Yeni Kooperatifimiz CEMRE KONUT

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatifinin imzaları atıldı

CEMRE KONUT / LALE KULE

1+1 Küçük Konut, Büyük Rahatlık

CEMRE KONUT / LALE KULE

S.S. CEMRE Konut Yapı Kooperatif toplantısından görüntüler

CEMRE KONUT / LALE KULE

Hedef Kilitlendi

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

SİMGE KONUT

1+1 Küçük Konut, Çeyrek Altın, Akıllı Yatırım

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Mekanda yolculuk sağlayan bir kültür ve turizm projesidir

S.S. OBASYA TURİZM GELİŞTİRME KOOPERATİFİ

Üye Kayıtlarımız Başlamıştır

OBASYA Projesi Yuntdağlarında kurulacaktır.

18 Mart 2014 Salı

Manisam Platformu

Öyle bir toplum olduk ki, birbirimizi yargılamaktan sevmeye zaman bulamıyoruz.
Kendini sevdirmek yerine korkutmayı yeğleyenlerin sayısı giderek çoğalıyor.
Korku ayrışmayı getiriyor. Oysa, ayrışma yerine, barışa kardeşliğe dayanışmaya daha çok ihtiyacımız var. Yürekler kin ve nefretle dolunca, sevgiye yer kalmıyor. Korkuyla ne dayanışma ne de birlik sağlanıyor. Kin ve nefretin insan yüreğine yük olduğunu anlayın artık. Bu yükün ağırlığı gergin yüzlerden ve ağır sözlerden kolayca okunmuyor mu? Ne olur atın kini nefreti yüreğinizden. Berkin'in acısı yüreğimizi yakarken, sevgiyle bakın, suçlamaları bırakın, kırıcı değil yapıcı konuşun. Birazcık empati yapın ne olur. Keşke çocuklar erişmesin diye ilaçları ulaşamayacakları yere koyduğumuz gibi ölümü de ulaşılmaz yapabilsek çocuklar için. Çocuklar ölmese diyebilsek gönülden. Çocuklar ölmesin.


Biz birbirimizi sevemeyecek miyiz, birlik olmanın tadını yaşayamayacak mıyız özgürce? Farklı düşüncelere saygı duyamayacak, farklılıkları zenginliğimiz olarak göremeyecek miyiz? Tartışarak karar üretip, tartışmasız uymayı öğrenemeyecek miyiz? Demokrasimizi güçlendiremeyecek miyiz? Bilimin aydınlattığı yolda, çağdaş uygarlık düzeyine ulaşıp aşamayacak mıyız? Tasada ve kıvançta birlik olamayacak mıyız? Biz sevgiyi ve bilgiyi paylaşarak büyütemeyecek miyiz? Bu soruların yanıtın çocuklarımıza nasıl vereceğiz.

Uzlaşma gerekiyor. İşbirliği ve dayanışma gerekiyor. Ülkemde ve kentimde bunun yapılamayacağını söyleyenler çoğalırken, Manisa'da umutlarımızı güçlendiren bir gelişme yaşandı. "Manisam Platformu" kuruldu. İşbirliği ve dayanışmanın olmadığı, bireyciliğin öne çıktığı söylenen kente birlik ve dayanışma yolunu açmak için bir platform kuruluyor. Dilerim ülkemize örnek olur. Dilerim farklı görüşlerden olan insanlar bir araya gelerek el ele verip Türkiyem Platformunu kurar bir gün.

 
"Manisam Platformu" Manisa'da diğer illerde ve başka ülkelerde Manisalıların kurduğu derneklerin bir araya gelmesiyle kuruldu. Platformun kuruluş öyküsün değerli dostum Ali Gültekin'den dinledim. Platformun kuruluşunu sağlayanlara Manisalılar olarak teşekkür borçluyuz. Manisalılar olarak biz düşen görev platforma destek olmaktır. Başka kentlerde ve başka ülkelerde yaşayan Manisalıların sayısının 500 bini aştığı söyleniyor. Bu büyük güçten yararlanmalıyız. Bu güçten yararlanmayı becerirsek Manisa'yı uçururuz. Manisa'yı bir "Marka Kent" yaparız. Yeter ki, yarışmasın ve didişmenin yerini dayanışma alsın.

Sevgili Manisalılar, Manisalıların dayanışma yapamayacakları söylenir durur. Bunun haksız bir eleştiri olduğunu düşünüyorum. İstenirse dayanışma oluyor. Dayanışma olmasaydı, 15 bin konutluk Yeni Manisa Projesi için bir araya gelemezdik. Dayanışma olmasaydı, zor günlerde ayakta kalamazdık. Dayanışma olmasaydı Obasya Turizm Geliştirme Kooperatifini kurup kısa sürede 102 bin metre kare arazi alamazdık. Dayanışma olmasaydı, ülkemizin en güzel Organize Sanayi Bölgesini Manisa'da kuramazdık. Var olan dayanışmamızı daha da güçlendirmeliyiz. Meslek Odaları, dernekler, sendikalar, tüm sivil toplum örgütleri beli aralıklarla bir araya gelmeli, kentin sorunlarını tartışmalı çözüm yolları ve projeler üretmeli. Bu kentin Kent Konseyi, diğer kentlere örnek olmalı. "Manisam Platformu", kentimin geleceği için, barış kardeşlik dayanışma için, umutlarımızı güçlendirdi. Bu nedenle çalışmalarına katkıda bulunmayı ertelenmez bir görev saydığımın bilinmesini isterim. Manisa Birlik olarak her türlü olanağımızla bilgi ve deneyim birikimimizle ve de yüreğimizle "Manisam Platformu"nun yanındayız.

Mustafa PALA
14.03.2014

7 Şubat 2014 Cuma

Sacayağı örgütlenme

Bir yıl sonrasıysa düşündüğün, durma tohum ek
Eğer on yıl sonrasını planlıyorsan, ağaç dikmelisin
Yüz yıl ötesi, hatta daha fazlası varsa aklında, halkı eğitmelisin
Aç birine balık verirsen bir defalık doyurmuş olursun
Eğer balık tutmayı öğretirsen,  ömrünce doyar
O nedenle bilgeler
Aç insana balık verme yerine,
Balık tutmayı öğret diye öğütler
Çünkü işin doğrusu budur


Yaklaşık 2500 yıl önce, ne güzel söylemiş  Kuan Tzu  "Balık verme, balık tutmayı öğret." diye.
Arzulanan, yurttaşın yardıma muhtaç olması değil, kendi ayakları üstünde durabilmesidir.
Halkı,teba gibi görenler hep kendilerine muhtaç olsun "al gülüm ver gülüm oyunu" sürsün isterler. Yurttaş gibi görenler, sorsun sorgulasın, kendi ayakları üzerinde durmayı başarsın isterler.  Yurttaşı  eğitirler, balık tutmayı öğretirler.  Uygar ülkelerde görev tanımları açık ve anlaşılır biçimde yapılmıştır. Devletin, belediyenin ve yurttaşların hakları ve ödevleri bellidir.  Uygar ülkelerde konut insanın temel hakkı gibi görülür. Devlet yurttaşın konut edinmesini kolaylaştıran düzenlemeler yapar, konut üretmez , üretene destek  olur.
Bir ülkeye bakın inşaat sektörü çalışıyorsa, bu durum ülkenin ekonomisi  iyidir anlamına gelir. İnşaat sektörü iyi değilse başka sektörlere bakmayın, iyi olması mümkün değildir. Ekonomiyi geliştirmek istiyorsanız, inşaat sektörüne kaynak aktarın, olumlu etkisi hemen görülecek, ekonomi hareketlenecektir.  Özal döneminde TOKİ kurulup, konut üretimine kaynak aktarılmaya başlandığında, bir anda ekonominin canlandığı görüldü. TOKİ kurulduğu yıllarda konut yapmıyor konut üretimine destek veriyordu. Çünkü doğru olan buydu.

Ekonominin lokomotifi durumundaki inşaat sektörünü, daha doğrusu konut sektörünü  hızlandırmak için, devlete, belediyelere , konut üretecek olan özel sektöre ve kooperatiflere düşen görevler vardır.
Konut üretiminin sağlıklı ve ekonomik biçimde sürdürülmesi isteniyorsa, görevler iyi tanımlanmalı, işbirliği ve dayanışma sağlanmalıdır. Konut üretimi için önerdiğimiz model: Sacayağı üretim modelidir. Bu modelde, Devlet düşen görev, konut edinmek isteyene, destek sağlamak, üretimi kolaylaştıran düzenlemeler  yapmak,  kredi sağlamaktır.  Belediyelere düşen görev, planlama yapmak, kentin gelişme alanlarında  altyapısı tamamlanmış yolları yapılmış arsa üretmek, konut  üretimini hızlandıracak önlemleri almaktır, bürokratik işlemleri hızlandırmaktır. Kooperatiflere ve konut yapımcılarına düşün görev de talep örgütlenmesi yapmak ve sağlıklı yaşanabilir bir çevre içinde kaliteli güzel konutlar üretmektir.  Sağlıklı düzenli sürdürülebilir konut üretiminin yolu budur.  Devletin de belediyenin de  özellikle inşaat sektörünün gelişmiş olduğu bölgelerde ve kentlerde konut üretimine kalkışması  gereksizdir ve yanlıştır.   Gelişmiş demokrasilerde, devlet baba değil, hayırlı evlattır. Belediye başkanı da ne prens nede şehzadedir. Belediye Başkanı, Belediye başkanı konut üretmeye kalkışmaz. Başkan, kenti tek bir apartman gibi düşünürsek o apartmanın geçici yöneticisidir.   Sonuç olarak özetlersek, Konut üretmek ne devletin nede belediyenin işidir. Konut üretmek konut yapımcılarının işidir. Herke kendi işini yapsın. Ne devlet ne belediye konut üretmeye kalkışmasın. Halkın zekasını ve girişimciliğini küçük görmesin.  Balık vermesin balık tutmayı öğretsin...














Mustafa PALA
07.02.2014

 

31 Ocak 2014 Cuma

Sevgi Kültürü

Sevgisizlik sadece bireylerde değil toplumlarda da travmaya neden oluyor. Sevgi olmadan pozitif enerji yaratılamıyor. Sevginin duygu enerjisini nasıl etkilediğini, nasıl onarıcı bir etkisinin olduğu bilinen bir gerçektir. Bir yetkilinin yaptığı sevgi dolu bir konuşmanın, dalga dalga Anadolu’ya yayıldığına, bir anda ülkenin pozitif enerjisinin yükseldiğine, yüzlerin güldüğüne hepimiz tanık oluyoruz.  Kin, öfke, nefret, düşmanlık, kıskançlık gibi olumsuz duyguların yerine şefkat, merhamet, bağışlayıcılık, yardımseverlik, iyilik yaparak mutlu olma, insanları sevme, iç huzura ve esenliğe kavuşma gibi duyguların yerleştirildiğini görsek ardından işlerin düzeldiğini de göreceğimizden hiç kuşkunuz olmasın. Yaşadığımız tüm sorunların kökeninde sevgisizlik var.

Yönetenlerin sevgiyi derinlemesine yaşaması, evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmesi ve bunu söylemine ve eylemlerine yansıtması huzurun sihirli anahtarı olabilir.  

Ne yazık ki, sevgi yerine korku tercih ediliyor genellikle. Kolaycı bir yaklaşım olduğu için, gelişmemiş toplumlarda, her şey korku üzerine biçimlendiriliyor. Ve korku kültürü egemen oluyor.

Yöneticilerin asık suratlı olması, annenin babanın çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, öğretmenin öğrencisini dövmesi hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin de mümkün olmadığı da bilinmelidir.

İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Hiç yalan söylememeli. Haksızlık yapmamalı.Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi,  ayıplanmaktan korktuğu için değil,  insanları sevdiği için yapmalı.

En büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır.



Hiçbir kimse ülkemizde sevgi kültürünün etkin olduğunu söyleyemez. Çevrenize bakın, herkes birbirini korkutmaya çalışıyor. Devlet yurttaşı korkutarak, yaptıracağını yaptırmak isterken,  öğretmen öğrencisini, adam karısını, kadın çocuğunu korkutarak amacına ulaşmaya çalışıyor. Böyle olmasaydı. “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter.”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”denilir miydi? İşkence olur muydu? Sokak ortasında, insanlar birbirinin gözünü patlatıp, ördürür müydü? Gencecik çocuklar ceplerinde silah ve bıçaklarla gezer miydi?  Evet, ülkemizde korku kültürü etkin durumdadır. Korkunun yerini sevgi almadıkça, yaşam hiç birimize anlamlı ve coşkulu gelmeyecektir.

Yaşamayı seviyor muyuz? Kendimizi, kentimizi, ülkemizi, dünyayı seviyor muyuz? Karşılıksız sevmeyi biliyor muyuz?  Yüreğimizi kin ve nefretten arındırabiliyor muyuz?  Bu soruları kendi kendimize sorduğumuzda, yanıtların pek olumlu olabileceğini düşünemiyorum. Yanıtlarımız olumlu olsaydı. Sevgi, barış, kardeşlik, işbirliği ve dayanışma olurdu. Herkes birbirinin gözünü oymak için fırsat kollamazdı. Herkes birbirinin kuyusunu kazmazdı. Herkes işini bir yana bırakıp sabah akşam dedikodu yapmazdı.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak, öfkeyi bir politika yapma biçimi olarak görmesek ne kaybederiz ki. Ancak sevgi kültürünü etkin kıldığımızda çok kazanacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmamalı. Kin ve nefreti yüreğimizden atalım yerini sevgi dolduracağını ve sevgi dolu yüreklerin olduğu yerde korku kültürünün barınamayacağını hep birlikte görelim…


Mustafa PALA
31.01.2014

27 Ocak 2014 Pazartesi

Başkan Adayları Sahaya İndi

Tüm partilerin, Manisa Büyükşehir ve ilçelerinin belediye başkan adayları belirlenip açıklandı. Adaylar sahaya indiler. Çalışmalarını, uygar toplumlarda olduğu gibi sürdürüyorlar. Ankara’da mecliste yaşanan gerginliklerin yerelde yaşanmıyor olmasını sevindirici buluyor ve Ankara’daki politikacıların yereli örnek almalarını diliyorum.  Adaylar çalışmalar sırasında karşılaştıklarında, selamlaşıyorlar, el sıkışıyorlar, birbirlerine başarılar diliyorlar.  Birbirlerinin projelerini karalama yerine, kendi projelerini anlatıyorlar. “Onun yumurtası bayat” demiyorlar. “Benim yumurtalarım taze ve çift sarılı” diyorlar.

Ben Manisa’da yaşayan bir yurttaş olarak bir adaydan neleri duymak isterim ya da aday olsam neleri söylerim? Sorusunu sordum ve yanıtlarını sıraladım:
Demokratikleşmeyi, modernleşmeyi, insan onuruna saygıyı, eşitliği temel alan, çağdaş bir belediye olacağız. Hizmetleri en hızlı, ekonomik, etkin, verimli, zamanında ve yeterli biçimde sunacağız.
Bilgi ve iletişim teknolojilerinden en geniş şekilde yararlanan mekanizmaları oluşturacağız.
Demelerini ve bu konuda güvence vermelerini beklerim.

Belediyede, katılımcı, çoğulcu, etkin, demokratik, hesap veren, açıklığı temel ilke edinen, bilgi edinme hakkına saygılı, çağdaş bir yönetim anlayışının etkin olacağını duymak isterim.

Yüksekokul ve üniversite öğrencilerine, huzurlu, çağdaş yurt ve barınma olanakları sunulmasını,
bedelsiz rehabilitasyon ve koruyucu sağlık hizmetleri sağlanmasını, desteğe muhtaç engellileri, kimsesiz çocukları ve bakıma muhtaç yaşlıları sahiplenen koruyucu sosyal hizmetlerin ve sosyal yardımların verileceğini duymak isterim.

Kadınların toplumsal ve ekonomik yaşama katılımlarını sağlayıcı, kadın erkek eşitliğini güçlendirici projelerin gerçekleştirileceğini, tarihi ve kültürel mirasa sahip çıkılarak korunacağını, müzelerin geliştirileceğini, halkın kullanımına acık, bilgisayar ve İnternet destekli kütüphanelerin yaygınlaştırılacağını duymak isterim.

Kırsal ve kentsel turizmin alt yapısının ihtiyaca cevap verecek çerçevede oluşturulacağını ve bu sektöre yönelik hizmetlerin daha etkin hale getirileceğini söylemelerini beklerim.

Herkese spor yapma ve dinlenme alanı olanaklarının sağlanmasını, tüketici haklarına, kentli olma hakkına, çevre hakkına, gıda sağlığına duyarlılık gösterilmesini, kentte huzurlu ve kaliteli yaşam ortamının yaratılmasını, öncelikli görevler olarak ele alan ve bu konuda güvence veren Başkan Adayları olsun isterim.

Kadınlara ve gençlere beceri kazandıracak, Semt Evlerini, Kadın Sığınma Evlerini, Bakıma Muhtaçlar ve Yaşlılar Evlerini, Gençlik ve Kültür Merkezlerini, Halk Sağlığı Merkezlerini, Acık ve Kapalı Spor sahalarını yapacağım diyen adaylar görmek isterim.


Köşemin izin verdiği ölçüde özetlemeye çalıştığım bu istekleri gerçekleştireceğim diyen ve bunun inandırıcı biçimde kendisi de inanarak söyleyen başkan adayı yarışa bir adım önde başlamış olur.  Söylemedi demeyin bu köşe yazısında özetlenenler, bir bilemedin iki A4 sayfasında rahatlıkla anlatılabilir. Bence daha fazlasına gerek de yok.

Centilmence yarışan, davranış ve üslubuyla toplumsal barışa ve dayanışmaya katkı sağlayan tüm başkan adaylarına başarılar dilerim. Kazansak da kaybetsek de bu kentte dostluk içinde yaşayacağımızı sakın unutmayın. Manisa bizim, başka Manisa yok…


Mustafa PALA
24.01.2014

9 Ocak 2014 Perşembe

İlçemizin Adı Nasıl Yazılacak?



Sevgili Manisalılar işte size nur topu gibi bir tartışma konusu:  
Yine, üçe bölüneceğiz.  Bazı hemşerilerim, “YUNUSEMRE ilçemizin adı birleşik yazılacak” diyecek.
Bazı hemşerilerim  “Olur mu hiç ilçemizin adı YUNUS EMRE olarak ayrı yazılacak” diyecek.
Birçok hemşerimde  “aman sende,  birleşik yazılsa ne olur ayrı yazılsa ne olur” diyerek tartışmanın dışında kalacak.  Ve sonunda Manisa Valiliği bir yazı çıkararak sorunu çözecek.
Sonradan söyleyeceğimi baştan söyleyeyim:  Benim incelemelerimin ardından vardığım sonuç: Manisa’da yeni kurulan ilçenin adının YUNUSEMRE olarak birleşik yazılmasıdır. Ayrık yazıldığında büyük ozan Yunus Emre’yi, birleşik yazıldığında Yunusemre ilçemizi anlayacağız. “Yunusemre’nin altyapısı yetersiz” ya da “Yunusemre bugün sisli”  dediğimizde ilçemiz, “Gelin tanış olalım/İşi kolay kılalım/Sevelim sevilelim/Dünya kimseye kalmaz” gibi güzel dizeleri okuduğumuzda da, büyük halk ozanı Yunus Emre gelecektir aklımıza.


Bu sonuca nasıl vardım? Onu da açıklayayım hemen, İlçemizin kuruluşunu sağlayan 6360 sayılı yasaya baktım önce, ilçemizin adı birleşik yazılmıştır. Bununla yetinmeyip TDK’nun yazım kurallarına baktım. Yazım kuralı: “ Şahıs adları ve unvanlarından oluşmuş mahalle, meydan, köy vb. yer ve kuruluş adlarındaki unvan grubu; unvan kelimesi sonda ise, gelenekleşmiş olarak bitişik yazılır.” Şeklindedir. Örneğin, Mustafakemalpaşa, Orhangazi ilçeleri gibi. Özel isimler kente sokağa herhangi bir yere verildiğinde ayrık yazılır. Örneğin, Celal Bayar Üniversitesi gibi. Yunus Emre ayrık yazılmalıdır, diyenlerin tezi, özel isim olduğu için ayrık yazılmalıdır şeklindedir. Yunus Emre’nin adı Yunus’tur.  Emre bir unvan olarak sonradan verilmiştir.  Emre sözcüğü dört çeşit anlam taşımaktadır. Aşık manası tüm kalbiyle aşkı hissettirebilecek kapasiteye sahip olduklarını, dost anlamı da sadık olduklarının bir ispatı olabilir. Beyaz gözlü anlamı ise temiz ve saf yürekli olduklarına işaret edilir.  Emre sözcüğünün bir çok anlamı yanında, önde gelen anlamı aşıktır. Emre’yi sonradan verilmiş bir unvan olarak düşüneceksek, TDK Yazım Kurallarına göre, ilçemizin adının Yunusemre şeklinde birleşik yazılması gerekecektir. Emre 13.yy yaşamız olan Yunus’un soyadı değildir. Böyle olsaydı elbet ki ayrık yazılacaktı. Gazi gibi, paşa gibi bir Ünvan olarak kabul ettiğimizde ilçemizin adının YUNUSEMRE şeklinde bitişik yazılması doğru olacaktır…

İlçemizin adı olarak Yunusemre bitişik mi yazılacak ayrık mı yazılacak konusu hemen bir karara bağlanmalı ve bu konuda birlik sağlanmalıdır. Manisa Valiliği, konuya ilişkin bir açıklama yapabilir. Ya da bu açıklamayı Yunusemre Kaymakamlığı yapar. Mutlaka bir yetkili kurum açıklama yapmalı ve ilçemizin adı her yerde aynı şekilde yazılmalıdır. Yunusemreliler için, ilçelerin adında bile anlaşamadılar denilmesini istemiyorsak, mutlaka bu konuda birlik sağlamalıyız. Ben Yunusemre ilçesinde yaşayan bir yurttaş olarak, Manisa Valiliğinden bir açıklama beklediğimi buradan duyurmak istiyorum.


6360  Sayılı Kanunda ilgili bölüm aynen şöyle:  “Manisa ilinde, ekli (12) sayılı listede belirtilen Manisa Belediyesinin mahalleleri merkez olmak üzere, aynı listede yer alan köyler ve belediyelerden oluşan “Yunusemre”  ilçesi ve aynı adla belediye kurulmuştur.
Yunusemre ilçemizin adının belediye başkan adayarımızın tanıtım afişlerinde ve basınımızda ayrık şekilde yazıldığını görüyoruz.  Yanılışın düzeltilmesine, birliğin sağlanmasına, ilgililerin yapacağı bir açıklama yeterli olacaktır. Bekliyoruz…


  
   






Mustafa PALA
09.01.2014  





27 Aralık 2013 Cuma

Belediye Memurları

Belediye Başkanını “Vezir” de eden “Rezil” de eden, belediyenin çalışanlarıdır… 
Memur yapısı gereği “hayır” demeye eğilimlidir.  “Hayır” dedi mi, sorumluluk yüklenmemiş, iş yapmamış olur. Memur “hayır” demeye eğilimlidir ama yurttaş (seçmen) kendisine hayır denilmesinden hiç hoşlanmaz ve faturayı hayır diyen memura değil başkana keser…

Yurttaş kendisine “mazeret üretilmesin marifet gösterilsin” ister.
Mevzuatımızı memurlar hazırladığı için, mevzuatın içinde “hayır” demenin ipuçlarını kolayca bulabilirler.  Eğer içinden “evet” demek geçiyorsa, onun da ipuçları vardır aynı mevzuat içinde. Önemli olan niyet, hayır diyeceksen de evet diyeceksen de mevzuatın içinde uygun bir cümle bulursun.


Her belediye memurunun gönlünde yatan bir başkan adayı vardır aslında. Çalışmasını gönlüne yatan aslana göre programlar memurlar. Bu aslan mevcut başkan değilse, işi yavaşlatır. Yavaşlattığını da gönlünde yatan aslana hissettirir. Bilgi uçurur belge uçurur, adamlarına şirin görünür.

Aday olan mevcut başkanların işi kolay gibi görünse de aslında, diğer adaylardan daha zordur.  Eğer seçimin sonucunu mevcut başkan ”banko seçilir” olarak görüyorlarsa, tüm memurlar canavar kesilir. Seçimden azıcık kuşkuları varsa, izin almalar, rapor almalar, “hayır” demeler, “ takoz koymalar”  çoğalır. 

Aslında, tüm uygar ülkelerde yapılacak işlerin tümü açık ve anlaşılır biçimde tanımlandığından, memurun “hayır” demesi, sorumluluktan kaçması söz konusu olmaz. İş yaptırmak için torpil aranması, geri kalmış toplumlarda olur genellikle…

Memurumuz, neden “hayır” dediğini öyle güzel anlatır ki, sizin bile inanasınız gelir…
Ülkemizde, iş yapmayan memurun cezalandırıldığını gördünüz mü hiç?  Yanlış yapan cezalandırılır ama yapmayan hiç cezalandırılmaz.  “Salla başı al maaşı” sözü boşuna söylenmemiştir.

Belediyelerde “İsteğin yerine getiremiyoruz” denildiğinde,  boynunu büküp ayrılanların sayısı giderek azalıyor.  Yurttaş “neden” demeyi, yargıya gitmeyi öğrendi artık. Yurttaş hak aramayı biliyor. Memurun her dediğinin doğru olmadığını bilenlerin sayısı giderek artıyor. Ve bunlar akıllı seçmen sayılıyor. Kimi iş yapar,  kim sözünü memura dinletir, kim memurun sözünden çıkmaz bunu iyi biliyor.


Memur “hayır” derken, işe takoz koyarken, yönetici ona “evet” demeyi öğretendir.  İyi başkan memurun yönetimine giren değil, memurlarını yönetendir.  Bu nedenle, her başkanın ve her adayın mutlaka işi iyi bilen danışmanları olmalıdır. Olmalıdır ki, söz söylerken ve iş yaparken hata yapmasınlar. Başkanlık işi kadro işidir. İyi kadron varsa başarılı olursun, yoksa,  yoksa ne olursun? Cevap kısa, yok olursun.

Hiçbir yurttaş işim yapılmadı diye, işini yapmayan memura kızamaz, çünkü onun amiri değildir, maaşını veren değildir. Ancak, işi yapılmayan yurttaş belediye başkanına kızar, basın toplantısı yapar, dava açar ve oy vermez, kendisi oy vermeyeceği gibi, çevresinin de oy vermemesi için çalışır. Memurun güler yüzlüsü, evet demeyi bileni iş göreni, başkanın yüzünü güldürür. Benden söylemesi…

Mustafa PALA
27.12.2013

18 Aralık 2013 Çarşamba

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü


Birleşmiş Milletler tarafından 2012 yılının “Uluslararası Kooperatifler Yılı” ilan edilmesinin ardından, T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve Türkiye Koop’un katılımıyla “Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planı” hazırlandı. T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel Müdürlüğü tarafından bastırılıp dağıtılan Türkiye Kooperatifçilik Stratejisi ve Eylem Planını birkaç kez okudum. İsterdim ki bu kitap daha çok bastırılsın, tüm bakanlıklara tüm ilgili kurum ve kuruluşlara tüm kooperatiflere dağıtılsın. Ancak, gördüm ki, bu güzel plandan, planı hazırlayan bakanlıkların dışındaki diğer bakanlıkların ilgili kurum ve kuruluşların haberi yok. Bunu planın başarısını olumsuz etkileyecek bir eksiklik olarak görmeli plan yeniden çoğaltarak dağıtılmalı ve illerimizde Kooperatifçilik Çalıştayları düzenlenmelidir

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü ülkemizde nasıl kutlanacak merak ediyorum. Başbakanın, ilgili Bakanların, Parti Liderlerinin konuya ilişkin açıklamaları olacak mı bakalım.

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü’nde, kooperatifleri unutanlara, kooperatifler olmadan, yoksulluğu aşmanın, gelir dağılımında adaleti sağlamanın, konut üretmenin ve sağlıklı kentler kurmanın mümkün olmadığını hatırlatıyor ve gelişmiş ülkelerin kooperatifçilikten nasıl yararlandıklarını araştırıp görmelerini diliyorum. Dünyanın gelişmiş ülkelerine baktığımızda Dünya yiyecek üretiminin 1/3’ü kooperatifler tarafından üretildiğini görürüz. İspanya ve İtalya yiyecek üretiminin % 50’sini, Hollanda ise % 83’ünü kooperatifler aracılığı ile yapıyor. İspanya’da sanayi kooperatifleri başarılı çalışmalar sergiliyor. Amerika’da kırsal kesimde elektrik dağıtımının % 90’ı kooperatifler eliyle yapılıyor.  Gelişen ülkelerin tümü kooperatifçilikten yararlanırken, biz neden yeterince yararlanamıyoruz diye düşünüyorum.

21 Aralık 1844 tarihinde, Dünya Kooperatifçilik hareketine öncülük eden ilk tüketim kooperatifinin İngiltere’de 28 dokuma işçisince kuruluşundan bu yana 169 yıl geçmiştir. Kooperatifçiliği etkili bir araç olarak gören ve kullanan ülkelerde kooperatifçilik o denli gelişmiştir ki, bugün Uluslararası Kooperatifler Birliği (ICA) yaklaşık 90 ülkede, 207 ulusal, 9 uluslararası örgütü, 1 milyara  yakın insanı çatısı altında toplayan en güçlü sivil toplum örgütü durumuna gelmiştir.

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günü’nde Atatürk’ü saygıyla anarak, kooperatifçiliğe yaptığı büyük katkıları da anımsamalıyız. Atatürk’ün kooperatifçilikle ilgisi, Cumhuriyetin kuruluşundan önceye rastlamaktadır. Nitekim 1920’de TBMM’ne sunulan Kooperatif Şirketler Kanunu Tasarısı’nda Meclis Başkanı olarak M.Kemal’in de imzası vardır. 1925 yılında Atatürk’ün Tüketim Kooperatifçiliği ile özel olarak ilgilendiği 24 Mart 1925 tarih, 586 sayılı yasa ile Ankara’daki memurlara maaşlarının yarısı kadar ikramiye verilmesi, bunun da Ankara Memurlar Tüketim Kooperatifi’ne anapara olarak yatırılması uygun görülmüştür. 1929’da Zirai Kredi Kooperatifleri Kanunu çıkarılmıştır. 1931 yılında Türk Kooperatifçilik Cemiyeti kurulmuştur. 1935 yılında Tarım Kredi ve Tarım Satış Kooperatifleri yasaları çıkarılmıştır. 1936 yılında Atatürk’ün bir numaralı ortağı olduğu Tekir Tarım Kredi Kooperatifi kurulmuştur. Kooperatifçiliğe yönelik her girişim Atatürk’ün önderliğinde Atatürk’ün direktifiyle başlatılmıştır. Atatürk’ten sonra hiç bir kamu yöneticisi kooperatifçiliğe Atatürk kadar sahip çıkmamıştır. Kırsal ve kentsel alanda çekilen sıkıntıların bir nedeni de kooperatifçiliğe yeterli desteğin sağlanmamasıdır.

Bugün kooperatiflerin tümü, kırsal ve kentsel kesimde ayakta kalma mücadelesi vermektedir. Var olduğu söylenen birçok kooperatif de, ismen var cismen yok gibidir Kooperatifler etkili demokrasi okullarıdır. İnsanlarımız kooperatiflerle ürünlerini değerlendirirken, konut edinirken, birlikte iş görme alışkanlığı da edinmektedirler. Kooperatiflerle hem demokrasi gelişir hem de barış kardeşlik ve dayanışma güçlenir.

21 Aralık Dünya Kooperatifçilik Günümüz Kutlu Olsun…


Mustafa PALA
18.12.2013




13 Aralık 2013 Cuma

Belediye Başkanı



Bedeni ile çalışana İŞÇİ, bedeni ve beyni ile çalışana USTA denir.
Bedeni beyni ve yüreği ile çalışana da BELEDİYE BAŞKANI denir.
Belediye başkanı işçidir, ustadır ve sanatçıdır.  Sanatçı belediye başkanı kenti sanat eserine dönüştürür.
Belediye başkanı için yüzlerce tanım yapılabilir. Yapılan tanımlar, belediye başkanına, tanımı yapan seçmene ve seçmenin beklentilerine göre değişmektedir.

Belediye başkanı elli-altmış bilemedin yüz bin daireli kent apartmanının yöneticisidir de denilebilir. Başkandan beklenen apartman yöneticisinden beklenendir öncelikle.  Apartman temiz olsun bakımlı olsun, asansörü çalışsın, altyapısında sorunlar yaşanmasın istenir ya, kent için de istenenler aynıdır. Kent temiz bakımlı güzel olsun, sorunlar yaşanmasın istenir.

Belediye başkanı kendini şehzade gibi görmesin, sultanlık beklentisi içinde olmasın, seçilmiş kral sanmasın yeter.  Başkana kolay ulaşılabilse, kimse işi görülsün diye adamını bulmak için zaman ve çaba harcamasa, caddelere fotoğraflarını asması yerine caddelerde sokaklarda kendi dolaşsa, dolaşırken çevresinde korumalar değil yurttaşlar olsa, daha güzel olmaz mı olur elbet. Hatta gidip bazı günler kahvede arkadaşlarıyla pişti oynasa, öyle başkana “halk adamı” da denilir ve mutlaka çok sevilir. 



Başkan parkları bahçeleri düzenlese güzel anıtlar ve heykellerle donatsa, öyle başkana “sanatçı başkan” denir.  Öyle başkanlar kentlerini Marka Kent yaparlar.
Adaylar programlarını açıklayacaklar seçimler öncesinde. Programın altındaki ya da üstündeki adlarını değiştirin, inanın hiç yadırgamazsınız. Çünkü hepsi de benzer şeyler söyleyecek, sorunlara benzer çözümler önerecektir. Kuşkusuz seçmen söylenenden çok söyleyene bakacaktır.  Söyleyen söylediklerini yapabilecek bir kişimi onu değerlendirecektir.  Bazılarında söylem güzeldir de, eylem kuşkuludur.  Başkanın eylemi söylemiyle tutarlı olmalıdır. Yapılmayacak işi dünya üstüne çullansa yapmamalı, yapılacak işi herkes önüne dikilse yine yapmalı. Başkan dediğin yürekli olmalı…



Açıklık doğruluğun gereğidir. Gizlilik kuşku yaratır. Kuşku gelişmeyi önler. Başkan açıklığa önem vermelidir. Başkanın kapısı da zihni gibi açık olmalıdır. Başkan katılım olmadan atılım olmayacağının bilmelidir. Başkan düşünmeli, düşündüğünü anlatabilmeli. Projeye dönüştürüp uygulayabilmeli.


Başkan aslında, çok sesli bir orkestrayı yöneten şef olmalı.  Başkan çok sesliliğin uyumunu sağlayabilmeli. Çok sesliliğin uyumu, işte bu demokrasinin olmazsa olmazıdır. Çok sesliliğin uyumunu sağlayabilen başkanın önerileri genellikle oy çokluğu ile değil, oy birliği ile karar dönüştürülür meclislerde.  Başkanın ağırlığı var denir.  Ağırlıkla saygınlık birlikte gelişir. Başkan saygın olmalıdır. Saygı gören aynı zamanda sevgi de görür.

Hem kolay iş belediye başkanlığı hem de çok zor iş.  Yasalara uyacaksın bu bir. Kenti halkla birlikte yöneteceksin bu iki. Kendini seçilmiş kral gibi görmeyeceksin, halka tepeden bakmayacaksın, kendini halktan biri sayacaksın bu üç. Haktan adaletten hukuktan ayrılmayacaksın herkese hakça davranacaksın, halktan kopmayacaksın o zaman başkanlık kolay ve keyifli olur…

Hadi hayırlısı, dilerim yukarıda tanımlamaya çalıştığım başkanlar görür kentlerimiz…



Mustafa PALA
13.12.2013

6 Aralık 2013 Cuma

Sevgi Kültürü



Sevmek, dünyanın en zor işi olsa gerek. Sevgiyi derinlemesine yaşamaktan söz ediyorum. Sevgiyi derinlemesine yaşamak, sevgiyi evrensel bir değer olarak algılayıp, yaşam biçimine dönüştürmekle mümkün oluyor.

Sevmek gerçekten dünyanın en zor işi. Zor iş olduğu için, sevgi yerine korku tercih ediliyor hep. Kolaycı bir yaklaşım olduğu için, gelişmemiş toplumlarda, her şey korku üzerine biçimlendiriliyor. Ve şimdi ülkemizde olduğu gibi, korku kültürü egemen oluyor.

Kural dışı her şey için bir ceza düşünülmesi ve uygulanması, yöneticilerin asık suratlı olması, annenin babanın  çocuklarına sert görünmek için çaba harcaması, öğretmenin öğrencisini dövmesi hep korku kültüründen kaynaklanıyor. Ancak, korkutmanın da çözüm getirmediği, sürdürülmesinin de  mümkün olmadığı da biliniyor. Korkunun öne çıkarılmasını toplum yaşamında korku kültürünün egemen olmasını ilkellik olarak görenlerin sayısı artamadığı için, toplumsal gelişme, toplumsal barış, işbirliği ve dayanışma olamıyor. Tüm bu değerlerin yerini, çekişme, çatışma ve dedikodu alıyor.

İnsan, toplumun koyduğu kurallara, inandığı ve saygı duyup sevdiği için uymalı, verilecek cezadan korktuğu için değil. Kırmızı ışıkta sadece polis olduğu zaman değil, hiç kimsenin olmadığı zaman da durmalı. Hiç yalan söylememeli. Haksızlık yapmamalı.

Yola tükürmemeyi, toplu bulunulan yerlerde sigara içmemeyi,  ayıplanmaktan korktuğu için değil,  insanları sevdiği için yapmalı.

En büyük evrensel değer, sevgi ve gelişim için çalışmaktır. Hem seveceksin, hem de gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunacaksın. Hem seven, hem de toplumsal gelişmeye gücünün yettiğince katkıda bulunan insanlar çoğaldıkça, dünya daha yaşanası, insanlar daha mutlu ve gelecekten umutlu olacaktır. Korku kültürünün yerini sevgi kültürünün alması gerekiyor.

Evrensel değer olarak, gördüğümüz sevgi ve gelişme için çevremize bakıp, bir değerlendirme yapmaya çalışsak nasıl bir sonuca varırız? Her halde, sevgi kültürünün etkin olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü herkes birbirini korkutmaya çalışıyor. Devlet yurttaşı korkutarak, yaptıracağını yaptırmak isterken,  öğretmen öğrencisini,  adam karısını, kadın çocuğunu korkutarak amacına ulaşmaya çalışıyor. Korku kültürü hakim durumda. Böyle olmasaydı. “Kızını dövmeyen dizini döver”, “Öğretmenin vurduğu yerde gül biter.”, “Kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”denilir miydi? İşkence olur muydu? Sokak ortasında, insanlar birbirinin gözünü patlatıp, ördürür müydü? Gencecik çocuklar ceplerinde silah ve bıçaklarla gezer miydi?  Evet, ülkemizde korku kültürü hakim durumda. Korkunun yerini sevgi almadıkça, yaşam hiç birimize anlamlı ve coşkulu gelmeyecektir.

Yaşamayı seviyor muyuz? Kendimizi, kentimizi, ülkemizi, dünyayı seviyor muyuz? Karşılıksız sevmeyi biliyor muyuz?  Yüreğimizi kin ve nefretten  arındırabiliyor muyuz?  Bu soruları kendi kendimize sorduğumuzda, yanıtların pek olumlu olabileceğini düşünemiyorum. Yanıtlarımız olumlu olsaydı. Sevgi, barış, kardeşlik, işbirliği  ve dayanışma olurdu. Herkes birbirinin gözünü oymak için fırsat kollamazdı. Herkes birbirinin kuyusunu kazmazdı. Herkes işini bir yana bırakıp sabah akşam dedikodu yapmazdı.

Sevgi ve gelişim iki evrensel değer. Bu değerleri yücelten kendisi de yücelir. Bu değerleri yücelten hem sevilir hem de gelişir. Sevmek üzerine birazcık kafa yorsak ve insanları sevmeye çalışsak ne kaybederiz ki.

Mustafa PALA


2 Aralık 2013 Pazartesi

Yeniden Havaray ve Ortak Akıl








Geçtiğimiz hafta bu köşede,   “Kent içi ulaşımda HAVARAY”  başlıklı bir yazım vardı. Okuyanlardan ilgilenip soru soranlar, görüş belirtenler oldu. Amacım, konunun tartışılmasıydı. Gördüğüm kadarıyla  beklentim gerçekleşmiş oldu.

Beni tanıyanlar yaklaşık on yıldır Havaray konusunu yerel gazetelerde yazdığımı konuştuğumu bilirler. 2004 yerel seçimlerinde değerli dostum Semih Balaban seçim için hazırladığı broşürüne almıştı Havaray’ı. Her karşılaştığımızda da dile getirir havaray önerimi.   Yıllardır yazar dururum bu konuda yazılmış köşe yazılarım ve yaptığım sunumlar var.   Kendimce önemli gördüğüm, kentimizin ulaşım sorununa çözüm getireceğini düşündüğüm Havaray konusuna sahip çıkanlar olsun istiyordum.  Bence önemli olan,  söylemin eyleme dönüşmesidir.  Gerçekleşmeyecekse sen söylesen ne olur ben söylesem ne olur.  Toprağa attığın tohum kök salmışsa gün yüzüne çıkmışsa, meyveye durmuşsa güzeldir. 

Tanımadığım görmediğim Manisa Belediyesinde çalışan bir adı bende saklı bir hemşerim,  Posta Gazetesine e-posta göndererek,  kendisinin olan Havaray fikrini “çaldığımı” ifade etmiş.  Havaray ne o kişinin nede benim düşüncem, birçok gelişmiş ülke kentinde Havaray var. Ben sadece bu düşünceyi yaklaşık on yıl önce kent gündemine taşımış kişiyim, hepsi bu kadar.  Birileri projeye sahip çıkarsa bundan mutluluk duyarım. Projemi çalmış demem, diyende en basit anlamıyla ayıp etmiş olur. Birileri havaray’a sahip çıkarsa onları kutlarım.  Birçok Manisalı çok konuşulduğu için Manisa’ya Dört Kapı önerimi de bilirler. Karaçay Vadisi Projesi önerimi de. Yeni Manisa Projesini bilmeyen yok. Keşke bu projelere de birileri sahip çıksa da kentimizde uygulansa.   Hatta projeyi sahiplenip benim projem dese bana düşen görev onu kutlamaktır. Proje toplumla paylaşıldıktan sonra toplumun malı olur. Bu projeler kentin  Manisa’nın projeleri olmuştur artık.

Havaray Projesini Mustafa Pala’dan çok dinledik.” diyenleri duyar gibiyim.  Projenin sahibi olduğunu söyleyen arkadaş gelsin de yıllar önce hazırlanan sunumlarımı paylaşayım kendisiyle. Ben kendisini tanısaydım ve dinleseydim. Benim projemi almışsın “çalmışsın” diye suçlama yapmaz, konuya sahip çıktı diye kendini kutlardım. Anladın mı genç arkadaş, birisine “hırsız” demek çok ayıp. Bu ayıbı yapanın özür dileme gibi bir erdemi olur mu acaba bilemiyorum ama bekliyorum. Bekleyip göreceğiz. Düşünceleri birileri sahip çıksın diye ortaya atıyorum.  Yazıldıktan ve söylendikten sonra o artık kentin malıdır kentin ortak aklıdır diye düşünüyorum. 
Hepimizin kendine göre bir aklı var.  Hepimiz aklı bilgisi birikimi farklı farklı. Yoğunlaştığımız ilgi duyduğumuz konularda farklı farklı. Hepimiz aynı şeyi aynı şekilde düşünmüyoruz. Öyle olsaydı, düşünce fukaralığı olurdu. Toplumsal zenginliğimiz düşünce farklılığımızdır. Farklı düşüncelerden yola çıkarak ortak akla ulaşmak istediğimizde Ortak Akıl gelir gündeme.

Kentimizde düzenlenen Ortak Akıl toplantıları içinde düzenleyici olarak görev aldıklarım da oldu, katılımcısı olduklarım da oldu. Çağırılmadığım ortak akıl toplantısı olmadı sanki. Hepsinden de çok keyif aldım. Ege Ekonomi Geliştirme Vakfı’nın (EGEV) günlerce haftalarca süren çalışmasının ardından bu gün bile yararlanılan çok güzel raporlar, veriler, düşünceler çıktı ortaya. Manisa Ticaret ve Sanayi Odasının öncülüğünde yapılan ortak akıl toplantılarına da katıldım ve güzel sonuçlara ulaşıldığını gördüm.  Ortaya çıkan raporlardan yararlanıldığını biliyorum. Kent Konseyi başkanı olduğum dönemde de ortak akıl toplantıları yaptık. Ortak Akıl toplantılarına çok ihtiyaç var. Belediye Başkan Adayları Ortak Akıl toplantıları Arama Konferansları yapmalı. İnanın çok güzel fikirler çıkacaktır ortaya.


Mustafa PALA

22 Kasım 2013 Cuma

KENT İÇİ ULAŞIMDA HAVARAY




Manisa’da kent içi ulaşımda yaşadığımız sorunlar artarak devam ediyor.

Kent içi ulaşım sorununa köklü bir çözüm bulmak gerekiyor. Yapılması gerekenler belli. Kent içindeki yoğunluk azaltılacak. Kurumların tümünün  kentin batısına taşınması bir ölçüde yoğunluğu azaltacak.

Bence köklü çözüm, toplu taşımadır. Ankara, İstanbul, İzmir ulaşım sorununu toplu taşımayla, metro ile çözümledi. Ankara’da ulaşım o kadar rahat ki, toplu taşıma işkence olmaktan çıkarılarak, keyifli yolculuğa dönüştürülmüş. Sorunu toplu taşımayla çözen kentler sadece bu üç kentle de sınırlı değil. Sanayileşen kentlerin tümünde, toplu taşımaya hızlı bir yöneliş var.

Kentimize baktığımızda, metronun uygun olmadığı görülüyor. Tarihi kentimizin altındaki kalıntılar, kazma işini zorlaştırabilir. Ayrıca metro yatırımı pahalı bir yatırım. Yolların bir bölümüne ray döşenmesi de, yolların darlığı nedeniyle mümkün görülmüyor. Geriye kalan tek seçenek de “HAVARAY” Çift yönlü yolların ortasına konulacak direkler üzenine döşenecek raylar üzerinde çalışacak araçlarla toplu taşıma işlemi yapılabilir. “Havaray”la  yapılacak toplu  ulaşım mevcut yolların yükünü çoğaltmayacağından, ulaşım konusuna köklü ve kalıcı bir çözüm getirecektir.

Yeni çevre yolu, alt ve üst geçişlerle düzenlenen İzmir- İstanbul yonun da yükünü büyük ölçüde azaltmış bulunuyor. 

Havaray sistemi sanayicilere büyük rahatlama getireceğinden, finansmanına sanayicilerin katkısı sağlanabilir. Hatta havaray tümüyle yap-işlet-devret modeliyle yaptırılabilir.

Manisa “Havaray”ı tartışmaya hemen başlamalı. “Havaray” Manisa Belediyesinin gündemine alınmalı. “Havaray”ı sanayiciler de tartışmaya başlamalı. Konuya ilgi duyanlar olursa, kendilerine dünyanın değişik kentlerinden değişik uygulamalarından yola çıkarak hazırladığım sunumu gösterebilirim.

Biliyorum birçok kişi daha baştan “olmaz” diyecektir. Ben Manisa’da birçok kişinin “olmaz” dediği işlerin olduğunu çok gördüm. Manisa’da “olmaz” diyenlerin sayısının “olur” diyenlerden çok fazla olduğunu da biliyorum. Ancak, buna rağmen hiç umutsuzluğa düşmüyorum. “Olmaz” diyenlerle “olur”  diyenlere baktığımda nicelik ve nitelik farkını görüyorum. “Olmaz” diyenler sayıca çok oluyor ama “olur” diyenlerin daha nitelikli olması işi her zaman kolaylaştırıyor. İpe un sermek, mazeret üretmek isteyenler, olmaz diyenlerin sayısının çokluğunu kullanabilirler. Ancak, mazeret üretmek yerine marifet göstermek isteyenler,  ülke için, kent için yararlı gördükleri işleri denilenlere bakmadan başarırlar. Şunu iyi bilmeli ki, yarınlara olmaz denileni olduranlar adı ve yaptıkları kalacaktır.

Manisa’da “Havaray” olur mu? Bal gibi olur. Manisa’da kent içi ulaşım sorununu “Havaray” çözer mi? Bal gibi çözer.  Olmaz diyen varsa gelsin tartışalım. İlgilenenlere ufak bir sunumla “Havray”ın Manisa için uygulanabilir bir proje olduğunu anlatalım.
“Havaray” yayalara ve bisikletlilere da büyük rahatlık getireceğinden, Manisa’da bisiklet kullanımı da artacaktır…

Mustafa Pala    (22 Kasım 2013 Posta Manisa'daki köşe yazım)


20 Kasım 2013 Çarşamba

Yığılmadan Yayılmaya




Kentlerde yığılmadan yayılmaya doğru yeni bir süreç başlıyor.
Yerel yönetici adaylarının dikkatine sunulur. 

Adayların program dedikleri, halkla paylaştıkları dilerim dilek temenni paketi olmaktan öte anlamlar taşır. Dilek ve temennilere örnek mi istiyorsunuz. Adayların tümü, “Manisa’nın trafik ve otopark sorununu çözeceğim”der.  “Peki nasıl?” diye sorduğunuzda inandırıcı yanıt alamazsınız genellikle. Trafik sorununu, bir aday yolları genişleterek, diğer aday da daraltarak çözeceğini söyler. Biri daraltır diğeri genişletir yolları, böyle çözümleniyor işte Manisa’nın sorunları. “Manisa’da çöp sorununu çözeceğim” denir. “Peki nasıl çözeceksiniz?” dediğinizde, kem küm edilir. İnandırıcı bir yanıt alamazsınız. Yeniden kazanım tesisleri tartışılırken, birçok adayın dilinde “çöp” vardır hep. Gelişen kentlerde çöp yok, çöplük yok artık.  “Manisa’yı patlayan çöplük ayıbından kurtaracağım. Çöpsüz çöplüksüz kent yaratacağım” diyen çıkacak mı göreceğiz bakalım. Dünya’da çöp yok artık. Değerlendirilen geri kazanılan enerjiye dönüştürülen bir değer var. Çöp yok artık…


Kentlere göçün durması ve ardından kentten kırlara göçün başlaması, Avrupa’da bizden çok önce başladı. Avrupa’da kentleşmede bizden önce başlamıştı. Önümüzdeki dönem açılma yayılma dönemidir. Büyük şehir açılma dönemini kolaylaştırabilir. Büyükşehir başkanı bir orkestra şefi gibi çalışmalı, adaylar kenti kent halkıya yönetmeye alışmalı ve çok sesliliğin uyumunu sağlamayı bilmelidir.
Çok sesliliğin uyumu, barışın, kardeşliğin, dayanışmanın ve gelişmenin temelidir…

50’li yıllarda başlayan kentleşme sanayileşme ile birlikte hızlanarak bu günlere geldik. . Geldiğimiz nokta, sağlıksız kentleşme ve başarılamayan kentlileşmedir. Kentlerde kentli gibi yaşamayı öğrenemedik bir türlü. Sağlıksız kentleşme kısa sürede kentleri kimliksizleştirdi ve yaşanmaz duruma getirdi. Sorunlara çözümler arıyoruz. Çözümlerin işaretlerini adayların açıklamalarında görmek istiyoruz. Bildik söylemlerin dışına çıkılsın istiyoruz. “Herkese iş, herkese aş” Peki nasıl olacak bu iş. “Hamili kart yakinimidir” denilerek mi?


Kentlerimizin çoğunda olduğu gibi Manisa’da da yaşamak giderek zorlaşıyor. Yaşamı zorlaştıran neden: plansızlık, aşırı yoğunluk, altyapı yetersizliği ve artan trafiktir.

Kentlerde yığılmanın yavaşladığını ve artık dağılmaya yönelik kıpırdanışların başladığını görüyor musunuz? Bunu görmeyenin çözüm üretmesi olası değildir. Kentlerde yığılma dönemi bitti bitecek.  Dağılma dönemi başladı başlayacak. Adaylar bu dağılma döneminin nasıl sürdürüleceğini düşünmeli ve projelendirmelidir. Manisa mevcut yapısıyla dar geliyor, sorun üretiyor, kaynak tüketiyor artık. Görünen o ki, Manisa olarak Yunt Dağlarına doğru büyüyeceğiz. Muradiye’yi, Bağyolu’nu, Gülbahçe’yi ve Üçpınar’ı birleştireceğiz. Nasıl olacak sorusuna yanıtımız var. Bu büyüme planlı olmalı. Yeni başkanlar, kentin en az 20-25 yıllık geleceğini planlamak zorundalar.. Günlük işlerle uğraşacaklar elbet ancak geleceğe yönelik planlarda yapmalıdırlar. Plan proje, dilek temenni paketi değildir. İş Proje adı saymak olsaydı. Yüzlercesini sayardık. Söz konusu projenin adı değil içeriğidir. Adaylar dersini çalışmalı. Projeler konusunda hazırlıklı olmalı. Ziyarete geldiklerinde sorarız bunları. Mademki başkanlığa adaysınız mazeret üretmeyecek marifet göstereceksiniz. Bekliyoruz…



15 Kasım 2013 Cuma

İmar Sorunu



Katılım Olmadan Atılım Olmaz

Manisa Revizyon İmar Planı hem kafaları hem de işleri karıştırdı.
Plan değişikliği ile sorunlara çözüm aranırken yeni sorunlar yaratıldı. 
İş daha fazla uzayıp yara derinleşmeden çözüm bulmak, belediyenin önde gelen görevi olmalıdır. Sorumluğu plana karşı çıkanlara yükleyerek sorumluktan kurtulamayız. İşimiz mazeret üretmek değil marifet göstermek olmalıdır.  Vatandaşa eziyet çektirmek seçimler öncesinde kendi ayağına kurşun sıkmak olur. 


İmar Planını Değiştirmek en az anayasayı değiştirmek kadar zor bir iştir. İmar Planlarının değiştirilmesi genellikle tartışmalı olur.  Sanırım 1987 yılıydı 15.000 konutluk Yeni Manisa Projemizin  İmar Planını yaptırmıştık. Yeni Manisa imar planının ardından da Manisa Revizyon İmar Planı yapılmıştı. Hiç sorun yaşanmadı.  Yeni Manisa için Yapılan plan şimdilerde bile örnek gösteriliyor.  Daha sonra planda karşı çıktığımız değişiklikler yapıldı.  Değişikliklerin tümü olaylı oldu. Dönemin belediye başkanı için Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı. Ford Plaza davasını hatırlayanlar vardır mutlaka.

İmar Planı değişikliğinin ne kadar zor olduğunu plancılar bilir. Bir süre Ankara İmar Yönetim Kurulu Başkanlığı da yapmış bulunan ünlü yazar Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı yapıtında, “Nerede bir imar planı değişikliği görürseniz, orada bir yolsuzluk bulunduğuna hükmedebilirsiniz” diye yazmıştır. “‘Her imar planı değişikliği, planda açılan bir yara gibidir. Büyük bir zorunluluk olmadıkça başvurulmamalı.” denilir her zaman.  Zor iştir yeni plan yapmak ya da yapılanı değiştirmek.

Diyelim ki, büyük zorunluluk ve gereklilik var mutlaka plan yapılması gerekiyor,  nasıl yapılmalı? Bence, son günlerde Manisa’da yapıldığı gibi yapılmamalı.  Yararsız çekişmelerin kısır döngüsüne düşülmemeli.

Revizyon İmar Planı için yapılan tartışmalar, plan hazırlandıktan sonra değil öncesinde yapılmalıydı. Manisa’da uzun süre planı tartışılmalı ve özümsenmeliydi.  Kent Konseyi, Manisa İmar Planı için bir Çalışma Gurubu oluşturup, konuyu tüm mahallelerde, mahalle sakinleriyle varsa Mahalle Meclisleriyle tartışabilmeliydi. Vatandaş bilgilendirilmeliydi. Planın yararları anlatılmalıydı.  Yerel Televizyonda açık oturumlar yapılmalıydı. Şehir Plancıları, Mimarlar, Haritacılar, kendi meslek odaları aracılığı ile çalışmaların içinde yer almalıydı.  Ben ve birçok Manisalı her yerde, “Bu kentin Revizyon İmar Planına ihtiyacı var“ diye bağırabilirdik. Çünkü yeni bir plana ihtiyaç var.  Kent Konseyi Başkanlığı yaptığım dönemde iki proje hazırlayıp Manisa Belediye Meclisine sunduk ikisi de oybirliği ile kabul edildi.  Hiç kuşkunuz olmasın Revizyon İmar Planı da kabul edilirdi. Manisa’da yaşayan herkes, planlama yapılmalı görüşünü destekler. Manisa Belediye Başkan’ına düşen görevde şu olurdu: “Mademki Manisa Revizyon İmar Planı istiyor, bize düşen görev bu planı yapmaktır” demek olurdu. Kısaca “Manisa istedi biz yaptık.” denilirdi. Açıklık ilkesine ve demokrasiye uygun davranılacaksa yapılması gereken budur. İnanın itiraz sesleri bu kadar güçlü yükselmez, yaşananlar yaşanmazdı. İmar Planı çözümsüz bir bilmece gibi karşımızda durmazdı…


Katılım Olmadan Atılım Olmaz. VATANDAŞI ÜZMEYELİM. REVİZYON İMAR PLANIN KABUL EDİLMEYİŞİNİN ACISINI VATANDAŞTAN ÇIKARMAYA KALKMAYALIM. BU KENDİ AYAĞINA KURŞUN SIKMAK OLUR.

Mustafa PALA     (Manisa Posta 15 Kasım 2013 Köşe Yazısı)

31 Ekim 2013 Perşembe

Cumhuriyet Kutlaması



Bu yıl Cumhuriyet kutlaması farklıydı. 
Meydanlar elinde bayraklarla her yaştan yurttaşlarla doldu taştı.
Cumhuriyet sevgisi yatağına sığmayan bir nehir gibiydi gürül gürül aktı.
Cumhuriyet, Bayrak ve Atatürk bizim vazgeçilmezlerimizdir.
Sanırım bu anlaşıldı… Tarihe not düşüldü. Belleklere kazındı.
Cumhuriyetin bağımsızlık ve özgürlük olduğu biliniyor.
Çoğulculuk, katılımcılık deniliyor ve yürekten isteniyor artık.
Cumhuriyet bilimin aydınlattığı yolda yürümektir diyor yurttaş.
Eşitliktir diyor. Çok sesliliğin uyumudur  diyor.
Cumhuriyetten vazgeçmem diyor yurttaş.
Sosyal adalet diyor, hak diyor hukuk diyor.
Cumhuriyetin değerini biliyor yurttaş.
Sosyal devlet diyor. Laiklik diyor.
Toplumsal barış diyor, uzlaşma diyor.
Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşma diyor yurttaş.
Ölürüm de cumhuriyetten vazgeçmem diyor.
Üstünler hukuku yerine  hukukun üstünlüğü olsun diyor.
Dünyada barış, yurtta barış diyor.
Ümmet yerine millet diyor yurttaş.
Kutuplaşma olmasın, kucaklaşma olsun istiyor.
Çekişme olmasın dayanışma olsun diyor.
Açık ve net söylüyor. Daha ne yapsın ki…
Bölünmez bütünlük diyor,  anlayın artık.
Kavga istemiyor.
Cumhuriyet geleceğimizin güvencesidir.
Biz de cumhuriyetin güvencesiyiz diyor.
Cumhuriyeti sahipsiz sanmayın diyor yurttaş.
Kanmayın kandırmayın diyor. Atatürk’ün yolundayım diyor.
Cumhuriyete ve kurucusuna sahip çıkıyor.
Her milli bayramda aynı filmi izlemiyoruz artık.
Gelişiyoruz fark yaratıyoruz.
23 Nisan’da gözleri ışıldayan çocuk
19 Mayıs’ta, sıkılı yumruk, mangal gibi yürek  genç oluyoruz.
30 Ağustos’ta zafer türküsü söylüyoruz.
29 Ekim de cumhuriyeti kucaklayan,  alanları dolduranız.
10 Kasım’da Atatürk’ü anan ve anlayan oluyoruz.
Anlıyoruz hepimiz Atatürk oluyoruz…
Atatürk’ün gösterdiği bilimin aydınlattığı yolda yürüyoruz.
Ben bu yıl kutlamaları böyle okuyor böyle anlıyorum.
Böyle okuyan ve böyle anlayanların çok olduğunu görüyorum
O nedenle geleceğe güvenle bakıyorum.
Yaşasın Cumhuriyet diyorum…                                                   
Mustafa PALA               
                                                         



1

 
back to top