlikte yapılmış. Amerikalının ve Fransız’ın eşleri iki gözleri iki çeşme ağlıyorlarmış. “Biz onların hazırladıklarımızı sevmediklerini bilseydik, başka yemekler hazırlamaz mıydık hiç” diyorlarmış. Temel’in karısı Fadime, sessiz duruyormuş kıyıda. “Sen ne diyorsun bu duruma?” diye sormuşlar ona da. “Ne diyeyim ki” demiş Fadime “ Ne diyeyim ki, Temel her gün kendi torbasını kendisi hazırlardı.”

Biz bu günleri kendimiz mi hazırladık diye düşünmeden edemiyorum…

24 Haziran 2016 Cuma

TERMAL VE DEVREMÜLK

Geçtiğimiz hafta sonu, Manisalı iş adamı değerli dostum İbrahim Gül`le birlikte, Bolu ve Balıkesir`de bulunan termal tesisleri gezdik. Öğrenmenin yaşının olmadığını bir daha somut biçimde görüp yaşamış oldum. İnsan yaşadığı sürece öğrenmeye devam ediyor. Hayat bence öğrenme süreci olarak da tanımlana
bilir. Gezi boyunca devre mülk ve termal tesisler konusunda epey bilgi edindim. Termal tesisleri önümüzdeki yıllarda daha çok duyar olacağız.  
Bir gece Bolu’da, bir gece de Sındırgı’da termal tesislerde kaldık. Benim için farklı bir deneyim oldu. Zaman bulup daha fazla kalmak isterim ama bu aralar tek kıt kaynağım zaman. Bundan böyle termal için daha fazla zaman ayırmaya çalışacağım.
Termal konusunda epey bilgi edindim diyorum ya, benim için paylaşmak bilgi edinmek kadar önemli edindiğim bilgileri kendi süzgecimden geçirerek paylaşmak istiyorum köşe yazımın sağladığı olanaklar çerçevesinde. 
Tıpta ‘termomineral sular’ olarak adlandırılan ve yeraltından çıkan doğal termal suların kaynaklarını gördüm. Gördüklerim içinde Sındırgı’da  sıcaklığı 98 derece olanlar bile vardı. Bu termal sular tesislerde ancak bir miktar soğutarak kullanılabiliyordu. Termal suyun içindeki mineral miktarı çok önemliymiş. Bir litre termal suyun içinde en az bir gram mineral bulunması gerekiyormuş.
Termal tesislerden  şifa bulmaya çalışanların sayısı  hızla artarken, tesislerin sayıları ve kapasiteleri de hızla artıyor. Duyduğum rakamlar beni çok şaşırttı.  En az 10 milyon kişin tesislerden şifa bulmaya çalıştığını ve bu rakamın giderek arttığını öğrendim. Uzmanlar, ister müzmin bir rahatsızlığı olsun ister olmasın herkesin yılda bir kez de olsa termal tesislerden yararlanmasını öneriyorlar.  Ben bu öneriye kısa süreli de olsa uymuş oldum. Yapılacak iş bence bir termal tesisten hemen bir devremülk edinmek ve daha çok yararlanmak.
Tedavi maksatlı olarak önerilen hastalıklar arasında solunum sistemi hastalıkları, astım, kronik bronşit, alerjik üst solunum yolları hastalıkları sayılıyor. Egzama, akne, sedef hastalığı gibi cilt hastalıklarına da yararlı olduğu söylendi her gittiğim tesiste. Eklem hastalıkları, kireçlenmeler, yumuşak doku romatizmalarına yararlı olduğu tekrarlanıp durdu. Sayılanlar arasında, kalp yetmezliği, dolaşım bozukluğu, hipertansiyon da vardı. Bu liste uzayıp gidiyor. Her derde termal tesislerde çözüm bulunabileceği söyleniyor. Yararlandım diyenlerle, bu tesislere devamlı gelenlere rastladım. Termal tesisler sadece yaşlılara önerilmiyor. Çocuklar dahil her yaştan insan rahatsızlıklarının çaresi için termal tesislerden yararlanıyor.
Eğer ilginizi çekerse sizde termalin yararlarını araştırın, edindiğiniz bilgiler ilginizi çekecektir diye düşünüyorum.
Gezi ekibimiz iyi olunca, günlerin nasıl geçtiği pek anlaşılmıyor. Benim için keyifli bir hafta sonu oldu. Tatilden çok inceleme gezisi şeklinde geçti. Yeni bir şeyler öğrenmeyi ve öğrendiklerimi paylaşmayı seviyorum. 








10 Haziran 2016 Cuma

TARIK ALMIŞ

Günlerdir, 29 Mayıs 2016 tarihinde toprağa verdiğimiz Tarık Almış geçiyor gözlerimin önünden.

Yaşar Kemal’in “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.” cümlesini tekrarlayıp duruyorum.

Cemal Süreya’nın Üstü Kalsın şiiri ile, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Otuzbeş Yaş şiiri geçiyor aklımdan. “Her ölüm erken ölümdür.” diyor Cemal Süreyya “Üstü Kalsın” şiirinde. “ Ölüyorum tanrım/ Bu da oldu işte./ Her ölüm erken ölümdür/ Biliyorum tanrım./ Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/ Fena değildir. Üstü kalsın.” Her zaman üstü kalmıyor. Ölenlerin ardından kalanlar çok farklı oluyor. Bazıları unutuluyor. Bazılarının adları ve anıları hep gönüllerde yaşıyor. Tarık Almış adı ve anısı yaşayacak olanlardan birisidir.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Yaş Otuzbeş isimli şiirini bilirsiniz.:

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Tarık Almış, yaşadığı kentte iz bırakanlardan birisidir. Uğurlar olsun, Manisalıların Tarık Abisi.
Uğurlar olsun büyük insan.
Ölüm yaşamın değişmeyen gerçeği.  Bunu biliyoruz ama kolay kabullenemiyoruz. Her ölümün ardından sevenleri üzülüyor. Bizde Tarık Almış’ın ardından üzüldük. Çünkü o kentimiz için önemli bir insandı. Soyadı Almış’tı ama vermeyi seviyordu. Hiçbir yardım önerisini geri çevirmemiştir yaşamı boyunca. Kendi adıyla anılan Tarık Almış Spor Tesislerini yaptırmıştır. Eşinin adını verdiği sağlık tesisi yaptırmıştır. Birçok sosyal sorumluluk projesinin içinde yer almıştır.

Tarık Almış 1936 yılında Manisa’da doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra terzi çıraklığı ve daha sonra baba mesleği sayacılık yaptı. Askerlik dönüşü çok küçük miktarlarda pamuk ve üzüm ticareti yapmaya başladı. Ticarete ilk başladığında sermayesi ile bir kamyon üzüm ve pamuk elde edemiyordu. Biraz para kazandıktan sonra çekirdekli pamuğu çırçır fabrikasında çırçırlattırıp satmaya başladı.1967 yılında komşunun kızı Hatice Hanım ile evlendi. 1968 de büyük oğlu Nejat, 1971 yılında da küçük oğlu Sedat doğdu.

1971 yılında Mahmut ŞENTÜRK ile Şenal  A.Ş’yi kurdular. İki arkadaş kazandıkları para ile 1973 yılında ilk çırçır fabrikasını aldıklarında, daha fazla kazanırlarsa fabrikanın yanındaki mezarlık alanında bir okul yapmaya söz verdiler. 1979 yılında PAGMAT’ı  kurdular. 1989 yılında da Endüstri Meslek Lisesini yaptılar. Almış, spor adamlığı ve hayırseverliğiyle de tanınıyordu. Yardımları nedeniyle TBMM Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirilen Almış, 1990'lı yıllarda Manisaspor Başkanlığı yaptı. Almış, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesinden Fair Play Ödülü'nü de almıştı.
                                                            

3 Haziran 2016 Cuma

VALİ DEĞİŞİMİ

1975 yılından bu yana tam 41 yıldır Manisa`da kooperatifçilik yapıyorum.

1975 yılından bu yana tam 41 yıldır Manisa`da kooperatifçilik yapıyorum.
Görev yaptığım süre içinde 18 vali ile tanışma ve çalışma olanağı buldum.

Valiler Manisa’da ortalama 27 ay kalmışlar.
Daha uzun süre ve daha kısa süre kalanları da olmuş elbet.
27 aylık süre bir vali için yeterli olamaz.
Vali göreve başladığında, en az 4-5 ay “hoş geldiniz, hayırlı olsun” ziyaretleriyle geçiyor.

İldeki kurum ve kuruluşları, yöneticilerini ve yaptığı çalışmaları tanımak görmek için ilçeleri de düşünürseniz bir yıl bile yetmiyor.
Kenti, dünü ve bugünü ile tanımak, geleceğini planlamaya çalışmak zaman ve emek istiyor.

Siz tam kenti tanırken, geleceğine ilişkin planlar, programlar ve projeler  hazırlarken bir bakmışsınız tayininiz çıkmış…
Bence valilerin bu kadar hızlı değişmesi, kentte kaldıkları sürenin kısa olması doğru ve yararlı değil.

Bir vali, bir belediye başkanı gibi bir kentte en az 5 yıl kalmalı.
Başlayan ve devam eden projeler varsa bu süre uzatılmalı.
41 yılda 17 vali tanıdım. 17 valiye, yaptığımız ve yapacağımız işleri fırsat buldukça anlatmaya çalıştım. Tam yeni bir işe yeni bir projeye odaklanmışken, bir bakmışım valimiz gidiyor.
Valiler gidiyor ama hayat devam ediyor.
Yaptıklarımızı, yapacaklarımızı yeni valiye anlatmak için fırsat kollamaya başlıyoruz. Fırsat buldukça kentimizi, kentimize ait görüşlerimizi ve önerilerimizi anlatmaya çalışıyoruz.

Bu güne kadar, hiçbir valimizden, kişisel bir isteğim olmadı. Önerdiklerimin ve istediklerimin tümü kentimle, güzel Manisa’mızla ilgili oldu.

Şimdi, yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı yeni valimiz Sayın Mustafa Hakan Güvençer’e anlatmaya çalışacağız. İlk aylar yoğun geçecek, görüşmelerde projeler konuşulamayacak, gelecek tasarımları yapılamayacak, belki en az bir yıl sonra, kendimizi ve projelerimizi anlatma fırsatı bulacağız.

Gerçekten bir vali için, bir kentte iki yıl kalmak çok az bir süre. Eşi için az, varsa çocukları için az bir süre. Çocukları okuyorlarsa eğitimlerini yarım bırakmış olacaklar.

Zorunlu olmadıkça bir vali en az beş yıl görev yaptığı ilde kalabilmeli.
Bir valinin iz bırakması, projeler başlatıp, başladığı projeleri bitirmesi için, iki üç yıl yetmiyor.

Kurum ve kuruluşlarda, oryantasyon eğitimleri yapılır. Eğitim amacı,  kişinin görev yerini kadrolarını tanıması sürecidir oryantasyon.
İlk günler, başta da belirttiğim gibi, hoş geldiniz, hayırlı olsun ziyaretleriyle geçecektir. Sonra, ilçelere ziyaretler yapılacaktır. Bazı kurum ve kuruluşlara ziyaretler yapılacaktır.

Sayın Valimiz, Erdoğan Bektaş’ı bir burukluk içinde uğurlayacağız. Kendisini tanımış ve ısınmıştık. Belli konularda bakış ve anlayış birliği sağlamıştık. Turizme ilgisini ve desteğini sever olmuştuk. Ne yazık ki, gidiyor.

Yeni Valimiz Sayın Mustafa Hakan Güvençer’e hoş geldiniz diyeceğiz. Projelerimizi anlatacağız. Destek isteyeceğiz. Görüşmek için fırsat kollayacağız.  Bu kent için yaptıklarımız ve yapacaklarımız var. Yaptıklarımızın tümü kamuya yararlı işler. Kentimizin kalkınması ve tanıtımı için gerekli işler.

Güle güle sayın valim Erdoğan Bektaş, adınız ve anınız yüreğimizde yaşayacak.

Hoş geldiniz sayın Valim Mustafa Hakan Güvençer, kentimizde yapılacak çok iş var. Başlattığımız ve başlatacağımız projelerimiz var. Katkılarınızı bekliyoruz…

20 Mayıs 2016 Cuma

19 MAYIS

Bugün 19 Mayıs, Bugün Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı.

Bugün 19 Mayıs,
Bugün Atatürk'ü Anma  Gençlik ve Spor Bayramı.
Her yıl olduğu gibi Atatürk'ü anacağız bugün. 

Anmak mı anlamak mı daha önemli diye sorarım kendi kendime her 19 Mayıs'ta.
Asıl olan anmak değil, anlamaktır bence.
Anlayınca daha anlamlı anarız bundan hiç kuşkunuz olmasın... 

Her tarafa yazıyorlar "Atam İzindeyiz" diye.
Düşünerek, anlayarak bilerek ve inanarak yazdıklarını hiç sanmıyorum. Öylesine işte anlamadan bilmeden yazıyorlar.  İz nedir? İz: "Bir şeyin geçtiği veya önceden bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, emare" şeklinde tanımlanabilir. Ya da, "Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti." şeklinde daha kısa bir tanımlama yapılabilir.

"Atatürk'ün İzindeyiz." derseniz 1938'de kalırsınız. Bu kadar basit... Atatürk sizin 1938'de kalmanızı istemezdi, böyle isteseydi hedef olarak, çağdaş uygarlığı göstermezdi...

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatük"ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün yolundayız" demek ve gereğini yapmak olmalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerlemek ve Atatürk'ü aşmaktır.

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. "Atatürk'ün izindeyim."  diyen sevgili kardeşim sen kaç kitap okudun? Okusaydın, "İzindeyiz" demekle, "Yolundayız"demenin farkını anlardın.  Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp, aşamayacağımızı anlayın artık.

Evet beyler Atatürk'ü anlamak, anmaktan daha önemli. Analım ama anlayarak özümseyerek analım.

"Ben Atatürk'ü anmak için 19 Mayıs`ları beklemiyorum, ben köhnemiş bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmayı başaran ve ulusuna, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunu gösteren Atatürk'ü anlıyor ve hergün anıyorum." diyen bir gençlik yetiştirmeliyiz.

Gelişme kitapla olur. Gelişme çağdaş eğitimle olur. Gelişme, soran sorgulayan, araştıran nesiller yetiştirmekle olur...

Seni anlıyor ve yürekten seviyorum. Senin sevgini silmek isteyenler abesle iştigalden başka birşey yapmadıklarını bilmelidirler. Atatürk'ü bu ulusun belleğinden silmek boş hayalden başka birşey değildir. Tüm çağdaşları unutuldu ama Atatürk yüreğimizde yaşıyor... Sana karşı çıkanlar bile sıkıştıklarında sana sarılıyorlar. Ben senin izinin değil senin gösterdiğin, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunun yolcusuyum Atam...

Atatürk kurduğu cumhuriyeti bize emanet ederek aramızdan ayrıldı. O'na olan sevgimizi saygımızı cumhuriyete sahip çıkarak ve yücelterek, gösterdiği yolda çağdaş uygarlığa doğru yürüyerek gösterebiliriz.

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu olsun...





13 Mayıs 2016 Cuma

GELENEK OLUŞTURMAK

Yazılacak çok sorun var. Sorunu yazıp çözüm önermeyince yazılanlar okuyucunun moralini bozmaktan başka bir işe yaramıyor. Bilinen sorunları tekrarlamak yerine, birlikteliğimizi güçlendirecek öneriler yapmayı tercih ediyorum.

Birlikte yaşamı güzelleştirmenin yolu, gelenekler oluşturmaktır.
Gelenekleri olmayan toplumlar, en küçük depremlerde sarsılan ve yıkılan binalara benzerler.

Eski güzel gelenekleri korumalı, bir yandan da yenilerini oluşturmalıyız.  Eski gelenekleri korumanın ve yeni gelenekleri oluşturmanın yolu da işbirliği ve dayanışmadan geçer.

Güçlü gelenekleri olan toplumlardan birisi hatta başta geleni Japonlardır. En büyük gelenekleri toplumun koyduğu kurallara uymaya gösterdikleri olağanüstü özendir. Toplum kurallarının dışına çıkmak bir Japon için harakiri nedenidir. Geleneklerine bağlı Japon, toplum kurallarına uymadığı an ilk aklına gelen şey, kendini öldürmek olur. Köşe dönücülüğün, kolay kazancın, yalanın dolanın önde olduğu çürük yapılı toplumlarda ise, köşe dönücülük, uyanıklık (!) övünme nedeni bile olabiliyor ne yazık.

Kentleşmeyle birlikte yitirdiğimiz birkaç geleneğimizi anımsatmak istiyorum.
Eski bayramlaşmalara ne oldu?
Eski dayanışmalara ne oldu?
İmeceden söz eden kaldı mı?
Bayram tatilini fırsat bilenler,  tatil yörelerine taşınıyor.
Bayramlarda sokaklar boşalıveriyor.
Bırakın kent halkının, bırakın mahallelinin birbirini tanıyıp selamlaşmasını aynı apartmanda oturanlar bile birbirlerini tanımıyorlar.  İnsan ilişkilerinin sıcaklığı kayboldu.
Birlikte var olmak. Birlikte var olma kavramını yeniden ele alıp, tartışmalıyız.
Birlikte var olmak da yitirdiğimiz geleneklerimizden birisidir.  Şimdi insanlar, birlikte var olma yerine sadece kendileri tek başlarına var olmayı hedefliyorlar. Kıyasıya yarışıyorlar. İşbirliği ve dayanışma yapmıyorlar...
Kendilerinin var olması, başkalarının yok olmasını getirse bile umursamıyorlar.
Hatta, kendilerinin var olması için, başkalarının yok olmasına çalışıyorlar.

İnsanlığın önündeki temel sorun, birlikte var olmayı başarmaktır. İnsanlar birlikte var olacaklar.
Toplumlar, ülkeler birlikte var olacaklar.  Firmalar birlikte var olacaklar.
Birlikte var olmanın temelinde dayanışma vardır.
Sadece bir kişinin var olmasının amaçlandığı toplumda da kıyasıya ölesiye öldüresiye bir yarışma vardır.
Birlikte var olmanın amaçlanmadığı toplumlarda ya da kişilerde, sevginin yerini korku alır.
Kendini sevdiremeyenler genellikle korkutma yolunu seçerler.. Korkunun önde olduğu toplumlarda, salonların ve meydanların dolması zorlaşır. Sevginin yerini nefret, hoşgörünün yerini öfke alır.
Manisa'da gelenekler oluşturulmalı var olanlara sahip çıkmalıyız. Birlikte sahip çıkmalıyız...
Şehzadeler kenti olarak anılan Manisa'da, Şehzadeler Buluşması adıyla etkinlik başlatılıp sürdürülebilir.
Yunus Emre Sevgi Günleri Manisa'ya yakışır.
Manisa Tarzanı Anma ve Çevre Günleri ertelenmeden ötelenmeden sürdürülmeli.
Bazı ilçeler, Ot Festivali, Enginar Festivali, Çiçek Festivali diyerek, binlerce kişi topluyorlar iç turizmi hareketlendiriyorlar. Esnafın yüzünü güldürüyorlar. Üzümün başkenti Manisa'da yıllardır ses getiren bir üzüm festivali yapılamıyor.
Otantik çocuk oyunları ve oyuncakları festivali yapılabilir.
Anadolu Destanları şenliği yapılabilir.
Manisa'da Geleneksel Okçuluk çalışmaları başlatılıp sürdürülebilir.
Okçuluk, Şehzadeler Kenti Manisa'ya çok yakışır.
Birlikte var olmak, insan olmanın gereğidir. Birlikte var olmanın amaçlandığı toplumlarda, yarışmanın yerini dayanışma alır. Toplumu ayrıştıracak, gerginlikler yaratacak eylemler yerine, toplumu kaynaştıracak, barış kardeşlik ve dayanışmayı güçlendirecek şenlikler yapılmalıdır.

Başta Manisa Büyükşehir Belediyemiz olmak üzere, tüm belediyelerimizi yeni gelenekler oluşturmaya ve halkı kırlarda meydanlarda salonlarda buluşturmaya şenlikler düzenlemeye çağırıyoruz. Çağırın Manisa Birlik olarak, Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak biz geliriz. Etkinlik düzenlemelerine katkıda bulunuruz.







6 Mayıs 2016 Cuma

MANİSA TARZANI

Manisa Tarzanımız 31 Mayıs 1963 tarihinde ayrılmış aramızdan. Kentimizin ağaçlandırmasına adamış tüm yaşamını. Günleri ağaç dikmekle, diktiği ağaçları bakmakla geçmiş.
Kentimiz Yeşil Manisa olarak anılmış onun sayesinde.
Anıtlarını yapmışız, adına kitaplar şiirler yazmışız.
Adını ve anısını yaşatmaya çalışıyoruz.
31 Mayıs Manisalılar olarak önemsediğimiz bir gün.
31 Mayıs’ta Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri etkinlikleri yapılıyor.
Etkinlikler anlamlı bir günde başlayıp, yine anlamlı bir günde 5 Mayıs Dünya Çevre Günü’nde tamamlanıyor.

Bugün amacım, Manisa Tarzanı’mızı ve Çevre Günleri’ni anlatmak değil elbet.
Amacım, “Etkinliklere daha fazla katılımı nasıl sağlarız?”, “Salonları nasıl doldurabiliriz?”
“Salonlarda ve alanlarda nasıl çoğalabiliriz?” sorularına yanıt aramak.
Hep beraber düşünelim.
Gerçekten, salonlarda ve meydanlarda nasıl çoğalabiliriz?
Giderek yalnızlaşıyoruz.
Sivil Topum Kuruluşları güç yitiriyor.
Toplantılarda salonlar boş kalıyor.
Kimse neden salonlar boş kalıyor sorusuna yanıt aramıyor.
Salonların boşluğu alışılmış bir çaresizlik olmuş sanki.

Sevgili Manisalılar, gelin salonları dolduralım. Gelin, çoğalmanın coşkusunu yaşayalım.
Gelin konuşalım. Gelin düşüncelerimizi paylaşalım. Gelin sorunların değil çözümlerin parçası olalım.

31 Mayıs-5 Haziran Manisa Tarzanı'nı Anma ve Çevre Günleri için nasıl bir program yapılmış henüz bilemiyorum.

Gelin kentimizin adı güzelliklerle, yeni projelerle, yeni düşüncelerle, yeni girişimlerle duyulsun. Gelin kentimizde örnek olsun, örnek alınsın. Gelin, Manisa Tarzanı'nın adını ve anısını yaşatalım.

Manisa’da salonları ve meydanları doldurmayı başardığımızda, güzelliklere giden yolu da açmış oluruz. Güzelliklere giden yol birliktelikten geçer. Barıştan, kardeşlikten, dayanışmadan geçer.

Yardımınız olmadan salonları dolduramayız. Katılmazsanız bir eksik kalırız. Katılın bir fazla olalım.

Manisa Tarzanı'nın üç adet anıtının yapımını sağladım. Manisa Tarzanı filmi yaptığım uzun çalımaların ardından gerçekleşti.

Kime tarzan denilir, sorusuna yanıt aradım ve kısa bir tanımlama yaptım. ES GEÇİLENİ İŞ EDİNEN KİŞİYE TARZAN DENİLİR. Manisa'da ağaçlandırmanın ve yeşillendirmenin es geçildiği bir dönemde Bahçıvan yamağı Ahmettin Carlak bunu iş edinmiş ve Manisa Tarzanı olarak ünlenmiş. O kadar çok es geçilen iş var ki, bu es  geçilen işleri birileri çıkıp iş edindiklerinde o işin tarzanı olurlar...

Manisa’yı ve Manisalıları çok seviyorum. Sevgi güzeldir, hoştur da insana sorumluluklar yükler.
Kentimizi seviyorsak, kentimiz için çalışmalıyız. Gelin bunu 31 Mayıs’ta salonları doldurarak gösterelim.

Bir kez daha tekrarlıyorum, salonun dolması için düşüncelerinize ve desteğinize ihtiyacımız var. Gelin konuşalım. Yerinizi söyleyin biz gelelim. Ya da yeni iletişim tekniklerini kullanalım, sosyal medyadan yararlanalım...



29 Nisan 2016 Cuma

KATILIM OLMADAN ATILIM OLMAZ

Ne acımızı acı gibi, ne de coşkumuzu çocuk gibi yaşayabiliyoruz. Acılar coşkulara, coşkular acılara karışıyor. Ne acımızı acı gibi, ne de coşkumuzu çocuk gibi yaşayabiliyoruz. Acılar coşkulara, coşkular acılara karışıyor. Alışılmış çaresizliğin kuşatması altında, karmaşık duygular içindeyiz.

Kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşar olduk. Katılım olmadan atılım olmayacağı bilinmeli. Katılım olmalı. Salonlar ve alanlar dolmalı.
Kuşku, korku, tedirginlik, umutsuzluk tutsağı olmuş gibiyiz.
Kederde ve kıvançta birlik olamıyorsak, acılarımızı paylaşarak küçültemiyorsak, sevgimizi ve coşkumuzu paylaşarak büyütemiyorsak, nasıl "biz büyük bir milletiz" diyebiliriz ki? Nasıl geleceğe umutla bakabiliriz ki? Millet olmak kederde ve kıvançta birlik olmak değil mi? Milli bayramların "es geçilmesi", marifet göstermesi gerekenlerin sürekli olarak mazeret üretmesi, görkemli geçmişimizden mutlu geleceğimize uzanan köprüdeki kilometre taşları olan milli bayramların önemine yaraşır biçimde kutlanması gerekirken geçiştirilmesi insanların umutsuzluğunu körüklüyor sanki.

15 Nisan'da başlayan Turizm Haftası, ardından gelen Mesir Macunu Festivali ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını coşkuyla yaşayamadık. Salonları ve alanları yeterince dolduramadık.
Önümüzde 1 Mayıs var. Dilerim gerginlikler olmaz, dilerim işçi ve emekçiler bayramı coşku içinde kutlanır.  Ardından 5 Mayıs Hıdırellez var. Sadece gül dallarına para ev ve araba resimleri bağlamakla geçiştirilmez. İnsanlar çoluk çocuk kırlarda buluşurlar, uçurtmalar uçururlar, baharı doyasıya yaşarlar. Dilerim coşkulu bir hıdırellez yaşanır. Dilerim biz kırlarda uçurtmamızı uçururken, televizyonlardan şehit haberleri gelmez. Dilerim cumhuriyetin laiklik gibi temel taşlarına ince ince dokunulup gündem değiştirilmez.

Bakalım, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik Bayramı nasıl geçecek ya da nasıl geçiştirilecek? Ancak bilinmeli ki, yüreklerdeki Atatürk sevgisi hiç eksilmeyecek...

Manisa'da 31 Mayıs 5 Haziran tarihleri arasında Manisa Tarzanını Anma ve Çevre Günleri etkinlikleri var. Bu yıl etkinliklerin dolu dolu geçmesini bekliyoruz.

Manisa Tarzanı Manisa için önemli bir kişi. Manisa'da adı Manisa ile birlikte anılan bir başka kişi yok.
Manisa Tarzanı yaşamını Manisa'nın yeşillendirilmesine adamış örnek bir ağaç ve doğa sever.
Yaptığım uzun çalışmaların ardından, derlediğim yaşam öyküsü kullanılarak filmi yapıldı. Manisa Tarzanı filmi yurt içinde ve dışında ödüller aldı. Manisa Tarzanı'nın yaşam öyküsünü derlerken, bir de Tarzan tanımı yapmalıyım dedim. "Tarzan kime denir?" sorusuna yanıt aradım. ES GEÇİLENİ İŞ EDİNEN KİŞİYE TARZAN DENİR şeklinde bir tanım yaptım. Ağaçlandırmanın es geçildiği bir dönemde Manisa Belediyesinde bahçevan yamağı olan Ahmeddin Carlak, Manisa'nın ağaçlandırılmasını iş edinmiş kendisine ve Manisa Tarzanı olmuş. Ülkemizde es geçilen o kadar çok iş var ki, es geçilen bu işler, bunları iş edinecek yeni Tarzanları bekliyor. Barış kardeşlik dayanışma yeni Tarzanlar bekliyor. Hukukun üstünlüğü, Laiklik, Sosyal Devlet yeni Tarzanlar bekliyor.
O kadar çok es geçilen iş var ki, hepside yeni Tarzanlar bekliyor. Manisa Tarzanı'nı anacağız 31 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında. Tarzanı konuşmayı, yeni kuşaklara anlatmayı, adını ve anısını yaşatmayı iş edindik kendimize.
Salonları ve meydanları dolduralım katılım olmadan atılım olmayacağını bilelim dostlar.







15 Nisan 2016 Cuma

İNŞAAT SEKTÖRÜDE SANCILI

Yaşadığım kent olan Manisa`yı o kadar çok sevdim ki, başka hiçbir kent için keşke benim kentim olsaydı demedim.
Yaşadığım kent olan Manisa`yı o kadar çok sevdim ki, başka hiçbir kent için keşke benim kentim olsaydı demedim. Deseydim zaten o kente giderdim. Yurttaşı olmaktan onur duyduğum ülkemi de çok seviyorum. Kentimde ve ülkede sorunlar olduğunda üzülüyorum. Sorunların çözümüne nasıl katkı yapabilirim diye kafa yoruyorum. Çünkü sevgi, kin ve nefretten arınmış bir yürek ve esirgenmeyecek bir emek istiyor.
Ülkemde sancılar yaşanıyor. Bu gün ekonomide yaşanan sancıların inşaat sektörü ile olan ilgisine değinmek istiyorum. İnşaat sektörü sancılı olunca, diğer sektörlerin iyi olması mümkün değil ki. Bu köşede yaklaşık bir ay önce yazdığım "Kriz Kapıda" ve  "İnşaat Sektörü Krizde" başlıklı yazılarım çok okunmuş ve çok tartışılmıştı. 

Yazılarımın başlığının karamsar olduğunu, ancak gerçeği yansıttığını belirtmiştim. Yazdıklarımın gerçekliği yansıttığı geçen zaman içinde daha net biçimde görülmeye, yarattığı sancı derinden hissedilmeye başlandı. Tapu dairelerinde, insanların sadece kredi almak için birbirlerine devrettikleri taşınmazlar dışında satışlar yok denecek kadar azalırken, icra dairelerinin yoğunluğu giderek artıyor. Bankalar kredi vermede eskisi kadar istekli davranmıyor.

Sorunların aşılması için, istemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. Ancak umutlarımızın güçlenmesi için belli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Kredi kolaylıklarının getirilmesi gerekiyor. İnşaat sektörü desteklenmeden, ekonomi düzelmez. İnşaat sektörü ekonominin aynasıdır. Ekonomiyi sadece TOKİ'yi destekleyerek de canlandıramazsınız. Manisa'daki inşaatçıların desteklenmesi için önlemler alınması gerekiyor.
İnşaat sektöründe iflas erteleme isteyenlerin olduğunu biliyoruz. Yeni iflasların kapıda olduğu söyleniyor. Ödenmeyen kredi borçları, karşılıksız çekler, yerine getirilemeyen taahhütler konuşuluyor. Üzülerek belirteyim ki, iflas erteleme verilenlerin yarıdan fazlası krizden kurtulmayı başaramıyor.

İnşaat sektörünün lokomotif sektör olduğuna, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğini bir daha belirteyim. Öz kaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar sıkıntı yaşayacaklar bu bilinmeli. İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların işi gerçekten çok zor. Öz kaynağı olmayan müteahhitlere iş yapanlar da bu müteahhitlerden daire alanlar da sıkıntıya girecekler. İnşaat sektöründe öz kaynağı güçlü olanlar ayakta kalacak, diğerleri gidecek. 

Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona paralel olarak % 6'lar düzeyinde seyrederken, 2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılında da % 11'lere gerilemiş ve  2016'da yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiştir. 2016 yılı inşaat sektörü için şimdiden "kayıp yıl" olarak nitelendirilmektedir. Krizin etkileri gelecek yıllarda da devam edecek gibi görülüyor. 

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konuk sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır. 

Ne başka Manisa ne de başka Türkiye var. Aidiyet duygusuyla sorunların tümü aşılacaktır. Yeter ki yüreklerimizi kin ve nefretten arındıralım. Yeter ki, koşullanmışlıklardan kurtulalım. Yeter ki, bir olalım, iri olalım, diri olalım. Koca Yunus'un bir dörtlüğü ile noktalıyorum yazımı. 

Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz...




8 Nisan 2016 Cuma

SEVGİ ÜSTÜNE

Üç ayların başlangıcını müjdeleyen rahmeti ve bereketi bol olan Regaip Kandili bu sene 7 Nisan`a denk geliyor.
Perşembe sabahları ilk işim bilgisayarın başına oturup, Posta Gazetesinin eki olan ve Cuma günü çıkan Manisa Posta gazetesi için köşe yazmak oluyor. Ancak, Manisa Posta'nın Regaip Kandili nedeniyle Perşembe günü çıkacağı söylenince, yazımı Çarşamba günü sabahı yazıyorum. Madem ki, gazete Regaip Kandili nedeniyle bir gün önce çıkacak, bende yazıma Regaip Kandili ile başlayayım ve çok ihtiyacımız olan sevgi üzerine yazayım istedim.

Üç ayların başlangıcını müjdeleyen rahmeti ve bereketi bol olan Regaip Kandili bu sene 7 Nisan`a denk geliyor. Regaip Kandili müslümanlar için önemli bir gün. Bu önemli günde, bende bir dilekte bulunmak istiyorum.  Bu önemli gün, silahların sustuğu gün olsun. Barış gelsin. Ölümler son bulsun. Bu dileğim sadece ülkemiz için değil, bu dileğim bölgemizde ve tüm dünyada gerçekleşsin.  

Kin ve nefreti yüreğimizden atıp yerine sevgiyi koymalıyız. Çünkü kin ve nefret insan yüreğine yüktür. Yüreğinde kin ve nefret olanlara bakın, kin ve nefretin yüzlerine yansıdığını görürsünüz. Kin ve nefreti yüreğinizden attığınızda yerini sevgi doldurur.  Sevgi insan için, hava kadar su kadar önemli. Sevmezseniz, sevilmezseniz mutlu olamazsınız. 

Doğayı, insanları herşeyi seveceksiniz. Yaşadığınız kenti, yaşadığınız ülkeyi seveceksiniz. Yaşadığın kenti sevmek, eşini, çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir. İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması mümkün  değil. Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.  Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor. Kenti sevmek insana sorumluluklar yüklüyor. Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor. Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız. Seçim sizin. Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız. Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim. Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum.  Yaşadığımız kenti sevmek, hemşerilerimizi de sevmeni gerektiriyor.  Yaşadığın ülkeyi sevmek, yurttaşlarını da sevmeyi gerektiriyor. 

Manisa’yı sevmek kolayda, Manisalıları sevmek o kadar kolay değil. Yapılacak iş, sevilecek insanları bulmak ve sayılarını çoğaltmak olmalıdır.  Zenginlik sevdiğin insan sayısıyla ölçülse, sanırım Manisa’nın en zenginlerinden birisi mutlaka ben olurdum. Benim bu kentte sevdiğim insan sayısı sevmediklerimden çok fazla. İstiyorum ki, sevdiğim insan sayısı çoğalsın, sevmediklerim de azalsın hatta sevmediğim insan kalmasın. Keşke hepimiz bunu yapabilsek. Keşke hepimiz kin ve nefreti yüreğimizden atabilsek. 

Kenti sevmek de insanı sevmek gibi zor, ancak insanın hayatını anlamlı yapan bir önemli bir iş. Kenti de insanı da sevmek insana yakışan bir sanat…

Yaşadığımız kenti de, hemşerilerimizi de yurttaşlarımızı da sevmek için çaba göstereceğiz.
Müslümanlar için önemli olan bugün de bir Yunus Emre dörtlüğü ile noktalayalım yazımızı.

Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.

Regaip Kandiliniz kutlu olsun...

 
back to top