Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

10 Haziran 2016 Cuma

TARIK ALMIŞ

Günlerdir, 29 Mayıs 2016 tarihinde toprağa verdiğimiz Tarık Almış geçiyor gözlerimin önünden.

Yaşar Kemal’in “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler.” cümlesini tekrarlayıp duruyorum.

Cemal Süreya’nın Üstü Kalsın şiiri ile, Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Otuzbeş Yaş şiiri geçiyor aklımdan. “Her ölüm erken ölümdür.” diyor Cemal Süreyya “Üstü Kalsın” şiirinde. “ Ölüyorum tanrım/ Bu da oldu işte./ Her ölüm erken ölümdür/ Biliyorum tanrım./ Ama, ayrıca, aldığın şu hayat/ Fena değildir. Üstü kalsın.” Her zaman üstü kalmıyor. Ölenlerin ardından kalanlar çok farklı oluyor. Bazıları unutuluyor. Bazılarının adları ve anıları hep gönüllerde yaşıyor. Tarık Almış adı ve anısı yaşayacak olanlardan birisidir.

Ümit Yaşar Oğuzcan’ın Yaş Otuzbeş isimli şiirini bilirsiniz.:

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
Tarık Almış, yaşadığı kentte iz bırakanlardan birisidir. Uğurlar olsun, Manisalıların Tarık Abisi.
Uğurlar olsun büyük insan.
Ölüm yaşamın değişmeyen gerçeği.  Bunu biliyoruz ama kolay kabullenemiyoruz. Her ölümün ardından sevenleri üzülüyor. Bizde Tarık Almış’ın ardından üzüldük. Çünkü o kentimiz için önemli bir insandı. Soyadı Almış’tı ama vermeyi seviyordu. Hiçbir yardım önerisini geri çevirmemiştir yaşamı boyunca. Kendi adıyla anılan Tarık Almış Spor Tesislerini yaptırmıştır. Eşinin adını verdiği sağlık tesisi yaptırmıştır. Birçok sosyal sorumluluk projesinin içinde yer almıştır.

Tarık Almış 1936 yılında Manisa’da doğdu. İlkokulu bitirdikten sonra terzi çıraklığı ve daha sonra baba mesleği sayacılık yaptı. Askerlik dönüşü çok küçük miktarlarda pamuk ve üzüm ticareti yapmaya başladı. Ticarete ilk başladığında sermayesi ile bir kamyon üzüm ve pamuk elde edemiyordu. Biraz para kazandıktan sonra çekirdekli pamuğu çırçır fabrikasında çırçırlattırıp satmaya başladı.1967 yılında komşunun kızı Hatice Hanım ile evlendi. 1968 de büyük oğlu Nejat, 1971 yılında da küçük oğlu Sedat doğdu.

1971 yılında Mahmut ŞENTÜRK ile Şenal  A.Ş’yi kurdular. İki arkadaş kazandıkları para ile 1973 yılında ilk çırçır fabrikasını aldıklarında, daha fazla kazanırlarsa fabrikanın yanındaki mezarlık alanında bir okul yapmaya söz verdiler. 1979 yılında PAGMAT’ı  kurdular. 1989 yılında da Endüstri Meslek Lisesini yaptılar. Almış, spor adamlığı ve hayırseverliğiyle de tanınıyordu. Yardımları nedeniyle TBMM Üstün Hizmet Madalyası ile ödüllendirilen Almış, 1990'lı yıllarda Manisaspor Başkanlığı yaptı. Almış, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesinden Fair Play Ödülü'nü de almıştı.
                                                            

3 Haziran 2016 Cuma

VALİ DEĞİŞİMİ

1975 yılından bu yana tam 41 yıldır Manisa`da kooperatifçilik yapıyorum.

1975 yılından bu yana tam 41 yıldır Manisa`da kooperatifçilik yapıyorum.
Görev yaptığım süre içinde 18 vali ile tanışma ve çalışma olanağı buldum.

Valiler Manisa’da ortalama 27 ay kalmışlar.
Daha uzun süre ve daha kısa süre kalanları da olmuş elbet.
27 aylık süre bir vali için yeterli olamaz.
Vali göreve başladığında, en az 4-5 ay “hoş geldiniz, hayırlı olsun” ziyaretleriyle geçiyor.

İldeki kurum ve kuruluşları, yöneticilerini ve yaptığı çalışmaları tanımak görmek için ilçeleri de düşünürseniz bir yıl bile yetmiyor.
Kenti, dünü ve bugünü ile tanımak, geleceğini planlamaya çalışmak zaman ve emek istiyor.

Siz tam kenti tanırken, geleceğine ilişkin planlar, programlar ve projeler  hazırlarken bir bakmışsınız tayininiz çıkmış…
Bence valilerin bu kadar hızlı değişmesi, kentte kaldıkları sürenin kısa olması doğru ve yararlı değil.

Bir vali, bir belediye başkanı gibi bir kentte en az 5 yıl kalmalı.
Başlayan ve devam eden projeler varsa bu süre uzatılmalı.
41 yılda 17 vali tanıdım. 17 valiye, yaptığımız ve yapacağımız işleri fırsat buldukça anlatmaya çalıştım. Tam yeni bir işe yeni bir projeye odaklanmışken, bir bakmışım valimiz gidiyor.
Valiler gidiyor ama hayat devam ediyor.
Yaptıklarımızı, yapacaklarımızı yeni valiye anlatmak için fırsat kollamaya başlıyoruz. Fırsat buldukça kentimizi, kentimize ait görüşlerimizi ve önerilerimizi anlatmaya çalışıyoruz.

Bu güne kadar, hiçbir valimizden, kişisel bir isteğim olmadı. Önerdiklerimin ve istediklerimin tümü kentimle, güzel Manisa’mızla ilgili oldu.

Şimdi, yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı yeni valimiz Sayın Mustafa Hakan Güvençer’e anlatmaya çalışacağız. İlk aylar yoğun geçecek, görüşmelerde projeler konuşulamayacak, gelecek tasarımları yapılamayacak, belki en az bir yıl sonra, kendimizi ve projelerimizi anlatma fırsatı bulacağız.

Gerçekten bir vali için, bir kentte iki yıl kalmak çok az bir süre. Eşi için az, varsa çocukları için az bir süre. Çocukları okuyorlarsa eğitimlerini yarım bırakmış olacaklar.

Zorunlu olmadıkça bir vali en az beş yıl görev yaptığı ilde kalabilmeli.
Bir valinin iz bırakması, projeler başlatıp, başladığı projeleri bitirmesi için, iki üç yıl yetmiyor.

Kurum ve kuruluşlarda, oryantasyon eğitimleri yapılır. Eğitim amacı,  kişinin görev yerini kadrolarını tanıması sürecidir oryantasyon.
İlk günler, başta da belirttiğim gibi, hoş geldiniz, hayırlı olsun ziyaretleriyle geçecektir. Sonra, ilçelere ziyaretler yapılacaktır. Bazı kurum ve kuruluşlara ziyaretler yapılacaktır.

Sayın Valimiz, Erdoğan Bektaş’ı bir burukluk içinde uğurlayacağız. Kendisini tanımış ve ısınmıştık. Belli konularda bakış ve anlayış birliği sağlamıştık. Turizme ilgisini ve desteğini sever olmuştuk. Ne yazık ki, gidiyor.

Yeni Valimiz Sayın Mustafa Hakan Güvençer’e hoş geldiniz diyeceğiz. Projelerimizi anlatacağız. Destek isteyeceğiz. Görüşmek için fırsat kollayacağız.  Bu kent için yaptıklarımız ve yapacaklarımız var. Yaptıklarımızın tümü kamuya yararlı işler. Kentimizin kalkınması ve tanıtımı için gerekli işler.

Güle güle sayın valim Erdoğan Bektaş, adınız ve anınız yüreğimizde yaşayacak.

Hoş geldiniz sayın Valim Mustafa Hakan Güvençer, kentimizde yapılacak çok iş var. Başlattığımız ve başlatacağımız projelerimiz var. Katkılarınızı bekliyoruz…

20 Mayıs 2016 Cuma

19 MAYIS

Bugün 19 Mayıs, Bugün Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı.

Bugün 19 Mayıs,
Bugün Atatürk'ü Anma  Gençlik ve Spor Bayramı.
Her yıl olduğu gibi Atatürk'ü anacağız bugün. 

Anmak mı anlamak mı daha önemli diye sorarım kendi kendime her 19 Mayıs'ta.
Asıl olan anmak değil, anlamaktır bence.
Anlayınca daha anlamlı anarız bundan hiç kuşkunuz olmasın... 

Her tarafa yazıyorlar "Atam İzindeyiz" diye.
Düşünerek, anlayarak bilerek ve inanarak yazdıklarını hiç sanmıyorum. Öylesine işte anlamadan bilmeden yazıyorlar.  İz nedir? İz: "Bir şeyin geçtiği veya önceden bulunduğu yerde bıraktığı belirti, nişan, emare" şeklinde tanımlanabilir. Ya da, "Bir şeyin dokunmasıyla geride kalan belirti." şeklinde daha kısa bir tanımlama yapılabilir.

"Atatürk'ün İzindeyiz." derseniz 1938'de kalırsınız. Bu kadar basit... Atatürk sizin 1938'de kalmanızı istemezdi, böyle isteseydi hedef olarak, çağdaş uygarlığı göstermezdi...

Eğer Atatürk'e inanıyor, yaptıklarını önemsiyor ve seviyorsanız, yapmanız gereken, "Atatük"ün İzindeyiz" demek yerine, "Atatürk'ün yolundayız" demek ve gereğini yapmak olmalıdır. Atatürk'ün gösterdiği yol, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yoludur... Atatürkçü olmak, izinde kalmak değil, gösterdiği yolda ilerlemek ve Atatürk'ü aşmaktır.

Atatürk'ün 57 yıllık yaşamında 3 bin 937 adet kitap okuduğu söyleniyor. "Atatürk'ün izindeyim."  diyen sevgili kardeşim sen kaç kitap okudun? Okusaydın, "İzindeyiz" demekle, "Yolundayız"demenin farkını anlardın.  Atatürk'ün yolunda olmak, kitap okumaktır. Atatürk'ün yolunda olmak O'nu anlamak için çalışmaktır.  İnsanlarımızın çoğu kitap okumuyor. Kitap okumadan, Atatürk'ü anlayamaz, sadece anmakla yetiniriz. Kitap okumadan, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp, aşamayacağımızı anlayın artık.

Evet beyler Atatürk'ü anlamak, anmaktan daha önemli. Analım ama anlayarak özümseyerek analım.

"Ben Atatürk'ü anmak için 19 Mayıs`ları beklemiyorum, ben köhnemiş bir imparatorluktan genç bir cumhuriyet kurmayı başaran ve ulusuna, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunu gösteren Atatürk'ü anlıyor ve hergün anıyorum." diyen bir gençlik yetiştirmeliyiz.

Gelişme kitapla olur. Gelişme çağdaş eğitimle olur. Gelişme, soran sorgulayan, araştıran nesiller yetiştirmekle olur...

Seni anlıyor ve yürekten seviyorum. Senin sevgini silmek isteyenler abesle iştigalden başka birşey yapmadıklarını bilmelidirler. Atatürk'ü bu ulusun belleğinden silmek boş hayalden başka birşey değildir. Tüm çağdaşları unutuldu ama Atatürk yüreğimizde yaşıyor... Sana karşı çıkanlar bile sıkıştıklarında sana sarılıyorlar. Ben senin izinin değil senin gösterdiğin, bilimin aydınlattığı çağdaş uygarlık yolunun yolcusuyum Atam...

Atatürk kurduğu cumhuriyeti bize emanet ederek aramızdan ayrıldı. O'na olan sevgimizi saygımızı cumhuriyete sahip çıkarak ve yücelterek, gösterdiği yolda çağdaş uygarlığa doğru yürüyerek gösterebiliriz.

19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu olsun...





13 Mayıs 2016 Cuma

GELENEK OLUŞTURMAK

Yazılacak çok sorun var. Sorunu yazıp çözüm önermeyince yazılanlar okuyucunun moralini bozmaktan başka bir işe yaramıyor. Bilinen sorunları tekrarlamak yerine, birlikteliğimizi güçlendirecek öneriler yapmayı tercih ediyorum.

Birlikte yaşamı güzelleştirmenin yolu, gelenekler oluşturmaktır.
Gelenekleri olmayan toplumlar, en küçük depremlerde sarsılan ve yıkılan binalara benzerler.

Eski güzel gelenekleri korumalı, bir yandan da yenilerini oluşturmalıyız.  Eski gelenekleri korumanın ve yeni gelenekleri oluşturmanın yolu da işbirliği ve dayanışmadan geçer.

Güçlü gelenekleri olan toplumlardan birisi hatta başta geleni Japonlardır. En büyük gelenekleri toplumun koyduğu kurallara uymaya gösterdikleri olağanüstü özendir. Toplum kurallarının dışına çıkmak bir Japon için harakiri nedenidir. Geleneklerine bağlı Japon, toplum kurallarına uymadığı an ilk aklına gelen şey, kendini öldürmek olur. Köşe dönücülüğün, kolay kazancın, yalanın dolanın önde olduğu çürük yapılı toplumlarda ise, köşe dönücülük, uyanıklık (!) övünme nedeni bile olabiliyor ne yazık.

Kentleşmeyle birlikte yitirdiğimiz birkaç geleneğimizi anımsatmak istiyorum.
Eski bayramlaşmalara ne oldu?
Eski dayanışmalara ne oldu?
İmeceden söz eden kaldı mı?
Bayram tatilini fırsat bilenler,  tatil yörelerine taşınıyor.
Bayramlarda sokaklar boşalıveriyor.
Bırakın kent halkının, bırakın mahallelinin birbirini tanıyıp selamlaşmasını aynı apartmanda oturanlar bile birbirlerini tanımıyorlar.  İnsan ilişkilerinin sıcaklığı kayboldu.
Birlikte var olmak. Birlikte var olma kavramını yeniden ele alıp, tartışmalıyız.
Birlikte var olmak da yitirdiğimiz geleneklerimizden birisidir.  Şimdi insanlar, birlikte var olma yerine sadece kendileri tek başlarına var olmayı hedefliyorlar. Kıyasıya yarışıyorlar. İşbirliği ve dayanışma yapmıyorlar...
Kendilerinin var olması, başkalarının yok olmasını getirse bile umursamıyorlar.
Hatta, kendilerinin var olması için, başkalarının yok olmasına çalışıyorlar.

İnsanlığın önündeki temel sorun, birlikte var olmayı başarmaktır. İnsanlar birlikte var olacaklar.
Toplumlar, ülkeler birlikte var olacaklar.  Firmalar birlikte var olacaklar.
Birlikte var olmanın temelinde dayanışma vardır.
Sadece bir kişinin var olmasının amaçlandığı toplumda da kıyasıya ölesiye öldüresiye bir yarışma vardır.
Birlikte var olmanın amaçlanmadığı toplumlarda ya da kişilerde, sevginin yerini korku alır.
Kendini sevdiremeyenler genellikle korkutma yolunu seçerler.. Korkunun önde olduğu toplumlarda, salonların ve meydanların dolması zorlaşır. Sevginin yerini nefret, hoşgörünün yerini öfke alır.
Manisa'da gelenekler oluşturulmalı var olanlara sahip çıkmalıyız. Birlikte sahip çıkmalıyız...
Şehzadeler kenti olarak anılan Manisa'da, Şehzadeler Buluşması adıyla etkinlik başlatılıp sürdürülebilir.
Yunus Emre Sevgi Günleri Manisa'ya yakışır.
Manisa Tarzanı Anma ve Çevre Günleri ertelenmeden ötelenmeden sürdürülmeli.
Bazı ilçeler, Ot Festivali, Enginar Festivali, Çiçek Festivali diyerek, binlerce kişi topluyorlar iç turizmi hareketlendiriyorlar. Esnafın yüzünü güldürüyorlar. Üzümün başkenti Manisa'da yıllardır ses getiren bir üzüm festivali yapılamıyor.
Otantik çocuk oyunları ve oyuncakları festivali yapılabilir.
Anadolu Destanları şenliği yapılabilir.
Manisa'da Geleneksel Okçuluk çalışmaları başlatılıp sürdürülebilir.
Okçuluk, Şehzadeler Kenti Manisa'ya çok yakışır.
Birlikte var olmak, insan olmanın gereğidir. Birlikte var olmanın amaçlandığı toplumlarda, yarışmanın yerini dayanışma alır. Toplumu ayrıştıracak, gerginlikler yaratacak eylemler yerine, toplumu kaynaştıracak, barış kardeşlik ve dayanışmayı güçlendirecek şenlikler yapılmalıdır.

Başta Manisa Büyükşehir Belediyemiz olmak üzere, tüm belediyelerimizi yeni gelenekler oluşturmaya ve halkı kırlarda meydanlarda salonlarda buluşturmaya şenlikler düzenlemeye çağırıyoruz. Çağırın Manisa Birlik olarak, Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifi olarak biz geliriz. Etkinlik düzenlemelerine katkıda bulunuruz.







6 Mayıs 2016 Cuma

MANİSA TARZANI

Manisa Tarzanımız 31 Mayıs 1963 tarihinde ayrılmış aramızdan. Kentimizin ağaçlandırmasına adamış tüm yaşamını. Günleri ağaç dikmekle, diktiği ağaçları bakmakla geçmiş.
Kentimiz Yeşil Manisa olarak anılmış onun sayesinde.
Anıtlarını yapmışız, adına kitaplar şiirler yazmışız.
Adını ve anısını yaşatmaya çalışıyoruz.
31 Mayıs Manisalılar olarak önemsediğimiz bir gün.
31 Mayıs’ta Manisa Tarzanı ve Çevre Günleri etkinlikleri yapılıyor.
Etkinlikler anlamlı bir günde başlayıp, yine anlamlı bir günde 5 Mayıs Dünya Çevre Günü’nde tamamlanıyor.

Bugün amacım, Manisa Tarzanı’mızı ve Çevre Günleri’ni anlatmak değil elbet.
Amacım, “Etkinliklere daha fazla katılımı nasıl sağlarız?”, “Salonları nasıl doldurabiliriz?”
“Salonlarda ve alanlarda nasıl çoğalabiliriz?” sorularına yanıt aramak.
Hep beraber düşünelim.
Gerçekten, salonlarda ve meydanlarda nasıl çoğalabiliriz?
Giderek yalnızlaşıyoruz.
Sivil Topum Kuruluşları güç yitiriyor.
Toplantılarda salonlar boş kalıyor.
Kimse neden salonlar boş kalıyor sorusuna yanıt aramıyor.
Salonların boşluğu alışılmış bir çaresizlik olmuş sanki.

Sevgili Manisalılar, gelin salonları dolduralım. Gelin, çoğalmanın coşkusunu yaşayalım.
Gelin konuşalım. Gelin düşüncelerimizi paylaşalım. Gelin sorunların değil çözümlerin parçası olalım.

31 Mayıs-5 Haziran Manisa Tarzanı'nı Anma ve Çevre Günleri için nasıl bir program yapılmış henüz bilemiyorum.

Gelin kentimizin adı güzelliklerle, yeni projelerle, yeni düşüncelerle, yeni girişimlerle duyulsun. Gelin kentimizde örnek olsun, örnek alınsın. Gelin, Manisa Tarzanı'nın adını ve anısını yaşatalım.

Manisa’da salonları ve meydanları doldurmayı başardığımızda, güzelliklere giden yolu da açmış oluruz. Güzelliklere giden yol birliktelikten geçer. Barıştan, kardeşlikten, dayanışmadan geçer.

Yardımınız olmadan salonları dolduramayız. Katılmazsanız bir eksik kalırız. Katılın bir fazla olalım.

Manisa Tarzanı'nın üç adet anıtının yapımını sağladım. Manisa Tarzanı filmi yaptığım uzun çalımaların ardından gerçekleşti.

Kime tarzan denilir, sorusuna yanıt aradım ve kısa bir tanımlama yaptım. ES GEÇİLENİ İŞ EDİNEN KİŞİYE TARZAN DENİLİR. Manisa'da ağaçlandırmanın ve yeşillendirmenin es geçildiği bir dönemde Bahçıvan yamağı Ahmettin Carlak bunu iş edinmiş ve Manisa Tarzanı olarak ünlenmiş. O kadar çok es geçilen iş var ki, bu es  geçilen işleri birileri çıkıp iş edindiklerinde o işin tarzanı olurlar...

Manisa’yı ve Manisalıları çok seviyorum. Sevgi güzeldir, hoştur da insana sorumluluklar yükler.
Kentimizi seviyorsak, kentimiz için çalışmalıyız. Gelin bunu 31 Mayıs’ta salonları doldurarak gösterelim.

Bir kez daha tekrarlıyorum, salonun dolması için düşüncelerinize ve desteğinize ihtiyacımız var. Gelin konuşalım. Yerinizi söyleyin biz gelelim. Ya da yeni iletişim tekniklerini kullanalım, sosyal medyadan yararlanalım...



29 Nisan 2016 Cuma

KATILIM OLMADAN ATILIM OLMAZ

Ne acımızı acı gibi, ne de coşkumuzu çocuk gibi yaşayabiliyoruz. Acılar coşkulara, coşkular acılara karışıyor. Ne acımızı acı gibi, ne de coşkumuzu çocuk gibi yaşayabiliyoruz. Acılar coşkulara, coşkular acılara karışıyor. Alışılmış çaresizliğin kuşatması altında, karmaşık duygular içindeyiz.

Kalabalıklar içinde yalnızlığı yaşar olduk. Katılım olmadan atılım olmayacağı bilinmeli. Katılım olmalı. Salonlar ve alanlar dolmalı.
Kuşku, korku, tedirginlik, umutsuzluk tutsağı olmuş gibiyiz.
Kederde ve kıvançta birlik olamıyorsak, acılarımızı paylaşarak küçültemiyorsak, sevgimizi ve coşkumuzu paylaşarak büyütemiyorsak, nasıl "biz büyük bir milletiz" diyebiliriz ki? Nasıl geleceğe umutla bakabiliriz ki? Millet olmak kederde ve kıvançta birlik olmak değil mi? Milli bayramların "es geçilmesi", marifet göstermesi gerekenlerin sürekli olarak mazeret üretmesi, görkemli geçmişimizden mutlu geleceğimize uzanan köprüdeki kilometre taşları olan milli bayramların önemine yaraşır biçimde kutlanması gerekirken geçiştirilmesi insanların umutsuzluğunu körüklüyor sanki.

15 Nisan'da başlayan Turizm Haftası, ardından gelen Mesir Macunu Festivali ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını coşkuyla yaşayamadık. Salonları ve alanları yeterince dolduramadık.
Önümüzde 1 Mayıs var. Dilerim gerginlikler olmaz, dilerim işçi ve emekçiler bayramı coşku içinde kutlanır.  Ardından 5 Mayıs Hıdırellez var. Sadece gül dallarına para ev ve araba resimleri bağlamakla geçiştirilmez. İnsanlar çoluk çocuk kırlarda buluşurlar, uçurtmalar uçururlar, baharı doyasıya yaşarlar. Dilerim coşkulu bir hıdırellez yaşanır. Dilerim biz kırlarda uçurtmamızı uçururken, televizyonlardan şehit haberleri gelmez. Dilerim cumhuriyetin laiklik gibi temel taşlarına ince ince dokunulup gündem değiştirilmez.

Bakalım, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma ve Gençlik Bayramı nasıl geçecek ya da nasıl geçiştirilecek? Ancak bilinmeli ki, yüreklerdeki Atatürk sevgisi hiç eksilmeyecek...

Manisa'da 31 Mayıs 5 Haziran tarihleri arasında Manisa Tarzanını Anma ve Çevre Günleri etkinlikleri var. Bu yıl etkinliklerin dolu dolu geçmesini bekliyoruz.

Manisa Tarzanı Manisa için önemli bir kişi. Manisa'da adı Manisa ile birlikte anılan bir başka kişi yok.
Manisa Tarzanı yaşamını Manisa'nın yeşillendirilmesine adamış örnek bir ağaç ve doğa sever.
Yaptığım uzun çalışmaların ardından, derlediğim yaşam öyküsü kullanılarak filmi yapıldı. Manisa Tarzanı filmi yurt içinde ve dışında ödüller aldı. Manisa Tarzanı'nın yaşam öyküsünü derlerken, bir de Tarzan tanımı yapmalıyım dedim. "Tarzan kime denir?" sorusuna yanıt aradım. ES GEÇİLENİ İŞ EDİNEN KİŞİYE TARZAN DENİR şeklinde bir tanım yaptım. Ağaçlandırmanın es geçildiği bir dönemde Manisa Belediyesinde bahçevan yamağı olan Ahmeddin Carlak, Manisa'nın ağaçlandırılmasını iş edinmiş kendisine ve Manisa Tarzanı olmuş. Ülkemizde es geçilen o kadar çok iş var ki, es geçilen bu işler, bunları iş edinecek yeni Tarzanları bekliyor. Barış kardeşlik dayanışma yeni Tarzanlar bekliyor. Hukukun üstünlüğü, Laiklik, Sosyal Devlet yeni Tarzanlar bekliyor.
O kadar çok es geçilen iş var ki, hepside yeni Tarzanlar bekliyor. Manisa Tarzanı'nı anacağız 31 Mayıs-5 Haziran tarihleri arasında. Tarzanı konuşmayı, yeni kuşaklara anlatmayı, adını ve anısını yaşatmayı iş edindik kendimize.
Salonları ve meydanları dolduralım katılım olmadan atılım olmayacağını bilelim dostlar.







15 Nisan 2016 Cuma

İNŞAAT SEKTÖRÜDE SANCILI

Yaşadığım kent olan Manisa`yı o kadar çok sevdim ki, başka hiçbir kent için keşke benim kentim olsaydı demedim.
Yaşadığım kent olan Manisa`yı o kadar çok sevdim ki, başka hiçbir kent için keşke benim kentim olsaydı demedim. Deseydim zaten o kente giderdim. Yurttaşı olmaktan onur duyduğum ülkemi de çok seviyorum. Kentimde ve ülkede sorunlar olduğunda üzülüyorum. Sorunların çözümüne nasıl katkı yapabilirim diye kafa yoruyorum. Çünkü sevgi, kin ve nefretten arınmış bir yürek ve esirgenmeyecek bir emek istiyor.
Ülkemde sancılar yaşanıyor. Bu gün ekonomide yaşanan sancıların inşaat sektörü ile olan ilgisine değinmek istiyorum. İnşaat sektörü sancılı olunca, diğer sektörlerin iyi olması mümkün değil ki. Bu köşede yaklaşık bir ay önce yazdığım "Kriz Kapıda" ve  "İnşaat Sektörü Krizde" başlıklı yazılarım çok okunmuş ve çok tartışılmıştı. 

Yazılarımın başlığının karamsar olduğunu, ancak gerçeği yansıttığını belirtmiştim. Yazdıklarımın gerçekliği yansıttığı geçen zaman içinde daha net biçimde görülmeye, yarattığı sancı derinden hissedilmeye başlandı. Tapu dairelerinde, insanların sadece kredi almak için birbirlerine devrettikleri taşınmazlar dışında satışlar yok denecek kadar azalırken, icra dairelerinin yoğunluğu giderek artıyor. Bankalar kredi vermede eskisi kadar istekli davranmıyor.

Sorunların aşılması için, istemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. Ancak umutlarımızın güçlenmesi için belli düzenlemelerin yapılması gerekiyor. Kredi kolaylıklarının getirilmesi gerekiyor. İnşaat sektörü desteklenmeden, ekonomi düzelmez. İnşaat sektörü ekonominin aynasıdır. Ekonomiyi sadece TOKİ'yi destekleyerek de canlandıramazsınız. Manisa'daki inşaatçıların desteklenmesi için önlemler alınması gerekiyor.
İnşaat sektöründe iflas erteleme isteyenlerin olduğunu biliyoruz. Yeni iflasların kapıda olduğu söyleniyor. Ödenmeyen kredi borçları, karşılıksız çekler, yerine getirilemeyen taahhütler konuşuluyor. Üzülerek belirteyim ki, iflas erteleme verilenlerin yarıdan fazlası krizden kurtulmayı başaramıyor.

İnşaat sektörünün lokomotif sektör olduğuna, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğini bir daha belirteyim. Öz kaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar sıkıntı yaşayacaklar bu bilinmeli. İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların işi gerçekten çok zor. Öz kaynağı olmayan müteahhitlere iş yapanlar da bu müteahhitlerden daire alanlar da sıkıntıya girecekler. İnşaat sektöründe öz kaynağı güçlü olanlar ayakta kalacak, diğerleri gidecek. 

Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona paralel olarak % 6'lar düzeyinde seyrederken, 2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılında da % 11'lere gerilemiş ve  2016'da yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiştir. 2016 yılı inşaat sektörü için şimdiden "kayıp yıl" olarak nitelendirilmektedir. Krizin etkileri gelecek yıllarda da devam edecek gibi görülüyor. 

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konuk sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır. 

Ne başka Manisa ne de başka Türkiye var. Aidiyet duygusuyla sorunların tümü aşılacaktır. Yeter ki yüreklerimizi kin ve nefretten arındıralım. Yeter ki, koşullanmışlıklardan kurtulalım. Yeter ki, bir olalım, iri olalım, diri olalım. Koca Yunus'un bir dörtlüğü ile noktalıyorum yazımı. 

Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz...




8 Nisan 2016 Cuma

SEVGİ ÜSTÜNE

Üç ayların başlangıcını müjdeleyen rahmeti ve bereketi bol olan Regaip Kandili bu sene 7 Nisan`a denk geliyor.
Perşembe sabahları ilk işim bilgisayarın başına oturup, Posta Gazetesinin eki olan ve Cuma günü çıkan Manisa Posta gazetesi için köşe yazmak oluyor. Ancak, Manisa Posta'nın Regaip Kandili nedeniyle Perşembe günü çıkacağı söylenince, yazımı Çarşamba günü sabahı yazıyorum. Madem ki, gazete Regaip Kandili nedeniyle bir gün önce çıkacak, bende yazıma Regaip Kandili ile başlayayım ve çok ihtiyacımız olan sevgi üzerine yazayım istedim.

Üç ayların başlangıcını müjdeleyen rahmeti ve bereketi bol olan Regaip Kandili bu sene 7 Nisan`a denk geliyor. Regaip Kandili müslümanlar için önemli bir gün. Bu önemli günde, bende bir dilekte bulunmak istiyorum.  Bu önemli gün, silahların sustuğu gün olsun. Barış gelsin. Ölümler son bulsun. Bu dileğim sadece ülkemiz için değil, bu dileğim bölgemizde ve tüm dünyada gerçekleşsin.  

Kin ve nefreti yüreğimizden atıp yerine sevgiyi koymalıyız. Çünkü kin ve nefret insan yüreğine yüktür. Yüreğinde kin ve nefret olanlara bakın, kin ve nefretin yüzlerine yansıdığını görürsünüz. Kin ve nefreti yüreğinizden attığınızda yerini sevgi doldurur.  Sevgi insan için, hava kadar su kadar önemli. Sevmezseniz, sevilmezseniz mutlu olamazsınız. 

Doğayı, insanları herşeyi seveceksiniz. Yaşadığınız kenti, yaşadığınız ülkeyi seveceksiniz. Yaşadığın kenti sevmek, eşini, çocuklarını akrabalarını sevmek kadar önemlidir. İnsan yaşadığı kenti sevmiyorsa, mutlu olması mümkün  değil. Yaşadığın kenti sevmek emek istiyor.  Kenti sevmek için çaba göstermek gerekiyor. Kenti sevmek insana sorumluluklar yüklüyor. Kenti sevmemekse insanı mutsuz diyor. Ya sevecek mutlu olacaksınız ya da sevmeyerek mutsuzluğu yaşayacaksınız. Seçim sizin. Sevmeyi seçerseniz, çalışacaksınız. Ama mutlu olacaksınız. Ben yaşadığım kenti sevip, mutlu olmak isteyenlerdenim. Sevdiğim kent için çalışmam gerektiğini biliyorum.  Yaşadığımız kenti sevmek, hemşerilerimizi de sevmeni gerektiriyor.  Yaşadığın ülkeyi sevmek, yurttaşlarını da sevmeyi gerektiriyor. 

Manisa’yı sevmek kolayda, Manisalıları sevmek o kadar kolay değil. Yapılacak iş, sevilecek insanları bulmak ve sayılarını çoğaltmak olmalıdır.  Zenginlik sevdiğin insan sayısıyla ölçülse, sanırım Manisa’nın en zenginlerinden birisi mutlaka ben olurdum. Benim bu kentte sevdiğim insan sayısı sevmediklerimden çok fazla. İstiyorum ki, sevdiğim insan sayısı çoğalsın, sevmediklerim de azalsın hatta sevmediğim insan kalmasın. Keşke hepimiz bunu yapabilsek. Keşke hepimiz kin ve nefreti yüreğimizden atabilsek. 

Kenti sevmek de insanı sevmek gibi zor, ancak insanın hayatını anlamlı yapan bir önemli bir iş. Kenti de insanı da sevmek insana yakışan bir sanat…

Yaşadığımız kenti de, hemşerilerimizi de yurttaşlarımızı da sevmek için çaba göstereceğiz.
Müslümanlar için önemli olan bugün de bir Yunus Emre dörtlüğü ile noktalayalım yazımızı.

Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Bu dünya kimseye kalmaz.

Regaip Kandiliniz kutlu olsun...

1 Nisan 2016 Cuma

ASLA VAZGEÇME

İnsan, belirlediği hedefe doğru ilerlerken güçlüklerle karşılaştığını önüne aşılması zor engellerin çıktığını, çıkarıldığını görür.
İnsan, belirlediği hedefe doğru ilerlerken güçlüklerle karşılaştığını önüne aşılması zor engellerin çıktığını, çıkarıldığını görür. Böyle durumlarda, yapılacak olan "Asla vazgeçme" diyerek, yılgınlığa düşmeden çalışmak olmalıdır.

Kırk bir yıldır kooperatifçilik yapıyorum. Kırsal ve kentsel kooperatiflerde kuruculuk ve her düzeyde yöneticilik yaptım. Yaşamım boyunca, doğru bildiğim yoldan hiç dönmedim. Asla güçlükler karşısında yılgınlık göstermedim, vazgeçmedim. 

Şimdi düşünüyorum da, sorunlarla karşılaştığımda yılgınlık gösterip vaz geçseydim, ne Yeni Manisa olurdu ne de Obasya. 
Obasya Projesi için TKDK (Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu)'na başvuru yaptığımızda Kooperatiflere hibe verilip verilmediğinde açıklık yoktu. Verilmesi gerektiğini anlattım günlerce. 

Obasya Projesi'ni gerçekleştirmek için 25 yıl bekledim. Önce Spil Dağı'nda kurmayı denedik olmadı. Vazgeçmedik, Yuntdağı'na yöneldik. 

Ahşap ve keçeden oluşan Yurtlara (Topak evlere) ruhsat almak için uğraştık. Türkiye'de ilk kez, çadıra yapı ruhsatını biz aldık. Türkiye'de ilk kez çadırlarımızı yapı denetim firmasının denetiminde yaptık. 

Obasya Projesi'ni tamamladığımızda, TKDK'dan aldığımız hibe dosyanın kapanması için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan Turizm İşletme Belgesi almamız gerekiyordu. Belgeyi alamadığımızda, alınan hibeyi geri ödemek zorunda kalacaktık. Bakanlıktan belge istedik. Verilen yanıt çok kısa ve çok netti. "Kooperatiflere işletme belgesi vermiyoruz." Araştırdık, kooperatiflere belge vermemenin yasal dayanağının olmadığını gördük. Vazgeçmedik. Belgeyi almak için girişimlerimizi sürdürdük. 1995 yılında alınan "Kooperatiflere turizm belgesi verilmez" kararı kaldırıldı. Kooperatiflere, Turizm İşletme Belgesi'nin verilmesinin yolu bizim girişimimizle açıldı.  Şimdi Turizm İşletme Belgemizi de almış bulunuyoruz. Vazgeçseydik geriye bir yıkım öyküsü kalırdı sadece...

Obasya Konaklama Tesisi için Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan aldığımız Turizm İşletme Belgesi Yuntdağı'nda alınmış ilk Turizm İşletme Belgesi oldu. Asla vazgeçmeyişimizin yararını burada da gördük.
Obasya Tesisi Obasya Turizm Geliştirme Koooperatifi tarafından, Yuntdağı'nda kurulan ilk belgeli turizm tesisidir. Bu tesis, Manisa'nın hatta ülkemizin ilk tesisidir. Kuranlar bu tesisi ekonomik yarar beklentisiyle kurmamışlardır. Amaçlanan toplumsal yarardır. Amaçlanan, Manisa'da turizm atağını başlatıp sürdürmektir. Şimdi yapılması gereken bu güzel tesise destek olmaktır...

Manisalılar, ilgili tüm kurum ve kuruluşlar "Bu güzel tesis Manisa'nın tesisidir" diyerek Obasya'ya sahip çıkmalıdırlar. Ben bunu söylemekten ve ölene kadar Obasya'ya sahip çıkmaktan asla vazgeçmeyeceğim.
İnsanlar meslek değiştirebilirler. Yaptıkları işi beğenmeyerek yeni arayışlara girebilirler. Ben seçtiğim mesleği kooperatifçiliği çok seviyorum ölene kadar vazgeçmeyeceğim. 

Bu yazıyı okuyan değerli kardeşim, başarılı olmak istiyorsan asla vazgeçme. Yaptığın işi en iyi yapan sen olmak için çalış. Dünyadaki tüm gelişmeler, "Asla Vazgeçmiyorum" diyenlerin sayesinde olmaktadır. 
Başarı bu iki kelimede gizlidir, ASLA VAZGEÇME.






25 Mart 2016 Cuma

GENEL KURUL KÜLTÜRÜ

Kooperatifler, dernekler, vakıflar, kat malikleri, şirketler özetle tüm tüzel kişiler belli aralıklarla genel kurul toplantıları yaparlar.

Kooperatifler, dernekler, vakıflar, kat malikleri, şirketler özetle tüm tüzel kişiler belli aralıklarla genel kurul toplantıları yaparlar. Benim hayatım bu toplantılara katılmakla geçti. Toplantıların çoğuna ya divan başkanı ya da yönetici olarak katıldım. Kavgalı gürültülü geçenleri de oldu. Sakin üretken ve verimli geçenleri de oldu.

Geri toplumlarda genel kurul toplantıları genellikle gergin geçer, yararsız çekişmelerin kısır döngüsüne düşülür. 
Yaşanılan tüm olumsuzluklara rağmen, genel kurul toplantılarını hayatım boyunca hep sevmişimdir. Toplantıları demokrasi okulları olarak görmüşümdür. 

Ülkemizde uzlaşma ve demokrasi kültürü genel kurul toplantıları ile gelişip, güçlenecektir. 
Genel Kurul toplantılarına mutlaka katılmalıyız. Düşüncelerimizi bu toplantılarda dile getirmeliyiz. 

Gazeteci Yavuz Donat'ı bilirsiniz, rahmetli Demirel'in de iyi dostuydu. Demirel'le söyleşiler yapardı sık sık. Yaptığı bir söyleşide, Demirel'e "Siz başbakanlık da yaptınız cumhurbaşkanlığı da, muhalefette kaldığınız günlerde oldu. En çok hangisini özlüyorsunuz?" şeklinde bir soru yöneltmiş. Demirel'in bu soruya verdiği cevap ilginç: "En çok meydanları özledim" demiş rahmetli Demirel.

Bana "40 yıldır kooperatiçilik yapıyorsun, çalışmaların sırasında en çok hoşuna giden şey neydi?" diye sorsalar, hiç düşünmeden, genel kurullar derim. Gerçekten öyle, kooperatifçiliğin en çok genel kurullarını seviyorum.

Genel kurul geniş katılımlı olmalı. Genel kurula katılanlar, düşüncelerini aktarmalı. Düşüncelerden yeni projeler, yeni kararlar çıkmalı ortaya. Konuşmalar ufkumuzu açmalı. 

En geniş katılımlı genel kurullar, konut kuralarının da çekileceği genel kurullar oluyor. Kura çekim toplantılarına kooperatif ortakları eşleri ve çocuklarıyla birlikte katılıyor. 

27 Mart 2016 Pazar günü saat 13.00'te genel kurul toplantımız var. Lale Kule'de konutlarımızın kuralarını çekeceğiz. Katılım yoğun olacak biliyorum. 

Aynı bina içinde konut sahibi olacak olanlar birbirleri ile genel kurul toplantılarında tanışıyorlar. Sadece kendileri değil eşleri ve çocukları da tanışıyor. Ben bu nedenle de genel kurul toplantılarını önemsiyorum. 
Kentler büyüdükçe yalnızlıklarda büyüdü. Bırakın mahalleyi, aynı apartmanda oturanlar bile birbirleriyle tanışmıyorlar. Karşılaştıklarında selamlaşmıyorlar. Oysa, kat malikleri toplantıları tanışma ve ortak sorunları ortaklaşa çözme toplantıları durumuna getirilse, örneğin yemekli ya da kahvaltılı yapılsa, toplantıya daha geniş zaman ayrılsa, hem toplantı verimli geçmiş hem de dostluklar güçlendirilmiş olur. 
"Aile içi kavganın kazananı olmaz." sözünü çok tekrarlarım. Kat Maliklerini ve kooperatifi bir aile gibi düşünün. Hiç bir kooperatifte ve hiç bir apartmanda, sorunların kavgayla, bağırmakla çözümlendiğine tanık olmadım. Yıllarca süren davaların açıldığına tanık oldum da, acil bir sorunun dava yoluyla çözümlenmesine hiç tanık olmadım.

Gerekli olan, uzlaşma kültürünün, toplantı kültürünün geliştirilmesidir. Bu kültürler, genel kurullardan uzak durarak değil, genel kurullara katılarak geliştirilebilir ancak... 





18 Mart 2016 Cuma

ÇANAKKALE RUHU

Ülkemizin Çanakkale ruhuna ihtiyacı var.
Çanakkale Ruhu, bu ülkede yaşayanların, inanç ve köken ayrımı gözetmeden tümünün bu ülkenin huzuru ve güvenliği için birlikte mücadele etmesidir. 
Çanakkale ruhu her türlü ayrımcılığın bitmesidir. 
Evet bizim Çanakkale ruhuna ihtiyacımız var. 
18 Mart 1915 Çanakkale'de bir kahramanlık destanının tarihe altın harflerle yazıldığı gündür.
Çanakkale Zaferi, önemine yaraşır bir özenle kutlanmalı, öğrenilmeli öğretilmelidir.
Çanakkale'den geriye kalan, bir büyük destan, bir büyük komutan, yüz binlerce şehit, Koca Seyit.
Çanakkale Zaferi, büyük Türk Ulusuna, Mustafa Kemal gibi  bir büyük  önderi hediye etmiştir.
Ne Çanakkale' yi unuturuz, ne Koca Seyit' leri ne de Mustafa Kemal'i.
Unutmayacağımız bir şey daha var. Çanakkale'de ortaya çıkan birlik bütünlük ruhu. Bu güzel vatan için birlikte mücadele ruhu... Evet işte bu ruha yeniden ihtiyacımız var...

Çanakkale Savaşında tarihe şanla geçen anlatılan ve dünya durdukça anlatılacak olan, kahramanlık öyküleri vardır. Bu öykülerden birisi de Koca Seyit'in öyküsüdür. 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, gürbüz yapısı ve pehlivanlığı ile dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığı`na izafet`en "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyit" diye anılmıştır.

1914' te Birinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Seyit Çanakkale'de topçudur. Çanakkale Boğaz' ının Rumeli yakasında, Kilitbahir denilen mevkide 28 lik Mecidiye bataryasında Seyit'le birlikte kırk kişi vazifeliydi. 17 Mart 1915' te Çanakkale'deki bütün birliklerde yoğun bir faaliyet görülmekteydi. 

Kıyıları yoğun top ateşine tutan düşman zırhlıları aynı şiddette karşı ateşle karşılaşınca duraksamışlar, fakat ateşlerini kesmemişlerdi. Anadolu ve Rumeli kıyılarından ateş ve dumanlar göklere yükseliyor, düşman ateşi aralıksız devam ediyordu. İngilizlerin en büyük savaş gemilerinden Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Koca Seyit'in bataryasının bulunduğu Kilitbahir önlerine gelmiş, kıyıyı top ateşine tutuyordu. Ateş çemberi genişleye genişleye Koca Seyit'in bataryasına ulaşmıştı. Bataryanın sağına soluna mermiler peş peşe düşmeye başlamıştı. Düşman gemilerinden atılan bir mermi cephaneliğe isabet etmiş, cephanelik havaya uçmuştu. Bataryadaki erlerden on dördü şehit olmuş, yirmi dördü ise yaralanmıştı. Sadece Seyit ile Ali isimli arkadaşı yara almadan kurtulmuşlardı. 

Bataryanın toplarından ikisi toprağa gömülmüş ve kullanılmaz hale gelmişti. Sadece bir tanesi kullanılabilir haldeydi. Onun da vinci kırılmıştı. Koca Seyit, bir denizde ateş püskürmeye devam eden düşman zırhlısına bir yerde yatan şehitlere bir de topa bakmış ve büyük bir hırsla her biri 276 kilo ağırlığındaki mermilere yönelmişti. Arkadaşı Niğdeli Ali şaşırmıştı, Koca Seyit ne yapmak istiyordu? Seyit, şaşkınlıkla kendisine bakan arkadaşına "yardım et de mermiyi yükleneyim" demiş, ardından da  koca mermiyi kavramış ve Ali'nin yardımıyla sırtına almıştı. Bir çırpıda, 28' lik topun altı basamağını çıkan Koca Seyit, mermiyi topun ağzına yerleştirmeyi başarmıştı. Şimdi bütün dikkatini vererek önünde canavar gibi duran Ocean'ın üzerine çevirmişti topun namlusunu. Hedefi iyice tespit edip nişanının doğru olduğuna kanaat getirince topu ateşlemişti. Topun gürlemesiyle birlikte karşıdaki düşman gemisinden yoğun siyah bir duman yükselmişti. Anında yalpalamaya başlamıştı, koca gemi isabet almış ve sulara gömülmüştü. Bu sanki savaşın kırılma noktasıydı.  Gün batımına kadar devam eden şiddetli savaşta düşman perişan edildi. Çanakkale'nin geçilmezliği tüm dünyaya kanıtlanmış oldu.  
Türk Ulusu Koca Seyit'i gördü yüreklendi. Mustafa Kemal'i Conkbayırı'nın, Kocaçimen'in can pazarında gördü umutlandı.  Çanakkale Savaşından geriye güzel bir destan kaldı. Çanakkale destanından geriye kalan ve şimdi çok ihtiyacımız olan ÇANAKKALE RUHU olmalı. İşte şimdi bu ruh yeniden ortaya çıkarılmalı...




11 Mart 2016 Cuma

MA-NİSA ANA-KADIN

Kelimelere yeni anlamlar yüklemeyi seviyorum. Anlam yüklemek yerine, kelimenin içinde varolan anlamı açığa çıkarmayı seviyorum dersem daha doğru olur.
 Kelimelere yeni anlamlar yüklemeyi seviyorum. Anlam yüklemek yerine, kelimenin içinde varolan anlamı açığa çıkarmayı seviyorum dersem daha doğru olur. 

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Bu günün anlam ve önemini dikkate alarak Manisa adının içinde varolan anlamı açığa çıkarmak ve paylaşmak istiyorum. Manisa’nın bu yeni anlamını benim gibi,  Manisalı kadınların da  çok seveceğini düşünüyorum.

“MA” Ana Tanrıça anlamına geldiği gibi Ana yerine de kullanılıyor.  “NİSA” kelimesinin de kadın demek olduğunu biliyoruz. Böyle olunca, Manisa’ya “Ana kadın” anlamı yüklemek yanlış olmaz değil mi?  Yaşadığımız kentin Manisa olan adı ANAKADIN anlamına geliyor.

Manisa gerçekten ana kadınlarıyla ünlü bir kenttir. Örnek mi? İşte Akpınar'da kaya yontusu bulunan bereketin ve doğurganlığın simgesi Kibele. İşte altı kız altı oğlan doğuran Tantalos'un acılı kızı Niobe. Ve işte, Osmanlı padişahı Muhteşem Süleyman'ın annesi,Yavuz Sultan Selim'in eşi, Manisamızda Mesir Bayramını başlatan Hafsa Sultan.  Manisa dediğim gibi, Ana Kadınlarıyla ünlü bir kent.  

Manisalı kadınlar, yaşamın her alanında başarılı oluyorlar. Sivil toplum örgütlenmesinde öne çıkıyorlar. Nihal Yeğinobalı, Deniz Erbulak gibi önemli kadın edebiyatçılarımız  var. 

Manisa Kültür Sanat Kurumu olarak, Manisalı beş cumhuriyet kadını ile Hakkı Avan dostumun yaptığı söyleşileri “Onların Hikayesi” adı altında bir kitapta toplamıştık. Onların Hikayesi kitabında Mesadet Bayrak, Dr. Ulviye Tamer, Muazzez Taygon, Latife Erman ve Nevin Başdemir'in örnek yaşam hikayeleri anlatıldı.. Onların hikayesi aslında cumhuriyetin hikayesiydi. Onların hikayesi bir açıdan da Manisa'nın hikayesiydi.  Manisa'da hikayesi hatta romanı yazılacak çok kadın var. Haydi gençler, sıvayın kolları yazın kadınlarımızın güzel hikayelerini. Onların hikayesi gelecek kuşaklara ulaşsın.

Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dedik ya, bir de bu günün nereden nasıl geldiğine bakalım. 8 Mart 1857 tarihinde ABD`nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi sonrasında çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı.

26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka`nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart`ın "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanması önerisi oybirliğiyle kabul edildi. Böylece kadınlarımızın da bir günü olmuş oldu...

Bizim ülkemizde de kadınlarımızın dönüm noktası 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanıdır. Erkeğinin yanında Kurtuluş Savaşına katılan kadınlarımız cumhuriyetimizin kurucusu, aydınlanmanın öncüsü Atatürk tarafından ödüllendirildi. Anadolu kadınına cumhuriyetle birlikte seçme seçilme hakkı tanındı. Kadın yasalar önünde ve yaşamın her alanında erkekle eşit sayıldı. Erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemelerin kaldırıldığı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanıyan Türk Medeni Kanunu da 17 Şubat 1926’da kabul edildi.

Kadınlara düşen görev kazanılmış haklarına sahip çıkmaktır.  
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü Kutlu Olsun... 









4 Mart 2016 Cuma

MANİSA DAYIOĞLU'SUZ KALDI

Manisa Birlik`in kurucu başkanı, değerli dostum ağabeyim M.Ertuğrul Dayıoğlu`nu 29 Şubat 2016 Pazartesi günü yitirdik.
Manisa'nın ulu çınarı, halk bilgesi, önceki belediye başkanlarımızdan, Manisa Birlik`in kurucu başkanı, değerli dostum  ağabeyim M.Ertuğrul Dayıoğlu`nu 29 Şubat 2016 Pazartesi günü yitirdik. Acımız çok büyük.
Dayıoğlu için, 1 Mart 2016 Pazartesi günü Hatuniye'de yapılan törenin öncesinde iki ayrı tören daha yapıldı. İlk tören, saat 10.30'da Avukat olarak sıkça girip çıktığı Manisa Adliyesi önünde, ikinci tören 11.30'da iki dönem belediye başkanlığı yaptığı Manisa Büyükşehir Binası önünde yapıldı. Bu törenler için Manisa Barosu Başkanı Sayın Ali Arslan'ı ikinci tören için de Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Cengiz Ergün'ü yürekten kutluyorum. 

Dayıoğlu'nun eşi Sayın Hesna Aydinç Dayıoğlu'nun çocukları-torunları, Dayıoğlu'nun kardeşi Çetin ve ailesi, Hesna Hanımın kardeşleri-eşleri, çocukları tamtekmil Hesna Hanımın yanındaydılar. Örnek bir aile dayanışması gösterdiler. 

O büyük insanı, Dayıoğlu'nu ben her zaman öğretmenim gibi gördüm. Kendisinden hayata dair çok şey öğrendim. O çocukla çocuk, büyükle büyük olmayı başaran birisiydi. Çocukları çok severdi. Cebinde, karşılaştığı çocuklara vereceği şeker bulunurdu her zaman. Her düşünceden insanla ilişki kurabilirdi. Hatuniye Camisi'nin bahçesine baktım da, her düşünceden her yaştan insan Dayıoğlu için gelmişti oraya. Herkesin sevgisini kazanabilmek hiç de kolay bir iş değil. Dayıoğlu farkı bu işte... 

1986 yılında kendisine gittim. Yeni Manisa'yı kurma düşüncelerimi anlattım. 1987 yılında Manisa Birlik'i beraber kurduk.  Manisa Birlik'in kuruluş çalışmaları sonrasında, kendisini Sayın Murat Karayalçın'la ve bir çok kooperatifçiyle tanıştırdım. Prof. Dr. Cevat Geray'ı, Ruşen Keleş'i, Ahmet Taner Kışlalı'yı hatta Aziz Nesin'i birlikte olduğumuz toplantılarda tanıdı. Tanıştırdığım kişiler Dayıoğlu'nu çok sevdiler. Her karşılaştığımızda hemen O'nu sordular. O, O'nu tanıyan her kişinin gönlünde taht kurmayı başaran birisiydi.  Bir çok kişi Ankara'dan İstanbul'dan arayıp başsağlığı dileklerini iletti. 

Türk Kent olarak, ilkbahar ve sonbanar seminerleri düzenlerdik. Bu seminerlerin değişmez konuğu M. Ertuğru Dayıoğlu olurdu. 3-4 gün süren seminerlerde bir akşamı Dayıoğlu ve bana ayırırlardı. İkimiz "Serbest Atış" programı yapardık. Doğaçlamalar yapardık birlikte. Dayıoğlu'nun anlattıkları o seminerlerle Anadolu'nun tüm illerine taşınırdı. O sadece Manisa'nın değil, Türkiye'nin de tanıdığı bir kişiydi.
Birlikte çalıştığımız yıllar huzurlu, mutlu ve verimli yıllardı. Dostluğumuz pazara kadar değil mezara kadar sürsün derdik. Hep dost kaldık. Tartıştığımız zamanlar da olurdu bazen. Ancak dargınlığımız bir sigara içimi kadar sürmezdi... Tartıştıktan bir iki saat sonra ya o beni arar ya ben onu arardım...

Şimdi sensizlik bize çok zor gelecek... Seni şimdiden özlemeye başladık. Seni sevenler olarak adını ve anını yaşatmayı görev sayacağız. Seni hiç unutmayacağız. Bugün saat 10.00'da Radyo Hiraş'ta Manisa'da Yaşam Programında seni yürekten sevdiğini bildiğim Sayın Rıfat Uygur'la birlikte seni anlatacağız Manisalı dinleyicilerimize...






26 Şubat 2016 Cuma

HARÇ BİTTİ YAPI PAYDOS

Yazının başlığı karamsar biraz, biraz değil epey karamsar oldu.
Yazının başlığı karamsar biraz, biraz değil epey karamsar oldu. Ben iyimser bir insanım. İnsan isteyince ne harç biter, ne yapı yarım kalır, ne de yol biter. İnsan isteyince gelişme devam eder. İstemek, inanmak ve çalışmak gerekiyor. Sorunu görmek, tanımlamak ve çözümler üretmek gerekiyor. 

Bu köşede "Kriz Kapıda" başlığı ile yazdığım köşe yazısının ilgiyle karşılandığını okuyucuların bana dönmesinden, sorular yöneltmesinden anladım. İnşaat sektöründeki kriz, diğer illeri bilmem ama  Manisa'da ilgili çevrelerde tartışılır hale geldi. Sektördeki sıkıntı tartışılırken, sıkıntıya düşen, ödemelerini yapamayınca, pılısını pırtısını toplayıp yurtdışına gidenlerin haberleri gelmeye başladı. Çevreye bıraktıkları borçlar konusunda farklı rakamlar veriliyor. Rakamlar milyonlarla ifade ediliyor. Yeni iflasların kapıda olduğu söyleniyor. Ödenmeyen kredi borçları, karşılıksız çekler, yerine getirilemeyen taahhütler konuşuluyor. 

Kriz kapıda başlıklı köşe yazımda, inşaat sektörünün lokomatif sektör olduğuna, sektördeki sıkıntıların ekonominin tümünü etkilediğine değinmiştim. Krizin etkileri daha yakından hissedilmeye başlandı. Özkaynakları olmadan müteahhitliğe soyunanlar oluyor.  İnşaata başlarken, üç-beş daire satarım, adına barter denilen takas sistemiyle taşeronlara, inşaat malzemesi satıcılarına daireler veririm, işimi görürüm diyen müteahhitlerin ve bunlarla iş yapanların işi çok zor. Özkaynağı olmayan müteahhitlere iş yapanlar da bu müteahhitlerden daire alanlar da sıkıntıya girecekler. İnşaat sektöründe öz kaynağı güçlü olanlar ayakta kalacak, diğerleri gidecek. 

İnşaat sektöründeki maliyet artışlarına bakıyorum. Maliyet artışları 2009, 2010, 2011, 2012,2013 yıllarında enflasyona parelelel olarak % 6'lar düzeyinde seyrederken, 2014 yılında tahminleri aşarak  % 17'ye tırmanmış, 2015 yılında da % 11'lere gerilemiş ve  2016'da yeniden hızlı bir tırmanışa geçmiştir. 2016 yılı inşaat sektörü için şimdiden "kayıp yıl" olarak nitelendirilmektedir. Krizin etkileri gelecek yıllarda da devam edecek gibi görülüyor. Tapu dairelerindeki işin yoğunluğu azalırken, icra dairelerindeki yoğunluk giderek yükselmektedir. İnşaat sektöründeki her iflasın ve her sıkıntının, çevresine de yansımaları olacaktır mutlaka.

1987 yılından bu yana inşaat sektörünün içindeyim. Kriz dönemlerinde de konut üretimini sürdürdüm. Tüm ekonomik krizlerin, konuk sektörüne kaynak aktarılarak aşıldığına tanık oldum. Bu kriz de konut sektörüne kaynak aktarılarak, konut kredi faizleri düşürülerek, konut kooperatifleri ve inşaat sektörü desteklenerek aşılacaktır. Konut almak isteyenlere uzun vadeli düşük faizli krediler verilerek aşılacaktır. 
Krizin maliyet artışları nedeniyle konut kooperatiflerine de olumsuz etkileri olmakta. Maliyetlerin artması inşaat konusuyla ilgisi olmayan kooperatif ortakları tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Ancak bilinmelidir ki,  bugüne kadar işini yarım bırakıp yurtdışına kaçan kooperatif yöneticisi olmamıştır. Artan maliyetler karşılanmış ve tüm ortaklar konutlarına sahip olmuşlardır. 

Ülkemizde, kooperatifçiliğin yeterince bilinmediğini düşünüyorum. Birkaç başarısız örnekten yola çıkılarak, haksız biçimde karalandığını görüyorum. Oysa kooperatifçilik, tek başına çözülemeyen sorunların  dayanışma yapılarak elbirliği ile çözümlenmesi sürecidir. Manisa'da kooperatifler yoluyla 15.000 konutluk Yeni Manisa Projesini başlattık ve tamamlanması aşamasına getirdik. Kooperatifler, Belediye ve Özel Sektör dayanışması ile büyük başarı sağlandı ve Yeni Manisa çağdaş bir yerleşim yeri olarak çıktı karşımıza.

Yaşamakta olduğumuz krizde aşılacaktır. Yapılması gereken, gerekli önlemleri almak, gerekli düzenlemeleri yapmaktır.  Harç biterse yeni harçlar karılır. Yol biterse yeni yollar yapılır. Sıkıntılar aşılır. Hayat devam ediyor.





19 Şubat 2016 Cuma

DEVLETE BOMBA

Bomba, Türkiye Cumhuriyeti`nin kalbinde, devletin merkezinde, Devlet Mahallesi`nde patlatıldı.
Olayı anlatacak kelime bulmakta zorlanıyorum. Lanet okumak, kahrolsun demek yetmiyor. Kelimelerin duygularımızı anlatmakta yetersiz kaldığı, sözün bittiği yerdeyiz şimdi...

Bomba, Devletin Başkenti'nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne 350 metre, Başbakanlığa 500 metre mesafede patlatıldı. Genelkurmay Başkanlığı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvet Komutanlıkları'nın tümünün bulunduğu bölgede, askeri lojmanların yakınında patlatıldı. Bombayı patlatanların vermek istediği mesaj açık: Bombayı patlatanların hedefinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Türk Silahlı Kuvvetleri var. Bombayı patlatanların hedefinde Barış var.  Devletin ve barışın kalbine hançer saplanıyor. 

Bir değil bin kez düşünmek gerek. Dostumuz kim? Düşmanımız kim?  Bilmek ve kendimize "Biz nerede hata yaptık?" sorusunu sormak gerek. Biz nerede hata yaptık? Biz nerede hata yapıyoruz?...

Düşmanlarımızın dostlarımızdan kat kat fazla olduğu bilinen bir gerçek. Düşmanlarımız neden çoğalıyor. Neden sıfır sorun denilirken sırf sorun yaşanıyor? Neden "YURTTA SULH CİHANDA SULH" sağlanamıyor.  Neden ateşten uzak durulamıyor? Neden batağa sürükleniyoruz? Neden ışığı göremiyoruz? Ve neden hep ya aldanıyoruz ya da aldatılıyoruz? Neden üstümüzde kara bulutlar dolaşıyor hep?  Bu sorulara ülkeyi yönetenler başta olmak üzere hepimiz doğru yanıtlar bulmalıyız. Doğru yanıtlar bulmak için çaba harcamalıyız. 

Bombanın patlatılmasında istihbarat zafiyeti var mı? Bundan hiç kuşkunuz olmasın, var. Bu işin içinde teröre destek veren ülkeler ve bunların istihbarat örgütleri var mı? Bundan da hiç kuşkunuz olmasın, var. Bu işin nedenleri arasında Suriye var mı? Var... Türkiye'nin başını belaya sokmak istiyorlar. Ateşin içine, batağa çekmek istiyorlar. Türkiye'yi bölmek parçalamak güçsüzleştirmek istiyorlar.
Türkiye'de Kurtuluş Savaşı'nın ağır koşulları yaşanıyor gibi sanki... Türkiye hiç olmadığı kadar yalnız. Türkiye hiç olmadığı kadar, ateşe ve batağa yakın durumda... "İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır." özet bu. Bu ateş çemberinden ülkemizi kurtarmalıyız.

Yaşadığımız bu günler için tarihe not düşülecektir mutlaka. Türkiye yaşanılan bu darboğazdan, birliğini, bütünlüğünü koruyarak çıkmayı başardığında, tarihe düşülen not hepimizi sevindirecektir elbet. 
Yaşadığımız günlerin gündemi sadece ve sadece, içine düşürüldüğümüz bu sıkıntılı ortamdan kurtulmak ve ulusal bütünlüğümüzü korumak olmalıdır. Birlik, bütünlük, kardeşlik ve dayanışma olmalıdır. Ayrışmak için nedenler yaratmak yerine, birleştiğimiz noktalar öne çıkarılmalıdır. 

"Başkanlık Sistemi"nin gündemin ilk sırasına getirilmesi ulusal bütünlüğün sağlanmasını zorlaştırıyor. Demokrasilerde, dayatmalar yerine özendirmeler olmalıdır. 

Bugünlerde Başkanlık Sistemi denildiğinde, benim aklıma bölgemizdeki yakınımızdaki devlet başkanları geliyor. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin geliyor. Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi geliyor. Suriye Devlet Başkanı Esat geliyor. Elbet ilk aklıma gelenler yakınımızda bulunanlar oluyor.

Ben bugünlerde yıkılan bir imparatorluktan genç bir Cumhuriyet kurmayı başaran, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın öncüsü Cumhuriyetimizin kurucusu büyük ATATÜRK'ü düşünüyor ve özlüyorum. Ben bu günlerde ATATÜRK'ün NUTKU'nu yeniden okuyorum.



 
back to top